FATIR (18.Sohbet)39-40.Ayetler

 

SOHBETİ DİNLE:


DİNLEMEK VE İNDİRMEK İÇİN ALTERNATİF LİNK:

https://yadi.sk/d/agOKxyNgrFbvr


FATIR 39:

هُوَ الَّذِي جَعَلَكُمْ خَلَائِفَ فِي الْأَرْضِ

      فَمَن كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُ   وَلَا يَزِيدُ الْكَافِرِينَ كُفْرُهُمْ    عِندَ رَبِّهِمْ     إِلَّا مَقْتًا

   وَلَا يَزِيدُ الْكَافِرِينَ كُفْرُهُمْ إِلَّا خَسَارًا

Huvellezî cealekum halâife fîl ardı, fe men kefere fe aleyhi kufruhu, ve lâ yezîdul kâfirîne kufruhum inde rabbihim illâ maktâ(makten), ve lâ yezîdul kâfirîne kufruhum illâ hasârâ(hasâran).

1. huve : o
2. ellezî : ki o
3. ceale-kum : sizi kıldı
4. halâife : halifeler
5. fî el ardı : yeryüzünde
6. fe : artık, o taktirde, o zaman
7. men : kim
8. kefere : inkâr etti
9. fe : artık, o taktirde, o zaman
10 aleyhi : onun üzerine
11 kufru-hu : onun küfrü
12 ve lâ yezîdu : ve artırmaz
13 el kâfirîne : kâfirler
14 kufru-hum : onların küfrü
15 inde : yanında, huzurunda
16 rabbi-him : onların Rabbi
17 illâ : ancak, den başka
18 makten : gazap, kızgınlık, öfke
19 ve lâ yezîdu : ve artırmaz
2 el kâfirîne : kâfirler
21 kufru-hum : onların küfürleri
22 illâ : ancak, den başka
23 hasâren : hasar, zarar ziyan

“Sizi yeryüzünde halifeler kılan O’dur. Artık kim inkâr ederse, o zaman onun küfrü kendi aleyhinedir. Kâfirlere küfürleri, Rab’lerinin huzurunda, gazaptan başka bir şey artırmaz ve kâfirlere küfürleri, hasardan (ziyandan) başka bir şey artırmaz.”


FATIR 40:

قُلْ   أَرَأَيْتُمْ شُرَكَاءكُمُ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ

    أَرُونِي   مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْأَرْضِ

أَمْ لَهُمْ شِرْكٌ فِي السَّمَاوَاتِ

    أَمْ آتَيْنَاهُمْ كِتَابًا فَهُمْ عَلَى بَيِّنَةٍ مِّنْهُ

بَلْ     إِن يَعِدُ الظَّالِمُونَ بَعْضُهُم بَعْضًا إِلَّا غُرُورًا

Kul e raeytum şurakâekumullezîne ted’ûne min dûnillâhi, erûnî mâzâ halakû minel ardı em lehum şirkun fîs semâvât(semâvâti), em âteynâhum kitâben fe hum alâ beyyinetin minhu, bel in yaıduz zâlimûne ba’duhum ba’dan illâ gurûrâ(gurûran).

1. kul : de, söyle
2. e reeytum : siz gördünüz mü
3. şurekâe-kum : sizin ortaklarınız
4. ellezîne : ki onlar
5. ted’ûne : tapıyorsunuz/dua ediyorsunuz/çağırıyorsunuz
6. min dûni allâhi : Allah’tan başka
7. erû-nî : bana gösterin
8. mâzâ : ne, neyi
9. halakû : halkettiler, yarattılar
10 min el ardı : yerden, topraktan
11 em : yoksa, veya (öyle) mi
12 lehum : onların vardır
13 şirkun : şirk, ortaklık
14 fî es semâvâti : semalarda, göklerde
15 em : yoksa, veya
16 âteynâ-hum : onlara verdik
17 kitâben : kitap
18 fe : artık, öyleki
19 hum : onlar
2 alâ beyyinetin : beyyine üzerinde, delil üzerinde
21 min-hu : ondan
22 bel : hayır
23 in : eğer, sadece, ancak
24 yaıdu : vaadediyorlar
25 ez zâlimûne : zalimler, zulmedenler
26 ba’du-hum ba’dan : onların bir kısmı bir kısmına, birbirlerine
27 illâ

 

: ancak, sadece, den başka  (sadece, ancak)
28 gurûran : aldatma, aldatıcı şeyler

De ki: “Allah’tan başka taptığınız /çağırdığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Bana gösterin! Yerden  ne halkettiler (yarattılar). Veya onların göklerde ortakları mı var? Yoksa onlara kitap mı verdik de onlar, ondan (o kitaptan) bir beyyine (delil) üzerindeler mi (üzerinde mi oldular)? Hayır, zalimler sadece birbirlerine aldatıcı şeyler vaadederler.”

 

FATIR (5.Sohbet) 5.AYET#


SOHBET KAYDINI MP3 OLARAK DİNLEMEK VEYA İNDİRMEK İÇİN ALTERNATİF LİNK:

https://yadi.sk/d/ocDSraGwnfajN


FATIR 5.AYET

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُم بِاللَّهِ الْغَرُورُ

Yâ eyyuhân nâsu inne va’dallâhi hakkun fe lâ tegurrannekumul hayâtud dunyâ, ve lâ yegurrannekum billâhil garûr(garûru).

1. yâ eyyuhâ : ey
2. en nâsu : insanlar
3. inne : muhakkak
4. va’dallâhi (va’de allâhi) : Allah’ın vaadi
5. hakkun : hak
6. fe : artık, öyleyse
7. lâ tegurrenne-kum : sakın sizi aldatmasın
8. el hayâtu ed dunyâ : dünya hayatı
9. ve lâ yegurrenne-kum : ve sakın sizi aldatmasın
10. billâhil (bi allâhi) : Allah ile
11. el garûru : aldatıcılar

“Ey insanlar! Muhakkak ki Allah’ın vaadi haktır. Öyleyse dünya hayatı sizi sakın aldatmasın. Aldatıcılar da sizi Allah ile  aldatmasınlar.”


 SOHBETİN YAZIYA DÖKÜLMÜŞ METNİ:

 

Evet arkadaşlar geçen hafta 4. ayette ne demiştik:

“Eğer seni yalanlıyorlarsa gerçekten senden önceki peygamberleri de yalanladılar. Bütün işler Allah’a döndürülür.”

Burada Peygamber Efendimiz(SAV)’e bir teskin vardı. Yni sadece sana değil bu yıllardır insanlık tarihi boyunca olan biten bir şey demişti.

5. ayette de “ya eyyühen nas” – Ey insanlar. Burada dikkat ederseniz “Ey iman edenler” değil de “Ey insanlar” diyerek bütün insalığa bir hitap vardı. zaten “ya eyyühen nas” dendiği zaman biraz geniş düşünmek gerekiyor. Bütün zamanları da içine alacak şekilde bir hitap olduğunun göstergesi. Yani sadece günümüzdeki müminlere hitap eden değil bütün insanlığa hitap eden bir şey.

“inne vağdallahu haggun” – Şüphesiz Allah’ın vaadi haktır. Allah’ın vaadi denilince genellikle kıyametle ilgili, yeniden dirilme ile ilgili, dünyanın sonu, kainatın sonu ile ilgili şeylere bir vurgu oluyor. Allah’ın vaadi var. Allah bir şey vaadetmiş. Bize de vaadetmiş aynı zamanda. En büyük vaat, o büyük proje “ben gizli bir hazine idim bilinmek istedim mahlukatı yarattım” projesinin bir evresi olan aşama... Elest meclisi, galu bela denilen yerde bir eleme yapılıyor. Elemeye tabi tutuluyor, bir imtihan. Bunun sonucunda da bir süreç yaşanmaya başlanıyor. Bu sürecin bir aşaması başka bir açıdan değerlendirirsek Allahu Teala Hz. Adem’i yaratıyor, ona ruhundan üflüyor aynı zamanda esmalarını yüklüyor. Biz bütün esmaları öğrettik derken de orada bir yükleme var. Orada bir ifadesi var Allah’ın: “ene câilun fîl ardı halîfeten” diyor. Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim. Bakın orada arz kelimesi geçiyor. Yeryüzü. Halife ama arzda. Ben yeryüzünde bir halife var edenim diyor. bunu meleklere diyor. Yani burayı kastediyor taa orada. Allahu Tealanın esmalarının yaygın olarak bir mahlukatta tecelli etmesi halifelik oluyor. Allah, Allahlığını kimse ile paylaşmaz. Esmalar Allah değildir. Allahın güç ve kuvvetinin tezahürüdür. Bunun tecellisini, tezahürünü mahlukata veriyor. İşte mahlukatı içerisinde en fazla esma tecellisine sahip olan(potansyiel olarak) insandır. Kudret aleminde bunu biraz anlayabiliyoruz. Meleklerin biraz itirazvari dedikleri şu:”Ya rabbi yeryüzünde mi?”. Yeryüzü çöplük onlara göre. Kutsi alem. Melekut alem. Yani burada var eden ama arzda nasıl olut böyle? Ama işte arzda o esma tecellilerinin küllisinin yüklendiği insandan da bir beklenti var.

Yeryüzünde insan ne yapacak?

Allahu Teala ben bunun hesabını soracam sizden diyor tabiri caizse. Malikiyevmiddin kısmı işte burası. İşte bunu vaadediyor Allah. Böyle bir gerçek var ve bunun da oluşacağı bir gün var. Bunun hesabı görülecek. Bir şekilde imtihan için bu dünyaya gönderiliyoruz. İşte Allahu Teala burada ikazını yapıyor.

vela tegurannekum – Sakın ha sizi gurura sürüklemesin, aldatmaya sürüklemesin, kandırmasın. Ne kandırmasın?

el hayateddünya- Dünya hayatı.

Dünya hayatı sizi aman ha kandırmasın.

vela yegurannekum billahil el garur – Bu sefer de “el-garur” denilen şey de sizi Allah’la aldatmasın.

“Garre” arapçada kullanılan bir fiil. Türkçeye de gurur olarak geçmiş. Aralarında çok fazla benzerlik yok. Gurur Türkçede kibire yakın bir manada kullanılıyor. Gururun içinde kibirlenme ve inat da var. “Gururlu bir adam, inadından vazgeçmiyor” gibi ifadeler var. Arapçada bunun karşılığı farklı. Garre kelimesinin farklı anlamları var. Birkaçından bahsedeyim.

Bir şeyin izi, alameti. Mesela atın ön kısmında beyaz bir iz olurmuş, o onun ayırt edici özelliği imiş. Alameti farika gibi.

Kılıcın keskin yeri, ağzı. Kılıcın en önemli kısmı keskin kısmıdır.

Garrun sevb – Elbisedeki katlama izi. Elbiseyi sen nereden katlarsın. Sürekli iz yaptığı yerden katlarsın değil mi? Orada bir iz yapmıştır. Oradan katlarsın. Peki orası onun nesidir? Zayıf yeridir. Yani kırılan yeri. mukavva gibi düşünün. Mukavvayı katlamak için orada bir iz yaptıysanız, rahat katlarsınız. Siz oradan faydalanarak orayı rahat katlıyorsunuz. Şöyle bir ifade var: “Filan kişinin girresini buldum  da ondan dilediğimi, istediğimi aldım”. Yani zayıf noktası, zaafı anlamına geliyor. İşte bundan hareketle aldatma deniyor. Alsanma, kanma, aldatılma gibi ifadeler kullanılmış. 

Araf Suresi’nde Hz.Adem kıssası ile ilgili olarak 22. ayette şöyle bir ifade geçiyor:

فَدَلّٰیهُمَا بِغُرُورٍ فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ بَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِ وَنَادٰیهُمَا رَبُّهُمَا اَلَمْ اَنْهَكُمَا عَنْ تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ وَاَقُلْ لَكُمَا اِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُبٖينٌ

“Fedellâhumâ biğurûrin” (فَدَلّٰیهُمَا بِغُرُورٍ) – Böylece şeytan her ikisini de kandırarak tevessül ettirdi.

“felemmâ zâgaş şecerate” (فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ) – O zaman ağacın meyvesinden tattılar. Ağaçtan tattıklarında kendilerine avret yerleri göründü. Derhal üzerlerini cennet yapraklarıyla örtmeye başladılar. Rab’leri onlara, “Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?” diye seslendi.

Burada “biğururin” ifadesi var yani gururla. Yani gurur ile onları kandırdı, ayaklarını kandırdı. Gurur sebebi ile.

Hz.Adem ve Hz.Havva’nın zaafları var. O zaaflarına yaklaşıyor. Burada şeytan ikisini de kandırdı diyor ama siz duracaksınız orada. Niye kansın ki? Hz. Admeden bahsediyoruz. ruhunun üfürüldüğü, bütün meleklerin secde ettiği ve allahın bütün esmalarının yüklendiğinde bahsediyoruz. Bir şekilde yukarıda hata yapıyor cennete indiriliyor. Cennette de hata yapıyor. HAataya zorlayan ne? Yukarıda iken kendi kendine hata yapıyor. Fakat aşağıda cennette şeytan hataya zorluyor onu. Delalet ediyor. Onun ayağını kaydırmasına vesile oluyor ama Allahu Teala burada mekanizmayı söylüyor. Kandırdı, onun ayağını kaldfırdı, aldattı. Ama nasıl aldattı? Zaafı ile aldattı. Bu zaafı ne?

Araf Suresi 11-17. Ayetler:

Andolsun, sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” dedik. İblis’ten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile eğilenlerden olmadı.

Allah, “Sana emrettiğim zaman seni saygı ile eğilmekten ne alıkoydu?” dedi. (O da) “Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın” dedi.

Allah, “Şimdi in aşağı oradan. Çünkü senin orada büyüklük taslamak haddine değil! Hemen çık! Çünkü sen aşağılıklardansın” dedi.

Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) bana insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver.”

Allah da, “Sen süre verilenlerdensin” dedi.

Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım.”

“Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.”

Araf Suresi 20. Ayete gelirsek:

“Derken şeytan, kendilerinden gizlenmiş olan avret yerlerini onlara açmak için kendilerine vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbiniz size bu ağacı ancak, melek olmayasınız, ya da (cennette) ebedî kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı.”

İşte şeytan şuradan kandırıyor onları: “Melek olmayasınız, ya da (cennette) ebedî kalacaklardan olmayasınız diye”

İşte şeytanın Adem ve Havva’yı, insanlığı yakaladığı yer burası. Neymiş? İki melek olmayasınız diye, ebedi olanlardan olmayasınız diye. Demek ki insanlığın zaafı bu. Birisi ebedilik, başka bir ayette de “ebedi mülk” olarak geçiyor. Orada da mülk var. Diğeri de melek olma arayışı. Melek orada güç ve kuvveti, ebediliği, uzun ve bitmeyen bir ömrü temsil ediyor.

Koskoca Hz. Adem’in ve Hz. Havva’nın şeytanın tuzağına düşmesinin sebebi, yani zayıf noktası: Tükenmez mülk ve ebedi hayat. Bunlar onların gururları, zaafları. Bunlar hepimizin zaafları. Bütün sistemin içerisinde şeytanın bize vesvese vererek aldatmasının sebebi bizde olan iki hata: Tükenmez mülk, ebedi hayat.

Ebedi hayat ne demek? Baki olmak sevdası. Halbuki baki olan sadece Allah. Nefsin en çok korktuğu şey, yok olmaktır. Neden bu dünyada ölümden korkuyor?  Yok olacağını zannediyor. Halbuki öbür tarafta sistem devam ediyor. Fakat yukarı doğru gittiğimizde de nihayetinde muhteşem bir final olmasına rağmen ama yine de bütün mahlukat, bütün insanlık, bütün evren ve kainat, yaratılmış ne varsa tabi ki yok olacak. Biz Allah mıyız? Haşa. Mahlukat Allah mı? Hayır. E Allah baki ise bitecek bu sistem. Ama işte nefis bunu kabullenmek istemiyor. O yüzden faaliyetleri ile, amelleri ile yok olmamaya çalışıyor. İşte şeytan da bunu bildiği için, sistemi bildiği için onunla aldatıyor. Diyor ki “Bak şu ağacı niye yasak etti biliyor musun? – Neden? Çünkü bundan yerseniz siz ebedi olacaksınız. Ebedi olmayasınız diye size bu ağacı yasak etti.”

İkincisi ne peki? “İki melek olmayasınız diye”. Meleklere özeniyor. Melekliğe özeniyor daha doğrusu. Hz. Adem’e secde edilmedi mi? Nerede geçti bu olay? Kudret aleminde. Melekut, yüksek alemde. Orada ruh üfürüldükten sonra adem şahit olmadı mı? O mekana şahit olmadı mı? O muhteşem mekanı latif alemi görmedi mi? Peki şimdi nerede? Cennette. Üst aleme göre bir alt alemde. Yani bize göre muhteşem yerler. O indirildiği alana göre sürgün yeri. Oraya tekrar çıkmak istiyor. Peki neden iki melek olmak istiyorlar? Melek olmak istemiyorlar aslında, insanlıktan. Şimdi şahit oldular, melekler onlara secde etti. Üst olan bir şeye secde edilir değil mi? İnsanlığın, Allah’ın yaratması bakımından içine koydukları ile daha şerefli olduğunu biliyorlar. Neden meleklere özensinler? Burada meleklik şu: Orası öyle bir latif alem ki melekut alemi, orada çok büyük farklılıklar yok. Orada o kadar latif, o kadar ışınsal, o kadar nurani ki her şey; melek, insan, iblis çok farklı değil. Bakın iblis orada. Yani oraya tekrar çıkmak istiyorlar, melekut alemine tekrar çıkmak istiyorlar. Ama oraya çıkmak istemelerinin bir sebebi de melek kelimesinde hem meliklik var hem de mülk var. Yani güç, kudret ve mülkiyet talebi var ya; biraz da o isteniyor. Şimdi aşağıda cennette o kadar yok. Yukarıda o hissediliyor. İnsanlığa geleyim, bize geleyim. Demek ki o erk denen, mülkiyet denilen şey ve sonsuz olma, ebedi olma insanın en büyük iki zaafı. Mülk ve ebedilik. Bunlar Allah’ın özellikleri arkadaşlar. Malikül mülk. El melikü el kuddüs diyor. En yukarıda meliklik var. Maliki yevmiddin diyor. Meliklik Allah’a özgü. Bütün her şey fani, Allah’ın zatı baki. Demek ki insanın zaaflarını bildiği için şeytan ne yapıyor, onlara o şekilde yaklaşıyor.

Şimdi ayete gelelim:

Ayetin ilk kısmında aldatmasın, sakın aldanmayın var. Siz o zaaflarınızdan dolayı aldanmayın. Aldatacak olan ne ilk ayette? Dünya hayatı. Bakın daha şeytan değil. Allahu Teala ilk kademeyi söylüyor daha. Sende bulunan zaaflardan ötürü seni aldatacak olan birinci aşama ne? Dünya hayatı.  Daha şeytan falan yok. Dünya hayatının kendisi Allah’ın ona yükledikleri ile beraber, süsledikleri ile beraber zaten ne? Seni aldatmaya yatkın bir sistem.

İmamı Gazali’ nin “Kıyamet ve Ahiret” kitabında şöyle bir sahne okumuştum. Oraya muhteşem güzellikte bir kadın getirilir. Devasa. Herkes bakar: “Aman Ya Rabi bu güzellik de ne?” Sonra birdenbire çok çirkin bir kocakarıya dönüşüyor. Bu ahiret sahnesi. İnsanlar bu sefer tiksinir diyor. Yani nasıl bu böyle idi? Bu ne diye sorarlar. İzah ederler: “Bu dünya idi”. Dünya da böyledir. Aslında koca karı olan ama güzel gözüken bir kadın.

İşte nefsinin talepleri seni ona yönlendiriyor, kanıyorsun. Allahu Teala diyor ki: Bu dünyaya fazla bağlanmayın, sizin yeriniz yukarısı. Buna rağmen imtihan vesilesi olarak dünya da süslendiriliyor. Züyyinet deniliyor. Yani ziynetlendi. Birinci aşama bu.

Sen bu dünya hayatının şeylerine kanmadın. Ayetlere, hadislere uydun, aklını kullandın. Dini yaşarken daha mütedeyyin, daha muttaki bir hayat seçtin. Her şey bitti değil mi? İşte imtihan bitmiyor. İkinci aşama başlıyor. İşte ayetin ikinci kısmı bunu açıklıyor.

vela yağurannekum billahi el garur – el garur olan şeyler, seni bu sefer aldatmasın diyor. Bu sefer Allah’la seni aldatmasın. Şimdi ikinci aşamayı söylüyor Rabbim. İnsanların çoğu birinci aşamada gidiyor zaten. ya eyyühennas diyor ya, insanlıkla başladı zaten. Birinci kısımda dünya hayatı cazip geldi tamam. Ona razılar gittiler. İkinci aşamaya geçenler, Allah’ın dediklerini yapanlar için bile bir tehlike var. Bir de Allah ile aldatılıyorlar. Allah ile aldatma nasıl olur?

Tekrar Araf Suresine gelelim:16. ayete bakarsak :

“Gâle febimâ ağveytenî leag’udenne lehum sırâtakel mustegîm.”

Şeytanın ifadesi bu.

“Beni azdırmandan dolayı muhakkak onlar için senin doğru yolunun üzerine oturacağım.”

Senin sıratı mustakiminin üzerine oturacağım diyor. Fatiha Suresindeki sıratı mustakim. Sıratı müstakimin üzerinde kimler bulunur? Fatihada biz yana yakıla “Aman ya Rabbi beni sıratı müstakim üzerine hidayet et” demiyor muyuz. Sıratı mustakim üzerine gelmek öyle kolay değil. Oraya geldin. Bak ne diyor Allah’a iblis:

“Ben muhakkak senin sıratı müstakiminin üzerine oturacağım” diyor. Sıratı müstakim üzerine oturacağım demiyor, senin sıratı müstakiminin üzerine oturacağım diyor. O yolda kimler var? Dünya hayatı aldatmayacak seni. Zaaflarına rağmen kanmayacaksın, mütedeyyin olacaksın, Allah’ın dinini yaşamaya çalışacaksın. En son noktada dahi  tehlikeler var. Şeytan var. Sırati müstakim üzerinde şeytan var.

Sırati müstakim üzerine geldin iş bitmedi. Tehlike nerede? 17. ayete bakalım:

“Sonra muhakkak onların önlerinden geleceğim, arkalarından geleceğim, sağlarından geleceğim, sollarından geleceğim.”

Sollarından yaklaşacağım diyor, yani haramlarla yaklaşacağım demek istiyor. Şunu yapsana, bunu etsene, kimse görmüyor zaten, ne güzel kadın, içki de haram mı olur, faiz de haram mı olur, şu parayı çalsana. Solundan yaklaştı. Soldan yaklaşmasını anlamak daha kolay.

Arkalarından yaklaşacağım demek ne demek? Geçmişi ile ilgili bıraktıklarından. Keşke diyen yanılır diyor ya Peygamberimiz. Bir de şunu Müslüman çok yapıyor: Adamın belirli bir hayatı vardı, sonra tövbe etti, farklı bir hayata gitti. Şimdi güya yeni hayatını övmek için anlatıyor: “Eskiden şöyle yaşardım böyle yaşardım ama şimdi tövbe ettim”. Şeytan yine başardı yapmak istediği şeyi. Eski hayatını sana cazip göstererek arkandan yanaşıyor. Yani tövbe etmiş gibi olmuyorsun, övünmek için anlatıyorsun. Eski hayatımda şöyle şöyle yapmıştım. Tövbe ettim. Artık camiden çıkmıyorum falan filan. Yani sürekli olarak sana tazelettirerek senin hoşuna gittirerek arkandan yanaşıyor. Arkadan yanaşmalardan biri bu. Keşkeler, kafaya takmalar, şöyle yapsaydım böyle yapsaydım demeler de arkadan yanaşmalara örnek.

Sağdan yaklaşma ne demek? Sağ denince daha pozitif şeyler anlaşılıyor. Bu sefer de pozitifliklerle aldatmak. Yani “Ulan ya ne güzel sadaka veriyorum ben görüyor musun”, “Aman be ne namaz kılıyorum ya, ama ne boyun kırarak namaz kılıyorum”, “Her yerde anlatmam bunu”, “Şöyle şöyle yaptım, oruç tuttum” bilmem ne. Allah için ihlaslı yapmadın mı? Allah bilsin, gerisine ne gerek var? “Teheccüde bir kalktım ki kimsede ışık yok”. Keşke teheccüde kalkmasaydın da sen bu sözü söylemeseydin. İşte bunun gibi şeyler de arkadaşlar sağ ile aldatmak. “Ulan İslamiyeti en güzel ben yaşıyorum kimse yaşayamıyor görüyor musun”. Ama bunlardan en tehlikelisi önden yaklaşmak.

Ne demek önden yaklaşmak? Kuran tefsirlerinde en çok bu yazıyor. önümüzde ne var? Hakikatte neyi önümüze alıyoruz? Nereye yöneliyoruz? Allah’a. Allah’la aldatmak işte bu. Önün senin geleceğindir fakat yöneldiğin yer kıbledir, yani Allah. Allah’a yönelirken insan farkında olmadan hatalar yapabilir: Yanlış Allah tasavvuru, yanlış Allah sıfatlandırmaları. “Allah’a iman ettim” demek inandım inanmadım demek değil. O çok basit. Ayette ne geçiyor: “Yerleri ve gökleri kim yarattı diye müşriklere kafirlere sorsanız Allah diyeceklerdir” diye geçiyor. Şimdi onlar cehennemin en altındalar. Allah’a inanıyorlar arkadaşlar. Bizim bildiğimiz şekilde onların imanı olsa cennetin en üstünde olmaları lazım. Değil. İman gerçek anlamda, doğru bir şekilde ona yönelmek. Kitaba doğru şekilde yöneleceksin, mekleklere, resullere doğru bir şekilde yöneleceksin. Allah’a inandım demek yeterli değil. Allah bunu kabul etmiyor. Bana doğru bir şekilde yöneleceksin diyor. Doğru bir şekilde yönelmezsen olmuyor. Subhane rabbike rabbil izzeti amma yesifun”. Amma yesifun. “Allah izzetlidir, azizdir” diyor. Neden “amma yesifun”? O şeyler ki yesifun’da sıfat var. “Sıfatlandırdıkları şeyden Allah izzetlidir” diyor. Yani kafanda sıfatlar tayin ediyorsun Allah’a. “Allah şöyledir, böyledir”. Ne kadar sıfat tayin edersen et Allah ondan yücedir. Bakın Hz. İsa’ya “Tanrı” denmesine Allahu Teala yer arz çatlayacak diyor. Sen koskoca Allah imajını alıp bir insana indiriyorsun. İnsana indirdiğin için insani sıfatlarla sıfatlandırıyorsun, sorun orada. İşte şeytanın Allah’la aldatması bu. Eğer sen Allah’a doğru bir şekilde yönelmezsen esmalarını unutursan. Bugün tasavvufi anlamda bir şeyler söyleyecem diye uçuk laflar ediliyor. Ben Allah’ım a kadar gidiyor bu. İnsan kendini Allahlaştırıyor. “Allah’ın sıfatları bende değil m?” diyor. Her şey Allah’ın esmalarından oluşmuş demiyor mu? Devamında da farkında olmadan Allahlaşmış oluyor. O yüzden “el garur” senin zaafın, senin içindeki Allahlaşma ilahlaşma temayülü seni Allah’la bile aldatabilir diyor. “Sen nefsinin hevasını ilah edineni gördün mü?” diyor ayeti kerimede. Nice aşamalardan geçtin, dünyadan vazgeçtin, sıratı müstakimi geçtin soldan arkadan sağdan da yırttın geriye Allah’a yöneliyorsun. Orada bile tehlike var. Her aşamasında Müslümanın, ileri boyutta Allah’a yönelenlerin bile her an dikkatli olması lazım. Çünkü bizim zaaflarımız var, gururumuz var, melekleşme yani mülke ve ebedi hayata meyil eden bir yanımız var. Bu yan bizi Allah’a yönelirken bile tehlikeye sokabilecek bir şey teşkil ediyor. Bu nedenle her aşamada bu konulara dikkat edilmesi lazım.

Haftaya bu konuya devam edeceğiz  inşallah.

Allahu Teala bizi yaratılışımızda Allah’a verdiğimiz sözün üzerinde sabit kılarak dünya hayatının geçici menfaatlerine ve süsüne kanmayarak, Allah’ın doğru yolunun üzerindeyken bile zaaflarımıza kanmayarak, Allah’a doğru bir şekilde yönelen ve güzel kulluk eden kullarından eylesin inşallah. Bunun da yolunu kolaylaştırsın inşallah.

Sadakallahulazim.

FATIR (4.Sohbet) 4-5.ayetler#


SOHBET KAYDINI MP3 OLARAK DİNLEMEK VEYA İNDİRMEK İÇİN ALTERNATİF LİNK:

https://yadi.sk/d/kovAzUCinCzoD


 

FATIR 4.AYET

وَإِن يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِّن قَبْلِكَ وَإِلَى اللَّهِ تُرْجَعُ الأمُورُ

Ve in yukezzibûke fe kad kuzzibet rusulun min kablike, ve ilâllâhi turceul umûr.

1. ve in : ve eğer
2. yukezzibû-ke : seni yalanlıyorlar
3. fe : artık, da
4. kad : olmuştu
5. kuzzibet : yalanlandı
6. rusulun : resûller
7. min kabli-ke : senden önce
8. ve ilâllâhi (ilâ allâhi) : ve Allah’a
9. turceu : döndürülür
10. el umûru : emirler, işler

 

 Ve eğer seni tekzip ediyorlarsa (yalanlıyorlarsa), senden önceki nice resûller (de) yalanlanmıştı. Emirler (bütün işler), Allah’a döndürülür.


FATIR 5.AYET

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُم بِاللَّهِ الْغَرُورُ

Yâ eyyuhân nâsu inne va’dallâhi hakkun fe lâ tegurrannekumul hayâtud dunyâ, ve lâ yegurrannekum billâhil garûr(garûru).

1. yâ eyyuhâ : ey
2. en nâsu : insanlar
3. inne : muhakkak
4. va’dallâhi (va’de allâhi) : Allah’ın vaadi
5. hakkun : hak
6. fe : artık, öyleyse
7. lâ tegurrenne-kum : sakın sizi aldatmasın
8. el hayâtu ed dunyâ : dünya hayatı
9. ve lâ yegurrenne-kum : ve sakın sizi aldatmasın
10. billâhil (bi allâhi) : Allah ile
11. el garûru : aldatıcılar

Ey insanlar! Muhakkak ki Allah’ın vaadi haktır. Öyleyse dünya hayatı sizi sakın aldatmasın. Aldatıcılar da sizi Allah ile  aldatmasınlar.


SOHBETİN YAZIYA DÖKÜLMÜŞ METNİ:

Geçen haftaki ayeti hatırlarsanız “Ey insanlar Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın” derken birçok nimetten bahsedilebilir. Her şey nimettir. Biz bunlara şükürden aciziz. Ama burada biraz üzeri örtülü bir şekilde asıl nimetin, en büyük nimetin ne olduğunu söylüyor. Ne ile anlıyoruz biz bunu? Hemen arkasında “hel min halikun gayrullah” –  Allah’ın gayrısından başka bir yaratan mı var derken asıl nimetten yani yaratılmış olma nimetinden bahsediyordu. Yani biz yoktuk. Allah yoktan yarattı diyoruz. Ya da yoktan yarattı diyoruz. Eğer yaratmasa idi, biz bu bilinçte olmayacaktık. Halıkımızı, yaratanımızı tanıma fırsatını bize verdi. İçinde muhabbet olan bir tanıma ve bilme ile oldu. Bu nimetlerin en büyüğü bence.

“Hel” diye soru var orada? Hel Arapçada soru edatı mi?, mı? Türkçesi. Türkçede sonda gelen mi?, mı? Arapçada başta geliyor. Niye orada soru soruyor? Sizin için Allah’tan başka yaratan yok da diyebilirdi. Ama soru soruyor orada. Kime soruyor? Bize soruyor. Bir üstünde insanlara soruyor?  Ne ile başlıyor? Ya “eyyühennas”. Demek ki bütün insanları ilgilendiren bir şey olmalı. Mesela bu İslam nimeti olsa ya “eyyühennas” demezdi. Ya “eyyühellezine amenu” derdi. Demek ki ya eyyühennas dediğine göre bütün insanlığı ilgilendiren bir nimet. İşte biz buradan yaratma nimetini anlıyoruz.

Hel diye neden soru soruyor? Bir düşünün. “Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın”la ilgili, benzer ayetleri geçen hafta sıralamıştık. Bu yaratılma nimetini o kadar vurgulu bir şekilde  değinmiyordu diğer ayetler. Bu genel tarza aykırı aslında. Rabbim bir yerde bir şeyi açıklıyorsa -varsa- Kuran’ın diğer yerlerinde benzer ifadelere baktığınız takdirde onu bulabiliyorsunuz. Fakat bunu göremedim. Ama bakın bizden bulmamızı istiyor. Hel soru soruyor? Yani Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın diyor. Müphem, kapalı. En büyük nimet nedir diye düşünürken ipucu veriyor. “Hel min halıkı min gayrullah”. Allah’ın gayrısından başka bir yaratıcı mı var? Seninle orada soru sorduruyor sana. Yani irdele. Kendi kendine soru sor. Ezbere gitme. Düşün. Tefekkür et. Bakın bunu anlayan Peygamber Efendimiz(SAV) geceleyin ayakları şişinceye kadar namaz kılarken ne diyor Hz. Aişe annemize: “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” diyor.

İkinci olarak “uzkuru nimetallah”. Orada nimet müfret gelmiş, tekil gelmiş. Çoğul olarak gelmemiş. Nimet çoğul olarak gelmemiş. Allah’ın üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın demiyor. Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın diyor. Niye tekil gelmiş? Özellikle bir nimete dikkat çekiliyor. Yaratılışa. Birçok nimetler var. Ama burada müfret. Bunu nasıl yorumluyoruz? Allah’tan başka bir yaratan yok. Ama nimet tekil gelmiş. Hayat nimeti eşittir yaratılma.

Hel sorusu sorulmuş?Arkasından Allah’ın yaratmasından bahsediliyor? Nimet tek olarak gelmiş. Bunları birleştirdiğimizde diğer nimetlerle beraber ama daha önde olarak yaratılmanın en büyük nimet olduğu ifadesini görüyoruz.

Sonunda döndürülürsünüz ifadesi var. “feennâ tué’fekûn”. E nasıl mı döndürülüyorsunuz? Bu gerçekleri anladınız mı? Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetlerini yaratıcı olmasını ve sizden gökten ve yerden rızık verecek olduğunu ve ondan başka bunu yapabilecek bir ilah olmadığını anladın mı? Buna ki tevhid deniyor. Nasıl döndürülüyorsunuz?

Şimdi bakın nasıl dönersiniz değil, döndürülüyorsunuz. Meçhul, edilgen gelmiş fiil. Burada negatif sisteme dikkat çekiliyor. Yani bu kadar gerçeğe rağmen tırnak içerisinde aklınızı kullanmayarak şeytanın vesveselerine açık olarak nasıl döndürülüyorsunuz diye bir soru var. Nasıl böyle bir şey olabilir? Fe enne. Fe ile gelmiş. Nasıl olabilir böyle bir şey?

Şimdi dönmek Kuranı Kerimde 3 tane fiil ile ifade ediliyor. Benim denk geldiklerim şöyle.

Birincisi buradaki “ifk” kelimesi.

İkincisi “sarf” – kuyumcular kullanır. Sarf ediyor. Bozuyor, döktürüyor manasında. tusrefun olarak geçiyor bazı ayetlerde. 39/6 da var mesela. 10/32 de varmış.

Üçüncü olarak “tevelli” var. Velleye. Fe in tevellev diyor. “Fe in tevellev fe kul hasbiyallahü”(Tevbe 129). Yani sen anlatıyorsun anlatıyorsun karşındaki bütün buna rağmen dönüyor. Arkasını dönüyor ve gidiyor.

Bir de “arada an” var. Geri çevrilip dönmek var. Böyle birkaç tane dönmek var. Fakat neden burada Rabbim ifk kelimesini kullanmış. İfk, tufekun derken gerçeklerin farklı algılanmasıyla bir dönüş var. Hani iftira deniyor ya Hz. Aişe’nin olayında. O hadiseye ifk deniyor. Yani bir tane gerçek var. Ama içine yalan karıştırılarak hile karıştırılarak olduğundan farklı gösteriliyor. İnsanlar bu sayede gerçekten dönmüş oluyorlar. İşte buradaki dönme bu manada.

Dördüncü ayete geçelim:

وَاِنْ يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ

Ve iy yukezzibûke fegad kuzzibet rusulum min gablik, ve ilallâhi turceul umûr.

Eğer seni yalanlıyorlarsa gerçekten senden önceki peygamberler de yalanlandı. Bütün işler Allah’a döndürülür.

Şimdi iki tane ayet gördüm. Bu ayet sanki 3 ile 4 arasında bir aracı gibi. Ankebut suresinde 17.ayet.

“Siz Allah’ı bırakarak anca putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Allah’ı bırakarak taptıklarınızın size hiçbir rızık vermeye güçleri yetmez. Öyle ise rızkı Allah katında arayın. Ona kulluk edin ve ona şükredin. Siz yalnız ona döndürüleceksiniz.”

Bakın başka bir sure başka bir ayet fakat ortak kelimeler ne kadar var. Bu ayette ifk geçiyor. Siz Allah’ı bırakarak ancak putlara tapıyorsunuz. Sanem geçiyor orada tapıyorsunuz. Yalan uyduruyorsunuz derken “tahlikune ifkan”. Şimdi burada tahlikune derken ilginç bir ifade var. Yaratmak “halaka” kelimesi kullanılıyor. Yaratma kelimesi Allah’tan başkasına isnad edilemez. Doğru ama Allahu Teala kullanıyor burada. “Tahlikune” diyor “yaratıyorsunuz” Ama neyi “ifken”. Yani siz ancak “ifk”i yaratabilirsiniz. Allah’ın yaptığı gibi bir şey değil de oluşturma, meydana getirme, uydurma anlamında diyor . Bakın burada bir önceki ayette hani “Allah’ın gayrısından başka bir Halık mı var” derken burada da “Siz Allah’ın dışında putlara tapıyorsunuz(La ilahe illallah kısmı) ve uyduruyorsunuz. halk kelimesini kullanmış Rabbim. Ama ne? İfk. Yani bir yalan, iftira, gerçekten döndürülecek şeyler uyduruyorsunuz.

“innellezîne ta’budûne min dûnillâhi”Allah’ın berisinden sizin taptıklarınız-yöneldikleriniz- bir önceki ayette Allah’ın gayrısından. Yine ortak bir ifade. “lâ yemlikûne lekum rızkân” – Size rızık vermeye güçleri yetmez. Size gökten ve yerden rızık verecek Allah’tan başka halık mi var diyordu diğer ayette. Yine ortak bir ifade. “Fağbudu veşkuruhu”. Ona ibadet edin kulluk edin. Veşkuruhu. Bakın şükredin. Şükür nimete yapılır. İşte son kelime. Ve ileyhi turceun – siz ona döndürüleceksiniz. Bakın bu dördüncü ayette son kısmında “ve ilallâhi turceul umûr”. Bütün işler Allah’a döndürülür. Peki  burada neden bütün işler Allah’a döndürülür demiş de Ankebut 17’de “ve ileyhi turceun” demiş? Bana döndürüleceksiniz diyor. Diğerinde bütün işler Allah’a döndürülür diyor.

Bütün işler Allah döndürülür, öbür tarafta sizler Allah’a döndürüleceksiniz diyor. Burada “umur” var – işler. İşlerin döndürülmesinde , melekleri ikişer,üçer ve dörder kanatlı elçiler yapan.

Resuller derken şunu açıklamıştık. Allahu Teala bizatihi kendisi de her şeye şahittir, hakimdir, amildir fakat kurduğu sistem gereği meleklerini de elçiler olarak kullanır. Hatta Kadir suresinde küllü şey – bütün işler için indikçe inerler ifadesi var. Kimler? Melekler ve ruh. İşte “bu bütün işler” derken burada “Umur” emrin çoğulu. Emir iş demek. Umur da onun çoğulu. İşte meleklerin de olduğu bir sistemle beraber, bütün işler Allah’a döndürülür. Yani burada Rabbim sisteme ve  özellikle meleklere de işaret ediyor.

Önceki ayette “tufekun” geçmişti. Döndürülüyorsunuz anlamında. Biz Kuranda biliyoruz ki yalan ve iftira anlamına da geliyor bu kelime. İşte başka bir yalan ifade eden kelime ile devam ediyor. Rabbim kelimelerin inceliklerini işleye işleye anlatıyor.

Ve in – in şayet demek. Şart edatıdır.

Yükezzibuke   – eğer seni yalanlıyorlarsa

Fe – ki, öyle, öyle oldu ki manasında

gad kezzebet – mazi fiilden önce gad kelimesi gelince Türkçedeki mış mişli geçmiş zaman gibi oluyor. Yani küzzibet. Yalanlamışlardı.İşte bu “fe” de hatırla ki, gerçekten öyle olmuştu manasına geliyor. Küzzibet de meçhul bir ifade. Edilgen bir ifade. Kezzebe değil de küzzibe. Yalanlandı.

Kim yalanlandı?

Rusulün – Peygamberler ya da resuller.

Neden merfu geldi? Meçhul bir cümle olduğu için naibi fail dediğimiz kural geçerli. Peki neden nekra geldi? Errusulu değil de rusulun geldi? Nekre belirsizlik ifade eder. Yani belirli resuller değil de herhangi bir rusul. Hepsi nice o kadar çok ki yalanlanan. Yani o birtakım rusullerin hepsi de, aklınıza gelenlerin hepsi de yalanlandı. Bu adet gibi oldu. Ne?

Min gablike – sen yalanlandın tamam. Üzücü bir olay ama zaten bu işler böyle gidiyor.

Yasin suresinin 30. ayetinde var: “Kendilerine bir peygamber gelmiş olmasın ki onunla alay etmiş olmasınlar.”

Rusulün illa kanu bihin yestehziun – Bırakın yalanlamayı arkadaşlar üstelik onlarla bir de alay edilmiş. Bunun sürekli bir insanların adeti olduğunu söylüyor. Burada Peygamber Efendimize(SAV) bir teskin var. Olayın gerçekliğine, ciddiyetine baksanıza. Allah’ın resulü Peygamber Efendimiz’in(SAV) idrak düzeyinin bizden ne kadar farklı olduğunu düşünün. Gerek  mevcut kapasitesi(seviyesi) ile bir de Allah’ın ona özel olarak yükledikleri ile. Bir de Kuran’ın özel birebir muhatabı. Şimdi biz bu ayetleri biz bile anlayınca ne kadar tesirinde kalıyoruz. Bir de Allah’ın Resulü bu gerçekleri anlıyor. Şimdi üzülüyor. Yaratıldık. Yaratan Allah, rızkı veren Allah, insanlar döndürülüyorlar. İnsanlara elinden geldiğince doğruları anlatmaya çalışıyor ve yalanlanıyor. Nasıl olabilir böyle bir şey? Gerçekleri söylüyorum onlar beni yalanlıyor. Haleti ruhiyesini düşünebiliyor musunuz? Biz bile çevremizdeki bazı insanlara öğüt vermeye çalışıyoruz, üzülüyoruz. Yine Müslümanlar yani. Müslümanlıklarında biraz daha iyi olsunlar diye uğraşıyoruz. Ve ateşe gidecekler diyor ayetin sonunda. Ne olacağını söylüyor Rabbim. Peygamber Efendimiz’i(SAV) de Allahu Teala burada teskin ediyor. Ya Resulüm tamam seni yalanlıyorlar ama bir tek seni değil bütün peygamberlerde böyle oldu. Yani insanlar böyle.

Başka ayetlerde de var:

“O halde nefsini onlar için hasretle tüketme”

“Sen nerdeyse kendini helak edeceksin. Allahu Teala isteseydi tüm insanları hidayete kavuştururdu”

Rabbim kendinden önceki olaylara misaller vererek de bir anlamda onu teskin ediyor.

Ve ilallahi – Allaha’dır.

Turceul umur. Aslında bu cümle şöyle olması lazım.

“Turceul umur ilallah” denmesi lazımdı. Yani tertibi değişik bunun. Arapçada bir kaide vardı. Bir şey öne alınıyorsa orada vurgu vardır. Bak “ilallah“. Hani o sizi yaratan, gökten rızık veren Allah var ya. Ona. Ne ona? İşlerin dönüşü. Rabbbim her şeyi biliyor, her şeyi görüyor, her şeye şahit. Ama ahirette kimse itiraz etmesin diye şahit var. Öyle bir sistem kurmuş ki. Rusüller deyince neler var? Sağımızda ve solumzuda iki tane melek yok mu? Bunu reddetmekle iman gider. Çünkü ayetlerde var. Kiramen katibin deniyor. Namazlarda görür gibi selam veriyoruz ya.  Öyle olması gerek. Bu bizim imanımız.

Önce onların melek olduğunu bilip öyle selam vermemiz lazım. Gerçekten hissetmek lazım. Bu imandır. Allaha imandan sonra meleklere iman geliyor. (Resule, kitaba değil ) ikinci sırada meleklere iman!. Görmediğimiz bir aleme iman istiyor Rabbim. İşte bu sağda solda omuzunda olduğuna gerçekten yakinen iman edersen hareketlerine çok dikkat edersin. Aslında ona da gerek yok. Yani Allah’ın sana şahit olduğunu bilmen bunların çok üstünde ! ama Allah’ın kurduğu sistem gereği bir resul olan melekler  vasıtası ile yaptığın bütün işlerin kayıt altına alındığını bilirsen “illalahi turceun” (bütün emirler Allah’a dönecek ) kısmına çok dikkat edersin. Yani sistem gereği karşına çıkacak onlar. Hatta hatta Bakara 284’de geçen kısmı ile “düşündüklerinle, içinden geçirdiklerinle, kalbinden nefsinden geçenlerle beraber” hesaba çekilmeyi de hesaba katarsak iş çok ciddi.(Allahın örttükleri hariç.)

Geçen bir hadis geçiyordu:

Kişi günah işler fakat başkalarına anlattığı için o günahı Allah onun üzerini örtemez diyor. Çünkü şahit tuttu. Günah hepimiz işliyoruz. Herkes yapıyor büyüklü küçüklü. Fakat bunu birine anlattığınız zaman şahit tutuyorsun onu. Allahu Teala bunu istemiyor. Allahu Teala her şeye kadir. Bakın Allah’ın gafur, gaffar ve gafir ismi var. 3 tane ismi. Bunlardan birisi Allahu-l Alem gafir bir şeyi meleklerden bile örtmesi imiş. Şimdi melekler bizi izliyor ya. Ama onun kulu değil mi? Emrine tabi. Siliveriyor kaydı. Yani meleklerden bile gizliyor ama insan şahidi için bu geçerli değil. İstese onlardan da gizler ama sistem gereği sadece kendisine yönelip de onunla bir paylaşımda bulunmasını istiyor. Hatalarımla günahımla Rabbim sen affedersin. Cürmüm ile geldim sana var ya. İlahi var. Yani bir şeyimle değil cürmüm ile geldim sana.

Buna rağmen işlerin Allah’a döndürüleceğini bilirse bir insan ona göre yaşar. Bakın sıralama ile geliyoruz önceki ayetten. Halik olarak Allah’ı bildik. Yaratılmanın en büyük şükür olduğunu bildik ve ondan gayrısı olmadığını da bildik. Rızık verenin de Allah olduğunu bildik. La ilahe illallah dedik. Beşinci ve altıncı ayette geçen şeytanın işlerine uymayarak da döndürülmedik. En büyük, en önemli olarak da Allah’a döndürüleceğimi iyi bilerek, bunun bilinci ile yaşarsam inanılmaz bir seviyede, idrak düzeyinde bir yaşantım olur.

Kime dönüyor işler? Allah’a.

يَا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ

Yâ eyyuhen nâsu inne vağdallâhi haggun felâ teğurrannekumul hayâtud dunyâ, ve lâ yeğurrannekum billâhil ğarûr.

Ya eyyühen nas – Yine insanlara hitap var.

inne – Şüphesiz.

vağdallahi haggun – Allah’ın vaadi haktır.

fela – öyle ise dikkat et.

teğurrannekum – sakın ha seni gurura sürüklemesin, aldatmasın

hayâtud dunyâ – dünya hayatı

ve lâ yeğurrannekum – seni kandırmasın

billahi – Allah ile.

el gurur – Gurur seni Allah’la kandırmasın.

Ey insanlar. Müminlere de hitap etmiyor, genel bir ifade var. Allah’ın vaadi haktır. Allah’ın vaadi ne? Allah’ın vaadi elest meclisine gidiyor, galu belaya gidiyor. Bütün insanlara orada hatırlatıyor. Allah’ın vaadi haktır diyor. Allah’ın vaadi haktır derken, demek ki geçmişte Allah bir vaat vermiş. Ben sizi yarattım, galu bela olayını düşünün. Secde kısmını düşünün. “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” sorusunu düşünün. İnsanlar “Evet sen bizim Rabbimizsin dedikten sonra hepsi o kutsi alemde kaldılar mı?

Kalmadılar Ne diyor?

Sümme redetnahu esfela safilin. – Onları aşağıların aşağısına indirdik. İndirirken Allahu Teala elbetteki şunu şey yaptı: Burada dediniz fakat size başka şeyler de yüklenecek nefis ve ceset gibi. Siz bunlarla da yeryüzünde bana kulluk edeceksiniz, bunu ispat edeceksiniz. Ve misak aldık diye başka ayetler de var. Ahit aldık, misak aldık diye ifadeler var. Bunun farkında olanlar Allah’ın vaadinin hak olduğunu derinlerinde bilirler. Yani bu sistem gelip geçici, bir imtihan için. Neyi yaptık, neyi yapmadık?

Tebareke suresinde geçtiği gibi “Biz ölümü ve hayatı kimin daha güzel amel işleyip işlemeyeceğini imtihan için yarattık” diyor ya bunun sonucu olarak da Allahü Teâlânın vaadi var. Kıyamet kopacak, sura üflenilecek, yeniden diriliş olacak ve bunun hesabı olacak. İşte bunu bilinç altında değil, alt bilincinde bütün insanlık bildiği için onlara bir hitap var. Biz hatırlamıyoruz ama bizim avantajımız nedir? Kur’an. İşte Allahu Teala Müslümana Kur’an ile hatırlatıyor. Hatırlatmak zorunda değil. Sana verilen hidayet değerleri ile sen bulmak durumundaydın. Ama ben yine sana rahmet ettim, din gönderdim, peygamber gönderdim, kitap gönderdim. Kitapta da sana alına uygun hareket etmen gereken galu bela gibi olayları da sana gösterdim. Bu Müslümana, iman edene kopyadır. Rahmettir. Kur’an neden şifa ve rahmet? Yüzünden okuduğumuzda biz bunu anlayamıyoruz. O da sevap ama içlerine de girip de “Allah Allah böyle olaylarda mı yaşanmış e ben hatırlamıyorum. Bak ama Allah yine bana hatırlatmış” demek lazım. “Demek ki burası imtihan yeri. Benim diğer âlemdeki konumumu bu dünyada yaptıklarım belirleyecek. O zaman ben dikkatli olayım” der Müslüman. İşte Allah’ın vaadi haktır derken de sadece inananlara değil tüm insanlara  hitap var.

fela – Bunu hak olduğunu anladınız mı? Aman dikkat nasıl olur böyle bir şey? Aynı üçüncü ayetin sonundaki gibi “nasıl döndürülüyorsunuz?”.

Fela teğurrannekum – Sakın ha sizi aldatmasın. Aldatma tehlikesi olan cümlenin faili dünya hayatı. Kandıracak olan, fiili işleyecek olan dünya hayatı. Aslında burada şeytan yok, şeytan dolaylı olarak var. Rabbim bir şeyi iki kez kullanmaz. Aynı ayette tegurannekum ve yegurannekum derken orada aynı fiili iki kez kullanmış. Demek ki iki farklı mekanizma var. Birinci mekanizma dünya hayatının kandırması. İkincisi ise garur. Garur ne demek? Birinci anlamı gurur sağlayıcı, aldatıcı eylemler. İkincisi de ismi fail denilen o fiili işleyen mekanizmanın çoğulu. Yani birisi ismi fail demiş gurura. Diğerleri de gurura sürükleyici, mağruriyete sürükleyici, aldatamaya sürükleyici işler olarak yorumlamışlar. Ben şeytana yönelik açıklamayı daha doğru buluyorum. Çünkü diğerleri birinci kısmı açıklanmış. Dünya hayatının cazibesi gereği olan şeyler seni aşağılara sürüklüyor. Önceki dersler yerçekimi demiştik. Bakın dünya çekiyor. Arabayı çekiyor, bizi çekiyor, binayı çekiyor, dalı çekiyor. Her şeyi aşağı doğru çekiyor. Rabbimin imtihan sistemi gereği olarak cazip olan mekanizmalar var. Biz topraktan yaratıldık. Biz arzi bir malzemeden yaratıldık, dolayısıyla arz çekiyor. Üst alemlerden farkı bu. Dünya çekiyor.

Bir süre gitmediğinizde memleketinizi özlüyorsunuz değil mi? Askere gidiyorsunuz, dönüşte toprağı öpüyorsunuz. Neden? Topraki bir malzemenin ortak bir yanı var. Bu bile çekiyor. Üstüne üstlük cazip alanlar var. Ziynetlendirilmiş bir ortamda yaşıyoruz. Bu nefsin hoşuna gidiyor, cesetin hoşuna gidiyor. Zaten sistemi bir çekiciliği var. Neden züyyine denilmiş? Kadın mesela yeterince güzel değil. Kendine makyaj yapıyor, ziynetlendiriyor, cazip hale getiriyor. beğenilme unsurları üzerinde suni olarak makyaj yapıyor. Dünya hayatı için de züyyine derken ziynetledirildi, süslendirildi derken bu var.

Dünya hayatı derken de isim tamlaması şeklinde gelmemiş, sıfat tamlaması olarak gelmiş. Yani Dünya hayatın sıfatı. Dünya aynı zamanda en aşağı, en yakın demek. Edna. Zıttı ala. Tebareke suresinde açıklamıştık: “Biz en yakın göğü semalarla donattık” derken semaed-dünya diyor. Dünya semasını yıldızlarla Allah donatamaz. Atmosferde yıldız yok. Orada dünya seması değil, en yakın sema. Uzay en yakın sema oluyor. Bir numaralı sema. Orada sıfat olarak gelmişti. Burada hem dünya hayatı kastediliyor hem de bu dünya hayatının değersiz olduğu kastediliyor. Yani burada bir teyakuz var. Uyandırma var. Rabbim diyor ki “Bu aşağılık bir dünya, nasıl siz buna kanabiliyorsunuz? Siz benim en büyük rahmetim olan yaratma nimetini görmediniz mi? Rızık verici olarak beni anlamadınız mı? Bunun sonunda -la ilahe illallah- demediniz mi? E nasıl buna rağmen döndürülüyorsunuz? Nasıl olabilir böyle bir şey?” “Ey insanlar, siz bir gün bütün işlerin Allah’a döndürüleceğini bilmiyor musunuz? Dünya hayatı değersiz bir şey. Siz nasıl buna aldanıyorsunuz?” Bu birinci mekanizma. İkinci mekanizmaya haftaya devam edelim inşallah.

Allahu Teala bizi bu hakikatlerden ayırmasın. Allahu Teala hatırlatıyor zaten ama biz bilincimizde bu gerçekleri hatırlayarak, unutmayarak, aklımızda tutarak, zikir boyutunda Allah’ı aklımızda tutarak yaşayarak bu gerçeklerin yaşanacağı günde en güzel şekilde muamele gören kullarından eylesin inşallah.

Sadakallahulazim.