YASİN (9.Sohbet)23.Ayet”RAHMAN”

SOHBETİN SES KAYDINI DİNLE:



ALTERNATİF LİNK : (DİNLEME ve İNDİRME yapılabilir)

https://yadi.sk/d/ZjG_1w6GyB46x


YASİN 23

أَأَتَّخِذُ مِن دُونِهِ آلِهَةً إِن يُرِدْنِ الرَّحْمَن بِضُرٍّ لاَّ تُغْنِ عَنِّي شَفَاعَتُهُمْ شَيْئًا وَلاَ يُنقِذُونِ

E ettehızu min dûnihî âliheten in yuridnir rahmânu bi durrin lâ tugni annî şefâatuhum şey’en ve lâ yunkızûni.

1. e ettehızu : ben edinir miyim
2. min dûni-hi : ondan başka
3. âliheten : ilâhlar
4. in yurid-ni : eğer bana (benim için) diler
5. er rahmânu : Rahmân
6. bi durrin : bir zararı
7. lâ tugni
(lâ tugni … şey’en)
: gidermez, yarar sağlamaz, fayda vermez
: (bir şey gidermez)
8. an-nî : benden (bana)
9. şefâatu-hum : onların şefaati
10 şey’en : bir şey
11 ve lâ yunkızû-ni : ve beni kurtaramazlar

“Ben, O’ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer Rahmân bana bir zarar dilerse, onların şefaati bana bir (şey) fayda vermez (sağlamaz). Ve onlar beni kurtaramazlar.”

YASİN (8.Sohbet) 21-22.Ayetler “hidayet/ihtida”

YASİN 8.SOHBET



ALTERNATİF LİNK:

https://yadi.sk/d/_WbziXz0xqkyK


YASİN 21:

تَّبِعُوا مَن لاَّ يَسْأَلُكُمْ أَجْرًا وَهُم مُّهْتَدُونَ

İttebiû men lâ yes’elukum ecran ve hum muhtedûn(muhtedûne).

1. ittebiû : tâbî olun
2. men : kim, kişi(ler)
3. lâ yes’elu-kum : sizden istemiyor
4. ecren : (bir) ecir, ücret
5. ve hum : ve onlar
6. muhtedûne : hidayete ermiş olanlar

” sizden ücret istemeyen  kişilere tâbî olun. Ve onlar,  (hidayete ermişlerdir,hidayet üzeredirler.”


YASİN 22:

وَمَا لِي لاَ أَعْبُدُ الَّذِي فَطَرَنِي وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿٢٢﴾

Ve mâ liye lâ a’budullezî fataranî ve ileyhi turceûn(turceûne).

1. ve mâ : ve şey, ne, niçin
2. liye : bana, ben
3. lâ a’budu : ben kul olmam
4. ellezî : ki o
5. fatara-nî : beni(Fıtrat üzere) yarattı
6. ve ileyhi : ve ona
7. turceûne : döndürüleceksiniz

“Ve ben, niçin beni (Fıtrat üzere) Yaratan’a kul olmayayım ki;

siz, O’na döndürüleceksiniz.”

FATIR(20.Sohbet)44-45.ayetler(son)

SOHBETİ DİNLE:



SOHBETİ DİNLEMEK VEYA İNDİRMEK İÇİN ALTERNATİF LİNK:

https://yadi.sk/d/FN8zKzWnrZwst


FATIR 44:

أَوَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَكَانُوا أَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيُعْجِزَهُ مِن شَيْءٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَلَا فِي الْأَرْضِ إِنَّهُ كَانَ عَلِيمًا قَدِيرًا

E ve lem yesîrû fîl ardı fe yanzurû keyfe kâne âkıbetullezîne min kablihim ve kânû eşedde minhum kuvveten, ve mâ kânallâhu lî yu’cizehu min şey’in fîs semâvâti ve lâ fîl ardı, innehu kâne alîmen kadîrâ( kadîran).

1. e : mı
2 (e lem yenzurû) : ve gezmediler  (bakmadılar mı)
3. fî el ardı : yeryüzünde
4. fe : artık, böylece
5. yenzurû : bakarlar
6. keyfe : nasıl
7. kâne : oldu
8. âkıbetu : akıbet, son, sonuç
9. ellezîne : onlar
10 min kabli-him : onlardan önce
11 ve kânû : ve oldular, idiler
12 eşedde : daha çok, şiddetli
13 min-hum : onlardan
14 kuvveten : kuvvet, güç
15 ve mâ kâne : ve olmadı
16 allâhu : Allah
17 lî yu’cize-hu : onu aciz bırakacak
18 min şey’in : bir şey(den)
19 fî es semâvâti : semalarda, göklerde
2 ve lâ fî el ardı : ve arzda, yeryüzünde yoktur
21 inne-hu : muhakkak o
22 kâne : oldu
23 alîmen : en iyi bilen
24 kadîren : kaadir olan, gücü yeten

“Yeryüzünde dolaşıp, onlardan öncekilerin akıbeti (sonu) nasıl oldu bakmadılar mı? Ve onlardan daha çok kuvvetliydiler. Göklerde ve yerde Allah’ı aciz bırakacak (hiç)bir şey yoktur. Muhakkak ki O, en iyi bilendir, (herşeye) kaadirdir.”


FATIR 45:

وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللَّهُ النَّاسَ بِمَا كَسَبُوا مَا تَرَكَ عَلَى ظَهْرِهَا مِن دَابَّةٍ وَلَكِن يُؤَخِّرُهُمْ إِلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى فَإِذَا جَاء أَجَلُهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ بِعِبَادِهِ بَصِيرًا

Ve lev yuâhızullâhun nâse bimâ kesebû mâ terake alâ zahrihâ min dâbbetin, ve lâkin yuahhıruhum ilâ ecelin musemmâ(musemmen), fe izâ câe eceluhum fe innallâhe kâne bi ibâdihî basîrâ(basîran).

1. ve lev : ve eğer, şâyet
2. yûâhızu : muaheze eder, sorgular
3. allâhu : Allah
4. en nâse : insanlar
5. bi-mâ : sebebiyle
6. kesebû : kazandılar
7. mâ tereke : terketmedi, bırakmadı
8. alâ zahri-hâ : onun sırtında, onun üstünde
9. min dâbbetin : bir dabbe, yürüyen bir canlı
10 ve lâkin : ve lâkin
11 yûahhıru-hum : onları tehir eder, erteler
12 ilâ ecelin : bir zamana kadar
13 musemmen : isimlendirilmiş, belirlenmiş
14 fe : artık, fakat
15 izâ : o zaman
16 câe : geldi
17 ecelu-hum : onların eceli, onların zamanının sonu
18 fe : o zaman
19 innallâhe (inne allâhe) : muhakkak ki Allah
2 kâne : odu, idi
21 bi ibâdi-hi : onun kullarını, kullarını
22 basîren : gören

” Ve eğer Allah insanları, kazandıkları şeyler sebebiyle muaheze etseydi (sorgulasaydı), onun üstünde (yeryüzünde) dabbe (yürüyen bir canlı) bırakmazdı. Ve lâkin belirlenmiş bir zamana kadar onları tehir eder (erteler). Fakat onların ecelleri geldiği zaman (hesaba çeker). Muhakkak ki Allah, kullarını görendir.”

 

FATIR (19.Sohbet) 41-42-43.ayetler

SOHBETİ DİNLE:


DİNLEMEK VEYA İNDİRMEK İÇİN ALTERNATİF LİNK:

https://yadi.sk/d/gQyD2nPdrRg2q

 


FATIR 41:

إِنَّ اللَّهَ يُمْسِكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ أَن تَزُولَا

وَلَئِن زَالَتَا إِنْ أَمْسَكَهُمَا مِنْ أَحَدٍ مِّن بَعْدِهِ

إِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا

İnnallâhe yumsikus semâvâti vel arda en tezûlâ, ve le in zâletâ in emsekehumâ min ehadin min ba’dihî, innehu kâne halîmen gafûrâ(gafûran).

1. inne allâhe : muhakkak ki Allah
2. yumsiku : tutar
3. es semâvâti : samalar, gökler
4. ve el arda : ve arz, yeryüzü, yer
5. en tezûlâ : (ikisinin) zail olması, helâk olması, yok olması
6. ve le : ve elbette, mutlaka, gerçekten
7. in zâletâ : eğer (ikisi) zail olursa (yok olursa)
8. in : sadece
9. emseke-humâ : o ikisini tutar
10 min ehadin : birisi
11 min ba’di-hi : ondan sonra
12 inne-hu : muhakkak o
13 kâne : idi, oldu
14 halîmen : halîm
15 gafûran : gafur, mağfiret eden, günahları sevaba çeviren

 Muhakkak ki Allah, gökleri ve yeri, zail olurlar diye (zail olmaması için) tutuyor. Gerçekten ikisi de zail olurlarsa (yok olurlarsa), ondan sonra, o ikisini (gökleri ve yeri) O’ndan (Allah’tan) başka tutacak (yoktur). Muhakkak ki O; Halîm’dir, Gafûr’dur .


FATIR 42:

وَأَقْسَمُوا بِاللَّهِ جَهْدَ أَيْمَانِهِمْ لَئِن جَاءهُمْ نَذِيرٌ لَّيَكُونُنَّ أَهْدَى مِنْ إِحْدَى الْأُمَمِ

فَلَمَّا جَاءهُمْ نَذِيرٌ مَّا زَادَهُمْ إِلَّا نُفُورًا

Ve aksemû billâhi cehde eymânihim le in câehum nezîrun le yekûnunne ehdâ min ihdâl umemi, fe lemmâ câehum nezîrun mâ zâdehum illâ nufûrâ(nufûran).

1. ve aksemû : ve kasem ettiler
2. billâhi (bi allâhi) : Allah’a
3. cehde : cehd ederek, kuvvetli olarak
4. eymâni-him : oların yeminleri
5. le : elbette, mutlaka, gerçekten
6. in : eğer
7. câe-hum : onlara geldi
8. nezîrun : nezir, uyarıcı
9. le yekûnunne : mutlaka olurlar
10 ehdâ : en çok hidayete eren
11 min : den
12 ihdâ : ahed, bir
13 el umemi : ümmetler
14 fe : fakat
15 lemmâ : olduğu zaman
16 câe-hum : onlara geldi
17 nezîrun : nezir, uyarıcı
18 mâ zâde-hum : onlara artırmadı
19 illâ : den başka
2 nufûran : nefret

Ve Allah’a en kuvvetli yeminleri ile kasem ettiler. Eğer gerçekten onlara nezir gelirse, mutlaka en çok hidayete eren ümmetlerden biri olacaklarına. Fakat (bu), onlara nezir (uyarıcı) geldiği zaman onların nefretlerinden başka bir şeyi artırmadı.


FATIR 43:

اسْتِكْبَارًا فِي الْأَرْضِ    وَمَكْرَ السَّيِّئِ وَلَا يَحِيقُ الْمَكْرُ السَّيِّئُ إِلَّا بِأَهْلِهِ

فَهَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا سُنَّتَ الْأَوَّلِينَ

فَلَن تَجِدَ لِسُنَّتِ اللَّهِ تَبْدِيلًا

وَلَن تَجِدَ لِسُنَّتِ اللَّهِ تَحْوِيلًا

İstikbâran fîl ardı ve mekres seyyii, ve lâ yahîkul mekrus seyyiu illâ bi ehlihî, fe hel yanzurûne illâ sunnetel evvelîn(evvelîne), fe len tecide li sunnetillâhi tebdîlâ(tebdîlen), ve len tecide li sunnetillâhi tahvîlâ(tahvîlen).

1. istikbâren : büyüklenerek, kibirlenerek kötülük düzenlediler
2. fî el ardı : arzda, yeryüzünde
3. ve mekre es seyyii : ve kötülük düzeni, kötü hile
4. ve lâ yahîku : ve isabet etmez, ulaşmaz
5. ve mekru es seyyii : ve kötülük düzeni, kötü hile
6. illâ : ancak, oysa
7. bi : … e
8. ehli-hi : onun sahibi
9. fe : artık, öyleyse
10 hel : mı, mi
11 yenzurûne : gözlüyorlar (bekliyorlar)
12 illâ : den başka
13 sunnete : sünnet, kanun
14 el evvelîne : evvelkiler
15 fe : artık, bundan sonra
16 len tecide : asla bulamazsın
17 li sunnetillâhi : Allah’ın sünnetinde
18 tebdîlen : bedel, değişiklik
19 ve len tecide : ve asla bulamazsın
2 li sunnetillâhi : Allah’ın sünnetinde
21 tahvîlen : tahvil, dönüşüm, değişme

Yeryüzünde kibirlendiler ve kötü hile düzenlediler. Oysa kötü hileler, sahibinden başkasına isabet etmez (ulaşmaz). Öyleyse onlar, evvelkilerin sünnetinden başkasını mı gözlüyorlar (bekliyorlar)? Halbuki Allah’ın sünnetinde asla bir tebdil (değişiklik) bulamazsın. Ve Allah’ın sünnetinde asla bir tahvil (değişme) bulamazsın.

FATIR (18.Sohbet)39-40.Ayetler

 

SOHBETİ DİNLE:


DİNLEMEK VE İNDİRMEK İÇİN ALTERNATİF LİNK:

https://yadi.sk/d/agOKxyNgrFbvr


FATIR 39:

هُوَ الَّذِي جَعَلَكُمْ خَلَائِفَ فِي الْأَرْضِ

      فَمَن كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُ   وَلَا يَزِيدُ الْكَافِرِينَ كُفْرُهُمْ    عِندَ رَبِّهِمْ     إِلَّا مَقْتًا

   وَلَا يَزِيدُ الْكَافِرِينَ كُفْرُهُمْ إِلَّا خَسَارًا

Huvellezî cealekum halâife fîl ardı, fe men kefere fe aleyhi kufruhu, ve lâ yezîdul kâfirîne kufruhum inde rabbihim illâ maktâ(makten), ve lâ yezîdul kâfirîne kufruhum illâ hasârâ(hasâran).

1. huve : o
2. ellezî : ki o
3. ceale-kum : sizi kıldı
4. halâife : halifeler
5. fî el ardı : yeryüzünde
6. fe : artık, o taktirde, o zaman
7. men : kim
8. kefere : inkâr etti
9. fe : artık, o taktirde, o zaman
10 aleyhi : onun üzerine
11 kufru-hu : onun küfrü
12 ve lâ yezîdu : ve artırmaz
13 el kâfirîne : kâfirler
14 kufru-hum : onların küfrü
15 inde : yanında, huzurunda
16 rabbi-him : onların Rabbi
17 illâ : ancak, den başka
18 makten : gazap, kızgınlık, öfke
19 ve lâ yezîdu : ve artırmaz
2 el kâfirîne : kâfirler
21 kufru-hum : onların küfürleri
22 illâ : ancak, den başka
23 hasâren : hasar, zarar ziyan

“Sizi yeryüzünde halifeler kılan O’dur. Artık kim inkâr ederse, o zaman onun küfrü kendi aleyhinedir. Kâfirlere küfürleri, Rab’lerinin huzurunda, gazaptan başka bir şey artırmaz ve kâfirlere küfürleri, hasardan (ziyandan) başka bir şey artırmaz.”


FATIR 40:

قُلْ   أَرَأَيْتُمْ شُرَكَاءكُمُ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ

    أَرُونِي   مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْأَرْضِ

أَمْ لَهُمْ شِرْكٌ فِي السَّمَاوَاتِ

    أَمْ آتَيْنَاهُمْ كِتَابًا فَهُمْ عَلَى بَيِّنَةٍ مِّنْهُ

بَلْ     إِن يَعِدُ الظَّالِمُونَ بَعْضُهُم بَعْضًا إِلَّا غُرُورًا

Kul e raeytum şurakâekumullezîne ted’ûne min dûnillâhi, erûnî mâzâ halakû minel ardı em lehum şirkun fîs semâvât(semâvâti), em âteynâhum kitâben fe hum alâ beyyinetin minhu, bel in yaıduz zâlimûne ba’duhum ba’dan illâ gurûrâ(gurûran).

1. kul : de, söyle
2. e reeytum : siz gördünüz mü
3. şurekâe-kum : sizin ortaklarınız
4. ellezîne : ki onlar
5. ted’ûne : tapıyorsunuz/dua ediyorsunuz/çağırıyorsunuz
6. min dûni allâhi : Allah’tan başka
7. erû-nî : bana gösterin
8. mâzâ : ne, neyi
9. halakû : halkettiler, yarattılar
10 min el ardı : yerden, topraktan
11 em : yoksa, veya (öyle) mi
12 lehum : onların vardır
13 şirkun : şirk, ortaklık
14 fî es semâvâti : semalarda, göklerde
15 em : yoksa, veya
16 âteynâ-hum : onlara verdik
17 kitâben : kitap
18 fe : artık, öyleki
19 hum : onlar
2 alâ beyyinetin : beyyine üzerinde, delil üzerinde
21 min-hu : ondan
22 bel : hayır
23 in : eğer, sadece, ancak
24 yaıdu : vaadediyorlar
25 ez zâlimûne : zalimler, zulmedenler
26 ba’du-hum ba’dan : onların bir kısmı bir kısmına, birbirlerine
27 illâ

 

: ancak, sadece, den başka  (sadece, ancak)
28 gurûran : aldatma, aldatıcı şeyler

De ki: “Allah’tan başka taptığınız /çağırdığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Bana gösterin! Yerden  ne halkettiler (yarattılar). Veya onların göklerde ortakları mı var? Yoksa onlara kitap mı verdik de onlar, ondan (o kitaptan) bir beyyine (delil) üzerindeler mi (üzerinde mi oldular)? Hayır, zalimler sadece birbirlerine aldatıcı şeyler vaadederler.”

 

FATIR (17.Sohbet)36-37-38.Ayetler

SOHBETİ DİNLE:



İNDİRMEK VEYA DİNLEMEK İÇİN ALTERNATİF LİNK:

https://yadi.sk/d/dTbA8dj1r59q2

 


FATIR 36:

وَالَّذِينَ كَفَرُوا لَهُمْ نَارُ جَهَنَّمَ لَا يُقْضَى عَلَيْهِمْ فَيَمُوتُوا وَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُم مِّنْ عَذَابِهَا كَذَلِكَ نَجْزِي كُلَّ كَفُورٍ

Vellezîne keferû lehum nâru cehennem(cehenneme), lâ yukdâ aleyhim fe yemûtû ve lâ yuhaffefu anhum min azâbihâ, kezâlike neczî kulle kefûr(kefûrin).

1. ve ellezîne : ve o kimseler, onlar
2. keferû : inkâr ettiler
3. lehum : onların, onlar için vardır
4. nâru : ateş
5. cehenneme : cehennem
6. lâ yukdâ : kada edilmez, karar verilmez
7. aleyhim : onlara, onlar için
8. fe : böylece
9. yemûtû : ölsünler
10 ve lâ yuhaffefu : ve hafifletilmez
11 an-hum : onlardan
12 min azâbi-hâ : onun azabından
13 kezâlike : işte böyle
14 neczî : cezalandırırız
15 kulle : hepsi, bütün
16 kefûrin : nankör olanlar

Ve inkâr edenler .Onlar için cehennem ateşi vardır. Onlar için karar/hüküm verilmez ki ölsünler ve onun azabı, onlardan hafifletilmez. İşte Biz, bütün inkâr edenleri böyle cezalandırırız.


FATIR 37:

وَهُمْ يَصْطَرِخُونَ فِيهَا رَبَّنَا أَخْرِجْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا غَيْرَ الَّذِي كُنَّا نَعْمَلُ أَوَلَمْ نُعَمِّرْكُم مَّا يَتَذَكَّرُ فِيهِ مَن تَذَكَّرَ وَجَاءكُمُ النَّذِيرُ فَذُوقُوا فَمَا لِلظَّالِمِينَ مِن نَّصِيرٍ

Ve hum yastarihûne fîhâ, rabbenâ ahricnâ na’mel sâlihan gayrallezî kunnâ na’mel(na’melu), e ve lem nuammirkum mâ yetezekkeru fîhi men tezekkere ve câekumun nezîr(nezîru), fe zûkû fe mâ liz zâlimîne min nasîr(nasîrin).

1. ve hum : ve onlar
2. yastarihûne : feryat ederler
3. fî-hâ : orada
4. rabbe-nâ : bizim Rabbimiz
5. ahric-nâ : bizi çıkar
6. na’mel el sâlihan : biz salih amel yapalım
7. gayre ellezî : ondan başka
8. kun-nâ na’melu : biz yapmış olduk
9. e : mi
10 ve lem nuammir-kum : ve size ömür vermedik
11 mâ yetezekkeru : tezekkür edebileceğiniz şey
12 fî-hi : orada
13 men tezekkere : tezekkür edecek kimse
14 ve câe-kum : ve size geldi
15 en nezîru : nezir, uyarıcı
16 fe zûkû : o zaman tadın
17 fe mâ : o zaman, artık yoktur
18 li ez zâlimîne : zalimler için
19 min nasîrin : (yardımcılardan) bir yardımcı

Ve onlar, orada feryat ederler: “Rabbimiz bizi (buradan) çıkar, yapmış olduklarımızdan başka (amel) salih amel yapalım.” Size orada (dünyada), tezekkür etmek isteyen kimsenin, tezekkür etmesine yetecek kadar bir ömür vermedik mi? Size nezir gelmedi mi? O halde (azabı) tadın. Artık zalimler için bir yardımcı yoktur.


FATIR 38:

إِنَّ اللَّهَ عَالِمُ غَيْبِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

İnnallâhe âlimu gaybis semâvâti vel ard(ardı), innehu alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).

1. inne allâhe : muhakkak ki Allah
2. âlimu : bilen
3. gaybi : gayb
4. es semâvâti : semalar, gökler
5. ve el ardı : ve arz, yeryüzü, yer
6. innehu : muhakkak ki o
7. alîmun : en iyi bilen
8. bi zâti : sahip
9. es sudûri : sine, göğüs

Muhakkak ki Allah, göklerin ve yerin gaybını bilendir. Muhakkak ki O, sinelerde olanı en iyi bilendir.

FATIR(16.SOHBET) 34-35.Ayetler

 :SOHBETİ DİNLE



SOHBETİ İNDİRMEK VEYA MP3 OLARAK DİNLEMEK İÇİN ALTERNATİF LİNK

https://yadi.sk/d/63sDY8Xtqt8gj


 

FATIR 35

وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَذْهَبَ عَنَّا الْحَزَنَ إِنَّ رَبَّنَا لَغَفُورٌ شَكُورٌ

Ve kâlûl hamdu lillâhillezî ezhebe annâl hazen(hazene), inne rabbenâ le gafûrun şekûr(şekûrun).

1. ve kâlû : ve dediler
2. el hamdu : hamd
3. li allâhi : Allah’a
4. ellezî : ki o
5. ezhebe : giderdi
6. an-nâ : bizden
7. el hazene : hüzün, gam
8. inne : muhakkak ki
9. rabbe-nâ : bizim Rabbimiz
10 le : mutlaka, gerçekten
11 gafûrun : gafûr, mağfiret eden
12 şekûrun : şekûr, artıran

“Ve bizden hüznü gideren Allah’a hamdolsun, muhakkak ki Rabbimiz, gerçekten Gafûr’dur (mağfiret eden), Şekûr’dur (şükredilen/artıran).” dediler (derler).


FATIR 35:

الَّذِي أَحَلَّنَا دَارَ الْمُقَامَةِ مِن فَضْلِهِ لَا يَمَسُّنَا فِيهَا نَصَبٌ وَلَا يَمَسُّنَا فِيهَا لُغُوبٌ

Ellezî ehallenâ dârel mukâmeti min fadlihî, lâ yemessunâ fîhâ nasabun ve lâ yemessunâ fîhâ lugûb(lugûbun).

1. ellezî : o ki, ki o
2. ehalle-nâ : bizi yerleştirdi
3. dâre : yurt, diyar
4. el mukâmeti : ikâmet edilen yer, kalınacak yer
5. min fadli-hi : onun (kendi) fazlından
6. lâ yemessu-nâ : bize dokunmaz
7. fî-hâ : orada
8. nasabun : yorgunluk
9. ve lâ yemessu-nâ : ve bize dokunmaz
10 fî-hâ : orada
11 lugûbun : bir bıkkınlık ve usanç

Ki O, bizi fazlından kalınacak (ikâmet edilecek) bir yurda yerleştirdi. Orada bize bir yorgunluk dokunmaz ve orada bize bir bıkkınlık ve usanç dokunmaz.”

 

 

FATIR (15.Sohbet) 32-33.AYETLER

SOHBETİ DİNLE:




SOHBETİ İNDİRMEK VEYA MP3 DİNLEMEK İÇİN ALTERNATİF LİNK:

https://yadi.sk/d/KCC-u9mnqhsdA


FATIR 32:

ثُمَّ أَوْرَثْنَا الْكِتَابَ الَّذِينَ اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَا فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِّنَفْسِهِ وَمِنْهُم مُّقْتَصِدٌ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ بِإِذْنِ اللَّهِ ذَلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَبِيرُ

Summe evresnâl kitâbellezînastafeynâ min ibâdinâ, fe minhum zâlimun li nefsihî, ve minhum muktesidun, ve minhum sâbikun bil hayrâti bi iznillâhi, zâlike huvel fadlul kebîr(kebîru).

1. summe : sonra
2. evresne : varis kıldık
3. el kitâbe : kitap
4. ellezîne : onlar
5. astafeynâ : biz seçtik
6. min ibâdi-nâ : (bizim) kullarımızdan
7. fe min-hum : böylece onlardan
8. zâlimun : zulmeden
9. li nefsi-hi : kendi nefsine
10 ve min-hum : ve onlardan
11 muktesidun : orta yol, orta hal
12 ve min-hum : ve onlardan
13 sâbikun : hayırlarda yarışanlar, öne geçenler
14 bi el hayrâti : hayırlarda
15 bi izni allâhi : Allah’ın izni ile
16 zâlike : işte bu
17 huve : o
18 el fadlu : fazl
19 el kebîru : büyük

Sonra kullarımızdan seçtiklerimizi kitaba varis kıldık. Böylece onlardan bir kısmı nefsine zulmedicidir, onlardan bir kısmı muktesittir. Onlardan bir kısmı da Allah’ın izniyle hayırlarda yarışanlardır. İşte o ki o, büyük fazıldır.


FATIR 33:

جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا يُحَلَّوْنَ فِيهَا مِنْ أَسَاوِرَ مِن ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤًا وَلِبَاسُهُمْ فِيهَا حَرِيرٌ

Cennâtu adnin yedhulûnehâ yuhallevne fîhâ min esâvire min zehebin ve lu’luen, ve libâsuhum fîhâ harîr(harîrun).

1. cennâtu : cennetler
2. adnin : adn
3. yedhulûne-hâ : ona girerler
4. yuhallevne : süslenirler, takarlar
5. fî-hâ : orada
6. min esâvire : bileziklerden
7. min zehebin : altın’dan
8. ve lu’luen : ve inciler
9. ve li bâsu-hum : ve onların elbiseleri
10 fî-hâ : orada
11 harîrun : ipek

(Onlar), adn cennetlerine girerler. Orada altından bilezikler ve inciler takarlar. Ve orada onların elbiseleri ipektir.

 

FATIR (14.Sohbet) 29-30-31.ayetler#

SOHBETİ DİNLE:

SOSYAL MEDYADA DOLAŞAN BU MESAJLA İLGİLİ( aslı var mı, doğru mu? ) YORUMUMUZ:

Mesajın aslı:

“Selam bu gece herkes ne dua etse kabul olur çünkü bu gece ay Kabe’yi tavaf ediyor.
Bu mesaji herkese gönderin mahrum kalmasınlar.
“ربی من کل ذنب واتوب الیک”
Bu gece Fatr suresinin 29 ve 30. ayetleri ki nazil sebebleri berekettir.
بِسمِ اللّهِ الرَّحمنِ الرَّحِيم
إِنَّ الَّذِینَ یَتْلُونَ کِتَابَ اللَّهِ وَأَقَامُوا الصَّلاةَ وَأَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلانِیَةً یَرْجُونَ تِجَارَةً لَنْ تَبُورَ ﴿٢٩﴾
لِیُوَفِّیَهُمْ أُجُورَهُمْ وَیَزِیدَهُمْ مِنْ فَضْلِهِ إِنَّهُ غَفُورٌ شَکُورٌ( ۳۰)
سُبحانَ الله يا فارِجَ الهَمّ وَ يا کاشِفَ الغَمّ فَرِّج هَـمّی وَ يَسّر اَمری وَ ارحِم ضَعفی وَ قِلَـّةَ حيلَتی وَ ارزُقنی حَيثَ لا اَحتَسِب يا رَبَّ العالَمين.
Hazreti Muhammed (saa) buyurdular ki: Her kim bu duayı insanlar arasında dağıtırsa derdi deva bulur üzüntü gamı hallolur.
İltimasi dua. Sizde bu duayı benim gibi gönderin.
Sadece bu gece”(!)


YORUMUMUZ:

1) AY Kabeyi tavaf etmez !

2) Mesajda “sadece bu gece” deniyor ama , bu mesaj uzun zamandır yılın her günü dolaştığı için mesajda kasdedilen “DUALARIN KABUL EDİLDİĞİ” ASIL GECE hangi gece olmuş oluyor ??!

Hadislerde hangi gecelerde yapılan duaların makbul olduğu açıkça beyan edilmektedir.(cuma geceleri, bayram geceleri, arefe gecesi, berat gecesi, kadir gecesi …).Lakin “Ayın kabeyi tavaf ettiği gece ” diye bir ifade yoktur.

3) Fatır suresinin 29.ayeti Medenî (yani Medine’de nazil olmuş) bir ayet ; 30.ayet ise surenin diğer ayetleri gibi Mekkî (yani Mekke’de nazil olmuş) bir ayettir. Dolayısıyla bu iki ayetin aynı gece nazil olmaları mümkün değildir.

4) 29.ve 30. ayetler birer dua ayeti değillerdir (aşağıda manasına bakın). Peygamber Efendimiz(sas)’in bu ayetlere dua demesi mümkün değildir.

5) Peygamber Efendimiz(sas)’in “Her kim bu duayı insanlar arasında dağıtırsa…” gibi ifadeleri, hadis alimlerince muteber görülmemektedir.

6) Bu gibi islami gibi gözüken feyk/ trol /kötü amaçlı mesajlarla – islami paylaşım heveslisi olan- müslümanlar, bazı kesimler tarafından kötü amaçlarına alet edilerek, tam olarak bilemediğimiz kötü fayda sağlanmasına vesile olmaktadırlar.

Müslümanların bu gibi paylaşım konularında ARTIK daha dikkatli olmaları gerekmektedir.

En iyisini Allah (c.c.) bilir.

Saygılarımızla

kuransohbeti.com


FATIR 29:

إِنَّ الَّذِينَ يَتْلُونَ كِتَابَ اللَّهِ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَأَنفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً يَرْجُونَ تِجَارَةً لَّن تَبُورَ

İnnellezîne yetlûne kitâballâhi ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ razaknâhum sirran ve alâniyeten yercûne ticâraten len tebûr.

1. Inne : muhakkak/ vurgulayark söylüyorum ki
2. ellezîne : o kimseler, onlar
3. yetlûne : okuyorlar, okurlar(tilavet)
4. kitâbe allâhi : Allah’ın kitabı(nı)
5. ve ekâmû es salâte : ve namazı ikame ettiler
6. ve enfekû : ve infâk ettiler
7. mimmâ (min mâ) : şeylerden
8. rezaknâ-hum : onları rızıklandırdık
9. sirren : sır, gizli olarak
10 ve alâniyeten : ve alenî, açık olarak
11 yercûne : ümit ederler, umarlar
12 ticâreten : ticaret, kazanç
13 len tebûre : asla kesilmeyecek olan, zarara uğramayacak

Şüphesiz ki Allah’ın Kitabı’nı okuyanlar, namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açık İNFAK edenler, asla kesilmeyecek (devam edecek) bir ticaret ümit ederler.


FATIR 30:

لِيُوَفِّيَهُمْ أُجُورَهُمْ وَيَزِيدَهُم مِّن فَضْلِهِ إِنَّهُ غَفُورٌ شَكُورٌ

Li yuveffîyehum ucûrahum ve yezîdehum min fadlihi, innehu gafûrun şekûr.

1. li : için (ki)
2. yuveffîye-hum : onlara vefa edilir, ödenir
3. ucûre-hum : onların ecirleri, mükâfatları
4. ve yezîde-hum : ve (O) onlara artırır,ziyadeleştirir
5. min fadli-hi : kendi fazlından
6. inne-hu : muhakkak o
7. gafûrun : gafûr, mağfiret eden
8. şekûrun : şükredilen/artıran

Onların ecirleri (mükâfatları) onlara vefa edilir (ödenir). Ve (Allah), onlara fazlından artırır. Muhakkak ki O; Gafûr’dur (mağfiret eden), Şekûr’dur (şükredilen/artıran)


FATIR 31:

وَالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ هُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ إِنَّ اللَّهَ بِعِبَادِهِ لَخَبِيرٌ بَصِيرٌ

Vellezî evhaynâ ileyke minel kitâbi huvel hakku musaddikan limâ beyne yedeyhi, innallâhe bi ibâdihî le habîrun basîr.

1. ve ellezî : ve ki o
2. evhaynâ : vahyettik
3. ileyke : sana
4. min el kitâbi : kitaptan
5. huve : o
6. el hakku : haktır
7. musaddikan : tasdik eden
8. limâ : şeyleri
9. beyne : arasındaki
10 yedeyhi : elleri
11 inne allâhe : muhakkak ki Allah
12 bi ibâdi-hi : onun kulları
13 le : mutlaka, gerçekten
14 habîrun : haberdar olan
15 basîrun : gören

Ve sana kitaptan vahyettiğimiz, onların ellerindekini tasdik edici olarak haktır. Muhakkak ki Allah, kullarından mutlaka haberdar olandır, (onları) görendir.


SOHBETİN YAZILI METNİ :

Fatır Suresi 14. Sohbet 30. Ayetten itibaren

Evet, arkadaşlar Fatır Suresine 30. Ayetten itibaren devam edeceğiz.

Fakat âdetimiz üzere, kopukluk olmasın diye 29 ayetten biraz alarak devam edeceğiz. Zaten sohbetin son kısmı biraz yarım kalmıştı gibi geldi bana, devam edelim inşallah.

Allahu Teâlâ, yukarıdaki ayetlerden itibaren geldiğimiz de, yaratmasında ki çeşitlilikten bahsediyordu. Muhtelif renklerde olan meyvelerden, dağ yollarından, insanlardan, hayvanlardan, en’amlardan bahsediyordu.

Daha sonrada burada ilme işaret olması bakımından “Allah’tan ancak -hakkıyla- kullarından âlim olanlar korkar” diyerek de; İlim, ilme verilen değer ve bunun Allah sevgisine, haşyetine giden yoldan bahsederek bir anlamda da burada bir ilme teşvik vardı.

Allah “Aziz ve Gafur’dur” derken de; Gafur olmasını, affediciliğini, Aziz’liğini anlayan ve tasdik edenlere nasip ediyordu. Başka bir ifade ile Allah’ın mağfiret etmesi de azizliğinin bir sonucu… Bu bağlamda da devam edersek…

İlk ayete geçtik şimdi

“İnnellezîne yetlûne kitâballâhi”

“Allah’ın kitabını okuyanlar”

İlk sırada Allah’ın kitabı vardı.

2.sırada “Ve egâmus sâlâte” “Namazı dosdoğru kılarak ikame edenler”
“Kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve aşikâr hak yolunda sarf edenler.

İşte onlar asla zarar etmeyecekleri bir ticareti ümit edebilirler.” Diyordu

Burada birinci sırada Allah’ın kitabı vardı. Ancak namaz ondan sonraydı. Bir işaret gördüm bir tefsir kitabında, cahil bir insanda sıdkıyetle Allah’a kulluk edebilir. Hiç ilmi olmayanın kitap okuması mümkün olmayacağı için burada da

“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu” ayetine işaret ederek de Kuran’ın tilavetine bir vurgu var burada.

Yani Kuran’ı hiç bilmeyen okuyabilir mi?

Allah’a sıdkıyetle ihlas tabi ki çok önemli ama bu ihlas ile beraber Allah’ın kitabını okuyabilmek içinde bir ilim gerekiyor.

Buradaki tilavet biliyorsunuz. Herhangi bir okuma değil dura dura, üzerinde dura dura düşüne düşüne okumak olduğunu hatırlatırım. Bunun ilk sırada gelmiş olması da

“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu” bir öncekinde ise

“Allah’tan hakkıyla ancak kullarından âlimler korkar” diyerek te bu aliliği Kuran’la beraber baktığımızda Kuran’ın ilim açısında âlim olmak açısından, bilerek Allah’a kulluk etmek açısından ne kadar değerli olduğunu anlıyoruz.

“Salat”, namaz küçümsemiyorum haşa sadece sıralamadaki, tertipteki vurgusunu yapıyorum. Salat daha sonra gelmiş.

Fakat bu da yetmiyor. “İnfak ederler” diyor onlar.

Neden infak ederler? O şeyden ki “Biz onları rızıklandırdık”

Bakın mallarından da demiyor. İlginç bir ifade var burada. Bizim rızık olarak verdiğimiz şeyler derken “Razagnâ” diyor. Orda na zamiri gelmiş. Demek ki biz veriyoruz diyor rızkı. Yani sahibi biziz, biz veriyoruz. “Bizim verdiğimiz rızıktan verirler” diyor.

Okumaya devam et

FATIR (13.Sohbet) 28-29. ayetler#

SOHBETİ DİNLE:


MP3 OLARAK İNDİRMEK VEYA DİNLEMEK İÇİN ALTERNATİF LİNK:

https://yadi.sk/d/HlmEN9KmqLgMS


FATIR 28:

وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَابِّ وَالْأَنْعَامِ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ كَذَلِكَ إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاء إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ غَفُورٌ

Ve minen nâsi ved devâbbi vel en’âmi muhtelifun elvânuhu kezâlike, innemâ yahşâllâhe min ibâdihil ulemâu, innallâhe azîzun gafûr(gafûrun).

1. ve min en nâsi : ve insanlardan
2. ve ed devâbbi : ve DABBE’ler
3. ve el en’âmi : ve hayvanlar
4. muhtelifun : muhtelif, çeşitli
5. elvânu-hu : onun renkleri
6. kezâlike : işte böyle
7. innemâ : sadece, ancak
8. yahşâAllâhe : Allah’a (karşı) huşû duyarlar
9. min ibâdi-hi : kullarından
10 el ulemâu : âlimler
11 inne allâhe : muhakkak Allah
12 azîzun : üstün ve güçlü olan
13 gafûrun : gafûr, mağfiret eden, günahları sevaba çeviren

Ve bunun gibi insanlardan, DABBE’LERDEN, ENAM’DAN da çeşitli renkte olanlar vardır. Ancak kullarından ulema (âlimler), Allah’a karşı HAŞYET duyar. Muhakkak ki Allah; Azîz’dir (üstün, yüce), Gafûr’dur (mağfiret eden).


FATIR 29:

إِنَّ الَّذِينَ يَتْلُونَ كِتَابَ اللَّهِ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَأَنفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً يَرْجُونَ تِجَارَةً لَّن تَبُورَ

İnnellezîne yetlûne kitâballâhi ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ razaknâhum sirran ve alâniyeten yercûne ticâraten len tebûr(tebûre).

1. Inne : muhakkak
2. ellezîne : o kimseler, onlar
3. yetlûne : okuyorlar, okurlar
4. kitâbe allâhi : Allah’ın kitabı
5. ve ekâmû es salâte : ve namazı ikame ettiler
6. ve enfekû : ve infâk ettiler
7. mimmâ (min mâ) : şeylerden
8. rezaknâ-hum : onları rızıklandırdık
9. sirren : sır, gizli olarak
10 ve alâniyeten : ve alenî, açık olarak
11 yercûne : ümit ederler, umarlar
12 ticâreten : ticaret, kazanç
13 len tebûre : asla kesilmeyecek olan, devam edecek olan

Muhakkak ki Allah’ın Kitabı’nı okuyanlar, namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açık infâk edenler, asla kesilmeyecek (devam edecek) bir ticaret (kazanç) ümit ederler.


 SOHBETİN YAZILI METNİ:

FATIR  (13. SOHBET) 28. Ayetten itibaren

Geçen hafta 27. Ayeti işlemiştik. 27. Ve 28. Ayetler bağlantılı. Benzer durumlar var. Tekrar baştan gelerek gidelim.

“Elem tera ennallâhe enzele mines semâi mââ”

“Görmedin mi ki? Allah suyu gökten indirdi.” Burada bir vurgu vardı hatırlarsanız.

“Elem tera” “Görmüyor musun, bakmıyor musun, dikkat etmiyor musun yani neden böyle aleni gelişi güzel davranıyorsun? ” Bütün insanlara hitap.

“Ennallâhe” “Allah, Allah başkası değil” yani doğa olayı değil, meteorolojik olay değil. Bizzat Allah indiriyor.

Neyi indiriyor? Suyu indiriyor.

Rabbim burada yağmur bile demiyor. Suyu indiriyor diyor.

Bir de nereden indiriyor? Gökten indiriyor.

Yani burada Arapça hocamla da konuştum. Gökten bile suyu indiriyor. Yani biz yerlerde, akarsularda denizlerde görüyoruz ama bak suyu gökten bile indiriyor.

Yani boşluk, onun içerisinde boş gibi duran bulutlar var. Hacmi yok değil mi? Oradan indiriyor.

Burada çok çok güzel vurgular var.

Ve de “Enzele” “indiriyor”.

İkram şeklinde indiriyor. Ayette neler vardı?

“Feahracnâ bihî semerâtim muhtelifen elvânuhâ”

“Su arza düştükten sonrada onunla ürünleri, meyveleri çıkarıyoruz.” Biz çıkarıyoruz artık sistematiğe giriyor. Sünnetullaha, belirli kanunlara geliyor biz derken de. “semerat” meyve bile demiyor. Faydalanılacak şey bir işin semeresini, faydasını, karını görmek. Hatta çocuklar içinde bu kelime kullanılıyor. Burada övgü var meyvelere değer açısından bir övgü. Ama renkleri de muhtelif muhtelif, tek renkte değil çeşitli renklerde de var.

Burada da aslında bunun güneşle ilgili alakalı kısmı da var. Güneşe değil de suya vurgu yapılması da, suyun daha ulvi, daha değerli bir nesne olduğuyla ilgili.

Burada da şunu söylemek istiyorum. Münir Derman hocanın suyu üç ciltte işlediği kitap serisi var. Tavsiye derim. Onun bir ifadesi var.

“İnsan, Allah ile peygamber arasındadır. İnsanla da Allah arasında su vardır.” Diyor.

Yani burada abdeste dikkat edin diyor. Abdest temizlik değildir yani.

Mesela Hz Ali diyor ya:” Abdest temizlik olsaydı mesh’in ayağın altına vurulması lazımdı, ama ayağın üstüne vuruluyor.”

İşte suyla beraber Allah’a yakınlaşmanın sembolik bir ifadesi.

Yani su olağanüstü bir şey. Size ilginç gelmiyor mu?

Rengi yok. kokusu yok. tadi yok. Belirli bir şekli yok. Neye koyarsan onun şeklini alıyor.

Bir niceliği, niteliği olmasına rağmen karşıya bakıyorsun, karşıyı gösteriyor.

Şeffaf içinde bir sürü atom var, molekül var ama şeffaf. Canlılığın sembolü. Sanki bu dünyadan değil gibi.

Ama geçen hafta konuştuk yukarının da yukarısında ifadesi vardı.

Güneşe nispetle suyun vurgusunu bu ayetin derinlerinden, direkt değil de anlıyoruz.

Aynı bunun gibi “Ve minel cibâli cudedum” “Dağlardan yollar” nasıl yollar,

“Bîduv ve humrum muhtelifun elvânuhâ ve ğarâbîbu sûd. “

“Beyaz ve kırmızı renkleri muhtelif yollar da var. ve de çok koyu renklerde (kuzguni siyah deniyor.) simsiyah “

Bunu hatırlarsanız uzaktan bakıldığında dağların muhtelif kırmızı, beyaz, siyahlı yolların olmasını zahiren söylemiştik.

Birde şunu ilave edelim. Mermerlere baktığımızda özellikle cilalanmış mermerlere, muhtelif renklerde damarlar var bu da kastediliyor olabilir. Çünkü hayvanın sırtındaki o çizgilere de buradaki ifadesi ile cüded deniyormuş.

Mermerlerde de aynı şekilde çizgiler var. Ya da o travertenlerin üzerindekini çağrıştırdı.

Bir de ne demiştik? Allah’a giden yollar, herkesin fıtratınca gittiği yollar var. Bunları da muhtelif renkte yollarla endekslemiştik.

  1. ayette bunun devamı gibi.

“وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَابِّ وَالْاَنْعَامِ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ كَذٰلِكَ اِنَّمَا يَخْشَى اللّٰهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمٰؤُا اِنَّ اللّٰهَ عَزٖيزٌ غَفُورٌ “

“Ve minen nâsi ved devâbbi vel en’âmi muhtelifun elvânuhû kezâlik, innemâ yahşallâhe min ıbâdihil ulemâé’, innallâhe azîzun ğafûr.”

“İnsanlardan da, hayvanlardan da öyle, enamlardan da öyle, muhtelif renklerde aynı benzer şekilde, Allah’tan ancak âlimler korkar. Allah azizdir, gafurdur.”

Nasıl ki rengârenk, muhtelif renklerde meyveler var. Bırakın onu dağdan taştan yollardan da öyle muhtelif var. Aynı şekilde insanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da aynı bu şekilde muhtelif renklerde olanlar var.

Şimdi zahiri manaya bakarsak; insanların ten renkleri de farklı farklı. Beyaz ırk var,siyah ırk var, kızıl ırk var, beyaz ırk var. İnsan tenlerinde de böyle ciddi farklılıklar var.

Aynı şekilde hayvanlardan da (genel anlamıyla “Devabbi”’nin çoğulu), birde “En’âm” denilen de var.

“En’âm” nedir?

Süreside var biliyorsunuz. Nimet kelimesinin çoğulu bu. Nimet ten nimetlenilen, faydalanılan hayvanlar anlamına geliyor. Yani davarlar, koyun, keçi sınıfında olanlar. Yani kurban edilenler.

Mesela at bu sınıftan sayılmıyor. İnsana faydası var ama at eşek, katır gibi hayvanlar her ne kadar insana faydası olsa da bu sınıftan sayılmıyor.

“Muhtelifun elvânuhû kezâlik” “aynı bu şekilde onlarda da renkler var.”

Şimdi “kezâlik” kelimesi ne demek?

Türkçede de buna benzer kullanımlar var. Benzer şekilde demek.

Şimdi demek ki benzerliği yukarıya atfediliyor. Bir zahiren bunu anladık zaten çeşit çeşit Allahu Teâlâ tek çeşit yaratmıyor.

Bir yerde okumuştum. Allahu Teâlâ elmayı bir çeşit olarak yaratmakla kalmamış, elmanın da 40 ayrı çeşidini yaratmış. Her çeşidinde yine alacalı alacalı bir sürü renk var. Rabbim monoton yaratmıyor bir şeyi. Yarattığında da çeşitlilik veriyor ama öyle bir çeşitlilik veriyor ki ( başka bir ayette var) “sen iki meyveyi aynı görürsün, aynı dalda yetişir ama ikisinde de farklılık vardır.” Diyor.

Bırak onu değişik meyveleri falan.

Şimdi yukardan gelelim rızık, yenilenler, ağaçta yetişenler, sebzeler ayrılıyor. Meyvelerin birçok çeşidi var. Mesela elma diyelim. Elmanın birçok çeşidi var. Geliyorsun; Teferruat teferruat, aynı dalda iki tane elma yetişiyor. Biri farklı, diğeri farklı. Hatta onu bırak elmanın bir kısmı, güneş gelen kısmı farklı, görmeyen kısmı farklı.

Bu Allah’ın yaratma çeşitliliğini de gösteriyor.

Ne kadar insan varsa o kadar yol var demiştik ya. İşte” kezâlik” demesiyle beraber, onun manevi farklılığı gibi bunda da aynı şeyler var oluyor.

Bakın 3 e ayırmış insanlar, hayvanlar, davarlar diye.

Şimdi “Dâbbe” kelimesi Kuran’da çok geçiyor. Benimde ilgimi çekti on küsur yerde geçiyor. Biraz o dâbbe konusuna girmek istiyorum. Hani hayvanlar deniyor ama kuşlar buna dâhil değil.

Çünkü bakın En’âm Suresi 38. Ayette var. “Dâbbe” nin kökü debelenmektir( kımıldamak), ayaklarını vurarak yürümek manası da var ama en uygunu debelenmektir.

“Hem yerde debelenen hiçbir dâbbe yoktur ki, hem iki kanadı ile uçan hiçbir kuş yoktur ki, (Bakın Rabbim bunu ayırmış) sizin gibi bir ümmet olmasınlar”

Yani burada rabbim debelenen hayvanlarla kuşları ayırmış. Demek ki kuşlar dâbbe sınıfına girmiyor.

Mesela başka meleklerle ilgili bir şey var. Melekler de hariç. Nahl Suresi (16,49) da der ki:

“hem göklerde ne var* yer de ne varsa hepsi Allah’a secde ederler. Gerek dâbbe kısmından olsun, gerekte, melaike. Bunlar kibirlenmezler.” Burada da Rabbim neyi ayırmış? Melekleri ayırmış

Bunu neden anlatıyorum? Dâbbe’ye canlı da diyorlar. Yani yine meleklerin bunun içerisinde olmadığının göstergesi.

Bunların iki anlamı var. Aslında bunda insanlar da hariç.  Neden?

İşte bu Ayet. Bakın Rabbim “İnsanlar, dâbbe’ler, en’am “ diye ayırmış.

Hatta koyun, keçi, sığır gibi hayvanlarda dâhil değil, görüyorsunuz bu Ayette rabbim ayırmış. dâbbe bunların dışında kalan özel bir sınıf.

Bu dâbbe ile ilgili başka bir şey çok ilginç konu. Hani kıyametin büyük alametleri arasında olanlar var. Duman çıkması gibi. Bir de dâbbetül arz denilen bir şey var. Kıyamete yakın bir şey çıkacak.

Neml suresi 82 Ayet’te var. “Söylenen başlarına geleceği vakitte, onlar için arzdan bir dâbbe çıkarırız da, insanların ayetlerimize inanmadıklarını kendilerine söyler.”

Konuşan bir mahlûkat. Biz bunun niteliğini bilmiyoruz. Ama işte Kuran Ayetlerinden eleyerek gittiğimizde bunun kuş sınıfından olmadığını, en’am denilen sınıftan olmadığını, insan olmadığını ve melek olmadığını anlıyoruz. Nereden anlıyoruz?

Rabbim Ayetlerde teferruatlı dâbbe’yi izah ettiği için buradan rahatlıkla anlayabiliyoruz.

Peki, dâbbe nasıl bir varlık?  Bununla ilgili olarak Nur Suresi 45. Ayet’te

“Hem Allah her dâbbe’yi bir sudan yarattı. Öyle iken kimisi (yani dâbbe’leri izah ediyor) karnı üstünde yürüyor. (yani sürünüyor. Sürüngenleri anlatıyor) kimisi iki ayak üzerinde yürüyor. Kimisi ise dört ayak üzerinde yürüyor. Allah ne dilerse yaratır. Hakikaten Allah her şeye kadirdir.”
Bakın burada sürüngenlerinde dâbbe’nin içinde olduğunu görüyoruz.

İki ayaklı yürüyenlerden ne var? İnsan olmadığına göre, maymunlar mesela, goriller, ayılarda mesela arada iki ayak üzerinde yürüyenler de bunlardan var.

Hatırlar mısınız?  Sebe Suresi 14. Ayet’te “ Sonrada vaktâ ki ona ölümü hükmettik. Kime? Hz. Süleyman’a. Onlara onun ölümünü sezdiren olmadı. Yalnız bir dâbbetül arz dayandığı asasını yiyordu bu sebeple yıkıldığı zaman ( Hz. Süleyman ölmüş kimsenin haberi yok. Emrindeki cinlerin de haberi yok. Bu sebeple o kurt denilen şey asayı yiyince yıkılıyor.) ki cinler gaybi biliyor olsalar o zilleti azap içinde bekleyip durmazlardı.”

Bakın burada da ifade ilginç. Dâbbe geçiyor. Yani ne olarak geçiyor? Dâbbetül arz olarak geçiyor. O kıyamet alameti olan şeyin içinde de dâbbetül arz geçiyor. Buradan biz neyi anlıyoruz?

 Rabbim direk olarak bir şeyi söylemiyor bazen ama Ayetlerin içerisinde o döngü içerisinde sırları var. Demek ki ben 2 sini birleştirdiğim de;

(Allahualem tabi benim yorumum hakikat bu olmayabilir. Hem de şunu da söylemek istiyorum. Ben burada bazı şeyleri iddialı söylüyor gibi oluyorum ama bunlar tamamıyla bana ait görüşler. Bunlar hak olmayabilir. Gerçek olmayabilir. Fakat tefekkür belirli ilim, düşünce Ayetlerin bir araya gelmesiyle bizde oluşan şeyler. Bunları paylaşıyorum. Ama asıl hak Allah’a aittir. Biz sadece isabet etmeye çalışıyoruz. Rabbim onu nasip etsin inşallah bunu da söylemeden geçmek istemedim.)

Tahminim bu tabi. O dâbbetül Arz’ın bir sürüngen tarzında olabileceğini işte ben bu Ayetlerden görüyorum. Yani o şekilde hissediyorum. Neden? Ağaç kurdu diyor. Diğer Ayette de dâbbe diyor. Diğer bir Ayette de sürünenlerden, karnı üzerinde sürünenlerden diyor. Tabi Allahu âlem. Ama onun muhteşemliğini düşünün. Kurt şeklinde, toprağın altında kaç metre büyüklüğünde, hangi devasada ve çıktığı zaman konuşan bir şey olduğu zaman, insanların nasıl bir şok içerisinde olacağını düşünün artık.

Bu dâbbe’yi bunun için anlatmak istedim.

En’am kelimesine gelelim şimdi. En’am da bakın hayvan olmasına rağmen, yani Allahu Teâlâ şöyle diyebilirdi insanlardan ve hayvanlardan diyebilirdi. Ama hayvanları dâbbe ve en’am olarak 2 ye ayırmış.

Bunun da sırrı şu arkadaşlar. Geçen hafta hatırlıyor musunuz? Her insan çeşidince, her insan sayısınca yol var demiştik ya. Bunu da neye bağlamıştık. Allahu Teâlâ’nın esmalarının her insanda farklı tecellileri var. Bu esmalar da renkler şeklinde tezahür ediyor. Sıtkatullah denilen Allah’ın boyası da bunun işaretiydi. Her insanda bu terkip farklı olduğu için bu kadar da farklı yol diyordu. “Kezalike” derken aynı bunun gibi insanların içerisinde de nefis var.

Şimdi burası biraz tasavvufun alanına giriyor. Bu nefislerinde hayvanlar suretinde tezahür ettiği ifade edilmiş. Hatta Abdülkadir Geylani Hazretleri ile ilgili birçok hikâye anlatır. Hani “nefsimi bir yılanın kabuğundan soyulmuş şeklinde içimden sıyrıldığını gördüm ve köpek şeklinde orda gördüm” diyor. Ve ona “seni bir daha içime almayacağım” dediğinde melekler ona diyor ki “al onu içine at biz seni onunla seviyoruz.” Diye.

Bu tasavvurlar manevi şeylerle ilgilenenler bilirler. Her insanda bu hayvan suretinde bir şey vardır. Ve onu terbiye etmeye ya da değiştirmeye çalışır.

İçinizdeki hayvan denilen bir konu bununla ilgili bir şeydi. İşte burada Allahu Teâlâ bunun 3 çeşidinin olduğunu söylüyor.

1 insan çok nadir. Yunus emre ne diyor: “Ölen hayvan imiş, insanlar ölmez” âşıklar ölmez diyor başka bir ifadeyle. Kabir kazıldığında da bazı insanlar diri biliyorsunuz hiç bozulmamış. Bununla alakası var. İşte onlar insanlar.

Birde nefsi hayvan olanlar var. Bunlarda 2 ye ayrılmış. Bir dâbbe olanlar var. Köpek, kedi gibi.

Birde insanlığa faydalı olan en’am denilen bir grup var. en’am nimet kökünden faydalanma kökünden, birde insanlığa faydalı olanlar bunlarda koyun gibi, keçi gibi kurban edilebilen hayvanlar.

İşte Rabbim burada tabi direk mana da değil, Surelerinde bunlara işaret ediyor. Ama bunlara kuş dâhil değil. Bazıları kuşları da dâhil ediyor. Hayır, kuşlar dâhil değil.

Yukarda bahsettik iki kanadı ile uçanları Rabbim bunlardan ayırmış. Ben bazen ilginç konuları da bunlarına katıyorum ki, bunlar tefsir kitaplarında çok bulunmuyor. Ama bunla renkleniyor. Rabbim Kuran’ın içerisine nice övgüler yaptı. Derininde ne manalarının olduğunun da, bunların da hakikat olduğunu bu kitaplarda görebiliyoruz. Hani böyle macera romanı gibi olsun diye değil de, bunla ilgilenen çok fazla insan var. Bu sohbet kayıtlarını dinleyen çok var. Onlara da hani Kuran’da bunların işaretleri olduğuyla ilgili bir mesaj olsun diye düşündüm.

“İnnemâ yahşallâhe min ıbâdihil ulemâé’”

“İnnema” “Ancak” demek. İnne ve kardeşleri diye Arapçada bir konu var bilirsiniz.

İsim cümlesinin önüne geliyor. Müpteda ve haberi böyle irabını değiştiriyor. Normalde biraz teknik olacak ama açıklamak durumundayım.

Müptedayla haberde merfu. İnne ve kardeşleri geldiği zaman, müptedanın ismi isim oluyor artık diğeri haber oluyor. İlk kısmı ismi nakıs oluyor. Diğeri yine merfu olarak kalıyor.

“İnnallahe” diyoruz mesela “İnnallahu” dememiz lazımken. Fakat ne “İnnema” geldiğinde bu sistem bozuluyor. Her ne kadar aynı gruptan da olsa aynı şekilde merfu (ötre) durumu devam ediyor.

“innema” nın manasal farklılığı da şu:

Kasr edatı deniyor buna. Yani anlamı daraltma. Tahdit ediyor, sınırlıyor. Yani genel bir mana var. Genel bir manayı sonraki gelen cümleye kasrediyor. Kısaltıyor.

“İnnema” “Ancak”

“Yahşallâhe” “Allah’tan korkarlar”

“Min ıbâdihil” “kullarından”

“Ulemâé” “ulema”

Yani “Kulları içerisinden Allah’tan layıkıyla (ancak)(bak kasrediyor şimdi anlamı daralttı.) ulemalar korkar. Yani âlimler korkar.”

Manayı şu şekilde etkiliyor bunun böyle olması.

Şöylede mana kurulabilirdi. Âlimler hiçbir şeyden korkmazlar. Sadece Allah’tan korkarlar da olabilirdi.

Fakat ulemanın sona gelmesi, kulları içerisinden Allah’tan en fazla âlimler korkar vurgusu var burada.

Rabbimde işte cümle övgülerini böyle yapmasıyla manaya derinlik katıyor.

“İnnallâhe azîzun ğafûr. “ şimdi neden (kullar arasında) Allah’tan hakkıyla ulemalar, âlimler korkuyor?

“Min ibadihi” derken de Allah’ın kulları. Bakın Allah’ın mahlûkatı, insanları falan başka bir ifade kullanılmıyor. Allah’ın kulları derken de yine özel bir grup var. Yani Allah’a iman etmiş, Allah’ı tasdik etmiş grup dersek buna. Bunların içerisinden bile Allah’ın nasip ettiği ilim ile ilimden faydalananların yine o özel gruba göre, Allah’tan daha fazla korktuğunun da göstergesi.

Yani hem insanlık olarak düşünülebilir. Ama birde özel bir grup olarak onun kulları demesine özgü olarak söylüyorum. O gruptan bile Allah’ın el-alim esması tecelli etmiş olanlarının daha fazla layıkıyla korktuğunun da alimler olduğunun göstergesi.

Geçen derslerden de konuşmuştuk. Eğer siz bir ilim alıyorsanız, her şekilde ilim alıyoruz. Bu ilim faydalı mı, değil mi? Bunun göstergesi Allah’a yaklaştırıyor mu? Birde içinizde haşyet duygusu oluşturuyor mu? Test edin. Ben dâhil herkes.

Eğer böyle oluyorsa işe yarıyor. Yoksa size faydası olmayan bir şey.

Mesela entropi denilen bir durum var.  Örneğin siz bir duraktasınız. O sırada insanlara yağmur yağıyor demeniz anlamsız. Bir fayda sağlamıyor. Karmaşıklığın gitmesi yolunda da bir faydası yok. Ona faydası olacak ve karmaşıklığı giderecek bir bilgi önemli. Bizde aynı şekilde Allah’ın yaratmış olduğu algı sistemi ile kulakla, gözle alıyoruz alıyoruz. Ne alıyoruz? Aslında Allah’ın ilminden alıyoruz. Bizde bir farklılık oluşturacak bir bilgi değerli.

Hani Allah’ın resulü diyor ya.

“Fayda vermeyen ilimden sana sığınırım.”

Derken de bu var birde ne var?

“onlar ki malayaniyi terk ederler” yani Allah’a yaklaştırıcı dışında her şey malayani kabul edilmiş. Malayani gibi gözüküp de Allah’a yaklaştırma konusunda fayda veriyorsa o malayani olmaz. Malayani gözüktüğü halde.

Bugün müzikle uğraşan, batı müziğiyle uğraşan o kadar çok insan var ki,  Allah’a yaklaşıyor onunla. O enstrümanı hangi amaçla kullandığına bağlı. Bunu da unutmayalım.

Tekrar söylüyorum başa dönecek olursak;

Bir ilim sizi Allah’a yaklaştırıyorsa, yani dinliyorsunuz, görüyorsunuz. Allah’a yaklaşma adına bir şey hissediyorsanız ya da bu ayetteki gibi de bir şekilde haşyet duygusu oluşturuyorsa. Yani Allah’a bir saygı ile korku, ürperti hali oluşturuyorsa faydalı.

Yani bu sohbeti birçok insan dinliyor. Yıllardan beride dinliyor. Bir düşünsün.

Sohbet olarak düşünmeyin Kuran ayetlerinin izahatı olarak düşünün. Sizde bir farklılık oluşturduysa güzel. Yoksa otobüs durağında bekleyen insanlara yağmur yağıyor denmesi gibi bir şey olur.

Burada ki özellikle vurgunun âlimlere olmasının sebebi de, nedir?

Yukarda Rabbim hep ilimle ilgili bilgiler veriyor. Suyun gökten inmesi, onunla muhtelif renklerin çıkması, rengin o kloroplastlarda oluşması, fotosentez olayı falan. Bunların hepsi o ilimin içerisinde olan şeyler. Bunları öğrenen kişi aman Allah’ım bu nasıl sistem deyip kendine gelmesi lazım.

Birde fazla ilim olması da gerekmiyor. Bakın ne diyor?

“suyun gökten indiğini görmüyor musun?” diyor.

Bunun için ilme gerek yok ki dağda ki çobanda ya Allah Allah bu suda gökten iniyor ne ilginç bir şey. Aman Yarabbi nasıl derse. O anlamda yine Allah’tan korkmasına vesile olacak bu.

Aman Yarabbi ne kadar davar yaratmışsın, inek yaratmışsın ne kadar çeşit çeşit yaratmışsın. Hiçbiri birbirine benzemiyor.

Şunu da söyleyeyim. Bir kar tanesi diğerine benzemiyor. Bakın sokağa yayılan şu kar tanesi kaç tane sayabilir misin? Hadi sen kendi çiziminle yap. Al kâğıt kalemi eline farklı farklı çiz. Bir süre sonra kendini tekrar etmeye başlarsın.

Bir mahalleyi düşün, şehri düşün, bir dağı düşün kaç kat trilyon tane kar yağıyor. Ve kaç milyon yıldır yağıyor ve hiçbiri birbirine benzemiyor.

Çekirdek çitliyoruz ya. Üzerindeki çizgilere baktınız mı? Bir şey çağrıştırıyor mu size?

Barkod gibi. Biri diğerine benzemiyor. Yani zebralarda öyle, parmak izleri de öyle. Ben resimle biraz ilgilendim portre çalıştım.

Bir göz, iki göz, bir burun, bir ağız var mı başka bir şey? Kulaklarda var ama bereyi örtüyorsun yine insanı tanıyorsun.

Burun ameliyatı oluyor. Yine o kişiyi tanıyorsun. Yıllar sonra gördüğümüz çocukluk arkadaşlarımız bile tanıyabiliyoruz.

Gözlük, lens takılıyor yine de tanınıyor.

İki Çinli, iki ikiz kardeş birbirine benzemiyor. İşte Rabbim bu sima denilen şey ne ise bunda gizlidir. Her şey değişiyor ama sima değişmiyor.

Muhteşem farklılıklar oluşturmuş. Hadi insan bir nebze, penguenler birbirine benzemiyor. Bunların hepsi rabbimin ilmi. Bunları görmek için illa ki bilim adamı olmaya gerek yok. Üniversitelerde olmaya gerek yok. Dikkatli bakan bir göz bunları görür.

İşte “Elemtera” “görmüyor musun? Bakmıyor musun?” Derken de Rabbim bunu diyor.

Orda sadece bir misal veriyor. Suyun gökten indiğini görmüyor musun derken de bir şey var.

Allahu Teâlâ bize Rabbimizin ilmini anlamaya yönelik bakış nasip etsin.

Görmek Allah’a ait. Ben kulumla görürüm, işitirim diyor.  Ama bakmak irade olarak bize ait. “Elemtera” derken de orada görmüyor musun değil. Bakmıyor musun gibi bir ifade var. çünkü görmek Allah’a mahsus. Yani Allahi değerler. Ama bakmak, boyun kasları bizde kafamızı çeviriyoruz. Göz kasları bizde o bakışa yönlenmemiz gerekiyor. Allahi, ibretsel, tefekkürsel bakışa.

Allah’ta nasılmış?

“Şüphesiz Allah azizdir. Gafurdur.”

Bu aslında ikisi birbiriyle alakalı değil gibi.

Sen bu muhteşemliğe baktığında Allah’ın azamet sahibi aziz olduğunu, üstün olduğunu anlarsın demek burada aziz.

Eğer bunu layıkıyla da anlarsan sende senin nefsinde bir hal oluşması lazım. İşte bu sende oluşan hali de Allah bildiği için buda senin mağfiretine, affına vesile olur demektir.

“Gafur” “mağfiret eden” demektir. Bir “Gafur” geçer, bir “Gaffar” geçer, birde “gafir” geçer.

Üçü de hemen hemen aynı manadadır. “Gafere” “mağfiret etmek” demektir.

Mağfiret etmek ne demektir?

Örtmek demektir. Miğfer var ya bu kökten. Miğfer kafayı örterek koruyor. Bir şeyin üzerine örtme settere yakın manası vardır. Aftan farklıdır.

Allahu Teâlâ’nın silmesi demektir. Neyi? Bilgiyi. Her şey kayıt olmuyor mu? Oluyor.

Ahirette eğer sen Allah’tan mağfiret istersen, buna uygunda hareket yaparsan Allahu Teâlâ işte Gafur, Gaffar isimleri ile kayıttan siliyor.

Hatta öyle deniyor ki, El-Gafire bunu deniyor. Şahit olan meleğin bile hafızasından siliniyor diyor. Bir abartısı ile sen bile hatırlamıyorsun. Yani ne kadar büyük bir şey olduğunu düşünsenize. 30. Ayette de var işleyeceğiz.

Yani Allahu Teâlâ örtmesin ya yandık yandık. Rezil olduk.

Aynı zamanda El-Aziz demesiyle beraber de Allah’ın aziz olduğunu anlayan nefiste kibir oluşmazmış.

Allah’ın o azizliğini, izzetliğini, büyüklüğünü, yenilemeyeceğini, yani galip gelinemeyeceğini anlayan nefiste ne yapıyor?

Kibrini engelliyor. Sende ne yapıyorsun? Korkuyorsun Allah’tan, haşyet duyuyorsun. Allah’ta korkan nefsi bağışlıyor. Mağfiret ediyor.

Bu her zaman Ayetlerin sonunda gelen bu ikili Esmalara bu bağlamda dikkat etmek lazım. Bütün bunlarda” azîzun ğafûr ” bunu açıklıyor. yoksa “gafur”u burada açıklayamıyorsun. Yani ne alaka diyorsun. Renklerden bahsediyor bir şeyden. Sonra Allah gafur. Ama aziz.

“Kulları içerisinde Allah’tan en çok korkan âlimlerdir.” Âlim neyi idrak ediyor Allah’ın azizliğini idrak ediyor. O zaman da Allah’ın mağfiretine aday oluyor.

29 ayete bakalım.

“اِنَّ الَّذٖينَ يَتْلُونَ كِتَابَ اللّٰهِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً يَرْجُونَ تِجَارَةً لَنْ تَبُورَ “

“İnnellezîne yetlûne kitâballâhi ve egâmus sâlâte ve enfegû mimmâ razagnâhum sirrav ve alâniyetey yercûne ticâratel len tebûr. “
“İnnellezîne yetlûne kitâballâhi” “O insanlar ki Allah’ın kitabını tilavet ediyorlar.”

“Ve egâmus sâle egâmus sâlate” “Namazı ikame ediyorlar.”

“Ve enfegû mimmâ razagnâhum razagnâhum sirrav ve alâniyetey” “Sır olarak ve aleni olarak ta onlara verdiğimiz rızıklardan infak ediyorlar.”

“Yercûne ticâratel len tebûr.” “Len tebur olan bir ticareti de onlar ümit edebilirler.”

Şimdi bakın 18. Ayetle çok alakalı önce bu Ayete bakalım.18. Ayete bakacağız

“O kimseler ki Allah’ın kitabını okuyorlar, namazı dosdoğru kılıyorlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan da gizlice, aşikâr olarak hak yolunda sarf ediyorlar.”

18 ayette de

“ Sen ancak o kimseleri uyarırsın ki onlar gayb hakkında Rablerinden korkarlar. Namazı ikame(dosdoğru) ederler, her kim temizlenirse ancak kendi nefsi için temizlenir. Sonunda dönüş Allah’adır.”

Yani burada 6 husus var. Üçü 18 ayette, üçü 29. Ayette. Ortak husus namazı dosdoğru kılmaları. Bu ortak değer Rabbim aynı kullanmış. Matematikte değişme kuralı gereğince, demek ki Allah’ın kitabını okuyanlar ile 18. Ayette ki” Gayb hakkında Rablerinden korkarlar” ortak.

Ve ilginç biraz evvelki ayetin son kısmıyla birleştiği yer. Bakın ne diyor.

“Haşyet duyarlar Rablerinden” 18 ayette haşyet duyarlar diyor. Gaybta

Bu son ayette ne diyor. 29. Ayette

“Allah’ın kitabını okuyanlar diyor.” Allah’ın kitabını okuyunca onun ilmini değerlendirince aynen kulları içerisinden en çok, layıkıyla korkanlar âlimler olduğu gibi işte 18. Ayetle de birleşiyor burada.

Demek ki neymiş ikisinin birleştiği nokta. Demek ki Allah’ın kitabını okumak bizim şu anda yaptığımız. Gaybta yani onu görmeden, Allah’tan korkmaya vesile oluyormuş.

Zaten bu Kuranı Kerim’in isimlerinden birinin zikir olması. Zikir diyor. Zikir ne demek?

Öğüt demek aynı zamanda. Birçok anlamı var. Bunlardan biriside öğüt.

Öğüt veriyor Rabbim. Sen o öğüdü aldığında haşyet oluşuyor. Aman Yarabbi gerçekler buymuş demek ki. Bende dikkat edeyim diyorsun. Peki, Allah’ı görüyor musun?

Yani aleni olarak görmüyorsun. Ne yapıyorsun? Gaybi korkuyorsun.

Görmeden korkuyorsun. Gördükten sonra zaten korkmamak mümkün mü?

Ama Allahu Teâlâ görmeden gaybi alarak kendisinden haşyet duyulmasını istiyor. İşte demek ki o zaman bu okuduğumuz kitabın amacı da bu haşyet duygusuna götürmesiymiş. Ama nasıl götürecek?

Tilavet edeceksin. Tilavet etmek ağır ağır okumak demek. Üzerinde dura sura okumak demek. Yüzünden okudun geçtin ne oluşturacak ki sende?

Sevabı var. Amenna Allah’ın kitabını okuyorsun ne güzel iş yapıyorsun. Ama tilavet ettiğinde, ağır ağır okuduğunda, üzerinde düşündüğünde demek ki Allah korkusuna ulaştıracak ilim verecekmiş sana.

Ve bakın ikincisi namazı dosdoğru(ikame) kılarlar.

Namazı kılmaktan önce geliyor arkadaşlar kitabı okumak. Namaz kılınmasın değil. Hepimiz burada bir vakti bile kaçırmamaya çalışıyoruz. Sünnetleriyle, nafileleriyle yapmaya çalışıyoruz. Allah kaim kılsın. Ama Allahu Teâlâ öncelik olarak Kuran okumayı söylemiş. Yani haftaya bir cüz okuyayım da sevap gelsin değil. Tekrar söyleyelim.

Ben haftada 1 cüz okuyorum elhamdülillah. Fakat tilavet diyor burada.

  1. ayete de baktığımızda demek ki inceleyeceksin, derine dalacaksın, hayret duygusu oluşacak. Geçen hafta nasıl işlendiğine bakın. Namaz kılmaktan önce Kuran okumak.

Kuranı tefekkür etmek. Daha sonra neymiş?

“ve onlar infak ederler,” bu Bakara Suresinde de geçiyor hatırlarsanız.

Bakara 2.3 Ayet

“Ellezîne yué’minûne bil ğaybi” “Onlar gayba inanırlar.” 18. Ayetteki gaybi olarak Allah’tan korkarlar kısmı.

“Ve yugîmûnes salâte” “ namazı dosdoğru kılarlar.

Namaz gelmiş görüyor musunuz? Sıralama aynı şekilde.

“Ve mimmâ razagnâhum yunfigûn.” “kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de infak ederler.”

Gördünüz mü? Kuranı kerimin birbirini nasıl tefsir ettiğini. Bu ayet 18.ve 29. Ayet nasıl bir örgü içerisinde birbirini tamamlıyor. Ve bakın Bakara Suresinde de namazdan önce ne geliyor?

Gayba iman geliyor. sonra namaz geliyor. Namazdan sonra da infak etmek.

İnfak etmenin 1. En önde olanı zekâttır. Zekât olduğunu nasıl anlıyoruz?

Yine 18. Ayette diyor ki: “her kim temizlenirse ancak kendi nefsi için temizlenir” demek zekât kelimesi kökeni ile o temizlenme aynı olduğu için ve 29. Ayette de infak kelimesi olduğu için birleşiyor.

Demek ki Allah’ın verdiği rızıklardan vermek ana konusuyla zekât, temizlenmeye, nefsin temizlenmesine vesileymiş.

Ama en önemli vurgu ise infak. İnfak etmek zekâtı da kapsayan üst bir konudur ki, Bakara Suresinde zekât verirler demiyor. İnfak ederler diyor.

İnfak maddi olsun, manevi olsun bir şeyin senden çıkması demek. Nafaka çıkmak demek. Senin ailene verdiğin senin cebinden çıkıyor.

İnfak çıkmak demektir unutmayın.

Münafık kelimesi var ya. Kökeni olan tarla faresinin iki tane tünelinin olması, birinden olmazsa diğerinden çıkması münafık kelimesinin kökeni olmuş.

Senden çıkan fedakârlık ettiğin her şey bu infak konusunun aslıdır.

En üstü farz olan şekli zekâttır. Ama sadece zekât değil her türlü çıkma infaktır.

Kendine çay dolduruyorsun mesela, önce başkalarına verip kendine en son alman bile infaktır.

Otobüse binerken başkalarına yol vermen de infaktır.

Ama aslı rızıklardan verilen, başkasını kendine tercih etmek anlamında infaktır.

Allahu Teâlâ devam ediyor:

“Yercûne ticâratel len tebûr” “Bunlar ancak bir ticareti ümit edebilirler” ki o ticaret nedir?

Zarar etmeyecekleri, iflas etmeyecekleri bir ticareti umabilirler.

Gerek 18. Ayetteki gerekse bu ayetteki şeyleri yapanlar. Ancak; bir ticaretten zarar etmeyeceklerini umarlar.

Demek ki neymiş? Diğerlerinin yaptığı ticaret kesinlikle zarar edecek.

Zarar eden de iflas eder. Peygamber efendimiz diyor ya: “Size müflis eden, iflas eden birini göstereyim mi?”

Kim diyorlar.

İşte onlar ki birçok doğruyu yaptığını zannettiği halde, ahirette hesap gününde başkalarının haklarını ödedikten sonra geriye bir şeyi kalmayıp ta iflas etmiş olarak da cehenneme gidenlerdir” diyor.

Allahu Teâlâ bize bu ayetleriyle bize daha dünyada yaşarken nasıl davranmamız gerektiğini anlatıyor ki bu zikirdir. Ve bunu kitabında veriyor. Bizde layıkıyla Allah’tan korkup da azizliğini anlayıp da onun mağfiretine uğrayanlardan eylesin.

Yoksa ticareti zarar edipte, müflis olmuş, iflas etmiş insanlardan oluruz.

Allahu Teâlâ bizi bu sınıftan korusun.

Sadakallahülazim.