FATİHA 2015-5/YAZILI METİN

FATİHA 2015-5 (YAZILI METİN)

 

Geçen hafta ‘İyyake na’budu ve iyyake nestain’ demiştik. İlk ayetlerde Rabbim kendisini tanıtıyordu, daha sonra da -sanki bizim ağzımızdan -Kur’an da ifadeler vardı. Yani  nasıl bir Allah olduğunu anladıktan sonra ‘Artık böyle demeniz gerekir’ gibi. Ve biz de burada ne diyorduk:

‘Yalnız sana kulluk ederiz (ibadet ederiz değil) ve yalnızca senden yardım dileriz’(∅2:40).

Buradan devam ederek öbür ayete geçelim. Bu ayeti ikiye ayırırsak : Birinci tarafında ‘Yalnız sana kulluk ederiz’ ; ikinci tarafında ‘Yalnız senden yardım dileriz’. Bunun tersi yani ‘Yalnız senden yardım dileriz, yalnız sana kulluk ederiz’ değil !

Allah-u Teâlâ ‘Rab’ ya, eğitiyor ya, Fatiha ile de aslında Kur’an’ı nasıl okuyacağımızın eğitimini veriyor bize (∅3:22). Fatiha’yı günde 40 kez okuyoruz, sular seller gibi biliyoruz ya (!) , bunun gereği olarak tefsirini çok iyi bilmek durumundayız. Tefsirini iyi bildiğimiz takdirde ‘İyyake na’budu ve iyyake nestain’i çok iyi anlayacağız (∅ 3:50). Anlayınca da şöyle diyeceğiz: ‘Meğerse bir ayetin akış sırasında bir şey ne kadar önce anlatılıyorsa o kadar kıymetli. Rabbim sıralamada öncelik vermişse o kadar kıymetli’. Bu ayette de  Rabbim ‘ubudiyeti’ yani ‘kulluk etmeyi’ öne alıyor (4.15). Yani diyor ki:

‘Benden bir şey mi istiyorsun, yardım mı talep edeceksin? Önce bana kulluk et’.  

Genç yaşta bir çocuk bir kazada ciddi bir şekilde yaralanıyor. Arkadaşı bana ‘Allah zalim mi? Neden ona bunu yaptı? Neden onu kurtarmadı?’ diye sordu. Ben o sıralar bu soruya cevap verememiştim. Ben de bu sorunun cevabını merak ettim. Bunu hocama sorduğumda şu cevabı aldım: ‘O, Allah’a ne kadar yöneldi’? ..Allah-u Teâlâ direkt de yardım eder ‘Rahman’ esmasıyla ama kişi sünnetullah içerisinde bir şeyleri hak etmiyorsa da, hak ettiği kadar yardım geliyor. Buna rağmen Allah-u Teâlâ ‘Merhamet edenlerin en merhametlisi’.

Burada” ihdina”ya, ‘Bize hidayet et’ ayetine geçeceğiz (∅ 5:24). Hz.Selman-ı Farisi  biliyorsunuz önce Mecusi. Din din dolaşıyor, sonra bazı manevi işaretler alıyor. Onca yolu kat ederek Peygamber Efendimizin yanına geliyor. Önce açmıyor kendini, sonra bazı şeylerden emin olunca Müslüman oluyor ve en büyük sahabelerden oluyor. Biz, sahabenin ayağının altına gelemeyiz, manevi olarak en yukarıdadırlar(∅5:59). Bir gün Peygamber Efendimiz (S.A.V) ’e şöyle diyor: ‘Ya Resulullah, tamam ben başka dinlerdeydim ama hep hayır -hasenat yaptım. Ama bu Müslümanlıktan önce idi. Bunun akıbeti ne olacak (boşa mı gitti)?’ diyor. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in cevabı müthiş: ‘Ya Salman, sen onları yaptığın için bugün bu durumdasın’ diyor. Bakın işte burada ‘hidayet’in anahtarı var(∅6:30). Geçenlerde Allah nasip etti Hacca gittim. Giderken birisi bana ‘dua et de Allah bana hidayet versin’ dedi. Ben bu hidayet mekanizmasını bildiğim için hemen atlayamadım. Hidayet deyince sanki Allah nasip etsin de namaza başlasın gibi düşünüyoruz. Asıl mesele çok daha derin. Hidayet konusuna girdiğimizde göreceğiz anlamı çok ciddi. Bir kişi de ‘Dua et de benim imanım artsın’ dedi, ‘emin misin?’ dedim, şaşırdı. ‘Ederim dedim Allah da kabul eder. Bak dikkatli ol’ dedim, anlayamadı. Açıklayınca anladı. İman etmek güzeldir(∅7:23). İman etmekle ilgili geçen hafta ‘Onlara imanları fayda vermedi’ ayetini söylemiştik. Müşrikler için söylenmişti. Demek ki iman doğru olduğu zaman güzel bir şey. Allah’ın istediği şekilde mümin olmak gerekiyor.

İman bir şeyi kabul ‘ettim ya da etmedim’ değil. Ettin de ne derecede kabul ettin?(∅7:55).

Burada imanın artması söz konusu. İman artıyor, artıyor, artıyor…

Güzel ama senin de artık bu imana uygun iş yapman gerekiyor. . Hem ibadetsel hem de yaşamsal konuda kendineçeki düzen vermek zorundasın.

Mesela adam haramın içinde yüzüyor, başına hiçbir şey gelmiyor. Biz küçücük bir haram işliyoruz başımıza gelmeyen kalmıyor. Bu, senin temizliğinden kaynaklanıyor. İmanın yüksek, ona özgü bir davranış bekleniyor senden. Yapmadığın takdirde faturayı bu dünyada da ödüyorsun. Bu da Allah-u Teâlâ’nın takdiri. Allah seni terbiye ediyor doğru yerlere gidebil diye(8.38). Bunun için dedim ki ‘Sen önce geldiğin seviyenin adamı ol, orayı dört dörtlük yaşa ondan sonra talep et’. Zaten Allah arttırır. İmanın artacak, güzel, sen hala aynı şekilde yaşayacaksın. Bu değil. Kur’an-ı Kerim de ‘Amenü ve amilüs salihati’nin beraber işlenmesinin sebebi bu. İkisi beraber bakın.

‘Amenü ve amilüs salihati’

‘İman et, iman ettiğin ölçüde de Salih amel işle’(∅9:12).

‘İyyake na’budu ve iyyake nestain’de de işte bu bağlamda yardım etmenin işareti var:

Önce kulluk et, sonra da yardım iste ki , Allah tabi ki sana verecektir.

Geçen hafta Fatiha’nın “mesâni” sırlarından birini söyledik aslında. Peygamber Efendimiz (S.A.V) Fatiha’ya ümmül Kur’an ve mesani diyor. Hicr Suresinde geçen “seb’an minel -mesâni” ifadesi var.‘tekrarlayan 7’ diye açıklamıştık. Mesani kelimesinde ‘isnakelimesi var. İkileyen, çiftleyen, tekrarlayan, devinen, katlayan gibi anlamları var. Çok geniş, müthiş bir kavram. Bunun kozmoloji, kuantum fiziği, paralel evrenlerle pek çok açıklaması var ama buradaki tecellisi “Fatiha suresinde her ayetinin sonundaki kelime bir sonraki ayetin  açıklaması”kuralı , aslında(10.29).

  • Mesela, ‘Elhamdü lillahi Rabbil-âlemin’ ayetinin sonundakiâlemlerin rabbı’ kelimesinin anlamını mı merak ediyorsun? Bir sonraki ayete,  yani ‘Errahmanir-rahim’e bak. Yani bizim anlayacağımız şekilde ‘Âlemleri rahmet, merhamet’ üzerine yaratmış olması.
  • ‘Errahmanir-rahim’ ‘Rahim’ kelimesi ile bitiyor.. ‘Rahim’i bilmek mi istiyorsun? Bir sonraki ayete , yani ‘Maliki yevmid-din’e bak. Yani ‘Din Gününün sahibi’. Er-Rahîm isminin din gününde tecelli edeceğini görürsün.
  • ‘Maliki yevmid-din ‘Din’ ile bitiyor. Dinin asıl manasıyla ne olduğunu mu anlamak istiyorsun ? bir sonraki ayete bak. yani ‘İyyake na’budu ve iyyake nestain’ . ‘Yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz’ demek. Demek ki dinden asıl kasıt bunu layıkıyla yapabilmekmiş.
  • Nestain’ ile bitmiş. yardım isteriz. Peki hangi konuda yardım isteyeceğini mi merak ediyorsun? Bir sonraki ayete bak‘İhdina’, ‘Hidayet talep et’. Neye ? Sırat-i müstakîm’e. Sırat-i müstakîm’e hidayet edilmenin en büyük yardım talebi olduğunu görürsün…

Allah-u Teâlâ sistemi ‘Fatiha’ ile anlatıyor(∅11:59).

‘Sistemin böyle yorumlanacağını anladıysanız Kur’an’ın geri kalanını da bu şekilde yorumlayın’ diyor Allah-u Teâlâ.

Kur’an, başlı başına öğretici bir kaynak. Bir tek zaman harcamanız gerekiyor. Okuyacaksın, düşüneceksin. Günde 40 kere okutturuyor. Neden başımıza vura vura Fatiha’yı tekrar ettiriyor? Neden Peygamber Efendimiz (S.A.V) ‘Fatihasız salah olmaz’ diyor?!..(Yani namaz olmaz. ‘Namaz’ kelimesi yerine ‘Salah’ demeyi tercih ediyorum. Çünkü ‘namaz’ kelimesi anlamı daraltıyor(∅12:49). Bu sebeple mümkün olduğu kadar ‘salah’ diyeceğim. Ezanlarda ‘salah’ olarak geçiyor. ‘Salah’ muhteşem bir kavramdır.)

Ne yardımı isteyeceğiz? ‘İhdinas-sıratal- müstekim’. Burası namazda bizim en çok işimize yarayacak kısım(∅13:22). Fatiha’yı okuduktan sonra ben esprili bir soru soruyorum:

‘Fatiha’yı okuduktan sonra ‘âmin’ diyor muyuz ?..

Neden/neye ‘Âmin’ diyoruz?’  

Fatiha suresinde geçen bir şey var ki,  biz ‘Âmin’ kelimesini bunun üzerine söylüyoruz. Ne olabilir bu?

El-cevab: ‘İhdina’ yani ‘Hidayet et’ .

Neye hidayet et? ‘Sıratal müstekim’ e hidayet et.

‘Âmin’ burası için…

Devamı da bunu teferruatlandırıyor yani izah ediyor. Bundan sonra ‘Âmin’ dediğimizde, Aman Yarabbi “bizi Sırat-ı müstekîm’e ilet. O yol ki, kendilerine nimet verdiklerinin yolu, gadaba uğramışların ve delalete düşmüşlerin yolu değil.”

‘Âmin’ dediğimiz yer burası…(∅15:15).

Bu sebeple burası çok önemli. “Kim ki Fatiha’yı okuyup ‘âmin’ der de, bu da onu dinleyip ‘âmin’ diyen Meleklerin ‘âmin’i ile çakışırsa o dua ret olunmaz deniliyor. “Bundan dolayı biz Fatiha’yı okuduktan sonra, özellikle cemaatle kıldığımız namazlarda ‘Âmin’ diyoruz(∅15:40). 

‘İhdina’ ya gelmek istiyorum. Hidayet kelimesinden geliyor, ‘Bize hidayet et’. Klasik Fatiha tefsirlerinden ziyade başka tefsirleri de konuşmak istiyorum, çünkü bir hazine. Bu hazineden ne kadar faydalanabilirsek o kadar iyi. Kıraat farklılıklarını okudum. Yani Fatiha suresi değişik kıraatlerde, değişik kelimelerle okunabiliyor. 41’e yakın kıraat farklılığı varmış(∅16:22).KIRAAT1.pdf (4).jpg

KIRAAT2.pdf (4).jpgKIRAAT3.pdf (4).jpgÇok teferruatlı bir konu. Fakat hepsine onay verilmiş, tasdik edilmiş. Özellikle de Peygamber Efendimiz(S.A.V) tarafından. Zaten öyle olmasa olmazdı.

Mesela bunun en meşhur misali ‘maliki yevmid-din’ yerine ‘meliki yevmid-din’ denmesi… Geçenlerde şahit oldum, umre de namaz kıldırırken bir hoca ‘meliki  yevmid-din’ dedi. Ben bildiğim için yadırgamadım ama yadırgayanlar oldu. Aslında çok büyük bir anlam farklılığı yok. ‘maliki yevmid-din’ derse ne anlama gelir, melik yevmid din derse ne anlama gelir? Ben teferruatıyla anlatmayacağım(∅17:11). Sadece şunu söylemek istiyorum: Abdullah Bin Mesut, çok önemli bir şahsiyet. Kur’an konusunda en önemli iki kişiden biri. Birisi Abbas’ın oğlu, birisi de Mesut’un oğlu. Bunu kariyerini belirtmek için anlatıyorum. Onun okuyuş tarzında ‘ihdina’ yokmuş da ‘erşidna’ varmış. Yani ‘erşidnâ es-sırat-al müstekîm’. … ‘Erşidna’, ,’Re-Şe-De’ kökünden geliyor. Raşit olmak, eriştirmek gibi bir ifade. “Rüştünü ispat etmiş” denir. Rüştünü ispat etmek yani akıl olarak belirli bir seviyeye gelmiş olmak demektir. Hatta ‘El Reşît’ Allah-u Teâlâ’nın Esmaül Hüsna’sından bir kelimedir. Erşidna çok kullanılmamış, fakat Abdullah bin Mesut olduğu zaman biraz durmak zorundayız.95457873_34ErenA.Cüneyt-vd-sos623-637.pdf (3).jpg

Bunu şunun için anlatıyorum, Peygamber Efendimiz(S.A.V) ya da büyük Sahabeler buna itiraz etmediği, kabul gören kıraatler arasında yer aldığına göre bunun bir hikmeti var. Hikmeti, ‘ihdina’ kelimesini bize izah etmesi(∅18:59). Çünkü ‘ihdina’ kelimesi, yani ‘bize hidayet et’ kelimesi birçok manalarda kullanılmış, ama özellikle biraz sonra söyleyeceğim ‘sırat-ı müstakim’in anlamına özgü olarak kullanılması hoşuma gitti. Neden?

Biz yana yakıla ‘maliki yevmid-din’i (ahiret sahnelerini) gördük.

Neden ‘din günü’ deniyordu?

Hesap günü değil, başka bir şey değil din günü?

Allah’ın ‘dini’ var, bir de insanların dini var, yani din anlayışı var(19.40).

Hucurat suresi altıncı âyette bildirilen: ‘siz dininizi Allah’a mı öğretiyorsunuz?’ denilen bir din. Hadis-i Şerifte ‘Kişi arkadaşının dinindendir’ denildiğinde ki din.

Yani herkesin bir bakış açısı, herkesin bir din anlayışı var. Bir de Allah’ın dini var: İslam.

Sen kendi dinini Allah’ın dini ile ne kadar örtüştürdün, buna uygun ne kadar amel yaptın? İşte ahirette bunun hesabını vereceksin(20.16).

Ciddi bir gün. En sonunda ‘Er Rahim’ esması tecelli edipte şefaat mekanizmaları, Allah’ın rahmeti devreye girdikten sonra yumuşayan bir şeyler var. O zamana kadar çok sert. Sırat var, hesap var.

İşte bunun ciddiyetini öğrendikten sonra ne diyorduk: ‘Aman yarabbi yalnız sana kulluk ederiz, yalnız senden yardım dileriz’.

Yardım istiyoruz. Romantik bir ifade değil bu, ciddi bir ifade. Allah-u Teâlâ da işte, ‘Peki yardım mı istiyorsun? Benden özellikle şunu istemelisin’ diyor. İstediği, gösterdiği şey de ‘Sıratal müstakim’. İşte ‘Sırat-ı müstakim’ neyse oraya yönlendir bizi Yarabbi’ diyoruz(∅20:55).

Fakat yönlendir tek başına yeterli kalmıyor. Âlemlerin Rabbi olan, Rahman ve Rahim olan Allah da işte hidayet ettiği zaman böyle hidayet ediyor. ‘Erşitnabizi eriştir ile ‘Hidayet et’ in birleştiği yer işte burası.

Yani Allah’tan bize sadece göstermesini değil; aynı zamanda eriştirmesini de istiyoruz.

Hidayet et dediğimizde, orada hidayet talebinde bulunduğunuz şey “sırat-ı müstakim“(22.15).

(Ben bu kelimeye”DOĞRU YOL” değil de; kelimenin olduğu gibi kullanılması taraftarıyım çünkü bu bir kavram. ‘Sırat’ kelimesi Arapçada aleni olarak pek kullanılmıyor. ‘Tarik’ deniliyor, ‘sebil’ deniliyor bizim bildiğimiz manada yola.. Dolayısıyla buna  “DOĞRU YOL” deniyor ya, bu aslında çok doğru değil.(23.00).

Arapça hocam Hüseyin Hoca ile bunu konuştuk. Müstakîm,”Yanlışın zıttı olan doğru” olarak kullanılıyor. Doğrunun Türkçe de iki manası var.

  • 1-) ‘yanlışın zıttı’ olan doğru, hani doğru cevap gibi;  
  • 2-) ‘eğrinin zıttı’ olan doğru.

İşte bu ‘müstakim’in içerdiği kelimelerden olan istikamet kelimesi yanlışın zıddı olan değil ; eğrinin zıddı olan doğru.

Yanlışın zıddı olan doğru olsa ne olur? Genel anlamıyla, kaba anlamıyla yok ama teferruatsal anlamı ile var. Yani ‘eğrisi doğrusu olmayan , -dolambaçlı bir yol değil- kestirme yol, hedefe direkt götüren yol(∅24:30).

Benim Arapçayı öğrenme nedenim şuydu arkadaşlar: Kur’an da geçen kelimelere daha vakıf olmak. Dolayısıyla manasına da daha iyi vakıf olmak, daha iyi anlamaktı amacım. Anladım ki Kur’an Arapçası, Fasih Arapçası zaten konuşma dilinde işinize yaramıyor. Ama gramer kaidelerini öğrendikten sonra, açıp Kur’an’ı da bir bakayım dediğimde ilk denk gelen bu ‘müstakim’ kelimesi oldu.

Müstakim kelimesi Sırat / yol kelimesinin sıfatı.

Yani nasıl bir yol? Müstakim olan bir yol.

Fakat sıfat burada ismi fail olarak gelmiş. İsmi fail ne demek: ‘Bir fiili, ameli yapan’ demek(∅25:51). Yani yol, o fiili yapmasıyla sıfat. Peki, o fiilin ne? Kökü ‘me’ den geliyor . (Ka-Ve-Me ) . Bu ‘me’, bizim Türkçede çokça kullandığımız  bir kelime.Kuran’da da bu kökten müştak olan kaç kelime var biliyor musunuz? Yaklaşık 600 küsur kelime var. Bu şu anlama geliyor 6000 küsur ayet varsa yaklaşık bunun 10’da biri. Yani her 10 ayette bir geçmiş. Yaklaşık her sayfada bir tane gibi denk geliyor. Rabbimin bu kadar önem verdiği bir kelime(∅26:53). ‘ Kâme’ ne demek? Bunun mastarı “kıyam” …‘Kıyama durmak, ayakta durmak manasına’ geliyor. Türkçede o kadar çok kullanılan bir kelime ki:

Takvim , kıyâmet  makam , ikâmet etmek ,kâmet getirmek, kayyum, kavim , kâim, istikâmet, kıymet, kıyâm, mukîm

Türkçeye bile ne kadar çok kelimesi ile girmiş.

Burada ‘sıratal müstakimin’ kök kelimesi ayakta durmak, ayağa kalkmak(∅28:21). Aşağılarda, yatay durumda olan birinin ayağa kalkması, dikilmesi anlamına geliyor.

Hadi “Kâmet getir” deniyor, kalkın yani. Ayeti kerime’de: ’Size tek bir nasihat vereceğim. Teker teker, ferden, ikişer ikişer ayağa kalkın. Bunu şöyle açıklamıştık :”hadi yeter artık bu kadar uyuduğunuz biraz Allah adına ayağa kalkın, gayret edin !”. İşte buradaki kelime de ayağa kalkmak manasında.

Bir de başına ‘İ -S -T’ gelmiş. Buna ‘istifal babı’ deniyor.

İki manaya geliyor,

  • birincisi ‘bir şeyi istemek’ anlamına geliyor, mesela İstiğfar etmek yani tövbe İstiğfar ediyoruz. mağfiteti istiyoruz. kelimenin başındaki “i-s-t” harfleri sonrasında gelen şeyi istemek / taleb etmek manasına geliyor.
  • İkinci manasında ‘o duruma getirmek’.”i-s-t” harflerinden sonra gelen kelimenin durumuna getirmek /o hale çevirmek.

Dolayısıyla burada müstakim denilince, ‘ayağa kaldırmak isteyen, dikleştirmek isteyen, dik tutmak isteyen yol’ anlamına geliyor(∅29:48). Yani pasif bir yol değil, aktif bir yol. Yani Allah-u Teâlâ’dan biz öyle bir yola, öyle bir metoda bizi hidayet etmesini istiyoruz ki o yol seni alıp götürecek, ayağa kaldıracak. 

Yani pasif, şu anki yollar gibi bir yol değil. Sen olduğun yerde kalsan bile, seni alıp götürüyor. Yürüyen yol gibi , tren gibi. Şeriata ayağın basarsa, Allah’ın hak düzeni içinde yer alırsan Allah’da seni o yola hidayet etmişse, eriştirmiş, ulaştırmış, saha ortasına koymuşsa Allah’ın izniyle hedefe ulaşma şansın var.

Tercümelerde hep eksik olarak “ismi fail “gibi değil de “ismi mef’ul “gibi, tercüme edilmiş. Yani ‘doğrultulmuş yol gibi, eğriliği giderilmiş yol’ gibi. Halbuki “doğrultan yol” veya “eğriliği gideren yol” gibi olmalı..Farkı burada(∅31:08).

Hayır, aktif olması seni heyecanlandıracak !. Yana yakıla isteyeceksin ya, şevk’in daha çok artacak.Ve şöyle diyeceksin :

Ne? Böyle bir yol mu var? Aman yarabbi ne büyük bir nimet! Yarabbi ben bunu istiyorum… Sana da kulluk ediyorum zaten senden başka kulluk edilecek hiçbir merci yok. Ben sadece Sana kulluk ediyorum. Aman Yarabbi senden, sadece yardım istiyorum. Sen Fatiha’da haber vermişsin. Aman Yarabbi bana bu yolu nasip eyle. !”

Âmin’ diye de sonlandırıyoruz(∅31:40). O yolun kıymetini melekler bildiği için de, onlar da âmin diyor. ‘Aman Yarabbi ne olur acı kullarına’. Başka ayetlerde de meleklerle ilgili: ‘Onlar mümin insanlar için İstiğfar ederler’ diyor.

(el-Mü’min, 40/7) (eş-Şûrâ, 42/5 )(El-Ahzâb 33/43)

Yani Allah’ın o güzel kullarına selam olsun hepsine, melek kullarına. Şu anda burada bizleri dinliyorlar. Allah onlardan razı olsun. Bizlerin iyiliği için de Allah’ın izniyle gayret ediyorlar. Onlar da olayı izliyorlar. Biz sadece bu film gerçekmiş gibi, filmin içinde kaptırmış gidiyoruz ama onlar bunun bir oyun ve eğlence olduğunu biliyorlar. Çünkü başka bir boyuttan bakıyorlar. “Hadi durmayın, gayret edin zaman gidiyor aman“. İki tane, sağımızda solumuzda zaten var. Her mekânda var. Her yağmur tanesinde var. İşte biz o yüzden (konumları o kadar güzel ki) Allah-u Teâlâ onlara ‘kiramen kâtibin’ (Kerim’i kâtipler) diyor.  (İnfitar suresi -11) .  Namazdan sonra biz ne yapıyoruz? Sağa ve sola selam veriyoruz.Neden ?..(∅32:59). Meleklere iman diyoruz ya, meleklere İmanın en yakın, en basit örneği işte namaz. Namaz sonrasında sağ ve solda görüyormuşçasına, varlığını biliyormuşçasına onlara selâm vermek. Zaten bu iman esasları arasında .Peygamber Efendimiz(S.A.V) bir odaya girdiğinde (bu ayetlerde sabit) selam veriyor (Nur suresi -61). Melekler var o ortamda seni koruyan, gözeten melekler var. Onlara selam veriyoruz. İşte onlar da bize “Aman Yarabbi Fatiha’yı okudu, senden de yardım istiyor, sen ona bunu nasip et’“diyorlar. Allah da cümlemize inşallah o yolu nasip etsin(∅33:51). 

Hidayet kelimesi yeterince anlaşılamamış bir kavram. Biraz daha iyi bilinirse daha güzel yerlere götüreceğine inanıyorum. Allah-u Teâlâ’nın Esmaül hüsnasından bir de ‘El Hadi’ ismi var. ‘Hâdi’, ‘hidayet eden’ demek. Ben bunu akılda kalsın diye buna şöyle diyorum: “hadi !”hadi ya”. (A’nın üzerindeki şapkayı atın). Bu, hafıza tekniklerine uygun bir şey. Allah-u Teâlâ diyor ki: ‘Hadi, adım at. Ben sana geleceğim’. Bir şey çağrıştırdı mı?Bana bir adım gelene 10 adım gelirim, bana yürüyerek gelene koşarak gelirim.” Hadis-i kutsi… Allah-u Teâlâ burada hidayetin tanımını yapıyor. Yani ‘Hidayet mi istiyorsun? Önce bir adım at. Gel, hadi. Bunu yaptığında ben sana  hidayetimle geleceğim’. Hidayet’in birinci anlamı bu. Biraz önce söylediğimiz gibi ‘iyyake na’budu ve iyyake nestein’(∅36:18). Bu hidayete ulaşmak iki şekilde olabilir:

1. Adam daha hidayete ermemiş, daha “dâllin”de, dalalet aşamasında. Ama bir şekilde işte bu Fatiha’nın sebebiyle, ya da daha doğru düşünce ve amelleriyle bir şekilde yöneldi. Doğru olduğunu anladı, Fatiha’ya göre de ‘sırat-ı  müstakim’ istiyor, hidayet isteyecek. Ne diyor? ‘Aman yarabbi bana hidayet eyle !’. Şimdi bu daha evvel hidayet de bulunmamışların hidayet talebi.

2. Bizlerde bir şekilde hidayette değil miyiz? Şu anda camide Kuran-ı işliyorsak Allah’ın hidayet etmesi sebebiyle buradayız elhamdülillah. Peki, bizler için bu ayetin yansıması nasıl olacak? İşte burada da hidayette olanların hidayetin arttırılması.

Hidayet zannedildiği gibi bir kez verilen ve sonra biten değil, artabilen bir kavram. (Meryem suresi 76. ayette:) ‘Ve Allah, hidayette  olanların hidayetini arttırır. Bâki olan salih ameller, Rabbinin indinde sevap bakımından daha hayırlıdır ve dönüş (karşılığı olan mükâfat) bakımından daha hayırlıdır.”

Aynı ‘iman’ gibi. Ayette: ‘Ey iman edenler. İman edin!’

(يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ آمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ )(Nisa  suresi-136).

Adam zaten iman etmiş neye iman edecek bizim bildiğimiz gibi olsa?!  Demek bizim bildiğimiz gibi değil, iman da artabilen bir şey. Seviyesi artabilen bir şey.

İşte hidayet da buna benzeyen bir kavram. İkisini birleştirdiğimizde ne mana çıkıyor? Hidayet öyle bir şey ki, artabiliyor. Ben bunu idrake çok benzetiyorum. Yani bana sorsalar hidayetin sana en çok hitap eden kısmı ne deseler ‘idrak’ derim.

Einstein, biliyorsunuz inançlı bir şahıs ama Allah’ın tam istediği şekilde değil. Belirli bir yaratıcıya inanıyor ama Müslüman değil. O’nun sözlerinden birisi şu: (hani bu katlardan, boyutlardan bahsediyor ya) Boyutlar arasındaki asıl fark idraksel farktır diyor(∅39:38). Bunu çok düşünüyordum. Bir üst boyut ne anlama geliyor? Bir üst boyut, idrakinin artması anlamına geliyor. İdrak ne demek? Erişmek demek.

Yani akıl seviyesi olarak Allah-u Teâlâ’nın bir külli iradesi var, küllü iradeden eksik olan her şey cüzi iradedir. Sübhan olan Allah. Külli akıl konusunda da, ilim konusunda da ‘küllü akıl’ dediğimizin yüzde yüzüne ulaşmak mümkün değil , eksik olan bir kısım var. hangi kul olursa olsun, hangi melek olursa olsun onda bir eksiklik var. İşte o eksiklik kısmı cüzi irade oluyor. Aşağı doğru bu azalıyor; yukarı doğru artıyor. İşte,

Küllî İrade’ye doğru, tabaka tabaka senin erişimini, olayları daha iyi anlamanı sağlayan her zıplayış bir idrak.

Ve bir üst idrak düzeyine geçtikten sonra alt idrak düzey sana çok basit geliyor(40.57).

Peki, hidayetle ne ilgisi var bunun? Eğer Allah-u Teâlâ bir kuluna nasip eder de, onun idrakini, hidayet boyutunda idrakini, bir anda yükseltecek olursa, artık o kişi ‘hadi şu namazı kılsam mı? bunu yapayım, şunu yapıyım diye tümevarımsal bir gayret içerisinde olmaz, tümdengelim bir gayret , içerisinde olur, o idrak seviyesinde düşünür. Yani bir anda anlar olayı. ‘Ben ne yapıyormuşum yıllardır? Kıyamet varmış, ölüm varmış’. Bunları yakinen anladığınız vakit de aşağısı teferruattır sizin için. Allah sana ne yaptı? Hidayetini arttırdı. Yani idrakini arttırdı. Arttırdığı vakit artık o kimse için namaz kılmamak, abdestsiz dolaşmamak gibi bir olay olmaz. Yerde altın buldu, mümkün değil cebine alamazsın, içkiyi ağzına sokamazsın. Öyle bir idrak oldu ki, ahiret var ya!.. Bu neydi? Bakara suresinin ilk sayfasındaki “Onlar ahirette yakinen inanırlar” kısmı önemli. biraz öncesinde ne deniliyor?” Gaybe inanırlar“.  Tamam, kabul etti melekler var mı var, görüyor musun? Hayır, ama olduğunu kabul ediyoruz:Bu inanma...Ama muttakiler için onlar ‘ahirete yakinen inanırlar’ diyor. İşte bu mekanizma Hidayet’in anlaşılmasına yönelik çok ciddi bir şey. İmanın artması gibi, hidayet da artıyor. İşte burada dediği gibi Kur’an ifadesiyle söylüyorum:”Ve Allah, hidayette  olanların hidayetini arttırır. Bâki olan salih ameller, Rabbinin indinde sevap bakımından daha hayırlıdır ve dönüş (karşılığı olan mükâfat) bakımından daha hayırlıdır.” (Meryem suresi 76. ayet)

‘İyyake na’budu’ derken oradaki ‘na’ Arapçada çoğul ifadesidir. Yani ‘yalnızca sana kulluk ederim’ değil, ‘yalnızca sana kulluk ederiz’. Burada neden çoğul ifade kullanılmış? Geçen hafta söylemiştik, cemaat bilincini vermek için. Yani ‘sen fert olarak da İslâmiyet’i yaşabilirsin, ama özellikle cemaat olmasını istiyorum’ diyor Allah-u Teâlâ. Ama bu cemaat (‘Hanif’ süresinde işlediğimiz gibi cemaat), cemaat gibi bir araya gelip de farklılık/ tefrika oluşturan bir yanlış cemaat anlayışı değil, Ümmet-i Vahidetin manasında cem olmak …

Elbette ki mezhepsel farklılıklar olacak. Ayet-i kelime var: ‘Biz Musa’ya vahyettik’ diyor. (Bakara -60).”Ve Musa (a.s), kavmi için su istemişti. Bunun üzerine, “Asânla taşa (kayaya) vur.” dedik. Böylece ondan (kayadan) on iki pınar fışkırdı. İnsanların hepsi kendi içeceği yeri (meşrebini) bilmişti. Allah’ın rızkından yeyin, için ve sakın azıp yeryüzünde fesat çıkaranlar olmayın”…Meşreb deyince ne anlaşılıyor? Seciye gibi, karakterin gibi, tarzın gibi. Meşreb  (Şe-Ri-Be / içmek) kelimesinden ismi zaman / ismi mekân oluyor. Yani ‘içilen yer’ anlamına geliyor(∅44 :36). Yani Allah-u Teâlâ diyor ki: ‘Ben insanları tek bir fıtratta  ama (ana fıtrat aynı olmak kaydıyla; karaktersel özellikleri olarak) farklılıklarla yarattım.’

12 ‘li sistem gereğince , herkesin birlikte bulunacağı,  manen birşeyler alabileceği, manen seyri sülük gideceği  ortamlar farklı. O yüzden meşrep denilen kavram özellikle tasavvufi ifadelerde çok kullanılır.- Ayetsel kaynağı bu. Yunus Emre: ‘oniki  katar yükümüz, çekemezsin demedim mi?’ diyor. Oniki katar, işte yani trenin vagonları , bu oniki  Meşrebi gösteriyor.  Ama bir de NEBΠvar orada… Asayı vuran…İŞTE  O DA LOKOMOTİF !(∅45:20). Yani” çekemezsin demedim mi”, orada  YUNUS’un tarzı var.  Tek gidenlerin ; nebî kaleminden gidenlerin tarzı var.

  •  Meşreb var kabul ama , orada cemaat bilincini, yani “Ümmeti Vahîdetin” bilincini kaybetmeyeceksin. İşte “nâ /biz”’ bu.
  • İkincisi (nâ’nın ikinci manasal ifadesi) namazda imamla beraber duruyoruz. İmam bizim adımıza  okuyor, oradan bir kazanç var. İşte ‘na’ bu anlama da geliyor.
  • Üçüncüsü, şunu diyor aslında imam ya da demesi gerekir: ‘Yarabbi bizim duamız pek kabul olmaz senin yanında, sana ulaşmaz kötü amellerim iz yüzünden ama arkadaki cemaatin içerisinde senin sâlih kullarından olan olabilir. Hani biz onunla da beraberiz, onunla beraber senden toplu istiyoruz. hani onun hatırına duamızı kabul et…. gibi de bir manası olabilir(∅46:19).
  • Dördüncüsü:Bir de daha derin manasıyla bir şey söylemek isterim. ‘Nâ’ biliyorsunuz Arapçada ‘biz’ demek. Bir tekil (müfred) ifade var Arapçada, bir de üç ve fazlası cem’î (çoğul) var . İki ve çoğuna da ‘biz’ deniyor (tesniye).  Manevi olarak da biraz işin derinliklerine daldığınızda da, derin boyutuyla incelemeye kalktığınızda, kitaplarda ayetlerde göreceğiniz  bununla ilgili işaretler var :İnsan (ruh, nefis, ceset) denilen üç ana unsurdan oluşmuştur. Ruh, nefis, ceset. Bunun koordinatörü de ‘akıl’dır (∅47:05). Hazreti Celalettin Rumi’ye soruyorlar: ‘İnsan nedir? diye… “Düşüncedir” diyor. Yani akıl manasında. Bu üç unsur da biz de bulunuyor ama. Tekrar ediyorum ruh, nefis, ceset. İşte bunlar da“yalnızca sana kulluk ederiz “derken en az ikisi olsa  bile bunun içine giriyor. Tekil değil, 2 ya da 3 unsurla beraber kulluğun burada ifadesi var. Yani senin,  ruhun ve cesedinle, ruhun ve ruha tabi olmuş nefsinle , ruha tabi olmuş cesedinle Allah’ın karşısına  nasıl çıkman gerektiğini -kulluk etmenin güzel yolunu-yöntemini gösteriyor çoğul ya da ikili (tesniye) ifade ile…(∅47:50).

İşte Kur’an-ı Kerim’de böyle ince ayrıntılar da var. Toparlamak gerekirse,

yalnızca sana kulluk eder ve yalnızca senden yardım dileriz“i, bir önceki ayette geçen ‘ahiret gününün, din gününün’ sahnelerinden idrak eden, anlayan bir zihniyet, yana yakıla bir şey istiyor. Ne isteyeceğini de bilmiyor. Nesne yok orada çünkü. ‘Yalnızca sana kulluk ederiz, yalnızca senden isterizbakın. ‘Yalnızca senden yardım talep ederiz (∅48:26). Yardımın ne olacağını bile bilmiyoruz bırakın nesneyi. İşte Allah-u Teâlâ, ‘benden şunu isteyin’ diyor! Olur mu böyle bir güzellik! Ne isteyeceğimizi bile söylüyor. ‘Dile benden ne dilersen’, ne isteyeceğini bilmiyorsun.” Ne isteyeyim, ne isteyeyim” diye düşünürken orada ipucu veriyor. ‘Sırat-ı müstakim iste, Sırat-ı müstakim iste’. Eriştir diyorsun orada. Allah-u Teâlâ ‘bunu da talep edin’ diyor benden. Bu da bizim acziyetimizin ifadesi (∅49:05).

İşte burada Allah-u Teâlâ da ‘Sırat-ı müstakim’in ne olduğunu da kelimelerin içerisine gizlemiş. Maalesef meallerin çoğunda bulamadım bu banada bir kullanımı. Bir mealde buldum sadece, ‘Ayağa kaldıran yol, seni dik tutan yol” diye. . Mülk suresinde:” Hiç ayağa kalkmış biriyle yerde yüzüstü  sürünen bir insan bir olur mu? “İşte o dikleştiriyor, karakter veriyor Müslüman’a. Hem bu dünyada nasıl bir karakter olacağın,  dik duracağın , izzet sahibi olarak yaşamanı sağlıyor ; hem de ahiret’de seni mahcub edecek  yanlışlara götürmeyecek amellerin içinde bulunacağın  bir mekanizmayı sağlıyor. Buna bir örnek vermek gerekirse, sen çok doğru bir yolda değilsin, arkadaşlarınla oraya gidiyorsun buraya gidiyorsun. Ama Allah sana hidayet etmesiyle öyle güzel öyle kaliteli Müslüman arkadaşlar veriyor ki seni kolundan tutup camiye götürüyorlar. Seni kolundan tutup Allah’ın zikrinin yapıldığı yere götürüyorlar. Sırat-ı müstakim kolundan tutup götürüyor(∅50:15). Yani yol alıp götürüyor yürüyen merdiven gibi. Ya da ağzın laubali, gevşek bir ağzının var, ahlaki bir ağzın yok. Ama  müslüman kimlikli arkadaşlarının yanında ,’lan’ bile diyemez oluyorsun. . İşte sıratal müstakimin öğelerinden biri de bu. Ama bu ‘sıratal müstakimi’ daha da teferruatlandırıyor Rabbim .Nasıl bir yol olduğunu, onları kimlere verdiğini, o yola verdiklerine hangi özellikleri yüklediğini de bir sonraki ayette göreceğiz. “Sıratellezine en’amte aleyhim” diye. O da haftaya.

Allah bize, sadece Allah’a kulluk eden, sadece O’ndan yardım isteyen ve Allah’ın Sıratı müstakimini hidayet ettiği, ulaştırdığı kimselerden olmayı nasip etsin.

Bize de buna, hidayete vesile olacak gayretlerde bulunmayı nasip etsin

inşaAllah.. Âmin….

(Ve âhıru da’vahum en-il hamdülillahi rabbil ‘alemîn)

 

FATİHA 2015 (4. SOHBET)/yazılı metin

(FATİHA 2015 -4. SOHBET’İN  SES KAYDININ YAZIYA DÖKÜLMÜŞ METNİDİR)

Ahireti hatırlatıcı sahneleri, Kur’an’ın en konsantre suresi olan Fatiha’ya Rabbim koymuş ki,  O güne özgü gayret edesiniz, O güne özgü yaşayasınız diye(1.41).

Geçen haftaki sohbetlerden Fatiha’da bir şey dikkatimi çekti

Bir ayetin sonu, sanki öbür ayetin başı gibi(1:50).

  • “Elhamdü lillahi Rabbil âlemin” diye bitiyor ayet, âlemlerin Rab’lığını  ‘Er Rahman ve Er Rahim ‘olarak bir sonraki ayette açıklıyor(2:08).
  • “Er-Rahim” diye bitiyor; Er-Rahim’in izahı bir sonraki aye in başında   ‘Maliki yevmid-din’ diyor.orada açıklanıyor.
  • “Yevmid-din” …’DİN ile bitiyor , bir sonraki ayet ‘din’in ne olduğunu izah ediyor.”iyyake na’budu ve iyyake nestain ” diye. Bu böylece devam ediyor.

Din, kişinin bütün sistemi anlamasında, O’na doğru yönelmesinde ve yaşamasındaki sistemin ismi(2.36).Allah’ın dini ile senin dinin ne kadar örtüşüyor(2.45)?

Bir Hadis-i Şerif’de ‘kişi arkadaşının dinindendir’ diyor(2.54). Arkadaşının felsefesi, yaşam tarzı, anlayışları o kişinin dini gibi oluyor, kişi de arkadaşı olması sebebi ile ona uyuyor. Yani yaşadıkları Allah’ın dini olmuyor, arkadaşının dini oluyor(3.18). İşte Fatiha’da geçen ‘din’i de bu hadis çok güzel bir şekilde ifade ediyor. Bir söz daha var beşer sözü, belki kaynağı bir hadise dayanıyordur tam olarak bilmiyorum ama güzel bir söz: ‘İnandığınız gibi yaşayamazsanız yaşadığınız gibi inanırsınız, ya da yaşadıklarınıza inanırsınız’(3.41). Kişinin yaşadıklarına inanması demek, onun din olduğu konusunda kendini kandırması ve ona iman etmesi demektir. ‘İman’ kelimesi de yanlış kullanılıyor(4.03). Geçenlerde bir ayette denk geldi. Helak edilen bir kavme diyor ki: onlara imanları fayda vermedi’  Biz diyoruz ki ‘imanlı adam, iman etmiş’. Bizim anladığımız iman ile Allah-u Teâlâ’nınKur’an da ifade ettiği iman aynı şey değil. Demiştik ya ‘İnandığınız gibi yaşayamazsanız yaşadığınız gibi inanırsınız’. Yaşadıklarına inanırlar ya işte o onun imanı oluyor. Fatiha 4. Ayetteki ifadesi ile ‘dini’ oluyor. İşte o imanın ve dininin sorgulandığı gün Allah da onun Maliki!(5.15). Bizim bildiğimiz iman çok pozitif bir şey ama Kur’an da ki ifadesi ile Din’in karşılığı oluyor. Bu sebepten dikkat etmemiz lazım. Kur’an da Allah-u Teala’nın övdüğü iman şöyle diyor: ‘Onlar öyle müminlerdir ki …… Yaparlar’. Mesela ‘Allah’ın adı anıldığında kalpleri ürperir’ diyor(5.58). Herkes kendini bir test etsin burada. Kendi imanının doğruluğu, müminliği konusunu bir test etsin. Mesela günün herhangi bir saatinde bir ‘Allah’ desin. Ayet-i kerime de: ‘Onlar öyle kimselerdir ki bir ayet indiği zaman o ayet onların imanlarını arttırır’ (Enfal-2) diyor. Demek ki iman artabilen bir şey. Artmadan önceki durum  ne?.Biz de okuduğumuz zaman ‘Ne güzel ayet, ben de bundan sonra böyle yaşayayım’ diyebiliyor muyuz bir test edelim(6:35).

Dedik ya bir ayetin sonu diğer ayetin başı ile yakından alakalı, işte ‘Din’ kelimesinin de bir sonra gelen ‘İyyake na’büdü ve iyyake nestain’ de açıklaması yapılmış.

 ‘Din’i merak mı ediyorsunuz işte size konsantre bir açıklaması: ‘İyyake na’büdü ve iyyake nestain’… der gibi(7:39) 

İnsan bir önceki ayette ne yapacağım diye endişe ediyor ama işte bu ayette de ne yapılacağının açıklaması yapılıyor.

  • Fatiha’nın sanki ikinci kısmı başlıyor burada(7:59).

Arapçada isim cümleleri bir de fiil cümleleri vardır. İsim ile başlayanlara isim cümlesi, fiil ile başlayanlara da fiil cümlesi deniliyor. İsim cümlesi, fiil cümlesinden daha vurgulu bir ifadedir.

İlk 3 ayette Allah-u Teâlâ kendisini tanıtıyor. Hatta âlemlere tanıtıyor(8:40).

Şimdi bunu öğrendin, peki ne yapman gerekiyor?

Allah’a yönelmen gerekiyor ama doğru bir şekilde yönelmen gerekiyor. İşte doğru şekilde yönelme durumunda olan insan ‘İyyake na’büdü ve iyyake nestain’ diyor.

Bu ifadenin başında ‘Kul, de’ diye bir ifade yok dikkatinizi çekiyorsa. Hâlbuki kulun ağzından bir konuşma var burada. “Yalnız sana kulluk ederiz ve yalnız senden yardım dileriz”.

Şimdi bu Allah-u Teâlâ’nın sözü mü? Kur’an olması sebebiyle elbette ki O’nun sözü ama , başında bir ‘kul / de’ ifadesi olmamasına rağmen biz anlıyoruz ki bu sanki kulun ağzından çıkan bir söz(9:51). Bu bazı Kur’an’ı Kerim’ler de bunu bütün insanlık adına söyleyen Peygamber Efendimizdir(S.A.V) diye bir yorum var. Peygamber Efendimiz(S.A.V) en iyi hamd eden, hamd da Âlemlerin Rabbine mahsus ya, burada da onu söyleyenin asıl Peygamber Efendimiz(S.A.V) olduğuyla ilgili bir ifade var. Doğrudur ama burada şunu da anlıyoruz, bunu okuyan herhangi bir kişi de yeterince idrak edince , kendi de bunu söyleme durumu var. Burada ki ifade şekli çok ilginç, çoğul bir ifade var. ‘İyyake na’büdü’ diyoruz. ‘ Biz  kulluk ederiz...’ diyoruz. Ama Fatiha’yı okuduğumuzda tekil olarak okuyoruz , çoğul olarak okumuyoruz(11:31).

Çok konsantre olan Kur’an’ı Kerim’in hiçbir kelimesi boş olmadığı gibi, O’nun özeti gibi olan Fatiha’da da bu söz konusu olamaz. Elbette ki Fatiha’ daki her kelime, her harf ve her söz dizilimi derin manalar içermekte(12:50).                                                                                             

  ‘İyyake na’büdü’ olarak gelmiş. Bu ifade şöyle de gelebilirdi :

iyyahu a’budu / iyyake a’budu / iyyahu na’budu / na’budu<-> iyyake /  na’budu <->iyyahu /   a’budu <->iyyake /     a’budu<-> iyyahu.

  Bu gramerle ilgili size bazı bilgiler vereceğim. ‘İyyake’, ‘sana’ demek. Fakat normalde Arapça cümlede şöyle gelmesi gerekirdi:             ‘na’budu iyyake’.

  Eğer, Arapça cümlede ‘iyyake /sana’ kelimesi başa gelirse vurgu oluyor, mahsusiyet oluyor.

“Sana kulluk ederiz “ama…

“yalnız sana kulluk ederiz, başkasına değil”.

Eğer ‘na’budu iyyake’ olsaydı, ‘Ya Rabbi biz sana kulluk ediyoruz’ olurdu. Burada vurgu az(14:17). Başkalarına da kulluk ediyoruz gibi bir gizli manası da var. Tamam biz zaten öyle yapıyoruz ama

Allah-u Teâlâ, yukarıdaki ayetleri anladıktan sonra kulun, yana yakıla kendisine yönelerek söylemesi ve aynı zamanda yaşaması gereken en ideal şeyin ne olması gerektiğini burada ifade ediyor: “yalnız sana kulluk ederiz, başkasına değil”.(14:41).

  ‘iyyake a’budu ’ da olabilirdi. Yani ‘yalnızca sana kulluk ediyorum’ da olabilirdi. O zaman tekil olurdu yani ‘ben sana kulluk ediyorum’. Allah-u Teâlâ bunu demiyor ‘biz sana kulluk ederiz’ diyeceksiniz diyor. Bu neden diye düşündüm.                                                             Allah-u Teâlâ başka bir ayette (Ali imran -103)

 وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعاً وَلَا تَفَرَّقُواۖ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِعَلَيْكُمْ اِذْ كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه۪ٓاِخْوَاناًۚ وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَيُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ /

Hepiniz, topdan sımsıkı Allah’ın ipine sarılın. Parçalanıb ayrılmayın. Allahın, üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz (birbirinizin) düşmanlar (ı) idiniz de O, kalblerinizi (İslama ısındırıb) birleşdirmişdi. İşte Onun (bu) nimeti sayesinde (dîn) kardeşler (i) olmuşdunuz ve yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmışdı. İşte Allah size âyetlerini böylece apaçık bildiriyor. Tâki doğru yola eresiniz.”                                                                          

Burada cemaat bilinci var ama hangi cemaat bilici?

 (Hanif konusunda işlediğimiz) kendini ,cemaat olacağım diyerek bir gurup kurup da kendini diğer Müslümanlardan ayırdığın, diğerlerini tekfir ettiğin cemaat değil ; ümmeti vahidetin’ manasındaki cemaat bilnci !..(15:58). Cemaatle namaz kıldığımız zaman imam bu ayeti okumuyor mu? Önde imam okuyor, biz arkada tabi oluyoruz. Bizim adımıza da söylüyor. ‘Ya Rabbi yalnız sana kulluk ederiz’. İşte cemaatte olup da imama tabi olanların dikkat etmesi gereken bir konu var. Bizim sözcümüz gibi imam orada bulunuyor, bizim adımıza konuşuyor. Bizim de namaz da bu mantıkla, imama tabi olma mantığıyla namaz kılmamız gerekiyor. Ama herkes  maalesef müstakil kılıyor. İmam orada tek başına namaz kılan birisi, biz de yat kalk yapıyormuş gibi oluyor. İşte Fatiha’nın buradaki sırrına göre böyle olmaması lazım. İmamın da ‘arkadaki cemaatin adına’  bilinciyle namaza durması lazım. Cemaati götürmesi lazım Allah’ın huzuruna (17:27). Huzura imam dediğimiz, seçtiğimiz kişiyle duruyoruz. Sen de oradasın ama senin adına konuşan, mütekellim olan imam.   O da Peygamber Efendimiz(S.A.V)’i temsil ediyor aslında. Asıl imam olan Rasulullah’tır. (Biz de imamlık yapabiliriz ki bu da olması tavsiye edilendir biliyorsunuz. Evde namaz kılacaksınız arkanıza eşinizi, çocuğunuzu alarak bir cemaat oluşturabilirsiniz. Asıl cemaat, vaktinde camide ki cemaattir ama imkânın olamadı evindeki cemaate imamlık yapabilmesi lazım. Herkesin imamlık yapabilecek kadar bilgisinin olması farz gibidir(18:33). )    İmam oldunuz ; nasıl imamlık yaparsınız? Fatiha suresine göre ‘Allah’ın huzuruna arkanızdakileri götüren’ bir kimlikte olmanız gerekir ki ‘iyyake na’budu’ ifadesi işte bunu anlatıyor(18:54).

‘İyyahu na’budu’ da olabilirdi. ‘Hu’ ,‘O’ demek . ‘ iyyahu’ ‘ona’ demek.

( ‘Ke’ ‘sen’ demekti; ‘iyyake’ ,‘ sana’ demek…) Burada özellikle ‘ke’ zamiri söylenmiş. ‘Sana’.  Peki “yalnızca ‘Ona’ ibadet ederiz” ile “yalnızca ‘Sana’ ibadet ederiz”  arasındaki fark nedir ?

Arapça da ikinci tekil şahsa ‘muhatab’ denir (19:55). Üçüncü şahsa Arapçada ‘gaib’ deniyor. Gaib ‘ortada yok, kayıp’ gibi.

 Allah-u Teâlâ kendisine muhatap sigasıyla hitap edilmesini istiyor. Bu müthiş bir şey, büyük bir şeref (20:20).

  (Hele yukarılara baksanız ya, birinci semaya bakıyorsunuz da kayboluyorsunuz hele 14,5 milyar ışık yılı ne demek. Öyle bir gemi olsa ışık yılı ile gidebilen (molekülümüz kalmaz da hadi var sayalım) öyle, 14,5 milyar yıl sonra kâinatın sınırına gidemiyorsun. Allahu Ekber, azamete bak! Allah-u Teâlâ bunun için Mülk süresinde: ‘ Biz yakın semayı yıldızlarla donattık’ diyor. Yukarıda daha bir sürü semalar var, arş var, kürsi var ve anlayamayacağımız şeyler var. Aman Yarabbi! Allahu Ekber. Âlemlerin Rabbi derken bunları düşünün. )

  O muhteşem, azametli sistemin sahibi olan Allah, bana muhatap ,birebir hitap edeceksin diyor (21:19). Nasıl bir ikram bu!                          Geçen sohbette söylemişiz, dua ifadeleri Arapçada ‘emir’ sigasıyladır. Bakın şöyle demiyoruz ‘Yarabbi lütfen işimizi kolaylaştırır mısınız’ demiyoruz, ‘kolaylaştır’ diyoruz. Sen bunu arkadaşına, hanımına diyemezsin. Ne nasibli bir varlık olduğumuzu anlayın. Hitabet deniyor buna, muhataplıktaki hitabet. Bu dünyada hitap edebilirsin diyor ama Nebe suresinde ne diyordu: ‘Kimse orada Allah’a hitap etmeye malik olamayacak’.  Yani kayıt burada bitiyor orada çok ciddi bir azamet var Sur’a üflendikten sonra,( bir önceki ayette ‘Maliki yevmid-din de’ açıklamıştık.) Madem Rabbim bu imkânı verdi bu dünyada , bu fırsatı sonuna kadar çok güzel değerlendirmek lazım. Bunun da hadis ifadesi: ‘İhsan üzerinde namaz kılın’ diyor ya Peygamber Efendimiz(S.A.V). Cibril hadisinde: Cebrail Aleyhisselam insan kılığına girerek orada soruyor ihsan ne demek diye.

İhsan,  Allah’ı görür gibi namaz kılmandır. Sen O’nu göremezsen de Allah seni görüyor (23:10)

. İşte bu namazdaki hitabet, muhataplık. İyi ya şu anda da O’nu düşünün-sadece namazda değil-. Allah’ı görür gibi Ona yönelerek yaşamak, münib olarak yaşamak. Yani ‘haniflik’. Hazreti İbrahim öyle yaşamış. Allah-u Teâlâ da ‘Onun dinine uy diyor. Bunlar gerçekten ağır ifadeler ama müthiş ifadeler. İşte bu ‘iyyahu abudu /iyyake abudu / iyyahu nabudu / nabudu iyyake’ nin açıklaması. Bunları çevirdiğimizde ters ifadeler oluyor. Biraz önce söylediğimiz gibi ‘Yalnız sana kulluk ederiz’ ifadesi yok. Yani mahsusiyet yok. Yani sana kulluk ediyoruz!diyoruz  ama-  maalesef bizim de yaptığımız gibi -namaz bittikten sonra her türlü güç ve otoriteye( başta nefsimiz olmak üzere) de kulluk ediyoruz maalesef(24:20).

Bu aynı zamanda, (‘Elhamdülillah’ da ki ‘li’ edatı için mahsusiyet demiştik, yani ‘bütün hamdlar Allah’a mahsustur’.) Fatihada hamda götürüyor, yani Allah’ı övmeye O’na güzel kulluk etmeye götürüyor. Nasıl ki hamd övmek, överek yönelmek’, sadece Allah’a mahsus ise ,  ubudiyet de, kulluk da sadece Allah’a mahsustur.

Niye “yalnızca sana” diyoruz? Tabii ki kulluk sadece Allah’a yapılır ama demek ki öyle yapmıyoruz ki Allah-u Teâlâ ‘iyyake’ yi  başa koyuyor vurgu yapıyor.  (25.19).     Rahman ve Rahim konusunda anlatmıştık. Rahman tecellisinde sertlik olabiliyordu, ama bir Hadis-i Kutside diyor ki: Allah rahmetini yüz cüze ayırdı, birini dünyada verdi diyor. yüzde biri ile bile mahlûkat birbirini seviyor, insanlar birbirini seviyor, çocuklarını seviyor. Çocuklarımıza olan sevgimizi bir düşünsenize. Eşinize, dostunuza olan, çiçeklere, doğaya olan sevginizi.  Bunlar %1 imiş!..  %99’unu da ahirette vereceğim diyor.  Rahim Esması tecelli ettiğinde o tecelli ile beraber,  o rahmetin ne yapacağını tahayyül edebiliyor musunuz? Kapılar açıldığında diyor, cennet yaklaştırıldığında şefaat mekanizması devreye girdi, mağfiret devreye girdi, rahmet devreye girdi… Nasıl bir coşku, nasıl bir ikram olabileceğini düşünebiliyor musunuz? Bu tarafın 99 katı  !.. (26:55).  Orada affa mazhar olabilmek için gereken rahmetin de ne kadar çok olduğunu düşünün. İşte iyyake nabudu kısmı bunu ifade ediyor ve din kelimesinin de en güzel açıklaması. ‘Yalnızca sana kulluk ederiz’ (27:51).

Bir önceki âyetin son kelimesi olan ‘din’ ne? Yalnızca Allah’a kulluk etmek (28:01). Neden hep kulluk etmek diyorum? Kitapların meallerinin çoğunda “ibadet etmek” diyor. Doğru, aslında ibadet etmek ama;  ibadetin manası İslam’da ritüelleriyle sınırlandırıldığı için ( yani namaz oruç gibi ibadetlerle sınırlandırılıp da sanki yaşantının diğer kısmı kulluğun ububiyetin alanında değilmiş gibi söylendiği için )”ibadet etmek” ifadesini tercih etmiyorum. Tabii ki namaz bir ibadet.

Nerede kulluk ederiz? Yaşantımızın her alanında kulluk ederiz demek. Sadece ibadet değil. İbadet yapacağız, ayağımız şeriat çizgisinden bir adım bile çıkmayacak ama biz bileceğiz ki yaşamın her alanı (yolda yürümek, otobüse binmek, çalışmak v.s) hepsi kulluğun içerisinde.

Peki bunu nasıl yapacağız (29:12)? ‘Abd’ ne demek, ‘ kul’ demek ama bu çok ifade etmiyor.  Arapçada bunun bir ifadesi daha var: köle. Köle de aynı manada. “Yalnız sana  kölelik ediyoruz “gibi bir ifade. Peygamber Efendimiz’in(S.A.V) dedesi Abdülmuttalib. Yani “Muttalib’in kulu” değil .O zaman şirk olur ;kendisi hanif Müslümanlardandı. Doğrusu “Muttalib’in Kölesi“. Neden? Onun yanında büyüdüğü için öyle. Yani Araplarda kullanılan bir ifade (29:55). Peki bunun faydası ne; neden köle? ‘Allah’ın kulu kölesi olacağız’ deriz. Bir köle , bir de maaşlı çalışan olduğunu düşünün. Farkı ne? çalışan maaşı vermediğimiz takdirdebir dahaişe  gelmez; az para verdsiğinizde işini aksatabilir.. ama samimi köle ne yapar? (Bilal-i Habeşi gibi, Kur’an’da açık ifade ile adı geçen Zeyd gibi.).Her hususta samimi bir şekilde itaat eder. Şimdi onları düşünün. Para karşılığında mı Resullah’a itaat ettiler?

Gerçek kul da Allah’tan ecir beklentisiyle, sevap beklentisiyle, kazanç beklentisiyle kulluk etmez (31:06).

Allah-u Teâlâ zaten veriyor onları. Cömert olan O !..Güzel, samimi kulluk adına köle gibi olmak (31.30).  “Ben bunları severek yapacağım, bir şey karşılığında değil” diyebilmek !. İşte ben  bu ayette bunu  gördüm. Bunun zıttı ne? “Allah dışındaki mahlûkata” kul köle olmak.

Allahu Teâlâ  başkalarına kul /köle olmayın, yalnızca bana kul olun diyor. Bu da tevhidin sırları içerisindedir (31:49). 

İkinci kısmıyla devam edelim.

” İyyake nestain” de aynı yapıyla gelmiş. ‘Yalnızca senden isteriz/ başkasından istemeyiz’. Yani doğru mu bu, değil. Meallerde maalesef bu var.  senden isteriz değil, ‘Senden yardım isteriz’. Bir şey istemekle yardım istemek arasında dağlar kadar fark var. Birinde nesne var, şunu istiyorum diye. Birisinde o nesneyi istemiyorsun, yardım istiyorsun. Mesela dua edeceksin. Özellikle önemli gecelerde kapılar açık, ne istersen iste. Allah-u Teâlâ formülünü veriyor aslında (33:25). ‘Yarabbi ben şu işe girmek istiyorum beni O’na nasip et’. İyi de sen o işe girmeden önce beş vakit namazındaydın sonra o işe girdin namazı terk ettin.!!!  …Şöyle demek lazım aslında :‘Aman yarabbi eğer bu iş benim için hayırlıysa sen bu işi nasip et ;ama hayırlı değilse nasip etme. Ben senden hayırlısını isterim,

ya Rabbi ne yapacağım /neyi isteyeceğim konusunda bana yardım et !

Mesela Evliyaullahın ve Peygamberlerin çoğu ‘Aman Yarabbi, biz istemesini bilmeyiz. Sen hayırlısını nasip eyle demişler ya da ‘Aman Yarabbi yardım eyle’. Hudeybiye Antlaşmasında Peygamber Efendimiz dışında bütün Sahabeler Mekke’ye girmek istemişler, anlaşmanın olmamasını istemişler. Ama 1-2 sene sonra görüyoruz ki neler neler oldu. Yani neyin hayır, neyin şer olduğunu biz bilmiyoruz (34:38). O yüzden Allahu Teâlâ burada diyor ki: ‘Yardım isteyin.İyyake nabudu ve iyyake nestain de de bu var.Senden yardım isteriz aman yarabbi diye bir ifade var. tabi ki o yardımı da başkasından değil;sadece senden isteriz !

‘Maliki yevmid- din’ deki ciddiyeti gördün ya, Allah-u Teala sana ahiret sahnelerini bir gösterdi. Ondan sonra tekrar dünya bilincine geldin. Sen ne istersin? ‘Aman Ya Rabbi yardım eyle ben senden yardım istiyorum’. Elbette her şeyi Allah’tan isteyeceğiz ama her zaman ahiret realitesi ile ne yapmamız gerektiği burada ifade ediliyor. Bu ayette işte dinin ikinci açıklaması. Birinci aşamasında işte ne yapacaksın:

Cemaat bilinciyle ve muhatap olarak Allah’a yönelik yaşayacaksın ve sonra da hep Ondan yardım isteme pozisyonda olacaksın.

Peki bu yardım isteme kısmı olmasaydı ne olurdu biliyor musunuz? Acziyet konusu devreye girmezdi (36:37).
Biz, aciziyetimizi bildiğimiz için ibadet etme konusunda bile Allah’tan yardım istiyoruz( 36:46). Yol göster diyoruz. Bir sonraki ayette bu var. Ne yardımı isteyeceğimizin de işareti var. ‘Sadece sana kulluk edeceğim ama ben acizim. Aman Yarabbi bize ne yapacağımızı göster ne olur. Bu konuda sadece snden yardım isteriz.Yarabbi sen Rabsın’.

İdrak çok önemli idrakimiz yükseldiğinde her şey çok farklı oluyor. Peygamber Efendimizin, Hud Suresinde: ‘ Emredildiğin gibi dosdoğru ol’ âyetinde saçları beyazlamış. İdrak ile ilgili bir şey bu (37:54). Eğer din gününün haşyetini doğru kavrarsak, İyyake na’budu ve iyyake nestain çok anlam kazanır. Fatiha’yı günde 40 kere okuyoruz. Hepsinde de ‘Maliki yevmid-din’e geldiğinizde bir durun. Sahne bir gözünüzün önüne gelsin ondan sonra zaten otomatik olarak ‘iyyake na’budu ve iyyake nestain’ ne gideriz.

‘Asr Suresi’ ile ilgili bir yorum var. Fahreddin Razi bir türlü açıklayamıyor ‘asr’ın ne olduğunu. ‘Asr’a yemin olsun ki insanlar hüsrandadır’. Bunu şurada anladım diyor: Eskiden pazarlarda buz satan insanlar varmış. Adam pazara gelmiş, hava sıcak, satamıyor. Zaman geçiyor satamıyor, buz eriyor. “Sermayesi eriyip giden şu adama yardım edin” diyor. O zaman Asr Suresindeki ‘asrın’ ne demek olduğunu anladım diyor (39.46). Asr ın manalarından biri de zaman demek. Bu idrakten sonra insanlar şunu demeye başlıyor: ‘ Akıp giden zamana yemin olsun ki. Yani zaman aleyhimize işliyor. Allah ‘kün feyekün’ dediğinde ‘dehri’ murad etti, zamanın aslını murad etti. Zaman da geri sayıyor. Kainatsal bazda bile geri sayıyor (40:09).

Size bir yaşantı verildi, bir fırsat verildi. İmtihandasınız, süre akıp gidiyor. Aman, imdat! ‘Aman Yarabbi yardım eyle’ işte bu idrak. Hidayet de bu aslında. Allah’ın bu bilince eriştirmesi idrak (40:42).

Nisa suresi 69. ayet ile örnek vereceğim: ‘ Kim Allah’a ve Resule itaat ederse diyor’. Nisa 69 Fatiha’yı açıklayan, vurgulayan önemli ayetlerden biri dedik ya, aslında bütün ayetlerin Fatiha’ ya giden bir yönü var. Ama bu özellikle ‘İyyake na’budu’ kısmını açıklıyor. ‘Yalnız sana kulluk ederiz’ kısmı var ya, işte bunu açıklıyor (43.01). Kulluk etme meselesi var ya bak ne diyor: ‘Allah’a ve Resule itaat etmek’ işte kulluk etmek oluyor. Burada Resule’ de demesi dikkatimi çekti. Resul’e itaat nasıl olur arkadaşlar? Allah’a itaati ve biliyoruz fakat Resul’üne itaat ne demek. Peygamber Efendimiz(S.A.V) diyor ki: ‘Siz Allah’ın sizi sevmesini mi istiyorsunuz? Siz bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin’ (43.38). Bu insanlar, bu ayetler varken nasıl bu kadar cesaretli olup da hadisleri reddederek ‘Sıratı müstakime’ gitme yolunda olduklarını zannediyorlar? Allahu Teâlâ kendine itaati Resule itaatle eş tutmuş Resul’üne itaat, tabi olmak nasıl olacak? Yaptıklarını yapmakla, dediklerini demekle olur. İşte bu ‘iyyake na’budu kısmının teferruatlı kısmı (44.11). ‘Sıratellezine en’amte aleyhim’e’ girerken de, ‘kendilerine nimet verdiklerinin yoluna’ derken de bunu göreceğiz inşallah. Peygamber Efendimiz(S.A.V) zamanında sahabe efendilerimiz sünnet diye terk etmediler yaptılar, şimdi ise sünnet diye terk ediliyor.

Allah-u Teâlâ, bizleri özellikle bu ‘din’ i ayrıntısıyla anlatan ‘iyyake na’ budu ve iyyake nestayin’ (Yalnız sana kulluk eder; yalnız senden yardım dileriz) ayetini layıkıyla anlayıp O’na yönelen ve ibadetin sadece namazlarla değil, oruçlarla değil, yaşamın her alanında O’na kulluk, kölelik etmek olduğunun bilincinde olan müminlerden eylesin inşaAllah.

Amin

FATİHA 2015-(4)-yazılı metin#

FATİHA 2015-(4)


SES KAYDINI DİNLEMEK VEYA İNDİRMEK İÇİN LİNKE TIKLAYINIZ:

https://yadi.sk/d/Q3-sIkKnkASqF


 


FATİHA 2015 (4. SOHBET)

Ahireti hatırlatıcı sahneleri, Kur’an’ın en konsantre suresi olan Fatiha’ya Rabbim koymuş ki,  O güne özgü gayret edesiniz, O güne özgü yaşayasınız diye(1.41).

Geçen haftaki sohbetlerden Fatiha’da bir şey dikkatimi çekti

Bir ayetin sonu, sanki öbür ayetin başı gibi(1:50).

  • “Elhamdü lillahi Rabbil âlemin” diye bitiyor ayet, âlemlerin Rab’lığını  ‘Er Rahman ve Er Rahim ‘olarak bir sonraki ayette açıklıyor(2:08).
  • “Er-Rahim” diye bitiyor; Er-Rahim’in izahı bir sonraki aye in başında   ‘Maliki yevmid-din’ diyor.orada açıklanıyor.
  • “Yevmid-din” …’DİN ile bitiyor , bir sonraki ayet ‘din’in ne olduğunu izah ediyor.”iyyake na’budu ve iyyake nestain ” diye. Bu böylece devam ediyor.

Din, kişinin bütün sistemi anlamasında, O’na doğru yönelmesinde ve yaşamasındaki sistemin ismi(2.36).Allah’ın dini ile senin dinin ne kadar örtüşüyor(2.45)?

Okumaya devam et

FATİHA 2014-(1)(ktpçk-1)#

 
 

SES KAYDINI MP3 OLARAK DİNLEMEK VEYA İNDİRMEK İÇİN LİNK’E TIKLAYIN:

https://yadi.sk/d/z6ocS46bco3zw
 

AYET METİNLERİ


 

FATİHA SÛRESİ 1.AYET:

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ /Bismillâhir rahmânir rahîm/Rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla.

FATİHA SÛRESİ 2.AYET:

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ/El hamdu lillâhi rabbil âlemîn/Hamd  âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.

FATİHA SÛRESİ 3.AYET:

اَلرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ /Er rahmânir rahîm/O, rahmândır ve rahîmdir.

FATİHA SÛRESİ 4.AYET:

مَالِكِ يَوْمِ الدّٖينِ /Mâliki yevmid dîn. /Ceza gününün mâlikidir.

FATİHA SÛRESİ 5.AYET:

اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعٖينُ / İyyake nağbudu ve iyyake nesteîn. /Yalnız sana kulluk ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.

FATİHA SÛRESİ 6.AYET:

اِھْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقٖيمَ / İhdinas sırâtal mustegîm.  /Bizi doğru yolu ilet.

FATİHA SÛRESİ 7.AYET:

صِرَاطَ الَّذٖينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالّٖينَ

Sırâtallezîne enamte aleyhim, ğayril mağdûbi aleyhim ve leddâllîn.

Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!

AMİN.


SES KAYDININ METNİ:


Fatiha (1) 2014

Eûzubillâhimineşşeytânirracîm

Bismillâhir rahmânir rahîm.


Evet ,2014 yılın ilk sohbetini yapıyoruz.

ALLAH-U TEALA Kuran-ı Kerîm e Fatiha ile başlamış….

Bizde adet üzerine ilk dersi Fatiha’ya ayırıyoruz….

Evvelki sene 6 ya da 7 haftada işlemişiz… geçen sene 4 hafta işlemişiz…..

Bu sene tek bu dersi yapacağım İnşaallah….Belki çok ihtiyaç olursa 2 hafta olacak….

Geçen seneki sohbetleri dinledim, teferruata girmişiz, sanki yayılmışız, şimdi sadece öz de kalmak kaydıyla yapmaya çalışacağım. Ama o kadar geniş bir Sûre ki, o kadar yayılıyor ki, bir şeyler söyleme ihtiyacı duyuyor insan..

Kuran-ı Kerîm’in 2 tane tertibi var.…Birincisi nüzul sırasına göre, ikincisi tertip sırasına göre…Yani sırayla inme/nüzul sırası deniliyor, öyle bir tertip de var…. Biz, şu an elimizdeki mushafın  tertip sırasını takip ediyoruz….

İniş sırasına göre Alak Sûresi ,Kalem Sûresi, Muzzemmil Sûresi, Muddesir Sûresi sonra Fatiha Sûresi geliyor.

Yani ilk Hira dağındaki mağarada vahiy inişinden itibaren bir sıralamayla devam ediyor….

Şimdi bazı tefsirler bu sıralamaya göre yapılıyor… biz önümüzde bu mushafın sıralaması tertib sırası olduğu için ve Rahmetli Hasan Hoca da, Fatiha dan başlayıp devam ettiği için, biz bu sıraya göre takip ediyoruz… hani Hz. Cebrail (AS) son yıllarında Peygamber Efendimiz(sallallâhu aleyhi ve sellem) ile beraber mukabele yapıyor ya… orada bir tertip/sıralama oluşuyor… Bu tertibe göre bu Mushaflar dizilmiş..biz de bunu takip ediyoruz…Belki bu şekilde bu Kuran-ı Kerîm i hatim edersek -İnşaallah ne zaman olur bilmiyorum- Bundan sonraki dersleri belki nüzul sırasına göre Alak Sûresinden başlayarak Kalem Sûresi ,Muzzemmil Sûresi, Muddesir Sûresi…. devam ederiz.. Ama şu an  tertibe göre okuyoruz…

  Fatiha Sûresi açılış/açan  demek; Fe-te-ha  açmak, fethetmek anlamına geliyor…

Bunun zıddı/ters anlamlısı “Ha-te-me”  Hatmetmek… Hatim ediliyor ya Kuran-ı Kerîm başından sonuna… bir dizinin başından başlayıp sona erdirilmesi anlamına geliyor…

Geçen dersler de hatırlıyorsunuz Peygamber Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) ne deniyor, Hâtemen Nebi deniyordu..

Hâtem, bir sıralamanın sonu, en sonu anlamına geliyor (ya da sonlandırıcısı).. Fatiha da açılış/açıcısı… bu dizinin açılışı Fatihayla oluyor… Bir süreç devam ediyor… Fatiha süresi neden çok önemli ?.. çünkü biz bir  günde namazlarımızda en azından 40 kez Fatiha yı okuyoruz…

Ve Peygamber Efendimiz(sallallâhu aleyhi ve sellem) Fatihasız namaz olmaz ..diyor….(04:07)

Çok önemli… Şimdi bu önemine istinaden bir ayet var;  


(Bknz. İlgili Âyet)


Hicr Sûresi 87.Ayet:

وَلَقَدْ اٰتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنَ الْمَثَانٖى وَالْقُرْاٰنَ الْعَظٖيمَ

Ve legad âteynâke seb’am minel mesânî vel gur’ânel azîm.

Andolsun ki, biz sana tekrarlanan yediyi ve yüce Kur’ân’ı verdik.


Buradaki tekrarlanan 7, bir çok anlama gelebiliyor.. muhtelif yorumlar yapılmış ama Peygamber Efendimiz(sallallâhu aleyhi ve sellem) asıl vurgusuyla Fatiha Sûresi… Neden çünkü Fatiha Sûresi 7 ayet …

Bu 7 ayet Kuran-ı Kerîm içerisinde hep tekrarlanıyor..


 

Fasil : KÜTÜBÜ SİTTE/TEFSİR BÖLÜMÜ – ESBAB-I NÜZULE DAİR
Konu : Fatiha Suresi
Ravi : Ebu Said İbnu`l-Mualla
Hadis : Ben Mescid-i Nebevi`de namaz kılıyordum. Resulullah (sav) beni çağırdı. Fakat (namazda olduğum için) icabet edemedim. Sonra yanına gelerek: “Ey Allah`ın Resulü namaz kılıyordum (bu sebeple cevap veremedim diye özür beyan ettim). Bana: “Allah-u Teala Kitabında: “Ey iman edenler, Allah ve Resulü sizi çağırdıkları zaman hemen icabet edin” buyurmuyor mu?” (Enfal, 24) dedi ve arkasından ilave etti: “Sen mescidden çıkmazdan önce, sana Kur`an-ı Kerim`in (sevabca) en büyük süresini öğreteyim mi?” dedi ve elimden tuttu. Mescidden çıkacağı sırada ben: “Sana en büyük sureyi öğreteceğim” dememiş miydiniz? dedim. Bana: “O sure Elhamdü lillahi Rabbi`l Alemin`dir (ki namazlarda tekrar tekrar okunan) yedi ayet (es-Seb`u`l-mesani) ve bana verilen yüce Kur`an`dır” buyurdu.
HadisNo : 437

Hatırlarsanız geçen sene biz bunu bir Prizmaya benzetmiştik…(Fatiha Sûresini)… Işık geliyor… tek bir ışık ve 7 ışığa ayrılıyor değil mi prizmada ….Yukarıda gökyüzünde bir Fatiha olduğunu düşünün (Fatiha prizması) oradan ışıklar yayılıyor ve yer yüzünde neşr oluyor,yayılıyor….Değişik ışık demetleri halinde… İşte Fatihanın Kuran-ı Kerîm’e  göre de durumu bu… yani Kuran-ı Kerimin içerisinde ; Herhangi bir ayet muhakkak Fatiha dan herhangi bir ayete tekabül ediyor.(05:43)

Ve  şöyle iddialı bir sözüm vardı… Diyordum ki; Kuran-ı Kerîm bir bütün… Fatiha sanki Kuran-ı Kerimden bir Sûre değil.. Kuran-ı Kerîm den elbette ama Rabbım onu müstakilen Kuran-ı Kerimin başına koymuş…istisna gibi…(not:istisna ile mesani kelimeleri arapçada aynı kökten geliyor…)(še-ne -ye) (ثَ – نَ-  يَ)

İşte bu; Hicr Sûresi 87 (265.sayfa) de de ‘’biz tekrarlanan yediyi verdik(Fatiha) ve orda ilginç bir ifade var,çok önemli bir kavram …


Bismillâhir rahmânir rahîm.

Hicr Sûresi 87.Âyet:

وَلَقَدْ اٰتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنَ الْمَثَانٖى وَالْقُرْاٰنَ الْعَظٖيمَ

Ve legad âteynâke seb’am minel mesânî vel gur’ânel azîm.

Andolsun, biz sana tekrarlanan yedi âyeti  ve büyük Kur’an’ı verdik


Süphesiz biz verdik sana verdik, seb’am 7 demek minel mesânî yani mesani olan 7 yı verdik.

İşte buna Fatiha dersek işte orada ne diyor ‘ve’  (burada “ve” ile ayrılmış) gur’ânel azîm. Azim olan Kuran-ı verdik.

Yani burada Fatiha Sûresi istisna tutularak önemi vurgulanmış..ve  Kuran-ı Kerimi verdik diyor….

 ” Seb’am minel mesânî” çok anlama geliyor ama Hz.Peygamber Efendimiz(sallallâhu aleyhi ve sellem) ve Sahabeler de(r.a) bunu ‘’Fatiha’’ olarak kabul etmiş…

Başka yorumlar da var:

  • Sûrelerde de Ha Mim ler var mesela 7 tane tekrarlanan…. Maun Sûresi yedi ayet var…uzun sureler var (yedi uzunlar (Seb`u`t-Tıval) yani Bakara,Al-i imran, Nisa ,Maide,En’am,A’raf,Enfal sureleri )…
  • ALLAH-U TEALA nın Sünnetullahında yaratma sisteminde tekrarlanan 7 ler var..()7 kat sema ,7 gök,7 nota,7 renk ,nefsin 7 kademesi gibi 7 lı ıfadele )var…                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                     Ama buna Fatiha dersek, işte tekrarlanan ,dürülen ,bükülen, ikili anlamalarına gelebiliyor, (seban minel mesani) de bu var…

Fatiha + Kuran-ı Kerîm gibi..!! Yanlış anlaşılmasın.. Fatiha Kuran-ı Kerîm’e dahil değil gibi anlaşılmasın..

Şunun gibi; Hz.Alinin bir sözü var…

‘’Kuran-ı Kerîm ,Fatiha da gizli… Fatiha besmelede gizli,…Besmele B harfinde gizli,…B harfi de noktasında gizli,…ilim bir noktadır;onu büyüten cahillerdir.’’ 08:55

Burada özetliyor,…prizma gibi, yukarı gittikçe daha konsantre olan bir durum var...

Fatiha da bu anlamda önemli…!!!

Besmele ye gelirsek;

Dedik ya, Kuran-ı Kerîm Fatiha’da gizli, Fatiha da Besmele de gizli … Dolayısıyla Fatihanın birinci Âyeti olan Besmele , Fatiha Sûresi’nin özeti gibidir. Yani mukaddimesi gibidir.(09:35)

Nasıl ki Fatiha Sûresi Kuran-ı Kerîm’in bir mukaddemesi… Besmele de onun bir mukaddimesi gibi…

(Fatiha’nın başındaki Besmele’nin sonunda, ayet numarası olan (1)rakamı var… yani tüm Sûrelerin başında bir Besmele var ama o Besmele o diğer sürelerin bir Âyeti değil…

Başlangıçta okunan bir şey ama Fatiha Sûresi nin başındaki, müstakil bir ayet olan Besmele…

Bunun dışında Kuran-ı Kerîm’de Besmele, başka ayetlerin içerisinde de geçiyor… Hani” bu Süleyman’dan dır..


Bknz İlgili Âyet


Neml Sûresi 30. Âyet

اِنَّهُ مِنْ سُلَيْمٰنَ وَاِنَّهُ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

İnnehû min suleymâne ve innehû bismillâhirrahmânirrahîm.

Mektup Süleyman’dandır, Rahmân ve Rahîm ALLAH’ın adıyla (başlamakta)dır.


Fatiha’da müstakil olarak Besmele geçmiş. Şimdi bunu açıklayalım biraz hızlı ilerleyelim..

Bi- ismi-  Bi demek ‘’ile’’ demek  arapçada …Bi ismi ALLAH-(ALLAH’ın ismi ile)…

Şimdi tercümelerde söylenirken ‘başlarım’ gibi ifade var. Burada herhangi bir başlarım ifadesi yok. Takdir ediliyor o..

ALLAH’ın ismi ile (başlarım ,yürürüm,kapıyı açarım, Kuran’ı okurum) gibi, siz onu hangi amel üzerine söylüyorsanız onu oraya takdir ediyorsunuz.. Anahtar gibi.. ALLAH’ın ismi ile… burada önemli bir vurgu var. ALLAH’ın ismi ne demek?!

ALLAH’ın biliyorsunuz, Esma-ül Hüsna’ları var…

ALLAH’ın Zât’ını anlamak mümkün değil..

ALLAH’ ı biz nasıl anlıyoruz?! Esmalarıyla anlıyoruz..

Çünkü Kainatta bu isimleriyle tecelli etmiş.. 11:11

İşte  biz aslında ,ALLAH’ın isimleriyle amel ediyoruz.

“La Havle Vela Kuvvete İlla Billahil Aliyyil Azim” in de açılımı aslında budur.

Yani sen kendinden iş görmüyorsun, ALLAH-U TEALA nın sana yükledikleriyle sen aslında iş görüyorsun öbür türlü enaniyet (Kişinin kendisine müstakil bir benlik vermesi, hem kendi varlığını hem de etrafındakilerin varlığını ALLAH’tan bağımsız görmesi, davranışlarını, bakış açısını bu zihniyete göre düzenlemesi anlamına gelir ) oluyor..

Güç ve kuvveti kendinde görüyorsun… Hayır ,ALLAH-U TEALA , Sunnetullah ile bir sistemi yaratmış sen de bunun içerisinde iş görüyorsun… En fazla iradeni kullanıyorsun

Başka bir anlamıyla ‘Bismillah’ takı anlam ; Ben ALLAH adına iş görüyorum… ALLAH namına… bu Arapça’da çok kullanılan bir anlammış..Mesela ben Bakan adına bunu söylüyorum.. Yada müdüriyet  adına bunu yapıyorum…Kanun namına deniyor ya … ALLAH namına demek..

Bu da çok ciddi bir ifade.. Yani siz bir işe başlarken bunu söylediğiniz de ‘biraz hareketlerimize’ dikkat etmemiz gerekiyor… Kimin adına iş görüyorsunuz?!?

Kimin Esma’larıyla ?!

Kimin güç ve kudretleriyle iş görüyorsunuz?!

İşte Kuran-ı Kerîm’de böyle bir başlangıç yaparken dikkat ediyorsunuz…

Er Rahman er Rahim; Buradaki Rahman da, Rahim de, yine ALLAH’ın isimlerinden… ALLAH’ı burada tanımlıyor… yani sıfatı oluyor… yani Nasıl bir “ALLAH” ın isimleriyle başlıyorsun.. Rahman ve Rahim olan…

Biliyorsunuz 99 la ifade edilen bir Esma-ul Hüsna var…

Onların en  konsantresi,  en baştaki en kutsileri, Rahman ve Rahimdir.

Diğer Esmalar onların bir anlamda alt açılımları gibidir.

Çünkü İsra Sûresinde bir ayet var diyor ki Bana ister ALLAH deyin ister Rahman deyin …


Bknz. İlgili Âyet


İsrâ Sûresi 110. Âyet

قُلِ ادْعُوا اللّٰهَ اَوِ ادْعُوا الرَّحْمٰنَ اَيًّا مَا تَدْعُوا فَلَهُ الْاَسْمَاءُ الْحُسْنٰى وَلَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ وَلَا تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ ذٰلِكَ سَبٖيلًا

Gulid’ullâhe evid’ur rahmân, eyyem mâ ted’û felehul esmâul husnâ, ve lâ techer bisalâtike ve lâ tuhâfit bihâ vebteğı beyne zâlike sebîlâ.

(Sen onlara) de ki: İster «ALLAH» deyin, ister «Rahmân» deyin, nasıl çağırırsanız çağırın. En güzel isimler O’nundur.» Namazında sesini pek yükseltme, çok da gizli okuma, orta yolu seç.


Şimdi (ALLAH≈ Rahman )değildir… Yani ALLAH’ın Zât’ı vardır … bir de esmaları vardır.. ama Rahman esması zatına o kadar yakın bir esmadır ki… -bizler ALLAH’ın zatını anlayamıyoruz ya- Esmalardan gidebileceğimiz en son nokta…Er-Rahman… Sanki ALLAH… o kadar kıymetli… yani Rahman…


“Huvallahullezî” okuyoruz ya Akşam namazından sonra


59-Haşr Sûresi 22.23.24. Âyetler

هُوَ اللّٰهُ الَّذٖى لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ هُوَ الرَّحْمٰنُ الرَّحٖيمُ

Huvallâhullezî lâ ilâhe illâ huve, âlimul gaybi veş şehâdeti, huver rahmânur rahîm.

O, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah’tır. Gaybı da, görünen âlemi de bilendir. O, Rahmân’dır, Rahîm‘dir.

هُوَ اللّٰهُ الَّذٖى لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزٖيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ

Huvallahullezî lâ ilâhe illâ hû, elmelikul guddûsus selâmul mué’minul muheyminul azîzul cebbârul mutekebbir, subhânallâhi ammâ yuşrikûn

 Diye devam ediyor…


Burada ilkin ‘rahmânur rahîm’ deniliyor..

Rahman ve Rahim’i önce söylüyor ondan sonra açılıma geçiyor.. el-Melik el-Guddûs es-Selâm el-Mu’min el-Muheymin el-Azîz el-Cebbâr el-Mütekebbir… diye esmalar sıralanıyor… dolayısıyla Rahman ve Rahim en konsantre olanları…

şimdi Besmele de neyi alıyor…

Hani dedik ya Besmele Fatiha’nın Fatiha’da Kuran-ı Kerîm’in özeti ya …

Rahman ve Rahim belirtilerek tüm esmaların toplu haldesi veriliyor.. işte, öyle ALLAH’ın ismi ile.. (14:28)

Rahman ve Rahim…

Rahman ve Rahime değinecek olursak ise kısaca; Rahman ‘merhamet eden’ olarak ifade ediliyor.. rahmetin en konsantre en yaygın hali

Rahim de biraz daha özel hali… rahmetin özellikle  müminlere olan hali olarak tanımlanıyor

Özel bir Rahmetin özel bir şekli ama.. şunu da söylemiştik hatırlarsanız.. Rahman ‘merhamet, acımak ‘ ama aynı zamanda sistemi oluşturan bir Esma… bunun içerisinde sertlikte var.. Hak ta var… Rahman daha kapsayıcı bir rahmet ama aynı zamanda sistemin sertliği de var bunun üzerine.. Rahmet (aa) ne kadar yumuşak falan diyor(sun)uz ama Kuran-ı Kerimde baktığınız da görüyorsunuz ki bir çok ‘’azap’’ ayetinin içerisinde Rahman var..

Hani Peygamber Efendimiz(s.a.v.) duası var ya ;‘Senin azabından rahmetine; gadabından rızana ; senden sana sığınırım’ diye…

İşte Rahman’ın içerisinde aynı zamanda o sistemin gereği olarak ta bazı unsurlar var.. Şöyle söyleniyor.…

Rahman eğer teşbihte hata olmaz eğer benzetmek gerekirse ‘’babanın rahmeti’’ gibi.. Şimdi Baba çocuklarını çok seviyor.. ama aynı zamanda otorite.. Yani Celâl de var… Anneyi çocuklar  otorite olarak pek kabul etmiyorlar..hissediyor musunuz?! o da Rahim.. Zaten anne de ne var fıtratı olarak bebeğin oluştuğu rahmi var.. Rahim annede daha çok..özel bir merhamet yani.. Mesela  kendi çocuklarını daha çok önemser .. ahiretteki mü’minlere muamelede bunları yakalayabilirsiniz…

Biraz hızlı geçmek istiyorum.. (Geçen sene 4 haftada işlemişiz.. 1 haftaya sıkıştırmaya çalışıyorum..)

Şimdi Fatiha Sûresi sanki 2.ayetten başlıyor gibi…” El hamdu lillâhi rabbil âlemin” den… şimdi bu, yukardaki Besmelenin açılımı oluyor.. Şimdi diyor ki 2.ayette : ‘’Hamd’’ ALLAH’ a mahsustur.. bazı ifadelerde “ALLAH ’a hamd olsun” gibi söyleniyor… çok doğru bir ifade değil.. Buradaki ‘’ lillâh’’ ifadesindeki ‘’li’’… Arapçada mahsusiyet/tahsis anlamına geliyor.. özellikle ALLAH içindir …ALLAH’a aittir.. ALLAH’a mahsustur.. özellikle ona yapılmalıdır anlamına gelir..

‘’Hamd” ,  -parantez içinde- sadece ve sadece ALLAH içindir.. Ve özellikle ona yapılmalıdır anlamına gelir…

Hamdı anlamak çok kolay bir şey değildir… Çünkü melekler ta ‘MELEKÛT ÂLEMİ’ nde diyorlar ki ; ‘’Biz seni hamd ile tesbih ederken’’ diyorlar.. E biz şimdi edna(Çok aşağı, en alt düzeyde, çok alçak ) olan dünyada sınırlı aklımızda ‘’hamd’’ ederken yine bir hamd yapıyoruz ama Hamd,bütün kainatı kapsayan sistemin içinde çok geniş bir kavram…

Bizim anlayabileceğimiz idrak düzeyinde eğer ‘’hamd’’ ne dersek ‘’övmek’’ diyebiliriz en yakınıyla…

övmek –methetmek “anlamında…

Yüceltmek anlamına da geliyor.. ama en yakın, yani bir yerden tutturmak , anlamak için ‘’övmek’’… Şükretmek değil bakın …

Şükretmek de hamd a çok yakın kavram ama aralarında fark var… Bu uzağı doğru gittikçe çok ciddi ara açılıyor…

Hatırlıyor musunuz? sizlerle bir antrenman yapmıştık… Hadi küçük bir şey yapalım hamdı anlamak için … bir senaryo…Evdesiniz… Hanım size yemek getirdi… Şu soruyu soruyorum… “Hadi Hanımınızı övün“…Hangi cümleyi kullanırsınız…teşekkür ederim ! burada övmediniz…teşekkür ettiniz…başka ne denebilir..

Eline sağlık!..Hamd etmiş olmadınız burada…teşekkür bile etmediniz aslında….dua ettiniz orada…ikinci olarak şu deniliyor… Yemek ne kadar güzel olmuş!.. Yine Hanımı övmediniz… Yemeği övdünüz… Konu Fatiha Sûresi olunca, nüanslara dikkat etmek zorundayız…

Örnekte, Yemeği övüyoruz; Hanımı övmüyoruz…Ancak Hanımını şu cümlelerle övebilirsin…

Yemeği çok güzel yapmışsın!..Bak ilk basamaktan ona bir övgü geldi…artık şahsına yöneldik…Biraz daha arttırılabilir…

Sen çok güzel yemek yapan birisin!…Bak biraz daha övdün… biraz daha övebiliriz…

Sen çok becerikli birisin!.... artık onun zatına giden övgülerle devam edebilir..

Ama biz normal yaşantımızda bile övmeği beceremiyoruz…ALLAH’ı hiç övemiyoruz …

Amelinden başlıyorsunuz…bir de Zat’ını övmek var..Ama bir yerden başlamak durumundasınız… İlk önce eserlerde sonra amellerde/ fiiliyatlarda övgüye başlıyorsunuz…sonra zatını,şahsını övüyorsunuz..

Peki bu ALLAH-U TEALA ya giderse ne olur..?!

ALLAH-U TEALA eserlerini öyle bir müşahade (gözlem,görme) ediyorsunuz ki ve ondaki muhteşemliği görüyorsunuz ki övmeye başlıyorsunuz…

Bu teşekkürden başka bir kavram… Teşekkür verilen nimetlere karşı bir minnettarlık duygusu ve onun arttırılması talebidir… Bu da “Hamd’’ın içerisinde güzel bir yerdedir… Ama zatı övmek faili övmek daha farklı bir kavramdır.

O yüzden yaşantımız da ALLAH’ı övmeye dikkat edin..!!!!

Nimetini değil.. Nimetini de övebilirsiniz.. Fiiliyatını.. Ama ALLAH’ı övmek biraz daha farklıdır..Bunu antrenmanlarını yaparsanız görürsünüz… Mesela bir doğa belgeseli bakıyorsunuz …muhteşem bir sistem var..Yarabbi sen ne güzel yaratmışsın!.. Kozmozu izliyorsunuz kainatı izliyorsunuz, Aman Yarabbi bu nasıl bir sistem!… ,

sen ne güzel yaratıcısın! dediğin de bakın, biraz daha zatında övgüye giriyorsunuz…

ne güzel Halk edicisin dediğinde..

Halik esmasıyla beraber ALLAH’ı övmeye başlıyorsun..

Bütün esmaları tanıyıp övdüğünde artık ALLAH’ın zatına giden bir ‘’hamd sürecine’’ giriyorsun…

Onda da sınır nokta ne ?! ALLAH-U EKBER !…

İflas ettiğiniz yerde… Secdeye giderken biz ne diyoruz…?! ALLAH-U EKBER diyoruz…

İşte “hamd’’ burada ,bizim anlayabileceğimiz haliyle ‘’övmek’’ ..Bakın bunun başında bir ’EL’ var.. Arapçada ‘’El hamd’’ bunu İngilizceyle tabir etmiştik ‘’The pen’’ diyoruz mesela ,belirli bir kalem .”Give me a pen’’ dediğimizde “bir kalem ver’’ ama ‘’Give me The Pen ‘’ dediğimizde özellikle işaret ettiğimiz, belirli bir kalemi istiyorsunuz.. İşte Arapçada da bu ‘’The’’nın karşılığı ‘’El’’ dir… El Hamd .. herhangi bir hamd değil yani.. El hamd demek belirli bir hamd … yani bilinçli bir hamd… rastgele övmek değil…

‘’ALLAH’ım sen ne büyüksün’’ vs falan … övüyorsun ama bilinçli olmuyor.. Mesela buna bir cerrah örneği verirsek… Ya sen ‘’ne büyük doktorsun’’ deniyor.. Tamam da bir müşahade ettiğinde onun sanatını, bir ameliyatına girdiğinde o titizliğine dikkat ettiğinde ,hastanın öncesini sonrasını gördüğünde, hangi okullar okuyup ta o ilme sahip olduğunu gördüğünde daha bilinçli onu övüyorsun…Öbür türlü ‘Ne kadar büyük doktorsun sen doktor bey’ ama bilinçli’’ hamd’’ çok daha farklı… İşte ALLAH-U TEALA bu yüzden bizim tefekkür etmemizi istiyor… Müşahade etmemizi istiyor.. Ama neyi??!! Bakın..    “rabbil âlemîn’’ diyor.. (23:23) 

Alemlerin RABBi, yani bir düşün diyor hangi alemler var.. Bitki alemi var.. böcek alemi var..hayvanlar alemi…cennet alemi var… cehennem alemi var… melekler alemi var…cinler alemi var….say sayabildiğin kadar… bunların hepsinde aslında ‘’hamd’’ istiyor.. O yüzden boş yaşamayın deniyor tefekkür edin diyor..bakın edin diyor …neden, bilinçli bir hamd yapabilmek için ..ne kadar anlayabiliriz..tabii ki mümkün değil..ama anlayabildiğin yerde “ALLAH’ın büyüklüğüne’’ karşı bir teslimiyet duygusu oluyor zaten.. bu da ALLAH-U TEALA’ ya seni daha fazla yönelten bir kavram oluyor… İşte bu yüzden ‘El hamdu lillâhi rabbil âlemîn..(24:13)

“Rabbil Alemin’’ de bir de şu var..

Biz ‘’bencilliğimizden ötürü’’ kendimize mahsus bir RAB anlayışımız var..

Kişiye özel RAB!..

Yani ‘’BENİM RABBIM !’’… birisine kızıyoruz.. ALLAH’ım şunu cezalandır !…

Ya Onun da RABB’ı !!!  Ya da çiçeklere çok güzel eziyet ediyoruz.. hayvanlara eziyet ediyoruz…sanki sadece bizim RABB’imiz diğerlerin RABB’ı değil..

ALLAH-U TEALA ne diyor bak ‘’Alemelerin RABBiyim’’ diyor… Onunda RABBiyim..onunda RABBiyim..onunda RABBiyim…(24:47)

Aynı zamanda ‘RAB’ kelimesi Türkçe de mürebbiye; terbiye edici,eğitici anlamına geliyor.. RAB hem yaratıcıdır.. hem düzen koyucudur… hem de terbiye edicidir.. Sizin başınıza gelen Hâyırlar Şer olabilir.. Şer zannettikleriniz Hayır olabilir…Burada ne var… işte RAB giriyor devreye …eğiticilik var…

Sana yaşadığın olaylarda ‘’hâyır’’ ve ‘’ şer ‘’zannettiğin olaylardan dolayı bir eğitime tabi tutuyor…

Peygamber Efendimiz(s.a.v.) ne diyor;‘’Beni RABBım terbiye etti, ne güzel terbiye etti…’’

İşte RAB sürekli ikram eden anlamında değildir.. Sen çocuğuna bazen kızarsın edersin, karnı ağrıyordur şeker vermezsin.. Çocuğa göre sen zalimsindir.. Ama terbiye edici olarak sen aslında ‘’İkram’’ ediyorsundur ona…

Ve ALLAH-U TEALA bütün ‘’Alem’’leri böyle ‘’Terbiye’’ ediyor…Terbiye etmekten murad ‘’kemaliyete erdirmek’’tir. (25:47)

ALLAH her şeyi ’’Kâmil’’ olarakta yaratabilirdi. Ama Cüz-i irade koymuş … irade koymuş ve bunu bütün mahlukata koymuş.. Akıl verdiği bütün mahlukata irade koymuş… kendisinin bulup bir şeyleri bulmasını istiyor… Anahtar ne burada Hadis-i Kutsi..‘’Ben gizli bir hazineydim.. Bilinmek istedim…’’ İşte Alemleri öyle yaratıyor.. Kendisi kendisini zaten biliyor..İrade veriyor.. Bilebilirlik veriyor… Bunu istiyor… Aslında bizim yaşam sürecimiz bu Kainattaki bizim o…

Biz buraya kendi mesleğimizi icra etmek için gelmedik… yemek yemek için gelmedik…hangi işler yapıyorsanız onun için  gelmedik…


************Biz,ALLAH’ı bilmek için geldik!!!*************


Burası ilginç bir nokta meraklısına söylüyorum…”İleyhi Turceun“a kadar devam eden bir bilme süreci devam ediyor… Yani bu dünya bitti… bilme süreci bitti değil… Bu gelişme ilerleme Cennete de devam ediyor… İş bitmedi… Sen ‘’Rabbına kavuşana kadar çalışırsın,çabalarsın’’ diyor …


Bknz. İlgili Âyet


İnşikak Sûresi 6. Âyet

يَا اَيُّهَا الْاِنْسَانُ اِنَّكَ كَادِحٌ اِلٰى رَبِّكَ كَدْحًا فَمُلَاقٖيهِ

Yâ eyyuhel insânu inneke kâdihun ilâ rabbike kedhan fe mulâkîhı.

Ey insan, şüphe yok ki sen, Rabbine ulaşmak için meşakkatler içinde didinir durursun da sonunda ona kavuşursun.


Yani bu Alemlerin Rabbı bakın… ilginç ,Cennetin Rabbı, demiyormuyuz…

Rablığın terbiye edeciliğin,eğiticiliğin orada da devam etmesi lazım…!!!

Orada da tekamül(gelişme, olgunlaşma) var… tersi olsa, 

Cennetin Rabbı olmuş olmuyor…

Cennetin Hâlik’i oluyor o zaman

Yaratıcısı oluyor ama Rabbı denilince, orada da bir terbiye , eğitim süreci var…!!!

Cehennemde de var… Böyle bir sistem ..Hatta Cennet üstü sistemde de var…

İleyhi Turceun’a kadar…!!!

ALLAH’a dönünce kadar.. rücu edene kadar…

Herşey ALLAH’tan başladı… ALLAH ‘a rücu edecek…

İşte bu daire:  Dehrdir…

Meraklısına söylüyorum..!!!

Yaratma süreci, yaradılış süreci dehr (Zaman, çok uzun zaman, ebedi )zaman olarak söylenir ama zamanla  ifade çok doğru olmuyor… böyle bir süreçtir…ALLAH murad etmiştir.. bilinmeyi…’’kun fe yakun’’ dedikten sonra başlayan bir şüreç var…

ALLAH-U TEALA ya göre bu ‘An’dır..Anında olmuştur..

Biz o süreci yaşıyoruz…Yaşanılan süreci biz  ‘’zaman’’ olarak algılıyoruz….

Ayrıntılara girmiycem dedim ama o kadar kaynak ki…

Kuran-ı Kerîm bunun içinde.. neler var neler … 

Öldüğün zaman ALLAH’ın kim denmeyecek Rabbın kim denecek… diyor..

Rabbı bilmek sürecinde Fatiha Sûresi işte burada açıklayıcı…

“Er rahmânir rahîm” tekrar geçiyor 3. Ayette..!!!

Bakın; ALLAH-U TEALA bir şeyi gereksiz yere tekrarlamaktan münezzehtir…

İşte ben dedik ya, bakın “Besmele Fatihayı açıklayan, kapsayan” dedik ya ,… Fatiha , Besmelede gizli

Besmelede geçmiş “Er Rahmanir Rahim” neden burada  da “Er Rahmanir Rahim geçiyor”..anladınız mı?!..

Yukarıda, konsantrede “erRahmanir Rahim” var..

Aşağıda da “erRahmanirrahim “var…öyle olmasaydı (besmele fatiha’nın kapsayıcısı özeti) Haşa!! gereksiz tekrarlar olurdu.. biraz Haşa!!! boşa boşa gibi olurdu….

Kuran-ı Kerîmin ilerleyen Sûrelerinde belki olması tekrar pekiştirici olabilir.. ama bütün Kuran-ı Kerîmin özeti olan, konsantresi olan bir yerde, bir harfin bir noktanın bile çok büyük bir ifadesi, anlamı vardır…

O yüzden Rahman ve Rahim 3. Ayet de ayrı olarak geçmiştir…

Yani Alemlerin Rabbi ama Rahman ve Rahim…

Burada Rahman ve Rahim olarak şunu söyleyeyim.. ilk ayet var ya ilk inen ayet..


Bknz. İlgili Âyet


Alak Sûresi 1. Âyet:

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذٖى خَلَقَ

Ikra’bismi rabbikellezî halak

Yaratan Rabbinin İsmi ile oku


‘’Bi ismi’’ diyor..

‘’Bismillâhir rahmânir rahîm’’ işareti var…

Rabbi diyor.. RAB var – ‘’ellezî halak’’

Buradaki eksik nokta ne ‘rahmânir rahîm’.. aynı matematikteki değişme kuralı gibi Rahman ve Rahim burada ‘’rabbikellezî halak’’ o ki halk etti(Yaratmak) Rahminin ismiyle ‘’oku ‘’o ki halk etti…

Burada karşılığı ne bunun ‘’Rahman ve Rahim’’…

Yani Peygamber Efendimizi(s.a.v.) o an da düşünün…

Kuran-ı Kerîm daha inmemiş ilk defa vahiyle ilk defa muhattab oluyor..

Yaratıcısıyla iletişimde ilk defa muhattab oluyor…Diyor ki ilk şey şu ‘’ ellezî halak’’ Yaratan Rabbin… orada yaratma vurgusu vuruluyor..

Halak ne demek yoktan var etmek demek

Yani yoktuk biz arkadaşlar… hiç yoktuk…

ALLAH-U TEALA öyle bir Rahman ki öyle merhamet sahibi ki biz yok olanlara kendini tanıma fırsatı veriyor…bilme fırsatı veriyor…

En büyük rahman en büyük nimet bu… (31:00)

Üstüne üstlük insan yaratıyor… yani taş toprak bitki kuş ağaç bilmem ne değiliz…cin de değiliz.. insan olarak yaratma şerefine eşrefi mahlukat veriyor…üstüne üstlük bir de El hamdu lillâh ‘’Müslüman ‘’ olarak yaratıyor.. 31:20

Yani insan olabilirdik ama Afrikada ki bir kabile de bilmem ne ye tapan ve de onu en doğru olduğunu zannedenlerden de olurduk ya da dinini savunan bir papaz da olabilirdik… 3 le meyi savunan…

İşte Hz. Âişe (ra) uyandığında Peygamber Efendimiz(sallallâhu aleyhi ve sellem) gece yarısı uyandığında yanında bir bakıyor ayakları şişmiş namaz kılıyor..Ya Rasûlullah’a gelmiş geçmiş bütün günahların af olunduğu halde neden bunu yapıyorsun? Diyor.. Peygamaber Efendimiz(sallallâhu aleyhi ve sellem) de..

Ya Hz. Âişe (ra) ‘’Rabbime şükredici bir kul olmayayım mı? diyor….

Yani bu başlı başına yeter…(31:57)

Yoktuk ya yok bilinç falan yok hiçbirşey yok.. hiçbiri yok.. Rabbim bilinmekliğini murad ediyor..İnsanı yaratıyor… Rabbimizi tanıyoruz.. Süreci bir düşünsenize.. Doğru işler yaparsak Cemâliyle müşerref olacağız.. Ve Giderek artan bir devinimle İleyhi Turceun olacağını düşün… İşte Rahman ve Rahim de bu var… Yarattığı herşey merhamet üzere…

Mâliki yevmid dîn

4. Sıfatta bunların hepsi sıfat Rabbil Alemin olması Rahman ve Rahim olması hepsi ALLAH’ın sıfatı ..

4. Ayette geçen de Mâliki yevmid dîn..Bu bize çok işimize yarayacak bir Âyet…

Malik sahip demek yevm ; gün demek din de din sanki Türkçe… sondan gelirsek ‘din günün Maliki’..

Din gününden ne anlaşılıyor hesap günü, ahiret günü, mahşer günü, toplanma günü gibi ifade var ama Rabbim özellikle burada ‘din’ demiş..

Din günü şu 2 anlamı var bunun.. din günü şuan da din yok mu bir sistematiğimiz var ya her günümüzde din değil mi onunda ‘maliki’ yöneticisi sahibi ama öldükten sonra şuan imtihan süreci bittikten sonra bir gün yaşanacak 1000 yıl olduğu 1 günü …1000 yıl olarak ifade edilen Alimler tarafından 1000 yıl arkadaşlar… 1 gün 1000 yıl öyle 1gün gibi gelmesin size… ahiretin rakamlarıyla bunu destekleyen bir hadis şerif var… ‘’ Ümmetimin fakirleri yarım gün evvel girecek ‘’ yani 500 yıl evvel yani bakın 500 yıl ne demek biliyor musunuz…?!!! İstanbul fethi civarlarında girmeye başladılar…Biz hala hesap meydanındayız… Her gün yaşandı…İşte gün derken onu basite almayın.. süreci basite almamız adına söylüyorum… ALLAH… Din günü derken şu var…


Hucurat Sûresi 16.Âyete bir bakar mısınız..!


Hucurat Sûresi 16.Âyet

قُلْ اَتُعَلِّمُونَ اللّٰهَ بِدٖينِكُمْ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَیْءٍ عَلٖيمٌ

Kul etualli mûnallâhe bi dînikum vallâhu ya’lemu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun)

De ki: “Siz ALLAH’a dininizi mi öğreteceksiniz? Oysa ALLAH, göklerde ve yerde olanları bilir. ALLAH, her şeyi bilendir.


De ki: “Siz ALLAH’a dininizi mi öğretiyorsunuz…

Bak ALLAH diyor ki ‘’siz ALLAH’a dininizi mi öğretiyorsunuz…bakın ALLAH’a dinimi öğretiyorsunuz değil..

Siz dininizi ALLAH’a mı öğretiyorsunuz..demek ki herkesin bir dini var… Yani Din anlayışı var…

Bir de ALLAH’ın dini var…İşte ahirette sen dünya da yaşarken kendi dinin ile yani ALLAH’ın dinini anlamak…

Yani ALLAH’ın dinini ne kadar örtüştürdün ona göre yaşadın…

Ahirette ortaya çıkacak.. İşte ‘’Din Günü’’dediği o…

Bu dünyada haşa haşa ALLAH yokmuş gibi yaşanıyor.. herkes kendi kayde kaydasını koyuyor.. benim borum öter diyor… kendi anlayışını mutlak doğruymuş gibi.. görüyor yaşıyor empoze ediyor…

ALLAH mühlet veriyor…Ama ahirette öyle değil… ahirette ne biliyor musunuz??

Malik Malik …

Bu dünyada malik var melik var kral var yönetici var herkes bir şekilde bundan nasipleniyor… ama ahirette tek malik o…


Nebe Sûresinde diyor ki:


Nebe Sûresi 37.Âyet

رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا الرَّحْمٰنِ لَا يَمْلِكُونَ مِنْهُ خِطَابًا

Rabbis semâvâti vel ardı ve mâ beynehumer rahmâni lâ yemlikûne minhu hitâbâ(hitâben).

Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi Rahman olan ALLAH ; O’na hitap etmeye güç yetiremezler.


Nebe Sûresi 38.Âyet

يَوْمَ يَقُومُ الرُّوحُ وَالْمَلٰئِكَةُ صَفًّا لَا يَتَكَلَّمُونَ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَقَالَ صَوَابًا

Yevme yekûmur rûhu vel melâiketu saffân, lâ yetekellemûne illâ men ezine lehur rahmânu ve kâle sevâbân

O gün ki Rûh ve melekler saf saf ayakta duracaklardır. Kendisine Rahmân’ın izin verdiğinden başkaları konuşamıyacaklar ve (o da) doğruyu söylemiş olur.


Düşünebilebiliyormusunuz???!!!

Milyonlarca milyarlarca trilyonlarca mahlukat orada çıt yok.

3-5 insan bir araya geliyorda ne gürültü oluşuyor..O kadar mahlukat orada çıt yok…

Nasıl bir ALLAH’ın Malikin tecellisi var o yüksek Celâlin otoritenin büyüklüğü var…!!!!!!!

Ve onun ciddiyetini anlamak için şunu söyleyeyim..

Bu biraz evvel Huvallahullezî den bahsettik ya Er Rahman ve Rahimden sonra gelen ilk esma hangisi biliyormusunuz…

El Melik..

elmelikul guddûsus diye sıralanıyor.

Eğer Er rahman ve Rahimi yok sayarsak en yüksek idrak edebilecek yukarıdaki Esma ‘’Melik’’…

Anlaman için şunu söyleyeyim…

Cebrail Aleyhisselam bile Kudduste…Ruhul kudus denmiyor mu…

Biz seni hamd ile takdis ederken diyor…


Bknz. İlgili Âyet


Bakara Sûresi 30. Âyet

وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰئِكَةِ اِنّٖى جَاعِلٌ فِى الْاَرْضِ خَلٖيفَةً قَالُوا اَتَجْعَلُ فٖيهَا مَنْ يُفْسِدُ فٖيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاءَ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ اِنّٖى اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُو نَ

Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî câilun fîl ardı halîfeh(halîfeten), kâlû e tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfikud dimâ(dimâe), ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek(leke), kâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemûn(tâ’lemûne).

Hani Rabbin meleklere: «Muhakkak ben yer yüzünde (benim emirlerimi tebliğ ve infaza me’mur) bir halîfe (bir insan, âdem) yaratacağım» demişdi. (Melekler) de: «Biz seni hamdinle tesbîh ve seni takdis (ayıblardan, eş koşmakdan, eksikliklerden tenzîh) edib dururken (yerde) orada bozgunculuk edecek, kanlar dökecek kimse mi yaratacaksın?» demişlerdi. ALLAH (da) : «Sizin bilemeyeceğinizi her halde ben bilirim» demişdi.


Kuddüslük var orada… Melik onunda üstü…

Dolayısıyla o en yüksek Esmasıyla orada tecelli var… 

Yani ortamın bir dehşetini düşünün…ALLAH-U TEALA işte diyor.. yaptıklarınızı ona göre düşünün… tartın öyle bir günde karşılaşacaksınız… Din gününde…

Yunus Emre diyor ya;Gaflet ile Hakk ı buldum diyenler, Er yarın Hakk’ın divanında belli olur..

Melikle ilgili bir şey söyleyeyim size… sizin dediğinize göre… insanoğlunu hatta bütün mahlukatının tekerliğinin en patlak olduğu yer neresi mülkiyet…

Herkes bir şeye mala mülke sahip olmak istiyor.. aynı zamanda meleke yanı hükümdarlık anlamında da hükmetmek te istiyor..

Şeytanda Ademi zaten ben size ALLAH şu ağaca niye yaklaşmanızı yasak etti… derken..

Tükenmez mülk ve ebedi hayat ile kandırıyorTükenmez mülk Ademi ayağını cennetten kaydıran şey… Hepimiz Ademiz.. Ve cehennemin bekçisi olan meleğin ismi ne ?!

Malik.. ALLAH diyor ki..

Bütün mülk talebinde bulunanlar yani ALLAH-U TEALA nın asıl Malik olduğunun asil malın sahibi olduğunu unuttupta hayatlarını mülk peşinde koşupta o şekilde geçinenler varya diyo işte onun hakkından Malik gelir diyor..

Ters tarafında ne var …Cennetin kapısındaki meleğin ismi ne RIDVAN…Rıdvan da rıza kökünden geliyor..

Sende ALLAH-U TEALA dan razı olarak yaşarsan… mülkiyetin ona ait olupta verilen razı olarak yaşasanda bu sefer seni Rıdvan meleği karşılıyor… Razılıkla ilgili rızayla ilgili melek karşılıyor

Sabaha kadar konuşulur..

Fatiha bitmeye bilir… Mâliki yevmid dîn müthiş ahiret sahnelerin bize hatırlatılacak..

Biz o zaman namazda Fatihanın bu 4. Ayetini okuduğumuzda ne gelecek gözümüzün önüne o mahşer anı gelecek ..Yani Mâliki yevmid dîn derken ALLAH’ı bir hatırlıycaz…

Bu dünyanın gelip geçici olduğunu ..imtihan olduğunu belli bir süre içinde burada olduğumuzu yaptıklarımızın her birinin bir gün hesaba çekip neyle yaptıklarımızın ,anlayışımızın örtüşmediğini bir gün Melik olan ALLAH tarafından hesaba çekileceğini bilinciyle yaşa diyor …ALLAH-U TEALA …

Namaz en büyük zikirdir deniyor ya.. Zikir hatırlatma demek aynı zamanda O nu hatırlatıyor..

Peygamber Efendimiz(s.a.v.), O yüzden Fatihasız “Namaz olmaz” diyor…

İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn; Buarada güzel bir nokta açıklıycam..

Biraz Arapçaya gireceğim..Arapça da 2 temel cümle yapısı vardır..birisi isim cümlesi…birisi fiil cümlesi…

Eğer bir cümle isimle başlarsa isim cümlesidir.. çok basit kayda aslında fiil ile başlarasa fiil cümlesidir..

İsim cümlesi Arapçada fiil cümlesinden daha kuvvetli bir yapıdır… Bakın ilk 4 ayette hep isimle başlamış…şu 4 ayetin yapısı farklı …ama birazdan göreceksiniz ki.. bu alttaki ifadeler ise fiil cümleleri.. İyyâke na’buduyla başlıyor bize hidayet et diyor… açıklıyor ..ikinci bir gruba geçiyor..

Yukardaki 4 Âyet ALLAH-U TEALAnın kendisi tarafından zatını anlattığı ayetler…diğerleri de ALLAH’ın ayetleri …ama sanki bakın bu 5. Ayetten itibaren bir ‘’kul’’ konuşuyormuş gibi ifadeler var…diğer Kuran-ı Kerîmde görüyoruz… Kul diyor de ki.. şöyle de diyor iki nokta üst üste açıklıyor ama burada kul yok..de ki yok.. Valla sanki ALLAH-U TEALA nın ifadesi gibi ama kulun ifadesi.. İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn yalnızca sana kulluk ederiz ve yalnızca senden yardım dileriz.. Bir yandan da ALLAH-U TEALA bize ne yapmamız gerektiğini söylüyor..

Yani işte diyor ki beni tanıdın mı diyor..tanımak mümkün değil de en azında gösteriyor…öyleyse ne yapman lazım…bari şunu ‘’de’’ diyor… hani Rahman ve Rahim de RAB ya yol gösterecek bunu de diyor…O zaman sen diyeceksin ki namaz da ‘’Ya Rabbi yalnızca sana kulluk ederiz ve yalnızca senden yardım dileriz’’…

Tekniğine girersek iyyakenin başta olması mahsusluk veriyor…Aslında cümlenin aslı şu ‘’sana kulluk ederiz ve senden yardım dileriz’’…ama Arapçanın özelliği iyyake başta olduğunda yalnızca senden anlamı verir… Neden bu vurgulanmış…hani Şöylede denilenebilirdi… na’budu iyyake de diyebilirdi…bu arapça kurallarına göre uygun olurdu…ama bunun böyle denmesinin sebebi LA İLAHE İLLALLAH’ın açılımına göre… 44:00

Yani kulluk edilecek yönelinecek güç ve kudret ıslah edilecek tek merci ALLAH. O yüzden sen kulluk mu edeceksin…sadece ALLAH’a et.Yardım mı isteyeceksin..

Yalnızca ALLAH’tan iste… Bu LA İLAHE İLLALLAH ın özüdür… 44:22

ALLAH-U TEALA bunu bizim böyle dememizi istiyor…

Ve sanki bizim ağzımızdan Fatihaya koyuyor bunu…burada 1-2 ayrıntı daha var…

Burada na’budu de abd kokunden geliyor..kulluk demek..ibadet etmek bunu özel anlamı…

Yani bazı yerlerde yalnız sana ibadet ederiz derken doğru ama eksik… kapsamıyor kulluk ederim deyince kapsıyor..daha kapsamlı ama kulluk ederim siz sadece ibadet zamanlarında pencerelerinde alırsanız bu koskoca Fatihanın anlamını daraltmış olursunuz…

Eğer Alemlerin Rabbi olan ALLAH ı Rahman ve Rahim olan ALLAH ı almadınız Maliki yevmud dini almadınız o zaman yaşamın her tarafında kulluk etmeniz gerekmez mi?! Bu bilinçle yaşadığınız taktirde ‘’kul’’ oluyorsunuz..

Yaptığınız her fiiliyat bunun içerisine giriyor… bunu idrak etmeden ibadetlere yönelirseniz..sadece ibadet ettiğiniz alanda ibadet ettiiğiniz oluyor…diğer alanlar yaşadı oluyor..

Onun bilinciyle yaşarsan yediğin içtiğin kalktığın oturduğun baktığın herşey ibadet oluyor… 45:45

Hadislerin başında hep şu alınır…

Bütün ameller niyetlere göredir…

Niyetinizi kulluk bilinciyle yaparsanız…bütün amelleriniz aklınıza gelecek yemek içmek oturmak kalkmak bir yerlere gitmek… hepsi ibadet hükmünde gelir çalışmakta ibadetdir deniyor ya…

İşte olması gereken aslı bu. ALLAH’a ben iyilik edeyim esmalarıyla üretiyim ben insanlara faydalı olayım, ben Esmaları anayım, zikrediyim dersen çalışmak ibadet olur…yoksa bugün insanların söylediği gibi insanları ibadet uzaklaştırmak için çalışırsan o ibadet değil o kazıklamadır… ‘’iyyake na’budu’’yalnızca sana kulluk ederiz bak burada ifade de ‘’na’’ var…


(Ezan Okunuyor.)

Öyleyse Fatihaya öbür haftada devam edelim…Bütün Kuran-ı Kerîm i okumuş gibi oluyoruz…

Haftaya da yapalım İnşaallah…


Lütfen namazlarda ben dahil bu bilinçle bir Fatiha’yı okuyalım…

Aklımıza gelsin bu şekilde…

İnşaallah..

SADAKALLAHULAZÎM

FATİHA 2014(2)(ktpçk-2)#

 

SES KAYDINIMP3 OLARAK DİNLEMEK VEYA İNDİRMEK  İÇİN LİNK’E TIKLAYIN :
https://yadi.sk/d/RxOkWAhDco3wa
 

AYET METİNLERİ


FATİHA SÛRESİ 1.AYET:

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ /Bismillâhir rahmânir rahîm/Rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla.

FATİHA SÛRESİ 2.AYET:

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ/El hamdu lillâhi rabbil âlemîn/Hamd  âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.

FATİHA SÛRESİ 3.AYET:

اَلرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ /Er rahmânir rahîm/O, rahmândır ve rahîmdir.

FATİHA SÛRESİ 4.AYET:

مَالِكِ يَوْمِ الدّٖينِ /Mâliki yevmid dîn. /Ceza gününün mâlikidir.

FATİHA SÛRESİ 5.AYET:

اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعٖينُ / İyyake nağbudu ve iyyake nesteîn. /Yalnız sana kulluk ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.

FATİHA SÛRESİ 6.AYET:

اِھْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقٖيمَ / İhdinas sırâtal mustekîm.  /Bizi doğru yolu ilet.

FATİHA SÛRESİ 7.AYET:

صِرَاطَ الَّذٖينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالّٖينَ

Sırâtallezîne enamte aleyhim, ğayril mağdûbi aleyhim ve leddâllîn.

Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!

AMİN.


SES KAYDININ METNİ:


DERS 2:FATİHA 2014

Eûzubillâhimineşşeytânirracîm

Bismillâhir rahmânir rahîm.


Evet Fatiha’ya başlamıştık…

İlk 4 Âyet ini işlemiştik…5. Âyet te girmiştik.. Asıl oradan devam edeceğiz..

 

Evet küçük bir giriş yapacağım, tekrarlamak adına …

Fatiha Sûresi, Kuran-ı Kerîm’in ilk Sûresi…

Nüzulde -iniş’de-ilk Sûrelerden ,ama ilk Sûre değil.. 2 kez inmiş (Bir Mekke ve Bir Medine döneminde) 2 kez nazil olmuş…Şu sözü tekrar hatırlatmak istiyorum (Hz Ali (r.a) ‘nin büyük ihtimalle):

Kuran-ı Kerîm Fatiha’da gizli, Fatiha da Besmele’de gizli…’’ devamını söylemiyorum..

Dolayısıyla Fatiha, Kuran-ı Kerîm’in özeti gibi…
 
Hani ”Ve le kad âteynâke seb’an minel mesânî vel kur’ânel azîm ”(Hicr Sûresi 87. Âyet) diyordu…
(Andolsun ki biz sana, tekrarlanan yedi âyeti ve pek büyük olan Kur’ân’ı verdik.)
Mesânî=Katlanan,devinen; tekrar eden; ikili anlamlarına geliyor…

Okumaya devam et