Fatır Suresi 14. sohbet

Fatır Suresi 14. Sohbet 30. Ayetten itibaren

Evet, arkadaşlar Fatır Suresine 30. Ayetten itibaren devam edeceğiz.

Fakat âdetimiz üzere kopukluk olmasın diye 29 ayetten biraz alarak devam edeceğiz. Zaten son kısmında biraz yarım kalmıştı gibi geldi bana onu da devam edelim inşallah.

Allahu Teâlâ, yukarıdan itibaren geldiğimiz de yaratmasında ki çeşitlilikten bahsediyordu. Muhtelif renklerde olan meyvelerden, dağ yollarında, insanlardan, hayvanlardan, en’amlardan bahsediyordu.

Daha sonrada burada bir ilim ve işaret olduğu için Allah’tan ancak kullarından âlimler korkar diyerek de; İlim, ilme verilen değer ve bunun Allah sevgisine, haşyetine giden yoldan bahsederek bir anlamda da burada bir teşvik vardı.

Allah Aziz ve Gafur derken de; Gafur olmasını, affediciliğini; Azizliğini anlayan insanlara veriyordu. Başka bir ifade ile Allah’ın mağfiret etmesi de azizliğinin bir sonucu. Bu bağlamda da devam edersek;

  1. ayete geçtik şimdi

“İnnellezîne yetlûne kitâballâhi”

“Allah’ın kitabını okuyanlar” birinci sırada Allah’ın kitabı vardı.

  1. sırada “Ve egâmus sâlâte” “Namazı dosdoğru kılarak ikame edenler”

“Kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve aşikâr hak yolunda sarf edenler.

İşte onlar asla zarar etmeyecekleri bir ticareti ümit edebilirler.” Diyordu

Burada birinci sırada Allah’ın kitabı vardı. Ancak namaz ondan sonraydı. Bir işaret gördüm bir tefsir kitabında, cahil bir insanda sıdkıyetle Allah’a kulluk edebilir. Hiç ilmi olmayanın kitap okuması mümkün olmayacağı için burada da

“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu” ayetine işaret ederek de Kuran’ın tilavetine bir vurgu var burada.

Yani Kuran’ı hiç bilmeyen okuyabilir mi?

Allah’a sıdkıyetle ihlas tabi ki çok önemli ama bu ihlas ile beraber Allah’ın kitabını okuyabilmek içinde bir ilim gerekiyor.

Buradaki tilavet biliyorsunuz. Herhangi bir okuma değil dura dura, üzerinde dura dura düşüne düşüne okumak olduğunu hatırlatırım. Bunun ilk sırada gelmiş olması da

“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu” bir öncekinde ise

“Allah’tan hakkıyla ancak kullarından âlimler korkar” diyerekte bu aliliği Kuran’la beraber baktığımızda Kuran’ın ilim açısında âlim olmak açısından bilerek Allah’a kulluk etmek açısından ne kadar değerli olduğunu anlıyoruz.

Salat, namaz küçümsemiyorum haşa sadece sıralamadaki, tertipteki vurgusunu yapıyorum. Salat daha sonra gelmiş.

Fakat buda yetmiyor. “İnfak ederler” diyor onlar.

Neden infak ederler? O şeyden ki “Biz onları rızıklandırdık”

Bakın mallarından da demiyor. İlginç bir ifade var burada. Bizim rızık olarak verdiğimiz şeyler derken “Razagnâ” diyor. Orda na zamiri gelmiş. Demek ki biz veriyoruz diyor rızkı. Yani sahibi biziz, biz veriyoruz. “Bizim verdiğimiz rızıktan verirler” diyor.

Burada da ne oluyor maliki mülk vurgusu var. Yani malın sahibi Allah o rızkı verende Allah diyor ki: kendi malınızı verir gibi vermeyin sakın. Bilin ki onu size biz veriyoruz. Bizim size verdiğimizi bilirseniz malın sahibini, ben Erezzak’ım bunu bilirsen daha rahat verirsin. Ama ben kazandım dersen bir kere şirke düşmüş olursun. Allah’a haksızlık etmiş olursun. Birde vermen zorlaşır. Ama zaten bunu bana Allah veriyor mal benim değil ki, bende veririm.

Burada bir ayet var onu daha evvel konuşmuştuk.

“Onların mallarında sailler (isteyenler) için ve de mahrumlar için(isteyemeyen mahrumlar) malum bir pay vardır.”

Malum ne demek? Belirli bilinen bir pay vardır diyor. bu ne demek?

Şimdi bu benim değil, bende kazanmadım Allah verdi.

Allah verdiyse bu benim malımda bir pay var. Bu payı ben vermeliyim. Bakın bu sefer iş değişti. İnsan çok daha rahat veriyor. Ve de 1 lira değil 3 lira değil malum bir pay, belirli bir pay vardır diyor. Bunu nasıl konuşmuştuk.

Kazancını aldın. Sabit ya da ticaret gibi farklı gelir olabilir. Belirli bir yüzde, ya ben bu yüzdeyi ayırıyorum. Bu minimumu daha verebileceğin kadarı var.

“Sana sadakalardan sorarlar” diyor ayette. De ki: ”Sadakalar ihtiyaçtan fazlasıdır.”

Geri kalanıdır yani. Bu iki şekilde anlaşılabilir.

En lüks kıyafetleri giy en lüks lokantalarda ye bunları yap geriye bir şey kalmadı. Biraz kaldı ondan vereyim. Böylede değerlendirilebilir.

Ya da benim ihtiyaçlarımı tamamladım ben fazlası var. Bende bu fazlasını vereyim.

Bir hadis okumuştuk. Peygamber efendimiz (SAV) bir sahabemize şunu diyor:

Vallahi Uhud dağı kadar malım olsa; borcumu ödemek için ayırdığım en fazla üç gün kenara koyduğum paranın dışında hepsini( eliyle işaret ediyor hadiste var.) sağına, soluna, önüne, arkasına verme işareti yapıyormuş. Onunla dağıtırdım diyor.

Bakın Uhud dağı kadar altını dağıtıyor. Bir hadis daha okumuştuk.

Hz iaşe diyor ki: Resulullah vefat ettiğinde ancak şunları miras olarak bıraktı.

Beyaz bir katır, zaten vakfettiği bir arazi.

Başka bir şey yokmuş. Buradan bir şeyler anlaşılmıştır. İhtiyaçtan fazlası ne olarak.

Zaten bunları yaparsan işte.

“onlar zarar etmeyecekleri bir ticareti ümit edebilirler” diyor. Zaten bugün bu kısmı bolbol açıklayacağız. O anlamda vermek çok farklı bir kavram. İhtiyacın dışında.

İnfak konusuna biraz değinmek istiyorum. Bazı kavramları tekrar tekrar açıklamakta fayda var. İnfakı ben çok iyi anlayamamıştım. Bir ayet bana çok güzel anlamam vesile oldu. Hani Hz. Musa’nın kavmi Allah onları kurtarıyor ya, deniz yarılıp geçiliyor. Orada bir araziye geliyorlar ve orada kudret helvası ve bıldırcın veriyor rabbim. Yani çalışmayın etmeyin. Sadece bana kulluk edin diyor. Yani kamp gibi ben size bırakın dünya yiyeceklerini ulvi kutsi yiyeceklerden vereceğim diyor.

Kudret helvası ve bıldırcın. Ve ayeti kerime diyor ki Bakara suresinde:

“Ve bunların temiz olanlarından yiyin” diyor.

Ya şimdi bunun kirli olması temizin zıttı olarak söylüyorum. Kirli olma ihtimali var mı?

Bir kere kazan yani manevi kirlilik tabi yere düşüp kirlenmesi manasında değil.

Bir kere insan kendi kazanır. Kazancına haram karışır bir kirli olma ihtimali var bunun. Ama Allah’ın bizzat indirdiği ilahi bir rızıkta nasıl bir kirlilik olabilir? Bunu düşündüm. Demek ki kafalarından geçen şeyler, zihinsel bazı faaliyetler bunları kirli yani manen kirli, temiz olmayan duruma getirebilir.

Ne yaparlar yani dedim. Hikâye kısmı var tefsirat kısmı.

“sabahleyin kalktıklarında sabah namazında sonra bir bakıyorlar ağaç dallarında bunlar asılı, onları alıyorlar.” Şimdi şöyle düşün. A ne güzel Allah bizi rızıklandırdı ne güzel aldık. Eve götürdün çoluk çocuğunla yiyorsun.

İyide bunun hepsi 20 yaşında delikanlı değiller ki kurtulanlar. Yaşlısı var. Fakiri var hastası var. Âcizi var değil mi?

Onlar nasıl almaya gidecekler?

Yani bencillik etmeyeceksin diyor Allahu Teâlâ alacaksın onları önce ihtiyaç sahiplerine, komşuna, fakirlere vereceksin. Ondan sonra kendin yiyeceksin. Demek ki bunu yapmadığın takdirde o Allahi gıdanın bile kirli olması, manen kirli olması ihtimali var. Yani Tayyip olmama ihtimali var.

İşte bu önce kendine değil de başkasına verme durumuna infak deniyor.

Yani kendini öne almayacaksın. İnfak kelimesine baktım. Nafaka kelimesinden geliyor. Nafaka çıkmak demek. Tünellere bu nafak kökünden gelen kelime kullanılıyor Arapçada. Bu çıkmak. Aileye verilen parada nafaka yani ne demekmiş biliyor musunuz?

Senin cebinde ya, kasanda ya, kesende ya, çıkıyor ya işte o şey nafaka. Gerek ailene gerek şuna buna.

Peki, fakir adam infak yapmayacak mı?

Ne diyor Peygamber efendimiz: “tebessüm, sadakadır” diyor.

Ayeti kerime ne diyor?

“Eğer sen onlara verecek bir şey bulamazsan yanında” diyor. Yani imkânın yoksa “hiç olmazsa onlara güzel bir söz söyle” diyor.

Bak kendinden çıkıyor. Değil mi? Manen bir şeyin çıkması öyle, başkasını tercih etme, senden bir şeylerin çıkması, fedakârlık olarak çıkması.

Mesela otobüse bineceksin, birçok kişi geldi ya ben önden geçeyim de oturayım da diyebilirsin, aynı o kudret helvası bıldırcında olduğu gibi. Ya da başkalarına buyurun dersin. Bu da infak.

Çay koyacaksın mesela önce ben alayımda sonra başkalarına veririm demekte var.

Peygamber efendimiz kendisi en son kendine alırmış bir şey alacağı zaman, İkram edeceği zaman. İşte bunların hepsi infak yani çıkmak. Yemek yiyeceksin kendi önünden yemekte infak. Ya da güzel bir baklava dilimleri var en güzelini büyüğünü almamak, tepside ikram ediyorlar sen kimsenin beğenmeyeceği bir şeyi al buda infak.

Hani farklı bir pencereden anlatmak istedim. İşte “bizim rızıklandırdığımız şeylerden onlar infak ederler” peki nasıl infak ederlermiş.

“Sirrav” ne demek? Gizli demek.

Kelimenin aslı ne? Sır. Sır kelimesi buradan geliyor yani gizli. Sır olarak yani diyor ki Allahu Teâlâ “Kimseye bir şey söyleme”

Ben şu kadar fakire dağıttım da ettim de. Deme. Allah “Sirrav”ı önceye almış bak.

Diğeri ne “Ve alâniyetey” önce “Sirrav” demiş. Gizlide değil sır.

Yani sır gibi tut diyor.

Bir hadiste “O kıyamet gününde arşın gölgesi altında gölgelenecekler.” Diyor ya. Yedi sınıftan bahsediyor. O yediyi saymayalım ama bir tanesi ne biliyor musunuz?

Sağ elinin verdiğinden sol elinin haberi olmayan. Senin tercihin bunları söyleyedebilirsin ama bir şeylerden de mahrum kalırsın.

Hiç mi söylenmeyecek söylenecek ama ne diyor burda “ve alâniyetey “ diyor.

Burada aleni olarak tefsir kitaplarına baktım sadece zekât. Sadaka söylenmiyor. İnfak söylenmiyor. Ama farzlar aleni yapılabiliyor. Ya da teşvik manasında başkalarını teşvik etmek adına söylenebiliyor. Derler ki bana o kadar söylüyor ama kendi yapıyor mu? Göstermek adına.

Ama burada da tehlike var nefsinin hoşuna gidebilir. Ya ben dağıtıyorum yapıyorum. Benim şu kadar fakirim var şu kadar nafaka dağıtıyorum falan. Bu nefsani oyunlara dikkat edilmesi lazım. Şeytan sadece soldan ve arkadan yaklaşmıyor arkadaşlar. Sağdan da geliyor hatta ilerden de geliyor. Hatta ibadetlerde de böyle olması lazım. Bir fıkra var.

-iki arkadaş taşrada dağda dolaşıyormuş. Bir tane çoban görmüşler. Namaz kılıyor. Yanlarına gitmişler. Çok güzel namaz kılıyor. Demişler ki: şu dağ başında kimsenin görmediği yerde ne kadar ihlasla ibadet ediyor. Çoban Namazını bozmadan demiş ki -hem de oruçluyum.

Bu “Hem de oruçluyum”u kullanmayın Allah bilsin sır olsun yani.

“Sırran ve aleniyye onları verirler” diyor.

Burada birde sır kelimesinin ve aleni kelimesinin geçmesini şöyle söylüyorlar.

İnfak etmek sadece malla parayla değil dedik ya. Bir de ne ile olabilir?

İlim ile.

İşte burada diyor ki: sırları da verirler. Aleniyye olanlar da verirler. İnfak ederler

Yani bilgileri Allah’ın nasip ettiklerini kendilerine tutmazlar.

Derin manalarından biri de bu. Sır olarak gizli olarak verilenlerden de ilmi sır olarak aleni olarak verirler. Tabi kime ehline kaldırabilecek olana. Bilgiyi sözü hikmetle söyleyiniz.

Böyle yapanlar bir şeyi ümit ederler diyor bakın.

“yercûne” arada. Hani arada olmak vardı ya. Korku ile ümit arasında. İşte bu “Reca” kelimesi de bu fiili.

“Yercûne” fiili muzari. Cemi mükzekker olarak gelmiş onlar ümit ederler.

Neyi ümit ederler? Şimdi meful lazım.

“Ticâratel” “Ticareti” ümit ederler. Yanlış “ Bir ticareti ümit edebilirler”.

Neden nekra gelmiş? Belirsiz yani sizin bildiğiniz ticaret değil aslında bu.

Mahiyetini bilemeyeceğiniz bir ticaret.

El ticaret dese orada bildiğimiz bir ticaret ama” Ticâratel” mahiyetini tam bilemediğimiz bir ticaret.

Devam ediyor. “ticâratel len tebûr.” “len tebûr.” Da da terkibi levhi istikbal yani gelecek zamanın kesin olumsuzu. Peki mana ne gelecek zamanda bir şeyin kesinlikle olmayacağını söylüyor. Olmayacak olan ne burada? “tebur.” Bozulmak demek. Kesata uğramak, zararlı bir pozisyona gelmek.

Yani ne oluyor?

“zarar etmeyecekleri bir ticareti umabilirler”

Yani tebur olmayan bir ticareti ümit edebilirler. Yine Arapça bir kuraldan bahsetmek istiyorum.

Nekra kelimelerden sonra gelen bir cümle o nekra kelimenin sıfatı oluyor. Yani ticareti umabilirler. Sonra gelen kelime onun sıfatı nasıl bir ticaret?

“Len tebûr.” “İlerde zarar etmeyecekleri”

Şimdi burada bunların kullanılmasında şöyle bir şeyler var. Bir kere diyor ki:

Bu gelecekle ilgili yani hemen değil. İlerde olacak bir durum.

İkincisi de asla yani şüphe yok asla zarar etmeyecekler.

Birde “yercûne” derken ümit edebilirler derken, bak kesinlik yok yani. Bunu bunu yapanlar zarar etmeyecekleri bir ticarete uğramayacaklar değil. Ümit edebilirler.

Yani burada hepimiz dinleyenlerde Allah’ kulluk etme gayretinde olan insanlarız.

Hatta bazen takvalı şekilde işlerde yapıyoruz. şunu yapıyoruz bunu yapıyoruz.

Hiçbirimiz, hadi yemin etsin cennete gireceğine. Edebilir miyiz? Edemeyiz.

Biz ancak ne yapabiliyoruz? Ümit edebiliyoruz.

Bu kadar insan var Müslüman gayri müslim iman etmiş ama sapıtmış kimseler bunları eleseniz bir avuç insan kalır. Bunlar içinden takvalı olanlar var Allah’a yakın olanlar var. Onlar bile garanti göremiyorlar. Onlar bile ancak ümit edebiliyorlar.

Ya diğer insanların durumu ne olacak acaba?

Ve buna rağmen bizim kalbimiz temiz biz böyle olacağız diyenleri vallahi büyük cesaret olarak görüyorum.

Ha hüsnü zan etmek güzeldir ama birde gerçekler var. O gerçeklere de dikkat etmek gerekiyor.

Bu kelimelerin içerisinde bu şey var. Ama gerçekleşirse bu olay, yani Allah’ın hoşuna giderse bu yapılanlar. Buradakine söylüyorum. Kitap okunması, namaz kılınması, infak edilmesi, önceki sayfadakilerle beraber ki yani ne diyordu:

“gayb hakkında Rablerinden korkarlar. Namazı dosdoğru kılarlar.” ve nefislerini temizleyenlerle beraber beş tane etti. Bu beş taneyi yaptın. Eğer Rabbimin hoşuna giderse bunlar için ne var? tekid var. hani “len” “لَنْ” konusu neydi? Tekidi nefsi istikbal.

Yani bir şeyin kesinliği anlamında onlar bir anlamda, Allah katından söylüyorum. İnsan boyutundan söylemiyorum. Garanti, kesinlikle zarar etmeyecekler diyor.

Bakın hani soruyorlar. İslami iktisatla ilgili sorular var. İşte şöyle yapsam olur mu? Haram mıdır? Günah mıdır?

Faiz müesseseleriyle ilgili bir şeyler soruluyor ya özellikle faizsiz denilen müesseselerle ilgili. Finans kurumları ile ilgili söylüyorum. Onlar için şöyle deniyor. Tamam diyor sen oraya paranı yatır. Bankadan farklı mı olduğunu düşünüyorsun?

Tamam, ticaretin oluru şudur. Kar da vardır. Zarar da vardır. Kar aldığın zaman memnunsun da, zarar ettiğin zaman razı olacak mısın?

O zaman finans kurumuna bankadan farklı olarak gördüğün finans kurumuna paranı ver. Hemen yok ya neden zarar ettirdi? Öbür banka şu kadar faiz veriyor, bu vermiyor dersen. ooh samimiyetsizliğin ortaya çıktı işte ayvayı yedin o zaman.

Hatırlıyor musunuz? İhlas gurubuna ait bir şey vardı. İhlas finans insanlar paralarını batırdılar değil mi? Ağladılar, intihar edenler oldu bilmem ne.

İşte onlar ihlas sınavından geçti aslında. Sen fetvayı bil. Ticari kurumuna parayı yatır. Madem ticaret olarak onlar benim adıma ticaret yapıyorlar. Karlarından bana kar payı veriyorlar. Tamam e ticarette batmakta var onmakta var. Zaten faizden farklılığı da orada. Neden üzüldün?

Hakkını verdi aslında o finans kurumu farkında olmadan işin.

Ama buraya bağlayacağım mahiyeti. Diyor ki:

-zararın olmadığı bir ticaret Diyor.

İflas etmeyeceğin kesin kazanacağın bir ticaret.

Yani bizim kafamız hep para kazanmaya, dünya ticaretine çalışıyor ya. Rabbim de buradan bir misal veriyor. Yani kaybetme ihtimalinin olmadığı bir ticaret var işte, aklını kullan diyor Rabbim. Yapacakların da belirli zaten. Yukarıdakiler.

Fazla teferruata girmeyim.

Şimdi 30. Ayete geçelim.

“Liyuveffiyehum” “ Onlara verilir. İfa edilir” neler?

“Ucûrahum” “Ücretleri”

“Ve yezîdehum” “Onlara arttırılır. Ya da arttırır”

“Min fadlih” “Fazlından,fazlasından” arttırır.”

“İnnehû ğafûrun şekûr”

Şimdi burada Arapçaya biraz gireceğim ama li buna talil lamı deniyor.

Lamı talil deniyor. Fiili muzari nasb konusunda geçmişti. Hatırlarsanız belki.

İçin manası veriyor. Önceki cümleyi ikinci cümleye bağlıyor. Yani yukarının olmasının sebebi, bu ayetin başında geçen fiilin sebebi.

Yani şöyle olması için yapıyor deniyor Rabbim bunu.

Bunun özelliği bundan sonra gelen fiili muzarinin harekesini üstün yapması.

Manasına geliyorum. Çünkü de denilebilir buna.

Rabbimin zarar etmeyecek bir ticareti vadetmesinin sebebi şunun içinmiş.

Ecirleri tamamen ödeniyor. Ecir ne demek? Ücret, karşılık yani yaptığına karşılık.

“Ve yezîdehum” “Ve arttırıyormuş” Allah,

“Min fadlih” peki bunu neden yapıyor Allahu Teâlâ?

Yani “Ve yezîdehum min fadlih” demeseydi Rabbim ne olurdu?

Yani “Fadlından onu ziyadesiyle verir.” Demeseydi. Ne olurdu? Bunu deyince ne oluyor?

Size bir hikâye ile anlatmak istiyorum.

Mübareğin birisi adada tek başına yaşıyormuş. Günaha girebileceği hiçbir şey yok. Ve sürekli ömrünü secdede geçirmiş. Hep ibadet etmiş Allah’a. Hiç günaha da girecek ortam yok zaten tek başına yaşadığı için. Sonunda ahirette hesap günü Rabbim demiş ki:

  • Kulum sana adaletimle mi muamele edeyim, rahmetimle mi muamele edeyim?
  • Demiş ki: Rabbim ben hiç günah işlemedim hep de ibadette bulundum. Yani adaletinle muamele et demiş yaptıklarının karşılığını görmek için.
  • Tamam demişler teraziyi getirin. Bir tarafına ibadetlerini koymuşlar dağ gibi.
  • Diğer tarafına sadece göz nimetini koymuşlar. Ve göz nimeti ağır gelmiş.

Bak yukarda hep ibadetle ilgili şeyler var. Eğer sen karşılığını ticaret gibi yaptıklarının karşılığı gibi görürsen kurtarma şansın yok.

O yüzden diyor ki: – fazlından ziyadeleştirir onu diyor. Anlıyor musunuz?

Yani şimdi neden “Ümit ederler” i anlıyor musunuz?

Yaptın dağ gibi, mesela rüyanda gösterdiler Uhud dağı gibi ibadetin var. Tamam ben köşeyi döndüm yaşadım. Bak cennete gideceğin gösterildi demiyorum. Yani sadece ibadetlerin gözüktü. Sen ancak ne yapabilirsin o esnada ümit edebilirsin.

Ama ahirete geldi. Eğer sen böyle biraz ibadetim var. Bence kesin cennetliğim dersen sana gösteriyorlar.

Hatta tasavvufta bir şey var. Diyorlar ki. Öbür tarafa boynun bükük olarak, hiç olarak git diyorlar. Her şeyi terk et öyle git. Neden?

Eğer onlar olmadan ben şu kadar kitap okudum âlimim, şu kadar ibadet ettim abitim, şu kadar şunu yaptım, şuyum dersen. Karşına o iddianın karşısına çıkarıyorlar. Ama zaten bunlar bana Allah’ın lütfu idi ben sadece kulluğumla çıkıyorum. Bende bir şey yok dersen. Ama bunu sözde değil hal ile gerçekten söylüyorum bunu. Gidersen Allah’ın affetmesine vesile olacak halde olursun.

İbadetinle bile bak diyor ki Allah “ancak ümit edebilirler” ecri verilir diyor karşılığı. Ama Allahu Teâlâ onu ziyadesiyle arttırmazsa zor.

İşte bu ayetlerde bu var. Yani ayetleri boşuna okuyup geçmemek lazım. Niye bunu kullanmış? Niye yapmış diye düşünmek gerekiyor.

Bak ne diyor burada kitabı okuyanlar diyor yukarda.

Yani kitabı tilavet etmekten maksat ne? Bu incelikleri yakalayacak gayrette olmak.

Allah yakalattırıyor yine, Allah nasip ediyor. Ama sen bir gayret et. Neden namazdan önceye gelmiş?

Başka birisi örnek veriyor:

-Peygamber efendimize de gelmiş böyle sorular. O bile demiş ki ben bile yaptıklarımla, ibadetlerimle kurtaramam diyor.

Eğer bir kişi cennete girecekse biz Resulullah efendimiz olmasını ümit ederiz değil mi. Bütün insanlık giremese bile.

Ama kendisi de sistemi bildiği için ben bile ancak rahmeti ile diyor.

Çünkü bak biraz sonra göreceğiz o “Kur” ifadesinin manalarından birin de o var.

“İnnehû ğafûrun şekûr” peki neden bu gafurun şekurun sona gelmiş?

Bahsediyor, bahsediyor, bahsediyor. Şimdi bakın yukarıda ecirden bahsediyor. Hani kaybetmeyecekleri bir ticaret. Aslında onun neyle gerçekleşeceğini gösteriyor.

Yani kaybetmeme durumunu başka bir ifade ile kazanma durumunu Allah’ın hangi iki esması ile olacağını söylüyor.

Bu sistemin işleyişini gösteriyor Allahu Teâlâ, bunlarla diyor.

Bağışlamak, bağışlamak değil aslında bu. Doğru bağışlamak ama geçen hafta açıklamıştık hatırlarsanız.

Miğfer kelimesinden miğfer ne yapıyordu? Başı örtüyordu. Yani Allah’ın Es-settar esmasına yakın bir şey bu.

Bu geçmiş sohbetlere bakın, siteye yönlendirmek için değil bu ayetler birbirinin devamı. İnanın ben bugün dinledim. Konulardan dolayı ben etkilendim. Sanki ben konuşmamışım.

Kitabullah var önümüzde bunlardan konuşuyoruz, etkileniyorum tesirinde kalıyorum. Geçmiş sohbetlere bakıyorum, Allah’ın ilmi var çünkü kuranı kerim içerisinde onunla uğraşıyoruz.

Gafur örtmek demek. Bağışlama bunun sonucu. Yani Allah örterse zaten bağışlanmış oluyorsun. Bak burasını anlarsanız çok şey anlarsınız.

Hani Bakara Suresi 274. Ayette geçiyordu.

“siz içinizdekilere nefsinizi gizleseniz de aşikâr etseniz de, Allah sizi onunla hesaba çekecektir.” Diyor “ama Allah bunların dilediğini örter” diyor.

Örttüğü mizana gelmiyor. Allah biliyor. Sen örtmesi için, örtülmesi için çaba sarf edersen, tövbe edersen ve kendini düzeltme gayretinde olursan ya da başka bir şeylerle Allah’ın mağfiret etme derecesine girecek olursan bu şeylerle karşılaşırsan Allah bunları örtüyor.

Bak örtme ne demek biliyor musunuz? Güncel ifade ile.

Kayıttan silinme, Allahu Teâlâ bunu gafur diyor. Yukarda hiç hatadan bahsediyor mu?

Yukarı doğru ayetlere gelin. Günahtan bahsetmiyor, hep iyi şeylerden bahsediyor.

Buna rağmen gafur diyor Allah.

Demek ki Allah’ın hoşuna gidecek şeyler yapıldığında Allah’ın ilk ikramı hataları günahları örtmek oluyor.

Hatta öyle örtülür ki diyorlar. El gaffar, gafur ve gafir birbirine yakın manalardı. Kayıttan siliyor. Meleklerin hafızasından siliyor. Sağımızda ve solumuzda var unutmayın. Hatta kişinin zihninden siliyor.

Nasıl, nasıl bir ikramdır bu? Bak ikram diyorum. Aslında verilen bir şey yok. Silinmesi bile ikram.

Hakikaten yukarıya doğru bir bak Gafurluk bir şey yok. Yani ikram vericilik, Rezzak’tır. Kerimdir falan demiyor bakın direkt men gafur gelmiş.

Demek ki en büyük ikram MAĞFİRET.

hatta ayette görmüşsünüzdür. “lehum mağfiratuv ve ecrun kebîr”(Mülk 67.12)

“onlar için önce mağfireti söylüyor. Orada da eciri söylüyor.,

İşte şimdi ecire geliyoruz. “şekûr” diyor. Ne demek?

İnsan boyutuna bakarsan şükretmek. Allah boyutuna bakarsan kuluna yaptığı az şeyler bile olsa memnun olduğunda bunu arttırması.

“şekûr” olan Allah. Yani şükrediyor. Ama bizim anladığımız şekilde değil.

“şekûr” asıl anlamı memnun olma durumudur. Sizi memnun olduğunuzda birine teşekkür ediyorsunuz. Allah memnun olduğunda ne oluyor. “şekûr” oluyor. “şekûr” olduğunda da ne oluyor?

İşte o zaman arttırıyor. Yaptıklarının karşılığında insanlar cennete giremez. Allah ona ecirleri verecek ama yetmiyor.

Eşşekurluğu ile kat, kat, kat arttırdığında işte hiç zarara uğramayacak ticaret ümit ediliyor.

Başka birisi:

-Bu tövbe edenlerin durumu gibi oluyor. Nasıl ki tövbe ediyor bütün günahlar hiç yapmamış gibi kabul ediliyor ya. Birde artı sevaba döndürülüyor.

Tabi buda güzel Allah örtüyor. Birde bunları sevaba teptil eyle diyoruZ ya hani. Seyyielerini hasenata teptil et. Teptil ne? Dönüştür demek.

Eş şekur kısmı o. Biraz daha derine inelim bu manasıyla bile çok güzel.

Şimdi ecirden ne anlıyoruz biz? Ahirette ne ecir verilecek bize?

Cennette huriler var, meyveler var, cennet şarapları var… Bunun gibi güzel ecirlere verilecek bu.

Birde Allah fazlından ziyadesi ile verir diyor. Ziyadeleştirir diyor. Oda Allah’ın hiçbir ikramı ile karşılaştırılamayacak olan kendisini yani cemalini ikramı. Bu hiçbir ikram ile kıyaslanamayacak bir şey.

Kendini ikram ediyor. Allahu Teâlâ ibareyi biraz abartılı söylüyorum ki anlaşılsın diye.

Cemali, şu an Allah bize gayb değil mi? Bizim için gayb. Ama aleni olarak Rabbim sıfatlarının tecellisiyle gözüktüğünü düşün. Biz buna Cemalullah diyoruz.

İşte ziyadesiyle verir derken de bunu kastediyor.

Dışardan birisi

-Dünyada 100 sene cennette 1 saate denk değildir. Cennette 100 sene ise cemalullahı 1 saat görmeye denk değildir diyor.

Evet, yani bunu anlayan yunus emre ne diyor biliyor musunuz? Aslında bununda bir ötesi de.

Cennet cennet dedikleri

Birkaç köşk, birkaç huri,

İsteyene ver onları

Bana seni gerek seni

Diyor.

Kuranı Kerim’de birçok yerde Allah’ın veçhini dileyenler diye bir ibare var.

Yani diyor ki size ”Tamam ben karşılığını vereceğim.”

Ama bunu cennet için yapmayın. Diyor.

En azından benim veçhim için yapın ona yönelin diyor.

İşte benim bu ayeti kerimelerden anladığım bu.

Vaktimiz çok değil ama diğer Ayete bir geçiş yapalım.

“~~35.31~
وَالَّذٖى اَوْحَيْنَا اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ هُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ اِنَّ اللّٰهَ بِعِبَادِهٖ لَخَبٖيرٌ بَصٖيرٌ “

“Vellezî evhaynâ ileyke minel kitâbi huvel haggu musaddigal limâ beyne yedeyh, innallâhe biıbâdihî lehabîrum basîr. “

“Vellezine” “o kimseler ki”

“Evhayna ileyke” “kendilerine vahyettiğimiz”

“Min kitabi” “Kitapta” aslında “Kitaptan”

“ Huvel haggun musaddigal limâ beyne yedeyh,” “O kitap ki hüve burada kitabı” gidiyor.

“El haggu” “Haktır.” Nasıl haktır?

“Musaddigal” “Tasdik edici olarak.”

“Lima beyne yedeyh” “Ellerinin arasındakini tasdik edici olarak” haktır.

“İnnallâhe biıbâdihî lehabîrum basîr. “

Şimdi sana vahyettiğimiz kitap derken kime kastediyor. Peygamber efendimize (SAV)

Burada ki kitap ne?

Kitaptan dediğine göre levhi mahfuzda olan aslı. Oradan vahiy oluyor. Biz biliyoruz ki Kuranı Kerim’in aslı levhi mahfuz denilen levhi meknun denilen, kitabı merkum denilen özel bir kitap alanı.

Levhi mahfuza kitap demek çok doğru değil ama bizim anlayacağımız şekilde formüllerin olduğu, zaman ve mekânın olmadığı, doğal olarak geçmiş ve geleceğin kayıtlı olduğu, onunda başında formüllerin olduğu sistematiğin ifade edildiği ve bunu bir şekilde rakamlarla orada ifade edildiği bir alan oradan yeryüzüne sana iniyor vahyediliyor. vahiy bir şekilde inme demektir.

Günümüz ifadesi ile tabiri caizse download ediliyor.

“El haggu” haktır, gerçeğin ta kendisidir. Yani insanlar kafalarında çeşitli sistemler, düşünceler kurabilirler. Bunlar hakla ne kadar örtüşüyorsa o kadar doğrudur. Ama işte hakkın kendisi o kitaptır.

Çünkü ana formüller Allahu Teâlâ’nın yasalarıdır. Ama bu ne yapıyor.

“musaddigal” tasdik ediyor. Neyi tasdik ediyor?

“beyne yedeyh” onların ellerinin arasındakilere. Burada ne yazıyor. Öncekiler diyor.

Öncekiler çok doğru değil, yani bu ifade ama bir şekilde kullanmak zorundayız.

Ellerinin arasındaki ne demek? Hali hazırda onların ellerinde olan, Önceden kendi ellerine verilmiş olan. Yani Yahudileri ve Hristiyanları kastediyor.

Onların ellerindeki kitabi tasdik edecek yani onlar kitabı görmüyor mu? Allah’ın indirdiklerini görmüyorlar mı?

Bu yeni bir şey getirmiyor. Sadece kemale erdiriyor. Daha olgun daha tekâmül bir hale getiriyor onları tasdik ediyor. Birde hak.

Yani kendi ellerinin arasındakiler tahrip edilmiş haliyle hakkı söyleyemeyebilir. Ama işte asıl hak burada daha ne istiyorsunuz? Diyor.

“İnnallâhe biıbâdihî” “Şüphesiz Allah kullarına”

“Lehabîrum basîr. “ “Habir ve basirdir.”

Bakın aslında bu cümlenin şöyle olması lazım.

“İnnallâhe lehabîrum basîrun biıbâdihî” olması lazım doğru mudur.

Bu cümlenin aslında böyle olması lazım ama “Biıbâdihî” yani kulları için olan kısım öne gelmiş. Bunu Ruhul Furkan da şöyle diyor.

Dikkatinizi çekerse bütün ayetlerin sonu hep r ile bitmiştir diyor.

Yani nezir, münir, nekir, gafur. Bunun sağlanması için. Ama biz biliyoruz ki Allahu Teâlâ bunu sadece kafiye olsun diye söylemez. Haşa eksiklik olur kitaba. Burada ne, vurgu var aslında.

Kulları için ifadesini öne alarak yani Allahu Teâlâ bütün kulları için haberdardır ve görendir. Fakat öncelikle, öncelediği, önemsediği kendi kulları. Yani imanlılar, yani özel kulları. Özellikle bunlar için habirdir ve basirdir.

Habir, haberdar olan demek.

Basir de gören olan demek.

Yani kesinlikle öyledir, şüpheniz olmasın manasındadır.

Neden böyle yapıyor. Şimdi birde habir, basirden önce gelmiş. Yani “ basirun habir” de olabilirdi.

Neden habir öne gelmiş. Habir daha böyle gizli şeyler içindir. Değil mi? Gizli şeylerden haberdar ama basir daha aşikâr.

Önceki ayete gidersek ne var? “Ve aleniyye” diyor ya bu da ona işaret yani siz bir şeyleri gizli ve aşikâr yapıyorsunuz. Ben hepsini görüyorum haberdarım.

Ama özellikle benim ilgi alakam özel kullarım için. Benim habir, yani gizli gizli yaptıklarınızdan haberdar.

Basir, aleni olarak yaptıklarınızdan emin olarak yaşayın. Le diyor ya tekit var orada. Kesin kez emin olarak gördüğümü bildiğimi bilerek yaşayın.

Neden yukarıda kuran vurgusu var. Ben peygamberinize benim âdetim olan önceki kitapların aynısını hak olarak gönderdim. Ama siz özel bir kavimsiniz. Benim özel kullarımsınız. Bunu bilerek yaşayın. Çünkü bir sonraki ayette göreceksiniz. “Biz kuranı seçtiğimiz kullarımızdan olanlara miras verdik” diyor.

Burada da işte özelliğe en son kavim olan, ümmet olan Hz. Muhammed (SAV) ümmeti olan bizlere burada “ibadihi” diyerekten kullarım diyerekten bize burada özelliğimizi anlatıyor.

Burada da ikram var. Yani görüyor musunuz? Ayeti kerimeler, Allahu Teâlâ’nın sistemini anlatmak açısından ne kadar güzel, latif ifadelerle dolu.

Allahu Teâlâ bize veçhini dileyerek. Sevapların, en ufak sevap kırıntısına dahi muhtacız ama ikramların en büyüğü olan Cemalullah ikramına ve daha yukarılarını nasip etsin inşallah.

Bizim ona uygun hal ve hareketlerde ve ibadetlerde olmayı nasip etsin.

Ne kadar yaparsak yapalım biz biliyoruz ki, cenneti hak etmiyoruz. Ancak rahmeti ile biz buna ulaşabiliriz. Allah’ta bize yaptıklarımızın ecrini ve bundan daha fazlasını fadlından bize ziyadeleştirsin.

Ve bizim hatalarımızı örtsün. Yaptıklarımız değil sadece, yanlış yaptıklarımızda da hatalarımızı örtsün. Ve Allahu Teâlâ şekurdur. Hem yaptıklarımıza karşılık kat kat fazlasını vererek bizi o ticarette ümit varı etsin. Hem de o biraz evvel söylediğimiz gibi en büyük ikramı olan cemalullahına ulaştırsın. İnşallah.

Ve kendisine şükrederiz ki, hamd ederiz ki bizi o kullarım dediği özel kulları arasına katsın. Buna hamdü senalar ve şükürler olsun.

“Ve âhıru dağvâhum enil hamdu lillâhi rabbil âlemîn. “ (YUNUS 10.10)

“Dualarının sonu da: “Gerçekten, hamd alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.”

FATIR (8.Sohbet) 10-11-12.Ayetler#

SOHBETİ DİNLE :


 SOHBETİ MP3 OLARAK DİNLEMEK VEYA İNDİRMEK İÇİN ALTERNATİF LİNK:

https://yadi.sk/d/5ardXxnLoqS9J


 

مَن كَانَ يُرِيدُ الْعِزَّةَ فَلِلَّهِ الْعِزَّةُ جَمِيعًا إِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُ وَالَّذِينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّئَاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَكْرُ أُوْلَئِكَ هُوَ يَبُورُ

Men kâne yurîdul izzete fe lillâhil izzetu cemîâ(cemîan), ileyhi yes’adul kelimut tayyibu vel amelus sâlihu yerfeuhu, vellezîne yemkurûnes seyyiâti lehum azâbun şedîdun, ve mekru ulâike huve yebûr(yebûru).

1. men : kim, kimse
2. kâne : oldu
3. yurîdu : istiyor
4. el izzete : izzet
5. fe : artık
6. li allâhi : Allah’a ait
7. el izzetu : izzet
8. cemîan : hepsi, bütün, tamamen
9. ileyhi : sizi
10 yes’adu : yükselir, erişir
11 el kelimu : söz, kelime
12 et tayyibu : temiz, güzel
13 ve el amelu es sâlihu : ve salih amel  yaptı
14 yerfeu-hu : onu yükseltir
15 ve ellezîne : ve onlar
16 yemkurûne : hile yaparlar, tuzak kurarlar
17 es seyyiâti : kötülükler, günahlar
18 lehum : onlara, onlar için vardır
19 azâbun : azap
21 şedîdun : şiddetli
21 ve mekru : ve hile, düzen
22 ulâike : işte onlar
23 huve : o
yebûru : helâk olur, boşa gider

Kim izzet istediyse, işte izzet tamamen Allah’a aittir. Güzel kelimeler (sözler), O’na erişir. Onu da, salih amel yükseltir. Kötülüklerle tuzak kuranlar; onlar için şiddetli azap vardır. Ve onların tuzakları boşa gider.


FATIR 11:

وَاللَّهُ خَلَقَكُم مِّن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ جَعَلَكُمْ أَزْوَاجًا وَمَا تَحْمِلُ مِنْ أُنثَى وَلَا تَضَعُ إِلَّا بِعِلْمِهِ وَمَا يُعَمَّرُ مِن مُّعَمَّرٍ وَلَا يُنقَصُ مِنْ عُمُرِهِ إِلَّا فِي كِتَابٍ إِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ

Vallâhu halakakum min turâbin summe min nutfetin summe cealekum ezvâcâ(ezvâcen), ve mâ tahmilu min unsâ ve lâ tedau illâ bi ilmihî, ve mâ yuammeru min muammerin ve lâ yunkasu min umurihî illâ fî kitâbin, inne zâlike alâllâhi yesîr(yesîrun).

vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
halaka-kum : sizi yarattı
min turâbin : topraktan
summe : sonra
min nutfetin : bir nutfeden
summe : sonra
ceale-kum : sizi kıldı
ezvâcen : eşler, zevceler
ve mâ tahmilu : ve yüklenmez, gebe kalmaz
min unsâ : kadın(dan)
ve lâ tedau : ve doğum yapmaz
illâ : ancak, den başka, olmaksızın
bi : ile
ilmi-hi : onun ilmi
ve mâ yuammeru : ve ömür verilmez, ömrü uzatılmaz
min muammerin : ömür verilen bir kimseden
ve lâ yunkasu : ve eksiltilmez, kısaltılmaz
min umuri-hi : onun ömründen
illâ : ancak, den başka, dışında
: içinde, de
kitâbin : kitap
inne : muhakkak
zâlike : işte bu
alâllâhi (alâ allâhi) : Allah’a, Allah için
yesîrun : kolay

 Ve Allah sizi topraktan yarattı. Sonra bir nutfeden. Sonra (da) sizi çiftler kıldı. O’nun ilmi olmaksızın bir kadın yüklenemez (hamile kalamaz) ve doğum yapamaz. Ömür verilen bir kimsenin ömrü kitapta olanın dışında uzatılmaz veya onun ömründen eksiltilmez. Muhakkak ki bu, Allah için çok kolaydır.


FATIR 12:

وَمَا يَسْتَوِي الْبَحْرَانِ هَذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ سَائِغٌ شَرَابُهُ وَهَذَا مِلْحٌ أُجَاجٌ وَمِن كُلٍّ تَأْكُلُونَ لَحْمًا طَرِيًّا وَتَسْتَخْرِجُونَ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَا وَتَرَى الْفُلْكَ فِيهِ مَوَاخِرَ لِتَبْتَغُوا مِن فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

Ve mâ yestevîl bahrâni hâzâ azbun furâtun sâigun şerâbuhu ve hâzâ milhun ucâcun, ve min kullin te’kulûne lahmen tariyyen ve testahricûne hilyeten telbesûnehâ, ve terâl fulke fîhi mevâhira li tebtegû min fadlihî ve leallekum teşkurûn(teşkurûne).

ve mâ yestevî : ve musavi olmaz, eşit olmaz
el bahrâni : iki deniz
hâzâ : bu
azbun : lezzetli, tatlı
furâtun : tatlı, susuzluğu gideren
sâigun : boğazdan kolay geçen, içimi kolay
şerâbu-hu : onun içimi
ve hâzâ : ve bu
milhun : tuzlu
ucâcun : acı
ve min kullin : ve hepsinden
te’kulûne : yersiniz
lahmen : et
tariyyen : taze
ve testahricûne : ve çıkarırsınız
hilyeten : süs eşyaları
telbesûne-hâ : onu takarsınız
ve terâ : ve görürsün
el fulke : gemi(ler)
 fihi : onun içinde, orada
mevâhire : yarıp giden
li tebtegû : aramanız, talep etmeniz için
min fadli-hi : onun fazlından
ve lealle-kum : ve umulur ki siz
teşkurûne : şükredersiniz

 Ve iki deniz müsavi (eşit) olamaz. Bu lezzetli, tatlıdır. Susuzluğu gideren, içimi kolay olandır. Ve bu (diğeri) tuzludur, acıdır. Hepsinden taze et yersiniz. Ve giyeceğiniz (takacağınız) süs eşyası (inci, mercan) çıkarırsınız. Ve onun fazlından istemeniz için onda (suyu) yarıp giden gemiler görürsünüz. Umulur ki böylece şükredersiniz.


SOHBETİN YAZILI METNİ

Fatır Suresi (8. Sohbet) 10-12. Ayetler

Evet arkadaşlar

Fatır suresinin 10. Ayetinden itibaren devam ediyoruz.

Geçen hafta yarım kalmıştı devam edeceğiz inşallah.

Ne diyordu? Kim izzet isterse, izzetin tamamı Allah’ındır. Hoş sözler ona ulaşır onu da salih ameller yükseltir. Kötü mekirler (mekr, hile, tuzak) kuranlar için onlara çok şiddetli azaplar vardır. Onların kurdukları tuzaklar kendilerini mahveder. Burada hatta başından alalım, yarısına kadar geldik ama konu bütünlüğü için baştan alalım.

Men kâne, men orda şarttı.

Men kâne yurîdul bakın burada men yuridu demiyor.  Yani kim isterse, talep ederse değil. Kim izzet istiyor idi ise ya da kim izzet isteme durumunda olursa yani geçmişi ve anı kapsayan bir ifade.

Ne isterse?

İzzet isterse. şimdi izzeti kendi aramızda konuştuk. Bazı kitaplarda güç kuvvet gibi ifadeler olmuştu ama izzet Allahu Teâlâ’nın el-aziz esması vardı. Geçen hafta söylediğimiz gibi bu aziz esması, kullarından istediğine veriyor. Onları izzet sahibi kılıyor. Hani “ey aziz İstanbul” deniyor ya, ya da “su gibi aziz ol” deniyor. Ya da Hristiyanlarda sent Saint yazılıyor, Saint Joseph gibi ifadeler var. Aziz manasına geliyor çevriminde, yani ona yakın bir ifade. İzzet sahibi manasına geliyor. Mesela bir evliyaullah tada en fazla tecelli eden Esmalardan biriside el-aziz esması. Bir manası da mağlup edilemeyen yani izzeti öyle yüksek ki, mağlup edilemeyen galebe çalınamayan manalarına da geliyor. Aynı zamanda da dünya kullanımıyla şerefli, seçkin, elit manalarına gelebiliyor. Yanlış kullanım olarak söylüyorum. İnsanların talepleri doğrultusunda.

Yani diyor ki sen izzet mi istiyorsun?

Yani öyle misin? Öyle miydin?

Hali hazırda onumu istiyorsun kendinde?

Bu kimse kendinde izzet görmesin. o öyle bütünüyle bir kere Allah’a aittir. Okumaya devam et

FATIR (7.Sohbet) 8,9,10.Ayetler#

DİNLE:


SOHBETİ İNDİRMEK VEYA MP3 OLARAK DİNLEMEK İÇİN  ALTERNATİF LİNK:

https://yadi.sk/d/DL6_6n8QoTUF6


 

 FATIR 8:

أَفَمَن زُيِّنَ لَهُ سُوءُ عَمَلِهِ فَرَآهُ حَسَنًا فَإِنَّ اللَّهَ يُضِلُّ مَن يَشَاء وَيَهْدِي مَن يَشَاء فَلَا تَذْهَبْ نَفْسُكَ عَلَيْهِمْ حَسَرَاتٍ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِمَا يَصْنَعُونَ

E fe men zuyyine lehu sûu amelihî fe raâhu hasenâ(hasenen), fe innallâhe yudıllu men yeşâu ve yehdî men yeşâu, fe lâ tezheb nefsuke aleyhim haserâtin, innallâhe alîmun bimâ yesneûn(yesneûne).

e : mı
fe : artık, işte, böylece, fakat
men : kim, kimse, kişi
zuyyine : süslendi, güzel gösterildi
lehu : ona
sûu : kötü
ameli-hi : onun ameli
fe : artık, böylece, fakat
reâ-hu : onu gördü
hasenen : güzel
fe : artık, işte, böylece, fakat
innallâhe (inne allâhe) : muhakkak ki Allah
yudıllu : dalâlette bırakır
men yeşâu : dilediği kimse, kişi
ve yehdî : ve hidayete erdirir
men yeşâu : dilediği kişi, dilediği kimse
fe : artık, işte, böylece, fakat
lâ tezheb : gitmesin, olmasın
nefsu-ke : senin nefsin
aleyhim : onlara, onlar için
haserâtin : hasretler, hüzünler
  innallâhe (inne allâhe) : muhakkak ki Allah
  alîmun : en iyi bilen
  bimâ : şeyleri
  yesneûne : yapıyorlar

Fakat kötü ameli, kendisine süslenen (güzel gösterilen), böylece onu güzel gören kişi mi? İşte muhakkak ki Allah, dilediği kişiyi dalâlette bırakır ve dilediği kişiyi hidayete erdirir. Artık onlar için nefsin, hasret duymasın (hüzünlenmesin). Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir.


FATIR 9:

وَاللَّهُ الَّذِي أَرْسَلَ الرِّيَاحَ فَتُثِيرُ سَحَابًا فَسُقْنَاهُ إِلَى بَلَدٍ مَّيِّتٍ فَأَحْيَيْنَا بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا كَذَلِكَ النُّشُورُ

Vallâhullezî, erseler rîyâha fe tusîru sehâben fe suknâhu ilâ beledin meyyitin fe ahyeynâ bihil arda ba’de mevtihâ, kezâliken nuşûr(nuşûru).

1. vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
2. ellezî : onlar
3. ersele : gönderdi
4. er rîâha : rüzgâr(lar)
5. fe : artık, böylece
6. tusîru : hareket ettirir
7. sehâben : bulutlar
8. fe : artık, böylece
9. suknâ-hu : onu sevkederiz
10 ilâ beledin : beldeye
11. meyyitin : ölü
12 fe : artık, böylelikle
13 ahyeynâ : diriltiriz
14 bi-hi : onunla
15 el arda : yeryüzü
16 ba’de : sonra
17 mevti-hâ : onun ölümü
18 kezâlike : işte böyle
19 en nuşûru : nüşur, yeniden dirilip yayılma

Ve o Allah ki, rüzgârı gönderir, böylece bulutları hareket ettirir. Sonra da onu ölü beldeye sevkederiz. Böylelikle arzı, ölümünden sonra onunla (yağmurla) diriltiriz. Nuşur (yeniden dirilip yayılma), işte bunun gibidir.


FATIR 10:

مَن كَانَ يُرِيدُ الْعِزَّةَ فَلِلَّهِ الْعِزَّةُ جَمِيعًا إِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُ وَالَّذِينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّئَاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَكْرُ أُوْلَئِكَ هُوَ يَبُورُ

Men kâne yurîdul izzete fe lillâhil izzetu cemîâ(cemîan), ileyhi yes’adul kelimut tayyibu vel amelus sâlihu yerfeuhu, vellezîne yemkurûnes seyyiâti lehum azâbun şedîdun, ve mekru ulâike huve yebûr(yebûru).

1. men : kim, kimse
2. kâne : oldu
3. yurîdu : istiyor
4. el izzete : izzet
5. fe : artık
6. li allâhi : Allah’a ait
7. el izzetu : izzet
8. cemîan : hepsi, bütün, tamamen
9. ileyhi : sizi
10 yes’adu : yükselir, erişir
11. el kelimu : söz, kelime
12 et tayyibu : temiz, güzel
13 ve el amelu es sâlihu : ve salih amel  yaptı
14 yerfeu-hu : onu yükseltir
15 ve ellezîne : ve onlar
16 yemkurûne : hile yaparlar, tuzak kurarlar
17 es seyyiâti : kötülükler, günahlar
18 lehum : onlara, onlar için vardır
19 azâbun : azap
20 şedîdun : şiddetli
21 ve mekru : ve hile, düzen
22 ulâike : işte onlar
23 huve : o
yebûru : helâk olur, boşa gider

Kim izzet istediyse, işte izzet tamamen Allah’a aittir. Güzel kelimeler (sözler), O’na erişir. Onu da, salih amel yükseltir. Kötülüklerle tuzak kuranlar; onlar için şiddetli azap vardır. Ve onların tuzakları boşa gider.


SOHBETİN YAZILI METNİ

 

Fatır Suresi (7. Sohbet) 8-10. Ayetler

Evet, Fatır suresinin 8. Ayetinden devam edeceğiz inşallah.

8 ile 7 ayetin çok alakası var o yüzden geçişler yapabiliriz sohbetimiz sırasında.

Evet, 8. Ayete şöyle bir bakalım:

Bismillâhirrahmânirrahîm

Efemen zuyyine lehû sûu amelihî feraâhu hasenâ, feinnallâhe yudıllu mey yeşâu ve yehdî mey yeşâé’, felâ tezheb nefsuke aleyhim haserât, innallâhe alîmum bimâ yasneûn.

(اَفَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُوءُ عَمَلِهٖ فَرَاٰهُ حَسَنًا فَاِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدٖى مَنْ يَشَاءُ فَلَا تَذْهَبْ نَفْسُكَ عَلَيْهِمْ حَسَرَاتٍ اِنَّ اللّٰهَ عَلٖيمٌ بِمَا يَصْنَعُونَ)

“Kötü ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse mi? Şüphesiz Allah dilediği kimseyi şaşırtır, dilediği kimseye de hidayet verir. O halde nefsini onlar için hasretle tüketme gerçekten Allah onların ne yaptıklarını çok iyi bilendir.”

Tabi meali böyle okuyoruz fakat teferruatına inince bazı kelimelerde elbette ki değişiklik olacaktır.

Şimdi öncekilerde şeytanı düşman tutun, hayat dünya hayatı ve aldatıcılar sizi aldatmasın, Allah ile aldatmasın. Gerçekten şeytan sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman tutun çünkü o kendi taraftarlarının yani hizbinin cehennem ashabından olmaları için çağırır. Okumaya devam et

FATIR (6.Sohbet) 6-7. AYETLER


SOHBETİ MP3 OLARAK İNDİRMEK VEYA DİNLEMEK İÇİN :

https://yadi.sk/d/BSodUAO2o4ySQ


 

:FATIR 6

إِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ فَاتَّخِذُوهُ عَدُوًّا إِنَّمَا يَدْعُو حِزْبَهُ لِيَكُونُوا مِنْ أَصْحَابِ السَّعِيرِ

İnneş şeytâne lekum aduvvun fettehızûhu aduvvâ(aduvven), innemâ yed’û hızbehu li yekûnû min ashâbis saîr(saîri).

1. inne : muhakkak
2. eş şeytâne : şeytan
3. lekum : sizin için
4. aduvvun : düşman
5. fe : artık, öyleyse
6. ittehızû-hu : onu edinin
7. aduvven : düşman
8. innemâ : ancak, sadece
9. yed’û : davet eder, çağırır
10 hızbehu : hizib, grup, taraftar
11. li : için
12 yekûnû : olur
13 min ashâbi : ehlinden, halkından
14 es seîri : alevli ateş, cehennem

Muhakkak ki şeytan, sizin düşmanınızdır. Öyleyse onu düşman edinin. O, kendi hizbini (taraftarlarını) sadece alevli ateş (cehennem) ehlinden olmaları için çağırır.


FATIR 7:

الَّذِينَ كَفَرُوا لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُم مَّغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ كَبِيرٌ 

Ellezîne keferû lehum azâbun şedîdun, vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti lehum magfiratun ve ecrun kebîr(kebîrun).

1. ellezîne : onlar
2. keferû : inkâr ettiler
3. lehum : onlara, onlar için vardır
4. azâbun : azap
5. şedîdun : şiddetli
6. ve ellezîne : ve onlar
7. âmenû : âmenû oldular 
8. ve amilû es sâlihâti : ve salih amel  yaptılar
9. lehum : onlara, onlar için vardır
10 magfiretun : mağfiret (günahlarının sevaba çevrilmesi)
11. ve ecrun : ve ecir, mükâfat
12 kebîrun : büyük

Kâfir olanlar; onlar için şiddetli azap vardır. Ve âmenû olanlar ve salih amel yapanlar; onlar için mağfiret ve büyük mükâfat vardır.

FATIR (2.Sohbet) 2.ayet#


SOHBETİ MP3 DİNLEMEK VEYA İNDİRMEK İÇİN ALTERNATİF LİNK  :
https://yadi.sk/d/fIsMPfZfmecoc


FATIR 2. AYET

مَا يَفْتَحِ اللَّهُ لِلنَّاسِ مِن رَّحْمَةٍ فَلَا مُمْسِكَ لَهَا وَمَا يُمْسِكْ فَلَا مُرْسِلَ لَهُ مِن بَعْدِهِ

وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ

Mâ yeftehillâhu lin nâsi min rahmetin fe lâ mumsike lehâ, ve mâ yumsik fe lâ mursile lehu min ba’dihî, ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).

1. : şey, ne
2. yeftehillâhu (yeftehi allâhu) : Allah’ın açtığı
3. li en nâsi : insanlar için, insanlara
4. min rahmetin : rahmetten
5. fe : o zaman
6. : yoktur
7. mumsike : tutacak olan, tutan kimse
8. lehâ : onu
9. ve mâ : ve şey, ne
10 yumsik : tutar
11 fe : o zaman
12 : yoktur
13 mursile : gönderen, gönderecek olan
14 lehu : onu
15 min ba’di-hi : ondan sonra
16 ve huve el azîzu : ve o azîz, üstün ve güçlü
17 el hakîmu : hüküm ve hikmet sahibi

 Allah, rahmetinden insanlar için ne açarsa (genişletirse), o taktirde onu tutacak yoktur. Ve neyi tutarsa, artık O’ndan sonra onu gönderecek de yoktur. Ve O; Azîz’dir (üstün, yüce), Hakîm’dir (hüküm ve hikmet sahibi).


SOHBETİN YAZILI METNİ:

Geçen hafta Fatır Suresi’ne geçmiştik. Geçen haftadan bir iki yeri hatırlayalım:

Elhamdu lillâhi fâtırıs semâvâti vel ardı( اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ ) diye girmiştik. Burada fatara kelimesi geçiyordu. Bu fatara kelimesi yaratmak olarak geçiyordu tefsirlerde, meallerde. Fakat bedii var ilk baştan yaratan yaratmayı ilk olarak başlatan manasında. Onunla hemen hemen aynı mana verilmiş. Ama bir amaç bir gayeye özgü yaratmak vardı fatara.da bediiden farklı olarak. Rum Suresi 30. Ayete bakarsak:

Feegım vecheke liddîni hanîfâ(فَاَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّٖينِ حَنٖيفًا)O zaman yüzünü ikame ettir. Nasıl? Hanif olarak.

fıtratallâhilletî fetaran nâse aleyhâ(فِطْرَتَ اللّٰهِ الَّتٖى فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا)- Öyle ki insanları onun üzerine yaratmıştır.

Sadece ilk olarak yaratmak olsa bu ayette teferruatı ile bu şekilde bildirilmez. Yani Allah’ın fıtratı var ve insanları da onun üzerine yaratmıştır. Buna fıtrat diyor Allahû Teâlâ. Şu an işlediğimiz Surede de “semavatı ve arzı yarattı “ diyor. Ama fatara kelimesi yarattı kelimesini bununla birleştirirsek bir amaç gaye üzerine fıtrat üzerine. Allahû Teâlâ “Ben gizli bir hazine idim bilinmek istiyordum” diyordu ya orada âlemi halk ediyor yaratıyor. Ama bir amaç var. Bilinmek. Başka bir ayette de “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” diyor. Birisi kâinat için bir amaç. Bir de özel akıllı mahlûkata iradesi olan mahlûkata üç tane mahlûkat silsilesi var: melekler, cinler ve insanlar. Özellikle cinler ve insanlar iradi imtihana daha önde olan mahlûkat. Özellikle bunlardan da kulluk etmesi bekleniyor. Şimdi kulluk etmesi bekleniyor. Rabbimin buna uygun fıtrat yaratmaması mümkün değil. O zaman zulüm olur, bu adalet değil. İşte ona uygun bir fıtrata yaratıyor. Semavatı ve arzı özellikle de cinleri ve insanları.

Bir de hadisi şerif var: “Her çocuk Müslüman doğar”. Bunun aslı “Ma min mevludin illa yuledu ala fıtrati”(مَا مِنْ مَوْلُودٍ إِلَّا يُولَدُ عَلَى الْفِطْرَةِ)  hiçbir doğmuş çocuk olmasın ki fıtrat üzerine doğmuş olmasın. Burada Müslüman kelimesi geçmiyor. Fıtrat ne olmuş oluyor? Her çocuk Müslüman doğar manasına geliyor. Demek ki fıtrat Müslüman fıtratı. Yani Allahû Teâlâ her yeni doğmuş çocuğu kendisine kulluk edebilecek, yönelebilecek bir fıtrat üzerine yaratmış. İşte Fatır Suresinin 1. Ayetinde Allahû Teâlâ semavatı ve arzı işte bu fıtrat üzerine ilk baştan yararak çatlayarak çıkartmış. Neden yararak dedim? İnfitar Suresi var biliyorsunuz infitar kelimesinin kökü de fatara’dan geliyor. Yani gök yarılarak çatladığı zaman. Neden başka bir yarılma çatlama kelimesi kullanılmamış da fatara kelimesi kullanılmış? Çünkü onunla beraber yeni bir yaratma sistemi başlıyor. Yeni bir sistem başlıyor.

İnfitar kelimesi ile fıtrat kelimesi ve yaratmak kelimesi fatır aynı köktendir. Hepsi aynı mana değildir ama aynı köktür. İlk baştan yaratma, fıtrat üzerine yaratma ve bir şeyin çatlayarak yarılarak yeni bir sitem oluşturacak şekilde birden bire ortaya çıkması olur. İnfitar olarak bakarsak gök yarıldığı zaman. O zaman ne oluyor? Yeni bir sistem ortaya çıkacak şekilde bir yaratma var.  Semavatı ve arz dediğine göre de ilk başta da Allahû Teâlâ’nın “kün” emri ile beraber bir sistemin tabiri caizse bir sistemin yarılarak, çatlayarak ortaya çıkması manasına geliyor. Demek ki kıyamette de Allah’ın el-fatır ismi devreye girerek yeni bir sistemin ortaya çıkışı da var. Ama bu yumuşak bir şekilde olmayacak, birden bire aniden çatlayarak ve yarılarak olacak. Bu nedenle kuranı kerimdeki “Mâliki Yevmiddin” e önem veriliyor. Kıyamet koptuğu zaman sadece dünyadaki sistemde mi kopacak, insanlar mı ölecek yoksa kâinatın sistemi de mi bitecek? İşte infitar bunu anlatıyor. Demek ki sistem yarılarak baştan oluşacak. Bir tohumun açılması, patlaması yarılması gibi. Sahhara diyor ya rabbim biz her şeyi musahhar kıldık. Kâinatta ne varsa diyor ya Allah için. O zaman insanlığı basite alanlar, insanın bir halife olduğu gerçeğini hafife alanlar da diyor ki “ya koskoca kâinat sistemi bir insan için mi var oldu. Tamam, kıyamet var ama bu sadece insanlığın bitip yeniden başlaması diye işi hafife alıyorlar. İşte işlediğimiz bu infitar kelimesinin kökünden ne anlıyoruz? Her şey yeniden yarılarak, çatlayarak yeniden bir sistem ortaya çıkacak.

Fatara kelimesi bir de iftar kelimesinde kullanılıyor. İftar orucu açmak. Önceden bahsettiğimiz kelimelerle alakası nedir? İftarın zıttı imsak. İmsak tutmak manasında.

Biz sizi diyor ayeti kerimede yemez içmez melekler yapmadık. Demek ki yemek ve içmek insanın fıtratında. Biz imsakla beraber bu fıtratımızın özelliklerini tutuyoruz. Yemiyoruz ve içmiyoruz. Ama Allah’ın müsaade ettiği gece vakti de artık iftar ediyoruz. Yani fıtratımıza dönüyoruz. Hatta Ramazan bayramının asıl ismi ne? Fatır. İydü’I-fıtr. Fıtır bayramı. Fıtır bayramı ne? Tamama artık yaptınız bir ay süresince siz fıtratınıza döndünüz hadi kutlayın. Bir de ne sadakası var? Fıtır sadakası. Zekât grubuna girer.

İki tür zekât vardır: Fıtır sadakası, nisap miktarı gerektirmez. Yani fakirin de vermesi gereken bir şey. Biriktirecek bir sene boyunca fıtır sadakası olarak verecek. Fıtır ne demek fıtratının sadakası yani şükür. Allah seni, kulluğa uygun bir fıtratta yarattı. Bunun da şükrünü sen vermek durumundasın. Üç kuruş beş kuruş sorun değil. Ama bil şekilde vermek zorundasın. Bazı kitaplarda fıtır sadakası zekât bahsinde geçiyor. Fıtır sadakası diğer sadakalara nazaran biraz daha ciddi.

Geçene hafta Meleklerin kanatları konusu vardı. Sodom ve Gomore kavimleri vardı. Helak edilen kavimlerden. O kavmin helakı şöyle anlatılıyor. Orayı helak etmekle görevli bir melek sadece bir kanadını o şehrin altına koymuş ve yukarı doğru kaldırmış. Aşağı doğru yere geçirmek için kaldırmış. Öyle bir yükseltmiş ki birinci göğün melekleri horoz seslerini duymuşlar. Geçmiş devirlerde bunun anlaşılması biraz zordu ama boyutsal düşünmeye biz alışık olduğumuz için bunu biraz daha iyi anlıyoruz. Şöyle ki astronomik olarak yükseltse ya da çıkabileceği yer neresi değil mi? Fakat biz meleklerin o sesi duymasından anlıyoruz ki yükseltilme birinci kat olarak ifade edilen sema yani bu bizim atmosfer semalarından değil çünkü meleklerin seması olarak geçiyor demek ki bir başka boyuta yükseltilmiş. Şimdi kanatla bunu ilişkilendirirsek ne var? Meleklerin kanatları bizim zannettiğimiz gibi kuşların uçakların helikopterlerin kanatları gibi aynı boyutta bir yerden bir yere götüren değil boyut atlatan bir mekanizmanın işlevselliği içerisinde. Yani işte burada da ikişerli üçerli dörderli denmesinde de bir meleğe ne kadar çok kanat verilirse boyutlar arasında o kadar çok seyahate elverişli bir mekanizması vardır demektir. Aynı zamanda bunu cihet yönüyle de anlamışlar. Aynı zamanda tesir yönüyle de anlamışlar. Cihet yönüyle anlaşılması işte boyutsal farklılığında da bir desteği aynı zamanda. Diğeriyle de şu olmuş. Allahû Teâlâ bizatihi kendisi de iş görebilir ama sistemi ve melekleri aracılığıyla iş görebilir. İşte bu gördüğü her işte e melekleri bir vasıta olarak kılmış. Ve onların kanatlarını da o koyduğu işin icrasına vesile bir araç kılmış.

Mâ yeftehıllâhu linnâsi mir rahmetin felâ mumsike lehâ, ve mâ yumsik felâ mursile lehû mim bağdih, ve huvel azîzul hakîm.

مَا يَفْتَحِ اللّٰهُ لِلنَّاسِ مِنْ رَحْمَةٍ فَلَا مُمْسِكَ لَهَا وَمَا يُمْسِكْ فَلَا مُرْسِلَ لَهُ مِنْ بَعْدِهٖ وَهُوَ الْعَزٖيزُ الْحَكٖيمُ

Allah insanlar için bir rahmet nasıp ettiğinde onu tutacak engelleyecek kimse yoktur. Onu engellediği şeyi de ondan başka verecek ulaştıracak kimse olmaz. O azizdir hâkimdir.

Buradaki “ma” şart edatı olan ma. Ma’ nın değişik anlamları var. Olumsuzluk ma.sı da var. İsmi mevsuf şey anlamına gelen de bir ma var. Burası şart edatı olarak gelmiş.

Ma yeftehullah – Allahın açtığı, feth ettiği yoktur ki. Kim için?

Linnas – İnsanlar için yoktur ki.

Min rahmetin – Rahmetinden.

Yani Allah’ın rahmetinden insanlar için Allah’ın açtığı bir şey yoktur ki. Burada şart var işte.

Fela mümsikleha – Onu tutacak kimse yoktur.

Burada Allah’ın fethettiği diyor. Biliyorsunuz feteha açmak kelimesi geliyor. Fatiha oradan kapalı bir şeyi açması manasına da geliyor. Burada Allah’ın rahmetinden demesi buradaki açtığı şeyin bir hayır olduğunu gösteriyor.

Şart edatları geldiği zaman fiili muzari cezm edilir. Fiili muzariyi şart eden edatlar diye konu var. Orada bulabilirsiniz.

Ma yeftah. Cezm ile biten bir kelimeden sonra harfi tarifli bir kelime gelirse geçiş esre ile yapılıyor. Buradaki o esre yazılma kuralı. Aslında bu ma yeftah Allah. O şey ki Allah onu açtı ama işte şart edatı olduğu için açar ise –se –sa lı şekilde ifade etmek durumundayız. Yani Allah rahmetinden insanlar için bir şeyi açarsa orada sa yı kullanmak zorundayız. Fela mumsik leh. Onu tutacak kuvvet ya da kişi ya da herhangi bir şey yoktur.

Orada mim rahmetin ifadesi var mim de Arapçada –den, -dan manasına geliyor. Rahmetin-den. Allah rahmetini yüz kısma ayırdı da sadece birini dünyaya verdi hadisi şerifi var ya diğer kısımları da ahirette tecelli edecek diye hadis var. İşte o “min” ona denk geliyor. Allah’ın rahmetinden yani Allah rahmetinin yüzde yüzünü bu dünyaya vermiyor. Zaten verse mümkün değil insanlar bunu kaldıramaz. İşte şefaat için şunu demiştik. Bırak bu tarafı ahirette bile er-rahim esması Allahû Teâlâ tarafından direkt tecelli etse mahlûkat yanarmış. O yüzden Peygamber Efendimiz(sav) aracılığıyla tecelli ediyor ki insanlara orada rahmet ve şefaat olarak tecelli ediyor. Affeden Allah rahmeti ile cennete koyan Allah ama er-rahim esmasının o esnada tecellisi bir anda o kadar kuvvetli, olursa insanlar kaldıramıyor onu. İşte Resulullah aracılığıyla şefaat mekanizması devreye giriyor ki daha yumuşak kaldırılabilir olsun deniyor. Bakın rahmetinin yüzde biri deniyor ya ahirette bile daha yeni bir yaratılış var insanların yeni bir şeyleri kaldırabileceği var orada bile tam bir dayanma yok. Bu dünyada nasıl olsun. Edna olan dünyada nasıl olsun. Hem ahirete saklıyor Allahû Teâlâ ikram için hem de kaldırılabilirliği yok. Bunu şuna benzetebilirsiniz. Bir büyük hidroelektrik santralinden çıkan elektrik direkt olarak evimize girerse patlarız. Elektrik rahmet mi enerji olma boyutu ile rahmet ama rahmeti sınırsız verildiğinde rahmet olmuyor. Çünkü bizim dayanıksızlığımızdan kaynaklanan tam tersi bir etki yapıyor o yüzden Allahû Teâlâ bizim bu kaldırabileceğimiz sisteme uygun rahmetini veriyor aynı zamanda. Rahmetin az göndermesi bile rahmet. Rahmanın rahmetini verişteki kısması bile rahmet.  Hani gaflet bile rahmet deniyor ya. Gafletin tersi zikir. Zikrin tersi gaflet. Eğer biz sürekli Allahû Teâlâ’yı hatırlama modunda olsaydık kaldıramazdık gaflette bile rabbim merhamet diyor. Hatta tefekkür sahibi Evliyaullahlar bazen kafalarını dağıtmak için başka şeylerle uğraşırlarmış. Niye? Kaldıramıyor. Hatta Peygamber Efendimiz(sav) bile eve gittiğinde diyormuş ki. Konuş benimle ya Aişe. Neden tecelli o kadar çok ki dağıtması lazım onu hatta biz kadınları teskin edesiniz diye yarattık meselesi var ya ayeti kerimede li teskunu. İşte bunun izahlarından biri de odur. Bir yandan da artı eksi gibi keskindir aslında. Ama biz birbirimize düşman olarak yaşadığımız için bu şey olmuyor. Ama Peygamber Efendimiz(sav) gibi ve Hz. Hatice gibi. Hz Aişe gibi sistemi daha iyi anlayanlar olduğu zaman devrede o karşılıklı ilişki o Allah’ın muradının bir rahmeti olarak tecelli ediyor. İşte “min rahmetin” denmesi o rahmetinden bir kısmı.

Burada min, min-i beyani olarak da geçiyor. Her min kendi anlamında kullanılmıyor burada eğer o cümlenin başında ma geçmişse o ma’nın açıklaması oluyor. Yani Allah’ın açtığı şeyin rahmetten olduğunun göstergesi oluyor bu. İzah ettiği için beyan ettiği için açıkladığı için de orda buna min-i beyani deniyor. Devreden çıkarsan da anlam bozulmayacaksa o min-i beyani oluyor. İkinci şey de o cümlenin başında ma gibi bir edat oluyor.

İkinci kısma geçelim.

Fela mumsike(فَلَا مُمْسِكَ) – onu tutacak yoktur. Feteha’ya ne demiştik kapalı olan bir şeyin açılması yani kapalı bir şey açılacak yayılacak. İmsak da, meseke de onu tutmak oluyor. Sanki engellemek manasında mani olmak gibi yani birisi cömert para kesesi var para kesesini açıyor, dağıtacak. Birisi de onu engellemeye çalışıyor elini tutarak “yapma, yapma” diyerek. Şimdi tutacak yoktur dediği o. Bazı meallerde hapsedecek demiş. Neye göre hapsetmek? Kapalı tutmak, engellemek babında. Yani Allah bir şeyi açmak istediğinde onu kimse tutamaz. Buradaki “mümsik leha” dediğindeki her zamiri de müennes bir zamir nereye diyor burada? Rahmete gidiyor. Rahmetinde sonundaki kapalı t var ya, te’yi marbuta dediğimiz o da onun müenneslik alameti. Oraya gidiyor. Yani rahmetini tutacak yoktur. Neden orada hu denmemiş de he denmiş? Çünkü hu olsa Allah’a gider orada. Hangi mahlûkat onu tutabilecek potansiyelde, kapasitede yaratılışta? Olur mu? Ancak rahmetini engelleyecek bir şey demek bu. Allah’ı tutmuyor Allah’ın elini tutmuyor haşa. Rahmetini tutuyor. Zamir en yakınına gider demek. Bir yerde zamir gördüğünüz zaman. Bütün dillerde böyledir. Muhakkak öncesinde onun açık olarak dile getirildiği bir kısım vardır. İşte burada geriye gittiğinizde onu tarıyorsunuz. Ne çıktı ortaya. Rahmet niye rahmete gittiğinin delilli de ne? Müennes olarak kullanılmış.

Ve ama yümsik – onun tuttuğu şeyi de. Burada fail Allah. Yine şartlı geliyor. Bakın burada açık cezm ile gelmiş. Sonunda elif lamlı bir kelime olduğu için ve ma yümsik fela yürsile lehu onu da gönderecek olan yoktur min bağdihi bundan sonra

Yani Allah kata ettikten sonra onu tutmaya karar verdikten sonra da onu gönderecek yoktur. Yukarıda feteha kelimesinin zıttı emseke kelimesi geçtiği halde. Aşağıda emseke kelimesinin fiilinin zıttı feteha gelememiş. Yani orada yürsil kelimesi yerine fatih de kullanılabilirdi. Fatih ne demek? Açıcı. Bakı yukarıda hemen aynı ayette yukarıda iki fiil var. Feteha kelimesi ve emseke tutmak kelimesi. Ama aşağıda emseke ortak. Ye değiştirmiş. Ama feteha kelimesini ismi faili olan fatih gelmemiş. Ne gelmiş? Mürsel gelmiş. Yani ersele fiili gelmiş bu seferde. Rabbim bı8rada bize müthiş bir şekilde ders veriyor. Neyin dersini veriyor? Diyor ki bakın yukarıda feteha emseke. Ama aşağıda emseke ersele. Demek ki feteah ile ersele benzer manada. Yani açmak ile göndermek rabbimin buradaki ifadesi ile benzer manada. Peki, niye böyle kullanmış? Hemen birinci ayete bakıyoruz. Melekleri elçi yapıyormuş. Bak oradaki rusul kelimesi ile buradaki ersele kelimesi aynı kökten. Rusul ne demek biliyor musunuz? Resul kelimesinin çoğulu yani elçi? Ama nasıl elçi? Gönderilen elçi. Ersele göndermek demek. Gönderilmiş elçi. Yani şunu demek istiyor Rabbim. Feteha kelimesi ile ersele kelimesin aynı olması ile Allah rahmet hazinesinde açıyor ya bu gönderme işini irsal işini melekleri vasıtasıyla yapıyormuş.  Bunun dışında da yapmıyor? Neden? Bizatihi kendisi yapsa ne oluyor? Kaldırılamıyor şiddetinden. Ama melek vasıtasıyla. Biz bir kimseye vahiy edeceğimiz zaman ya bir perde arkasından ya da rüya ile şey yaparız. Neden kaldıramaz kimse? Allahû Teâlâ bizatihi rahmeti ile tecelli etse onun şekliyle kaldırabilecek yok. Bir tek Peygamber Efendimiz(sav) e miraçta geldi. Diğerleri Cebrail vasıtasıyla geldi. Direkt olarak vahiy olunan miraç gecesindeki amene resulü olduğunu biliyorum. Neden orada özel bir sistem var.

Resul ifadesi sadece peygamberler için kullanılmıyor. Nebi ifadesi sadece peygamberler için kullanılıyor. Ma resul ifadesi peygamberlerin dışında da diğerleri için kullanılabiliyor. Bunlardan birisi melekler. İnsan için bile kullanılıyor. Yasin suresinde Hz. İsa’nın havarilerini biz resul olarak gönderdik diye ifade var. Buradaki ifade ile Allahû Teâlâ meleklerini resul olarak, vasıta olarak, aracı olarak kullanıyor. Ne için kullanabilir? Allah fethettiği için diyoruz ya. Bir vahiy olarak kullanabilir. İki insana da vahiy geliyor. Ama biz ona vahiy demiyoruz, ilham diyoruz. Yani Allah’ın hilka ettiği hibe ettiği ilimler olarak diyoruz bunu. Allahû Teâlâ bunu verebilir istediği insana bunu verebilir. Hani bizim kendisine ilim verdiğimiz diyor ya mesela Hızır Aleyhisselâm diyoruz firrasihune fil ilmi ulul elbab deniyor bunlara Allahû Teâlâ’nın özel olarak verdiği ilimler var. Bunun da işte geldiği söyleniyor hatta şairlere gelen ilham bunu Cebrail Aleyhisselâm tarafından geldiği söyleniyor. Hatta bir hadisi şerifte Peygamber Efendimizin şairlerinden biri idi Hassan bin Sabit idi sanırsam ya da Kab bin malik idi sanırsam. Allah seni Ruhu’l-Kudüs ile desteklesin diyor. Dua ediyor Peygamber Efendimiz. Ruhu’l-Kudüs ne? Cebrail Aleyhisselâm. E desteklediğinde ne olacak şaire? İlham gelecek. Bir şeyler geliyor ve yazıyorsunuz. İşte o ilhamın da melekler vasıtası ile geldiği ile ilgili bir rivayet var. Yalnız her gelen ilham pozitifi olmayabiliyor. Çünkü bir ayeti kerimede diyor ki şeytan onlara vahyeder onlar ona tabi olurlar diyor. Her gelene de biraz dikkat etmek lazım. Hani geçen hafta açıkladık. Şüphe şek ile yakîn farkını. Şüphe de benzemek kökündendi. Bu rahmeti bir şeye benziyor ama şuna da benziyor. Yakîn öyle olmaz. Yakîn geldiği zaman yakîne gidilmez yakîn gelir. Benzeme falan olmaz. Alenidir. Yakînde haniflik var. Yönelmede sizin yaptığınıza Allah cevap veriyor. Nahl Suresi’nin son ayeti ne idi?

Fağbudu – hatta kulluk edim yakîn gelinceye kadar.

Bakın yakîn gelinceye kadar sen yakîne ulaşıncaya kadar değil. Maalesef öyle anlaşılmış. Bir de bunu ölüm olarak söylemişler. Tamam, ölüm de bir yakîndir net, şeksiz şüphesiz. Gerçeklerle aleni olarak karşılaşmaktır ama perdeler kalktığında. Telaşlandıkları bir görsen.

Ama yakîn Allah tarafından gelen, şüpheye ve şekke yer bırakmayan hakikat gerçektir.

İşte bu feteha kelimesi ile ersele’nin burada şeyini gördük. Özet olarak feteha emseke bir de fatara birbiri ile alakalı kelimeler. Feteha ile ersel bu anlamda ilişkili.

Ve hüvel azîzul hâkim. Şimdi rabbim iki şekilde öğretim yapıyor. Bir sen esmaları tanımak mı istiyorsun. Rabbim bu kuran ile aynı zamanda kelimeleri de öğretiyor. Şöyle ki ayetlerin sonunda ikili genellikle esma terkipleri vardır

Azîzul hâkim

Alîmul hâkim

Semiul basir gibi

Burada iki metot var. Birincisi sen bu esmaları merak mı ediyorsun. Oradaki ayeti tefekkür et. Esmayı bulursun. Sonra esmayı öğrendin m. O ayeti mi teferruatı ile anlamak istiyorsun, o esma ile o gözü ile o ayete bak. İşte rabim bir şey öğrettikten sonra bütün kitaba yay bunu bütün kurana yaya ne olur? 99 Esma-ı Hüsna’yı anladığın gibi Allahû Teâlâ’nın sistemini anlarsın. Bir de başkalarının anlamadığı gibi o ayeti de anlarsın. Çünkü öğreten Allah. Allah öğrettiği zaman çok daha farklıdır. Biz bu kuranı apaçık bir Arapça ile indirdik diyor. Ne o? Kelime ne? Lisanul arabiyyul mubin. Lisan dil demek. Arabiyya arapça lisanı. Mübin ne demek. Açık. Açık aşikâr ama bu yetmiyor. Mübni kelimesinin içerisinde bir de ismi fail dediğimiz bir özellik var. İsmi fail olunca etken. Açıklayan. Bu açıklayan kısmı devreye girmemiş izahta. Ne demek açıklayıcı? Yani Allahû Teâlâ öyle bir Arapça ile indirmiş ki Arapçanın o fasih olan kurallı kısmı. Kelimelerin manası ile girince ayeti de açıklayıcı oluyor. İşte bu azîzul hâkim kısmı esmalardan. Baktığımızda Allahû Teâlâ öğretmiş oluyor onu. Ne ile. Yine Arapça ile. Hani şek kelimesinden şüphe gelmişti. Şek ne demekmiş? Bir şeyi uzunlamasına yarmak. Mesela sandviç ekmeğini yarmak. Şakkı kamer gibi. Yarınca iki tane eşit parça çıkıyor. Yüzde 50 yüzde 50. Siz ikisi arasında kara veremiyorsunuz. Bu mu bu mu diye? Yani şüphe, tereddüt anlamında. Yüzde 50 50 olması. Ama yüzde 50 bir tarafa yükseğe çıktığında ne oluyor? Zan oluyor. Yüzde yüz hakikat değil ama zan oluyor. Bir kelimeden siz şüphenin manasına girmiş oluyorsunuz. Allahû Teâlâ Arapça ifadelerle derinine daldığınızda fatara kelimesindeki gibi. Rabim bunu Arapça olarak indirdi. Ben fatara kelimesinin derinine indiğimde fıtrat kelimesini daha iyi anlıyorum. Manaya daha derin girebiliyorum. Ben bunu âlemlerin rabbi olan Allah’ın indirdiğini biliyorum. Ve Allah’ın Kamer suresinde  geçen“ve legad yesssernal gurane li zikr”ayeti. Yemin ediyor rabbim.  Bu Kuran’ı ben çok çok kolaylaştırdım diyor. İşte Arapçanın bir iki kelimenin kökenine indiğinde sen anlayabiliyorsun birçok şeyi Allah’ın öğretmesi ile. İşte mübni bu. Açıklayıcı. Açık ve açıklayıcı. O yüzden biraz daha manalarına girmek lazım. Küçük bir gayretin sonucu Allahû Teâlâ size ilim kapılarını açıyor. Sisteminin şifrelerini gösteriyor. Daha ne olsun. Fıtır kelimesini bilmek için Arap olmaya gerek yok. Fıtrat kelimesini bir düşünün. Fıtrat üzerine yaratmanın ne olduğuna gidersin. Arapça ufku açıyor. Kuranı anlamak için Arapça bilmek şarttır anlamına gelmemeli bu. Öyle olsa idi tüm Arapların âlim, evliya olması lazımdı. Bütün ilahiyat fakültesi mezunlarının âlim ve evliya olması lazımdı. Allah’ın istediği sadece Kuranın onun kitabı olduğunu idrak etmek ve bir şekilde onunla mesai harcamak. Allah’ın izni ile kapılar açılıyor. Bir kapı açma yöntemi de şudur: Geceleyin teheccüde kalkın. Ayetleri terrrttiiii ile(ağır ağır) okuyun. Size ağır bir yük indirilecektir. Ne demek bu? Siz mesai harcayın, geceleyin herkesin uyuduğu bir vakitte kalkın, ayetler üzerinde düşünün, tefekkür edin, ben sana manasını hem de ağır bir şekilde göstereceğim diyor. Bunun için Arapça gerekli değil ki. Arapça bir araç. Sistemin sahibi olan rabbim sana kapılarını bu anlamda açacaktır inşallah. Bizim eksikliğimiz gayret. Bir de bu kitabın âlemlerin rabbi olan Allah’ın kitabı ve Peygamber Efendimizin mucize göster dediklerinde mucize olarak gösterdiği kitap olduğunu anlayamamamızdan dolayıdır. Allah’ın kitabı olduğuna iman ediyoruz ama kabul etmek yeterli değil. İnanıyorsun da ne kadar inanıyorsun? İnanıyorsun ne kadar gayret gösteriyorsun?

Ve hüvel azizul hakim. Azîzul hâkim ne demek? Aziz, izzet kelimesi aynı manada. En yakın şeyi izzetinden dolayı mağlup edilemez demek. El-galip esması ile çok yakın ve alakalı. Biraz daha semavata özgü bir esma. Hâkim ise hüküm sahibi, hikmetleri ile yaratıp sistemde hükümdarlık kuran hâkim demek. Allah aziz ama tek esma ile belirtmemiş. Aziz ama hâkim olan aziz. Yani hâkimliği ile fariiiii olan aziz. Ne demek? Yarattıkları ile ilim ve hikmet yaratıp hükmünü incelikleri ile hâkim kılarak izzet sahibi olup yenilmeyen. Akın sadece aziz olsa galip olur. Ama failliği önde değil. Hâkim olması ile yani hükmünün yeryüzünde hâkim olması ile de o izzetliğini yenilmezliğini yeryüzünde de hâkim kılıyor. Haşyetini hükmü ile uyguluyor. Ama uygularken bir şeyi vasıta kılıyor. O da ilim ve hikmet.

Birinci ayetin sonuna bakarsak:

İnnallahu ala külli şeyin kadir –  Her şeye kadirdir. Kadir ne demek? İki manaya gelir:

Kadere, ölçmek demektir. Her şeyi bir ilim yöntem kural üzerine bir ölçüye göre yaratmıştır demek. Aynı zamanda da her şeye kadirdir. Dilediğini dilediği gibi yapar. Kimseye de hesap vermez. Burada da aziz ile bitmiş. Yenilmeyen mağlup olmadığında bu da onun işareti. Dilediğine rahmetini açtığı zaman onu tutacak yoktur. Tuttuğu zaman da onu oradan alıp da onu oradan başkalarına dağıtacak olan da yoktur. Bu da onun izzetidir, yenilmezliğidir. Bunu hem bizatihi kendi kudreti ile yapar. Aynı zamanda da elçileri ile beraber kaideleri ile beraber öyle bir sistem kurmuştur ki bunun da hükmünü o şekilde icra eder. Dolayısıyla hâkimliği ve izzetliği var. Başka ayetlerde de geçiyor. İzzet tümü ile Allah’a aittir. Başka yerde de izzet Allah’a resulüne ve müminlere aittir diye geçiyor. Onlar izzeti başkalarında mı arıyorlar diyor. Müşriklerin yanlarında mı arıyorlar? Bilseler ki izzet tümü ile Allah’a aittir. Yani sen izzetin Allah katında olduğuna inanır da Allah’a yönelirsen Allah sana izzet veriyor. Bu izzetin de asıl mükâfatı ahirette görülecek. Bu tarafta adam yerine koyulmayanlar Allah’ın muiz esması ile beraber izzetlendirici aziz kılıcı esması ile beraber o tarafta öyle bir konumda olacaklar ki ağızları açık kalacak. İzzeti ikramın çok ötesinde. İkram da ediyor ama izzet şeref veriyor. Bakın bu tarafta adam dilenci gibi miskin. Değer verilmiyor. Ahirette o sahnelerle o verilen elbiselerle, o tahtların üzerlerinde başlarına geçirilen taçlarla, boyunlarına geçirilen takılarla, önlerindeki arkalarındaki yanlarındaki nurlarla ödüllendiriliyor.  Allah el-muiz esması ile onu izzetli kılınca o çok farklı oluyor. Allah bunu hepimize nasip etsin inşallah. Hem bu dünyada izzet sahibi etsin hem de ahirette o muiz esması ile ona ulaşanlardan eylesin.

Evet, bu aziz ve hâkim ile 3. Ayetin de alakası var. Bir ayet ne ile başlıyorsa onunla da devam ediyor. Gördüğümüz gibi işte kadir’le bitiyor. Her şeye kadirdir onun da nasıl olduğunu Allahû Teâlâ bilir. Mesela enam suresinde ne var? Allah sana bir sıkıntı verirse onu ondan başkası gideremez sana bir hayır verirse de o şüphesiz her şeye kadirdir. Bakın orada da bütün her şeye kâdir olduğunun göstergesi var. Allahû Teâlâ bizlere rahmeti ile muamele etsin, bizlere o rahmet hazinesinden el-fettah esması ile açsın ki o açtığı zaman o rahmeti tutacak yoktur, Allah bize o rahmet esmalarını kapatmasın, tutmasın. Çünkü o tuttuğu zaman da onu ondan giderecek yoktur. Allah bize el-aziz ve hakîm esması ile de güç ve kudret versin yeryüzünde onun Müslümanları olarak. Ve bizi hem bu dünyada hem ahirette azizlerden eylesin.

Sadakallahulazim.