Fatır Suresi 14. sohbet

Fatır Suresi 14. Sohbet 30. Ayetten itibaren

Evet, arkadaşlar Fatır Suresine 30. Ayetten itibaren devam edeceğiz.

Fakat âdetimiz üzere kopukluk olmasın diye 29 ayetten biraz alarak devam edeceğiz. Zaten son kısmında biraz yarım kalmıştı gibi geldi bana onu da devam edelim inşallah.

Allahu Teâlâ, yukarıdan itibaren geldiğimiz de yaratmasında ki çeşitlilikten bahsediyordu. Muhtelif renklerde olan meyvelerden, dağ yollarında, insanlardan, hayvanlardan, en’amlardan bahsediyordu.

Daha sonrada burada bir ilim ve işaret olduğu için Allah’tan ancak kullarından âlimler korkar diyerek de; İlim, ilme verilen değer ve bunun Allah sevgisine, haşyetine giden yoldan bahsederek bir anlamda da burada bir teşvik vardı.

Allah Aziz ve Gafur derken de; Gafur olmasını, affediciliğini; Azizliğini anlayan insanlara veriyordu. Başka bir ifade ile Allah’ın mağfiret etmesi de azizliğinin bir sonucu. Bu bağlamda da devam edersek;

  1. ayete geçtik şimdi

“İnnellezîne yetlûne kitâballâhi”

“Allah’ın kitabını okuyanlar” birinci sırada Allah’ın kitabı vardı.

  1. sırada “Ve egâmus sâlâte” “Namazı dosdoğru kılarak ikame edenler”

“Kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve aşikâr hak yolunda sarf edenler.

İşte onlar asla zarar etmeyecekleri bir ticareti ümit edebilirler.” Diyordu

Burada birinci sırada Allah’ın kitabı vardı. Ancak namaz ondan sonraydı. Bir işaret gördüm bir tefsir kitabında, cahil bir insanda sıdkıyetle Allah’a kulluk edebilir. Hiç ilmi olmayanın kitap okuması mümkün olmayacağı için burada da

“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu” ayetine işaret ederek de Kuran’ın tilavetine bir vurgu var burada.

Yani Kuran’ı hiç bilmeyen okuyabilir mi?

Allah’a sıdkıyetle ihlas tabi ki çok önemli ama bu ihlas ile beraber Allah’ın kitabını okuyabilmek içinde bir ilim gerekiyor.

Buradaki tilavet biliyorsunuz. Herhangi bir okuma değil dura dura, üzerinde dura dura düşüne düşüne okumak olduğunu hatırlatırım. Bunun ilk sırada gelmiş olması da

“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu” bir öncekinde ise

“Allah’tan hakkıyla ancak kullarından âlimler korkar” diyerekte bu aliliği Kuran’la beraber baktığımızda Kuran’ın ilim açısında âlim olmak açısından bilerek Allah’a kulluk etmek açısından ne kadar değerli olduğunu anlıyoruz.

Salat, namaz küçümsemiyorum haşa sadece sıralamadaki, tertipteki vurgusunu yapıyorum. Salat daha sonra gelmiş.

Fakat buda yetmiyor. “İnfak ederler” diyor onlar.

Neden infak ederler? O şeyden ki “Biz onları rızıklandırdık”

Bakın mallarından da demiyor. İlginç bir ifade var burada. Bizim rızık olarak verdiğimiz şeyler derken “Razagnâ” diyor. Orda na zamiri gelmiş. Demek ki biz veriyoruz diyor rızkı. Yani sahibi biziz, biz veriyoruz. “Bizim verdiğimiz rızıktan verirler” diyor.

Burada da ne oluyor maliki mülk vurgusu var. Yani malın sahibi Allah o rızkı verende Allah diyor ki: kendi malınızı verir gibi vermeyin sakın. Bilin ki onu size biz veriyoruz. Bizim size verdiğimizi bilirseniz malın sahibini, ben Erezzak’ım bunu bilirsen daha rahat verirsin. Ama ben kazandım dersen bir kere şirke düşmüş olursun. Allah’a haksızlık etmiş olursun. Birde vermen zorlaşır. Ama zaten bunu bana Allah veriyor mal benim değil ki, bende veririm.

Burada bir ayet var onu daha evvel konuşmuştuk.

“Onların mallarında sailler (isteyenler) için ve de mahrumlar için(isteyemeyen mahrumlar) malum bir pay vardır.”

Malum ne demek? Belirli bilinen bir pay vardır diyor. bu ne demek?

Şimdi bu benim değil, bende kazanmadım Allah verdi.

Allah verdiyse bu benim malımda bir pay var. Bu payı ben vermeliyim. Bakın bu sefer iş değişti. İnsan çok daha rahat veriyor. Ve de 1 lira değil 3 lira değil malum bir pay, belirli bir pay vardır diyor. Bunu nasıl konuşmuştuk.

Kazancını aldın. Sabit ya da ticaret gibi farklı gelir olabilir. Belirli bir yüzde, ya ben bu yüzdeyi ayırıyorum. Bu minimumu daha verebileceğin kadarı var.

“Sana sadakalardan sorarlar” diyor ayette. De ki: ”Sadakalar ihtiyaçtan fazlasıdır.”

Geri kalanıdır yani. Bu iki şekilde anlaşılabilir.

En lüks kıyafetleri giy en lüks lokantalarda ye bunları yap geriye bir şey kalmadı. Biraz kaldı ondan vereyim. Böylede değerlendirilebilir.

Ya da benim ihtiyaçlarımı tamamladım ben fazlası var. Bende bu fazlasını vereyim.

Bir hadis okumuştuk. Peygamber efendimiz (SAV) bir sahabemize şunu diyor:

Vallahi Uhud dağı kadar malım olsa; borcumu ödemek için ayırdığım en fazla üç gün kenara koyduğum paranın dışında hepsini( eliyle işaret ediyor hadiste var.) sağına, soluna, önüne, arkasına verme işareti yapıyormuş. Onunla dağıtırdım diyor.

Bakın Uhud dağı kadar altını dağıtıyor. Bir hadis daha okumuştuk.

Hz iaşe diyor ki: Resulullah vefat ettiğinde ancak şunları miras olarak bıraktı.

Beyaz bir katır, zaten vakfettiği bir arazi.

Başka bir şey yokmuş. Buradan bir şeyler anlaşılmıştır. İhtiyaçtan fazlası ne olarak.

Zaten bunları yaparsan işte.

“onlar zarar etmeyecekleri bir ticareti ümit edebilirler” diyor. Zaten bugün bu kısmı bolbol açıklayacağız. O anlamda vermek çok farklı bir kavram. İhtiyacın dışında.

İnfak konusuna biraz değinmek istiyorum. Bazı kavramları tekrar tekrar açıklamakta fayda var. İnfakı ben çok iyi anlayamamıştım. Bir ayet bana çok güzel anlamam vesile oldu. Hani Hz. Musa’nın kavmi Allah onları kurtarıyor ya, deniz yarılıp geçiliyor. Orada bir araziye geliyorlar ve orada kudret helvası ve bıldırcın veriyor rabbim. Yani çalışmayın etmeyin. Sadece bana kulluk edin diyor. Yani kamp gibi ben size bırakın dünya yiyeceklerini ulvi kutsi yiyeceklerden vereceğim diyor.

Kudret helvası ve bıldırcın. Ve ayeti kerime diyor ki Bakara suresinde:

“Ve bunların temiz olanlarından yiyin” diyor.

Ya şimdi bunun kirli olması temizin zıttı olarak söylüyorum. Kirli olma ihtimali var mı?

Bir kere kazan yani manevi kirlilik tabi yere düşüp kirlenmesi manasında değil.

Bir kere insan kendi kazanır. Kazancına haram karışır bir kirli olma ihtimali var bunun. Ama Allah’ın bizzat indirdiği ilahi bir rızıkta nasıl bir kirlilik olabilir? Bunu düşündüm. Demek ki kafalarından geçen şeyler, zihinsel bazı faaliyetler bunları kirli yani manen kirli, temiz olmayan duruma getirebilir.

Ne yaparlar yani dedim. Hikâye kısmı var tefsirat kısmı.

“sabahleyin kalktıklarında sabah namazında sonra bir bakıyorlar ağaç dallarında bunlar asılı, onları alıyorlar.” Şimdi şöyle düşün. A ne güzel Allah bizi rızıklandırdı ne güzel aldık. Eve götürdün çoluk çocuğunla yiyorsun.

İyide bunun hepsi 20 yaşında delikanlı değiller ki kurtulanlar. Yaşlısı var. Fakiri var hastası var. Âcizi var değil mi?

Onlar nasıl almaya gidecekler?

Yani bencillik etmeyeceksin diyor Allahu Teâlâ alacaksın onları önce ihtiyaç sahiplerine, komşuna, fakirlere vereceksin. Ondan sonra kendin yiyeceksin. Demek ki bunu yapmadığın takdirde o Allahi gıdanın bile kirli olması, manen kirli olması ihtimali var. Yani Tayyip olmama ihtimali var.

İşte bu önce kendine değil de başkasına verme durumuna infak deniyor.

Yani kendini öne almayacaksın. İnfak kelimesine baktım. Nafaka kelimesinden geliyor. Nafaka çıkmak demek. Tünellere bu nafak kökünden gelen kelime kullanılıyor Arapçada. Bu çıkmak. Aileye verilen parada nafaka yani ne demekmiş biliyor musunuz?

Senin cebinde ya, kasanda ya, kesende ya, çıkıyor ya işte o şey nafaka. Gerek ailene gerek şuna buna.

Peki, fakir adam infak yapmayacak mı?

Ne diyor Peygamber efendimiz: “tebessüm, sadakadır” diyor.

Ayeti kerime ne diyor?

“Eğer sen onlara verecek bir şey bulamazsan yanında” diyor. Yani imkânın yoksa “hiç olmazsa onlara güzel bir söz söyle” diyor.

Bak kendinden çıkıyor. Değil mi? Manen bir şeyin çıkması öyle, başkasını tercih etme, senden bir şeylerin çıkması, fedakârlık olarak çıkması.

Mesela otobüse bineceksin, birçok kişi geldi ya ben önden geçeyim de oturayım da diyebilirsin, aynı o kudret helvası bıldırcında olduğu gibi. Ya da başkalarına buyurun dersin. Bu da infak.

Çay koyacaksın mesela önce ben alayımda sonra başkalarına veririm demekte var.

Peygamber efendimiz kendisi en son kendine alırmış bir şey alacağı zaman, İkram edeceği zaman. İşte bunların hepsi infak yani çıkmak. Yemek yiyeceksin kendi önünden yemekte infak. Ya da güzel bir baklava dilimleri var en güzelini büyüğünü almamak, tepside ikram ediyorlar sen kimsenin beğenmeyeceği bir şeyi al buda infak.

Hani farklı bir pencereden anlatmak istedim. İşte “bizim rızıklandırdığımız şeylerden onlar infak ederler” peki nasıl infak ederlermiş.

“Sirrav” ne demek? Gizli demek.

Kelimenin aslı ne? Sır. Sır kelimesi buradan geliyor yani gizli. Sır olarak yani diyor ki Allahu Teâlâ “Kimseye bir şey söyleme”

Ben şu kadar fakire dağıttım da ettim de. Deme. Allah “Sirrav”ı önceye almış bak.

Diğeri ne “Ve alâniyetey” önce “Sirrav” demiş. Gizlide değil sır.

Yani sır gibi tut diyor.

Bir hadiste “O kıyamet gününde arşın gölgesi altında gölgelenecekler.” Diyor ya. Yedi sınıftan bahsediyor. O yediyi saymayalım ama bir tanesi ne biliyor musunuz?

Sağ elinin verdiğinden sol elinin haberi olmayan. Senin tercihin bunları söyleyedebilirsin ama bir şeylerden de mahrum kalırsın.

Hiç mi söylenmeyecek söylenecek ama ne diyor burda “ve alâniyetey “ diyor.

Burada aleni olarak tefsir kitaplarına baktım sadece zekât. Sadaka söylenmiyor. İnfak söylenmiyor. Ama farzlar aleni yapılabiliyor. Ya da teşvik manasında başkalarını teşvik etmek adına söylenebiliyor. Derler ki bana o kadar söylüyor ama kendi yapıyor mu? Göstermek adına.

Ama burada da tehlike var nefsinin hoşuna gidebilir. Ya ben dağıtıyorum yapıyorum. Benim şu kadar fakirim var şu kadar nafaka dağıtıyorum falan. Bu nefsani oyunlara dikkat edilmesi lazım. Şeytan sadece soldan ve arkadan yaklaşmıyor arkadaşlar. Sağdan da geliyor hatta ilerden de geliyor. Hatta ibadetlerde de böyle olması lazım. Bir fıkra var.

-iki arkadaş taşrada dağda dolaşıyormuş. Bir tane çoban görmüşler. Namaz kılıyor. Yanlarına gitmişler. Çok güzel namaz kılıyor. Demişler ki: şu dağ başında kimsenin görmediği yerde ne kadar ihlasla ibadet ediyor. Çoban Namazını bozmadan demiş ki -hem de oruçluyum.

Bu “Hem de oruçluyum”u kullanmayın Allah bilsin sır olsun yani.

“Sırran ve aleniyye onları verirler” diyor.

Burada birde sır kelimesinin ve aleni kelimesinin geçmesini şöyle söylüyorlar.

İnfak etmek sadece malla parayla değil dedik ya. Bir de ne ile olabilir?

İlim ile.

İşte burada diyor ki: sırları da verirler. Aleniyye olanlar da verirler. İnfak ederler

Yani bilgileri Allah’ın nasip ettiklerini kendilerine tutmazlar.

Derin manalarından biri de bu. Sır olarak gizli olarak verilenlerden de ilmi sır olarak aleni olarak verirler. Tabi kime ehline kaldırabilecek olana. Bilgiyi sözü hikmetle söyleyiniz.

Böyle yapanlar bir şeyi ümit ederler diyor bakın.

“yercûne” arada. Hani arada olmak vardı ya. Korku ile ümit arasında. İşte bu “Reca” kelimesi de bu fiili.

“Yercûne” fiili muzari. Cemi mükzekker olarak gelmiş onlar ümit ederler.

Neyi ümit ederler? Şimdi meful lazım.

“Ticâratel” “Ticareti” ümit ederler. Yanlış “ Bir ticareti ümit edebilirler”.

Neden nekra gelmiş? Belirsiz yani sizin bildiğiniz ticaret değil aslında bu.

Mahiyetini bilemeyeceğiniz bir ticaret.

El ticaret dese orada bildiğimiz bir ticaret ama” Ticâratel” mahiyetini tam bilemediğimiz bir ticaret.

Devam ediyor. “ticâratel len tebûr.” “len tebûr.” Da da terkibi levhi istikbal yani gelecek zamanın kesin olumsuzu. Peki mana ne gelecek zamanda bir şeyin kesinlikle olmayacağını söylüyor. Olmayacak olan ne burada? “tebur.” Bozulmak demek. Kesata uğramak, zararlı bir pozisyona gelmek.

Yani ne oluyor?

“zarar etmeyecekleri bir ticareti umabilirler”

Yani tebur olmayan bir ticareti ümit edebilirler. Yine Arapça bir kuraldan bahsetmek istiyorum.

Nekra kelimelerden sonra gelen bir cümle o nekra kelimenin sıfatı oluyor. Yani ticareti umabilirler. Sonra gelen kelime onun sıfatı nasıl bir ticaret?

“Len tebûr.” “İlerde zarar etmeyecekleri”

Şimdi burada bunların kullanılmasında şöyle bir şeyler var. Bir kere diyor ki:

Bu gelecekle ilgili yani hemen değil. İlerde olacak bir durum.

İkincisi de asla yani şüphe yok asla zarar etmeyecekler.

Birde “yercûne” derken ümit edebilirler derken, bak kesinlik yok yani. Bunu bunu yapanlar zarar etmeyecekleri bir ticarete uğramayacaklar değil. Ümit edebilirler.

Yani burada hepimiz dinleyenlerde Allah’ kulluk etme gayretinde olan insanlarız.

Hatta bazen takvalı şekilde işlerde yapıyoruz. şunu yapıyoruz bunu yapıyoruz.

Hiçbirimiz, hadi yemin etsin cennete gireceğine. Edebilir miyiz? Edemeyiz.

Biz ancak ne yapabiliyoruz? Ümit edebiliyoruz.

Bu kadar insan var Müslüman gayri müslim iman etmiş ama sapıtmış kimseler bunları eleseniz bir avuç insan kalır. Bunlar içinden takvalı olanlar var Allah’a yakın olanlar var. Onlar bile garanti göremiyorlar. Onlar bile ancak ümit edebiliyorlar.

Ya diğer insanların durumu ne olacak acaba?

Ve buna rağmen bizim kalbimiz temiz biz böyle olacağız diyenleri vallahi büyük cesaret olarak görüyorum.

Ha hüsnü zan etmek güzeldir ama birde gerçekler var. O gerçeklere de dikkat etmek gerekiyor.

Bu kelimelerin içerisinde bu şey var. Ama gerçekleşirse bu olay, yani Allah’ın hoşuna giderse bu yapılanlar. Buradakine söylüyorum. Kitap okunması, namaz kılınması, infak edilmesi, önceki sayfadakilerle beraber ki yani ne diyordu:

“gayb hakkında Rablerinden korkarlar. Namazı dosdoğru kılarlar.” ve nefislerini temizleyenlerle beraber beş tane etti. Bu beş taneyi yaptın. Eğer Rabbimin hoşuna giderse bunlar için ne var? tekid var. hani “len” “لَنْ” konusu neydi? Tekidi nefsi istikbal.

Yani bir şeyin kesinliği anlamında onlar bir anlamda, Allah katından söylüyorum. İnsan boyutundan söylemiyorum. Garanti, kesinlikle zarar etmeyecekler diyor.

Bakın hani soruyorlar. İslami iktisatla ilgili sorular var. İşte şöyle yapsam olur mu? Haram mıdır? Günah mıdır?

Faiz müesseseleriyle ilgili bir şeyler soruluyor ya özellikle faizsiz denilen müesseselerle ilgili. Finans kurumları ile ilgili söylüyorum. Onlar için şöyle deniyor. Tamam diyor sen oraya paranı yatır. Bankadan farklı mı olduğunu düşünüyorsun?

Tamam, ticaretin oluru şudur. Kar da vardır. Zarar da vardır. Kar aldığın zaman memnunsun da, zarar ettiğin zaman razı olacak mısın?

O zaman finans kurumuna bankadan farklı olarak gördüğün finans kurumuna paranı ver. Hemen yok ya neden zarar ettirdi? Öbür banka şu kadar faiz veriyor, bu vermiyor dersen. ooh samimiyetsizliğin ortaya çıktı işte ayvayı yedin o zaman.

Hatırlıyor musunuz? İhlas gurubuna ait bir şey vardı. İhlas finans insanlar paralarını batırdılar değil mi? Ağladılar, intihar edenler oldu bilmem ne.

İşte onlar ihlas sınavından geçti aslında. Sen fetvayı bil. Ticari kurumuna parayı yatır. Madem ticaret olarak onlar benim adıma ticaret yapıyorlar. Karlarından bana kar payı veriyorlar. Tamam e ticarette batmakta var onmakta var. Zaten faizden farklılığı da orada. Neden üzüldün?

Hakkını verdi aslında o finans kurumu farkında olmadan işin.

Ama buraya bağlayacağım mahiyeti. Diyor ki:

-zararın olmadığı bir ticaret Diyor.

İflas etmeyeceğin kesin kazanacağın bir ticaret.

Yani bizim kafamız hep para kazanmaya, dünya ticaretine çalışıyor ya. Rabbim de buradan bir misal veriyor. Yani kaybetme ihtimalinin olmadığı bir ticaret var işte, aklını kullan diyor Rabbim. Yapacakların da belirli zaten. Yukarıdakiler.

Fazla teferruata girmeyim.

Şimdi 30. Ayete geçelim.

“Liyuveffiyehum” “ Onlara verilir. İfa edilir” neler?

“Ucûrahum” “Ücretleri”

“Ve yezîdehum” “Onlara arttırılır. Ya da arttırır”

“Min fadlih” “Fazlından,fazlasından” arttırır.”

“İnnehû ğafûrun şekûr”

Şimdi burada Arapçaya biraz gireceğim ama li buna talil lamı deniyor.

Lamı talil deniyor. Fiili muzari nasb konusunda geçmişti. Hatırlarsanız belki.

İçin manası veriyor. Önceki cümleyi ikinci cümleye bağlıyor. Yani yukarının olmasının sebebi, bu ayetin başında geçen fiilin sebebi.

Yani şöyle olması için yapıyor deniyor Rabbim bunu.

Bunun özelliği bundan sonra gelen fiili muzarinin harekesini üstün yapması.

Manasına geliyorum. Çünkü de denilebilir buna.

Rabbimin zarar etmeyecek bir ticareti vadetmesinin sebebi şunun içinmiş.

Ecirleri tamamen ödeniyor. Ecir ne demek? Ücret, karşılık yani yaptığına karşılık.

“Ve yezîdehum” “Ve arttırıyormuş” Allah,

“Min fadlih” peki bunu neden yapıyor Allahu Teâlâ?

Yani “Ve yezîdehum min fadlih” demeseydi Rabbim ne olurdu?

Yani “Fadlından onu ziyadesiyle verir.” Demeseydi. Ne olurdu? Bunu deyince ne oluyor?

Size bir hikâye ile anlatmak istiyorum.

Mübareğin birisi adada tek başına yaşıyormuş. Günaha girebileceği hiçbir şey yok. Ve sürekli ömrünü secdede geçirmiş. Hep ibadet etmiş Allah’a. Hiç günaha da girecek ortam yok zaten tek başına yaşadığı için. Sonunda ahirette hesap günü Rabbim demiş ki:

  • Kulum sana adaletimle mi muamele edeyim, rahmetimle mi muamele edeyim?
  • Demiş ki: Rabbim ben hiç günah işlemedim hep de ibadette bulundum. Yani adaletinle muamele et demiş yaptıklarının karşılığını görmek için.
  • Tamam demişler teraziyi getirin. Bir tarafına ibadetlerini koymuşlar dağ gibi.
  • Diğer tarafına sadece göz nimetini koymuşlar. Ve göz nimeti ağır gelmiş.

Bak yukarda hep ibadetle ilgili şeyler var. Eğer sen karşılığını ticaret gibi yaptıklarının karşılığı gibi görürsen kurtarma şansın yok.

O yüzden diyor ki: – fazlından ziyadeleştirir onu diyor. Anlıyor musunuz?

Yani şimdi neden “Ümit ederler” i anlıyor musunuz?

Yaptın dağ gibi, mesela rüyanda gösterdiler Uhud dağı gibi ibadetin var. Tamam ben köşeyi döndüm yaşadım. Bak cennete gideceğin gösterildi demiyorum. Yani sadece ibadetlerin gözüktü. Sen ancak ne yapabilirsin o esnada ümit edebilirsin.

Ama ahirete geldi. Eğer sen böyle biraz ibadetim var. Bence kesin cennetliğim dersen sana gösteriyorlar.

Hatta tasavvufta bir şey var. Diyorlar ki. Öbür tarafa boynun bükük olarak, hiç olarak git diyorlar. Her şeyi terk et öyle git. Neden?

Eğer onlar olmadan ben şu kadar kitap okudum âlimim, şu kadar ibadet ettim abitim, şu kadar şunu yaptım, şuyum dersen. Karşına o iddianın karşısına çıkarıyorlar. Ama zaten bunlar bana Allah’ın lütfu idi ben sadece kulluğumla çıkıyorum. Bende bir şey yok dersen. Ama bunu sözde değil hal ile gerçekten söylüyorum bunu. Gidersen Allah’ın affetmesine vesile olacak halde olursun.

İbadetinle bile bak diyor ki Allah “ancak ümit edebilirler” ecri verilir diyor karşılığı. Ama Allahu Teâlâ onu ziyadesiyle arttırmazsa zor.

İşte bu ayetlerde bu var. Yani ayetleri boşuna okuyup geçmemek lazım. Niye bunu kullanmış? Niye yapmış diye düşünmek gerekiyor.

Bak ne diyor burada kitabı okuyanlar diyor yukarda.

Yani kitabı tilavet etmekten maksat ne? Bu incelikleri yakalayacak gayrette olmak.

Allah yakalattırıyor yine, Allah nasip ediyor. Ama sen bir gayret et. Neden namazdan önceye gelmiş?

Başka birisi örnek veriyor:

-Peygamber efendimize de gelmiş böyle sorular. O bile demiş ki ben bile yaptıklarımla, ibadetlerimle kurtaramam diyor.

Eğer bir kişi cennete girecekse biz Resulullah efendimiz olmasını ümit ederiz değil mi. Bütün insanlık giremese bile.

Ama kendisi de sistemi bildiği için ben bile ancak rahmeti ile diyor.

Çünkü bak biraz sonra göreceğiz o “Kur” ifadesinin manalarından birin de o var.

“İnnehû ğafûrun şekûr” peki neden bu gafurun şekurun sona gelmiş?

Bahsediyor, bahsediyor, bahsediyor. Şimdi bakın yukarıda ecirden bahsediyor. Hani kaybetmeyecekleri bir ticaret. Aslında onun neyle gerçekleşeceğini gösteriyor.

Yani kaybetmeme durumunu başka bir ifade ile kazanma durumunu Allah’ın hangi iki esması ile olacağını söylüyor.

Bu sistemin işleyişini gösteriyor Allahu Teâlâ, bunlarla diyor.

Bağışlamak, bağışlamak değil aslında bu. Doğru bağışlamak ama geçen hafta açıklamıştık hatırlarsanız.

Miğfer kelimesinden miğfer ne yapıyordu? Başı örtüyordu. Yani Allah’ın Es-settar esmasına yakın bir şey bu.

Bu geçmiş sohbetlere bakın, siteye yönlendirmek için değil bu ayetler birbirinin devamı. İnanın ben bugün dinledim. Konulardan dolayı ben etkilendim. Sanki ben konuşmamışım.

Kitabullah var önümüzde bunlardan konuşuyoruz, etkileniyorum tesirinde kalıyorum. Geçmiş sohbetlere bakıyorum, Allah’ın ilmi var çünkü kuranı kerim içerisinde onunla uğraşıyoruz.

Gafur örtmek demek. Bağışlama bunun sonucu. Yani Allah örterse zaten bağışlanmış oluyorsun. Bak burasını anlarsanız çok şey anlarsınız.

Hani Bakara Suresi 274. Ayette geçiyordu.

“siz içinizdekilere nefsinizi gizleseniz de aşikâr etseniz de, Allah sizi onunla hesaba çekecektir.” Diyor “ama Allah bunların dilediğini örter” diyor.

Örttüğü mizana gelmiyor. Allah biliyor. Sen örtmesi için, örtülmesi için çaba sarf edersen, tövbe edersen ve kendini düzeltme gayretinde olursan ya da başka bir şeylerle Allah’ın mağfiret etme derecesine girecek olursan bu şeylerle karşılaşırsan Allah bunları örtüyor.

Bak örtme ne demek biliyor musunuz? Güncel ifade ile.

Kayıttan silinme, Allahu Teâlâ bunu gafur diyor. Yukarda hiç hatadan bahsediyor mu?

Yukarı doğru ayetlere gelin. Günahtan bahsetmiyor, hep iyi şeylerden bahsediyor.

Buna rağmen gafur diyor Allah.

Demek ki Allah’ın hoşuna gidecek şeyler yapıldığında Allah’ın ilk ikramı hataları günahları örtmek oluyor.

Hatta öyle örtülür ki diyorlar. El gaffar, gafur ve gafir birbirine yakın manalardı. Kayıttan siliyor. Meleklerin hafızasından siliyor. Sağımızda ve solumuzda var unutmayın. Hatta kişinin zihninden siliyor.

Nasıl, nasıl bir ikramdır bu? Bak ikram diyorum. Aslında verilen bir şey yok. Silinmesi bile ikram.

Hakikaten yukarıya doğru bir bak Gafurluk bir şey yok. Yani ikram vericilik, Rezzak’tır. Kerimdir falan demiyor bakın direkt men gafur gelmiş.

Demek ki en büyük ikram MAĞFİRET.

hatta ayette görmüşsünüzdür. “lehum mağfiratuv ve ecrun kebîr”(Mülk 67.12)

“onlar için önce mağfireti söylüyor. Orada da eciri söylüyor.,

İşte şimdi ecire geliyoruz. “şekûr” diyor. Ne demek?

İnsan boyutuna bakarsan şükretmek. Allah boyutuna bakarsan kuluna yaptığı az şeyler bile olsa memnun olduğunda bunu arttırması.

“şekûr” olan Allah. Yani şükrediyor. Ama bizim anladığımız şekilde değil.

“şekûr” asıl anlamı memnun olma durumudur. Sizi memnun olduğunuzda birine teşekkür ediyorsunuz. Allah memnun olduğunda ne oluyor. “şekûr” oluyor. “şekûr” olduğunda da ne oluyor?

İşte o zaman arttırıyor. Yaptıklarının karşılığında insanlar cennete giremez. Allah ona ecirleri verecek ama yetmiyor.

Eşşekurluğu ile kat, kat, kat arttırdığında işte hiç zarara uğramayacak ticaret ümit ediliyor.

Başka birisi:

-Bu tövbe edenlerin durumu gibi oluyor. Nasıl ki tövbe ediyor bütün günahlar hiç yapmamış gibi kabul ediliyor ya. Birde artı sevaba döndürülüyor.

Tabi buda güzel Allah örtüyor. Birde bunları sevaba teptil eyle diyoruZ ya hani. Seyyielerini hasenata teptil et. Teptil ne? Dönüştür demek.

Eş şekur kısmı o. Biraz daha derine inelim bu manasıyla bile çok güzel.

Şimdi ecirden ne anlıyoruz biz? Ahirette ne ecir verilecek bize?

Cennette huriler var, meyveler var, cennet şarapları var… Bunun gibi güzel ecirlere verilecek bu.

Birde Allah fazlından ziyadesi ile verir diyor. Ziyadeleştirir diyor. Oda Allah’ın hiçbir ikramı ile karşılaştırılamayacak olan kendisini yani cemalini ikramı. Bu hiçbir ikram ile kıyaslanamayacak bir şey.

Kendini ikram ediyor. Allahu Teâlâ ibareyi biraz abartılı söylüyorum ki anlaşılsın diye.

Cemali, şu an Allah bize gayb değil mi? Bizim için gayb. Ama aleni olarak Rabbim sıfatlarının tecellisiyle gözüktüğünü düşün. Biz buna Cemalullah diyoruz.

İşte ziyadesiyle verir derken de bunu kastediyor.

Dışardan birisi

-Dünyada 100 sene cennette 1 saate denk değildir. Cennette 100 sene ise cemalullahı 1 saat görmeye denk değildir diyor.

Evet, yani bunu anlayan yunus emre ne diyor biliyor musunuz? Aslında bununda bir ötesi de.

Cennet cennet dedikleri

Birkaç köşk, birkaç huri,

İsteyene ver onları

Bana seni gerek seni

Diyor.

Kuranı Kerim’de birçok yerde Allah’ın veçhini dileyenler diye bir ibare var.

Yani diyor ki size ”Tamam ben karşılığını vereceğim.”

Ama bunu cennet için yapmayın. Diyor.

En azından benim veçhim için yapın ona yönelin diyor.

İşte benim bu ayeti kerimelerden anladığım bu.

Vaktimiz çok değil ama diğer Ayete bir geçiş yapalım.

“~~35.31~
وَالَّذٖى اَوْحَيْنَا اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ هُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ اِنَّ اللّٰهَ بِعِبَادِهٖ لَخَبٖيرٌ بَصٖيرٌ “

“Vellezî evhaynâ ileyke minel kitâbi huvel haggu musaddigal limâ beyne yedeyh, innallâhe biıbâdihî lehabîrum basîr. “

“Vellezine” “o kimseler ki”

“Evhayna ileyke” “kendilerine vahyettiğimiz”

“Min kitabi” “Kitapta” aslında “Kitaptan”

“ Huvel haggun musaddigal limâ beyne yedeyh,” “O kitap ki hüve burada kitabı” gidiyor.

“El haggu” “Haktır.” Nasıl haktır?

“Musaddigal” “Tasdik edici olarak.”

“Lima beyne yedeyh” “Ellerinin arasındakini tasdik edici olarak” haktır.

“İnnallâhe biıbâdihî lehabîrum basîr. “

Şimdi sana vahyettiğimiz kitap derken kime kastediyor. Peygamber efendimize (SAV)

Burada ki kitap ne?

Kitaptan dediğine göre levhi mahfuzda olan aslı. Oradan vahiy oluyor. Biz biliyoruz ki Kuranı Kerim’in aslı levhi mahfuz denilen levhi meknun denilen, kitabı merkum denilen özel bir kitap alanı.

Levhi mahfuza kitap demek çok doğru değil ama bizim anlayacağımız şekilde formüllerin olduğu, zaman ve mekânın olmadığı, doğal olarak geçmiş ve geleceğin kayıtlı olduğu, onunda başında formüllerin olduğu sistematiğin ifade edildiği ve bunu bir şekilde rakamlarla orada ifade edildiği bir alan oradan yeryüzüne sana iniyor vahyediliyor. vahiy bir şekilde inme demektir.

Günümüz ifadesi ile tabiri caizse download ediliyor.

“El haggu” haktır, gerçeğin ta kendisidir. Yani insanlar kafalarında çeşitli sistemler, düşünceler kurabilirler. Bunlar hakla ne kadar örtüşüyorsa o kadar doğrudur. Ama işte hakkın kendisi o kitaptır.

Çünkü ana formüller Allahu Teâlâ’nın yasalarıdır. Ama bu ne yapıyor.

“musaddigal” tasdik ediyor. Neyi tasdik ediyor?

“beyne yedeyh” onların ellerinin arasındakilere. Burada ne yazıyor. Öncekiler diyor.

Öncekiler çok doğru değil, yani bu ifade ama bir şekilde kullanmak zorundayız.

Ellerinin arasındaki ne demek? Hali hazırda onların ellerinde olan, Önceden kendi ellerine verilmiş olan. Yani Yahudileri ve Hristiyanları kastediyor.

Onların ellerindeki kitabi tasdik edecek yani onlar kitabı görmüyor mu? Allah’ın indirdiklerini görmüyorlar mı?

Bu yeni bir şey getirmiyor. Sadece kemale erdiriyor. Daha olgun daha tekâmül bir hale getiriyor onları tasdik ediyor. Birde hak.

Yani kendi ellerinin arasındakiler tahrip edilmiş haliyle hakkı söyleyemeyebilir. Ama işte asıl hak burada daha ne istiyorsunuz? Diyor.

“İnnallâhe biıbâdihî” “Şüphesiz Allah kullarına”

“Lehabîrum basîr. “ “Habir ve basirdir.”

Bakın aslında bu cümlenin şöyle olması lazım.

“İnnallâhe lehabîrum basîrun biıbâdihî” olması lazım doğru mudur.

Bu cümlenin aslında böyle olması lazım ama “Biıbâdihî” yani kulları için olan kısım öne gelmiş. Bunu Ruhul Furkan da şöyle diyor.

Dikkatinizi çekerse bütün ayetlerin sonu hep r ile bitmiştir diyor.

Yani nezir, münir, nekir, gafur. Bunun sağlanması için. Ama biz biliyoruz ki Allahu Teâlâ bunu sadece kafiye olsun diye söylemez. Haşa eksiklik olur kitaba. Burada ne, vurgu var aslında.

Kulları için ifadesini öne alarak yani Allahu Teâlâ bütün kulları için haberdardır ve görendir. Fakat öncelikle, öncelediği, önemsediği kendi kulları. Yani imanlılar, yani özel kulları. Özellikle bunlar için habirdir ve basirdir.

Habir, haberdar olan demek.

Basir de gören olan demek.

Yani kesinlikle öyledir, şüpheniz olmasın manasındadır.

Neden böyle yapıyor. Şimdi birde habir, basirden önce gelmiş. Yani “ basirun habir” de olabilirdi.

Neden habir öne gelmiş. Habir daha böyle gizli şeyler içindir. Değil mi? Gizli şeylerden haberdar ama basir daha aşikâr.

Önceki ayete gidersek ne var? “Ve aleniyye” diyor ya bu da ona işaret yani siz bir şeyleri gizli ve aşikâr yapıyorsunuz. Ben hepsini görüyorum haberdarım.

Ama özellikle benim ilgi alakam özel kullarım için. Benim habir, yani gizli gizli yaptıklarınızdan haberdar.

Basir, aleni olarak yaptıklarınızdan emin olarak yaşayın. Le diyor ya tekit var orada. Kesin kez emin olarak gördüğümü bildiğimi bilerek yaşayın.

Neden yukarıda kuran vurgusu var. Ben peygamberinize benim âdetim olan önceki kitapların aynısını hak olarak gönderdim. Ama siz özel bir kavimsiniz. Benim özel kullarımsınız. Bunu bilerek yaşayın. Çünkü bir sonraki ayette göreceksiniz. “Biz kuranı seçtiğimiz kullarımızdan olanlara miras verdik” diyor.

Burada da işte özelliğe en son kavim olan, ümmet olan Hz. Muhammed (SAV) ümmeti olan bizlere burada “ibadihi” diyerekten kullarım diyerekten bize burada özelliğimizi anlatıyor.

Burada da ikram var. Yani görüyor musunuz? Ayeti kerimeler, Allahu Teâlâ’nın sistemini anlatmak açısından ne kadar güzel, latif ifadelerle dolu.

Allahu Teâlâ bize veçhini dileyerek. Sevapların, en ufak sevap kırıntısına dahi muhtacız ama ikramların en büyüğü olan Cemalullah ikramına ve daha yukarılarını nasip etsin inşallah.

Bizim ona uygun hal ve hareketlerde ve ibadetlerde olmayı nasip etsin.

Ne kadar yaparsak yapalım biz biliyoruz ki, cenneti hak etmiyoruz. Ancak rahmeti ile biz buna ulaşabiliriz. Allah’ta bize yaptıklarımızın ecrini ve bundan daha fazlasını fadlından bize ziyadeleştirsin.

Ve bizim hatalarımızı örtsün. Yaptıklarımız değil sadece, yanlış yaptıklarımızda da hatalarımızı örtsün. Ve Allahu Teâlâ şekurdur. Hem yaptıklarımıza karşılık kat kat fazlasını vererek bizi o ticarette ümit varı etsin. Hem de o biraz evvel söylediğimiz gibi en büyük ikramı olan cemalullahına ulaştırsın. İnşallah.

Ve kendisine şükrederiz ki, hamd ederiz ki bizi o kullarım dediği özel kulları arasına katsın. Buna hamdü senalar ve şükürler olsun.

“Ve âhıru dağvâhum enil hamdu lillâhi rabbil âlemîn. “ (YUNUS 10.10)

“Dualarının sonu da: “Gerçekten, hamd alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.”