İz erselnâ ileyhimusneyni fe kezzebûhumâ fe azzeznâ bi sâlisin fe kâlû innâ ileykum murselûn(murselûne).
1.
iz erselnâ
: biz göndermiştik
2.
ileyhim
: onlara
3.
isneyni
: iki
4.
fe
: o zaman, fakat, bunun üzerine
5.
kezzebû-humâ
: ikisini tekzip ettiler, yalanladılar
6.
fe
: o zaman, fakat, bunun üzerine
7.
azzeznâ
: azîz kıldık, güçlendirdik, destekledik
8.
bi
: ile
9.
sâlisin
: üçüncü
10
fe
: o zaman, fakat, bunun üzerine
11
kâlû
: dediler
12
innâ
: muhakkak biz
13
ileykum
: size
14
murselûne
: (gönderilmiş) resûller
” Onlara iki (resûl) göndermiştik. Fakat ikisini de tekzip ettiler (yalanladılar). Bunun üzerine (onları) üçüncü (resûl) ile azîz kıldık (destekledik). O zaman onlar: “Muhakkak ki biz, size gönderilmiş resûlleriz.” dediler.
Lekad hakkal kavlu alâ ekserihim fe hum lâ yu’minûn(yu’minûne).
1.
lekad
: andolsun
2.
hakka
: hak oldu
3.
el kavlu
: söz
4.
alâ
: üzerine
5.
ekseri-him
: onların çoğu
6.
fe
: artık
7.
hum
: onlar
8.
lâ yu’minûne
: onlar âmenû olmazlar,İnanmazlar
“Andolsun ki (Allah’ın) söz(ü) onların çoğunun üzerine hak oldu. Artık onlar inanmazlar.”
SOHBETİN YAZILI METNİ:
Nihayet Yasin Suresi’ne gelmiş bulunuyoruz. Heyecanla bekleniyor. Normal. Çünkü Kuran’da hangi sureler var desek? İnsanların sayacağı ilk surelerden birisi Yasin. Rabbim onu insanların kalbine koymuş, nasıl ki “Yasin Kuran’ın kalbi diyor” ya Peygamber Efendimiz(SAV) o şekilde de Yasin Suresi bir şekilde insanların kalbine de girmiş. Mübarek gün ve gecelerde ölülerimize okuyoruz. Allah’tan yardım isteme boyutunda “bir hürmeti Yasin” deniyor. Gönüllere girmiş bir sure. Faziletini Peygamber Efendimiz birçok hadisinde dile getiriyor. Mesela bir hadiste diyor ki: “Her şeyin bir kalbi vardır. Kuran’ın kalbi de Yasin’dir”. Başka bir hadiste de şöyle buyruluyor: “Kim Yasin suresini okursa, Allah onun okuyuşuna Kuranı on defa hatmetmiş gibi sevap yazar”. Bu, Tirmizi ve Ahmet bin Hanbel’de geçen bir hadis. Yine bir hadiste “Onu ölülerinize okuyun” buyurulmuştur. Bir rivayete göre Kuran’ın kalbi olması dolayısıyla “Kuran’ın bir özeti” gibi birçok ifade var. Hatta Yasin Suresi o kadar meşhur ki insanlara verilen isimlerden biri olmuş. Yasin diye birçok isim var.
Birinci Ayet: (يس) – Yâsîn.
• Yasin ne demek?
“Huruf-u mukattaa” denilen kesik harfler var,sure bununla başlamış. Biliyorsunuz Fatiha’dan sonraki ilk sure olan Bakara Suresi de ilk “huruf-u mukattaa” denilen mukattaa harfleri ile başlayan bir sure. 29 adet sure “huruf-u mukattaa” harfleri ile başlamış ve 14 tane harf kullanmış Rabbim. Biliyorsunuz Arap alfabesi 28 harften müteşekkil. Yarısını kullanmış, yarısını kullanmamış. “Sır harfleri” olarak da bahsedilir. Bu konuda İslam ulemasının değişik görüşleri var. Bir kısmı “Bu Allah’ın sırrıdır, bunu kulları bilemez” derken bazıları da “ehli bilir” demişlerdir. Sadece “Allah bilir” manasında değil “ehli de bilir” olarak söyleniyor. Şifreler.
Hatta kef(ك), he(ه), ye(ي), ayn(ع), sad(ص) harfleri ile başlayan sure nazil olurken şöyle bir şey anlatılıyor: Cebrail Aleyhisselâm geliyor “kef” diyor. Peygamber Efendimiz(SAV), “Bildim” diyor. “Ya” diyor, “Bildim”. “Ayn” diyor, “Bildim”. “Sad” diyor, “Bildim”. Yani her harften sonra “Bildim” diyor. Cebrail Aleyhisselâm “Ben ‘ruhu’l küdüs’ olmama rağmen bunları bilemedim. Sen her okuyuşunda bildim diyorsun” diyor. Biliyorsunuz Peygamber Efendimiz(SAV) ne diyor: “Ben ilmin şehriyim. Ali de kapısıdır” . Hatta şöyle bir rivayet var. Ledünni ilmini bildiğimiz kişilerden kim var? Hızır Aleyhisselâm. Hızır Aleyhisselâm’ın edeben Resulullah Aleyhisselâm Efendimiz ile görüşmediği söyleniyor. Diğer peygamberlerle görüşüyor. Çünkü ledünni ilmin sultanıdır Peygamber Efendimiz. Edeben buluşmadığı söyleniyor. Dolayısıyla bu harflerin asıllarını, asıl hikmetlerini Resulullah(SAV) Efendimiz biliyor. Fakat Allah’ın bildirdiği kimseler de tabi ki bunu biliyorlar.
Yasin için değişik rivayetler var.
Bunların içerisinde “Ya-Sin”in “Ey insan !” manasında Peygamber Efendimiz’ e bir hitap olduğu söylenen bir rivayet var. “Yâ”, biliyorsunuz hitaptır.Ünleme ,nida. Zaten kelime manası olarak da bunu çağrıştırıyor. Bununla ilgili bir iddia(ihtilaf mı deniyor? 05:25 te) var. Peygamber Efendimiz(SAV)’in isimleri var biliyorsunuz. Peygamber efendimiz “Allah beni şu 7 isim ile isimlendirdi: Muhammed, Ahmed, Taha, Yasin, el-müzemmil, el-müddessir ve Abdullah”diyor. Bu rivayete göre de Peygamber Efendimiz’ in kastedilği anlaşılıyor aslında. Yani “ya sin” diyerek de Peygamber Efendimiz’ e bir hitap var.“EY SÎN !”gibi. Peygamber Efendimiz’ in değişik isimleri var. Yeryüzündeki ismi Muhammed. Fakat göklerdeki ismi Ahmed. Sidret’ül münteha’dan sonraki isminin de “Yasin” olduğu söyleniyor. Bir de göklerdeki diğer bir ismi de “Taha”. Bunlar Peygamber Efendimiz’ in isimlerinden.
Bazıları esmalar ile ilişkilendirmişler. Bu “sin” harfinin“es-Selam” esmasına denk geldiği söyleniyor ki Yasin Suresinin de en zirve ayetinin yeri geldiği zaman ehli bunu 3 kez okur:
(سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبٍّ رَحٖيمٍ)“Selâmun gavlen min rabbir rahîm” .
Buraya da özellikle de işaret olduğu görüşleri var.
“Sin” aynı zamanda mezar demek.”Ölülerinize okuyun” derken de nasıl başlıyorsun sureye “Yaaa siin”. “Ey kabirdeki”. Burada hani ölülerinize okuyun hitabı da var. Biliyorsunuz “Ölülere işittiremezsiniz” diye ayet var. Fakat bu biraz mecazi manada. Peygamber Efendimiz(SAV) kabirlere gittiğinde konuşuyor onlarla. Sahabe efendimiz soruyor: “Ya Resulullah! Bunlar ölüler seni nasıl duyarlar?”. Peygamber Efendimiz de “Allah işittirdiği zaman duyarlar” manasında; onlar beni sizlerden daha iyi duyar deniliyor. Bunlar da tabi ki sırrani konular.
(Fakat biliyorsunuz bu Kuran’ın farklı mucizeleri, faydaları, hitapları olmasına rağmen en önemlisi nedir? Uyarmak, inzar etmek. Birazdan açıklayacağız. Lakin bir hatıramı anlatmak istiyorum bu manada: . Bir ziyaretimde kabirde rahmetli anneme Yasin suresini okuyordum. Bir yerine geldim. Bir taraftan da manaları da aklımdan geçiriyorum. Diyor ki 69-70. Ayette: (اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْاٰنٌ مُبٖينٌ ) in huve illâ zikruv ve gur’ânum mubîn. (Bu zikir ve apaçık bir açıklayıcı Kuran’dır.) (لِيُنْذِرَ مَنْ كَانَ حَيًّا وَيَحِقَّ الْقَوْلُ عَلَى الْكَافِرٖينَ) Liyunzira men kâne hayyev ve yehıggal gavlu alel kâfirîn.( Hayatta olanları uyarman için…). Bakın ilginç.”Hayatta olanları…”. Tamam, Peygamber Efendimiz(SAV)’ in ifadesi var: “Ölülerinize okuyunuz” hatta “ölmek üzere olanlara okuyunuz”. Bunlar şifa ve rahmet için sır perdesinde ifadeler, ama Rabbim’in Kuran-ı Kerim’den asıl muradı olan “zikir-öğüt alma”ya göre düşündüğümüzde de işte bu 70. ayet çok ilginç geldi bana. “Hayatta olanları uyarmak için“ diyor.Yani bunu aslında biz kendimize okuyacağız. Yani manalarını düşüneceğiz.. Elbette ki her şeye gücü yeten Allahû Teâlâ ölülere de bunu şifa ve rahmet olarak verecektir. Ama ana fikri unutmamak gerekir.
Bu harfi mukattaalar ile söylenecek çok şey var ama dersimiz huruf-u mukatta değil. Bunu zaten diğer surelerde geçtiği yerlerde açıklamıştık. Gerekirse yerine göre tekrar açıklarız.
İkinci Ayet:
(وَالْقُرْاٰنِ الْحَكٖيمِ ) – Vel gur’ânil hakîm -“Hakîm (olan) Kuran’a yemin olsun ki…”
Orada vav (و) harfi var biliyorsunuz. “Vav” harfi Türkçedeki “ve” gibi kullanılabildiği gibi, Arapçada bir de “kasem vav”ı denilen “yemin vav”ı var. Yalnız bu yemin vav’ı, yemin Türkçe’deki gibi bizim anladığımız şekilde değil. Arapçadaki yemin olayı Türkçe’deki gibi değil, biz herhangi bir şeylere yemin ediyoruz ama Allahû Teâlâ değer verilen şeylere dikkat çekmek, ona hürmet göstermek, onun önemini arz etmek için söylüyor bunu. Biliyorsunuz Kuran’ın birçok yerinde değişik şeylere yemin var. Onları inceledim. (Bu Yasin Suresi’nde acele etmeyeceğim. Yani önemli bir sure. Teferruatı ile anlatmaya çalışalım inşaAllah.)
Kuran-ı Kerim’de geçen bazı yeminler:
Hicr Suresi’nde “Rabbine and olsun” diyor. “Rab” ifadesi var. Kendi rab. “Ona and olsun” demiş. Kendine yemin olsun demiş.
Hicr’de 97. Ayette: “And olsun onların söylemekte olduklarına karşı senin göğsünün daraldığını biliyoruz” diyor. And olsun’u direkt olarak söylemiş.
“Saflar halinde dizilenlere and olsun”. “Haykırıp sürükleyenlere. Zikir okuyanlara”(Saffat suresi 2. Ayet).
Sad Suresi’nde(1.Ayet) “Zikir dolu Kuran’a and olsun”.
“Apaçık kitaba and olsun”(Zuhruf 2.Ayet).
“Tozu dumana katıp savurana. Ağır yük taşıyanlara. Akıp gidenlere. Sonra işleri taksim edenlere.”(Zariyat 1.,2. Ve 3.Ayetler). “Özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış göğe”(Zariyat 7.Ayet). “Göğün ve yerin rabbine and olsun ki”(Zariyat 23.Ayet).
Tur Suresi’nin ilk ayetleri. “Tur’a”. “Satır satır yazılmış dizili kitaba. Mamur eve. Yükseltilmiş tavana. Kabarıp tutuşan denize and olsun”. Tabi bunlar tercüme ifadeler. Orijinal halleri daha güzel.
Necm Suresi 1.ayette “Battığı zaman yıldıza and olsun”.
Vakıa Suresi 75. Ayette “Yıldızların mevkilerine and olsun”. Hatta devamında diyor ki orada: “Şüphesiz eğer bilirseniz gerçekten çok büyük bir yemindir”.
Kalem Suresi 1. Ve 2. ayette “Nun. Kaleme ve satır satır yazdıklarına and olsun”.
Hakka Suresi 39. Ayette “Gördüklerinize yemin ederim, görmediklerinize de.
Mearic Suresi 40. Ayette “Doğuların ve batıların rabbine yemin ederim”.
Müddessir 32., 33., 34. Ayetlerde“Aya and olsun. Dönüp gittiği zaman geceye, ağardığı zaman sabaha”.
Kıyame Suresi 1. Ve 2. Ayette “Kıyamet gününe and ederim. Eğer kendini kınayıp duran nefse”. Yani nefsi levvame var. “Ona and ederim”.
Mürselat Suresi 1., 2.,3., 4. ve 5. ayetlerde “Birbiri ardınca gönderilenlere and olsun. Derken kökünden koparıp savuranlara. Yaydıkça yayanlara. Böyle ayırdıkça ayıranlara. Zikir bırakanlara”.
Naziyat Suresi 1., 2.,3., 4. ve 5. ayetlerde “Ta en derinden sökerek çıkaranlara. Yumuşacık çekip alanlara. Yüzdükçe yüzerek gidenlere. Öncü olarak yarışıp geçenlere. Derken işi bir düzen içinde evirip çevirenlere and olsun”.
Tekvir Suresi 15., 16., 17. ve 18. ayetlerde “Yemin ederim gündüz sinip gece dönenlere. Bir akış içinde yerini alanlara. Kararmaya ilk başladığı zaman geceye ve nefes almaya başladığı zaman sabaha”.
İnşikak Suresi 16., 17. ve 18. ayetlerde “Şafak vaktine, geceye ve toplayıp taşıdığı şeylere, on dördüne girdiği zaman aya and olsun”.
Buruc Suresi 1., 2. Ve 3. ayette “Burçları olan göğe, vaat edilen güne, şahit olana ve şahit olunana and olsun”.
Tarık Suresi 1., 2. Ve 3. ayette ayette “Göğe ve Tarık’a and olsun. Târık’ın ne olduğunu sana ne bildirdi? Tarık delip geçen bir yıldızdır” diyor. Ona yemin etmiş. Yine Tarık Suresi 11. ve 12. ayette “Dönüşü olan göğe andolsun. Yerden yere”.
Fecir Suresi 1., 2.,3., 4. ve 5. ayetlerde “Fecre andolsun. On geceye. Çifte ve teke. Akıp gittiği zaman geceye. Bunlar da akıl sahibi olanlar için bir yemin vardır değil mi?”.
Beled Suresi 1., 2. Ve 3. ayette “Hayır bu şehre yemin ederim”. “Hazal beledul” emin diyor. “Sen bu şehirde oturmakta iken babaya ve doğan çocuğa”. Ne kadar çok yemin var görüyorsunuz.
Şem Suresi 1., 2., 3., 4., 5., 6., 7. ve 8. ayetlerde “Andolsun Güneşe ve onun parıltısına. Onu izlediği zaman aya. Onu parlattığı zaman gündüze. Onu sarıp örttüğü zaman geceye. Göğe ve onu bina edene. Yere ve onu yayıp döşeyene. Nefse ve ona bir düzen içinde biçim verene. Sonra onda fücurunu ve ondan sakınmayı ilham edene”.
Leyl Suresi 1., 2. ve 3. ayette “And olsun Sarıp örttüğü zaman geceye. Parıldayıp aydınlandığı zaman gündüze. Erkeği ve dişiyi yaratana”.
Duha Suresi 1. ve 2. ayette “Duhaya (Kuşluk vaktine). Karanlık iyice çöktüğü zaman geceye.
Tin Suresi 1., 2. ve 3. ayette “Andolsun İncire ve zeytine. Sina Dağına ve şu emin beldeye”
Adiyat Suresi 1., 2.,3., 4. ve 5. ayetlerde “Soluk soluğa koşanlara, atlara, ateş saçanlara, sabah vakti baskın yapanlara. Derken orada tozu dumana katanlara. Bununla bir düşman topluluğunun orta yerine dalanlara”
ve nihayetinde de Asr Suresi’ndeki “vel asr” – “Asra yemin olsun”
diye birçok yemin var. Bunların hepsi çok kuvvetli şeyler. Değer verdiği Rabbimin. Fakat burada ise Rabbim neye yemin ediyor? Kuran’a yemin ediyor. Şimdi hitabın Resulullah’a o yüksek ismi ile olduğunu düşünün. “Ey insan! Kuran’a yemin olsun ki” gerçekten etkili bir tefsir. Fakat sadece “Kuran” demiyor. Onun burada bir de sıfatı gelmiş.” El kuran el hakim”( Hakim olan Kuran.)Yani Kuran’ı Rabbim tek olarak söylememiş, hakim olarak sıfatıyla söylemiş.Demek ki, anlıyoruz ki biz buradan Yasin Suresi hüküm,hikmet ile ilgili şeyler açıklayacak. Yani Rabbim burada şifresini veriyor. Ya-sin diyerek büyük bir şifre veriyor. Hakim diyerek , Kuran’ın sıfatını vererek de neler anlatılacağıı söylüyor.
Hakîm 3 manaya geliyor :
Birincisi manası:“hikmet”manasına geliyor. Hikmet; var olan, gözle görülen, zahir olan şeylerin sırrani kısmı, derin kısmı, enfüsi kısmı manasına geliyor. Yani bir şekilde nasıl ve neden ilmi gibi. Bir ayette diyor ki “Size hikmet verilmişse hayırdan çok şey verilmiştir”(Bakara/269).
İkinci manası: Birisinin hakim olması durumu. Yani “hükümden dolayı hâkim olması” durumu. Biliyorsunuz Esma-ül Hüsna’da bu kökten iki tane esma var: El-Hakem ve el-Hakîm var.
Üçüncü manası:“muhkem”. Yerli yerinde mansında. Bütün öğeleri birbiri ile tamamlanmış bir şekilde. Gelişigüzelliği, rastgeleliği olmayan manasında. Yani buna örgü ile örnek veriyorlar. Bir kadın örgü örüyor ya onun kendi içinde zincir örğüleri var. Zincirleri birbirleri ile ahenkli, bir bütün halinde birbirini tamamlayan manasında. Mesela muhkem kaleler denir.Taşlarının ,koruyucu sistemlerinin birbirini iyi bir şekilde tamamladığı için sağlam.
Burada Arapça bir açıklama var. Hakîm ” ح -ك-ي-م “ifadesi. Bakın bir “y”harfi var arada.Normalde kök harflerinden değil . Araya “y-ي” harfi gelmiş şekilde geldiği zaman bu kelimenin manasına süreklilikle beraber kuvvet kazandırıyor; Özel ve sürekli olması.
(Dilbilimsel bir açıklama:Mesela Rahman- Rahim misali. Ra-he-me kökünden merhamet anlamında. Rahmet. Rahmanda ne oluyor? Rahmanlığı, merhameti mübalağalı demek. Abartılı bir şekilde tecelli ediyor demek. O yüzden zaten inanan, inanmayan herkese kainatta veriliyor. Fakat bir kalıp Rahim gibi araya “y” gelmiş şekilde geldiği zaman bunun süreğenliği, sürekliliği manasına geliyor. Özel ve sürekli olması.Rahman için şöyle açıklamıştık tamam rahmanlığı ile Allahû Teâlâ merhameti bütün mahlûkata veriyor ama ahirette ise bunun devamlılığı sadece kendisine inanan özel kullarına verilecek. Hani “Benim kullarım” diyordu ya. O özel kullara. Devamlılık o şekilde devam edecek. Dönüş rahimle diyorduk ya. Sistem Rahmanla kuruluyor ama dönüş Rahim esması ile dediğimiz yer de burada. Aynı şekilde de alîm diyoruz. Â-lim o ilme sahip olan demek. Ama alîim dediğimiz zaman bunun süreğenliği var. Yani sürekli olarak ilmi ile temaşa eden demek. Kerim de öyle mesela kerîm dediğimizde sürekli kerim. Ara sıra kerim olan değil. O cömertliği, şerefli hali sürekli devam eden.)
Buraya göre ” hâkim” ne manaya geliyor? Hüküm ,hikmet ve muhkemliği sürekli olan, her şeyde tecelli edenmanasına geliyor.
Mesela sır dersek hikmete. Kuran’ın sıfatı ya bu. Sırlı olma, hikmetli olma durumu her ayetinde sürekli var demek. Derin manaları sürekli tecelli ediyor demek.
Hüküm manası verilirse, hükmü her ayette, her zaman, her devirde vardır manasında. Hani bizim itiraz ettiğimiz konu var ya. Nesih olayı; Nesih kavramı Kuran’da vardır ama bazı kesimlerin anladığı gibi değildir, diyoruz ya. Yani “bir ayet Kuran’da var ama hükmü yok”diye bir iddia var. İşte bunu duyduğumda benim aklıma bu ayet gelmişti. “Yasin vel guranil hakim”. Bu mana verilen nesih,”Hükmü sürekli olarak tecelli eden” kısmına uymuyor. Hükümde süreklilik var. İkinci manada, Burada Allah’ın hükmü dışında hüküm arayanlara da, yani “Onun kanunu yeryüzünde işlemez, gökyüzünden inen kanunları biz kabul etmiyoruz, biz yeryüzü kanunlarına tabiyiz” diyen bir kesim var ya. İşte “hayır” diyor. “Kuran hakimdir” diyor. Bir anlamda da meydan okuyor yani. Yani Allah’ın hükmü ile hükmetmeyenler konusunda kafirlikle suçlama durumları var. Biz Allah’ın alemlerin rabbi olan, bizi de yaratan, yeryüzündeki sistemi de kendi kanunları ile idare eden Allah’a tabiyiz. Diğerleri bizi ilgilendirmiyor. Bir Müslümanın bundan başka bir görüşü olamaz.
Diğeri de muhkem manasında ayetler birbirlerini tamamlayıcı, birbirlerini açıklayıcı manasındadır. İşte hikmetli Kuran’a rabbimin yemin etmesinin sebebi bu. Devam ediyor.
(اِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلٖينَ)
“İnneke leminel murselin”. “Şüphesiz sen Resul olarak gönderilmişlerdensin”. Burada ilginç ifadeler var. Yani okuyup geçtiğimizde farklı ama. “Sen şüphesiz gönderilenlerdensin” diyor. İnne te’kittir. Yani kesinlikle, şüphesiz, muhakkak diyor. Yetmemiş orda bir de “le minel” var. Ona da “te’kit lamı” deniyor. Pekiştirmedir. İki kez pekiştiriyor. “Şüphesiz ki”, “şüphen olmasın”, “kesinkes ki sen resullerdensin”. Bunu zaten Allahû Teâlâ söylüyor. Kime söylüyor? Peygamber efendimize söylüyor. Ne gerek vardı buna? Yani “Sen resulsün dese” de yeterdi. Zaten resul olduğunu biliyor. Burada ilginç bir ifade var. Bir kere şu:
“İnne” daha evvel söylemiştim. Arapçada karşı tarafın kafasında bazı tereddütler oluşursa o oluşan tereddüde mahal vermeden gönlünü pekiştirmek içindir. Burada tabi bu kuranın ilk sözü muhatabı Peygamber Efendimiz(SAV) ama aynı zamanda bizim de bütün insanlığın da olduğunu unutmayın. Kafanızda soru işareti mi var? Tabi ki o öyle. Bir de “y” ile beraber de “tabi ki öyle”, bir daha pekiştiriyor Rabbim. Allah’ın Resulü(SAV) bu vahyin gelmesi ile beraber omuzlarında ciddi bir yük hissetti. Ciddi bir sorumluluk değil mi? İnsanlar reddediyorlar, alay ediyorlar, dalga geçiyorlar “mecnunsun” diyorlar, hakaretler ediyorlar, başına işkembe koyuyorlar. Yapmadıkları yok ve yakın arkadaşları bile bunu yapıyor. Yani ağırlığı var. Hiç kimsenizin olmadığı zamanda ne kadar desteğe ihtiyacınızın olduğu düşünebiliyor musunuz? Ve burada en büyük destek kimden geliyor biliyor musunuz? Alemlerin rabbinden. “Hiç takma onları” diyor. “Şüphesiz sen” diyor “resuller olarak gönderdiğimizdensin”. Yani “arkanda ben varım”. “Bana güven, dayan”. Başkalarını takma tabiri caizse.
Burada peygamberin gönlünü kuvvetlendiriyor. “Şüphen olmasın. Olur mu öyle şey?”. Burada bir onun bir ciddiyetini görüyorum. Bunu yapmakla beraber de bakın “Sen resulsün” demiyor. Aslında resul kelimesini çoğulu olan “rusullerdensin” de demiyor. “Mürsellerdensin” deniyor. Mürsel; gönderilmişler, “resul olarak gönderilmişler” diyor. Bir de “O’sun” demiyor. “Mürselsin” de demiyor. “Mürsellerdensin” diyor. Bakın orada “min” var. “Onlardansın”. Burada yine te’kidi düşünürsek, yani “sen yalnız değilsin”. “Bak seninle beraber bizim Peygamber olarak gönderdiklerimiz de var”. “Ben ilk başından itibaren Hz. Âdem olmak üzere her kavme uyarıcı gönderdim. Sen de bunlarla berabersin. Yalnız değilsin”. Bir pekiştirme daha yapıyor. İnsan hep yalnızdır, gurbet eline gittiğinizi düşünün. Yalnızsınız, yani dini anlamda yalnızsınız. Bir bakıyorsunuz biri abdest alıyor. Allah! Ne kadar sevindirici değil mi? Gurbet yaşayan bilir bunu. Bu anlamda da yine peygamberi te’kit edici, destekleyici bir ifade var. Fakat bununla beraber “min” kelimesi ile beraber ben şunu da görüyorum. Elçi hiçbir zaman sahip değildir. Mesela bir ülkenin elçisi o ülkenin temsilcisidir ama sahibi değildir. Yani burada gönderilmişlerdensin derken de onun kulluğuna bir atıf var burada. Hani bir ayette “Muhammet ancak bir kul ve resuldür” diyor ya. “Abduhu ve resuluhu”. Burada da bunun bir ifadesi var. Yani sen bize göre de Peygamber Efendimiz(SAV) Allah’ın bir görevlisi. Hatta Allah’ın görevlendirdiklerinden bir görevli. Biz bu bütün din sistemi ve sahibinin(malükül mülkün) de Allah olduğunu bileceğiz. Kim olursa olsun yine de tebliğcidir, görevlidir yani. Mürseldir yani. Bir de benim aklıma şey geldi. Hüküm(hikmet) konusunu araştırıyoruz uzun zamandır da bugün biraz ağır gidebiliriz.
Hikmet çok önemli bir konu. Demin dedik ya “Kime hikmet verilirse ona hayırdan çok şey verilmiştir”. Hatta “Peygamberlere biz ilim ve hüküm öğrettik(hikmet öğrettik)” diyor. Yani peygamberlere nasip olmuş bir bilgi ya da anlayış düzeni. Okul geçerseniz ilminizle de çok derinlerine vakıf olursunuz. Ama hikmet geldiği zaman iş biter. Hakikati ile anlarsınız yani. Bu hikmet de işin ilginç tarafı öğretilen bir şey aynı zamanda. Öğrenilen demiyorum bakın öğretilen diyorum. Şimdi hüküm ile ilgili birbirine çok benzeyen dört kısım var:
Bakara 129, Bakara 151, Cuma 62, bir de Âli İmran 164. Burada şöyle ifadeler var.
Kemâ erselnâ fîkum rasûlem minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve yuallimukumul kitâbe vel hıkmete ve yuallimukum mâ lem tekûnû tağlemûn.
“Nitekim kendi aranızdan, size ayetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran, size kitap ve hikmeti öğreten, bir de üstüne üstlük bilmediklerinizi öğreten bir peygamber gönderdik”.
Diğer 3 ayette de “bease” kelimesi kullanılırken yani “Peygamber gönderme” kelimesinde. Burada “ersele” kelimesi kullanılmış. Bunun hikmeti ne? Yani “inneke le minel mürselin” derken de Mürsellerin görevlerinden biri olarak bu Kuran’daki hikmetleri de senin vasıtan ile öğretiyoruz var bunun içerisinde. Ama bakın aşama aşama. Ne yapıyor :
“Yetkum aleykum ayatina”. Önce ayetleri okuyor. Sonra ne yapıyor? “Ve yüzekkikum”. Onları temizliyor. Yani bugün güncel ifade ile arındırıyor. Yani ben arındım diyorlar ya uzak doğu felsefelerinde. Yani maddi ve manevi temizliğe geliniyor. Bu temizliğe gelindikten sonra ne oluyor? Resulullah ne yapıyor? “Yeüllikum” size öğretiyor? Neyi? Kitabı. Şimdi kitabı öğretiyor. Daha önce okumayı öğretiyordu. “Vel hikme”. Hikmeti öğretiyor. Bakın bununla da kalmıyor. Artı ve “yülelimukum” size öğretiyor “mâ lem tekûnû tağlemûn” . Daha evvel bilmediklerinizi de öğretiyor. İşte bu ayet, bu ayetin izahı gibi. Yani mürsele olarak gönderiliyor ama görevi de bir de kurana yemin ediyor Rabbim. İşte peygamber Efendimizin görevi bu dört şey: kitabı okumak, vahiy geliyor ya okuyor tek tek. Ama okumaktan amaç ne? Temizlemek. Yani madden ve manen bizi temizlemek. Düşüncelerimizi, halimizi, nefislerimizi, maneviyatımızı temizlemek. Bu da gerçekleşince, insan temizliğe gelince ne oluyor? Onlara kitabın kastettiği şeyleri ve de derin manalarını, yani hikmetlerini de öğretiyor. Ama demek ki ana kural temizlenmekmiş. Hani Vakıa Suresinde var ya: “Onu ancak mutahharunlar dokunur diyordu ya, o manada. Sırlarına ermek ve erdirmek manasında.
“Yuallimukum mâ lem tekûnû tağlemûn” sizin bilmediğiniz şeyleri de öğretir. Nice nice ilimler, ledünni olsun, kitabi olsun. Hikmetleri de öğretir. İşte bu da Mürsel olarak gönderilenlerin görevlerindenmiş.
Dördüncü ayete gelelim:
(عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقٖيمٍ ) Alâ sıratım mustegîm. “Ala” üzerinde demek. Neyin üzerinde? Sıratı müstakimin üzerinde. Yani Mürselsin, Mürsellerdensin. Sıratı müstakimin üzerinde olansın. Yani herhangi bir mürsel değil. Mürsel insanların kafasında var ama ne? Burada diyor ki “sıratı müstakimin üzerinde” olan. Burada ya bu Peygamber Efendimiz(SAV) e özel bir hitap ya da Mürseller var ya geniş anlamıyla. Gönderilmiş olanların sıratı müstakim üzerine olduklarının bir göstergesi. Burada hemen şunu söylemek istiyorum. Resul ifadesi sadece peygamberler için kullanılmıyor Kuran-ı Kerimde. Melekler için de kullanılıyor. Bu Fatır Suresi’nin ilk ayetlerinde vardı zaten. İnsanlar için de kullanılabiliyor. Bu zaten Yasin suresinin 13. ayeti var ikinci sayfasında. “ve iz câehel murselûn” derken onlara elçiler gelmişti derken de burada tarih kitaplarında tefsirlerden öğrendiğimiz kadarı ile de Peygamberler dışında da uyarıcıları rabbimin Mürsel olarak gönderdiği ile ilgili bir şey var. Ama burada şu ifade var. Her ne kadar peygamber olmasa da Allahû Teâlâ bir kimseyi Mürsel olarak gönderiyorsa da o da herhangi bir kişi değil “ala sıratı müstakim” sıratı müstakim üzerine yaşayan biri. Hz. İbrahim’e de melekler geliyor. Hem çocuk müjdelemek için hem Lut kavmine gelen azabı müjdelemek için gelen elçiler. Ama hepsinin ortak özelliği sıratı müstakim üzerine olmalarıymış . Fatiha Suresi’ni hatırlarsanız “İhdinas sırâtal mustegîm. Sırâtallezîne enamte aleyhim”. Bizi kendilerine nimet verilmiş kimselerinin yolu olan sıratı müstakime ilet derken de Mürsellerin de işte o senin yoluna iletmeni talep etmen durumunda olduğu kimselerin, birincisinin de Mürseller olduğunun bir ifadesi.
Lakin burada dikkatinizi çekiyor mu? “Es sıratel mustakim” yani marife. Başında el takısı varken burada nekra olarak gelmiş. Normalde “el sıratu mustakim” olması lazım. Niye burada sıratı mustakim? Sıratı müstakim ne demek? Bir demek. Yani, herhangi bir. Yani bir sıratı müstakim üzerinesin. Müstakim olan bir yol üzerinesin ya da başka manasıyla. Ama biz biliyoruz ki Fatiha’da “el sıratı mustakim” bir tane yol var. Bunun hikmeti ne? Peygamber Efendimiz(SAV) diyor ki:
“Benim Allah ile öyle bir vaktim vardır ki o vakitte beni mukarreb bir melek yahut Mürsel bir nebi ihata edemez”. Yani, durumuma muttali olamaz diyor. Yani kendi özel durumundan bahsediyor. Kendi sıratı müstakiminin bilinme şansı olunmayan bir yol olduğunu söylüyor. Marife, bilinen demektir. Mesela “el galem”. Başına el takısı geldiği zaman marife olur. Yani bu kalem, belirli bir kalem. Ama nekra geldiği zaman “galemen” olduğunda herhangi bir kalemdir. “Bir kalem verin” dediğim zaman herhangi bir kalem, mühim değil. Ama “el kalem” dediği zaman bilinen bir kalemdir. Fatiha Suresi’ndeki manasında marife gelmiş. Yani bilinen bir yol. Ama burada sıratı müstakimin olması sizin bilemeyeceğiniz bilinemeyen bir yol. Bu da işte “ala sıratı müstakim” derken dedim ya. Özellikle Peygamber Efendimiz(SAV) kastediliyorsa sizin bilemeyeceğiniz bir sıratı müstakim üzerinedir o. Yani herhangi bir gibi algılamayın. Onun özel bir durumu vardır manasına gelir.
Zaten Yasin Suresi’nde hani “ey insan” derken de insan ya. Tasavvuf kitaplarında şu yazıyor “tamam insan ama insan”. “İnsaaan ama insaaan”. İşte bu da nekre gelmesi de buna bir işaret.
“Rızkın kerim” vardı hatırlıyor musunuz? Rızkın derken de orada bir nekralık(bilinmeyen) vardı. Yani cennetteki o rızkın mahiyetini siz bilemezsiniz. Sizin bu dünyada anlayacağınız bir şey değil. Yani öyle yüksek bir ikram ki o “rızkın”. “El rızk” olarak gelmemiş belirli bir rızk olarak gelmemiş. Rızkın. Bu da onun gibi büyütüyor rabbim anlamını. Kendisinin üzerinde olduğu Peygamber Efendimiz(SAV)in dosdoğru yolunu nekre kullanmakla(belirsiz bir yapıda kullanmakla) rabbim yüceltiyor. Sırat kelimesi daha önceki dillerde, dinlerde, kitaplarda kullanılmıyor. “Tarik” ifadesi kullanılıyor. Kuranla beraber sırat. Sırat; cadde, ana yol manalarına gelmesine rağmen, bir noktaların birleştirilmesi sonucunda oluşan güzergah manasında da kullanılıyor. Bulmacalar gibi. Yani o noktaların her birisi İslamdaki merhaleler. Doğru üzerine. Şunu yapacaksın bunu yapacaksın. Bunu birleştirdiğinde Allah’a giden doğru yol düzleminde oluyorsun. Bir de müstakim var. Ayağa kaldıran yol manasına geliyor. Götüren yol manasına geliyor. Yani pasif bir yol değil. Sen o yola tabi olduğunda o yol seni direkt Allah’a götürüyor. Eğer çok büyük yanlışlıklar yapmazsan. Burayla da birleştirince de şu var:
Bütün peygamberler Allah’ın nebisi olmasına rağmen. Allahû Teâla diyor ki “Sen herhangi bir peygamberin yoluna da tabi olsan o seni elbette Allah’a çıkaracaktır”. Yani Hz. İbrahim, Hz İsa’nın, Hz. Musa’nın yoluna gidersen. Ama burada özellikle burada “Siz Muhammedisiniz” diyor. Yani sizin sıratınızda daha özel şeyler var. Fatır Suresinde ne vardı?
“Biz bu kitabı kullarımızın içinden seçtiğimiz kimselere miras verdik”. Demek ki Hz. Muhammed(SAV)’in ümmetinden olmak bir ayrıcalık. Her ne kadar bütün peygamberler de Allah’ın resulü olmasına rağmen, Amene rasuli’deki ifade ile “la nüferrigu beyne ehadim mir rusulih”. “Biz bir rusulü diğerinden ayırt etmeyiz”. Yani seviye manasında değil bu, hepsini peygamberlik konusu içerisinde birini diğerinden ayırmayız çünkü hepsi Allah’ın görevlendirdikleridir. Bu bakımdan ayırmayız ama başka bir ayette de “Biz bir peygamberi diğerine fazilet konusunda üstün kılmış” derken de Allah’a yakınlık anlamında da resullerin birbirlerinden kademe kademe farklı olduklarını görüyoruz ki Peygamber efendimiz(SAV)in miraca çıkarken her katta farklı bir peygamberle karşılaşması da bunun birispatıdır. En yukarıda olan kim? Tabi ki Fahri Kainat Efendimiz olan Hz. Muhammed(SAV). Ama onun yolunun yani Muhammedi olmanın bir ayrıcalık olduğunu da biraz evvel söylediğim ayet ve buradaki sıratı müstakimin nekre belirsiz gelmesi ile de biz burada anlamış oluyoruz.
Yasin bu kadar önemli ki Peygamber efendimizi Allahû Teâlâ nasıl övüyor. Yani kuran vurgusu ile de övüyor arkadaşlar. Bunu unutmayın. Çünkü Kuran’a yemin ediyor. Hemen arkasından “sen Mürsellerdensin” diyor. Bunu nasıl anlıyoruz? Hemen beşinci ayete geliyorum:
(تَنْزٖيلَ الْعَزٖيزِ الرَّحٖيمِ)Tenzîlel azîzir rahîm. Hemen bunun arkasına bir tenzilden, indirmeden bahsediyor. “(Bu kitap) aziz ve rahim olan tarafından indirilmedir”. Yani tenzildir. Bakın “Yasin” dedi. Sırrani bir hitapta bulundu Peygamber Efendimizin gökteki konumuna. Sonra Kuran’a yemin etti. Sonra Peygamber Efendimiz’in peygamberliğini teyit etti. Onun ve diğerlerinin yolunun özel bir yol olduğunu söyledi. Yine tenzilden bahsediyor Rabbim. Kurana vurgu yaparak tenzildir diyor. Tenzil ne demek?
Kökü bunun “nezele”. Nazil olmak. İnmek. Yani yağmura gökten aşağı indirildi diyor. Yani üst seviyeden bir alt seviyeye indirilmeye nezele, nazil oldu, indirmek diyor. Hatta nezle kelimesi bundandır. Hani burun akıyor ya. Manevi olarak da yukarıdan aşağıya manevi seviyesi düştüğü zaman kimse nezle olur. Eğer bir kişi nezle olmuşsa manevi durumuna dikkat etmesi gerekir. “tenzilu rütbe” oluyor yani. Hatta şimdi Peygamber efendimiz hapşurana “elhamdüllillah” diyor. 3 kereden fazla hapşırırsa demeyin diyor. Hatta maneviyatta grip ve nezle ahmak hastalığı olarak değerlendirilir. Peygamber efendimiz 3 ten fazla hapşırırsa “elhamdüllillah” demeyin nezle olmuştur diyor.
Rabbimin resulü ne yaptı? Hikmeti öğretiyor işte. Nezle olmaktaki hikmeti gösteriyor. 3’e kadar “yerhamukellah” diyin diyor. 3’ten sonra hastalıktır diyor. Hapşıran insan tabi grip ya da nezledir. Her hastalıkta hapşırılmıyor.
Nezele kelimesi, yukarıdan aşağıya inme demektir. Burada ilginç bir ifade var. Aynı zamanda “nuzulen” diyor mesela Kuran. Ahzab Suresi’nde idi. Nuzulen diyordu cennet ikramları için.
Bir indirilmedir diyor. Şimdi indirilme deyince aşağılık bir şey, değeri düşme gibi algılıyorsun ama ikram anlamında. Niye? Sofradan ikram inince bize ikram olmaz mı? Yani indirilen şey aslında üst makamdan aşağı indiriliyor? Ama biz aciz kullar için ikram oluyor.
Yani ednaya iniyor. Ama inen şey ulvi. Ulvi bir şeyin inmesi bizim için ikram. Tenzil yavaş yavaş indirilmedir. İnzal tek olarak indirilmedir. İnzal ve tenzil farklıdır. İnzal nerede geçiyor?
Kadir Suresi’nde geçiyor. İnna enzelnehu. “Biz onu inzal ettirdik”. Neyi? Kuranı. Şimdi Kuran’ın aslı levhi mahfuzda. Onun gök semasına, bir aşağı semeye tek hamlede indirilmesi inzal. Orada Peygamber Efendimizin kalbine yavaş yavaş (23 sene değil mi. 13 sene Mekke 10 sene Medine) 23 yılda da yavaş yavaş indirilmesi tenzil. Tenzilin kökü nezzeledir. Tef’il babında. Bir şeyin peyderpey olması manasına gelir. Yani tenzil olarak indirdik diyor sana. İki mana var: Birincisi yukarıdan aşağıya indirdik. İkincisi de yavaş yavaş indirdik manasında.
Bakın zaten tenzil kelimesinden sonra aziz kelimesinin gelmesi çok ilginç. El-Aziz, Allahû Teâlâ’nın isimlerindendir. İzzet sahibi. Yüksek, yüce. Aynı zamanda da galip olan, mağlup edilemeyen manasındadır. Yani dilediğini dilediği gibi yapar. El-Kadir ve El-Galip esmaları ile yakın ilişkilidir. Yani aziz olanın indirmesidir. Yani “değerini bilin ha” gibi bir anlam da var burada. Yani bak kim indiriyor bunu? El-Aziz indiriyor. El-Aziz ciddi esmalardandır arkadaşlar. El-Aziz indiriyor ha, öyle basite de almayın bunu. Şimdi “ala sıratı müstakim”inden sonra bunun gelmesinin ne hikmeti var?
Peygamber Efendimiz(SAV)’in ahlakının Kuran olduğunun bir göstergesi. Yani tenzil. Kuran’ın tenzili kime yapıldı? Peygamber Efendimiz’e. E hikmetleri ile indirilmiş bu Kuran’ın kalbine indirildiği bu Resulullah(SAV) yaşantısında neyi sergileyecek? “Sıratı müstakim”de neyi gösterecek, hangi şeyi gösterecek? Tabi ki bu Kuran’ı.
Hazreti Aişe’ye diyorlar vefatından sonra “Ya Hz. Aişe! Sen onunla sürekli beraberdin, biz ara sıra beraberdik. Sen onun sırdaşı idin. Onun ahlakı ne idi biraz bahset” diyor. Annemiz müthiş bir cevap veriyor. Şöyle şöyle anlatmıyor. Kızar gibi söylüyor: “Ya siz Kuran okumuyor musunuz? Onun ahlakı Kuran’dı” diyor. Yani biz kuranı anlayamıyoruz arkadaşlar. Gerçekten anlayamıyoruz. Yani Resulullah(SAV)’ın davranış sistemi, düşünce sistemi eşittir Kuran. Hem “ala sıratı müstakim” olduğu için, hem de kuranı yaşadığı için sıratı müstakimde. Resulullah’ın sünneti farklı bir şey. Kuranı farklı bir şey gibi algılıyoruz. Hatta sünnetleri reddediyoruz. Öyle sapık bir şey de çıktı. Eskiden böyle bir şey mümkün değildi. İşte “sahih mi, değil mi?” den yola çıkarak. “Sünnete ne gerek var? Kuran var” diyen bir grup var. Bu; Resulullah’ın din gerçeği, Allah’ın din gerçeği ile uyuşmuyor. Bu anlamamaktır, ahmaklıktır.
Geçen bir ayet vardı, o denk geldi: “Gul”, “de” diyor. Emir veriyor. Resulüne diyor. “Eğer Allah’ı seviyorsanız…”. Şimdi cevap ne? “Tabi biz Allah’ı seviyoruz”. Allah’ı sevenlerin rütbesindekilere diyor bunu. “Bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin”. Bak bunu Resul diyor gibi duruyor ama bunu diyen Allah. Yani şöyle diyor. Yani Resulullah’ı aradan çıkarın, direkt şöyle gelse idi ayet. “Ya siz beni seviyor musunuz kullarım? Seviyoruz ya Allah’ım? “Peki benim de sizi sevmemi istiyorsunuz değil mi?” İstiyoruz tabi ki? “O halde resulüme uyacaksınız”. Yani Allahû Teâla kendi sevgisinin şartını Resulullah’a uymak olarak, tabi olarak koymuş. Bunu Allah diyor. Yani Allah’tan Resule baktığımızda çok farklı bir şey. İşte bu tür ayetlere rağmen nasıl Resulullah’a böyle şeyler söyleyebiliyorlar, nasıl sünneti hafife alıyorlar anlamak mümkün değil.
İşte buradaki ifadesi ile de sıratı müstakim üzerine olan Resulullah’a bir tenzil bu. El-Aziz i açıkladık, bir de rabbim devam ediyor er-Rahim. Sadece aziz değil aynı zamanda da rahim olan er-Rahim olan Allah’ın bir tenzilidir buyuruyor. Bakın Allah tarafından da bir tenzil değil. Buradaki isim tamlaması gibi gelmiş. Yine Arapça bilenler bilir. Orada “tenzilel azizirrahim” derken de son günlerde işlediğimiz isim tamlaması var. Mudaf-mudafun ileyh konusu var. Rahman ve Aziz olan Allah’ın indirmesidir bu. Onun indirmesi. Burada izafet var. İzafet Aziz ve Rahim Allah’a. Yani Kuran’ı da herhangi bir indirme olarak görmeyin. Allah’ın indirmesidir bu. Sahibinin adresini de bilelim. Kuran okuyoruz ama Allah’ın kitabını okuduğumuzun da farkına varalım. Hatta Kuran zikirdir deniyor ya. Zikir kelimesinin Kuran’daki birinci manası hatırlamak, anlamak, düşünmektir arkadaşlar. Başka manaları da var. Kuran zikirdir diyor. Öğüttür manasında. Hatırlamak manasında ne oluyor biliyor musunuz? Kuran’ı okurken onun Allah’ın kitabını olduğunu hatırlayarak, zikrederek okuyun demek. Bakın bunu deneyin arkadaşlar gerçekten Kuran çok farklı oluyor. Aman bu Allah’ın, bunu Allah söyledi, Allah yazdı deyince çok farklı oluyor. Burada da buna ikaz var. Rahim’e gelelim. Neden Rabbim rahimi kullanıyor burada. Bakın Rahman demiyor. Rahim olan Kuran. Yani bu diyor tamam aziz olan, ulaşılamayan, üstün olan Allah’ın indirmesidir ama aynı zamanda o rahmeti ile bunu size indiriyor. O yüzden erişebilirlik var demektir burada. Yani kolaylık var. Bir şu anlama geliyor rahmeti dolayısıyla, merhameti dolayısıyla indiriyor indirmeyebilirdi de. Sizden aynen Hz. İbrahim’den beklediği gibi, hiçbir şey olmadan, senin fıtratındaki özelliklerinle kendisine yönelmeni, sıratı müstakimi bulmanı isteyebilirdi. Ama o Rahmet Sahibi size merhamet ediyor ki bu kitabı size indiriyor. Sevgisinden, merhametinden, acımasından dolayı.
Bir de bakın direkt de indirmiyor bunu yaşayan birinden, sizden diyor ya. “Fi kum” sizin kendi içinizden bir Resul gönderdik diyor. Sizin yaşayabileceğiniz boyuttan algılayacağınız, nasıl oturuyor, nasıl kalkıyor, nasıl namaz kılıyor, sizin gibi yiyip içen bir kulun üzerine indiriyor ki siz bunu rahatça hayatınıza geçirebilin, tatbik edin. Bununla da kalmıyor. Size kitabı, hikmeti, bilmediklerinizi öğretiyor. Bir de açıklayıcı bir sistemle öğretiyor. Bu rahmet değildir de nedir? Ama sadece rahmet değil, rahim olmasının sebebi de: Hani rahmanla rahimin farkı ne idi? Rahman bütün kullarına, Rahim de özel olarak kendisine inananlar olduğu için bu kitabın faydası, kendisine inananlara olacaktır. Herkese de olmayacaktır. Yani bu kitaba layıkıyla yönelen, Allah’tan tenzil olduğunu bilen rahimin halkasına giriyor. Allah da o zaman merhamet diyor. Başka bir ifadeyle de Allah rahimliği ile kendisine yönelenlere de bu kitabı indirerek, açıklayarak, kolaylaştırarak, kulakları gönülleri açarak da ne yapıyor merhamet etmiş oluyor manalarına da geliyor. Ama bunun bir sebebi var, indirilmesinin de bir sebebi var. Neden indiriyor? Altıncı ayette bunu açıklıyor:
(لِتُنْذِرَ قَوْمًا مَا اُنْذِرَ اٰبَاؤُهُمْ فَهُمْ غَافِلُونَ)Litunzira gavmem mâ unzira âbâuhum fehum ğâfilûn.
“Babaları ya da ataları uyarılmamış olan kavmi korkutman için çünkü onlar gafillerdir”. Ya da başka bir ifade ile “Ta ki ataları uyarılmadığı için haktan gafil kalmış bir topluluğu uyarasın diye”. Bakın “li” ile başlıyor. “Li” için demek Arapça. “Lam-ı Talil” deniyor buna, “sebeb lamı” deniyor. Niçin tenzil bu? Niçin bir indirilme? Amaç ne burada “li” için. “Tunzira” senin nezretmen, inzar etmen için. İnzar ne demek? Uyarma demek. Nezir uyarıcı. Beşir müjdeleyici. Uyarman için. Bakın burada müjdeleyici değil de inzar edici denmesinin bir sebebi var? Çünkü ya iş bildiğiniz gibi değil. Eğer siz rahim halkasının içerisine giremezseniz. Mahvolursunuz. Bu yüzden Resulullah ne yapıyor? Uyarıyor, uyarıcı. Müjde de var ama önce bir uyarı var çünkü insan önceden başından neler geçtiğini, insanın bu dünyaya geliş amacını bilirse, indirilmiş Kuran tarafından daha dikkatli olur. İşte o yüzden birinci görev müjdeleyicilikten daha ziyade uyarıcılık oluyor. Bu kitabı Allahû Teala’nın rahimliği ile Mürsellerden bir Mürsel olarak gönderilmiş Resulullah’ın kalbine indirmesinin, tenzil etmesinin sebebi uyarmakmış. Ama kimi uyarmak? Burada meful geliyor. “Kavmen” bir kavmi. Bakın burada “el kavim” derse yani belirli bir kavim derse sadece Mekke müşrikleri anlaşılır ya da o çevresi anlaşılır ama “kavmen” deyince kıyamete kadar gelecek olan bütün kavimleri, toplulukları kastediyor burada. Yani sen de bunun içindesin. Şimdi Arapçada kural var. Nekre bir kelimeden sonra gelen cümle, o nekre kelimenin sıfatı oluyor. Burada da “kavmen” nekra gelmiş ya, nekradan sonra gelen kısım, bu kavim kelimesinin sıfatı oluyor. Yani nasıl bir kavim?
Mâ unzira âbâuhum. Babaları ya da ataları daha evvel uyarılmamış bir kavim. Biz ayetlerden biliyoruz ki bir fetret dönemi yaşanıyor. Bu fetret döneminde bir uyarılmamışlık konusu söz konusu oluyor. Ama bu kavim ne diyor? Bize gerçekten bir peygamber gelse idi biz ona inananlardan olacağız. Ama gelmelerine rağmen onlar kibirlerinden dolayı ya da mekirlerinden dolayı ne idi? Oyunlarından dolayı buna inanmadılar. Mekire tuzak deniyor. “ Ya Allah tuzak mı kurar?” deniyor ya. Eğer onu oyun olarak nitelendirirsek daha güzel bir manası oluyor. Yani herkesin bir oyunu var. Allah’ın da bir oyunu var. Planı var. Plana uyun.
Fatır Suresi’nden anladığımız kadarı ile bu kadar uyarılmamış, bir uyarıcı gelse uyarız deyip de kibirlerinden ve mekir kurmalarından ötürü uyarılma durumuna geçememiş bir kavim var. İşte bu kavmi uyarasın diye Allah rahimliği ile gönderiyor. Neden rahim demişti, rahmet kökü ile? Allahû Teâlâ göndermeyebilirdi. Ne resul gönderirdi, ne de Kuran’ı gönderirdi, ne de hakim olan Kuran’ı gönderirdi? Ama işte rahmetinden dolayı uyarıyor. Biz bunu anlayamıyoruz çünkü dini hazır bulduk. Annemiz babamız Müslüman. “Fatiha’yı hadi bir oku”. Eğlenceli okudu. “Hadi oku amcalara bir Fatiha’yı”, “Hadi kelime-i şehadet” getir. Ergen olunca “Hadi bir yıkan şöyle. Hadi bir abdest al”. “Hadi Cuma günü”. İşte biz içinde bulduk ama biz bu rahmetin farkında değiliz. “Bak” diyor. Babaları uyarılmamış kavim var. Ona Allahû Teâlâ rahmeti ile gönderiyor bütün bunları. Bunu hala anlayamıyoruz. Bunun nimetini ahirette anlayacağız biz. Muhakkak sebepleri var. Hidayetin de sebepleri vardır. Nihayet olarak Allah’ın rahmetidir bu. İşte Allahû Teâlâ bize farkında olmadığımız gönderilme nimetini ve kitap indirilme tenzil diyor yukarıdan aşağıya indi diyor. Değeri bir şekilde indirilerek şey oldu. Bunun aslı aslında muhteşem cümleler. Ama bizim kaba kafalarımıza girsin diye Allahû Teâla en basit cümleler halinde deliklerinden sokuyor nerdeyse tenzil o işte. “Babaları uyarılmamış bir kavmi uyarasın diye”. Oradaki “ma” edatı “şey” anlamına da gelmiş. Bazı alimler bunu atalarının uyarıldıkları şey üzerine olan kavmi uyarasın diye. Yani bir kureyş kavmi falan var. Bir de atalar deyince Hz. İbrahim’e kadar gitmiyor mu bu mesela? Onlar da bir şeyle uyarılmadı mı? Yani aynı şeyin üzerinden uyarıldılar. Hani mürsellerdensindir diyor ya işte o mürsellerle de farklı bir şey söylermedi. Atalarına senin o Mürseller de uyarıda bulundu. O uyarıldıkları şey üzerine sen de aynı şekilde uyarıyorsun manasında da bu algılanmış. Ama cevap var:
“fehum ğâfilûn”. Fakat onlar gafildirler. Burada iki şey var. Uyarılmamışlık olma durumu gaflet, bir de ataları uyarıldı ama bu yola tabi olamama durumları nedeni ile gaflette olmaları. Bunlardan hangisini alırsanız alın ama diyor “Onlar gafletteler”. Demek ki inzarın amacı ne imiş? Tabiri caizse dürtmek hani var ya. “Ölüm var”. Uyarılıyor yani. O şekilde gaflette. Gaflet böyle uyku hali gibidir. Eğer bunu hiç Allahi konuda bir uyarı görmemiş gafiller olarak yaparsak dinin kabaca yani en temel prensipleridir, bunları öğretmektir. Ama biz de bir kavimiz. Bizim babalarımız da yeterince uyarılmamış. Babalarımız da gafillerden olabilir. Biz de babalarımız öğretisi ile geliyoruz ya o kavim biz oluyoruz. “E biz namaz kılıyoruz”. Ama biz de o kavimden olduğumuz zaman biz de doğru zikir boyutu ile kılmayıpta gaflette olduğumuz için namaz ara konusu üzerine konuşuyorum. Demek ki Allah’ın resulü bizi bu konuda da uyarıyor.
“Ekımis salâ” diyor. Namaz kıl bile demiyor, namazı ikame et diyor. Namazın kazası yok. Var şöyle; bayılırsam, uyuyakalırsam, ya da başımın üzerinden hendek savaşındaki gibi ok geçer de kılma durumu olmazsa var. “Ya sonra kaza ederim” diyen işte “an salatihim sahun”a geliyor. Onlar namazlarında aldırış etmezler, öylesine baştan savarlar. İşte bu ikame olmuyor. Buna niye girdik? Yani böyle olduğu zaman bile gafilde olan bir kavim oluyorsun tamam. Neden “fehum gafilun” babaları? Sana bunu öğretenler, senin bu İslami bilgileri aldığın gaflette olabilirler. Yeterince birileri onları hikmet hakikat konularında uyarmamış olabilir. Ama sen Kuran okumuyor musun? Kuran okudukça Peygamber Efendimizin ahlakı olan Kuran’la ahlaklanırsın da kendini düzeltirsin. Bu anlamda Kuran’a yöneltiliş var. Devam edelim. 7. Ayet:
(لَقَدْ حَقَّ الْقَوْلُ عَلٰى اَكْثَرِهِمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ )Legad haggal gavlu alâ ekserihim fehum lâ yué’minûn. “Gerçekten o söz(o kavil) onların çoğunun üzerine hak oldu, onlar iman etmezler”. Şimdi gafiller ya. Gafillikleri üzerine de bu ne kadar uyarılmışlık olmasına rağmen uyarılmıyorlar hala o şeyleri de devam ediyor. Rabbim de yemin cümlesi ile başlıyor. Yemin olsun ki(kesin ki), “Hakka” hak oldu. Ne hak oldu? O kavil, o söz hak oldu. Yani Rabbimin azap sözü bu. Hak oldu. Kime? “Ala ekserihim”. Hepsinin değil bir kısmının ama çoğunluğunun yani az bir kısmı sadece buna inanmış. Başka ayette de ondan çok az bir kısmı dışında şirk koşmada iman ederler diyor. Çoğunun üzerine bu söz hak oldu. “Fehum la yuminun”. Ama onlar bir şekilde hala iman etmiyorlar ya da başka bir ifade ile iman etmedikleri için bu söz onların üzerine hak oldu. Yani Allahû Teala büyük yeminle Kuran’a hakim olan Kuran üzerine, hükümleri ve hikmetleri olan Kuran üzerine yemin ediyor. Sonra Peygamber Efendimiz’e dönüyor ve diyor ki “Sen hiç merak etme, yalnız değilsin. Benim önceden gönderdiğim resullerden birisn ama herhangi bir resul gibi de değilsin. Bana çok yakın olan özel bir resulsun ki senin sıratı müstakimin de özel. Ve ben senin üzerine senin ahlakının temel sebebi olan Kuran’ı azizliğimle gönderiyorum ama rahimliğim olmasa buna ulaşamazlar. Göndermemin sebebi de kullarımın üzerine olan rahmetim. Bu rahmetimi onlara gönderiyorum ki onlar bir şekilde uyarılmamışlardı sen de onları uyar diye Kuran’la. Aman dikkat etsinler, gaflette olmasınlar. Eğer bunca ikaza rağmen, sana rağmen eğer iman etmezlerse onların üzerine benim sünnetullahımdan olan hak gerçekleşecek o zaman da kurtuluşları olmayacak. O anlamda onları inzar et, uyar diyor. Allah bize bu Kuran’ın değerini(kadrini) bilen, Resulullah(SAV)’ın kadrini bilen ve onun öğrettiği Kuran’la öğrettiklerine tabi olan da gafillerden olmayan kullardan eylesin. Ve kavi bir gün gerçekleşecek bu tarafta ve ahirette. Allah’ın rahmeti ve merhameti ile de bunlardan uzak olup Allah’ın veçhine(zatına) giden kullarından olmayı nasip etsin inşallah.
Mâ yeftehillâhu lin nâsi min rahmetin fe lâ mumsike lehâ, ve mâ yumsik fe lâ mursile lehu min ba’dihî, ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
1.
mâ
: şey, ne
2.
yeftehillâhu (yeftehi allâhu)
: Allah’ın açtığı
3.
li en nâsi
: insanlar için, insanlara
4.
min rahmetin
: rahmetten
5.
fe
: o zaman
6.
lâ
: yoktur
7.
mumsike
: tutacak olan, tutan kimse
8.
lehâ
: onu
9.
ve mâ
: ve şey, ne
10
yumsik
: tutar
11
fe
: o zaman
12
lâ
: yoktur
13
mursile
: gönderen, gönderecek olan
14
lehu
: onu
15
min ba’di-hi
: ondan sonra
16
ve huve el azîzu
: ve o azîz, üstün ve güçlü
17
el hakîmu
: hüküm ve hikmet sahibi
Allah, rahmetinden insanlar için ne açarsa (genişletirse), o taktirde onu tutacak yoktur. Ve neyi tutarsa, artık O’ndan sonra onu gönderecek de yoktur. Ve O; Azîz’dir (üstün, yüce), Hakîm’dir (hüküm ve hikmet sahibi).
SOHBETİN YAZILI METNİ:
Geçen hafta Fatır Suresi’ne geçmiştik. Geçen haftadan bir iki yeri hatırlayalım:
Elhamdu lillâhi fâtırıs semâvâti vel ardı( اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ ) diye girmiştik. Burada fatara kelimesi geçiyordu. Bu fatara kelimesi yaratmak olarak geçiyordu tefsirlerde, meallerde. Fakat bedii var ilk baştan yaratan yaratmayı ilk olarak başlatan manasında. Onunla hemen hemen aynı mana verilmiş. Ama bir amaç bir gayeye özgü yaratmak vardı fatara.da bediiden farklı olarak. Rum Suresi 30. Ayete bakarsak:
fıtratallâhilletî fetaran nâse aleyhâ(فِطْرَتَ اللّٰهِ الَّتٖى فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا)- Öyle ki insanları onun üzerine yaratmıştır.
Sadece ilk olarak yaratmak olsa bu ayette teferruatı ile bu şekilde bildirilmez. Yani Allah’ın fıtratı var ve insanları da onun üzerine yaratmıştır. Buna fıtrat diyor Allahû Teâlâ. Şu an işlediğimiz Surede de “semavatı ve arzı yarattı “ diyor. Ama fatara kelimesi yarattı kelimesini bununla birleştirirsek bir amaç gaye üzerine fıtrat üzerine. Allahû Teâlâ “Ben gizli bir hazine idim bilinmek istiyordum” diyordu ya orada âlemi halk ediyor yaratıyor. Ama bir amaç var. Bilinmek. Başka bir ayette de “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” diyor. Birisi kâinat için bir amaç. Bir de özel akıllı mahlûkata iradesi olan mahlûkata üç tane mahlûkat silsilesi var: melekler, cinler ve insanlar. Özellikle cinler ve insanlar iradi imtihana daha önde olan mahlûkat. Özellikle bunlardan da kulluk etmesi bekleniyor. Şimdi kulluk etmesi bekleniyor. Rabbimin buna uygun fıtrat yaratmaması mümkün değil. O zaman zulüm olur, bu adalet değil. İşte ona uygun bir fıtrata yaratıyor. Semavatı ve arzı özellikle de cinleri ve insanları.
Bir de hadisi şerif var: “Her çocuk Müslüman doğar”. Bunun aslı “Ma min mevludin illa yuledu ala fıtrati”(مَا مِنْ مَوْلُودٍ إِلَّا يُولَدُ عَلَى الْفِطْرَةِ) hiçbir doğmuş çocuk olmasın ki fıtrat üzerine doğmuş olmasın. Burada Müslüman kelimesi geçmiyor. Fıtrat ne olmuş oluyor? Her çocuk Müslüman doğar manasına geliyor. Demek ki fıtrat Müslüman fıtratı. Yani Allahû Teâlâ her yeni doğmuş çocuğu kendisine kulluk edebilecek, yönelebilecek bir fıtrat üzerine yaratmış. İşte Fatır Suresinin 1. Ayetinde Allahû Teâlâ semavatı ve arzı işte bu fıtrat üzerine ilk baştan yararak çatlayarak çıkartmış. Neden yararak dedim? İnfitar Suresi var biliyorsunuz infitar kelimesinin kökü de fatara’dan geliyor. Yani gök yarılarak çatladığı zaman. Neden başka bir yarılma çatlama kelimesi kullanılmamış da fatara kelimesi kullanılmış? Çünkü onunla beraber yeni bir yaratma sistemi başlıyor. Yeni bir sistem başlıyor.
İnfitar kelimesi ile fıtrat kelimesi ve yaratmak kelimesi fatır aynı köktendir. Hepsi aynı mana değildir ama aynı köktür. İlk baştan yaratma, fıtrat üzerine yaratma ve bir şeyin çatlayarak yarılarak yeni bir sitem oluşturacak şekilde birden bire ortaya çıkması olur. İnfitar olarak bakarsak gök yarıldığı zaman. O zaman ne oluyor? Yeni bir sistem ortaya çıkacak şekilde bir yaratma var. Semavatı ve arz dediğine göre de ilk başta da Allahû Teâlâ’nın “kün” emri ile beraber bir sistemin tabiri caizse bir sistemin yarılarak, çatlayarak ortaya çıkması manasına geliyor. Demek ki kıyamette de Allah’ın el-fatır ismi devreye girerek yeni bir sistemin ortaya çıkışı da var. Ama bu yumuşak bir şekilde olmayacak, birden bire aniden çatlayarak ve yarılarak olacak. Bu nedenle kuranı kerimdeki “Mâliki Yevmiddin” e önem veriliyor. Kıyamet koptuğu zaman sadece dünyadaki sistemde mi kopacak, insanlar mı ölecek yoksa kâinatın sistemi de mi bitecek? İşte infitar bunu anlatıyor. Demek ki sistem yarılarak baştan oluşacak. Bir tohumun açılması, patlaması yarılması gibi. Sahhara diyor ya rabbim biz her şeyi musahhar kıldık. Kâinatta ne varsa diyor ya Allah için. O zaman insanlığı basite alanlar, insanın bir halife olduğu gerçeğini hafife alanlar da diyor ki “ya koskoca kâinat sistemi bir insan için mi var oldu. Tamam, kıyamet var ama bu sadece insanlığın bitip yeniden başlaması diye işi hafife alıyorlar. İşte işlediğimiz bu infitar kelimesinin kökünden ne anlıyoruz? Her şey yeniden yarılarak, çatlayarak yeniden bir sistem ortaya çıkacak.
Fatara kelimesi bir de iftar kelimesinde kullanılıyor. İftar orucu açmak. Önceden bahsettiğimiz kelimelerle alakası nedir? İftarın zıttı imsak. İmsak tutmak manasında.
Biz sizi diyor ayeti kerimede yemez içmez melekler yapmadık. Demek ki yemek ve içmek insanın fıtratında. Biz imsakla beraber bu fıtratımızın özelliklerini tutuyoruz. Yemiyoruz ve içmiyoruz. Ama Allah’ın müsaade ettiği gece vakti de artık iftar ediyoruz. Yani fıtratımıza dönüyoruz. Hatta Ramazan bayramının asıl ismi ne? Fatır. İydü’I-fıtr. Fıtır bayramı. Fıtır bayramı ne? Tamama artık yaptınız bir ay süresince siz fıtratınıza döndünüz hadi kutlayın. Bir de ne sadakası var? Fıtır sadakası. Zekât grubuna girer.
İki tür zekât vardır: Fıtır sadakası, nisap miktarı gerektirmez. Yani fakirin de vermesi gereken bir şey. Biriktirecek bir sene boyunca fıtır sadakası olarak verecek. Fıtır ne demek fıtratının sadakası yani şükür. Allah seni, kulluğa uygun bir fıtratta yarattı. Bunun da şükrünü sen vermek durumundasın. Üç kuruş beş kuruş sorun değil. Ama bil şekilde vermek zorundasın. Bazı kitaplarda fıtır sadakası zekât bahsinde geçiyor. Fıtır sadakası diğer sadakalara nazaran biraz daha ciddi.
Geçene hafta Meleklerin kanatları konusu vardı. Sodom ve Gomore kavimleri vardı. Helak edilen kavimlerden. O kavmin helakı şöyle anlatılıyor. Orayı helak etmekle görevli bir melek sadece bir kanadını o şehrin altına koymuş ve yukarı doğru kaldırmış. Aşağı doğru yere geçirmek için kaldırmış. Öyle bir yükseltmiş ki birinci göğün melekleri horoz seslerini duymuşlar. Geçmiş devirlerde bunun anlaşılması biraz zordu ama boyutsal düşünmeye biz alışık olduğumuz için bunu biraz daha iyi anlıyoruz. Şöyle ki astronomik olarak yükseltse ya da çıkabileceği yer neresi değil mi? Fakat biz meleklerin o sesi duymasından anlıyoruz ki yükseltilme birinci kat olarak ifade edilen sema yani bu bizim atmosfer semalarından değil çünkü meleklerin seması olarak geçiyor demek ki bir başka boyuta yükseltilmiş. Şimdi kanatla bunu ilişkilendirirsek ne var? Meleklerin kanatları bizim zannettiğimiz gibi kuşların uçakların helikopterlerin kanatları gibi aynı boyutta bir yerden bir yere götüren değil boyut atlatan bir mekanizmanın işlevselliği içerisinde. Yani işte burada da ikişerli üçerli dörderli denmesinde de bir meleğe ne kadar çok kanat verilirse boyutlar arasında o kadar çok seyahate elverişli bir mekanizması vardır demektir. Aynı zamanda bunu cihet yönüyle de anlamışlar. Aynı zamanda tesir yönüyle de anlamışlar. Cihet yönüyle anlaşılması işte boyutsal farklılığında da bir desteği aynı zamanda. Diğeriyle de şu olmuş. Allahû Teâlâ bizatihi kendisi de iş görebilir ama sistemi ve melekleri aracılığıyla iş görebilir. İşte bu gördüğü her işte e melekleri bir vasıta olarak kılmış. Ve onların kanatlarını da o koyduğu işin icrasına vesile bir araç kılmış.
Mâ yeftehıllâhu linnâsi mir rahmetin felâ mumsike lehâ, ve mâ yumsik felâ mursile lehû mim bağdih, ve huvel azîzul hakîm.
Allah insanlar için bir rahmet nasıp ettiğinde onu tutacak engelleyecek kimse yoktur. Onu engellediği şeyi de ondan başka verecek ulaştıracak kimse olmaz. O azizdir hâkimdir.
Buradaki “ma” şart edatı olan ma. Ma’ nın değişik anlamları var. Olumsuzluk ma.sı da var. İsmi mevsuf şey anlamına gelen de bir ma var. Burası şart edatı olarak gelmiş.
Ma yeftehullah – Allahın açtığı, feth ettiği yoktur ki. Kim için?
Linnas – İnsanlar için yoktur ki.
Min rahmetin – Rahmetinden.
Yani Allah’ın rahmetinden insanlar için Allah’ın açtığı bir şey yoktur ki. Burada şart var işte.
Fela mümsikleha – Onu tutacak kimse yoktur.
Burada Allah’ın fethettiği diyor. Biliyorsunuz feteha açmak kelimesi geliyor. Fatiha oradan kapalı bir şeyi açması manasına da geliyor. Burada Allah’ın rahmetinden demesi buradaki açtığı şeyin bir hayır olduğunu gösteriyor.
Şart edatları geldiği zaman fiili muzari cezm edilir. Fiili muzariyi şart eden edatlar diye konu var. Orada bulabilirsiniz.
Ma yeftah. Cezm ile biten bir kelimeden sonra harfi tarifli bir kelime gelirse geçiş esre ile yapılıyor. Buradaki o esre yazılma kuralı. Aslında bu ma yeftah Allah. O şey ki Allah onu açtı ama işte şart edatı olduğu için açar ise –se –sa lı şekilde ifade etmek durumundayız. Yani Allah rahmetinden insanlar için bir şeyi açarsa orada sa yı kullanmak zorundayız. Fela mumsik leh. Onu tutacak kuvvet ya da kişi ya da herhangi bir şey yoktur.
Orada mim rahmetin ifadesi var mim de Arapçada –den, -dan manasına geliyor. Rahmetin-den. Allah rahmetini yüz kısma ayırdı da sadece birini dünyaya verdi hadisi şerifi var ya diğer kısımları da ahirette tecelli edecek diye hadis var. İşte o “min” ona denk geliyor. Allah’ın rahmetinden yani Allah rahmetinin yüzde yüzünü bu dünyaya vermiyor. Zaten verse mümkün değil insanlar bunu kaldıramaz. İşte şefaat için şunu demiştik. Bırak bu tarafı ahirette bile er-rahim esması Allahû Teâlâ tarafından direkt tecelli etse mahlûkat yanarmış. O yüzden Peygamber Efendimiz(sav) aracılığıyla tecelli ediyor ki insanlara orada rahmet ve şefaat olarak tecelli ediyor. Affeden Allah rahmeti ile cennete koyan Allah ama er-rahim esmasının o esnada tecellisi bir anda o kadar kuvvetli, olursa insanlar kaldıramıyor onu. İşte Resulullah aracılığıyla şefaat mekanizması devreye giriyor ki daha yumuşak kaldırılabilir olsun deniyor. Bakın rahmetinin yüzde biri deniyor ya ahirette bile daha yeni bir yaratılış var insanların yeni bir şeyleri kaldırabileceği var orada bile tam bir dayanma yok. Bu dünyada nasıl olsun. Edna olan dünyada nasıl olsun. Hem ahirete saklıyor Allahû Teâlâ ikram için hem de kaldırılabilirliği yok. Bunu şuna benzetebilirsiniz. Bir büyük hidroelektrik santralinden çıkan elektrik direkt olarak evimize girerse patlarız. Elektrik rahmet mi enerji olma boyutu ile rahmet ama rahmeti sınırsız verildiğinde rahmet olmuyor. Çünkü bizim dayanıksızlığımızdan kaynaklanan tam tersi bir etki yapıyor o yüzden Allahû Teâlâ bizim bu kaldırabileceğimiz sisteme uygun rahmetini veriyor aynı zamanda. Rahmetin az göndermesi bile rahmet. Rahmanın rahmetini verişteki kısması bile rahmet. Hani gaflet bile rahmet deniyor ya. Gafletin tersi zikir. Zikrin tersi gaflet. Eğer biz sürekli Allahû Teâlâ’yı hatırlama modunda olsaydık kaldıramazdık gaflette bile rabbim merhamet diyor. Hatta tefekkür sahibi Evliyaullahlar bazen kafalarını dağıtmak için başka şeylerle uğraşırlarmış. Niye? Kaldıramıyor. Hatta Peygamber Efendimiz(sav) bile eve gittiğinde diyormuş ki. Konuş benimle ya Aişe. Neden tecelli o kadar çok ki dağıtması lazım onu hatta biz kadınları teskin edesiniz diye yarattık meselesi var ya ayeti kerimede li teskunu. İşte bunun izahlarından biri de odur. Bir yandan da artı eksi gibi keskindir aslında. Ama biz birbirimize düşman olarak yaşadığımız için bu şey olmuyor. Ama Peygamber Efendimiz(sav) gibi ve Hz. Hatice gibi. Hz Aişe gibi sistemi daha iyi anlayanlar olduğu zaman devrede o karşılıklı ilişki o Allah’ın muradının bir rahmeti olarak tecelli ediyor. İşte “min rahmetin” denmesi o rahmetinden bir kısmı.
Burada min, min-i beyani olarak da geçiyor. Her min kendi anlamında kullanılmıyor burada eğer o cümlenin başında ma geçmişse o ma’nın açıklaması oluyor. Yani Allah’ın açtığı şeyin rahmetten olduğunun göstergesi oluyor bu. İzah ettiği için beyan ettiği için açıkladığı için de orda buna min-i beyani deniyor. Devreden çıkarsan da anlam bozulmayacaksa o min-i beyani oluyor. İkinci şey de o cümlenin başında ma gibi bir edat oluyor.
İkinci kısma geçelim.
Fela mumsike(فَلَا مُمْسِكَ) – onu tutacak yoktur. Feteha’ya ne demiştik kapalı olan bir şeyin açılması yani kapalı bir şey açılacak yayılacak. İmsak da, meseke de onu tutmak oluyor. Sanki engellemek manasında mani olmak gibi yani birisi cömert para kesesi var para kesesini açıyor, dağıtacak. Birisi de onu engellemeye çalışıyor elini tutarak “yapma, yapma” diyerek. Şimdi tutacak yoktur dediği o. Bazı meallerde hapsedecek demiş. Neye göre hapsetmek? Kapalı tutmak, engellemek babında. Yani Allah bir şeyi açmak istediğinde onu kimse tutamaz. Buradaki “mümsik leha” dediğindeki her zamiri de müennes bir zamir nereye diyor burada? Rahmete gidiyor. Rahmetinde sonundaki kapalı t var ya, te’yi marbuta dediğimiz o da onun müenneslik alameti. Oraya gidiyor. Yani rahmetini tutacak yoktur. Neden orada hu denmemiş de he denmiş? Çünkü hu olsa Allah’a gider orada. Hangi mahlûkat onu tutabilecek potansiyelde, kapasitede yaratılışta? Olur mu? Ancak rahmetini engelleyecek bir şey demek bu. Allah’ı tutmuyor Allah’ın elini tutmuyor haşa. Rahmetini tutuyor. Zamir en yakınına gider demek. Bir yerde zamir gördüğünüz zaman. Bütün dillerde böyledir. Muhakkak öncesinde onun açık olarak dile getirildiği bir kısım vardır. İşte burada geriye gittiğinizde onu tarıyorsunuz. Ne çıktı ortaya. Rahmet niye rahmete gittiğinin delilli de ne? Müennes olarak kullanılmış.
Ve ama yümsik – onun tuttuğu şeyi de. Burada fail Allah. Yine şartlı geliyor. Bakın burada açık cezm ile gelmiş. Sonunda elif lamlı bir kelime olduğu için ve ma yümsik fela yürsile lehu onu da gönderecek olan yoktur min bağdihi bundan sonra
Yani Allah kata ettikten sonra onu tutmaya karar verdikten sonra da onu gönderecek yoktur. Yukarıda feteha kelimesinin zıttı emseke kelimesi geçtiği halde. Aşağıda emseke kelimesinin fiilinin zıttı feteha gelememiş. Yani orada yürsil kelimesi yerine fatih de kullanılabilirdi. Fatih ne demek? Açıcı. Bakı yukarıda hemen aynı ayette yukarıda iki fiil var. Feteha kelimesi ve emseke tutmak kelimesi. Ama aşağıda emseke ortak. Ye değiştirmiş. Ama feteha kelimesini ismi faili olan fatih gelmemiş. Ne gelmiş? Mürsel gelmiş. Yani ersele fiili gelmiş bu seferde. Rabbim bı8rada bize müthiş bir şekilde ders veriyor. Neyin dersini veriyor? Diyor ki bakın yukarıda feteha emseke. Ama aşağıda emseke ersele. Demek ki feteah ile ersele benzer manada. Yani açmak ile göndermek rabbimin buradaki ifadesi ile benzer manada. Peki, niye böyle kullanmış? Hemen birinci ayete bakıyoruz. Melekleri elçi yapıyormuş. Bak oradaki rusul kelimesi ile buradaki ersele kelimesi aynı kökten. Rusul ne demek biliyor musunuz? Resul kelimesinin çoğulu yani elçi? Ama nasıl elçi? Gönderilen elçi. Ersele göndermek demek. Gönderilmiş elçi. Yani şunu demek istiyor Rabbim. Feteha kelimesi ile ersele kelimesin aynı olması ile Allah rahmet hazinesinde açıyor ya bu gönderme işini irsal işini melekleri vasıtasıyla yapıyormuş. Bunun dışında da yapmıyor? Neden? Bizatihi kendisi yapsa ne oluyor? Kaldırılamıyor şiddetinden. Ama melek vasıtasıyla. Biz bir kimseye vahiy edeceğimiz zaman ya bir perde arkasından ya da rüya ile şey yaparız. Neden kaldıramaz kimse? Allahû Teâlâ bizatihi rahmeti ile tecelli etse onun şekliyle kaldırabilecek yok. Bir tek Peygamber Efendimiz(sav) e miraçta geldi. Diğerleri Cebrail vasıtasıyla geldi. Direkt olarak vahiy olunan miraç gecesindeki amene resulü olduğunu biliyorum. Neden orada özel bir sistem var.
Resul ifadesi sadece peygamberler için kullanılmıyor. Nebi ifadesi sadece peygamberler için kullanılıyor. Ma resul ifadesi peygamberlerin dışında da diğerleri için kullanılabiliyor. Bunlardan birisi melekler. İnsan için bile kullanılıyor. Yasin suresinde Hz. İsa’nın havarilerini biz resul olarak gönderdik diye ifade var. Buradaki ifade ile Allahû Teâlâ meleklerini resul olarak, vasıta olarak, aracı olarak kullanıyor. Ne için kullanabilir? Allah fethettiği için diyoruz ya. Bir vahiy olarak kullanabilir. İki insana da vahiy geliyor. Ama biz ona vahiy demiyoruz, ilham diyoruz. Yani Allah’ın hilka ettiği hibe ettiği ilimler olarak diyoruz bunu. Allahû Teâlâ bunu verebilir istediği insana bunu verebilir. Hani bizim kendisine ilim verdiğimiz diyor ya mesela Hızır Aleyhisselâm diyoruz firrasihune fil ilmi ulul elbab deniyor bunlara Allahû Teâlâ’nın özel olarak verdiği ilimler var. Bunun da işte geldiği söyleniyor hatta şairlere gelen ilham bunu Cebrail Aleyhisselâm tarafından geldiği söyleniyor. Hatta bir hadisi şerifte Peygamber Efendimizin şairlerinden biri idi Hassan bin Sabit idi sanırsam ya da Kab bin malik idi sanırsam. Allah seni Ruhu’l-Kudüs ile desteklesin diyor. Dua ediyor Peygamber Efendimiz. Ruhu’l-Kudüs ne? Cebrail Aleyhisselâm. E desteklediğinde ne olacak şaire? İlham gelecek. Bir şeyler geliyor ve yazıyorsunuz. İşte o ilhamın da melekler vasıtası ile geldiği ile ilgili bir rivayet var. Yalnız her gelen ilham pozitifi olmayabiliyor. Çünkü bir ayeti kerimede diyor ki şeytan onlara vahyeder onlar ona tabi olurlar diyor. Her gelene de biraz dikkat etmek lazım. Hani geçen hafta açıkladık. Şüphe şek ile yakîn farkını. Şüphe de benzemek kökündendi. Bu rahmeti bir şeye benziyor ama şuna da benziyor. Yakîn öyle olmaz. Yakîn geldiği zaman yakîne gidilmez yakîn gelir. Benzeme falan olmaz. Alenidir. Yakînde haniflik var. Yönelmede sizin yaptığınıza Allah cevap veriyor. Nahl Suresi’nin son ayeti ne idi?
Fağbudu – hatta kulluk edim yakîn gelinceye kadar.
Bakın yakîn gelinceye kadar sen yakîne ulaşıncaya kadar değil. Maalesef öyle anlaşılmış. Bir de bunu ölüm olarak söylemişler. Tamam, ölüm de bir yakîndir net, şeksiz şüphesiz. Gerçeklerle aleni olarak karşılaşmaktır ama perdeler kalktığında. Telaşlandıkları bir görsen.
Ama yakîn Allah tarafından gelen, şüpheye ve şekke yer bırakmayan hakikat gerçektir.
İşte bu feteha kelimesi ile ersele’nin burada şeyini gördük. Özet olarak feteha emseke bir de fatara birbiri ile alakalı kelimeler. Feteha ile ersel bu anlamda ilişkili.
Ve hüvel azîzul hâkim. Şimdi rabbim iki şekilde öğretim yapıyor. Bir sen esmaları tanımak mı istiyorsun. Rabbim bu kuran ile aynı zamanda kelimeleri de öğretiyor. Şöyle ki ayetlerin sonunda ikili genellikle esma terkipleri vardır
Azîzul hâkim
Alîmul hâkim
Semiul basir gibi
Burada iki metot var. Birincisi sen bu esmaları merak mı ediyorsun. Oradaki ayeti tefekkür et. Esmayı bulursun. Sonra esmayı öğrendin m. O ayeti mi teferruatı ile anlamak istiyorsun, o esma ile o gözü ile o ayete bak. İşte rabim bir şey öğrettikten sonra bütün kitaba yay bunu bütün kurana yaya ne olur? 99 Esma-ı Hüsna’yı anladığın gibi Allahû Teâlâ’nın sistemini anlarsın. Bir de başkalarının anlamadığı gibi o ayeti de anlarsın. Çünkü öğreten Allah. Allah öğrettiği zaman çok daha farklıdır. Biz bu kuranı apaçık bir Arapça ile indirdik diyor. Ne o? Kelime ne? Lisanul arabiyyul mubin. Lisan dil demek. Arabiyya arapça lisanı. Mübin ne demek. Açık. Açık aşikâr ama bu yetmiyor. Mübni kelimesinin içerisinde bir de ismi fail dediğimiz bir özellik var. İsmi fail olunca etken. Açıklayan. Bu açıklayan kısmı devreye girmemiş izahta. Ne demek açıklayıcı? Yani Allahû Teâlâ öyle bir Arapça ile indirmiş ki Arapçanın o fasih olan kurallı kısmı. Kelimelerin manası ile girince ayeti de açıklayıcı oluyor. İşte bu azîzul hâkim kısmı esmalardan. Baktığımızda Allahû Teâlâ öğretmiş oluyor onu. Ne ile. Yine Arapça ile. Hani şek kelimesinden şüphe gelmişti. Şek ne demekmiş? Bir şeyi uzunlamasına yarmak. Mesela sandviç ekmeğini yarmak. Şakkı kamer gibi. Yarınca iki tane eşit parça çıkıyor. Yüzde 50 yüzde 50. Siz ikisi arasında kara veremiyorsunuz. Bu mu bu mu diye? Yani şüphe, tereddüt anlamında. Yüzde 50 50 olması. Ama yüzde 50 bir tarafa yükseğe çıktığında ne oluyor? Zan oluyor. Yüzde yüz hakikat değil ama zan oluyor. Bir kelimeden siz şüphenin manasına girmiş oluyorsunuz. Allahû Teâlâ Arapça ifadelerle derinine daldığınızda fatara kelimesindeki gibi. Rabim bunu Arapça olarak indirdi. Ben fatara kelimesinin derinine indiğimde fıtrat kelimesini daha iyi anlıyorum. Manaya daha derin girebiliyorum. Ben bunu âlemlerin rabbi olan Allah’ın indirdiğini biliyorum. Ve Allah’ın Kamer suresinde geçen“ve legad yesssernal gurane li zikr”ayeti. Yemin ediyor rabbim. Bu Kuran’ı ben çok çok kolaylaştırdım diyor. İşte Arapçanın bir iki kelimenin kökenine indiğinde sen anlayabiliyorsun birçok şeyi Allah’ın öğretmesi ile. İşte mübni bu. Açıklayıcı. Açık ve açıklayıcı. O yüzden biraz daha manalarına girmek lazım. Küçük bir gayretin sonucu Allahû Teâlâ size ilim kapılarını açıyor. Sisteminin şifrelerini gösteriyor. Daha ne olsun. Fıtır kelimesini bilmek için Arap olmaya gerek yok. Fıtrat kelimesini bir düşünün. Fıtrat üzerine yaratmanın ne olduğuna gidersin. Arapça ufku açıyor. Kuranı anlamak için Arapça bilmek şarttır anlamına gelmemeli bu. Öyle olsa idi tüm Arapların âlim, evliya olması lazımdı. Bütün ilahiyat fakültesi mezunlarının âlim ve evliya olması lazımdı. Allah’ın istediği sadece Kuranın onun kitabı olduğunu idrak etmek ve bir şekilde onunla mesai harcamak. Allah’ın izni ile kapılar açılıyor. Bir kapı açma yöntemi de şudur: Geceleyin teheccüde kalkın. Ayetleri terrrttiiii ile(ağır ağır) okuyun. Size ağır bir yük indirilecektir. Ne demek bu? Siz mesai harcayın, geceleyin herkesin uyuduğu bir vakitte kalkın, ayetler üzerinde düşünün, tefekkür edin, ben sana manasını hem de ağır bir şekilde göstereceğim diyor. Bunun için Arapça gerekli değil ki. Arapça bir araç. Sistemin sahibi olan rabbim sana kapılarını bu anlamda açacaktır inşallah. Bizim eksikliğimiz gayret. Bir de bu kitabın âlemlerin rabbi olan Allah’ın kitabı ve Peygamber Efendimizin mucize göster dediklerinde mucize olarak gösterdiği kitap olduğunu anlayamamamızdan dolayıdır. Allah’ın kitabı olduğuna iman ediyoruz ama kabul etmek yeterli değil. İnanıyorsun da ne kadar inanıyorsun? İnanıyorsun ne kadar gayret gösteriyorsun?
Ve hüvel azizul hakim. Azîzul hâkim ne demek? Aziz, izzet kelimesi aynı manada. En yakın şeyi izzetinden dolayı mağlup edilemez demek. El-galip esması ile çok yakın ve alakalı. Biraz daha semavata özgü bir esma. Hâkim ise hüküm sahibi, hikmetleri ile yaratıp sistemde hükümdarlık kuran hâkim demek. Allah aziz ama tek esma ile belirtmemiş. Aziz ama hâkim olan aziz. Yani hâkimliği ile fariiiii olan aziz. Ne demek? Yarattıkları ile ilim ve hikmet yaratıp hükmünü incelikleri ile hâkim kılarak izzet sahibi olup yenilmeyen. Akın sadece aziz olsa galip olur. Ama failliği önde değil. Hâkim olması ile yani hükmünün yeryüzünde hâkim olması ile de o izzetliğini yenilmezliğini yeryüzünde de hâkim kılıyor. Haşyetini hükmü ile uyguluyor. Ama uygularken bir şeyi vasıta kılıyor. O da ilim ve hikmet.
Birinci ayetin sonuna bakarsak:
İnnallahu ala külli şeyin kadir – Her şeye kadirdir. Kadir ne demek? İki manaya gelir:
Kadere, ölçmek demektir. Her şeyi bir ilim yöntem kural üzerine bir ölçüye göre yaratmıştır demek. Aynı zamanda da her şeye kadirdir. Dilediğini dilediği gibi yapar. Kimseye de hesap vermez. Burada da aziz ile bitmiş. Yenilmeyen mağlup olmadığında bu da onun işareti. Dilediğine rahmetini açtığı zaman onu tutacak yoktur. Tuttuğu zaman da onu oradan alıp da onu oradan başkalarına dağıtacak olan da yoktur. Bu da onun izzetidir, yenilmezliğidir. Bunu hem bizatihi kendi kudreti ile yapar. Aynı zamanda da elçileri ile beraber kaideleri ile beraber öyle bir sistem kurmuştur ki bunun da hükmünü o şekilde icra eder. Dolayısıyla hâkimliği ve izzetliği var. Başka ayetlerde de geçiyor. İzzet tümü ile Allah’a aittir. Başka yerde de izzet Allah’a resulüne ve müminlere aittir diye geçiyor. Onlar izzeti başkalarında mı arıyorlar diyor. Müşriklerin yanlarında mı arıyorlar? Bilseler ki izzet tümü ile Allah’a aittir. Yani sen izzetin Allah katında olduğuna inanır da Allah’a yönelirsen Allah sana izzet veriyor. Bu izzetin de asıl mükâfatı ahirette görülecek. Bu tarafta adam yerine koyulmayanlar Allah’ın muiz esması ile beraber izzetlendirici aziz kılıcı esması ile beraber o tarafta öyle bir konumda olacaklar ki ağızları açık kalacak. İzzeti ikramın çok ötesinde. İkram da ediyor ama izzet şeref veriyor. Bakın bu tarafta adam dilenci gibi miskin. Değer verilmiyor. Ahirette o sahnelerle o verilen elbiselerle, o tahtların üzerlerinde başlarına geçirilen taçlarla, boyunlarına geçirilen takılarla, önlerindeki arkalarındaki yanlarındaki nurlarla ödüllendiriliyor. Allah el-muiz esması ile onu izzetli kılınca o çok farklı oluyor. Allah bunu hepimize nasip etsin inşallah. Hem bu dünyada izzet sahibi etsin hem de ahirette o muiz esması ile ona ulaşanlardan eylesin.
Evet, bu aziz ve hâkim ile 3. Ayetin de alakası var. Bir ayet ne ile başlıyorsa onunla da devam ediyor. Gördüğümüz gibi işte kadir’le bitiyor. Her şeye kadirdir onun da nasıl olduğunu Allahû Teâlâ bilir. Mesela enam suresinde ne var? Allah sana bir sıkıntı verirse onu ondan başkası gideremez sana bir hayır verirse de o şüphesiz her şeye kadirdir. Bakın orada da bütün her şeye kâdir olduğunun göstergesi var. Allahû Teâlâ bizlere rahmeti ile muamele etsin, bizlere o rahmet hazinesinden el-fettah esması ile açsın ki o açtığı zaman o rahmeti tutacak yoktur, Allah bize o rahmet esmalarını kapatmasın, tutmasın. Çünkü o tuttuğu zaman da onu ondan giderecek yoktur. Allah bize el-aziz ve hakîm esması ile de güç ve kudret versin yeryüzünde onun Müslümanları olarak. Ve bizi hem bu dünyada hem ahirette azizlerden eylesin.
De ki: “Ortaklığa ilhak (dahil) ettiğiniz ortaklarıbana gösterin. Olamaz,bilakis. O Allah ki; Azîz’dir (üstün, yüce), Hakîm’dir (hüküm ve hikmet sahibi).
Liyecziyellezîne âmenû ve amilus sâlihât, ulâike lehum mağfiratuv ve rizgun kerîm.
Allah’ın, iman edip salih amel işleyenleri mükâfatlandırması için(her şey o kitapta tespit edilmiştir.) İşte onlar için bir bağışlanma ve bereketli bir rızık vardır.
Bir kıyamet olacaktır…Hesap olacaktır…Bu iman edip salih amel işleyenleri mükâfatlandırması için,karşılığını vermesi için olacaktır..
Aslında karşılığını verme için olacaktır..
Bu ayet ,iman edip salih amel işleyenler ile ilgili. Yine karşılığı verilecek ama bugün işleyeceğimiz 5.Ayet, ALLAH’ın Ayetlerini aciz bırakmak için uğraşanlar”la ilgili..
Âyetlerimizi aciz bırakmak için koşanlar ,İşte bunlar için elim murdarlık azabı vardır.
Biliyorsunuz ceza Arapçada hem olumlu anlamda hemde olumsuz anlamda yani hem mükafatlandırma anlamında hemde cezalandırma(Türkçe’deki ceza),azap anlamı vardı..
“âmenû ve amilus sâlihâti/iman edip ,iman ettikleri ölçüde salih amel işleyenler” için bir mükafat vardı.. Bunlar neydi bu;
Mağfiret
Kerim Bir Rızk
Geçen hafta oldukça yoğun işledik bunu.. tesirli ve güzel olduğunu düşünüyorum..
Burada Bayraktar Bayraklı’nın Tefsiri’nde güzel bir şey gördüm…
Bakın” rızgun kerîm” diyor..
Kerîm , Rızk ifadesinin sıfatı..
Bunu Rabbim sıfatlandırmış..
Ama Mağfiret sıfatlı oarak gelmemiş..Olduğu gibi gelmiş.
Bunu Sıfatlandırmaya gerek yok ,diyor..
Mağfiret başlı başına büyük bir şey..
(Bunun sıfatı falan yok,bunun güzelliğine ,önemine binaen olduğunu yapıyor.)
Zaten Af edildiniz mi , Yırttınız !!..
Ama sadece yırtmakla da kalınmıyor,Rabbim üstüne üstlük bir de Rızk veriyor..
O öyle böyle de bir Rızk değil;Kerîm olan ALLAH’ın Kerîm Rızkı…
Yani Cömert olanın müthiş cömertliğini düşünün orada ..
İnanılmaz şeylerle karşılaşılacak,eğer mağfiret olunur ise..
Mağfiret olunmanın şartı da yukarıda geçen âmenû ve amilus sâlihâtı;
Amentü billahi ve melâiketihi, ve kütübihî ve rusülihî…. yani her alanda kabul etmekle beraber, kafanızda onu çok güzel bir halde , HAK olan bir şekilde biçimlendirmelisiniz..
(………………………….)
ALLAH-U TEALA diyor ki; biz Kur’an-ı Kerîmde çeşit çeşit misaller getirdik diyor..
Ve legad darabnâ linnâsi fî hâzel gur’âni min kulli mesel, ve lein cié’tehum biâyetil leyegûlennellezîne keferû in entum illâ mubtılûn.
Andolsun ki biz, bu Kur’an’da insanlar için her çeşit misale yer vermişizdir. Şayet onlara bir mucize getirsen inkârcılar kesinlikle şöyle diyeceklerdir: Siz ancak bâtıl şeyler ortaya atmaktasınız.
Şimdi Bizim;
ALLAH ın Zatını anlama şansımız yok.Bilgisayarda öyle bir veri hücre yok.(Yapısal olarak MÜMKÜN değil)
Biz sadece gördüklerimizi bile anlayamıyoruz … Gaybî olan Ahireti unsurları tam olarak anlamamız mümkün değil.. Hani bahsettik ya; Cennetin kapısında seviye yükseltme olacak..Akıl seviyesi yani ondan sonra içeri girip anlaşılabilecek..
Yani şu anki aklımızla oralar mümkün değil..Biz büyük hakikatleri nasıl anlayacağız..!!!???
Daraballâhu meselen abdem memlûkel lâ yagdiru alâ şey’iv ve mer razagnâhu minnâ rizgan hasenen fehuve yunfigu minhu sirrav ve cehrâ, hel yestevûn, elhamdu lillâh, bel ekseruhum lâ yağlemûn. Allâh, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile; kendisine güzel rızık verdiğimiz, o rızıktan gizli ve açık harcayan kimseyi misal olarak anlattı. Hiç bunlar bir olurlar mı? Hamd Allah’a mahsustur, fakat çokları bilmezler.
Misal Anlatıyor Öyle bir köle var ki, elinden,dilinden hiçbir şey gelmiyor, öbürüne de ne iş verirsen yapıyor..
Orada ilginç bir misal var..Yani 2 köle de bile böyle olmaz..
Şimdi ALLAH U TEALA yı ,Siz diyor, mahlukatı bile aynı mı tutuyorsunuz..!!!
Rabbim kendi Zatına insanlardan örnek veriyor..Bırakın mahlukatı..
Dolayısıyla ALLAH U TEALA nın Kur’an-ı Kerimde anlatım metodlarından birisi de misallendirmedir zaten..
O anlamda bir sıkıntı yok…
Ama şu var..
Misali veririken dikkatli olmak lazım..!!!
Yani ne neye denk geliyor..!!!!
Bir dikkat etmek gerekir..!!!!!
Misal verilirken ALLAH U TEALA yani kelimeleri çok dikkat etmek gerekir..!!!!!!!!!
Ve huvellezî yebdeul halga summe yuîduhû ve huve ehvenu aleyh, ve lehul meselul ağlâ fis semâvâti vel ard, ve huvel azîzul hakîm.
Önce halkı yaratan, (oldurduktan) sonra da diriltip (hayata) çeviren O’dur. Bu da O’na göre pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce misaller, en bedi sıfatlar O’nundur. O çok güçlüdür, çok üstündür ve hikmet sahibidir.
Evet, onlar için bir Mağfiret vardır ve Kerim Bir Rızk vardır..
Biliyorsunuz AMENU( İman Ettim) demek sadece vardır yoktur demek değil..
Var dedin de..
Nasıl bir ALLAH tahayyül ediyorsun ..?!?!?!
Kafan da Nasıl ?
Zalim mi değil mi?
Kerim mi değil mi?
Kadir mi değil mi?
Kitap ?!
Kitaba inandın ama nasıl bir Kitaba iman ediyorsun..07:13
Eğer gerçekten ALLAH ın bir kitabına olduğuna inanıyorsan ona çok farklı yaklaşman lazım..
Bunun gibi şeyler ..
Bunlara iman etmek te yeterli değil..Buna uygun davranmak lazım…
Madem iman ettin öyleyse yaşa…
İmanın çok yüksek ..ama herkes/herhangi biri gibi yaşıyorsun…
Ya da imanının yükselmeden önceki konumuna göre yaşıyorsun…
Bunlar çok tehlikeli..
İşte eğer öyle yaşadığın takdirde bir olumlu anlam var…Mağfiret anlamında karşılık…
Şimdi bu Ayette de…Bugün İşleyeceğimiz Ayette de diğer kötüler anlatılıyor…
(İyiler/kötüler diye kabaca 2 ye ayırıyorum…Bunlarla ilgili bir çok kelime var da..İyi ve kötü diye kabaca ayırırsak..)
“Vellezîne seav”…Koşanlar… yani, “duranlar” değil,” yürüyenler” değil …Koşanlar ..Neye koşanlar?
“fî âyâtinâ” -Ayetlerimiz konusunda… ama “muâcizîne” Muaciz; aciz bırakan demek..Ama buradaki anlamıyla yeterli değil..”Aciz bırakmaya çalışan” daha uygun bir ifade…
Bu ifadeye yakın bir ifade Bakara Suresinde geçiyor..
Yuhâdiûnallâhe vellezîne âmenû, ve mâ yahdeûne illâ enfusehum ve mâ yeş’urûn.
Allah’ı ve mü’minleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir.
Yuhâdiûnallâhe- Arapça tercümelerde “aldatırlar” denebiliyor…Ama aldatırlar doğru bir ifade değil..ALLAH’ı aldatmaya çalışırlar..Yani Arapça karşılığı orada “karşılıklı olarak aldatmaya gayret etme” anlamında bir şey ama, bunu kelimeleri yerine doğru şekilde oturtarak kullanmakta fayda var.. ALLAH ı Aldatmaya çalışırlar..Zaten Sonra devamı geliyor..
ve “mâ yahdeûne” – onlar aldatamazlar diyor..
(Orada Arapça bilenler için söylüyorum. Arada Elif harfi var..ilkinde Mufâale babı,oluyor…
Mufâale babı karşılıklı olarak bir şey yapmaya çalışırlar.. )
Buradada aynı şekilde Sebe Suresi 5. Ayette de, “muâcizîne” yani ALLAH ı “aciz bırakmaya çalışırlar” anlamında..” aciz yaparlar” anlamında değil…
“muaciz”; aciz bırakan demek..Ama koşuyorlarmış buna, yani aşırı bir gayretin ifadesi burada… normal, oldukları gibi durmuyorlar..
Yani” ben bu Ayeti anlamadım ama hafif bir şüphem var ama neyse…” demiyor..
Hayat gayesi haline getirmiş ayetlerle mücadeleyi…
Bugün ülkemizde de var biliyorsunuz..
Ne hikmetse Müslüman olduğu halde insanların bir kısmı, Ayetler üzerine çok ciddi derecede mücadele ediyorlar, şöyledir böyledir diye..Anlamak mümkün değil..
Hani müslüman olmayanları anlıyorsun..
Olanlar da ekstra bir gayret içerisinde… ne mantıkla yapılıyor anlamak mümkün değil..
ALLAH hidayet versin…
Ayetlerimizi aciz bırakmak için koşanlar diyor..
ulâike lehum;Onlar için vardır
Ne vardır?
azâbun min riczin elîm
Şimdi bakın yukarıdakiyle düşünürsek…
Yukarıdaki olumlu,iyi insanlara mağfiret var…
Aşağıdakilere ne var?
Azap var..
Demek ki ;
mağfiretin zıttı azap..
Yani Affetmenin karşılığı affetmemek değil, bakın..
Ceza..azap…
Geçen haftalarda işledik…!!!Ana temayı unutmayalım diye!!!
Emanet var Semaların,Arzın ve Dağların yüklenemediğini… İnsan yükleniyor…
Cennetten sonra da insanlığa, indirilip geri dönmenin gerektirdiği bir yaşam sunuluyor.. Burada geri dönebilmenin şartı..;MAĞFİRET(AF ve MAĞFİRET)
Buna uğrarsanız; yırtıyorsunuz…(tabiri caizse)
Yoksa Af olmama diye bir ara tema yok..
Af olmamanın karşılığı;
AZAP
Yani bakın Bunu şöyle izah edebiliriz..
Şimdi Af olunuyor ..Cenneti düşünün..Cennete giriliyor…
Affedilmeyenler dümdüz betonda oturuyor, değil..
Onlara Eksta bir de Azap var…
Yani arası yok…
(………..) Araftakiler..
O konu şüpheli..Bir ara işleyelim..
Bazıları arada derede kalanlar diyor..(sevabı ve günahı musavi olanlar)
Bazıları da…ilericiler (mukarrebun/sabikun)… hani Vakıa Suresinde var ya; sağcılar solcular..(Ashab-ı Meymene,Ashab-ı Meş’eme)bir de ilericiler.. var ya onlar olduğunu söyleniyor..
Ve mâ kâne linefsin en tué’mine illâ biiznillâh, ve yec’alur ricse alellezîne lâ yağgılûn.
Allâhın izni olmadıkça hiç bir nefs için iman edebilmek yoktur ve akıllarını kullanmayanları O ,pislik içinde bırakır.
Yunus Balığı bakın ne yapıyor arkadaşlar .. Yunus Balığı ne yapar ? yüzer …
Yunus Suresi 100.Ayet… yunus (balığı) yüz !
Aklınızda kalması için…
Aynı zamanda 10 .Sure 100.Ayet ..Çok akılda kalıcı bir Ayet… 10/100
Burada da rics kelimesi geçiyor.. ricse..
ALLAH ın izni olmadıkça hiçbir kimse iman edemez.ALLAH “rics”i o kimselerin üzerine atar.
Şimdi yec’alu – kelimesi var orada. ” CE-A-LE” çok fazla anlama geliyor Arapça’da …
Arapçada kılmak,olmak,yaratmak,etmek,yapmak gibi bir çok anlamı var..
Onların üzerine rics atar.Onları pislik içerisinde bırakıverir gibi.. meallerde var bir çok farklı ifade var
Ana felsefesiyle düşünürsek..
Kime atarmış bu pislikleri kime bulaşırmış?!?!??!
alellezîne lâ yağgılûn – عَلَى الَّذٖينَ لَا يَعْقِلُونَ yani, akletmeyenlere ,akıllarını kullanmayanların üzerine bu oluyor…Bu dünyada..
Bakın ne diyor ??? ALLAH ın izni olmadan hiç bir kimse iman edemez …Ama burada bir sistemi anlatıyor Rabbim ben çok kullanıyorum… bunu..
Akıllarını kullanmasını istiyor …ALLAH U TEALA
Aklını kullanacaksın ..Seni Yarattım diyor .. Sana her türlü mekanizmayı da verdim.. Ama aklını kullanacaksın diyor..
Şimdi “Emanet”i yükledi ya bize .. Emaneti yükledi…Ama Serbest bıraktı bakın..
Şimdi dağlardan aklını kullanmasını istemiyor..
O emrediyor..dağlar da emredileni yapıyor..
Zilzal Suresinde ne diyordu..
Bknz. Aşağıdaki Ayet;
ZİLZÂL Suresi 2.Ayet
وَأَخْرَجَتِ الْأَرْضُ أَثْقَالَهَا
Ve ahrecetil ardu eskâlehâ.
Arz, içindekileri dışarıya çıkarıb attığı
ZİLZÂL Suresi 3.Ayet
وَقَالَ الْإِنسَانُ مَا لَهَا
Ve kâlel insânu mâ lehâ.
Ve insan: “Ne oluyor buna?” dediği zaman.
ZİLZÂL Suresi 4.Ayet
يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ أَخْبَارَهَا
Yevme izin tuhaddisu ahbârehâ.
Arz, o gün bütün haberlerini anlatır
ZİLZÂL Suresi 5.Ayet
بِأَنَّ رَبَّكَ أَوْحَى لَهَا
Bi enne rabbeke ehvâ lehâ.
Çünkü senin Rabbin, ona vahyetmiştir.
Şimdi Arza gereken o vahy edilene uymak..
Uymama diye bir şansı yok..
Belki evvelde, ilk teklif etme iradesinde bir beklenti oldu ama İnsan yüklendikten sonra emaneti, onlardan o irade kalktı; artık onlara emir var…Emredildiklerini yerine getirirler ..
Ama imtihan sürecinde olan mahlukat olan için; şerefli mahlukat olan insan için artık
“aklını kullanması” …şart
Aklını kullandığın sürece sen doğrulara gitme konumundasın..
Aklını kullanmadığın sürece ne oluyormuş bu Ayete göre Pisliğe bulaşıyorsun..
Pislik sistemin içerisinde var..
Yani ALLAH sana pislik atmıyor aslında..
Öyle bir mekanizma var ki ;
ALLAH U TEALA nın adalet sistemi var ki;
Sen yaptıkların karşılığını buluyorsun..
Yani diyor ki Ayet-i Kerime de sizin başınıza gelenler kendi ellerinizle yaptıklarınızdır..Diyor..
Mâ esâbeke min hasenetin feminallâh, ve mâ esâbeke min seyyietin femin nefsik, ve erselnâke linnâsi rasûlâ, ve kefâ billâhi şehîdâ.
Sana isâbet edenher iyilik Allah’dandır; sana isâbet eden her kötülük ise nefsindendir. İşte seni insanlara bir peygamber olarak gönderdik. (Buna) hakkıyla şâhid olarak ise, Allah yeter!
Bunu eğer doğru anlamazsan kader inancını yanlış anlarsın..
Sabır mekanizmasını yanlış anlarsın..
“ALLAH bana bunu gereksiz yere (haşa) yüklüyor..
Bu İmtihan!!! ben buna sabredeyim dişlerimi sıkıyım..tahammül edeyim “gibi..
ALLAH korusun insanı tehlikelere götürüyor..
Bu Tövbe Suresinin sonlarında var..
Onlar görmezler mi ki diyor ..
Onları senede 1 kez 2 kez fitneyle imtihan ederiz , diyor..
Fakat sonunda ilginç bir ifade var..
Çok güzel yakalamış birisi onu
ama ne tövbe ederler diyor..Ne de “yezzekkerûn” diyor…Akıl almak için düşünürler diyor..
E ve lâ yerevne ennehum yuftenûne fî kulli âmin merraten ev merrateyni summe lâ yetûbûne ve lâ hum yezzekkerûn
Görmüyorlar mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya iki defa belaya çarptırılıyorlar da sonra tevbe etmiyorlar ve öğüt alıp (ders çıkarıp) düşünmüyorlar.
Madem bize yıllardır anlatıldığı şekilde bir imtihan var..
O zaman niçin Tövbe edecek ki kişi…
Demek ki Tövbe etmesi gereken bir durum var…
… “ya, benim başıma bunlar geldi..Eyvah…Benim hatamla… tövbe etmeliyim” ..
Diyecek bir durum var ..
O imtihan denilen şeyin içerisinde, sebebinde..
Şimdi bunu sen ALLAH’a mal edemezsin..
Çünkü başınıza gelen .. İyi gelen şeyler bendendir..Kötü şeyler senin nefsindendir..diyor..
He bunların hepsi ALLAH’ın kontrolüyle oluyor..ALLAH’ın Bilgisinde oluyor..
Ama fail olarak bilin ki…bu insan…
Yunus Suresi 100.Ayette olduğu gibi” aklını kullanmadığı için üzerine pislik bulaşan” insan..
Bu ,dünyadaki pislik..Yani öyle mekanizmaların içerine girersin ki.. Olayın başında Aklını kullanmadığın için.. sonu nerelere varır…
Mesela, Akıl hastaları birden bire anında delirmiyorlar..Yavaş Yavaş bir şeylerle başlıyor..Vesvese birden bire gelmiyor insanın üzerine..Mantık hatası yapıyor..Orada olayları değerlendirirken Aklını doğru kullanmıyor..Tık, bir şey yanaşıyor.. Orada da aklını kullanmıyor..Yavaş yavaş artık “Dalle” oluyor..Sapıyor hidayetten ..gittiği yerde de neler oluyor neler..
İşte o yüzden ALLAH ın Halifesi konumunda olan insanın her daim aklını kullanan bir konumda olması gerekiyor..
Bugün din yaşanırken bile… bakın…Din yaşanırken bile ,insanların takip ettiği kimseler,takip ettiği sistemler,takip ettikleri cemiyetler,fırkalar,hizbler v.b. var…İşte Rum Suresi 32.Ayete giren ne var ise… bunların içerisinde bileinsanların akıllarını kullanmaları lazım arkadaşlar..
İnnellezîne ferragû dînehum ve kânû şiyeal leste minhum fî şeyé’, innemâ emruhum ilallâhi summe yunebbiuhum bimâ kânû yef’alûn.
Şu dinlerini parça parça edenler ve kendileri de grup grup ayrılmış olanlar var ya, (senin) onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra (O), yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir.
Yâ eyyuhâllezîne âmenû, âminû billâhi ve resûlihî vel kitâbillezî nezzele alâ resûlihî vel kitâbillezî enzele min kabl(kablu). Ve men yekfur billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulihî vel yevmil âhıri fe kad dalle dalâlen baîdâ
Ey inananlar, inanın Allah’a ve Peygamberine ve Peygamberine indirdiği kitaba ve evvelce inen kitaba ve kim Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve âhiret gününe inanmazsa şüphe yok ki doğru yoldan pek uzak kalmış, tamamıyla sapıtmış gitmiştir.
“Ey iman edenler,iman edin” yani bu İMAN SÜRECİ her daim devam ediyor..
Ben iman ettim, iş bitti ,değil..
Bu süreç içerisinde de sen sürekli aklını kulllanmak zorundasın..
Karşına bir şey geldiğinde uygun buna davranmak zorundasın ,ALLAH korusun bir pislik bulaşır..
O pislikle beraber yaşamaya devam edersin..
Düşündüklerini ve yaptıklarını TABİ OLDUKLARININKİLERLE aynı olduğunu zannedersin ,halbuki o seni nerelere götürmüştür..
Ama tekrar söylüyorum..
Müsebbip(Bir şeyin olmasına, yapılmasına sebep olan)olan senin aklını doğru kullanmaman..
Zaten biz bunun imtihanını yaşıyoruz..
İşte bunu yapmazsan ,aklını kullanmazsan, Sebe Sûresindeki 5. Ayette olduğu gibi, bu durum senin…
” pislik kaynaklı azabını”gerektirecek..Fakat içerisinde acı verecek özellikleri olan bir durumla karşılaşacaksın…
Aynı zamanda bu bahsedilenler her ne kadar da ahiretteki bir sahneyi çizse de …
Bütün Ayetlerde göreceğiniz gibi,
Ahireti cezaların mislisi, benzeri ,aynı zamanda bugün insanlarında yaşadıkları..
Mesela bir Hadis-i Şerif var;
Hasud insan cehennemdedir.diyor Peygamber Efendimiz (s.a.v.)
Hasud;Haset eden,sürekli haset eden anlamına gelir..
Haset eden Cehennemdedir..
Şimdi Ahirete baktığınızda tabi ki Haset eden Cehenneme; karşılığı olarak Cehenneme gidecek..
Ama daha yaşama durumundayken de, dünyada da; Ateşin içinde gibi, (yürek ferahlıyıyla değil de zıttı bir konumunda) yaşıyor anlamına da gelir, bu Hadis-i Şerif aynı zamanda ..
Yani Ateş var içinde haset edenin…
Birilerinin nimetler içerisinde ,ALLAH ın Ona takdir ettiği nimetlerin ,rızkların içerisinde olması, adama ağır geliyor..
İçi yanıyor adamın..
İşte bu Cehennem değil mi?
Yani sadece Ahirette azap değil..
Aynı zamanda bu dünyada yaşarken de azabı yaşıyor..
İşte bu “azaptadır” derken de 5. Ayette
Ayetlerimiz aciz bırakmak için koşanlar;Bu dünyada da rahat olmadıklarını söylüyor..
İç dünyaları rahat değil…Sen onu rahat görüyorsun ama rahat değil..
Zaten bu konuda bir Ayet var.. O çok hoşuma gidiyor..
Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu).
O zâtlardır ki, Allah’ın zikriyle kalpleri mutmain olduğu halde imân etmişlerdir. Haberiniz olsun ki, kalpler ancakAllah’ın zikriyle mutmain olur.
“E lâ” أَلاَ diye başlıyor..
İş bildiğiniz gibi değil yani..Öyle değil..
Kalpler ancak ALLAH ın zikri ile mutmain olur..
E ,şimdi sen ALLAH ı aklına getirmiyorsan,iman edip din haline getirmiyorsan ..
Üstüne üstlük Ayetleri kabul etmiyorsan.. 24:46
Üstüne üstlük bir de onlarla mücadele etme konumunda koşarak yaşıyorsan ..
Kalbinin mütmainliği Nerede?
Yani,gerçek anlamda ALLAH ın zikri ile mütmainlik.
Ha insanlar mutmainmiş gibi gözüküyorlar..
Ne yapıyorlar? Nefslerini tatmin etme yoluna gidiyorlar..
Yani kalp sadece ALLAH ın zikri ile ,O’nunla meşgul olduğu zaman rahatlama konumundayken, insanlar bunu yaşamadıklarında ;o açlığı , dünyevi zevklerle -nefslerini- tatmin etmeye yoluna gidiyorlar ama O da mümkün değil..
Tuzlu su içmek gibi..
E bir gemi kazasından kurtulup ta bir salda,kayıkta olanlar o tuzlu deniz suyunu içiyorlar mı
İçmiyorlar ..Neden?
Onu içtiğinde biraz daha fazla susayacak..
İçtiğinde daha fazla susayacak ölümüne sebep olacak.. Sonu yok…
İşte sonunda ne oluyor arkadaşlar ..
İnsanların dünya nimetleri,dünya değerleri açısından elde etmek için koşuşturup durduklarına, fazlasıyla sahip olanlar ,bakıyorsunuz intihar ediyorlar sonuçta..25:52
İntihar etmemeleri lazım..
Ne güzel dünyevi nimetleri içerisindeler ne güzel yok.ama intihar ediyorlar…
Neden?Tatmin yok ..
Formül de belli.. ALLAH ın zikri olmadan tatmin mümkün değil..
Nefsle de bir yere kadar ondan sonra olmuyor..Sonu yok..Tak intihar ediyorlar..
Bu durum da, ALLAH ın Ayetlerini aciz bırakma durumunda olan insanların haliyeti ruhiyelerinin ,azap içerisinde olduklarının bir göstergesi..
Zeamellezîne keferû el ley yub’asû, gul belâ ve rabbî letub’asunne summe letunebbeunne bimâ amiltum, ve zâlike alallâhi yesîr.
İnkâr edenler, kesinlikle, öldükten sonra diriltilmeyeceklerini iddia ettiler. De ki: “Hiç de öyle değil, Rabbime and olsun, mutlaka diriltileceksiniz, sonra da yaptıklarınız size elbette haber verilecektir. Bu, Allah’a kolaydır.”
Ve yestembiûneke ehaggun hû, gul î ve rabbî innehû lehagguv ve mâ entum bimuğcizîn.
“O (azap) gerçek midir?” diye senden haber soruyorlar. De ki: “Evet, Rabbime andolsun ki o elbette gerçektir. Siz (bu konuda Allah’ı) âciz kılacak değilsiniz.”
Ve gâlellezîne keferû lâ teé’tînes sâah, gul belâ ve rabbî leteé’tiyennekum âlimil ğayb, lâ yağzubu anhu misgâlu zerratin fis semâvâti ve lâ fil ardı ve lâ asğaru min zâlike ve lâ ekberu illâ fî kitâbim mubîn.
İnkâr edenler, “Kıyamet bize gelmeyecektir” dediler. De ki: “Hayır, öyle değil, gaybı bilen Rabbime andolsun ki, Kıyamet size mutlaka gelecektir. Ne göklerde ve ne de yerde zerre ağırlığında bir şey bile O’ndan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa, hepsi apaçık bir kitaptadır.”
İşte bunlar biraz evvel bahsettiğim şeyler..
Hemen bana işaret”n hemen Arkadaşlar bütün kelimeler birbiriyle aynı bu Ayetlerin..
Diyor ki;Mesela;
10-Yunus suresi 53. ayet
O (azap) gerçek midir?” diye senden haber soruyorlar. De ki: “Evet, Rabbime andolsun ki o elbette haktır,gerçektir. Siz (bu konuda Allah’ı) âciz kılacak değilsiniz.”
Bak aynı kelimeler…”aciz kılmaya çalışmak” ,
Bu gerçek midir ?sorusuna “Kıyamet olacak ta azap gerçekleşecek” ya Sebe Suresinin ilk Ayetlerinde diyordu ya..
34-Sebe suresi 3. ayet – İnkâr edenler, “Kıyamet bize gelmeyecektir” dediler. De ki: “Hayır, öyle değil, gaybı bilen Rabbime andolsun ki, Kıyamet size mutlaka gelecektir. Ne göklerde ve ne de yerde zerre ağırlığında bir şey bile O’ndan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa, hepsi apaçık bir kitaptadır.”
Hani söyle bu Kıyamet bizim başımıza ne zaman gelecek diyorlardı ya ..Aynı şey..
Peki kıyamet inkar da bir Ayeti inkar etmek gibi …aynı Kuran Ayetleriyle …İnkar edip onun üzerine mücadele etmek gibi… işte onu soruyor…
64-Tegabun suresi 7. ayette
İnkâr edenler, kesinlikle, öldükten sonra diriltilmeyeceklerini iddia ettiler. De ki: “Hiç de öyle değil, Rabbime and olsun, mutlaka diriltileceksiniz, sonra da yaptıklarınız size elbette haber verilecektir. Bu, Allah’a göre kolaydır.”
34-Sebe suresi 3. ayette
İnkâr edenler, “Kıyamet bize kesinkez gelmeyecektir” dediler. De ki: “Hayır, öyle değil, gaybı bilen Rabbime andolsun ki, Kıyamet size mutlaka gelecektir. Ne göklerde ve ne de yerde zerre ağırlığında bir şey bile O’ndan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa, hepsi apaçık bir kitaptadır.”
İşte bu 3 Ayette kelimeleri bir araya getirdiğimizde görüyoruz ki bu yalanlama peşinde oldukları Ayet, aynı zamanda yeniden diriliş gerçeği ..
Çünkü bunu red ediyorlar ki, mücadele ediyorlar ki ,aslında bilinç altlarında şu var..
Görmezlikten gelmek istiyorlar..29:30
Kur’an-ı Kerimde ALLAH U TEALA buna Ayet diyorsa, bunu “çok büyük bir gerçeklilik”anlamında söylüyor..
Aslında İnsanların gerçekte inkar edemeyecekleri bir şey ..
Ama neden görmek istemiyorlar..
Çünkü eğer gerçekten Ahiretin ve yeniden dirilmenin ve yeniden Hesabın olduğu gerçek anlamında idrak ederlerse Ona göre yaşamak zorundalar ..
Çünkü O iman olmuş oluyor..Tamam bu böyle demek bu iman oluyor..
“âmenû ve amilus sâlihâti” nerede?
Yok, “âmenû ve amilus sâlihâti” yok !!!??? Salih amel yapmak zorundalar..
Yapacaklarını , yapmaları gerekenleri bir düşünsenize ! nefslerine ne kadar ağır geliyor..
Vesteînû bis sabri ves salâh, ve innehâ lekebîratun illâ alel hâşiîn.
Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), Allah’a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir.
Psikolojide bu yadsıma inkar etme yansıtma gibi savunma mekanızmaları var..
Rabbinin, fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi?
Bu bana hemen şeyi çağrıştırdı.
ÂLİ İMRÂN-18.AYET çağrıştırdı.
(Aklınızdada olsun… böyle bir Ayet ÇAĞRIŞTI..” ya, şurada da şöyle birşey geçiyordu” dedin.Oraya hemen bakın,ertelemeyin… muhakkak orada bir işaret var..)
Şehidallâhu ennehû lâ ilâhe illâ huve vel melâiketu ve ulul ılmi gâimem bil gıst, lâ ilâhe illâ huvel azîzul hakîm.
Allah, şehâdet (şahitlik) etti: Muhakkak ki O’ndan başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de adaletle kâim oldular (şahit oldular) ki, O’ndan başka ilâh yoktur, (O) Azîz’dir, Hakîm’dir.
Bundada ALLAH ŞAHİTTİR; Şehidallâhu
Bundan önceki ayette görme fiili vardı ..
Görürler ..Bunda da şahit olma var..
Neye Şahit?
ALLAH ,kendisinden başka İlah olmadığına şahittir.
Bakın ALLAH kendi kendine şahit.
Kendisinden başka İlah olmadığına şahit ..
Bu çok müthiş bir değer yani bizi etkiliyor..
Ama ne diyor..??!!
“vel melâiketu”-Melekler de şahit
Bitmiyor..
“ve ulul ılmi”-İlim erbabı,ilim sahibi olanlarda buna şahitmiş..
Neye Şahit?
ALLAH ın kendisinden başka İlah olmadığına Şahitlermiş..
Ama nasıl ilim sahibleri — (Sıfat gibi var)
“gâimen bil gıst”- adalet üzerine kaim olan ilim erbabı
Yani her türlü İlim erbabı değil yani öyle bir ilim erbabı ki;
“Hak üzerine kıyamda duran ilim sahipleri”…bunlar Şahit..
Bakın şahitlikle – görmek, birbirine yakın kavramlar ..Bir şeye şahit oldu diyoruz..Bir şeyi gördü diyoruz..Ama Şahitlik görmeyi daha kapsayan bir kavram…
Çünkü şahitlik bakın sesle de olabilir..
Görme özürlü bir insan mahkemede şahi olabilir…Duydum diyebilir..
Ya da hissederek te şahitlik olur..
Ne görüyor ..Ne işitiyor ..Ama hissediyor …(35:30)
Bakın başka duyularlada Şahitlik olabilir…Daha kapsamlı bir anlayıştır. Şahitlik..
Çünkü neden burada daha genel bir şeyler ifade etmiş Şahitlik kısmıyla ..
En başta ALLAH ın KENDİSİNE kendisinden başka İLAH olmadığına Şahitlik var.
Burada görmek fiili hafif kalırdı..
Burada görürler derken (Sebe Suresi 6. Ayet) kendilerine ilim verilenler …
Görmeyi şöylede açıklayabiliriz;
Hikmetlerini anlamak da diyebiliriz bunu..Aynel Yakin konumuyla…
Şimdi Hikmetleriyle anlamak ne demek? Onu izah etmeye Çalışalım İnşaallah.
Bir Ayet daha var..Bu Ayet te çok okunanlardan birisidir..(Kendi aramızda arkadaşlarla sohbet ederken bu Ayeti çok dile getiririz , çok faydalınırız..)
Kemâ erselnâ fîkum rasûlem minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve yuallimukumul kitâbe vel hıkmete ve yuallimukum mâ lem tekûnû tağlemûn.
Nitekim kendi içinizden, size âyetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran(temizleyen), size kitap ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik.
Başındaki Besmeleyi almıyorum.Besmele de Fatihanın özeti !
Fatihanın başlangıcına El Hamd… dersek ;
El hamdu lillâhi rabbil âlemîn.
Er rahmânir rahîm.
Mâliki yevmid dîn.
3 tane Ayet var aslında..
HAMD ı anlatıyor.
RAHMAN & RAHİM anlatıyor.
Bu yaşadıklarınız gerçek değil.İmtihandasınız 1 gün karşınıza çıkacak denilen DİN GÜNÜNÜ anlatıyor.
diğerleri (Fatiha’nın diğer 3 ayeti) zaten Dua ;
Ne yapman gerektiğini ip uçlarını veriyor.
Ama sistemi, realiteyi, gerçeği anlatan topu topu 3 tane.
Basite almıyorum.
Ne kadar konsantre olduğunu söylüyorum..
İşte Kitabın bu öğretmek istediği Ana fikir bu 3 ü işte ..
Peygamber Efendimizin sallallahu aleyhi ve sellemin anlatmaya çalıştığı bu..
Ayetleri öğretiyor… tek tek… sen yaşayarak ne yapıyorsun… temizleniyorsun…
Sonra kitabı/bütününü öğretiyor ..
Ana mantığı Kur’anın genelini öğretiyor..
Ve ne yapıyor..?!
“vel hıkmete”- Hikmeti öğretiyor..
Yani sen bu sefer kitabın temelini anlamaya başladıktan sonra, artık işin arka kısmını,derinlerini,inceliklerini yani hikmetlerini anlamaya başlıyorsun..
Aynel Yakin iman gibi , sanki görerek, hikmetlerini anlamaya başlıyorsun..
Bu 3uncu aşama idi…
Bu da yetmiyor …
“yuallimukum”- size öğretiyor…neleri ?
“mâ lem tekûnû tağlemûn”- sizin bilmediğiniz, bilemeyeceğiniz şeyleri size öğretiyor..
Bu da işte size Sırrani kısımlar ..
İşte gerek bu hikmet boyutunda gerekse ondan sonraki gelen boyutlarla ilim verilmiş oluyor..
“ulul elbab” oluyor..
Gayret kişinin kendisinden ama ..
AZİZUL HAKİM OLAN ALLAH tarafından da kendisine bu veriliyor..
Kendisi de Neyi görmüş oluyor..
İşte Sebe Suresinde geçtiği gibi, görüyor ki Peygambere( s.av.) indirilen Rabbisi tarafından indirilen şeyin Hak olduğunu görüyor.
Burada bir ifadeler daha var onu söyleyeceğim..
Bakın bu işlediğimiz 6. Ayette
Ne diyor sonunda bakın..
El Aziz & El Hamid diye 2 Esma geçiyor.
ve yehdî ilâ sırâtıl azîzil hamîd
azîz ve hamîd olanın yoluna iletiyor bu..
Yani Siz bu Rabbinden indirilenin Hak Olduğunu anlayıp bunun üzerine gayret edip yaşadığınız takdirde bu Kur’an-ı Kerim seni bir Sırata götürüyor..(Fatiha Suresi 6. Ayet:- İhdinas sırâtal mustegîm. )
“sırâtal mustegîm”e götürüyor.. O yol da seni alıp götürüyor zaten ..
Allah, şehâdet (şahitlik) etti: Muhakkak ki O’ndan başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de adaletle kâim oldular (şahit oldular) ki, O’ndan başka ilâh yoktur, (O) Azîz’dir, Hakîm’dir.
Kur’an-ın içinde gezinelim arkadaşlar bir oraya bir buraya ..
Burada ne diyor ;
azîzul hakîm;
Sebe’de ne diyordu ?
azîzil hamîd
Azîz ortak olmak şartı ile burada Esmada bir farklılık var..(El-Hakim ve El-Hamid)
Neden? Çünkü:
“Şehidallâhu”daki konu, çok konsantre yani :”Amentü billahi” kısmı….Yani ALLAH’a İMAN kısmı ..
Kendisinden başka İlah olmadığında Kendisi ve Melekler Şahit ya Amentü billah kısmı..
O yüzden “azîzul hakîm” ; sisteme bir hakimiyet var..
Ama Sebe suresindeki Amentu kütübihî- Kitaplara iman kısmı gibi..
İşte o zamanda burada açıklanan götürdüğü yer ne oluyor..
“El-Azîz” ortak kalmak şartıyla “El-Hamid”e götürüyor..
( Bir izahat : El-Hamid ne demek ?..
El Hamid ; Çoğu Esma-ul Hüsna Kitabında görürsünüz ..”Hamde/ Övülmeye layık olunan” olarak geçiyor..
Ama Arapça bilenler bilir ki burada fâil olan ALLAH.
Ama “Övülmeye layık olan, İnsanların O’nu sürekli övdüğü” denirse ,burada fâil” kul” oluyor, mahlukat oluyor..
Arapça kökenine bu uygun değil..Peki ikisinin birleştiği yer neresi ??
ALLAH U TEALA bütün sistemi ,bütün mahlukatı, içerisinde sürekli tecelli eden övme mekanizmalarıyla, yüksek övgüye değer şeylerle yaratıyor..
Bunu anlayan mahlukat ta O’ nu Hamd ediyor,övüyor sürekli olarak..
İŞTE EL-HAMİYD ‘İN MANASINA UYGUN BİR TANIM…
Şimdi ALLAH ın fail olduğunu bir şekilde dile getirmek zorundasın..
ALLAH Hamd konusunda nasıl fail?
Yarattığı herşeyde Hamdla, övgüyle yaratıyor sürekli olarak..
İnsan hamd kunusunda nasıl fail :
Bunu anlayan mahlukat ta O’ nu Hamd ediyor,övüyor sürekli olarak..)
Dolayısıyla kitaplara iman konusu vardı ya Sebe’ de.
Resulune(s.a.v.) ALLAH’tan gelenin Hak olduğu ve bunu ALLAH ın yoluna götürdüğünü bilen ve o uğurda sürekli çalışan, didinen insan ; ALLAH’ ın El AZİZ olduğunu bilmesiyle beraber Hamd eden konumuna gelir. 46:00
Sürekli olarak “Aman Ya Rabbi bu nasıl kitap,Aman Ya Rabi bu nasıl Sistem !” diyerek ALLAH’ı, Kitabı vasıtasıyla över..Ya da Kitaptan öğrendikleriyle över…
Şimdi böyle olan bir insan, sürekli öven bir insan..
ALLAH’ ın Ayetleriyle mücadele eder mi hiç ?…tam tersine ..
İşte diyor ki O yüzden kendilerine ilim verilenler diyor…
Bunun böyle olduğunu bilirler ..
Hikmetleriyle de bilirler..
Ve bu Kitabın götürdüğü yer ise :
El Aziz ( Yüce olan Yenilmesi mümkün olmayan) ve
El- Hamid ( övgüyle Yaratan ve övgüye layık olan ) ALLAH idraki…
Burada da Kur’anın mucizliği var..
Muciz ne demek?
Mucizeleri olan , acizlikte bırakan , aczeden demek..
Kendi acizliğini anlamayanlar ne yapıyor biliyor musunuz?
Acz etmeye çalışıyor..Ayetleri..
Diyor ya yukardaki Ayette (Sebe Suresi 5.Ayet)
Vellezîne seav fî âyâtinâ muâcizîne;Ayetlerimizi aciz bırakmak için uğraşırlar diyor..
Diğer tarafta ise…
Kur’ana yönelip “amentü bi kutubihi” (kitaplara imanı) doğru düzgün yaşamak amacıyla Ayetlere giren ;(bunu yaşayıp,yaşantıma geçirip te temizleneyim..) diyen ;
Sonra kitabın tamamına yönelen..
Bunu yaşadıktan sonra Hikmetlerine ALLAH ın izniyle gidenler ,
işte bu içindekileri hak olan kitabın, yenilmesi mümkün olmayan ;tam tersine acizlikte bırakan, pek yüce bir güç tarafından indirildiğine iman ederler ve ALLAH ı överler…
Götürdüğü yer burası…
Aynı zamanda ne oluyor biliyor musunuz?
Bir sistem var burada …Aziz Yüce ya…
kendisine doğru yönelenleri de Yüceltiyor..
Hani Bu Hristiyanların Ermişlerine “Saint “derler..”Aziz” derler yani..
Saint Joseph gibi isimleri vardır onların..Saint Petersburg Kilisesi var..
Saint -Aziz demek..
ALLAH yüceltiyor.. O zamanda Hak din olduğunu düşünün ..
(ALLAH inancının ve kitapların Hak olduğu zamanlarda… Onun da aslında ismi İSLAM o zamanlarda …Bozulduktan sonra ismi HRİSTİYANLIK ..)
O kadar ALLAH a yöneliyorlar ki ;Aziz olan ALLAH a yöneliyorlar ki ALLAH ta onları Aziz kılıyor..
Yani bunu Kur’ana endekslersek ..Ayet diyor ya;
Kul Yüce olanın indirdiği Kuran ‘a yöneliyor
Kur’an da kişileri yükseltiyor..
Yükselenler de ; Kur’anın yüceliğini görüyor..
Yani bir gayret var öncelikli..
Hidayet neydi?
Kulun gayreti üzerine, ALLAH ın cevap vermesi; mislileriyle Ona yönelmesi..
Şimdi Kul Kur’ana yöneldiğinde yaşamaya çalıştığında anlamaya çalıştığında…
El-Aziz’in Yüce olanın Sırati mustakiminde olma gayretinde oluyor…Çünkü Hak olan kitap O’nun Sırat’ına ; o’nun “Sırat-ı müstakim”ine götürüyor.
ALLAH TA ONU YÜCELTİYOR İŞTE..
Yani ALLAH Azizdir..Aziz ediyor..Aziz olan da görüyor..
İşte bu Ayetin başındaki
Ve yerellezîne ûtûl ılme derken; kendilerine ilim verilenler görüyor derken bu var..
Çift yönlü bir ilişki var..
Görüyor musunuz? Arkadaşlar bakın ..
Elimiz bir ordaydı bir ordaydı..
Bugünde dikkat ettiniz mi?
Hem Sebe 3. Ayette hemde buradaki ayette ortak kelimeler var ..”burada bunu demiş ;ama bak burada şunu söylememiş..Burada bunu demiş” diyoruz..
Kur’an kendi içinde ne kadar nasıl bir bütün görüyor musunuz?
Bugün Kuran Okunmuyor…
Okunuyor ama yüzünden okunuyor..manası okunmuyor…
Manası okunuyor ama derinlerine girilmiyor..
Giriliyor ama ” bir şurda var ..bir de burada var” denerek kitabın bütününe bakılmıyor..
Ama ALLAH U TEALA nın kitabında bunlar var..
Sağına soluna baktığınızda işin içine girdiğinizde bu güzellikleri görebiliyorsunuz..
Ama o açıdan eliniz gelsin gitsin ,birşey yapsın ..
Ve bunu yapmak için çok ta ilim gerekmiyor..
Gerçekten de gerekmiyor..
Biraz aşina olmak yeterli oluyor… sohbetin başında ettiğim Duada ne vardı..??