إِنَّ إِلَهَكُمْ لَوَاحِدٌ
İnne ilâhekum le vâhıdun.
1. | inne | : muhakkak |
2. | ilâhe-kum | : sizin ilâhınız |
3. | le | : muhakkak, elbette |
4. | vâhıdun | : tektir, birdir,Vahid’dir |
İnne ilâhekum le vâhıdun.
1. | inne | : muhakkak |
2. | ilâhe-kum | : sizin ilâhınız |
3. | le | : muhakkak, elbette |
4. | vâhıdun | : tektir, birdir,Vahid’dir |
ALTERNATİF LİNK:(Dinleme ve indirme yapılabilir)
https://yadi.sk/d/wRjmVJe-yY5ac
YASİN 24:
İnnî izen le fî dalâlin mubîn(mubînin).
1. | innî | : muhakkak ben |
2. | izen | : öyle olursa, bu taktirde, o zaman |
3. | le | : mutlaka, elbette |
4. | fî | : içinde |
5. | dalâlin | : dalâlet |
6. | mubînin | : apaçık |
“Eğer öyle olsaydı (İLAHLAR EDİNİRSEM) muhakkak ki ben, mutlaka apaçık dalâlette olurdum.”
İnnî âmentu bi rabbikum fesmeûni.
1. | innî | : muhakkak ben |
2. | âmentu | : ben âmenû oldum, îmân ettim |
3. | bi rabbi-kum | : sizin Rabbinize |
4. | fe | : öyleyse |
5. | ismeû-ni | : beni işitin |
“Muhakkak ki ben, sizin Rabbinize îmân ettim. Öyleyse beni işitin.
ALTERNATİF LİNK : (DİNLEME ve İNDİRME yapılabilir)
https://yadi.sk/d/ZjG_1w6GyB46x
E ettehızu min dûnihî âliheten in yuridnir rahmânu bi durrin lâ tugni annî şefâatuhum şey’en ve lâ yunkızûni.
1. | e ettehızu | : ben edinir miyim |
2. | min dûni-hi | : ondan başka |
3. | âliheten | : ilâhlar |
4. | in yurid-ni | : eğer bana (benim için) diler |
5. | er rahmânu | : Rahmân |
6. | bi durrin | : bir zararı |
7. | lâ tugni (lâ tugni … şey’en) |
: gidermez, yarar sağlamaz, fayda vermez : (bir şey gidermez) |
8. | an-nî | : benden (bana) |
9. | şefâatu-hum | : onların şefaati |
10 | şey’en | : bir şey |
11 | ve lâ yunkızû-ni | : ve beni kurtaramazlar |
“Ben, O’ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer Rahmân bana bir zarar dilerse, onların şefaati bana bir (şey) fayda vermez (sağlamaz). Ve onlar beni kurtaramazlar.”
SOHBETİ MP3 OLARAK İNDİRMEK VEYA DİNLEMEK İÇİN ALTERNATİF LİNK:
https://yadi.sk/d/2ed4LBUMpgqaS
İn ted’ûhum lâ yesmeû duâekum, ve lev semiû mâstecâbû lekum, ve yevmel kıyâmeti yekfurûne bi şirkikum, ve lâ yunebbiuke mislu habîr(habîrin).
1. | in | : eğer |
2. | ted’û-hum | : onlara dua edersiniz |
3. | lâ yesmeû | : işitmezler |
4. | duâe-kum | : sizin dualarınız |
5. | ve lev | : ve olsa bile, eğer |
6. | semiû | : işittiler |
7. | mâ istecâbu | : icabet etmezler |
8. | lekum | : size |
9. | ve yevme el kıyâmeti | : ve kıyâmet günü |
10 | yekfurûne | : inkâr edecekler |
11 | bi şirki-kum | : sizin şirkiniz, şirk koşmanız |
12 | ve lâ yunebbiu-ke | : ve sana haber vermez |
13 | mislu | : gibi, benzer |
14 | habîrin | : haberdar olan, haber veren |
Eğer onlara dua ederseniz sizi, dualarınızı işitmezler. Şâyet işitmiş olsalar (bile) size icabet edemezler. Kıyâmet günü sizin şirkinizi inkâr edecekler. Ve sana bunun (bu haberin) mislini (benzerini) verecek (kimse, şey) bulunmaz (Allah’tan başkası haber veremez).
Yâ eyyuhân nâsu entumul fukarâu ilâllâhi, vallâhu huvel ganiyyul hamîd(hamîdu).
1. | yâ eyyuhâ | : ey |
2. | en nâsu | : insanlar |
3. | entum | : sizler |
4. | el fukarâu | : fakirler |
5. | ilâllâhi (ilâ allâhi) | : Allah’a |
6. | vallâhu (ve allâhu) | : ve Allah |
7. | huve | : o |
8. | el ganiyyu | : gani, zengin, ihtiyacı olmayan |
9. | el hamîdu | : hamid, hamdedilen, övülmeye lâyık |
Ey insanlar! Sizler, Allah’a muhtaç fakirlersiniz. Ve Allah ki, O; Gani’dir (zengin, ihtiyacı olmayan), Hamîd’dir (hamdedilen).
İn yeşe’ yuzhibkum ve ye’ti bi halkın cedîd(cedîdin).
1. | in | : eğer |
2. | yeşe’ | : diler |
3. | yuzhib-kum | : sizi giderir |
4. | ve ye’ti | : ve getirir |
5. | bi halkın | : bir halkı |
6. | cedîdin | : yeni |
Eğer dilerse sizi giderir (yok eder) ve (sizin yerinize) yeni bir halk getirir.
Ve mâ zâlike alâllâhi bi azîz(azîzin).
1. | ve mâ | : ve değil |
2. | zâlike | : işte bu |
3. | alâllâhi (alâ allâhi) | : Allah’a |
4. | bi azîzin | : azîz, güç |
Ve bu, Allah’a (Allah için) azîz (güç) değildir.
Ve lâ tezirû vâziratun vizra uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salât(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsihî, ve ilâllâhil masîr(masîru).
1. | ve lâ tezirû | : ve günahını yüklenemez |
2. | vâziretun | : yük taşıyan, günahkâr |
3. | vizre | : ağırlık, yük, günah |
4. | uhrâ | : başka, diğeri |
5. | ve in ted’u | : ve eğer çağırırsa |
6. | muskaletun | : günahları yüklü olan |
7. | ilâ himli-hâ | : onu taşımaya |
8. | lâ yuhmel | : yükletilmez |
9. | min-hu | : ondan |
10 | şey’un | : bir şey |
11 | ve lev kâne | : ve olsa bile |
12 | zâ kurbâ | : onun akrabası, yakını |
13 | innemâ | : ancak, sadece |
14 | tunziru | : sen uyarırsın |
15 | ellezîne | : onlar |
16 | yahşevne | : huşû duyarlar |
17 | rabbe-hum | : onların Rabbi, Rab’leri |
18 | bi el gaybi | : gayba, gaybte |
19 | ve ekâmû es salâte | : ve namazı ikame ettiler |
2 | ve men | : ve kim |
21 | tezekkâ | : tezkiye oldu |
22 | fe | : o taktirde |
23 | innemâ | : ancak, sadece |
24 | yetezekkâ | : tezkiye olur |
25 | li nefsi-hi | : kendi nefsi için |
26 | ve ilâllâhi (ilâ allâhi) | : ve Allah’adır |
27 | el masîru | : dönüş |
Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah’adır ,döner, ulaşır).
Evet, Fatır suresine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Bir önceki ayet olan 3. Ayetin sonunda diyor ki,
“Onu bırakıp yani Allahu Teâlâ’yı bırakıp taptıklarınız, bir kıtmire -yani hurma çekirdeğinin zarına -bile malik değillerdir.”
14 den devam ediyoruz:
“İn ted’ûhum lâ yesmeû duâekum” “Kendilerine dua etseniz duanızı işitmezler.”
“Ve lev semiû mestecâbû lekum,” “İşitseler bile size icabet edemezler.” Cevap veremezler.
“Ve yevmel gıyâmeti” kıyamet gününde
“yekfurûne bişirkikum,” şirkinizi inkar ederler.
“Ve lâ yunebbiuke mislu habîr.” Habir gibi -haberdar olan gibi -bunu sana haber veren olamaz.
Yani Rabbim, ilahlığını kimse ile paylaşmıyor. En ciddi sonuç buradan bu.
Hatta bırakın onu; buna meyledecek, bu görüşe meyledecek en ufak bir sapmayı bile ciddi hata olarak değerlendiriyor.
Ben değil miyim? Diyor, Yerleri, gökleri, sizleri yaratan. Öyleyse hem ibadet olarak ,hem yöneliş olarak , hem de dua olarak, tamamıyla bana yöneleceksiniz. Sağa sola en ufak meyledilişi, dalalet, sıratı müstakim den sapma olarak değerlendiriyor. Kuran’ın her yerinde -Kuran’la alakalı olanlar çok aşinadırlar- çok ciddi ikazlar var. Yani yukarıda ‘onu bırakıp dua ettikleriniz’ diyor. Gerçi burada ‘taptıklarınız’ demiş ama dua ettiklerinizi aşağıdaki ifadede “bişirkikum” derken, şirk olarak nitelendiriyor. Şimdi aleni olarak ‘Allah’ı tamamen bırakıp başka bir takım şeylere putlara /ilahlara dua etmek’ kastediliyor olabilir burada . Ama Kuran’ın muhatabı olan bizlere, Allah’la beraber “ciddi talebimizin olduğu, onlarda belirli bir izzet addederek yönlenilen her şeye yönelinmesi, onları yardıma çağırılması bile -buradaki ifade ile- ŞİRK olarak değerlendiriliyor.
Sohbeti mp3 olarak İNDİRMEK veya dinlemek için alternatif link:
https://yadi.sk/d/d97xKaR2pG9pS
FATIR 12:
Ve mâ yestevîl bahrâni hâzâ azbun furâtun sâigun şerâbuhu ve hâzâ milhun ucâcun, ve min kullin te’kulûne lahmen tariyyen ve testahricûne hilyeten telbesûnehâ, ve terâl fulke fîhi mevâhira li tebtegû min fadlihî ve leallekum teşkurûn(teşkurûne).
ve mâ yestevî | : ve musavi olmaz, eşit olmaz | |
el bahrâni | : iki deniz | |
hâzâ | : bu | |
azbun | : lezzetli, tatlı | |
furâtun | : tatlı, susuzluğu gideren | |
sâigun | : boğazdan kolay geçen, içimi kolay | |
şerâbu-hu | : onun içimi | |
ve hâzâ | : ve bu | |
milhun | : tuzlu | |
ucâcun | : acı | |
ve min kullin | : ve hepsinden | |
te’kulûne | : yersiniz | |
lahmen | : et | |
tariyyen | : taze | |
ve testahricûne | : ve çıkarırsınız | |
hilyeten | : süs eşyaları | |
telbesûne-hâ | : onu takarsınız | |
ve terâ | : ve görürsün | |
el fulke | : gemi(ler) | |
fihi | : onun içinde, orada | |
mevâhire | : yarıp giden | |
li tebtegû | : aramanız, talep etmeniz için | |
min fadli-hi | : onun fazlından | |
ve lealle-kum | : ve umulur ki siz | |
teşkurûne | : şükredersiniz |
Ve iki deniz müsavi (eşit) olamaz. Bu lezzetli, tatlıdır. Susuzluğu gideren, içimi kolay olandır. Ve bu (diğeri) tuzludur, acıdır. Hepsinden taze et yersiniz. Ve giyeceğiniz (takacağınız) süs eşyası (inci, mercan) çıkarırsınız. Ve onun fazlından istemeniz için onda (suyu) yarıp giden gemiler görürsünüz. Umulur ki böylece şükredersiniz.
FATIR 13:
Yûlicul leyle fîn nehâri ve yûlicun nehâre fîl leyli ve sahharaş şemse vel kamere kullun yecrî li ecelin musemmâ(musemmen), zâlikumullâhu rabbukum lehul mulku, vellezîne ted’ûne min dûnihî mâ yemlikûne min kıtmîr(kıtmîrin).
1. | yûlicu | : içine sokar |
2. | el leyle | : gece |
3. | fî en nehâri | : gündüzün içine |
4. | ve yûlicu | : ve içine sokar |
5. | en nehâre | : gündüz |
6. | fî el leyli | : gecenin içine |
7. | ve sehhare | : ve emre amade kıldı, emri altına aldı |
8. | eş şemse | : güneş |
9. | ve el kamere | : ve kamer, ay |
10 | kullun | : hepsi, bütün |
11 | yecrî | : akar, akıp gider |
12 | li ecelin | : bir ecele kadar, bir süre |
13 | musemmen | : belirli, belirlenmiş |
14 | zâlikum | : şte bu |
15 | allâhu | : Allah |
16 | rabbu-kum | : sizin Rabbiniz |
17 | lehu | : onun |
18 | el mulku | : mülk |
19 | ve ellezîne | : ve onlar |
2 | ted’ûne | : tapıyorsunuz |
21 | min dûni-hi | : ondan başka |
22 | mâ yemlikûne | : sahip olamazlar, malik olamazlar |
23 | min kıtmîrin | : hurma çekirdeğinin zarı |
(Allah), geceyi gündüzün içine, gündüzü gecenin içine sokar. Güneş’i ve Ay’ı emri altına almıştır. Hepsi belirlenmiş bir zamana kadar akar (yörüngelerinde dönerler). İşte bu Allah, sizin Rabbinizdir. Mülk, O’nundur. O’ndan (Allah’tan) başka taptıklarınız, bir kıtmire (hurma çekirdeğinin zarına) bile malik değildir.
FATIR 14:
İn ted’ûhum lâ yesmeû duâekum, ve lev semiû mâstecâbû lekum, ve yevmel kıyâmeti yekfurûne bi şirkikum, ve lâ yunebbiuke mislu habîr(habîrin).
1. | in | : eğer |
2. | ted’û-hum | : onlara dua edersiniz |
3. | lâ yesmeû | : işitmezler |
4. | duâe-kum | : sizin dualarınız |
5. | ve lev | : ve olsa bile, eğer |
6. | semiû | : işittiler |
7. | mâ istecâbu | : icabet etmezler |
8. | lekum | : size |
9. | ve yevme el kıyâmeti | : ve kıyâmet günü |
10 | yekfurûne | : inkâr edecekler |
11 | bi şirki-kum | : sizin şirkiniz, şirk koşmanız |
12 | ve lâ yunebbiu-ke | : ve sana haber vermez |
13 | mislu | : gibi, benzer |
14 | habîrin | : haberdar olan, haber veren |
Eğer onlara dua ederseniz sizi, dualarınızı işitmezler. Şâyet işitmiş olsalar (bile) size icabet edemezler. Kıyâmet günü sizin şirkinizi inkâr edecekler. Ve sana bunun (bu haberin) mislini (benzerini) verecek (kimse, şey) bulunmaz (Allah’tan başkası haber veremez).
Fatır Suresi (9. Sohbet) 12-14. Ayetler
Evet, Fatır suresinin 12. Ayetinden itibaren devam ediyoruz.
Geçen hafta biraz girmiştik biraz daha teferruatlı gireceğiz ama çokta teferruatlı olmamasına gayret göstereceğiz.
“İki deniz bir olmaz. Şu çok tatlı, içilmesi kolaydır. Şu da tuzludur acıdır. Onların her birinden taze et yer takınacağınız süs eşyası çıkarırsınız. Gemilerinde suyu yara yara gittiklerini görürsün. Bunlar Allah’ın nimetlerinden rızıklarınızı aramanız ve şükretmeniz içindir.”
13 de okuyacağım bugün onunda mealini okuyalım hemen
“O geceyi gündüze gündüzü geceye katar. Güneşi ve ayıda emrine boyun eğdirmiştir. Onların hepsi belli bir vakte kadar akıp gider. Rabbiniz olan Allah işte budur. Mülk ve hâkimiyet tamamıyla ona aittir. Sizin ondan başka yakardıklarınız, çağırdıklarınız ise bir çekirdeğin zarına bile bir kıtmire bile sahip değillerdir.”
Burada Fatır 3. Ayete dikkat etmenizi istiyorum. Bu ayet üzerinde çok durmuştuk hatırlarsınız.
35.3 يَا اَيُّهَا النَّاسُ اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ هَلْ مِنْ خَالِقٍ غَيْرُ اللّٰهِ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَاءِ وَالْاَرْضِ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ
Yâ eyyuhen nâsuzkurû niğmetallâhi aleykum, hel min hâligın ğayrullâhi yerzugukum mines semâi vel ard, lâ ilâhe illâ huve feennâ tué’fekûn.
“Ey insanlar. Hatırlayın ( neyi hatırlayın) Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Allah’tan başka onun gayrısından başka bir yaratan mı var? Size gökten ve yerden rızık verecek. Ondan başka ilah yoktur. O halde nasıl döndürülüyorsunuz.”
Bu 12,13 birde 14.ayetler var. işte bu ayetin sanki teferruatı açıklaması, izahı gibi.
Çünkü dikkatinizi çekerse bu 3. Ayette ne diyor. Allah’ın üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın diyor. Ondan sonra ilk bahsettiği nimet neydi?
Yaratılma nimeti “min hâligın ğayrullâhi” Allah tan başka yaratan var mı?
SOHBET KAYDINI MP3 OLARAK DİNLEMEK VEYA İNDİRMEK İÇİN ALTERNATİF LİNK:
https://yadi.sk/d/xhvYrqgemnU6e
FATIR 3:
Yâ eyyuhân nâsuzkurû ni’metallâhi aleykum, hel min hâlikın gayrullâhi yerzukukum mines semâi vel ard(ardı), lâ ilâhe illâ huve fe ennâ tu’fekûn(tu’fekûne).
1. | yâ eyyuhâ | : ey |
2. | en nâsu | : insanlar |
3. | uzkurû | : zikredin, anın |
4. | ni’metallâhi | : Allah’ın ni’meti |
5. | aleykum | : sizin üzerinize |
6. | hel | : (var) mı |
7. | min hâlikın | : bir yaratıcı(dan) |
8. | gayrullâhi (gayru allâhi) | : Allah’tan başka |
9. | yerzuku-kum | : sizi rızıklandırır |
10 | min es semâi | : semadan, gökten |
11 | ve el ardı | : ve yer |
12 | lâ ilâhe | : ilâh yoktur |
13 | illâ | : ancak, dışında |
14 | huve | : o |
15 | fe | : öyleyse |
16 | ennâ | : nasıl |
17 | tû’fekûne | : döndürülüyorsunuz |
“Ey insanlar! Allah’ın üzerinizdeki ni’metini zikredin. Sizi göklerden ve yerden rızıklandıran, Allah’tan başka bir Halîk (bir Yaratıcı) var mı? O’ndan başka İlâh yoktur. Öyleyse nasıl (îmândan) döndürülüyorsunuz?
Fatır Suresine 3. Ayetten itibaren devam ediyoruz. Geçen ki sohbette bahsetmiştik. “Allah’ın insanlar üzerine açacağı rahmeti tutacak yoktur, O’nun tuttuğunu da gönderecek/salıverecek yoktur” demiştik. Orada bir konuyu biraz daha teferruatlandırmak istiyorum. Burada açan kim? Allahû Teâlâ. İleten kim? Melek. Yani Allah açıyor, Allah’ın açtığını da dağıtan kim? Melek. Fakat ayetin ikinci kısmında Allah tutarsa diyor ya. Tutan kim? Allah. Ama dikkat edin ileten melek değil. Allahû Teâlâ burada kudretini sergiliyor. Eğer ben tutarsam melek bile onu iletemez diyor. Yani Allahû Teâlâ’nın izni olmadan melek bile iletemiyor. Yani burada meleklerin konumu da Allah’ın gücü ile beraber. Güç ve kudret sahibi olan Allahû Teâlâ. Melekler onun görevlisi. Bunu nereden anladık.
felâ mursile lehû mim bağdih( فَلَا مُرْسِلَ لَهُ مِنْ بَعْدِهٖ )
Birinci ayette geçen melekleri elçiler yapardı ifadesi ile birleştirdiğimizde meleklerin de gönderici sıfatı ile rol aldığını ama kendi başlarına bir iş yapamadıklarını ancak Allahû Teâlâ’nın izni ile bu işi gerçekleştirdiklerini biraz daha vurgulamak istedim.
İkinci olarak da Mâ yeftehıllâhu linnâsi(مَا يَفْتَحِ اللّٰهُ لِلنَّاسِ) diyor sonra min rahmetin(مِنْ رَحْمَةٍ) diyor. Rahmetinden diyor ya. Burada Arapça bir ifade var. Nekra olarak gelmiş. Yani sonu tenvinli. Arapçada iki şey var: bir marife gelir bir de nekra gelir. Marife belirgin bir şeydir. Belirli bir şey. Yani mesela el-hamd gibi. Bir de “el” takısı gelmeden gelir, sonuna da tenvin alır. Üstün, ötre ya da esre tenvin. Bu da nekra oluyor. Yani herhangi bir manasına geliyor.
Birincisi marife belirli. İkincisi ise belirsiz, herhangi bir. Burada nasıl gelmiş? Rahmetin derken nekra gelmiş, yani belirsiz gelmiş. Bunun da hikmeti şu: Nekra bilinmeyen demekti ya. Yani sizin bilebileceğiniz bir rahmet değil bu. Niteliğini mahiyetini bilemeyeceğiniz, gizemli, anlaşılmaz bir rahmet demektir. Yani o kadar büyük bir kavram ki o rahmet, nekra yani sizin için belirli değil o, anlayabileceğiniz bir şey değil. Geçen hafta bahsetmiştik: Hani ben rahmetimi üç kısma ayırdım da dünyaya ancak birini gönderdim ifadesi var ya. Daha biz birini bile anlamaya malik değiliz. E diğer kısımları nasıl anlayacağız? Ve de mümkün değil o. Sizin bilebileceğiniz bir şey değil manasında. Hani burada da Arapça ifadelere özgü olarak manaya giden yerde bir izahat olarak bunu söylemek istedim.
Üçüncü ayete gelelim:
Bismillahirrahmanirrahim.
Yâ eyyuhen nâs – Ey insanlar.
uzkurû niğmetallâhi aleykum – Allah’ın üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın.
hel min hâligın ğayrullâhi – Allah’tan başka bir yaratan mı var?
yerzugukum mines semâi vel ard – Size gökten ve yerden rızık veriyor.
lâ ilâhe illâ hu – O’ndan başka ilah yoktur.
feennâ tué’fekûn – O halde nasıl döndürülüyorsunuz?
Burada cümle “Yâ eyyuhen nâs” diye başlamış. “Ey insanlar”. “Yâ eyyuhel müminin” dememiş. “Ey müminler” dememiş. Bütün insanlara bir hitap var. Buradan inanan, inanmayan, kafir, Müslüman herkesi anlamamız gerektiğini görüyoruz. İşte bu da Kuranı Kerim’in sadece Müslümanlara değil bütün insanlığa, hatta cinlere yollanmış bir kitap olduğunun göstergesidir.
uzkurû niğmetallâhi aleykum – Allah’ın üzerimizdeki nimetlerini hatırlayın. Şimdi bu Allah’ın üzerimizdeki nimetlerini hatırlayın kısmını kelime kelime işleyelim.
Uzkur “zekera” kelimesinden emir. Buradan bir kelimeyi çok iyi biliyoruz. “Zikir” kelimesi. Daha evvel bahsetmiştik. Zikir ne anlaşılıyor? Kalbi bir faaliyet anlaşılıyor. Ya da dil ile ilgili bir faaliyet anlaşılıyor. Fakat Allahû Teâlâ Kuranı Keriminde zikir ifadesini kullanırken zihinsel/beyinsel bir faaliyet olarak ifade ediyor. Bu Arap toplumunda da aynı şekildedir. Mesela hafıza kartının ismi zakira, hatırlatıcı yani. Zikir hatırlamak demek, anmak demek, akla getirmek demek. Bizim Allah’ı zikrediyordum dediğimizde yaptığımız ne? Allah’ı anmak gerekiyor. İsmini, belirli bir şeyleri tekrarlamak gerekiyor. Ama bize ne deniyor? Kalple zikir ya da dille zikir deniyor. Doğru. Kalple de dille de yapılıyor. Ama zikir kelimesinin ana manası, beyinsel faaliyetle birleştirdiğimizde gerçekleşir. Demek ki olması gereken Allah’ı hatırlayarak, aklımıza getirerek, rabıta ederek her türlü faaliyeti yapacağız. Yani bin kez Allah, Allah, Allah deniyor. O sırada da bakkaldan şunu alıcam, şunu yapıcam, bunu yapıcam, kalorifer de yanmıyor…bilmem ne. Bu zikir değil. O tesbihata düşüyor. Allah’ı aklımıza getirdiğiniz anda zikirdesiniz. İlla tesbih bile etmeniz gerekmiyor. Bir şeyi illa çekmeniz de gerekmiyor. Allah’ı aklınıza getirip ona yöneldiğiniz an zaten zikirdesiniz. Arapça kelimenin kökeni bu. Anmak, hatırlamak, düşünmek manalarına geliyor. Tesbihat bunu kolaylaştırıyor ve hedeflere yönlendiriyor. Çektiğiniz kelimenin manası uyarınca daha tesirli hale getiriyor bunu. Kalbe vurduğunuzda bunun farklı bir boyutta destek de sağlıyorsunuz. Ama kalbe vurmakla beraber akıldaki o unutma olursa tekrarlıyorum tesbih. Tesbih kötü bir şey mi? Hayır. Canlı cansız ne varsa zaten tesbih ediyor.
E senin insan olarak farkın ne oldu? Allah’a zikir olarak, yönelme olarak faaliyette bulunman.
Zikir kelimesinin faaliyeti ile ilgili meleklerle ilgili bir ayet bulamadım. Melekler tesbih ediyor. Hamdla tesbih ediyor. Ama melekler de zikreder diye bir ayet bulamadım. Demek ki zikir insana mahsus bir şey. Belki de nefis insanda olduğundan ötürüdür.
Namaz hakkında ne deniyor? Velezikrullahi ekber. En büyük zikirdir namaz. E namazda da sen Allah’ı hatırlamadığın an zikirde değilsin.
Zikrin zıddı gaflettir. Gafletin zıddı bir faaliyet zikir. Namazda gaflette olunur mu? Olmamak lazım. Elimizden geldiğince gaflette olmamak lazım. Siz zikrettiğiniz anda gerek namazda gerek tesbihatta, zikretme modunda olduğunuz sürece kayıt işliyor. Zikir kaydı başlıyor. Aklınız gittiği anda zikirden çıkıyorsunuz. Binlerce tesbih çekmenin manası yok ki, yönelerek çekmenin manası var. Hatta hiçbir şey çekme, Allah’a yönel, Allah’ı düşün. Yine zikirdesin.
İkisi beraber olursa aliyül ala. Oturdunuz, akşama kadar 5000 tane çektin. Sadece 10 tanesinde Allah aklına geldi. Diğerinde hiçbir şey çekmedin bir dakika Allah’ı düşündün. Hangisi daha kıymetli? Müslüman akıllı olacak.
Kuranla ilgili zikir ifadesi de var. Kuran da zikir biliyorsunuz. Zikir bizzat Kuranın isimlerinden biri.
Velegad……. Biz bu Kuranı zikir için kolaylaştırdık. Öğüt için. Anmak için. Öğüdü anlıyoruz. Peki anmak ne? Hatırlamak. Neyi hatırlayacağız?
Birincisi Allah’ı hatırlayacağız. Kuranı okurken de Allah aklımıza gelecek. Yani bu Allah’ın kitabı. Allah benle konuşuyor. Kuran okunurken Allah aynı namazdaki gibi.
Şimdi de Allah “uzkur” diyor. Hatırla. Niğmetallâh. Allah’ın nimetini hatırla. Aleyküm. Sizin üzerinize.
“eyyuhen nâs” Allahu Teâlânın da ifadesi olabilir. “Ey insanlar Allah’ın nimetini hatırlayın”. Peygamberin ağzından da olabilir. Başında gizli bir “gul” ifadesi de olabilir. De ki manasında. İkisi dendiğinde de biz Allah’ın nimetlerini hatırlayacağız.
Bu nimetler ne olabilir?
Bir kere insanlığa söylüyor bunu. “Hatırlayın”la başlayan ayetler var. Onların birkaçından bahsetmek istiyorum. Bakara 231 de geçiyor:
“Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini, ve size öğüt vermek için indirdiği kitabı(zikir) ve hikmeti hatırlayın. Hatırlayın da Allaha karşı gelmekten sakının. Şunu da iyi bilin ki Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir.”
Bir kere buradan kitabı ve hikmeti hatırlayın diyor. Zikretmek için.
Ali imran 103: “Ey müminler hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılığa düşmeyin, Allah’ın üzerinizdeki şu nimetini hatırlayın. Hani birbirinize düşman idiniz de Allah kalplerinizi kaynaştırdı. Onun ihsanı sayesinde kardeş oldunuz. Cehennem çukurunun tam kenarında idiniz. Allah sizi oradan kurtardı. Doğru yolu bulasınız diye Allah size ayetlerini böyle açıklıyor.”
“Nimetleri hatırlayın” diye başlayan ayetler var. Onları söyleyelim:
Maide 7: “Allah’ın size olan nimetini, «Duyduk ve kabul ettik» dediğiniz zaman sizi bununla bağladığı (O’na verdiğiniz) sözü hatırlayın ve Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, kalplerin içindekini bilmektedir.”
Maide 11: “Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini unutmayın; hani bir topluluk size el uzatmaya yeltenmişti de Allah, onların ellerini sizden çekmişti. Allah’tan korkun ve müminler yalnızca Allah’a güvensinler.”
Maide 20: “Bir zamanlar Musa, kavmine şöyle demişti: Ey kavmim! Allah’ın size (lütfettiği) nimetini hatırlayın; zira O, içinizden peygamberler çıkardı ve sizi hükümdarlar kıldı. Âlemlerde hiçbir kimseye vermediğini size verdi.”
İbrahim 6: “Hani Musa kavmine demişti ki: «Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Çünkü O, sizi işkencenin en kötüsüne sürmekte ve oğullarınızı kesip, kadınlarınızı (kızlarınızı) bırakmakta olan Firavun ailesinden kurtardı. İşte bu size anlatılanlarda, Rabbinizden büyük bir imtihan vardır.”
Ahzab 9: “Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın; hani size ordular saldırmıştı da, biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah ne yaptığınızı çok iyi görmekteydi.”
Burada neler var? Kitap, ilim, hikmet var. Birbirinize düşman olup da Allah’ın kalpleri birleştirmesi var. “semiğna ve atağna” dememiz var. Elest meclisi, galu belayı, orada verilen sözü kastediyor burada. Toplum zarar vermek istemiş de Allah onu kurtarmış. Sonra peygamberler çıkarıp sizi hükümdarlar yaparak hürriyete kavuşturmuş. Kuranı Kerim’de bu şekilde birçok nimet zikredilmiş.
Allah’tan başka yaratan mı var, Size gökten ve yerden rızık verecek?
Bu ayetin sonu ile de bağlantı var. Yaratılmış olmak en büyük rahmet. Nereden anlıyoruz? Başka bir yaratıcı mı var? Halık’tan bahsediyor. Şimdi bakın arkadaşlar bunu hiç düşündünüz mü? Biz yoktuk. Ve Allah bize bilinç vererek bizim Allah’ı tanımamıza imkan verdi. Yoktuk. Bundan büyük bir nimet olabilir mi? Allahû Teâlâ bizi yaratmakla şereflendirerek ihsan ve ikramda bulunarak rahmetinin en büyüğünü ve nimetin en büyüğünü vermiş oldu. Hadisi kutsideki gibi “Ben gizli bir hazine idim”. Zaten gizli bir hazine, bir şeye ihtiyacı yok ki. Alemlerden müstağni. Tanınmaklığımı muhabbetle istedim, halkı yarattım. Muhabbet ettim. Neye muhabbet ettim? Bilinmeye muhabbet ettim. Halkı yarattım. Şimdi bunu haşa kendisi için mi istiyor? Haşa. Yaratarak, yarattığı mahlukatı kendisini muhabbetle bilmesi ile mahlukatı nimetlendiriyor. en büyük rahmet bence bu.
Allah’ın bir zatı var bir de esmaları var. Esmaları da Allah’tan gayrı bir şey değil. fakat alemde gördüğünüz her şey Allah’ın isimlerinin tecellisi. bizim Allah’ın zatını anlamamız mümkün değil. ancak Allahu Tealayı esmaları ile anlıyoruz. Hamd(övmek) ancak esmalarla mümkün olmaktadır. Yani esmalar da allahı övebilmek, tanıyabilmek için. Bu esmaların en üstte olanı, ilk tecelli edeni ise er-rahman. Rahman’ın en büyük ifadesi bu ayete göre sistemin yaratılmasıdır.
İlk esmanın tecellisi rahmandır. rahmanın en büyük işlevselliği sistemin oluşması. Gizli bir hazine idim bilinmek istedim demesi, işte bu çıkış rahmandan oluyor. dönüş ne ile idi? er-rahim ile. İleyhi turceun’un işte orayla alakası var. İşte bu rahmanın bize en büyük yansıması rahmet. O rahmetin yansıması da aşağı doğru nimet. Yaratan Allah. Fakat yaratmaya sebep olan kim? Anne ve baba. Sebep diyorum bakın. Şimdi çocuğun annesine bakış açısına bakın. Şeker, çikolata. En yukarıdan bakın, dünyaya gelmesine vesile. İşte dünyaya gelmesine vesillik konumunu düşünün, şeker çikolata temin eden konumunu düşünün. Dağlar kadar fark var değil mi? İşte Allahû Teâlâ da burada sizin üzerinize nimetimi hatırlayın derken biz şekeri, çikolatayı hatırlıyoruz ama bir düşünün diyor. Daha sonra da ipucu veriyor zaten.
Seni kim yarattı? Yani biz çocuğa diyoruz ki “tamam şeker çikolata oyuncak da senin dünyaya gelmene ben vesile değil miyim?” yani burada Allah’ın yaratıcılığını şey yapmıyorum. Sistemini şey yaparak söylüyorum.
Yaratılış en büyük nimet. İkinci nimete geleceğiz bakın ne diyor:
yerzugukum mines semâi vel ard – o size gökten ve yerden rızık veriyor. Verir, verecek. Çocuk için şeker, çikolata oyuncak. Bizim için her türlü nimet. Yaratmaktan murat Allah’ı bilmek. En büyük nimet bu. Bir de faydalanım kısmı olarak, yani elle tutulur, gözle görülür olarak nimetler var. Bu nimetler rızıklandığımız nimetler. Nereden? Semadan ve arzdan.
“Elhamdu lillâhi fâtırıs semâvâti vel ard” derken ne demiştik? Aman ya rabbi neler var şu sistemde diye bir hamd ediyoruz. Fatır isminden dolayı. İlk defa yaratılış, örneksiz yaratılış. Semavatta ve arzda aman ya rabbi nasıl bir sistem bu neler var dedirtecek hamd ettirecek, içinde övülme unsurları olan şeylerle birlikte bir yaratma var. Sen buna ilmin, dikkatin ve nasibin ölçüsünde müşahit oluyorsun. Ama sıralamada ilk sema var. Demek ki semavi nimetler arzi nimetlerden daha üstün ki sıralamada önce gelmiş. Semavi nimetler deyince ne anlıyoruz? Hava su falan var da. Sema deyince ben aşkın boyutsal semalarını düşünüyorum. Yani daha manevi nimetler aklıma geliyor. Mesela iman nimeti. İlim nimeti. Hikmet nimeti.
Evet sema derken benim aklıma manevi nimetler geliyor. Yukarıdaki Allah fethettiği zaman onu tutacak yoktur derken, mesela ilimsel fetih. İlim Allah’tan ya. Mesela semadan ilim geldiği zaman da Allah’ın bunu fethetmesi oluyor mesela. Ledünni ilim, hikmetsel ilim. Normal ilim bile öyle. Jeton düşmesi deniyor. Yani düşünüyorsun, düşünüyorsun ve diyorsun aaa bu böyle. Yani aklına gelmesi bile Allahi bir kanaldan. Sadece hak olan sistemde düğmeye basıyor insanlar yaptıkları ile. Yani emek sarf ediyor. Gerekenleri yapıyor biraz düşünüyor ve inanmayana bile geliyor. Düğmeye basıyor sistemin gereklerini yapıyor ilim geliyor. Yani semadan geliyor.
subhâneke lâ ilme lenâ illâ mâ allemtenâ – Allah’ın öğretmesi olmasa nereden öğrenecek insanlar? İşte semai rızık bu. Bir sürü semai rızık sayabiliriz. İlahi, manevi anlamda rızık sayabiliriz. İşte bunlar semavi nimetler. Öbürleri de arzı nimetler. Arzı nimetler de birinci anlamda bizim temel ihtiyacımızı karşılayacak yemek, içme, barınma, ısı, güvence gibi maddi ve manevi nimetler. İşte bunlar da bizim şeker, çikolata, oyuncaklarımız. Ama bir üstünde demek ki manevi nimetler var. Mesela çocuk anlar mı babanın ona güven telkin ettiğini, ona öğretmekle değişik ikramları ile nimetlerini ilk başta fark edemez değil mi? Ne zaman fark eder? Baba olunca. Anne babanın ona verdiği yeme içme ihtiyaçları değil, ona o kadar değerler öğretilmesine sebep oluyor ki onun nimetleri işte buradaki gibi semavi nimetler. Semadan gelen rızık. Çocuğa da senin öğrettiklerin verdiklerin şeyler. Ya taktik güdüyoruz farkında mısınız? Taktik yapıyoruz. Yani çocuğa Allah’a ve Resul’üne, dine nasıl sıcaklaştırırım diye ne kadar taktiksel davranıyoruz farkında mısınız? Bir şekilde rububiyet. Fazla versen ürküteceksin, bıktıracaksın, az versen olacak. Değişik taktiklerle akıl oyunları ile onu nasıl yetiştirmeye gayret ediyoruz yani. Bunun için ne büyük nimet. Ama o onu ilerde anlayacak. Biz de ilerde rabbimizin kıymetini ya da işin içerisinde ufkumuz açıldığında gördüğümüz gibi.
Kendi alanından başlıyorsun, arzdan başlıyorsun sonra semaya gidiyorsun. Sonra semanın da üstünde yaratılışa doğru bir yönlenme var. İşte Allahû Teâlâ bizden bunu istiyor. Tefekkür bu. Tefekkürün ilginç bir tarifini yapayım size. Bilinenler ile bilinmeyenlere ulaşmak. Bu nedir aslında? Bu matematiğin tarifidir. Tefekkür bir anlamda matematik oluyor aslında. Kainatın bütün değerlerini düşündüğümüzde aslında kurulan sistem dijital, matematiksel, rakamsal bir sistem üzerine kurulmuş. “Kitabı merkum” diyor Kuranı Kerim sistemi anlatırken. Merkum un manası anlaşılmamış. Kökü “rakam”. ” Rakamsallaşmış sistem”. Biz bunu günümüzde “dijital olarak” ifade ediyoruz. Mesela el kameralarının dijital olanına “kamera er-rakamiyye” diyorlarmış. Rakamiyye yani dijital. Yani rakamlarla ifade edilen. Kitapta ne diyor? Kitabı merkum. Rakamsallaşmış kitap. Yani dijital olarak ifade edilebilen, şifrelenmiş, matematiksel formüllerle oluşturulmuş bir kitap. İşte bu tefekkür ne yapıyor? Bizim bu sistemi anlamamıza götürüyor. Amaç da hamd etmek. Aman ya rabbi nasıl bir sistem. Bu sistem içerisinde muhabbeti de kattığınızda ne oluyor? Allah’ı bilme şansınız oluyor. Niye şans diyorum. Çünkü yakîn Allah’tan gelen idi. Ayet ne idi? Vağbud rabbeke(وَاعْبُدْ رَبَّكَ) Rabbine ibadet et, kulluk et, gayret göster. hattâ yeé’tiyekel yagîn(حَتّٰى يَاْتِيَكَ الْيَقٖينُ). Yakîn gelinceye kadar. Size gelinceye kadar. Yani siz bir yere kadar geliyorsunuz. Bir yerden sonra size geliyor ya da siz götürülüyorsunuz. Bizim sorumluluk alanımız. O alanı zorlamak. Gayretli olmak, bunun gayretinde olmak. Bu takdir ediliyor ve değişik sistemlerde size ikram ediliyor. Ayette “biz hidayette olanları hidayetini arttırırız.” Ve bu arttırma katlarla oluyor. Matematiksel 2 3 gii olmuyor. Geometrik artış deniyor. Geometrik artışla oluyor. Bu da Allahû Teâlâ’nın rahmetinin tecellilerinden.
La ilahe illa hu. Ondan başka ilah yoktur. Demek ki bizim ilahlığı bir kişinin kelimei tevhidi iyi anlayabilmesi için önce yaratma kavramını sonra rızık verme kavramını çok iyi anlaması gerekiyor. Özet cümle şu: Eğer kişi Allah’tan başka rızık veren ve yaratıcı olmadığını bilirse, bir şey talep etme konusunda kalbini kimseye bağlamaz. Bunu Ruhul Beyan’dan aldım. İsmail Hakkı Bursevi’den. İşte bu kalbini hiç kimseye bağlamaz kelimesi “la ilahe illa hu” da nereye gidiyor? Hangi kısma gidiyor? İlaha gidiyor.
La ilahe – İlah yoktur ancak O var. Demek ki mahlukatın ilah olma tehlikesi var. La. Reddediyorum ilahları. Her mahlukatın ilah olma tehlikesi vardır. Bu insan olur, cisim olur, maddi olur, manevi olur, melek olur, cin olur, peygamber olur, kızınız olur, oğlunuz olur, hanımınız olur. Günümüzde şarkıcılar ilah oluyor. Ciddi ciddi ilah oluyor. Gerçekten bağlanıyor insanlar. Onun yaptığı gibi yapmak, konuştuğu gibi konuşmak, giyindiği gibi giyinmek istiyor insanlar. İşte bu ilahlık göstergesidir. Birisini tanımak mı istiyorsunuz, ona benzemeye çalışın. En yukarısında ne var? Allahû Teâlâ var? Onun altında kim var? Resulullah var.
La ilahe illallah’ı Türkler anlayamıyor. Araplar daha iyi anlıyor. Mekke döneminde “La ilahe illallah” kelimesi geldiğinde başlar öne eğildi ya da kılıçlar çekildi. Çünkü o insanlar la ilahe illallah sözü ile neyin artık eskisi gibi olmayacağını çok iyi anladılar. La ilahe, ilah falan yok. Sizin gönlünüzde kalbinizde aklınızda büyüttüğünüz değer,güç ihsan ettiğiniz hiçbir şey yok. Bunları reddedeceksin. Hiç mi bir şey yok. İllallah. Allah var. Bunu hazreti İbrahim çok iyi anlamış. Ayette geçiyor: Ben sizin değer verdiğiniz hiçbir şeye değer vermem diyor. Sadece Alemlerin Rabbi. Önce red ile giriyor. Herkes devrimci. Asıl devrimci İslam’dır. Reddediyor. Bütün değerlerini sil. Bir tek Allah kalsın.
Kişi Allah’tan başka rızık veren olmadığını bilirse bir şeyi talep etme konusunda kalbini kimseye bağlamaz. İşte senin meylettiğin senin ilahın oluyor. Fatiha’da hangi kısımda idi: İyyake nağbudu ve iyyake nesteîn. Sadece sana kulluk ederiz, yalnızca senden yardım isteriz. İşte senin yardım talep ettiğin yöneldiğin yer senin ilahın olma tehlikesi olabiliyor. Asıl verenin Allah olduğunu bileceksin.
La ilahe illallah’ın burada açılımı var işte: Ben yaratanım diyor. Sonra da rızık verenim diyor. Her şeyden vazgeç diyor. La süpürgesi ile bütün ilahları sil. Tasavvufta zikir çekmeden önce “laaa” denir. Sonra kalbe inilir, illallah denir. La ilahe illallah diye zikir yapılır. Sonra illallah denir. Sonra da sadece Allah denir. Kademe kademe.
Bir de burada la ilahe illallah değil la ilahe illa hu gelmiş. ( Ya da yazılış olarak hüve. İsme bitişik yazıldığı zaman “hu” diye yazılır. Ayrı yazıldığında ise “hüve” olarak gelir. )
“Hu” geldiği zaman birçok anlamı olur.
Fe enne – Enne “nasıl ki” demek
Fe bunun üzerine, hakikati anladıktan sonra, öyleyse, anladın mı bu gerçekleri
Tufekun – Nasıl da kandırılıyorsunuz? Nasıl da gerçekler ters düz edilerek döndürülmüş oluyorsunuz.
Efeke, ifk, bu kelime Hz. Aişe’ye iftira olayı var ya orada da geçen bir kelime. Yani bir gerçeğin tam tersini iddia etmektir. Bunun peşine sürüklenip gitmektir. İfk kelimesi Hz. Musa sihirbazlarla karşılaştığında, sihirbazların attıkları göz illüzyonu oyunu için de “efeke” kelimesi kullanılıyor. Yani bir doğrudan saptırarak insanları aldatma çabası. Gerçek olan hakikatin zıttı anlamına geliyor bu. Yani bu kadar realite varken sen nasıl da akıl oyunları ile ya da başka mekanizmalar ile ya da senin kendi kendine gerçeği kavrayamayarak nasıl da dönmüş oluyorsun? Yani buradaki meçhul ifade ile nasıl döndürülmüş oluyorsun. Nasıl dönüyorsun demiyor? Allah Teâlâ burada biz koruyor aslında. Yani oyunlara geliyorsun da bir şekilde döndürülüyorsun. Yapma diyor. Ben seni çok güzel hidayet unsurları ile yarattım. Sen tefekkür et. Sana yine zaten bir iki ayet sonra açıklayacam mekanizmaları. Bu mekanizmalar da sana tesir edecek. Şeytan oyunları ile akıl oyunları ile döndürülme. Nasıl dönebilirsin? Benim gerçek ilah olduğumu anlamadın mı? Gerçek rızık verenin ben olduğumu anlamadın mı? Hem semadan manevi rızıklar veriyorum hem de maddi rızıklar veriyorum arzdan. Bir de en büyük nimet olan yaratma ile sana rahmetimi verdim, nimet ettim. Sen nasıl olur da bu kadar şeye rağmen nasıl döndürülüyorsun? Aklını başına topla diyor. İşte bu hatırlatmadır arkadaşlar. Kuran bir zikirdir, öğüttür, hatırlatmadır aynı zamanda. Allahû Teâlâ da işte bize bu ayetleri ile çok büyük gerçekliliği taa en başından anlatıyor. “Ben gizli bir hazine idim, bilinmekliğimi istedim. Mahlukatıma da en büyük nimeti, yaratılma nimetini verdim. Bir de yeryüzünde onu nimetlendirdim. Gördünüz mü ben ilahım. Artık bırakın diğer şeyleri. Bana yönelin. Eğer bu kadar gerçeğe rağmen döndürülür mü diye bize Kuran ile öğüt veriyor. Leallekum tezekkerun. Allah da bize bu öğütleri alıp da yaşantımızı ona göre şekillendiren Müslümanlardan eylesin inşallah.
Sadakallahülazim
SES KAYDINI MP3 OLARAK DİNLEMEK VEYA İNDİRMEK İÇİN LİNKE TIKLAYINIZ:
https://yadi.sk/d/mQmI82wHeqDSM
Kulid’ûllezîne zeamtum min dûnillâhi, lâ yemlikûne miskâle zerretin fîs semâvâti ve lâ fîl ardı ve mâ lehum fîhimâ min şirkin ve mâ lehu minhum min zahîrin.
Allah’ı bırakıp da ilah saydığınız şeylere dua edin durun!Onlar göklerde ve yer de zerre miktarı bir şey yapmaya malik değillerdir.Onlar’a gökte ve yerde bir ortak da yoktur.Allah’ın da onlardan bir yardımcı’sı yoktur.
Ve lâ tenfeuş şefâatu indehû illâ li men ezine lehu, hattâ izâ fuzzia an kulûbihim kâlû mâzâ kâle rabbukum, kâlûl hakka, ve huvel aliyyul kebîru
O’nun katında şefaat fayda vermez,Ancak O’nun izin verdiği kimse müstesna.Nihayet kalplerindeki dehşet giderildiği vakit:”Rabbiniz ne buyurdu?”derler.”Hakkı söyledi”derler.O,çok yüce ve çok büyüktür.
SES KAYDININ METNİ BİR MÜDDET SONRA YAYINLANACAKTIR…İNŞAALLAH.