İnnâ cealnâ fî a’nâkıhim aglâlen fe hiye ilâl ezkâni fe hum mukmehûn(mukmehûne).
1.
innâ
: muhakkak ki biz
2.
cealnâ
: kıldık, yaptık
3.
fî a’nâkı-him
: onların boyunlarında
4.
aglâlen
: halkalar, zincirler
5.
fe hiye
: böylece o
6.
ilel ezkâni
: çenelere kadar
7.
fe hum
: böylece onlar
8.
mukmehûne
: başları yukarı kalkık olanlar, başları yukarı kaldırılmış kimseler
“Muhakkak ki Biz, onların boyunlarına, çenelerine kadar halkalar (zincirler) kıldık (geçirdik). Bu sebeple onlar, başları yukarı kaldırılmış olanlardır.”
İnnemâ tunziru menittebeaz zikre ve haşiyer rahmâne bil gaybi, fe beşşirhu bi magfiratin ve ecrin kerîm(kerîmin).
1.
innemâ
: fakat, ancak, sadece
2.
tunziru
: uyarırsın
3.
men
: kim, kimse, kişi
4.
ittebea
: tâbî oldu
5.
ez zikre
: zikre
6.
ve haşiye
: ve huşû duydu
7.
er rahmâne
: Rahmân
8.
bi el gaybi
: gaybte
9.
fe
: böylece, o zaman
10
beşşir-hu
: onu müjdele
11
bi magfiretin
: bir mağfiret ile
12
ve ecrin
: ve bir ecir
13
kerîmin
: üstün
” Sen sadece zikre tâbî olanı ve gaybte Rahmân’a huşû duyanı uyarırsın. Öyleyse onu mağfiret ile (günahların sevaba çevrilmesiyle) ve “kerim ecir” ile müjdele.”
İnnallâhe yumsikus semâvâti vel arda en tezûlâ, ve le in zâletâ in emsekehumâ min ehadin min ba’dihî, innehu kâne halîmen gafûrâ(gafûran).
1.
inne allâhe
: muhakkak ki Allah
2.
yumsiku
: tutar
3.
es semâvâti
: samalar, gökler
4.
ve el arda
: ve arz, yeryüzü, yer
5.
en tezûlâ
: (ikisinin) zail olması, helâk olması, yok olması
6.
ve le
: ve elbette, mutlaka, gerçekten
7.
in zâletâ
: eğer (ikisi) zail olursa (yok olursa)
8.
in
: sadece
9.
emseke-humâ
: o ikisini tutar
10
min ehadin
: birisi
11
min ba’di-hi
: ondan sonra
12
inne-hu
: muhakkak o
13
kâne
: idi, oldu
14
halîmen
: halîm
15
gafûran
: gafur, mağfiret eden, günahları sevaba çeviren
Muhakkak ki Allah, gökleri ve yeri, zail olurlar diye (zail olmaması için) tutuyor. Gerçekten ikisi de zail olurlarsa (yok olurlarsa), ondan sonra, o ikisini (gökleri ve yeri) O’ndan (Allah’tan) başka tutacak (yoktur). Muhakkak ki O; Halîm’dir, Gafûr’dur .
Ve aksemû billâhi cehde eymânihim le in câehum nezîrun le yekûnunne ehdâ min ihdâl umemi, fe lemmâ câehum nezîrun mâ zâdehum illâ nufûrâ(nufûran).
1.
ve aksemû
: ve kasem ettiler
2.
billâhi (bi allâhi)
: Allah’a
3.
cehde
: cehd ederek, kuvvetli olarak
4.
eymâni-him
: oların yeminleri
5.
le
: elbette, mutlaka, gerçekten
6.
in
: eğer
7.
câe-hum
: onlara geldi
8.
nezîrun
: nezir, uyarıcı
9.
le yekûnunne
: mutlaka olurlar
10
ehdâ
: en çok hidayete eren
11
min
: den
12
ihdâ
: ahed, bir
13
el umemi
: ümmetler
14
fe
: fakat
15
lemmâ
: olduğu zaman
16
câe-hum
: onlara geldi
17
nezîrun
: nezir, uyarıcı
18
mâ zâde-hum
: onlara artırmadı
19
illâ
: den başka
2
nufûran
: nefret
Ve Allah’a en kuvvetli yeminleri ile kasem ettiler. Eğer gerçekten onlara nezir gelirse, mutlaka en çok hidayete eren ümmetlerden biri olacaklarına. Fakat (bu), onlara nezir (uyarıcı) geldiği zaman onların nefretlerinden başka bir şeyi artırmadı.
İstikbâran fîl ardı ve mekres seyyii, ve lâ yahîkul mekrus seyyiu illâ bi ehlihî, fe hel yanzurûne illâ sunnetel evvelîn(evvelîne), fe len tecide li sunnetillâhi tebdîlâ(tebdîlen), ve len tecide li sunnetillâhi tahvîlâ(tahvîlen).
1.
istikbâren
: büyüklenerek, kibirlenerek kötülük düzenlediler
2.
fî el ardı
: arzda, yeryüzünde
3.
ve mekre es seyyii
: ve kötülük düzeni, kötü hile
4.
ve lâ yahîku
: ve isabet etmez, ulaşmaz
5.
ve mekru es seyyii
: ve kötülük düzeni, kötü hile
6.
illâ
: ancak, oysa
7.
bi
: … e
8.
ehli-hi
: onun sahibi
9.
fe
: artık, öyleyse
10
hel
: mı, mi
11
yenzurûne
: gözlüyorlar (bekliyorlar)
12
illâ
: den başka
13
sunnete
: sünnet, kanun
14
el evvelîne
: evvelkiler
15
fe
: artık, bundan sonra
16
len tecide
: asla bulamazsın
17
li sunnetillâhi
: Allah’ın sünnetinde
18
tebdîlen
: bedel, değişiklik
19
ve len tecide
: ve asla bulamazsın
2
li sunnetillâhi
: Allah’ın sünnetinde
21
tahvîlen
: tahvil, dönüşüm, değişme
Yeryüzünde kibirlendiler ve kötü hile düzenlediler. Oysa kötü hileler, sahibinden başkasına isabet etmez (ulaşmaz). Öyleyse onlar, evvelkilerin sünnetinden başkasını mı gözlüyorlar (bekliyorlar)? Halbuki Allah’ın sünnetinde asla bir tebdil (değişiklik) bulamazsın. Ve Allah’ın sünnetinde asla bir tahvil (değişme) bulamazsın.
Kâlellezînestekberû lillezînestud’ifû e nahnu sadednâkum anil hudâ ba’de iz câekum bel kuntum mucrimîn(mucrimîne).
1.
kâle
: dedi
2.
ellezîne
: onlar
3.
istekberû
: büyüklük tasladılar, kibirlendiler
4.
li ellezîne
: onlara
5.
istud’ifû
: zaafa uğratıldılar, hakir görüldüler
6.
e
: mi
7.
nahnu
: biz
8.
sadednâ-kum
: biz sizi engelledik, mani olduk
9.
an el hudâ
: hidayetten
10.
ba’de
: sonra
11.
iz câe-kum
: size geldiği zaman
12.
bel
: hayır, bilâkis
13.
kuntum
: siz oldunuz, idiniz
14.
mucrimîne
: cürüm işleyenler, suçlular
Kibirlenenler, zaafa uğratılanlara: “Sizlere hidayet geldikten sonra, hidayetten sizleri biz mi engelledik? Hayır, siz (kendiniz) mücrimlerdiniz (suçlulardınız).” dedi(ler).
Ve kâlellezînestud’ifû lillezînestekberû bel mekrul leyli ven nehâri iz te’murûnenâ en nekfure billâhi ve nec’ale lehû endâdâ(endâden), ve eserrûn nedâmete lemmâ raevûl azâb(azâbe), ve cealnel aglâle fî a’nâkıllezîne keferû, hel yuczevne illâ mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
1.
ve
: ve
2.
kâle
: dedi
3.
ellezîne
: onlar
4.
istud’ifû
: zaafa uğratıldılar, hakir görüldüler
5.
lillezîne (li ellezîne)
: onlara
6.
estekberû
: büyüklük tasladılar, kibirlendiler
7.
bel
: hayır
8.
mekru
: hile, tuzak
9.
el leyli
: gece
10.
ve en nehâri
: ve gündüz
11.
iz te’murûne-nâ
: bize emrediyordunuz
12.
en nekfure
: inkâr etmemizi
13.
bi allâhi
: Allah’ı
14.
ve nec’ale
: ve kılıyoruz, kılarız
15.
lehû
: ona, ona
16.
endâden
: eşler, dengi şeyler (putlar)
17.
ve eserrû
: ve gizlediler, sakladılar
18.
en nedâmete
: pişmanlıklar
19.
lemmâ
: olduğu zaman
20.
raevû
: gördüler
21.
el azâbe
: azap
22.
ve cealnâ
: ve biz kıldık, yaptık
23.
aglâle
: halkalar, zincirler
24.
fî
: içine, … e
25.
a’nâkı
: boyunlar
26.
ellezîne
: onlar
27.
keferû
: inkâr ettiler, kâfir oldular
28.
hel
: mı
29.
yuczevne
: cezalandırılırlar
30.
illâ
: den başka
31.
mâ
: şey
32.
kânû
: oldular
33.
ya’melûne
: yapıyorlar
:
Ve zaafa uğratılanlar (hakir görülenler), kibirlenenlere: “Hayır, (işiniz) gece ve gündüz hile idi. Bize Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na putları eşler koşmamızı emrediyordunuz.” dediler. Azabı gördükleri zaman pişmanlıklarını saklarlar (için için pişman olurlar). İnkar edenlerin boyunlarına halkalar (zincirler) geçirdik. Onlar yaptıklarından başka bir şeyle mi cezalandırılırlar?
Eûzubillah , Eûzubillah
Eûzubillâhimineşşeytânirracîym
Bismillâhirrahmânirrahîm
SEBE sûresine kaldığımız yerden devam ediyoruz..
Geçtiğimiz hafta 32-33 ayetlere kısaca bir giriş yapmıştık.Bu ayetlerde bir ahiret sahnesi vardı.
Kısaca değinirsek;
Küfredenler: biz asla bu Kur’âna iman etmeyiz ve bunun önünde gelenlere de yani ALLAH’ın indirdiği kitaplara iman etmeyiz.
Bi görmüş olsan o vakit zalimlerin Rabb’lerinin huzurunda yakalanıp durduklarını ALLAH u Teâla da Peygamber Efendimiz (S.A.V) ‘e diyor ki:
Ah bi görsen, keşke bi görsen (Görünce hali ne olacak bu açıklanmıyor).Ama neyi göreceğini izah ediyor.Zalimlerin Rabb’lerinin huzurunda tevkif edilip ,yakalanıp durdukları hallerini bi görsen. Bunlar ne yapıyormuş;
yerciu ba’duhum ilâ ba’dınil kavl(kavle)
يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ الْقَوْلَ
Kavil olarak birbirlerine dönüyorlarmış,birbirlerine sözle atışmada bulunuyorlarmış.
Hayır, bilakis siz (günahkarlardan)mücrimlerdendiniz.
Şimdi burada zalim kelimesine değinmek istiyorum. Zalim kelimesinin kökü ظلم (zulm)den gelmektedir.Birkaç farklı manaya geliyor.Birincisi zulmet karanlık demektir.Bunun zıttı ise nur نور‘dur.“ALLAH sizi zulumetten (karanlıktan) aydınlığa çıkarır.
Yehdî bihillâhu menittebea rıdvânehû subules selâmi ve yuhricuhum minez zulumâti ilen nûri biiznihî ve yehdîhim ilâ sırâtım mustegîm.
Allah, onunla rızası peşinde olanları selâmet yollarına iletir ve onları izniyle, karanlıklardan aydınlığa çıkarıp kendilerini dosdoğru bir yola iletir.
Allah, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin velileri ise tâğûttur. (O da) onları aydınlıktan karanlıklara (sürükleyip) çıkarır. Onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalırlar.
Diğer ikinci anlamı ise zalimlik denilen anlamıdır. Burada geçen zalim kelimesi de ism-i fail kalıbında o zulmü işleyen faildir. Burada anlam olarak zalim kelimesi karanlığa giren karanlığa sokan yaptığı davranışla kendilerini ve başkalarını özellikle kendini karanlığa sokan anlamındadır.Allah, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin velileri ise tâğûttur. (O da) onları aydınlıktan karanlıklara (sürükleyip) çıkarır. Onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalırlar.
Zulm adaletin tersidir. Kelime kökü itibariyle adil olmak, dengeli olmak anlamına geldiği gibi birşeyi karşılığında mukabilinde vermek anlamına da geliyor. Birşeyin yerine birini koymak. Mesela bizler gidip adalet istiyoruz; birşeyin karşılığında bir şey istiyoruz.
İşte bu durumun zıttı zulm oluyor.Bu durumu başka bir deyişle örneklersek;
Kişi Ramazan ayında oruç tutamıyorsa mukabilinde bazı şeyleri yerine getirir. Yine Hacc farizâsında da kurban kesemeyen kişi bunun muâdili olarak oruç tutmakta, böylece birşeyin yerine birşeyin geçmesi durumu oluşmaktadır.
Eğer bu durum adaletle olması gereken değerde, mukabilinle sağlanmıyorsa -yanlış mantıkla- hâk değerlerle yapmadığımızda zulm yapmış oluyoruz. Burada ki ifadesiye zulm adaletsizlik etmek oluyor.
“ZULÜM” ün üç yönü vardır:
Birincisi ALLAH’a karşı yapılan (haksızlık)
diğeri kula karşı yapılan (adaletsizlik)
bir de kişinin kendine yaptığı zulüm vardır. (nefsine zulüm)
Biliyorsunuz ALLAH u Teâla herşeyden Mustağnîdir. O’na zarar veremezsin, zulmedemezsin ama O’na zulüm nasıl oluyor?!
O’nun Hâk sistemine,had sistemine, kitaplarına haksızlık ederek ya da ALLAH’ın zatına haksızlık ederek oluyor.
Hâd:İslam dininin ortaya koyduğu helal-haram sınırları, miktarı ve niteliği nass’larda belirlenmiş olan şer’î cezalar demektir. İslam ceza hukukunda hâd’ler ALLAH hakkı olarak kabul edilmiştir.
Nass: Malûm ya da aşikâr karar kesin emir anlamına gelen bir kelimedir.
Yine bana şöyle emredildi: “Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dîne çevir. Sakın Allah’a ortak koşanlardan olma. Allah’ı bırakıp da sana ne fayda ve ne de zarar verebilecek olan şeylere yalvarma. Eğer böyle yaparsan, şüphesiz ki sen zâlimlerden olursun
Yani ALLAH u Teâla övülmeyi hâk ediyor. ALLAH öyle muntazam bir sitem kurmuş ki sen bunu yapmadığın zaman, zulüm etmiş oluyorsun. ALLAH’ın kitaplarına iman etmek gerekiyor. Çünkü ALLAH onu bize sistemi anlatmak için gönderiyor. İşte sen buna değer vermezsen ,değiştirir, inkar edersen zalim oluyorsun , zulmetmiş oluyorsun. Yani bu yüksek değerlere haksızlık etmiş oluyorsun. İşte bu, ALLAH’a karşı zulüm oluyor.
Diğer bir zulüm ise kişilere karşı olanıdır. Kişilere adîl davranmadığın takdirde kişilere zulmetmiş olursun. Onlara eziyet eder, haksızlık yaparsan bu şekilde zulüm işlemiş olursun.
İşte bu ayetlerde geçen “zalimler”(1)’ derken kibirlenenler zayıflara zulmetmiş oluyorlar. Aynı zamanda da ALLAH’a karşı zalimlikleri de ayette(2)geçtiği gibi kitapları inkar etmekten geliyor.
Ve kâlellezîne keferû len nû’mine bi hâzel kur’âni(2) ve lâ billezî beyne yedeyh(yedeyhi), ve lev terâ iziz zâlimûne(1) mevkûfûne inde rabbihim, yerciu ba’duhum ilâ ba’dınil kavl(kavle), yekûlullezînestud’ifû lillezînestekberû lev lâ entum le kunnâ mûminîn(mûminîne).
Bir diğer zulüm ise kişinin kendine yaptığı zulümdür.Kurân-ı Kerîm’in bir çok yerinde ‘’Kendi nefislerine o zulmedeni gördünmü’’ ibaresiyle defalarca karşılaşırız.
Onu da İshak’ı da uğurlu kıldık. Her ikisinin nesillerinden iyilik yapanlar da vardı, kendine apaçık zulmedenler de.
(Rûm-9)
(Yine) onlar, yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler. Yeryüzünü sürüp işlemişler ve orayı kendilerinin imar ettiğinden daha çok imar etmişlerdi. Onlara da peygamberleri apaçık deliller getirmişlerdi. Allah, onlara asla zulmediyor değildi. Fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.
Onlara kendilerinden öncekilerin; Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin; İbrahim’in kavminin; Medyen halkının ve yerle bir olan şehirlerin haberleri ulaşmadı mı? Peygamberleri onlara apaçık mucizeler getirmişti. (Ama inanmadılar, Allah da onları cezalandırdı.) Demek ki Allah onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendilerine zulmediyorlardı.
Bulutu üstünüze gölge yaptık. Size, kudret helvası ile bıldırcın indirdik. “Verdiğimiz rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin” (dedik). Onlar (verdiğimiz nimetlere nankörlük etmekle) bize zulmetmediler, fakat kendilerine zulmediyorlardı.
Kâla rabbenâ zalemnâ enfusenâ ve il lem tağfir lenâ ve terhamnâ lenekûnenne minel hâsirîn.
Rabbena, dediler, nefsilerimize zulmettik, eğer sen bize mağfiret etmez, merhamet buyurmazsan şüphe yok ki husrâna düşenlerden oluruz .
Peki bu nefislere zulmetmek ne demek ?
Bu durumu ahiret sahnelerini göz önüne getirerek şöyle açıklayalım:
Nefsinin her dediğini zahiren yapıyorsun, (zulmetmiyorsun yani nefsinin bütün isteklerini bu dünyada yerine getiriyorsun ama kıyamet sahnesinde birinci sûr’un üflenmesiyle dünya yok oluş sürecine giriyor, devamında ikinci sûr üfleniyor )ve mahşere diriliyoruz.
Eğer o zaman dünya hayatında nefsinin tüm kötü isteklerine tabî olan kişi için (ALLAH’ın rahmeti de gelmez ise gideceğin yer ALLAH korusun Cehennem olur.Cehennem nefsin azap yeridir.Cennette aynı şekilde nefsin ikram yeridir.) Kişi cehenneme gittiğinde nefsi azap göreceğinden dolayısyla nefsine zulmetmiş oluyorsun.
Bir başka yorumla:Bizim yapımızda bulununan unsurlardan biri olarak nefsi ele alırsak kişi kendine azapla zulmetmiş olmaktadır.Haşâ ALLAHu Teâla zalim değil, kişi kendi nefsine zulmediyor,nefis de cehennemde yanarak azap görmüş oluyor.
Peki nefsin burada suçu ne.?
Cennet ile ilgili konulardan bahsederken nefsin asıl kaynağına değinmiştik.Nefsin asıl kaynağı cennette muhteşem bir yer.! Ayet-i Kerîm’e de:
Yâ eyyuhân nâsuttekû rabbekumullezî halakakum min nefsin vâhidetin ve halaka minhâ zevcehâ ve besse minhumâ ricâlen kesîran ve nisââ(nisâen), vettekûllâhellezî tesâelûne bihî vel erhâm(erhâme). İnnallâhe kâne aleykum rakîbâ(rakîben).
Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.
“Nefsin vahidetîn” yani tek nefis, nefsin kaynağı Cennetin en yukarısında olan muazzam bir şey.! ALLAH u Teâla’nın esmâları kökenli bir şey. Asıl itibariyle olağanüstü.! Fakat nefsin en büyük marazı gördüğü her şeyden haz duyması, fütursuzca ve sınırsızca davranmasıdır.
Sonra dünyaya (esfele sâfilîn’e) indiğinde aslını unutup o yüce yüksek makamını kaynağını aldığı değerleri unutup, burda çöpe sapa herşeye meylediyor. Senin meyletmen gereken, nefsinin kaynağı olan Cennette ki en yüksek ikram olan Cemalûllah’tır. Kişi bunu bırakır da çöpteki değerli gibi gözüken değersiz şeylere meyledersen azabı hak edersin. Sen nefsine zulmedersen nefiste o zulmü hak ediyor. Burada asıl belirleyici olan elmas ile kömürü değiştiren nefistir. Sana dürtülerinle talepte bulunuyor sende meylediyorsun.
Bunu daha önce bir benzetmeyle örneklendirmiştik;
Nefsi bir köpek olarak düşünün tasması elinizde gezdiriyorsun, fakat sizi her yöne çekiyor bir oraya bir buraya kaçıyor. İşte burada akli kontrol devreye giriyor. Akıllı insan, köpeğin sınırları aşan bu hareketlerini zapteder. Akılsız insan ise köpeğin gittiği yere gider ve köpeğin esiri olmuş olur. Daha sonra insan köpeği cezalandırmak zorunda kalır böylece kişi kendi köpeğine (nefsine) zulmetmiş olur. Burada ALLAH u Teâla bizleri aklımızla muhatab kılmaktadır.
ALLAH bizleri öyle muhteşem bir sistemle donatmış ki aslında bizler üç tane bilinç unsuruyla bu dünyada yaşıyoruz. Bunlar bilinç, bilinçaltı ve alt bilinç olarak ortaya çıkar. Bizler olayları bunlara göre algılıyor ve yorumluyor; burdan hareketle manalandırıp, ona göre davranıyoruz. Şu an asıl devrede olan bizim dünya bilincimizdir. Birinci derecede bundan sorumluyuz. Bilinçaltı ve alt bilinç farkında olmadan bizleri etkilemektedir. Zaten tasavvufî eğitimlerin temelinde önce bilinçaltını eğitmek vardır ki buna nefis terbiyesi deniyor.
Bunu gerçekleştirdikten sonra alt bilincin o taraflarıyla davranmak vardır. Alt bilinç ise ruhla ilişkidardır. Bizim alt bilinç dediğimiz şey aslında zamanın tam öncesinde Hz. Adem’e ruh üfürüldüğü zamanda ki ruh aleminin bilincidir. Bunun üzerine nefis verilerek cennete indiriliyor ve cennete de bu nefsin bilinci devreye giriyor. Böylelikle yukarıdaki ruh bilinci bilinç altı gibi oluyor. Daha sonra da Hz. Adem hata yapıp aşağı(dünyaya) indirildiğinde bu sefer oradaki (cennetteki) bilinç bilinçaltı, ruh bilinci alt bilinç olarak kalıyor sende bu dünyada bilincinle yaşıyorsun. Eğer bir insan olarak sen, ALLAH’i değerlerle düşünüp idrâk edip uygularsan alt bilincin derinliklerine doğru gidiyorsun ve kademen belirleniyor. Aslında böyle kapsamlı bir sistem var ancak bu olaylar bize çok basit anlatılıyor, algılattırılıyor biz de gördüğümüz gibi anlıyoruz.Halbu ki ALLAH u Teâla’nın sisteminde müthiş açılımlar var.
Ayet-i Kerîm’ e de:
(Şems-8)
فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰیهَا
Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona fücurunu (kötülük duygusunu) ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.
ALLAH nefse takvasını öğretiyor.Ruha ise neler öğretildiğini düşünmek gerekir. Geçen hafta da buna değinmiştik. Ruh zaten müşahede makamındaydı. Yani ALLAH u Teâla’yı o lâtîf alemde bizzat müşahede ediyordu. Bizler bu ruh bilincini şu an taşımaktayız. Şahit olan ve üfürülen bu ruh bizlerde.. Ruh Yaradan’ı tanıyor; işte eğer biz bu değeri bir anlayabilsek ALLAH’a yakınlaşmış oluruz.
Biz mi sizi çevirdik, hidayet size geldikten sonra.
Burada dikkat çekilecek nokta , kibirlenenler hidayet kavramını kabul ediyorlar. Bizler, küfredenler için söylediğimiz’’ hiçbirşeye inanmıyorlar’’ sözü burada aksi durumda zuhur ediyor. Burada zalimler hidayet geldiğini kabul ediyorlar. Hatta bugün bakmış olduğum bir tefsirde ’’küfredenler biz O kitaba inanmayız(iman etmeyiz) derken , kitabın ALLAH tarafından geldiğini biliyorlar’’diyor. Ancak kibirlerinden ötürü hükümlerini kabul etmiyorlar. Aynı zihniyet bu ayette hidayetin geldiğini görüyor, biliyorlar ve bunun üzerine biz mi sizi çevirdik diyor. Devamında;
bel kuntum mucrimîn(mucrimîne).
بَلْ كُنْتُمْ مُجْرِمٖينَ
Hayır, bilakis siz (günahkarlardan)mücrimlerdendiniz
Biraz önce bahsettik insanın içinde ruh yok mu.!
Evet alt yapısında ruh olan bir sisteminin bunu bilmemesi mümkün mü ?!
İşte biliyor fakat küfrediyor,örtüyor gerçekleri görmemezlikten gelmek istiyorlar.
Bunun üzerine zayıf olanlar kibirli olanlara diyecek ki ;
Ve kâlellezînestud’ifû lillezînestekberû bel mekrul leyli ven nehâri
Zayıf ve güçsüz görülenler, büyüklük taslayanlara, “Hayır, bizi hidayetten saptıran gece ve gündüz kurduğunuz tuzaklardır.
Çünkü siz bize Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na eşler koşmamızı emrediyordunuz” derler. Azabı görünce de içten içe pişmanlık duyarlar. Biz de inkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar geçiririz. Onlar ancak yapmakta olduklarının cezasını göreceklerdir.
Bizi hidayetten çeviren sizin gece-gündüz kurduğunuz tuzaklardır.
iz te’murûnenâ / اِذْ تَاْمُرُونَنَا
Bize emrediyordunuz.
Geçen hafta ,kendilerinde özgüven eksikliği olanlar,kendilerini zayıf duruma getirenler, zayıf duruma getirilmesine müsaade edenler,kibirliler tarafından alt konuma getiriliyorlardı.
Geçende birisi bana şunu söyledi:
Birileri zayıf duruma gelmek istiyorsa,aynı kişiler bu sefer kibirlenmek isteyenleri kibirli hale getiriyorlar.Burada büyük görme eğilimi var.Günümüzde de yok mu:! Sanatçıları,futbolcuları ünlüleri büyük görme eğilimi yok mu?Her alanda bunlara rastlıyoruz.Devamlı olarak birilerini büyükleştirme temayülü var.
Ayette kibirli hale getirilenler de kendilerinden beklenilen davranışta bulunup emrediyorlar. Neyi emrediyorlar.!
en nekfure billâhi / اَنْ نَكْفُرَ بِاللّٰهِ
Çünkü siz daima ALLAH’ı inkâr etmemizi, O’na ortaklar koşmamızı bize emrederdiniz derler.
Birşeyi daha emrediyorlarmış
ve nec’ale lehû endâdâ(endâden) / وَنَجْعَلَ لَهُ اَنْدَادًا
“O’na eşler koşmamızı emrediyordunuz” derler.
Bakınız inkar etmek yetmiyor,üstüne üstlük belirli birşeyleri de İlahlaştırmayı da emrediyorlar.Günümüzde de buna benzer iafadeler yok mu!?
-“Ya dindar olma” diyor ancak bununla bitmiyor , seni alıp oraya buraya götürüyor. Seni ALLAH’a şirk koşan yerlere, ideolojilere sürüklüyor.
İşte Kurân-ı Kerîm bunu (mekr) olarak bildiyor.Bu kibirlenenler gece-gündüz bütün enerjilerini,bütün akıl yollarını ben nasıl yaparım da zayıf olanları ALLAH’a küfrettiririm, akabinde küfürle yetinmez hâşa ALLAH’ın yerine hangi unsurları koyar putlaştırırım düşüncesine girerler.Bunlar şeytandan daha tehlikelidirler. şeytan onlara sadece ilham eder, fısıldar onlar da şeytana tabî olurlar. şeytanın vesvesesinin gücü tesirli değil ancak sen şeytanın vesvesesine uygun hale gelirsen yani nefsinin taleplerine uyar, aklını da o kötü yönde kullanırsan vesveseyi tesirli hale getirmiş olursun.
(Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. Oraya herbir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara: “Size nezir (uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.( mülk-8)
Ayette bahsi geçen zayıflar ile küfredenler birbirleriyle atıştıklarında bir anda bir uğultu gürültü halinde cehennem gelecektir.Bugün ancak bunu yanardağ çukurlarıyla anlayabileceğimiz ki bu da tarifsiz kalır.
Hadis-i Şerîfte:
Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh(ALLAH ondan razı olsun) anlatıyor:
“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Yaktığınız ateş var ya, bu, cehennem ateşinin yetmiş cüzünden bir cüzdür!” buyurmuştu.
Yanındakiler:
“Zaten bu ateş, vallahi (âsileri cezalandırmaya ahirette) yeterliydi” dediler.
Aleyhissalâtu vesselâm:
“Cehennem ateşi öbürüne altmışdokuz kat üstün kılındı. Her bir kat’ın harareti, bunun mislindedir.”
(Kutub-u Sitte-5078)
Bu azabı gördüklerinde içlerinden pişmanlık duyarlar.Burada ilginç dikkat çeken bir kelime var:
“Eserrûn” zıt anlamlı kelimelerdendir.İki anlamda bunu düşünebiliriz. Türkçe’de gizlemek anlamına geldiği gibi ayette de, onlar rezil olmayalım diye pişmanlıklarını gizlerler açığa vurmazlar hem de pişmanlıklarını ne kadar gizlerse gizlesinler ortaya çıkar anlamlarına gelmektedir. Yani hem açığa çıkmasını istemiyorlar ancak o nedâmet(pişmanlık) yüzlerinden okunuyor. İşte bu zıt anlamlı gibi gözüken durum ortaya çıkacaktır. Bu pişmanlığın içerisinde umutsuzlukta var çünkü; onların cennetleri bu dünya idi.Birbirleriyle tartışırken bir baktılar ki çetin bir azap beklemektedir.
Önceki sohbetlerimizde en büyük azaptan bahsetmiştik.
Ve mâ liye lâ a’budullezî fataranî ve ileyhi turceûn(turceûne)
Hem ben, ne diye beni yaratana kulluk etmeyeyim. Oysa siz de yalnızca O’na döndürüleceksiniz.
O cennet yolcularının -RABB’lerine döndürülecek olanların -içine girememek, geriye dönüş halkasına girememek! Ahirette de insanlar bu geri dönüş halkasına giremedikleri ve çetin bir azapla karşılaştıklarında,pişman olacaklar.Fakat pişmanlıkla bu durum bitmiyor.
Biz de inkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar geçiririz. Onlar ancak yapmakta olduklarının cezasını göreceklerdir.
Eskiden çarşılarda hileli satış yapanların esnafın boyunlarına halkalar geçirilip çarşıda dolaştırılırlarmış. Belki de en büyük ceza bu. Mesela bugün Gıda Tarım Bakanlığı hileli üretim-satış yapanları teşhir ediyor.
İnnâ cealnâ fî a’nâkıhim aglâlen fe hiye ilel ezkâni fe hum mukmehûn
Onların boyunlarına demir halkalar geçirdik, o halkalar çenelerine dayanmıştır. Bu sebeple kafaları yukarıya kalkık durumdadır.
Boyun bükmek pişmanlığın ifadesidir. Ancak boyun bükmek zamanında yapılmalıydı. Kendilerine gösterilen azaptan sonra boyun bükmenin anlamı kalmıyor. Burada boyunlarına demir halkalar geçirilmiştir ve başları kalkık durumdadır. Demek ki öyle bir zulmediyorlar ki,ALLAH u Teâla zalim değil.Eğer merhamet duygusu geliyorsa buna karşılık ayette sadece yaptıklarının cezasının verildiği uyarısı yer alıyor.ALLAH mislince katbekat ikramlar veriyor ancak ceza ise bire bir veriliyor.
Ayette bu boyunlarına geçirilen “aglâlen” kelimesi, “ğıll”-kelimesinin çoğuludur.İki ayette bu kelime geçiyor.
Ve neza’nâ mâ fî sudûrihim min gıllin ıhvânen alâ sururin mutekâbilîn
Biz, onların gönüllerindeki kini söküp attık; onlar artık köşkler üzerinde karşı karşıya oturan kardeşler olacaklar.
(A’râf-43)
وَنَزَعْنَا مَا فٖى صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ
Ve neza’nâ mâ fî sudûrihim min gıllin
Biz onların kalplerinde kin namına ne varsa söküp attık.
Bu kelime (ğıllin) dünyevi ve uhrevi anlamlar ihtiva etmektedir.Hased,fesad,kin anlamlarına geldiği gibi demir toka, zincir,halka, bağ anlamlarına da gelir.
Ortak nokta olarak da kişinin sadrındaki onu rahatsız eden kin ,haset, nefret gibi ağırlık yapan bağlar diyebiliriz “gıllin” için.
Ve kâlellezîne keferû len nû’mine bi hâzel kur’âni ve lâ billezî beyne yedeyh(yedeyhi), ve lev terâ iziz zâlimûne mevkûfûne inde rabbihim, yerciu ba’duhum ilâ ba’dınil kavl(kavle), yekûlullezînestud’ifû lillezînestekberû lev lâ entum le kunnâ mûminîn(mûminîne).
1.
ve kâle
: ve dedi
2.
ellezîne
: onlar
3.
keferû
: inkâr ettiler
4.
len nû’mine
: asla inanmayız
5.
bi hâzâ
: buna
6.
el kur’âni
: Kur’ân
7.
ve lâ
: ve olmaz
8.
bi ellezî
: ona
9.
beyne yedeyhi
: elleri arasında, önlerinde
10.
ve lev
: ve şâyet, eğer
11.
terâ
: görürsün
12.
iz
: olduğu zaman
13.
ez zâlimûne
: zalimler, zulmedenler
14.
mevkûfûne
: tevkif edilenler, tutuklananlar
15.
inde
: yanında, huzurunda
16.
rabbi-him
: onların Rabbi (Rab’leri)
17.
yerciu
: dönerler
18.
ba’du-hum
: onların bir kısmı
19.
ilâ ba’dın
: bir kısmına, diğerlerine
20.
el kavle
: söz, lâf
21.
yekûlu
: der
22.
ellezîne
: onlar
23.
istud’ifû
: zaafa uğratılanlar, hakir görülenler
24.
li ellezîne
: onlara
25.
istekberû
: büyüklük tasladılar, kibirlendiler
26.
lev lâ entum
: eğer sizler olmasaydınız
27.
le kun-nâ
: biz mutlaka olurduk
28.
mû’minîne
: mü’minler
Ve kâfirler: “Bu Kur’ân’a ve elleri arasındakine asla inanmayız.” dediler. Rab’lerinin huzurunda zalimleri tevkif edildikleri (tutuklandıkları) zaman görsen. Birbirlerine lâf atarlar. Zaafa uğratılanlar , kibirlenenlere: “Eğer siz olmasaydınız, biz muhakkak mü’minler olurduk.” derler.
Geçtiğimiz hafta 31. Ayet’e değinmiştik;
Ve kâlellezîne keferû / وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا :
Bu söz Arapçada gelecek zaman anlamında kullanılan bir kalıp olmakla birlikte , kesinlik ifade eden düşünceyi kuvvetlendirme, pekiştirme maksadı taşımaktadır.
Neye inanmayacağız ?
bi hâzel kur’âni / بِهَذَا الْقُرْآنِ : İşte bu Kurân’a !
‘hâzâ’ bu demek şu veya o değil. Bizzat yakınlarında olan Peygamber Efendimiz (S.A.V) gösterdiği tebliğ ettiği Kur’ân’a inanmayacağız iman etmeyeceğiz derler.
Küfür içinde olanlar bu sözlerine devam ediyorlar…
ve lâ billezî beyne yedeyh (yedeyhi) /وَلَا بِالَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ :ne de öncekilere(inanmayacağız)
‘beyne yedeyhi’ellerinin arasındaki demektir.Tefsirlerin çoğunda bunun (Kurân) önünde gelenler (Kur’ân dan önce gelenler )kastedilmektedir.
Buna benzer bir örnek Ayet-el Kürsi de de geçmektedir:
(Bakara-255) … mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum’ / مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ … “onların önlerindeki ve onların arkalarında olan şeyler’’
Burada farklı olarak “el “ifadesi yapmayı temsil etmektedir.Ellerinin önündeki ile yapacakları da kastedilir.Bu ayetlerde küfür içinde olanlar,
“biz ne önceden gelen indirilen kitaplara, ne de bu Kur’âna ve ilerisine de asla inanmayacağız iman etmeyeceğiz” demektedirler.
Burada inanmayacağız diyenler ehl-i kitaptan (hristiyan,yahudi) değiller, eğer kendilerine kitap verilmiş olanlardan olsalardı , bu ayetlerde geçtiği üzere önceki gelen kitapları inkar etmezlerdi.
Peygamber Efendimiz zamanında sadece ehl-i kitap yaşamamıştır. Aynı zamanda müşrikler putperestler de vardı. İşte burada ki küfür ehlinden ,müşriklerden bahsedilir.
Burada ayette geçen gelecekle ilgili ‘ len’ لَن ifadesiyle ; Kur’ân- KerÎm bir olayı anlatırken tüm zamanları içerdiği ve kapsadığı göz önüne alınırsa , kıyamete kadar gelecek insanlar içerisinde de bu zihniyette olup iman etmeyecek olanların varlığına ve felsefelerine de işaret edilmektedir.
Ayrıca ayette geçen’’önceki veya sonraki kitaplara iman etmeyiz’’ diyen müşriklerin bu sözünün kaynağı, Peygamber Efendimizin Risâletiyle ,tebliğin başlamasına dayanmaktadır.
Tebliğin başlamasına binaen müşrikler Ehl-i kitaba giderek Risaleti sorarlar. Eh-i Kitap müşriklere bu risaletin kendi kitaplarında da iman edilen bir gerçek olduğunu söylerler.
Dolayısıyla müşriklerin inkarıönceki kitapları da kapsamaktadır. Burada ehl-i kitap içerisinde, elbette kendi kitaplarında iman edilen Peygamber Efendimiz’in risaletini inkar edenler yok sayanlar iman etmeyenler vardı.İşte bunlar da o zaman müşriklerden sayılırdı.
Ellezîne âteynâhumul kitâbe ya’rifûnehu kemâ ya’rifûne ebnâehum ve inne ferîkan minhum le yektumûnel hakka ve hum ya’lemûn(ya’lemûne).
Kendilerine kitap verdiklerimiz, O’na (Hz. Muhammed (S.A.V)’e) kendi oğullarına arif oldukları (tanıdıkları) gibi ariftirler (tanıyıp bilirler). Ve muhakkak ki onlardan bir fırka, hakkı gerçekten bile bile gizliyor.
Ayette olduğu gibi onlar Peygamberi iyi tanırlar ancak iman etmezler.Onların imanına engel olan şey ise kibirleridir.
Kibirlerinin esbabı ise özellikle Yahudilerin Hz.İbrahim’den sonra gelen Hz. İsmail ve Hz İshâk kolundan , sadece Hz. İshâk kolunu nübüvvete layık olarak görmeleridir.Bütün peygamberlerin Hz.İshâk kolundan geldiğine inanırlar.
Sizler de biliyorsunuz ki İsrâiloğlu demek Yakuboğlu demektir. Hz. Yakub’un bir ismi de İsrail’dir. Hz. Yakub da Hz. İshâk’ın oğlu ve Hz İbrahim’in torunudur. Hz. Yakub’un oğlu Hz. Yusuf’un silsilesiyle ordan Hz. İsâ ‘ya kadar bir kol gelmektedir ;yalnız bu kol Hz. İsmail tarafından gelmemekte, o zaman zarfında bir boşluk bulunmaktadır.
Oysa kendi kitaplarında ya da kendi alimlerinin haberlerinde, ahir zaman Peygamberinin geleceğine inanıyorlar. Hatta alametlerini o sıralarda beklemişler ve müşriklerle kendi aralarında yakın zamanda bir Peygamber geleceğine dair iddialaşmışlardır.
Ancak bakıyorlar ki gelen Peygamber kendi kavimlerinden değildir ; o zaman inkar ediyorlar. İşte bunun günüzmüdeki ismi kavmiyetçilik ,ırkçılıktır. Asli vatan sevgisi elbette imandandır. Fakat kişi kendini bir kavime,ırka yada fırkaya bağlı olarak bununla övünemez.
Tek bir üst kimlik vardır: O da İslamdır..!
Nasıl ki, Salman-ı Fârîsî İran lı, Bilal-i Habeşi Habeşistan’lı… vb.Bunun gibi örnekleri çoğaltabiliriz. Demek istiyorum ki İslam kimliğinde hiçbir övgüye aidiyete yer yoktur.Bunun dışında yer alan herşey tehlikelidir ve İngiliz oyunudur :
1.Dünya savaşı sırasında İngilizler tüm dünyayı yönetmek amacıyla bu fitneyi ateşlemişler özellikle de İslam alemine bunu empoze etmişlerdir. Bugün bile çoğumuzun belki izlediği bir dizide Alparslan’ın torunları ile Selahattin Eyyubî’nin torunlarını birbirlerine kırdırmışlardır.
İşte buradan hareketle İsrailoğullarına değinirsek onların en büyük hataları kavmiyetçilik olmuştur. Bu yüzden ayette belirtildiği gibi (Bakara-146) ALLAH’ın Resulunu kavmiyetçilik benliğiyle inkar etmişlerdir.
Bu noktadan yola çıkarsak müşrikler Peygamber Efendimiz’in risaletinden dolayı ,hem Yahudilere hem Hristiyanlara giderek bu durumu sorduklarında onların kitaplarında da bu haberin yer aldığı gerçeğiyle karşılaşınca inkarları kat ve kat artmıştır. (Peygamber Efendimiz İncil de ‘’Ahmed’’ ismiyle müjdelenmiştir. )(Saff-6)
Şimdiye kadar anlatılanlar bu durumun sebeb-i nûzûlu’nu teşkil etmekte yani olaysal boyutunu ihtiva etmektedir.Sohbetin devamında bu durumun felsefik düşünsel boyutunu ele alacağız.
Bir ara sizlere deisizm’den bahsetmiştim.Bu öğretiyi benimseyenlere deist deniyor demiştim.Deistlik sanıldığının aksine ateistlik değildir. Bir Yaratıcı inancı var ancak
‘’O‘’ulvidir yüksektedir,yücedir biz Onu yere indiremeyiz. O yeryüzü işlerine karışmaz.O halde yeryüzünde kanunları biz yapmalıyız. Onun kanunları yeryüzünde geçerli değildir”
inacını benimsemişler ve bunu üstün yüce bir duygu gibi tanıtmışlar açık bir sapkınlık içinde küfüre düşmüşlerdir.
(Deisizm , mantık ve doğal dünyaya dair gözlemlerin kaynak oluşturduğu,dini bilgiye sadece akıl yoluyla ulaşılabileceğini öngören, buna istinaden vahiy ve esin kaynağı olan tüm dinleri reddeden inanç biçimidir.)
İşte bunların, önceki gelmiş kitapları ve Kurânı inkar etmelerinin sebebi Kur’ânı Kerîmin dünyevi ve uhrevi hayatın tüm alanlarına dair düzen, hüküm ve kurallar getirmiş olması(evlenme,borç,miras vb.) bu müşriklerin kendi oluşturduğu gerçeklerine uymamaktadır .Bunlar apaçık ‘’Amentü bî Kütîbihi’’ ilkesini reddediyorlar.
Amentü: İnanmak,kabul etmek Bi Kütîbihi: Kitaplarına
Dolayısıyla birşeyin var yada yok olduğunu kabaca kabullenmek iman değildir.Bunun gereklerini yerine getirmek de imandır.Evet Kur’ânın ALLAH’ın kitabı olduğunu kabul ediyorlar fakat içerdiği hükümleri ‘’bugün geçerliliği yoktur,şöyle böyle olmalı,zamana uyarlanması gerekir’’ gibi düşüncelere sahip olmak Amentü bî Kütîbihi ilkesini aykırıdır,inkardır ve apaçık bir küfüre giden bir yoldur.
Günümüzde de Kurân’a dair hükümleri küçümsemek kısıtlamak gibi düşüncelere kapılanlar bu küfür zümresine dahil olmaktadır. Burada herkes için söylenecek şey Kur’ân Kerim de bir şey okuduğumuz da kınamak ayıplamak yerine kendimize ne hisse çıkartabildiğimizdir.
Bu ayetler imanın esaslarına dair bize bir işarettir:
Em hasibtum en tedhulûl cennete ve lemmâ ye’tikum meselullezîne halev min kablikum messethumul be’sâu ved darrâu ve zulzilû hattâ yekûler resûlu vellezîne âmenû meahu metâ nasrullâh(nasrullâhi), e lâ inne nasrallâhi karîb(karîbun).
Yoksa siz, kendinizden önce yaşayanların başına gelenlerin, sizin de başınıza gelmedikçe, cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Onlara (öyle) şiddetli belâ ve sıkıntılar (felâketler) dokundu ki, resûl ve onun yanındaki âmenû olanlar: “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar sarsıldılar. Allah’ın yardımı gerçekten yakın değil mi?
Yâ eyyuhâllezîne âmenû, âminû billâhi ve resûlihî vel kitâbillezî nezzele alâ resûlihî vel kitâbillezî enzele min kabl(kablu). Ve men yekfur billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulihî vel yevmil âhıri fe kad dalle dalâlen baîdâ(baîden).
Ey iman edenler!iman ediniz: Allah’a, Peygamberi’ne, ona indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman ediniz. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam anlamıyla sapıtmıştır.
Nasıl tekrar iman edeceğiz.?
Burada anlatılmak istenen imanın idrakının, derecesinin artması,hergün daha güçlü kabullenişle daha da bir sıddıkiyetle, ihlasla sarılmaktır.
Sohbet katılımcısı :Sekülerizm denilen kavram deisizm’le aynı mıdır.? ALLAH’ın varlığına inanıyorlar mı.?
Kur’ân’a göre ALLAH’ın varlığına inanmayan neredeyse yok.! Bugün sekülerizm denilen , akılcılık, mantıkçılık,materyalizm denilen felsefeler genel bir deyişle dehrilik anlayışındalar.Dehr zaman demek ve bu bizim bildiğimiz anlamda zaman değil çok farklı manalar içermektedir.
Ve kâlû mâ hiye illâ hayâtuned dunyâ nemûtu ve nahyâ ve mâ yuhlikunâ illed dehr(dehru), ve mâ lehum bi zâlike min ilm(ilmin), in hum illâ yezunnûn(yezunnûne)
Ve: “O (hayat), dünya hayatımızdan başka birşey değildir, ölürüz ve diriliriz. Ve bizi dehrden (zamandan) başka birşey helâk edemez.” dediler. Ve onların bu konuda ilimden (nasipleri) yoktur. Onlar sadece zanda bulunurlar.
Burda da dolayısıyla biz doğa tabiat kanunların sonucunda biz ölürüz.Burada ki tehlikeli anlayış ALLAH’ı devreden çıkarmaktır.Günümüzde de insanların bir kısmı bu tür tabirler( doğa kanunları) kullanmaktadır.
“ALLAH’ın kanunları” demekten imtina ediliyor. İslam literatüründe dehrilik denilen akımın bir kısmı. Sekülerizm de bu düşüncenin felsefik ismidir.Burda yer alan aynı mantık, günümüzde bizlerde de mevcut..
Nedense bizler islamiyeti Batı’ya anlatırken onların kabullenebileceği bir şekilde,onlara hoş gözükecek ,şirin gösterme gayreti içine girip anlatıyoruz.
Ancak Peygamber Efendimiz’in metodunda böyle bir şey yoktu.!
Anlatıyor, ya ikna olursunuz ya kılıçla ya da fidye verirsiniz. Fidye vermek boyun bükmektir.
Maalesef dış referanslı olanlar,Batı’ya şirin gözükme derdinde olanlar, islamiyeti seküler mantık içerisinde ,materyalist mantık gayreti içerisinde anlatmaya çalışıyorlar.
Bu durum mûcizeyi reddetmeye ,miracı reddetmeye,olağanüstü gaybî birtakım olayları reddetmeye kadar giden bir zorlamaya gidiyor.
Eğer ahlaki tarafları güzelse elbette bunlardan yararlanmak gerekir.İlmi tarafları varsa alacaksın.yalnız kendi dininin esaslarını onların kabul edebileceği biçimlere sokamazsın .Dinin sahibi ALLAH’tır.Sen tebliğini yap kabul eder ya da etmez önemli olan sözü hikmetle söylemedir.
devam edelim…
ve lev tera/ وَلَوْ تَرَى . : Ah bir görsen / keşke görsen.
Burada sonuç açıklanmıyor, yani gördüğünde halin nice olacak… izahat içermiyor.Fakat ayetin devamında sahne anlatılıyor.
inde rabbihim /عِند رَبِّهِمْ : Rabb’lerinin yanında
Müşrikler ALLAH’a inanıyor ama ALLAH’ın sistemini kabul etmiyorlar.Ancak ahirette Rabb’lerinin yanında(huzurunda) tutulacaklar tevkif edilecekler. Rabb’leri denmesinin sebebi bu.
yerciu ba’duhum ilâ ba’dınil / يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ :Bazıları, bazılarına yani birbirlerine dönüyorlar
el-Kavle/الْقَوْلَ : Birbirlerine kavilleşmek, söz söylemek(söz atmak) için dönerler.
Bütün bu anlatılanlarda Rabb’im ahiret sahnelerini bizlerin gözlerinin önüne getirerek neler olacağını hatırlatıyor ; dikkat edin diyor.
Vellezîne yu’minûne bi mâ unzile ileyke ve mâ unzile min kablik(kablike) ve bil âhireti hum yûkınûn(yûkınûne).
Ve onlar o kimselerdir ki sana indirilmiş ve senden evvel indirilmiş kitaplara da imân ederler ve onlar ahirete de yakînen kani olurlar.
İşte bir şekilde bu “Yakîneninanın” emri verildikten sonra, Kur’ân-ı Kerîm’in içerisinde Rabb’imin indinde olmuş olan bu sahneler bizim gözümüzün önüne getirilerek bizim yakinen inancımızı da artırmaktadır.
Diyecek ki o kimseler ki ( Zayıf olanlar, zayıf hale getirilenler)
Lillezînestekberû / لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا
Kibirlenenlere diyecekler ki :(Burada iki grup insan var : biri zayıf olanlar; biri kibirlenenler)
lev lâ entum le kunnâ mûminîn / لَوْلَا أَنتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِنِينَ
Keşke siz olmasaydınız ; biz müminlerden olurduk.
Zahiren düşünmek gerekirse ,o zaman daki bu zayıf olanlar , köleler yada alt sınıfa ait insanlardan olabilir.İşte bunlar diğer kibirlenenlere dönerek “siz olmasaydınız biz iman etmiş olurduk “diyecekler.
Bizlere haber verilen bu ahiret sahnesinde iki grubun atışması var.
Bu gruplardan biri ellezineestekberu/لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا
Kibirlenenler,büyüklenenler etimoloji(kelime bilimi) itibariyle bu kelime k-b-r kökünden türemiştir. istifâl bâbından gelmektedir.Başta ki ‘i,s,t’ harfleri Arapçada kelimeye ön ek olarak geldiği zaman iki anlamı vardır.
Birincisi birşeyi yapmak isteme anlamındadır.Diğeri o hale getirme manasındadır.
Yani kibirlenmek isteyen anlamındadır.Yani nefis ve şeytanın vesveseleri, ona kendini olduğundan büyük ve değerli göstermeyi telkin ediyor.
Kişi de nefsinin zaaflarıyla kendini o konumda görüyor/görmek istiyor ; ALLAH’ın da imtihan için kişiye vermiş olduğu mal ve evlatlar da kişinin kibrinin artmasına sebep olabiliyor.
Ayette anlatıldığı üzere bu kibirlenen gruba başka bir grup laf atıyor.Bu grup ayette işaret edilen:
Bu kelimenin kökeninde de” zaif “anlamı var.Bu kelime de yine arapça istifâl bâbından gelmektedir. Zayıf olanlar kastedilirken zayıflık gösterenler,zayıf olmak isteyenler veyahut ta zaafiyet içerisinde bulunma durumunda olmak isteyenler anlamı vermek yerinde olur.
Zaif konumunda olmak bu gruba ait kişilerin bir marazıdır.Yine burda ki istud’ifû kelimesinin başında ‘i,s,t’ harfleri ; eylemi , durumu yapmayı isteme ya dao hale getirmek anlamına geliyor.
İlk manasıyla zayıf olmak isteyenler , bir diğer anlamıyla ise zayıf hale getirilenler manasına ulaşabiliriz.
Manaya bakacak olursak burada bir grup kibirlenmek istiyor ; diğer grup ise zayıf olmak istiyor.
İşte aşağılık kompleksi denilen ,güçsüzlük ,cesaretsizlik denilen hastalığın Kur’ân’ daki ifadesi budur.Kur’ân daki bu ayetlerdeki kelimelerin içinde geçen incelikler bize herşeyi özetliyor.
Yine hatırlayın Fatihâ süresini izah etmeye çalışırken şuna değinmiştik:
İhdinâ’s- sırâte’l-mustakîm /اهدِنَا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ: Bizi sırati müstakime hidayet et.
Buradaki “müstakim” ifadesinin kökünde de yine ‘i,s,t’ harfleri yani istif’âl kalıbı var.Fiilin asıl kökü “kâme” yani ayakta durmak, dik durmak ,doğrulmak anlamlarına dolayısıyla
“dik tutmak isteyen’’ anlamındadır.
Sırâtel mustakîm’, “müslümanın dik olarak ayakta durduğu, başının dik hale getirildiği yol “özelliği taşımaktadır.İşte ALLAH u Teâla , Müslümanın böyle, özgüvenli ve vakarlı olmasını istiyor. ALLAH’ın Müslümana yüklediği izzet kişiye ka’me (ayakta dik durma) hissi vermekle Müslümanı kimlikli ve kişilikli biri yapıyor.
İşte ayette bahsi geçen bu kişilerin zaaflarının sonucu ve diğer kibirlenenlerin dünyevi avantajları neticesinde bu durum ortaya çıkıyor. Ama Bilal-i Habeşî sapkınlığa uymayarak Peygamber efendimiz (S.A.V)’in daha hayata iken, ‘Cennette ki takunya seslerini duyduğu’ bir sahabe oldu.
Burada ifade edilen “zayıf olmak isteyenlerden “olmadığı için oldu. ALLAH da onu azîz kıldı.
Haniflik konusunda da buna değinmiştik; Öyle bir ALLAH’a iman edeceksin, dayanacaksın , güveneceksin ki, ALLAH’tan başka hiçbirşey seni korkutmayacak. Rızkın ALLAH’tan geldiğini bilirsen, sana malıyla mülküyle kibirli olanlara meyletmezsin.Kedi neden kıymetli çünkü rızkın ALLAH’TAN geldiğini bilir.Bilmeyenler kedi için nankör derler.
Ancak tasavvuf alimleri kedinin nankör olmadığını , rızkın ALLAH’tan geldiğini bildiğini söylemişlerdir.
İşte haniflikte de bu var:
Sırtını ALLAH’a dayadığın zaman , diğer unsurlara, kişilere ALLAH’tan fazla önem vermezsin.Verdiğin takdirde tehlike başlar.
Ayet-i Kerîm’e de kaldığımız noktaya dönersek; Bu zayıf olanlar kibirli olanlara ne diyorlardı: ‘’Eğer siz olmasanız biz kesinlikle müminlerden oluruz’’. Aslında müminlerden olacaklarmış o potansiyel var ama mümin olmamalarının sebebini küfür ehlinin varlığına bağlıyorlar.
Se nurîhim âyâtinâ fîl âfâkı ve fî enfusihim hattâ yetebeyyene lehum ennehul hakk(hakku), e ve lem yekfi bi rabbike ennehu alâ kulli şey’in şehîd(şehîdun)
Âyetlerimizi afakta ve enfüste onlara göstereceğiz. O’nun hak olduğu onlara tebeyyün etsin (açıkça belli olsun) diye.Rabbinin herşeye şahit olması kâfi değil mi?
İşte sohbetimizİn konusu bu ayetler, genişce âfâkî mahiyetteydi (açıkça gözüken). Enfüsi dediğimde biraz daha inceliklere, derinlere inen ve kişisel olarak değerlendirdiklerimizdir. Şimdi biz bu ayeti kişisel olarak ele aldığımızda; bizim içimizde de kibirlenmek isteyen bir yapımızın ve zaif olan bir yanımızın olabileceği gerçeği ortaya çıkar.
Anlatılan bu ayetlerde ki ahiret perdeleri kalktığında imtihan sırrı ortadan kalktığında , herşey alenî olarak ortaya çıktığında, dünyada işleyen mekanizmanın ne olduğunu insanlar anlayacak.!
Nefisler anlaşılacak.! Bilinçaltı anlaşılacak.!
Bilişsel farklılıklarla algılama düzeyi herşey ortaya çıktığında insanlar diyecek ki: Eğer siz olmasaydınız, (yani nefislerin kibirlenmeye müsait yapıları ), benim o iman eden kısmım ortaya çıkardı.
Bir insanın tamamen mümin olmasını engelleyen sistem işte o kibirlenme eğilimi olan, yine insanın kendi içinde olan sistemdir yani nefsidir. Orada insan emmare mertebesinde nefsine dönüp diyecek ki : “eğer sen olmasaydın ben müminlerden olurdum”.Benim mümin olmamı engelleyen şey meğerse ,sen(nefs)mişsin.
Bir Hadis-i Şerîf’te:
Ölmeden evvel ölünüz. (S.A.V) buyurulmaktadır.
Bir gün öldüğünde sen zaten bu gerçekleri anlayacaksın.Sen ölmeden evvel içindeki kibirlenmeye müsait nefsani mekanizmanı ehlileştir, terbiye et ki iman derecen artsın. Bir gün zaten onu (nefsini) suçlayacaksın.
Ayette söylenen “ve lev terâ ” /وَلَوْ تَرَى : ( keşke görsen) ifadesi ile bu durum vurgulanıyor. Ölüm bir müminin sürekli düşünmek zorunda olduğu bir hal! Ölüm de bu işleyen hayatın sürecinin sonrası demektir. Bu sürecin işlenmesinde kişi yakinen iman etmelidir.
Ve mâ hâzihil hayâtud dunyâ illâ lehvun ve laib(laibun), ve inned dârel âhırete le hiyel hayevân(hayevânu), lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).
Bu dünya hayatı sadece bir oyun ve oyalanmadan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı.
ALLAH u Teâla bize bu ahiret sahnelerini hatırlatarak onların durumunu haber vermekte, bize onlar gibi olmayın demekte, bu afâkî manası idi. Bir de enfüsi manasıyla , sizlerin de içlerinde kibirlenmek isteyen sizi zayıf duruma getirmek isteyen bir yapınız var. Dikkat et dizginler nefsinin elinde olmasın sonrasında birbirinizleri suçlayacak durumda olursun sahnesine ikaz yer almaktadır.
Deniyor ki: Nefs olmasaydı insanlar RABB’lerine yapışırlardı.
Çünkü hidayet unsurları insaoğlunda fazlasıyla var.Öncelikle ALLAH’ın emrinden olan Ruh’u taşıyoruz.
Ve yes’elûneke anir rûh(rûhı), kulir rûhu min emri rabbî ve mâ ûtîtum minel ilmi illâ kalîlâ(kalîlen).
Sana ruhtan sual ederler. De ki: «Ruh Rabbimin emrindendir. Size ise ilimden ancak az birşey verilmiştir.
Bizde zaten melekut aleminden ;o yüce lâtîf alemden gelen ruh var.ALLAH u Teâla’ya şahit olan bir unsur bizde var.
Kelime-i Şehadet getirirken de (eşhedü) şahit olan ,bizde var olan bu ruh’tur. İşte bizler bu ruh bilincini kuvvetlendirdiğimizde şahit olmuş oluyoruz.İşte o alemde ki şahit konumunda olan bu ruh’tu.Hem bu şahit olan ruh’la ve ALLAH’ın içimize koyduğu diğer hidayet mekanizmaları ile birlikte (kitap,peygamber,din) neticesinde herkes zaten mümindir.
Nefs ile ruh birbirinden tamamen farklı kavramlardır.Maalesef çoğu bu konudan uzak kişiler bu ikisini birbirleriyle karıştırmaktadır. Hatta son surelerin birisinde “nefisler birleştirildiğinde/çiftleştirildiğinde/eşleştirildiğinde” diyor :
(Tekvîr-7)
وَإِذَا النُّفُوسُ زُوِّجَت
Ve izen nufûsu zuvvicet.
Nefisler eşleştirildiğinde (iyiler iyilerle, kötüler kötülerle bir araya toplandığında)
Ancak bu ayet bazı meallerinde “ruhlar çiftleştirildiğinde” gibi teknik bir hata yapılmıştır.Çünkü ruh ALLAH’ın emrinden, bu dünyada gurbette gibi yaşayan ALLAH’a şahit olmuş bir değer. Nefsler ise zevceyn’dir Yani dişiliği erkekliği olandır.Bir şey de nefs varsa bilin ki cinsiyet de vardır. Bakınız meleklerde cinsiyet var mı:? Yok..Çünkü onlar ruhanî varlıklardır. Cebrail (a.s) sıfatı Ruh-ûl Emîn ya da Ruh-ûl Kudûs’tür. Ruh onun sıfatı olmuş, dişi ya da erkekliğinden söz edilemez.
Ve cealûl melâiketellezîne hum ibâdur rahmâni inâsâ(inâsen), e şehidû halkahum, setuktebu şehâdetuhum ve yus’elûn(yus’elûne).
Ve o Rahmân’ın kulları olan melekleridişiler kıldılar. Onların yaradılışlarında hazır mı bulundular? Elbette onların şehâdetleri yazılacak ve sual olunacaklardır.
İşte bunlar Kur’ân’la içiçe olmayanların bu manevi mekanizmalardan uzak olanların yorumlarıdır.
Tekrar konumuza dönersek;
Eğer sen “Ölmeden evvel ölünüz’’ Hadis-i Şerif’ini tatbik edersen, bu gerçekliklerin farkına varıp yaşarsan ; yani içindeki kibirlenen büyüklenen sistemin olduğunu bilirsen; nefsinin her dediğini yapmazsın,ona muhalefet olursun,onu tezkiye ve terbiye edersin. Böylece hem ahiretin için faydalı olur , hem de bu dünyada iman etmene vesile olur.
İşte ALLAH u Teâla 31 .Ayette bu gerçekliği bize
hem afâkî olarak hem enfüsi olarak anlatıyor.
ALLAH-U TEALA BİZLERİ
ölmeden evvel ölenlerden ;
nefsimizin farkına varıp,
kibirlenmek isteyen mekanizmalara karşı dirayetli;