Sebe Suresi (31. Sohbet) 49. Ayet/ yazılı metin

Sebe Suresi 49. Ayet – 31. Sohbet (29.11.2015)

Eûzubillâhimineşşeytânirracîm.

Bismillâhir rahmânir rahîm

قُلْ جَاء الْحَقُّ وَمَا يُبْدِئُ الْبَاطِلُ وَمَا يُعِيدُ

Kul câel hakku ve mâ yubdiûl bâtılu ve mâ yuîd(yuîdu).

De ki: “Hak geldi, bâtıl (bir şey) zuhur ettiremez ve geri getiremez.”


1. kul : de
2. câe : geldi
3. el hakku : hak
4. ve mâ yubdiû : ve ortaya çıkaramaz, zuhur ettiremez
5. el bâtılu : bâtıl
6. ve mâ yuîdu : ve geri getiremez

 

SEBE suresinin 48. Ve 49. Ayetleri birbiri ile bağlantılıdır. 48. Ayeti hatırlayacak olursak:

قُلْ إِنَّ رَبِّي يَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَّامُ الْغُيُوبِ

Kul inne rabbî yakzifu bil hakk(hakkı), allâmul guyûb(guyûbi).

De ki: “Muhakkak ki benim Rabbim hakkı kazefe eder. Bütün gaybleri (tamamiyle) bilendir.”


1. kul : de
2. inne : muhakkak
3. rabbî : Rabbim
4. yakzifu : kazefe eder, atar, tecelli ettirir
5. bi el hakkı : hakkı
6. allâmu : çok iyi bilen
7. el guyûbi : gaybler, bilinmeyen

 

 

Kul (قُلْ). De ki.

Burada biliyorsunuz “Kul(قُلْ)” “De” emri. Peygamber Efendimiz(SAV)e hitap ediyor, dolayısıyla Kuran’ın muhatabı olan okuyucuya yani bizlere.

İnne rabbî(إِنَّ رَبِّي). Şüphesiz benim Rabbim.

Yakzifu(يَقْذِفُ)  yok eder, parçalar, atar gibi anlamları vardır. Ne ile? Hak ile. Yani buradaki ifadeyi söylüyorum “Şüphesiz benim Rabbim hakkın yardımı ile batılı yok eder. Hak ile batılı yok eder” ifadeleri vardır.

Allamul guyub(عَلَّامُ الْغُيُوبِ). O bütün gaybları çok ince derinlikleri ile çok çok bilendir.

Bugünkü ayette de tekrar kul(قُلْ) var. Kul câel hakku(قُلْ جَاء الْحَقُّ). De ki: “Hak geldi”. Ve mâ yubdiûl bâtılu ve mâ yuîdu(وَمَا يُبْدِئُ الْبَاطِلُ وَمَا يُعِيدُ).

 

Geçen sohbette hak konusu baya teferruatı ile anlatılmıştı. Hak kelimesi gerek Arapçada gerek Türkçede çok fazla kullanım alanı olan ve farklı farklı kullanım yerleri olan bir konudur. Fakat burada birinci anlamı ile kastedilen özellikle sistem.

Çok meşhur bir ayet vardır:(İsra suresi 81. Ayet.)

  • وَقُلْ جَاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ اِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا
  • Ve gul câel haggu ve zehegal bâtıl, innel bâtıle kâne zehûgâ
  • “Hak geldi batıl zail oldu ; batıl kesinlikle yok olmaya mahkumdur”

Çok meşhurdur biliyorsunuz.  Hatta geçen hafta söyledik. Bir gazetenin sloganı idi bu. “Hak geldi batıl zail oldu”. Özellikle bu kısmı söyleniyor. İkinci kısmı biraz daha az dillendiriliyor. Buradaki ayetle baya alakalı. Şimdi 48. ayetten biz anlıyoruz ki Allahû Teâlâ hak sistemi öyle yumuşak bir şekilde getirmiyor. Bir darbe gibi, bir devrim gibi, bir ihtilal gibi bir şeyle getiriyor. Nereden vardık bu sonuca? Bakın 48’de diyor ki yakzifu(يَقْذِفُ). Bu “nezele (نَزَلَ) indirmek” fiilinden değil, yani “indirir” değil. İndirmede daha yumuşak bir ifade var. Hatta bir başka ayette nuzulen diyordu cennet nimetleri için nüzul diyordu. Yani gökten bir sofranın inmesi gibi, bir ikram gibi. Yani nezelede o var. Fakat  “yakzifu” olduğunda yukarıdan aşağıya kafasını parçalarcasına atmak var.sertlik var. Yani indirir manası da var yakzifu için ama öyle bir” yukarıdan aşağıya şiddetle indirir ki , beynini parçalayacak şekilde”.

Enbiya 18’de şöyle geçer:

  • بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَاِذَا هُوَ زَاهِقٌ وَلَكُمُ الْوَيْلُ مِمَّا تَصِفُونَ
  • Bel nagzifu bil haggı alel bâtıli feyedmeğuhû feizâ huve zâhig, ve lekumul veylu mimmâ tesıfûn
  • Bilakis biz “akkı batılın tepesine öyle bir atarız ki onun beynini parçalar bir de görürsün ki batıl yok olup gitmiştir. Allaha yakıştırdığınız o çirkin sıfatlardan dolayı vay halinize!

Bakın bunlarda bir yumuşaklık var mı? Yok. Dikkatinizi çekerse bütün dinlerin gelişinde böyle bir sertlik var. Mevdudi’nin bir kitabı vardır: “kuran’da dört terim”. Rab, ilah kavramlarını açıklıyor. Oradaki bir ifade şöyleydi: “Biz bugün kanıksadık La İlahe İllallah kelimesini”. Çok fazla bir anlam ifade etmiyor. Fakat Peygamber Efendimiz(SAV) bu (kelime-i tevhid)’ı ilk getirdiğinde “Ya başlar öne eğildi ya da kılıçlar çekildi”. Arada başka bir şey yok , çünkü onun getirdiği ile o ” La İlahe İllallah” cümlesi ile nelerin değişeceğini o andan itibaren insanlar çok net anladılar. Ya teslim olmak zorundalardı, başlar öne eğildi ya da kılıçlar çekildi. Yani yumuşak bir gelişle gelmedi. İhtilal gibi, devrim gibi geldi. Bakın kelime-i tevhidin ilk kelimesi ne? “La”. La , hayır demek; Yok demek. Yani reddedişle geldi. Yani o kelime i anlayan -kelime-i tevhidi anlayan – önce reddetti mevcut sistemi. Ondan sonra kabul var. Bir kere  “la”diyorsun hatta- ikincisi ile beraber- “la ilahe” diyorsun. “İlah denilen bir şey yok”. Yani güç ve kudret tahsis edilecek, medet umulacak hiçbir şey yok. Ya nasıl? Hiç mi bir şey yok? Sistemi yaratan var. Evet işte O. Bir tek O. “İlallah”.  Bakın bu şekilde anlaşıldığında kelime-i tevhid daha manalı. Bu bir devrim. İnsanların kafalarında oluşturduğu bir sistem var. Allahû Teâlâ diyor ki ;

Siz sistem mistem oluşturamazsınız. Sistemi  yaratan oluşturur. İşte ona da Hak deniyor. İşte” kul câel hakku “bu. Hak geldi. De ki: Hak yok muydu? Yani o anda mı geldi? Hayır vardı. Fakat insanlardan bunu oluşturması bekleniyordu. Bu hak doğrulara gelmeleri bekleniyordu.

Çünkü biz daha evvel Hanif derslerinde işledik biliyorsunuz. Hanif konusunda özellikle kim işlendi, hangi peygamber işlendi? Hz. İbrahim . Onun en büyük özelliği neydi? Tek başına olması idi. Hiç bir din yok,  hiçbir öğreti yok. Kitap yok. Resul yok. Çevresinde bir şey yok. Buna rağmen yanlış gibi gözüken şeylerle başlaya başlaya öyle bir Hak sistem idraki oldu ki Allahû Teâlâ’dan “el-Halil”  ünvanını aldı. Literatüre geçti yani. İşte onun kafasında oluşturduğu o sistem Hak sistemdi. Gittiği şey Hak sistemdi. Allahû Teâlâ bize Hazreti İbrahim’le neyi öğretiyor : Tamam şu an sizin önünüzde kitap var, peygamber var, din var. Ama benim size yüklediğim fıtrati sistem, sizin kendi başınıza düşünüp de ulaşabileceğiniz bir hak sistem. Ben sizden bunu bekliyorum. Ama yine de çok zor. Ben hidayet unsurları ile de sizi destekliyorum. Ne yaptı? Din gönderdi. Ne yaptı? Resul gönderdi. Ne yaptı? Peygamber gönderdi.

Necip Fazıl Kısakürek’in bir hikâyesi var. Karşıdan karşıya vapurla geçiyor şehir hatlarıyla. Biri gelip soruyor: Peygambere ne gerek var? O da diyor ki: O zaman niye vapura bindin? Karşıya yüzerek geçse idin ya !..

Yani din bize bu rahmeti sağlıyor.

Enbiya suresi 107:

  • (وَمَا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمٖينَ)
  • Ve mâ erselnâke illâ rahmetel lil âlemin
  • Seni Biz, sadece âlemlere rahmet olarak gönderdik.

bize kolay yolu gösteriyor.

Hak sisteminin yaşanılırlığını mı öğrenmek istiyorsunuz, alın size bir misal: Resulullah. İçinizden kendi içinizden bir peygamber gönderdik. Size kendi içinizden resul gönderdim. Yani sizin gibi.Tevbe suresi 128:

  • لَقَدْ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَزٖيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرٖيصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِنٖينَ رَؤُفٌ رَحٖيمٌ)
  • Legad câekum rasûlum min enfusikum aziz, aleyhi mâ anittum harîsun aleykum bil mué’minîne raûfur rahîm
  • Andolsun ki; size, sizin içinizden azîz bir Resûl geldi. Sizin üzüldüğünüz şey, O’na ağır gelir (O’nu üzer). Size çok düşkün, mü’minlere şefkatli ve merhametlidir.

Yani kendi içinizden misal. Sizin gibi yiyip içen ama sahip oldukları ile ilham edilenlerle müthiş Allah destekli. İşte bu Resul(SAV) aracılığıyla gönderilen, teferruatı anlatılan, kemal olmuş sistem geliyor işte. Yani o gelmesi ile var olmuyor. Yaradılışın ilk anından itibaren o sistem var. Yani kün emri ile beraber o sistem var. Fakat Resulullah ile beraber gönderiliyor, yani bizim açımızdan bakarsak da geliyor. Ama işte bir önceki ayetin ifadesini söylüyorum. Bu gelme yumuşak bir şekilde değil devrim şeklinde. Çünkü insanların kafasındakilerin bitmesi gerekiyordu.

Kuran’ı sıkça okudukça okudukça artık bir şey size çağrışım yapıyor.  Sanki burada İsra Suresini okuyormuşsun gibi oluyor. “Hakkı yardımı ile indirir.” Bir de sonraki ayetle beraber “kul cael hakkı  ve zehegal batıl” ile beraber o hemen aklında çağrışım yapıyor. Dolayısıyla direkt batıl diyebiliyorsunuz. Orda batıl yok ama Kuranın tefsiri Kuran olduğu için Direkt orda Allahû Teâlâ’nın hak ile neyi yukardan aşağı atarak parçaladığının, indirdiğinin, batıl olduğunu anlıyorsunuz. Neden? Hakkın zıttı batıl. Yani tamamlama var. Beyinde Allah’ın yarattığı sistemde tamamlama vardır. Bir şeyi veriyorsun, bir bilgiyi veriyorsun. Üçüncüyü vermiyorsun. O bunu birleştiriyor. Tamamlıyor. Burada o tamamlama ile beraber o anlam çıkıyor.

“Gazefe” yukarıdan aşağı bir şeyin fırlatılması manasına geliyor. Batıl ondan etkilenen. “Hadara ” fiili de kullanılabilirdi burada “hazır oldu, yani o anda huzura gelmiş olması” ama buraya uygun değil. Yani daha evvelden vardı bu. Hak sistem.

” Câe” fiili  kullanılmış burada. Yani mevcutta olan bir şey vardı.  o geldi. Sistemin içerisinde de gizli ve Peygamber Efendimiz( SAV) en kemal haliyle bunu gösterdi. Yani diğer peygamberlere gönderilen de İslam. Yani farklı bir şey değil. Peygamberler tarihini okuyunca da görüyoruz ki Allahû Teâlâ hep aynı şeyleri indiriyor. Farklı bir şey indirmiyor aslında. Fakat Peygamber Efendimiz(SAV)’e indirilen onun en kemale ermiş, en olgunlaşmış hali. Neden? Başka bir açıdan bakarsak insanlığın toplam aklı, idraksal seviyesi Peygamber Efendimiz(SAV)’in dünyaya teşrifi ile beraber artıyor. Artık diğer insanlara öğretildiğinden daha farklı bir ifadelerle anlatılması gerekiyor bunun. Yani birkaç bin sene evvel dünyanın bir bölgesinde değişik bir coğrafyada yaşayan insanı anlattığı gibi anlatılmıyor artık. Neden? Çünkü idraksal seviye yükseldi. Bu kavram çok önemli. Yani bu idrakin yükselmesi çok önemli. İdrak zannedildiği gibi tek bir seviye bir şey değil. Yani ilk insanın anlama kapasitesi ile şu an bizim anlama kapasitemiz aynı değil. Bunu biz anlayamayız çünkü o dönemi bilmiyoruz. Ama biz o döneme gitsek de insanlarla bir konuşsak, teknolojiyi falan bırakalım, ortak şeylerle onların akıllarını çok ilkel buluruz yine. İdrakimiz bir şekilde arttı istesek de istemesek de. Sadece bizim değil bütün insanlığın arttı.

Ikinci kısım” ve mâ yubdiûl bâtılu ve mâ yuîdu” (وَمَا يُبْدِئُ الْبَاطِلُ وَمَا يُعِيدُ) ile

“zehekal batıl” aynı manada. Biz bunu matematikte öğrendik değil mi? matematikte ne kuralı diyorduk biz buna? Matematikte değişim kuralı idi:

a+b+c = a+d ise

(b+c) = d

Biz bunu matematikte öğrendik. Ama sayılar olarak öğrendik, hayat pratiği olarak öğrenmedik. İşte Kuran’da da o matematik kuralını uyguluyoruz. 2 tane ayet var:

Birisinde (İsra suresinde):

“Ve gul câel hakku ve zehegal bâtıl”, diyor.

Burada da;

Kul câel hakku ve mâ yubdiûl bâtılu ve mâ yuîdu”, diyor.

Demek “zehegal batıl” ile bu öbür kısım “ve mâ yubdiûl bâtılu ve mâ yuîdu” aynıymış. “Hak geldi ve batıl zail oldu.” Zail olması ne demek? Yok olması, zeval bulması. Yani tesirinin, etkisinin gitmesi demek. Şimdi burada da” ve mâ yubdiûl bâtılu ve mâ yuîdu” yu açıklayalım.”Ma Yubdiu “burada ortaya çıkaramaz diyor. Bunun kökü aslında “bedee”.  “Bedee”ne demek? Başladı demek. Yubdiu da başlatır anlamına gelir. Başındaki ma olumsuzu ile beraber de başlatmaz. Şimdi “batıl bir şeyi başlatamaz”

Bizim buradan baktığımızda insanların iddiası bu değil. İnsanlar kafalarında bir sistem oluşturuyorlar. Komünizm gibi, bilmem ne izm gibi. İşte müşriklerin oluşturduğu sistem, putperestlerin oluşturduğu sistem, laisizm, deizm, izm denilen her türlü sistem var burada. Bu ayet diyor ki HAK. Doğrusu bu. Bunun üzerine sistem kuruluyor. İşte Rusya’da komünizm uygulanması için yapılanlar var, insanlar mahvoldu. Sosyalizmin uygulanması ile insanlar mağdur oldu. Hitler’in yapmak istediğini biliyorsunuz. Bunlar yakın dönem olayları. Bir şey oluşturulmaya çalışılıyor, diyor ki en doğrusu bu. Onları yapanlar ne diyor yeni bir sistem buldum en doğrusu bu yeni bir dünya sistemi kuracağız diyor. İşte o kuracağız derken bir başlatma eylemi yok mu? işte ayetteki başlatma eylemi bu. Allahû Teâlâ da diyor ki, “hayır batıl bir şeyi başlatamaz, çünkü sistemi Ben kurdum, benim sistemimle örtüşen, hak sistem ile örtüşen şeyler başarılıdır.” .Hatta bunu bile demiyor. “Bundan başka sistem yoktur” diyor. Bununla örtüşen sistemler başarılıdır dedim ya bakın bu da değil. Çünkü bu neyi yanlışa götürüyor biliyor musunuz?  Bir İslam var, bir de İslam’la örtüşen bir sistem var. Ve maalesef insanlar bu dönemde bunu alkışlıyorlar, alkışlamak zorunda kalıyorlar.

Bakın biz demokrasi denilen insanların bulduğu bir sistem içerisinde Allah’ın doğrularını yaşamaya çalışıyoruz. Ve mutlu olmaya çalışıyoruz. Bir seçim oldu geçende. Demokrasi denilen sistem Allah’ın sistemi mi? Antik Roma’da Yunan’da oluşmuyor mu demokrasi?  Yani insanların bulduğu bir sistem. Niye kabul ediliyor? Şu anki yeryüzünde Allah’ın sistemini kastetmiyor, insanların bulduğu sistemler içerisinde en iyi çalışanı, halka en fazla yarayan gözükeni o olduğu için uyguluyoruz. Biz bu sistem içerisinde koskoca Allah’ın hakikat sistemi ile örtüşen bir şeyler yapmaya çalışıyoruz ve onunla mutlu oluyoruz. Bu bile değil aslında. Ama bir insanın kafasında oluşturduğu sistem Allah’ın hak sistemi ile ne kadar örtüşürse insanlık sistemi açısından o kadar doğrudur. Ama tek hak sistem var. Diğeri batıl. Ne kadar şirin, güzel, sempatik gözükse de batıl.

Ayetin ikinci kısmında ne var? ve “mâ yuîdu”. Buradaki kelimenin kökü “iade”. İade geri dönüş demektir. Mesela bir malı alıyorsunuz sonra onu iade ediyorsunuz. Başka anlamıyla redde yakın. Bizim geri verdiğimizde red var. Allahu Teala iade kelimesini Kur’an’da Buruc Suresi 13. Ayette şöyle kullanmış:

İnnehû huve yubdiu ve yuîdu (85.13)
(اِنَّهُ هُوَ يُبْدِئُ وَيُعٖيدُ)

Şüphesiz muhakkak ki o ilk defa yaratır ve iade ettirir, döndürür anlamında.

Yunus 34 e bakacak olursak:

  • قُلْ هَلْ مِن شُرَكَآئِكُم مَّن يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ قُلِ اللّهُ يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ فَأَنَّى تُؤْفَكُونَ 
  • Kul hel min şurakâikum men yebdeul halka summe yuîduhu, kulillâhu yebdeul halka summe yuîduhu fe ennâ tu’fekûn(tu’fekûne).
  • De ki: Sizin ortaklarınızdan o örneksiz ilk defa yaratıp sonra onu geri döndürecek kim var?

Neredeyse tekrarlanmış:

De ki: Örneksiz ilk defa yaratıp sonra onu geri döndürecek Allah’tır.

Öyleyse nasıl döndürülüyorsunuz, çevriliyorsunuz. Bakın burada bedee var başlatarak yaratma. Sonra yuidu iade eden. Bu birkaç yerde geçmiş. Bir de Rum 27de geçmiş.

Rum 27 de ifadeler çok benzer:

  • وَهُوَ الَّذِي يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ وَهُوَ أَهْوَنُ عَلَيْهِ وَلَهُ الْمَثَلُ الْأَعْلَى فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ 
  • Ve huvellezî yebdeul halka summe yuîduhu, ve huve ehvenu aleyhi, ve lehul meselul a’lâ fîs semâvâti vel ard(ardı), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
  • O, Öyle bir mâbuttur ki her şeyi önce yaratır, sonra öldürür ve tekrar diriltir(işte iade bu), ona göre pek kolaydır ve onundur göklerde ve yeryüzünde bütün sıfatlar ve odur aziz ve hâkim olan.

Allahû Teâlâ iadeyi yeniden diriltme olarak kullanmış. Önce Allahû Teâlâ sistemi yaratıyor, ondan sonra da iade ediyor. Yani yaratma sistemini (işte burası ilginç) geriye çevirerek tekrar yapıyor. Kuran meallerinde iade etmeyi yeniden diriltme olarak kullanmışlar. Biz kullanırken reddettme manasında da iade ediyoruz. Bu manada da geri çevirme. Şimdi ikisinin birleştiği yeri söyleyeceğim.

Bakın besmeleyi işlerken hatırlıyor musunuz Rahman ve Rahimi işlemiştik. Rahman ve Rahim’de ne vardı? Rahman, Allahû Teâlâ’nın sistemi kurduğu esma. Yani sistemi Er Rahman esması ile kuruyor ama dönüş, iade Rahim esmasıyla.

Ve sınırı da bu dünya. Allahû Teâlâ bu sistemin geri dönüşünü neye endekslemiş? Şu anki dünya sisteminin kıyamet denilen birinci sura üflenilmesi ile bitirmiş.( Bütün sistemin bitişi dikkat edin, sadece dünya sisteminin değil.) Ve ikinci surla beraber yeni bir sistem başlıyor. İşte ikinci surla beraber yeni sistemin başlamasında artık Rahim esmasının tecellisi var. -Ara bir dönem var -işte din gününde insanlar ikiye ayrılıyor. Birinci kısım cehenneme gidip artık geri dönmenin içerisine giremeyecekler. İkinci kısım da er-Rahimle beraber geri dönüşün içerisine devam edip artık sistemin geri saydığı yöne (ileyhi turceun) gidenler. Neden işte Rahmanla başlayıp Rahmanla bitmiyor. Allahû Teâlâ orada bir eleme yapıyor.

İşte batıl da yok olmaya mahkûmdur. İşte sen hak sistemin içine giremezsen cehennemlikle tasvir edilen alana girersen orada yok olup bitecek. Bakın bu ahiretteki açıklaması. Bir evvelki dünyadaki sistemsel açıklaması idi. Şimdiki ahiretteki sistemsel açıklaması. Hangi sistem, hangi hak sistem geçerli olacak? Allah’ın hak sistemi geçerli olacak. O da işte Rahim ile devam edecek.

İşte buradaki

  • “ve ma yubdiu ” başlatmaz ⇒ Er-Rahman ile ilgili; (asıl başlatan er-Rahman esması))
  • “Ve ma yuidu” iade edemez, döndüremez ⇒ İşte o da er-Rahim ile ilgili.(Asıl iade eden/döndüren er-Rahim esması)

Buruç 13’de :

إِنَّهُ هُوَ يُبْدِئُ وَيُعِيدُ

İnnehu huve yubdiu ve yuîd(yuîdu).

1. inne-hu : şüphesiz, muhakkak ki o
2. huve : o
3. yubdiû : ilk defa yaratır, yoktan var eder
4. ve yuîdu : ve iade eder, döndürür

Şüphesiz Allah döndürür, başlatır ve döndürür.

Bir Allah’ın sistemi var bir de insanların sistemi var. İnsanlar kendi sistemlerini Allah’ın sisteminin yerine koyuyorlar ; daha dünyada bile o sistem o izmler, ideolojiler yaşamıyor çöküyor. Başka bir izm gelip onun yerini alıyor. Ahirette de bunu anlayacaklar hak başlarına geldiklerinde. Asıl sistemin Allah’ın sistemi olduğunu anlayacaklar. İade eden de işte o sistem. Peki, mekanizma nasıl işliyor?

Enbiya 18’de ;

  • بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَإِذَا هُوَ زَاهِقٌ وَلَكُمُ الْوَيْلُ مِمَّا تَصِفُونَ
  • Bel nakzifu bil hakkı alâl bâtıli fe yedmeguhu fe izâ huve zâhikun, ve lekumul veylu mimmâ tasıfûn(tasıfûne).
  • “Hayır, biz hakkı baatılın tepesine (indirib) atarız da o, bunun beynini parçalar. Bir de görürsünüz ki bu, yok olub gitmişdir. (Allaha karşı) vasf (ve isnâd) etmekde olduğunuz (iftiralar) dan dolayı yazıklar olsun size! “

Demek ki bu hak sistem önce beyinlerde bir tahribat yapıyor.bu  iman karşıtlarına yaptığı tesir.Pozitifte ne var? Beyinlerde idrak oluşturuyor. İrşad oluşturuyor. Hepimizin kafasında bir sistem var. Şu şöyledir, bu böyledir diye. Rabbim bize hakkı bir şekilde gösterdiğinde-kişi aracılığı ile olabilir, bir ayet aracılığı ile olabilir, hoca veya mürşit aracılığıyla olabilir-bizim önce beynimizde fırtınalar dönüyormuş demek ki. “Vay be! Bu böyleymiş”, “Benim bugüne kadar düşündüklerim demek ki doğru değilmiş”. İlk etki nerede oluyor? Beyinde. Ne diyor? Dimağını parçalar diyor. Bu hidayet yolundaki kişiler olarak bizlere.

Hatırlanırsa Fatiha sohbetlerimizde hidayeti 3 kısımda anlatmıştık:

  1. Kişinin ilk defa hidayete kavuşmasındaki hidayet
  2. Belirli bir hidayet seviyesine eriştikten sonra orada sabit kalmanın desteği olan hidayet
  3. Hidayet üzerine olan bir kişinin hidayetinin artmasındaki hidayet

Dimağları parçalar ifadesi Müslüman olmuş bir insanın idrakinin değişmesi içindir. Bildiğin doğruların değişmesi gibi. Mesela “la havle vela kuvvete ilaa billahil aliyyil azim” in derin manasını anladın ve “Vay be! Böyle miymiş?” diyorsun. “Yani ben bu sistemi daha farklı algılıyordum. Meğerse her şey Allahû Teâlâ’nın Esmaül Hüsnası ile gerçekleşiyormuş.

(Kitaplarda “La havle” deki “havle“nin “güç” diye bir izahı var. “Güç”ün zaten kuvvet gibi bir manası var . “Havle”ne oluyor o zaman? “Havle”nin başka bir kavram olması lazımdır çünkü o kadar konsantre bir ifadenin içerisinde yer almıştır. En üstte “La İlahe İllallah” konsantre formülü varsa, bir altında “La Havle Ve la kuvvet …”var. Bu kadar konsantre bir şeyde ikinci kısım kuvvetse birinci kısma sen”güç” gibi  kuvvete yakın bir mana kullanamazsın. Yani formülün kuvvetliliğine,konsantreliğine uymaz. “Hâle حَالَ”  fiili var Kuranı Kerim’de. “Havle” oradan geliyor. Ne demek Hale? Diyor ki Allah kişinin kalbi ile kendisinin arasına girer diyor :

  • يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ 
  • Yâ eyyuhâllezîne âmenûstecîbû lillâhi ve lir resûli izâ deâkum limâ yuhyîkûm, va’lemû ennallâhe yehûlu beynel mer’i ve kalbihî ve ennehû ileyhi tuhşerûn (tuhşerûne).
  •   Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Resûlü’nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız.(ENFAL 24)

Nuh Aleyhisselam’ın oğlu ile bir sahnesi vardır. Nuh Aleyhisselam oğlunu gemiye davet ediyor. Oğlu “Yok ben kendimi kurtarırım” diyor. O sırada aralarına dalga girdi diyor.

  • قَالَ سَآوِي إِلَى جَبَلٍ يَعْصِمُنِي مِنَ الْمَاء قَالَ لاَ عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ أَمْرِ اللّهِ إِلاَّ مَن رَّحِمَ وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَقِينَ 
  • Kâle se âvî ilâ cebelin ya’sımunî minel mâi, kâle lâ âsımel yevme min emrillâhi illâ men rahim(rahime), ve hâle beynehumâl mevcu fe kâne minel mugrakîn(mugrakîne).
  • O, “Ben, kendimi sudan koruyacak bir dağa sığınacağım” dedi. Nûh, “Bugün Allah’ın rahmet ettikleri hariç, O’nun azabından korunacak hiç kimse yoktur” dedi. Derken aralarına dalga giriverdi de oğlu boğulanlardan oldu.(HUD 43)

Yani “araya girme” fiili hale. Bir de havle Türkçe’de tahvil olarak kullanılıyor. Tahvil var ya hisse senedi, bono gibi. Aslında o neyin ifadesi? Paranın ifadesi ama kâğıt haline dönüşmüşü. Kıymetli evrak ama kağıtta bir kıymet var mı? Yani gramla tart kaç kuruş gelir? Ama üzerinde milyarlar var. O milyarlarca mülk ne hale gelmiş? Kâğıt parçası haline gelmiş, tahvil olmuş. Dönüşüm aracı. Su var değil mi? Su buhara dönüşüyor, buhar yağmura dönüşüyor, yağmur kara dönüşüyor, kar buza dönüşüyor, buz doluya dönüşüyor. Aslı ne bunun? Su. Ama değişik şekillerde tahvil oluyor, değişim oluyor, dönüşüm oluyor. İşte Allahû Teâlâ bunu diyor. Sistem ne diyor, “Allah’ın sisteminden  başka dönüşen, dönüştüren ; araya giren, sebep olan, vesile başka bir şey yok “diyor.( Esmaül hüsna’ları biliyorsunuz, isimleri ve Esmaları.) Her şey onlarda tecelli oluyor. Sizin cisim olarak, ,fiil olarak,enerji olarak gördüğünüz her şeyde aslında Esmaların değişik hale gelmiş şekilleri. Sen yemek yiyorsun. Aslında sana Allah enerji veriyor bir şekilde el-Rezzak ile. O yemek vasıtasıyla oluyor. O rızkı yiyorsun, vücudunda görme duyusu olarak işlev görüyor. Enerji geliyor bir enerjiyle. El-Basir esmasına dönüşüyor. Tefekkür ediyorsun beynine geliyor, el-Âlim esması oluyor düşünce oluyor. Yani her şey Allah’ın Esmalarının dönüp durduğu, tahvil olduğu bir sistem aslında. İşte “la havle”. Şimdi bunun bugüne kadar kitaplarda açıklananla ne alakası var? İkincisi de kuvvet. Kuvvet denilen fizikteki o “f “var ya “f kuvveti”aslında meleklermiş. Yani şu kitap burada duruyor ya, aslında bu bir melek ve meleki kuvvet aşağı doğru çekiyor. Biz yerçekimi kanunu diyoruz. Tamam, sünnetullah gereği formüllerle ifade edilen sayısal değerleri ortaya çıkaran  fiziki bir şey var ama bunu bir türlü izah edemiyormuş fizikçiler. İşte solucan teoremi, bilmem ne teoremi, kütle çekim vs. ama bir türlü bulamıyorlarmış onun ne olduğunu. İşte melekî kuvvet. Bununla ilgili bir hadis var. Güneşin meleki kuvvetler tarafından yörüngesinde tutulduğu. Bakın fiziksel kanunlarla ifade ettiğimiz mutlak değerler var. Bu da Allah’ın Sünnetullahı. Ama derin boyutta ve hikmetine baktığımızda Allahû Teâlâ orada meleksel sistemi koyuyor devreye. Düşünsenize şu an bize normal geliyor burada duruyoruz ya biz. Aslında bir meleki kuvvet bize asılmış, aşağı doğru bizi çekiyor. Ama rastgele çekmiyor. İşte yerçekimi kuralı, senin kütlenin karesi ile orantılı bir şekilde çekiyor. Her yerde var. Tek şey yerçekimi değil, kuvvet. Yerçekimi kuvvetlerden bir kuvvet. Yani başka kuvvetlerde var. Big Bang olurken her şey bir kütlede değil miydi? Bir anda patladı yayıldı. F kuvveti yok mu? Bu da meleki bir kuvvet. Yerçekimi kuvvetlerden bir kuvvet. Bizim algıladığımız bir şey. Mesela kara delikler ne oluyor? Bırakın bütün cisimleri ışığı bile kendine soğuruyor. Orada bir kuvvet yok mu? Buna sadece yerçekimi diyemezsiniz.

Aklınıza gelen kuvvetle ilgili her şeyin içerisinde bu var. Peki, melekler sadece bununla mı görevli? Hayır. Bir yağmur tanesini aşağıya indiren melek diye biz iman etmedik mi ona? Bunun içinde de var. La havle vela kuvvete. Kuvvet de yok diyor. Buna fizikte ana kanun olarak ne var? Madde ve Enerji. Yani madde la havle kısmına giriyor, enerji de vela kuvvete kısmına giriyor. İlla billah(“illa Allah”değil) illa billah.  “İlla Allah “olsa farklı bir ifade olur ama illa billah’daki o “bi(ile)” harfi de o Esmaları ya da melekleri ya da diğer ilahi kuvvetleri izah ediyor. Hani “bi ismi Allah “(bismillah) diyoruz. “Billah “demiyoruz. Allah’la yapamazsın “bi ismi allah”.  Allah’ın ismiyle iş görürsün. Bu da neye benziyor? Bazı ayetlerde Allah “biz yaptık” bazı ayetlerde de “ben yaptım” diyordu. Ben, bizzat Allahû Teala’nın Zatı.  Biz deyince de sistem işte. Hak sistem’in işte buradaki ifadesi. Hak. Meleklerin de dahil olduğu, fiziksel kanunların da dahil olduğu, Esmaların da dahil olduğu bir sistem. İşte bu “la havle vela kuvvete” yi hak sistemi anlama açısından görüyoruz.)

Hak sistem var zaten ama algılamamız “cae” fiili  ile oluyor işte. Teferruatı ile kuralı ile öğrenmeniz cae ile oluyor, geldi ile oluyor. Bize göre geldi. Sistemde zaten var.

Bakara Suresi 51. ayeti hatırlayacak olursak:

  • (مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِى اسْتَوْقَدَ نَارًا فَلَمَّا اَضَاءَتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللّٰهُ بِنُورِهِمْ وَتَرَكَهُمْ فٖى ظُلُمَاتٍ لَا يُبْصِرُونَ).
  • Meseluhum kemeselillezistevgade nârâ, felemmâ edâet mâ havlehû zeheballâhu binûrihim ve terakehum fî zulumâtil lâ yubsırûn
  • Onların durumu, (geceleyin) ateş yakan kimsenin durumuna benzer: Ateş tam çevresini aydınlattığı sırada Allah ışıklarını yok ediverir de onları göremez bir şekilde karanlıklar içinde bırakıverir.

Artık göremezler, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, artık dönemezler. Onların misali ateş yakan kimseye benzer. Şimdi ateş nerede yakılır? Karanlıkta yakılır. Yani hak sistemden uzaklaşmış karanlığın içerisinde duruyorlar. Ateş yakmaları neyi temsil ediyor? Birinin aklına bir fikir geliyor, “Ya şöyle olması lazım” diyor. Bir sistem aklına geliyor, “ya aslında şunun şöyle olması, şunun da şöyle olması lazım” diyor. O fikir onlara bir aydınlık veriyor. Geçici bir aydınlık veriyor. Fakat diyor ki Allah “Allah onların nurlarını giderir” diyor. Yani kendi sistemlerini giderir ve onları karanlıklar içerisinde bırakır.

Kendi oluşturdukları sistem (batıl sistem) Allah’ın hak sistemi tarafından giderilince (bu büyük peygamberler tarafından getirilen din ile de oluyor.) Bireysel anlamda da kafamıza atıyor Allahu Teala Hakkı. Gerek yaşamsal olarak gerek idraksal olarak gerek irşadsal olarak. O zaman anlıyor ki insan  kendisin oluşturduğu sistem bir işe yaramıyor, geçici.

Yani nerede kalıyor, tekrar o zulumat /karanlık içerisinde kalıyor. Ve artık diyor Onlar göremezler. Neden göremezler? Çünkü kendi sistemlerine takılı kaldılar. Ancak nur olursa Allah’ın nuru olursa, nurun içerisine sen gidersen onları görebiliyorsun. Yoksa izmlere takılı olarak gidiyorsun. Bugün internette o felsefik akımlarla mücadele eden arkadaşlar var. Yani adamlar kafalarında bir ideoloji belirlemişler, internet ortamında nefisleri kontrolsüz olduğu için, zincirsiz bir alan, gidiyorlar istedikleri şekilde küfür edebiliyorlar. O klavyenin başına geçince, nefis klavyenin başına geçiyor aslında. O sapık inançlar, şunlar, bunlar şeytanın vesvesesi ile beraber devreye giriyor, yazıyor.

Orada ne izmler, ne sapkınlıklar dönüyor. O zaman görüyorsunuz ki ayağını sağlam basmaya çalışan bir adam görüyor zaten. “Bunlar ne diyor, ne yapıyor” diyor. Ama kendileri farkında değiller işte. Summun bukmun umyun- sağırdırlar dilsizdirler kördürler. Artık onlar dönemezler. Allah’ın sistemi dışında bir sistemin- kendileri oluşturdukları bir sistemin- doğru olduğuna inanıyorlar ve onunla öyle bir mücadele ediyorlar ki dönemiyorlar artık. Ne yaparsan yap.  Ama işte Müslüman kelimesinde ne var? İslam var, teslimiyet var. Sen önce teslim oldun diyorsun. Hazreti İbrahim’e ne diyor Allahû Teâla? “Teslim ol” diyor. O da diyor ki “Alemlerin Rabbine teslim oldum”. Yani bunu hiçbir dinin kapısında iken demiyor bakın. Dini maksimumda yaşıyor bize göre. İdrakini, yaşantısını düşünün, imanını düşünün. Buna rağmen Allahû Teâla diyor ki “Teslim ol”. O da diyor ki “Alemlerin Rabbine teslim oldum”. İşte teslim olarak biz yaşarsak “Aslında şöyle olması lazım. Bu bizim sistemimizde var. Bunun bana göre böyle olması lazım” dersen teslim olmuş olmuyorsun. Önce teslim olacaksın, ondan sonra Allahû Teala’nın bunu yaratmasındaki sistem, hakikat ne var diye onu düşüneceksin. Öbür türlü yanlışa götürüyor. Önce ben bunun bütününü anlayayım da ondan sonra gireyim dersen yanlışa götürüyor. Çünkü şeytanın oyunu çok. Geçen gün şurada bir arkadaş söyledi, çok ilgimi çekti, sizinle de paylaşmak istiyorum. Yanlış sistemler hakkında bundan bahsediyorum. Adamın biri demiş ki “ya sünnet diye bir şey çıktı, farzın önüne geçti”. Ne kadar yanlış. “Ben ne yapıyorum demiş biliyor musunuz “Sünnetleri kılmıyorum, bütün sünnetleri terk ettim. Farzı kılıyorum, farzı da iki rekat kılıyorum.” Bak buraya kadar yanlış ama şeytanın girdiği asıl tehlikeli yer şurası: niye demiş. “Çünkü iki rekat kılıyorum ama ağır ağır kılıyorum. Allah ile iletişimimi maksimumda tutuyorum”. Bak görüyor musunuz şeytanın taktiğini. Bir şeyleri almak için neleri veriyor. Bizim kılamayacağımız güzellikte namaz kılmasına müsaade ediyor onun. Allah bilir hiç dokunmuyordur, vesevese getirmiyordur. Çok güzel namaz kılıyordur ama koskoca “Muhammedun Resulullah “sistemini çizdiriyor onda. “La ilahe illallah” tan da yarısını kestiriyor. Farzları iki rekât kılıyor. Dikkat edin “şeytan sizi Allah’la kandırmasın “diye  bir ayet var.(Fatır 5, Lokman 33). Şeytan ne diyor, ben onlara her yönden yaklaşacağım diyor. Ne diyor önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından. İşte bu nereden yaklaşma? Sağdan yaklaşma. Adam doğru yaptığını zannediyor. Ben Allah’la iletişim kuruyorum ya diyor. Şurada şeytan kapıdan girse hepimiz korkup kaçmayız. Herkes taşını eline alır, üstüne gider. Ama şeytan öyle hamle yapmıyor ki . Onun işi beyinle. Gönlüne bir vesvese veriyor, aklına bir virüs veriyor. “Ya aslında şöyle de böyle de”. Sen oradan gidiyorsun zaten.ayağın kayıyor.

İşte bütün bunlar Allahû Teâlâ’nın sistemine yeterince teslim olup iman etmeyip de kendi kafamızda kurduğumuz acaba şu şöyle sistem olsa nasıl olur dediklerimizden. Gereken bariz olan müşriklerin kurduğu sistemle batıl sistemle, gerekse bireysel olarak kendi kafamızda oluşturduğumuz sistemleri  terkederek asıl sistem olan HAK SİSTEME TABİ OLMAK.  Allahû Teâlâ diyor ki “İşte onlar hak değil batıl”. ve onlar yok olmaya mahkumdur. Asıl değerli olan, doğru olan, hak olan ise benim sistemimdir. Sen buna uyarsan çok güzel yaşarsın, ahirette de işte o Rahim denen geri dönüş sistemine iade olursun. Yoksa yok olup gidersin. Karar senin…

Allah bizi “Hakkı hak bilip ittiba eden ; batılı batıl bilip ondan  imtina eden, sakınan kullarından eylesin.” Amin.

Allah bizi sıratı mustakîmde eylesin. Onda ayağımızı sabit kalsın. Bize de o yolu kolaylaştırsın.

Sadakallahülazim

 

 

 

 

Sebe Suresi(32. Sohbet) 50. Ayet / yazılı metin

Sebe Suresi 50. Ayet

قُلْ إِن ضَلَلْتُ فَإِنَّمَا أَضِلُّ عَلَى نَفْسِي وَإِنِ اهْتَدَيْتُ فَبِمَا يُوحِي إِلَيَّ رَبِّي إِنَّهُ سَمِيعٌ قَرِيبٌ

Kul in dalaltu fe innemâ edıllu alâ nefsî, ve in ihtedeytu fe bimâ yûhî ileyye rabbî, innehu semîun karîb(karîbun).

1. kul : de
2. in : eğer
3. dalaltu : dalâlette olursam
4. fe : o zaman, o taktirde
5. innemâ : ancak, sadece
6. edıllu : sapmış olurum
7. alâ : üzerine
8. nefsî : kendi nefsim
9. ve in : ve eğer
10 ihtedeytu : hidayete erdirildim
11 fe : o zaman, o taktirde
12 bimâ : sebebiyle
13 yûhî : vahyedillir
14 ileyye : bana
15 rabbî : benim Rabbim
16 inne-hu : muhakkak o
17 semîun : en iyi işitendir
18 karîbun : en yakın olandır

De ki: “Eğer dalâlette olursam, o zaman sadece kendi nefsim üzerine (sebebiyle) olurum. Eğer hidayete erdirilirsem, o taktirde bu Rabbimin bana vahyi sebebiyledir. Muhakkak ki O; en iyi işiten ve en yakın olandır.”

 

Sebe Suresine kaldığımız yerden devam ediyoruz. Geçen hafta ve geçen seneki son sohbette hak geldi batıl zail oldu ayetinin değişik açıklamaları ile hak sistemi açıklamaya çalışmıştık. BUGÜNKÜ AYETE GEÇMEDEN EVVEL GEÇEN HAFTAKİ HAK KONUSU ÜZERİNDE BİRAZ DAHA DURMAK İSTİYORUM.

Hak geniş bir kavram, örtücü genişleyen bir kavram.Hakkın birçok açıklaması var .Geçen hafta sadece Hakkın “sistem ” üzerine izahatına çalışmıştık. . Sistem olarak hakkı izah etmeye çalışmıştık. Bir iki cümle ile orayı geçiştireceğim. Çünkü 50. ayet ile bağlantısı var.

Şimdi hak kelimesinin kökeni Arapçada bir şeyin bir şeyle uyumlu olması demektir. Misal olarak kapının menteşesinin yuvasına uygun olmasına hak oldu deniyor. Tevafuk etti, uyum sağladı, buna uygun oldu manasında. Şimdi Arapçada bir kelimenin derinlerindeki manası ile ıstılahati, kullanımsal, terimsel manasının muhakkak bir alakası vardır. Buradaki alaka nerede? Bir şeyin bir şeye uygun olması ne demek? En genelinden en yukarısından düşündüğümüzde, Allahû Teâlâ’nın yarattığı  sistemin, o sistemi yaratma muradı ilahisine uygun olması anlamına gelir. Yani Allahû Teâlâ bir şeyi murad ediyor. Biz onu hadisi kutsiden biliyoruz ki; “Ben gizli bir hazine idim bilinmek istedim, mahlûku yarattım”. Murad bu. Buna uygun bir sitem yaratılacak. Yani kâinatın her aşamasının işleyen bir sistemi olacak. Bu da en baştaki murada uygun olacak.İşte bu işleyen sitemin adı hak. Yani her şeyin fıtrata uygun olarak yaratılması gerekiyor. Hz. İbrahim in dediği “fâtırıs semâvâti vel ard(فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ)”.” Her şeyi fıtrat üzerine yaratan rabb” İşte bu.   Fıtrat ne oluyor? Yaratılış muradı. Yani ayeti kerimede ne deniyor?

“Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”

(وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ) (Zariyat 56.)

İşte bu yaradılış sitemindeki – özellikle cinlerin ve insanların – yaratılış sistemi fıtrat. Amaca uygun. Kulluk etme amacına uygun. Bunu bütün  komple sistem olarak düşünün. Arz ve semavat olarak düşünün, bu işleyen sistemin ismi de hak. Bir şeyin doğru geçerli olabilmesi için, yani günümüz ifadesi ile hak olabilmesi için bu hak sistemle örtüşmesi gerekiyor.

Mâliki yevmid dîn (مَالِكِ يَوْمِ الدّٖينِ)  “din günü” derken.; bugünün ‘kişinin dini’ ile ‘Allah’ın dininin’ nekadar örüştüğünün görüleceği, analiz edileceği, hesabının edileceği gün demiştik ya , yaşarken de ‘kişilerin doğrularına’ doğru denebilmesi için Allah’ın bu hak sitemi ile örtüşmesi gerekiyor. <ş

Bu hak sistemin varlık sebebi de mülkiyete dayanıyor. Ne demek bu?

Bir kişi mülke sahip ise hakka da sahip demektir. Mesela kullanım hakkı diyoruz. Bir şeyin mülkiyeti. Yani asıl malik olan Allah’tır. Bu da onun sistemidir. Allah’ın da bu hak sitemi üzerinde hakkı vardır. Tüm mahlûkatı üzerinde hakkı vardır. Bu öyle bir hak sistem ki insanlarda hatta hayvanlarda hatta eşyalarda bile bu hakkın tecellisini görüyoruz ki şöyle annelik hakkı, babalık hakkı mesela. Yani bulunduğu Allah’ın verdiği pozisyona ve mülkiyete göre. Mülkiyet sadece mal sahibi olmak demek değildir, yönetim sahibi olmak demektir aynı zamanda. Melik oradan gelir. Çocukları üzerinde hakkı vardır demektir. Bırakın onu bir şeye sahip olmakla beraber de hak sahibi olunur. Davranışsal olarak bile hak var ki hakkını helal et denilen mesele o. Neyin hakkı bu? Mülkiyet hakkı hem davranışsal hem de mülkiyet hakkı olarak. Dolayısıyla o kadar geniş bir yayılım alanı bulmuş. İşte bu hak sisteme göre de sizin düşüncelerinizle elde ettiğiniz şeyler, sizin istihkakınız oluyor. Bunun sonucunda alacağınız ceza ve ödül de sizin müstahakınız oluyor.

Allahû Teâlâ’nın el-Âlim esması her şeyde ilk günden itibaren tecelli eder. Hak sistemi de bir formüle dayanarak halk edildi. İşte buna uygun davranılması da Allah’ın hakkı. İşte biz bu sistem üzerine yaşıyoruz ve de ona göre nasıl davranışlarda bulunacağımızı da öbür tarafta göreceğiz. İşte 50. ayet de bunun devamı olarak gelmiş.

Gul (قُلْ)- de ki

in (اِنْ)- şayet

daleltu(ضَلَلْتُ) – eğer dalalete düşersem ya da saparsam

feinnemâ edıllu alâ nefsî (فَاِنَّمَا اَضِلُّ عَلٰى نَفْسٖى) – bu ancak kendimin nefsi üzerine sapıtmış olmamdandır.

Yani kendi namıma, kendi nefsim adına sapmış olurum.

Devamında ise;

ve inihtedeytu (وَاِنِ اهْتَدَيْتُ)– eğer ben de hidayet üzerine olursam

febimâ yûhî ileyye rabbî (فَبِمَا يُوحٖى اِلَیَّ رَبّٖى)– bu da benim ancak bana rabbimin vahyi sayesindedir

innehû semîun garîb (اِنَّهُ سَمٖيعٌ قَرٖيبٌ)– o semidir, gariptir(yakındır)

Neden bu ayet yukarıdaki hak ile ilgili ayetin arkasına gelmiş. Çünkü hakkı Allahû Teâlâ sıratı müstakim ile ilişkilendiriyor. Hani Fatiha Suresindeki sıratı müstakimdeki gibi, ayağa kaldıran yol. Dosdoğru yol manasındaki. Hicr suresinde idi galiba, bana getiren yol benim üzerime olan yol. İşte de ki: Eğer ben saparsam… Bu sapmak neyden sapmak? Hidayetten sapmak. Fatiha suresinin son kısmını işlerken şöyle demiştik. Aslında iki tane yol yok. Bir tane doğru var. Öbürü yol bile değil. Eğer bedel olarak alırsam. İki tane yol var. Ya şu yol. Ya da şu yol. Birincisi Allahû Teâlâ’nın sıratı müstakim yolu. İkincisi ise diğerleri. Diğerleri de ikiye ayrılmış durumda. mağdûbi aleyhim(مَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ) kendilerine gazap etmiş olanlar ve bir de sapanlar. Bence bu bile değil.

Arazi düşünün bir demiryolu var ortadan geçen bir de arazi var. Arazi yol mudur? Değildir. Bunu işte yukarıdaki 49.ayette görmüştük. Cael hakku – hak geldi. Hak sistem geldi. ve mâ yubdiul bâtılu ve mâ yuîd- diğerleri ise sistem bile değil diyor Rabbim. Çünkü sistem olabilmesi için bir şeyi başlatması lazım ve de onu tekrar edip geri döndürebilmesi lazım. E diyor batıl bunu yapamaz ki. Yani sistem bile değil demek istiyor.

Sırat olarak değerlendirirsek bir tane yol var. Diğerleri yol bile değil. İnceliği görüyor musunuz? O zaman sanki şöyle olurdu. Şöyle bir yanlış anlayışla endeksleyerek söyleyeyim. Bir ara kendi aramızda konuşurken şöyle demiştik: Acaba kafalarda yanlış mı düşünüyorlar? Sanki şeytan Allah’ın düşmanıymış gibi bir algı var. Böyle bir şey yok ama ifade ederken buna benzer şeyler var. Sanki şeytan Allah’ın düşmanı. Hayır şeytan insanın, Müslümanın düşmanı. Allah’ın bir muhatabı onunla olmaz. Şirk olur çünkü. Ancak şöyle olur. Bir rahmani var bir de şeytani var. Ama bu hiçbir zaman Allah’ın muhatabı olan bir düşmanlık değil bizim muhatabımız olan bir düşmanlık. Dolayısıyla bir tek Allah’ın sıratı var. Bir de diğer arazi var. Yol bile değil o. İşte buradaki daleltü dediğindeki sapmak bu. Yani sıratı müstakimin içerisindesin, tren değil de otoban olarak misal verelim. Ve o yolda araba kullanıyorsun. Senin o yoldan çıkacak şekilde sağa ya da sola direksiyonu kırman dalalet oluyor. O yol sağdaki ve soldaki çizgiler doğrultusunda gittiğinde ki bu hak yol yani şeriat. Sistemin ismini şeriat olarak adlandırırsak o yolun çevresinde gitmek, düzgün gitmek oluyor. Bunun dışındaki her şey dalalet. Doğru yoldan sapmak dalalet. Allah’ın verdiği doğrular var, onun dışındaki her şey dalalet. Yoksa dalalet bir sistemin ismi değil. Eğer in daleltü- ben saparsam feinnemâ edıllu alâ nefsî – nefsimin üzerine sapmış olurum. Ayeti kerimede şöyle geçiyor. Nisa 79’da:

Mâ esâbeke min hasenetin feminallâh, ve mâ esâbeke min seyyietin femin nefsik

(مَا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ وَمَا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَ)

Sana ne isabet ederse iyilikten, o ancak Allah’tandır, sana da ne kötülük gelirse kendindendir ya da kendi nefsindendir. Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır, sana da ne kötülük gelirse nefsindendir. Bakın bu Allah’a karşı olan bilinçli ya da bilinçsiz ithamlardan kendinizi korur. Allaha hiçbir zarar gelmez de kendinizi ithamlardan korur. Kader inancının temel ayetlerinden biri budur. Bu ne manaya geliyor? Ancak ben kendi namıma sapmış olurum denilen kendi nefsimin üzerine sapmış olurum. Şu var. Allah saptırmaz. Kişi kendi sapar. Meallere dikkat ederseniz Allah’ın saptırdığı der. Allah saptırmaz. Allah kullarına karşı rahmet sahibidir. Bütün iyilik ve güzellikleri halk eder. Sana iyi ne isabet ederse Allah’tandır ama kötü olarak sana ne isabet ederse bu senin nefsindendir. Allah saptırmaz. Allah rahmandır. Kişi kendi sapar.

Maide de buna benzer bir ayet var. Maide 105. Ayet:

Yâ eyyuhellezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yedurrukum men dalle izehtedeytum

(يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا عَلَيْكُمْ اَنْفُسَكُمْ لَا يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ اِذَا اهْتَدَيْتُمْ)

Yâ eyyuhellezîne âmenû(يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا) – ey iman edenler.

aleykum enfusekum (عَلَيْكُمْ اَنْفُسَكُمْ) – siz kendinize bakın, kendinizle ilgilenin, nefisinizle ilgilenin, nefsinize bakın manası da var. Bir de sizin üzerinizde kendi nefsinizin sorumluluğu var.

lâ yedurrukum (لَا يَضُرُّكُمْ) – size zarar veremezler. Kim?

men dalle (مَنْ ضَلَّ) – dalalette olalar size zarar veremezler

izehtedeytum (اِذَا اهْتَدَيْتُمْ) – siz hidayette olduğunuz sürece.

Ey iman edenler size dalalette olanlar zarar veremezler. E vermiyorlar mı bugün? Veriyorlar. Bir sürü zarar veriyorlar. Ama Allah veremez diyor. Haşa yalan mı söylüyor? Zarar veremez diyor ama zarar veriyorlar. Ama şartını koymuş rabbim orada. Biz şöyle olduğumuz müddetçe şartlar orda ehtedeytu – hidayet üzere olduğunuz sürece. Demek ki biz hidayet üzerine olmadığımız her an dalalette olanların zarar vermesi ile karşı karşıyayız. Kabahat bizde. Yani nefsimizde. Peki, ne yapacağız? Formülü orada var. aleykum enfusekum – sizin üzerinizde kendi nefsinizin sorumluluğu vardır kenziniz ile ilgilenin.

Şam ya da Bağdat taraflarına zalim bir hükümdar geliyor. Asıyor, kesiyor birçok kişiyi. Bana bir alim çağırın diyor. Âlim geliyor. Hiçbir âlim gitmek istemiyor oraya. Neden? Gittiğinde asacak kesecek. Sonunda bir âlim tamam diyor ben giderim diyor. Ama zayıf ve çelimsiz biriymiş. Giderim ama bir şartla; bana bir deve, bir tane keçi, bir tane de horoz vereceksiniz. Temin edip veriyorlar. O zalim kral bir bakıyor karşısında zayıf, çelimsiz, sakalsız birisi. Seni mi gönderdiler diyor. Pek beğenmiyor. Diyor ki eğer iri cüsseli birini arıyorsan deve getirdim dışarda. Eğer sakallı birini arıyorsan keçi getirdim diyor. Eğer diyor gür sesli birini arıyorsan horoz getirdim sana diyor. Onun büyüklüğünü anlıyor ve soruyor. Peki, sizi büyük bir İslam topluluğu idiniz neden ben buraya geldim de sizleri yenebiliyorum diyor. Efendim diyor biz İslamiyet’i doğru anlayamadık. Allah belirli bir şey ikram ettikten sonra biz kendi nefsimizin derdine, rahatına düştük. Bu ilmi faaliyetleri, kendimizle ilgili ve başkasıyla ilgili cihadı terk ettik. Allah da sizi musallat etti diyor. Peki diyor bundan kurtuluş nedir. Eğer biz kendi kendimize düzelirsek senin gücün ne ki bize yetecek? Silinip gidersin.

Yani aslında bu ayeti söylüyor. Siz kendinize bakın. Siz hidayet üzere olduğunuz sürece hiçbir kimse(dalalette olanlar) size zarar veremez. Şimdi bugün İslam âleminin geldiği durumu düşünün. Bunun sebebini biz İsrail’de, Amerika’da, Rusya’da arıyoruz ama Allahû Teâlâ gerçek sebebini gösteriyor. Kendinize bakın diyor. İşte burada diyor ki ayette: bunu da resulüne diyor: Eğer ben dalalete saparsam ben kendi nefsimin üzerine sapmış olurum. Orada da iki tane ala var. Ala nefsi diyor ala harfi ceri var edatı var. Bakın Maide 105deki ayete bakarsak da burada ne diyor. aleykum enfusekum. İlkinde ala en –nefislerinizin üzerinde vardır burada da aleykum enfusekum – nefsimin üzerinedir diyor. Ala nefsi meallerde atlanmış. Ama burada ala harfi cerini Rabbim boşu boşuna kullanmamış. Diğer ayetlere baktığımızda ala ile irtibat kurulabiliyor. Aleykum enfusekum –sizin üzerinize vardır. Ne vardır? Sorumluluk vardır. İşte burada da nefsin üzerine. Bakın maalesef meallerde nefis kelimesi sadece şahıs olarak kullanılmış. Ben bunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım nedeni de şuymuş: nefis hem kişi hem şahsiyet, öz ben anlamına gelir. Hem de kişinin nefsi kötülüğü emreden nefsi emaresinden deki nefistir demi bu. Fakat meallerde ikiye ayırmışlar. Şöyle:

Maalesef biz İslam’ı hep bir zannediyoruz da değil. Aynı şey Kuran’la ilgilenen âlimler arasında da olmuş maalesef. Âlimler ikiye ayrılmışlar. Kelamcılar ve tasavvufçular diye. Tasavvufçu tefsircilerinkine diğerleri itibar etmemiş. Kelamcıların tefsirine diğerleri itibar etmemiş. Bunun en fazla ayrımlarından biri bu nefis kelimesi. Şimdi nefis terbiyesi var tasavvufta. Dolaysıyla tasavvufçular haklı olarak nefis kelimesinin geçtiği yerlerde terbiye edilmesi gereken Allah’ın sistemi içerisinee koymuş olduğu nefsi almışlar çünkü faydalanması gerekiyor. Diğer grup da sırf onlardan olmamak onlara muhalefet için nefis kelimesin öz şahıs, benlik, karakter, kişi anlamında almışlar. Fakat bu bir yerde büyük bir hata vermiş. Musa Aleyhisselamla ilgili bir hikâye var. Kavmi ile Kızıldeniz’i geçerken deniz yarıldıktan sonra firavunun zulmünden kurtuluyor. Bir alana geliyorlar. Rahat ve güvenli bir alan. Siz burada kalın diyor. Ben rabbimle konuşmaya gideceğim diyor. Belli bir müddet sonra geri geliyor. Tevrat’ın yazılı levhaları, on emir ile geliyor. Geldiğinde bakıyor ki Samiri denen bir kişinin etkisi ile altından bir buzağı heykeli yapılmış ve insanlar o buzağı heykeline tapıyorlar. Neler atlatmışlar? neler olmuş? Bunun üzerine olan sahneler var. Ora ile ilgili bir ayet var. Ayette diyor ki: Nefislerinizi öldürün. Şimdi burada duruyorlar kelamcılar, tasavvufi açıklamaya karşı olanlar. Burada tasavvufi nefis olduğunu kabul etseler onlara karşı ödün vermiş olacaklar. Burada kişi anlamında. Şimdi kişi anlamında olunca birbirilerinizi öldürün manasına geliyor. E şimdi öbür türlü olsa da olmayacak. Hemen İsrailiyat, hemen Tevrat’ın açıklamalarında ne var karıştırılmaya gidiliyor. Bakıyorlar ki bir hikâye var Tevrat’ın nüshalarında. Tahrif edilmiş Tevrat’ı izah ederken kullandıkları hikâyelerde şöyle bir bölüm var. Allahû Teâlâ güya onları ceza olarak karanlıkta hepsinin eline bir bıçak veriyor ve rastgele sallıyorlar. Ve bu sayede bir rivayete göre 3000 kişinin öldüğü söyleniyor. Ve bunu maalesef tefsir kitaplarına geçirmişler. Böyle saçma bir şey tefsir kitaplarına geçmiş neden çünkü temelinde, niyette hata var. İlla nefis demeyecek ya ona illa tasavvufçuların kullandığı şekilde kullanmayacak ya. Kişi diyecek, kişi deyince delil bulacak maalesef delalette olanların delilleri bulunuyor ve geçiştiriliyor. İşte o yüzden arkadaşlar bir gruba ait olmamak gerekiyor. Hani hanif konusunda işlemiştik Rum suresi 32. Ayetinde: Onlar dinlerini fırka fırka ettiler, parçalara ayırdılar, şialara böldüler, her hizip kendindeki ile ferahlanmaktadır.

Biz zannediyoruz ki bu ayet Yahudilere inmiş. Ve onun bir öncesinde ise müşriklere ikaz var. Yani tefsirci bile olsan o ayetin şeyinden çıkmıyorsun eğer illa bir grubun savunuculuğunu yaparsan böyle saçma sonuçlara da gidebiliyor. İşte burada ala nefsi dediği yer bütün meallerin çoğunda kendi namıma sapmış olurum diyor. Doğru. Hem nefsi kişi, benlik olarak alacağız. Hem de Allahû Teâlâ’nın bizim sitemimizin içerisine koyduğu nefis olarak alacağız. Birini diğerine tercih etmeyeceğiz. Kuran-ı kerim öyle mucizevi bir kitap ki her daldan, her alandan, hem dikey hem yatay boyuttan izahatı var ki her şeyi kapsamış bir kitap. O yüzden burada kendi namıma sapmış olurumda da bir mana var. Ama kendi nefsim adına da sapmış olurum anlamı var.

İsmaik Hakı Bursevi’nin Ruhul Beyan tefsirini okumanızı şiddetle tavsiye ederim. İsmail Hakkı Bursevi Peygamber efendimiz(sav) i rüyasında görüyor. Peygamber efendimiz:

-Ümmetim için bir tefsir yaz, diyor.

Ve yıllarca Bursa Ulu Camiinden vaazlar veriyor ama önceden hazırladığı tefsir üzerine vaazlar. Ve bu vaazlar kitap haline getirilerek basılıyor. Erkam Yayınlarından çıkan tefsiri hala piyasada mevcuttur.

Orada bu ayetle ilgili şöyle bir ifade var: Bir başkası bir insanı saptıramaz. Kişi sapar.

Bu ayete özgü bir ifade. Bir kişi başka birini saptıramaz. Kişi sapar. Zaten Kuranın genelinde de bununla ilgili ayetler var. İşte “sizi taptıklarınızı gösterin diyor. Onları gösteriyor rabbim. Bizim onların üzerinde bir hâkimiyetimiz yoktur ki diyor. Onlar gerçekte bize de tapmıyorlardı diyor. Yani başkası değil kişi kendi kendine sapıyor. Bırakın Allah saptırmaz kişi sapar meselesini, bu ayete göre kişi bir başka şahıs insan bile saptırmıyor. Şeytan dahi saptırmıyor. Allah saptırıyor zannediliyor haşa. Ve altında şeytan saptırır zannediliyor. Hayır.

Allahû Teâla Hicr Suresinde ne diyor: Bak o şeytanın iddiası. Şeytanın iddiası Hicr suresindeki özellikle. Ben hepsini saptıracağım senin muhlis kulların hariç. Biz yiyoruz bunu. Bakın Kurandaki her ifade Allah’ın ifadesi değildir. Gale denilen şeyler iki nokta üst üstedir. Yani şeytanın ifadesi de var. Dikkatli olmamız gerekiyor. Ne diyor ben hepsini saptıracağım senin ihlaslı kulların müstesna diyor. Allahû Teâlâ diyor ki hayır. Senin onların üzerinde bir sultan yoktur. Ancak sana uyanlar müstesna. Bu ne demek burada? Şeytan saptıramaz. İnsan sapar. Allahû Teâlâ orada bizim savunmamızı yapıyor. Birçok meal ve tefsirlerde bu ayet farklı yorumlanmış. Sanki şeytan saptırıyor da insan sapıyor gibi.

Bugün bir arkadaş uyardı bizi mealler konusunda. O dedi: Yemeyin dedi. O şeytanın iddiası. Ben saptırırım diyor. Muhlis kulların farklı. Allahû Teâlâ da bizim savunmamızı yapıyor. İddianın reddiyesi var orda. Senin hiçbir sultan, hükmün yoktur. Ancak sana uyanlar müstesna. Bu bile değil.

Ruhul Beyanda kişi bile bir kimseyi saptıramaz diyor. Kişi kendi sapar. Bakın Hz. Âdem’in Allah’ın affına mazhar olmasının sebebi suçu kendi nefsinin üzerine almasıdır. Ben nefsime zulmettim diyor. Hata bakımından Kuranda benzer kelimeler geçiyor. Şeytan ile Hz. Âdemin yaptığı hata aynı kategoride değerlendiriliyor. Asa diyor isyan etti. Farkı nedir? Hz. Âdemin kurtulmasının sebebi ben nefsime zulmettim diyerek tövbe etmesi. Eğer tövbe etmese idi geriye dönüş imkânı bile olmayacaktı. Yeryüzüne indirilecekti şeytan ile aynı konumda belli bir müddet yaşayacaktı sonrasını bilmiyoruz. O yüzden arkadaşlar aleykum enfusekum diyor ya maide 105’te. Kişi bütün hayırların bütün iyi şeylerin Allahtan olduğunu, başına isabet eden kötü şeylerin de kendi nefsinin üzerinde olduğunu bilirse, bu Nisa 79 idi. Maide 105’e göre. Hiçbir zararın olamayacağını, dalalette olanların zarar veremeyeceğini, ancak hidayette olduğu sürece bunun geçerli olduğunu, hidayette olmama durumumun bu zararı oluşturduğunu ve hidayette olmama durumunun sebebini de aleykum enfusekum e bağlarsak da siz kendi nefsinizle ilgilenin, kendi nefsinizi düzeltin ile alakalı olduğunu bilirse sadece kendi ile ilgilenmesi yeter. Kişi suçu kendi nefsinde arayacak. Bu nedenle tasavvuf, maneviyat hep bu nefis terbiyesi üzerinde durmuş.

ve inihtedeytu – eğer ben hidayet üzerinde isem. Bu iftial babı denilen bir bab. Mutavaat deniliyor buna dönüşlülük manası veriyor. Örneğin ben camı kırdım, cam kırıldı. İşte bu kırılma olayına dönüşlülük diyoruz. Bunun Arapça ifadesine mutavaat deniyor. Burada da hidayet kökü var. Ama başına t harfi gelerek ihtedeytü iftial babı olmuş. Şu manaya geliyor. Hidayete iletilmek durumu. İl eki ile bu dönüşlülük oluyor. Hidayete, doğru yola iletmek dersek de dönüşlülük ile beraber iletilmek oluyor. Yani ben hidayete iletilmek pozisyonunda olduğum sürece. Yani ihtedeyt durumu olduğunda ne oluyor? Kişi Allah’ın hidayeti üzerine onun gereklerini yaparak yaşamak durumunda oluyor. İhdeyetu de o fiili kendinize alıyorsunuz. Allah hidayet ediyor ama siz o durum içerisinde kalmaya gayret ediyorsunuz. Bu Allah’ın belirli bir pozisyonda kalmanın sağlanması bile yani şartlar bile bakın ne ile ilgiliymiş?

febimâ yûhî ileyye rabbî – Benim bana ettiği vahiy sayesindedir.

Hani diyordu ya Nisa 79’da. Senin başına gelen şeyler ancak Allah iledir var ya burada da Peygamber Efendimizin ağzından. Çünkü gul emrinin birinci muhatabı kim? Resulullah(sav) Efendimiz. Bir de bizim de muhattaplığımız var. Ama burada bize rabbimiz vahyediyor mu? Direkt olarak etmiyor. Biz nebi, resul değiliz. Etmiyor ama biz ayeti kendi üzerimize alırsak nasıl vahyedilmesi sayesinde biz hidayet üzerinde olma durumu üzerinde bulunuyoruz cevabına gelince de şunları söyleyebiliriz:

Birincisi biz tabiiyet açısında Kurana ve Resulüne bağlıyız. Peygamber Efendimize indirilen kuran ve onun söyledikleri ile de biz yolumuzu bulmuyor muyuz? Yani hidayet üzerine bulunma durumunda olmuyor muyuz? Kitaba uyduğumuzda yani Allahu Tealanın kitabına uyduğumuzda vahiy üzerine olmuş oluyoruz. Bize vahiy indirilmesine gerek yok. Zaten indirilmiş bir vahiy üzerine kelam haline getirilmiş bir şey.

İkincisi de Necm suresi olması lazım: Battığı zaman yıldıza and olsun ki arkadaşınız Muhammet sapmadı ve azmadı o arzusuna göre de konuşmuyor. Bildirdikleri kendisine vahyolunan bir vahiyden ibarettir. Yani Peygamber Efendimizin ağzında çıkanlara ne deniyor? Hadis deniyor. Yaptıklarına sünnet deniyor. Konuştuklarına, bahsettiklerine hadis; hal, hareket ve davranışlarına sünnet deniyor. Bakın bizim öyle aleni bir insanın yapmış olduğu davranışlar olarak gördüğümüz şeyler de söyledikleri de aslında kendisine vahyedilen vahiymiş. Bakın birebir vahiy değil. Birebir vahiy Kuranı Kerimdir. Ama Allahtan gelen bir iletişim olduğunu düşünün. Kalbine inen bir vahiy. O vahiy sayesinde hareketlerini ve konuşmalarını düzenliyor demektir. Bakın şu konuda yanlış yapılıyor.

Rahmetli Hasan Hoca ile konuşmuştuk. Vahyi= İlahi kitap gibi algılanıyor. Eğer öyle olsa idi bakın kaç tane bildiğimiz kitap var dört tane: Tevrat Zebur İncil Kuranı Kerim. Bir de bazı sahifeler var. Bunlar sadece vahiy olsa idi, kitap indirilmeyen peygamberler ile Allahû Teâlâ hiç mi vahiy yoluyla iletişim kurmuyordu. Yani Zekeriya As ile diğer peygamberlerle hiç mi iletişim kurmuyordu. Vahiy değil mi idi o iletişimin ismi. E sadece kitapta olanlar vahiy ise onları nereye sokacağız biz. Dolayısıyla vahiy Allahû Teâlâ’nın kulu ile olan iletişimidir. O iletişim de Peygamber efendimiz(sav)de vardı. Ve bütün söz ver davranışları da vahiy kanalı ileydi. Bakın vahiy ile ilgili bir ayet var. Allah bir insana ancak vahiy yoluyla yahut perde arkasından konuşur yahut bir elçi gönderip izni ile ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz o yücedir. Hüküm ve hikmet sahibidir(Şura,51)

Yani kulları ile bir vahiy konusunda iletişimin olabileceğinin bile bir işareti bu. Ki biz biliyoruz ki vahiy sadece nebilere inmiyor. Kuranda geçen ifadesi ile bal arısına bile vahyettik diyor. Hz İsa’nın havarilerine vahyettik deniyor. Meryeme vahyettik. Hz Musa’nın annesine vahyettik deniliyor. Yani sadece vahiy resullerle olan bir iletişim değildir. Allahû Teâlâ’nın kullarıyla hatta arılarla iletişimine vahiy denir. Bunun da küçük versiyonuna ilham denir. Şems suresi 6.ayette şöyle geçiyor:

Feelhemehâ fucûrahâ ve tagvâhâ

(فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰیهَا)

Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını ilham edene hamdolsun ki. Bu insana, ilham edene diyor yani bize. Bırakın şimdiyi yaratılış sistemimizde Allahû Teâlâ ilham etmiş bize. Aslında bize değil. Nefse ilham etmiş. Neyi ilham etmiş? Bir takvayı, iki fücru. Doğruyu ve yanlışın ne olduğunu bizim nefsimize ilham etmiş. İşte diyor ya burada hani ben eğer ihtedeytu hidayet üzerinde olursam bu bana Rabbimin vahyi üzerinedir. İşte Şems suresindeki ayet vesilesi ile bizim nefsimize de daha evvel ilham edilmiş olduğunu ve bu sayede de bizim hidayet üzerine olduğumuzun bir göstergesi arkadaşlar. Bakın bunun ne faydası var?

Ayeti Resulden aldık kendimize getirdik. Eğer sadece Resul üzerine Peygamber(sav) üzerine kalsa ne olur? Onun doğru yolda kalması vahiy üzerinedir anlamına gelir. Biz o zaman ayvayı yedik manasına gelir. Çünkü bize vahyedilmiyor ona vahyediliyor ona de emri var o da diyor ki benim hidayet üzerine olmam anacak Rabbimin bana vahyi üzerinedir. Bakın O bile diyor. Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş bir Peygamber bile diyor ki hatta de emri var. Ben saparsam dalalette olursam, Resulullah’ın bu fiille ifade edilmesi ne kadar ilginç. Resulullah’ tan bahsediyoruz. Benim nefsim üzerinedir de deniyor. Hidayet üzerine bulunmam da ancak Allah’ın vahyi üzerindedir. Yani o vahiy olmazsa ben duramam diyor. Şimdi biz bu ayeti sadece Resulullah’a götürürsek sanki bizim üzerimizde değilmiş gibi oluyor. Hayır, Allahû Teâlâ diyor ki bizim en başta şems suresinde bahsettiğimiz gibi yaratılışın başında sizlerin nefisleri içine, sisteminize hidayet unsurlarını yükledim. Öyle kaçamazsınız. Sana neyin doğru neyin yanlış ayırt edeceğin sistemi sana yükledim. Bu vicdan olarak da ifade ediliyor. Kurtaramazsın diyor artı sana vahiyle inmiş kitabı gönderdim diyor artı konuşmasının vahyi dışında hiçbir şey olmayan resulün sünnetleri sana bildirildi. Ve hadisleri bildirildi. Sen o yüzden kaçamazsın diyor. O yüzden senin hidayet üzerine olma durumunu Allah’tan bil. Dalalette olma durumunu da sakın ne başka arkadaşından ne insandan ne şeytandan ne de haşa Allah’tan değil kendi nefsinden bil. Ve bu yukarıdaki hak sistem üzerine söyleniyor arkadaşlar. Hak ve batılı ayrımını yaptı. Allahû Teâlâ da hak sistem üzerine olmanın ne olduğunu burada ifade ediyor. Ve nasıl davranman gerektiğini söylüyor.

İnnehû (اِنَّهُ) – şüphesiz O

Semîun(سَمٖيعٌ) – semidir, işitendir

Garîb(قَرٖيبٌ) – gariptir, yakındır

Eğer garib i burda karibi yakınlık sahibidir yakındır’ı sıfat olarak da söylersek o yakın olan işitendir. Sıfatın bütün özelliklerine uyuyor. Yakın olan. Şimdi burada in diyor ya. Gul dedikten sonra iki tane in cümleciği var. Birincisi in daleltu – eğer ben dalalette olursam şöyle şöyle. İkincisi ben hidayet üzerine olursam şöyle şöyle. Şimdi ayeti Resulden çıkaralım. İnsan olarak düşünelim. Bütün insanlığın sistemi olarak ele alırsak şayet edatı ve şart edatı ile beraber iki yol gösteriyor Allahû Teâlâ. Bir dalalet yolu bir de hidayet yolu. Ayetin sonundaki semîun garîb ikisine de gidiyor. İki şartlı yola da gidiyor. A şıkkı sen dalalette olursan da Allah işitendir, yakındır. Sen hidayet üzerine de olursan işiten ve yakındır. Farkı nedir? Nasıl tesir eder? Yani dalalette olana semiğ karib nasıl tecelli eder? Hidayette olana nasıl tecelli eder? Bakara 284’ü biz çok kullanıyoruz. Maalesef bu ayete nesih ayeti demişler. İnsanlığın en büyük trafik kazalarından biri. O kadar çok ıskalanmış ki. Eğer o nesih ayeti olarak şey yapmasaydı inanın çok fark ederdi. Maalesef. Amener Resulü’den hemen önceki ayet.

Ayette diyor ki: Lillâhi mâ fis semâvâti ve mâ fil ard. Hepsi Allah’ındır. Eğer siz nefsinizde olan şeyi açıklasanız da ve ya onu gizleseniz de Allah onunla sizi hesaba çeker. O dilediği kimseyi bağışlar ve dilediği kimseye azap eder. Her şeye kadirdir. Bunu son 3-4 yıl içerisinde o kadar çok tekrar ettik ki muhakkak zihinlerde yer etmiştir. Yani diyor ki Allahû Teâlâ. Bırakın sadece yaptığınızı, ben sizin nefsinizdeki benlikleri ile de muhasebe edeceğim ama eğer onu kefere edersem, üzerini örtersem yırttınız. Eğer bu oraya bir şekilde gelirse çok zor işiniz manasında bir ayet. Şimdi dalalette olan bir kimsenin bu ayetin tecelli etmesi için dışarıda bir şey yok zahirde değil mi biz zahiri ile değerlendiriyoruz insanları. Ama Allahû Teâlâ içi ile değerlendiriyor. İçi ile nasıl değerlendirecek? İç seslerin duyulur hale gelmesi ile bu olur.

İç sesler de değişik mekanizmalarla tezahür eder. Birisi mesela negatif mekanizmalarla tezahür eder ve bu şeytan vesvesesidir. Konuşur durur. Birincisi vesvese ikincisi nefsi dürtüler. Fakat bu kişinin içerisinde sanki sesmiş gibi tezahür ediyor. Aslında bunlar ses değil. Vahiy ses değildir ama Resulullah’ın ağzından ses gibi kelimelerle tecelli ediyor. Biz insana beyanı öğrettik diyor Rahman Suresinde. Bu beyan beyyine yani açık etmekten geliyor. Aslında vahiy bir nur, kalbe iniyor fakat oradan tezahürü insanın diline gelmesi kelime ile oluyor. Bu ses olarak tecelli ediyor. Bu batıni olan bir şeyin zahiriye tezahürü. Bir de zahiri olan bir şeyin batını tezahürü de işte bu iç sesler olarak tezahür ediyor. Ama kime? Kişiye. Bunu kişiden başkası duyuyor mu? Hayır. Duysa var ya kimse kimse ile konuşamaz. Kimse kimsenin yüzüne bakamaz. Çünkü ne şeytan vesveseleri böyle ifade edilmeye çıkarılacak kadar yüz kızartıcı olmayan şey. Ne de biz nefsimize tekâmül hale güzel hale getirdik içimizden maalesef neler geçiyor neler. Bunun zahir olduğunu düşünsenize, yakınımızda kimse kalmaz. Ama Allahû Teâlâ o kadar rahman ve rahim ki o kadar hilm sahibi ve vakur ki bütün bunları bildiği halde ve bunların bırakın kelimeler haline gelmiş halini. Derinlerin derinini bildiği halde hala bize ikram edip duruyor.

İşte burada semiğ derken de Allahû Teâlâ diyor ki eğer saparsanız kendi nefsinizle sapmış olursunuz diyor ya işte bu senin sapmana vesile olan nefsinden çıkan sözleri de, konuşmaları da ben duyuyorum demek. Ama nasıl duyuyor biliyor musunuz? Garib olarak duyuyor. Siz beni uzaklarda falan zannetmeyin. Ben size şah damarınızdan daha yakınım. Yakınım. Bakara 284’te geçen nefsinizdekileri. İşte biz o nefsimizden gelen sesleri ayırt etmek zorundayız. Öyle kişi zannediyor ki kafasına gelen içine gelen düşünceler kendi düşüncesi. Hayır, arkadaşlar en azından üç mekanizma var:

Biraz evvel söylediğim nefis mekanizması var. Nefsin sana dediği hadi hadi şunu yap böyle yap şöyle yap, şu nasıl adam dediği kendi içinden kaynaklanan ses var. Artı senin ayağına çelme takmak isteyen kendi gittiği için Allah tarafından zaman mühlet verişmiş olan şeytanın sana akıl oyunları ile söylediği sözler var. Biz buna vesvese diyoruz. Vesvese zannedildiği gibi kuruntular değildir. Bize kuruntu şeklinde bir şey söylenmiş. Kuruntu da onun içerisinde fakat zihin oyunlarıdır. İşte geçen hafta bahsettik ya. Ya sünnete ne gerek var adam diyor. Sünnet benim ile Allah arasında ağır ağır namaz kılmamı engelliyor sünneti bırakayım ki ben ağır ağır namaz kılayım diyor. Bu zihin hamlesi. Bu nefis hamlesi değil. Bu şeytanın akıl hamlesi. Kurnazcasına senin aklına felsefesine gönderdiği şeyler şeytan hamlesidir. Ama aynı çocuk gibi isterim isterim yapsana yapsana, ya canım namaz kılmak istemiyor ya da kelimelere vurmak istemediğim başkaları hakkında söylenen şeyler de kişinin kendi nefsindendir. Biz içimize gelen bu sesleri neden olduğunu ayırt edeceğiz arkadaşlar. Bir de pozitif olan hani diyor ya takvasını da bildirdik nefse. Allahi, rahmani olan duygular vardır. Vicdan olan şeyler. Bunları da ayırt edeceğiz ve koordinatör olarak aklımızla beraber irademizle birlikte de güzel şeyler düşünüp üreteceğiz. Üretmezsek ne oluyor Bakara 284’te ne olacağını söylüyor. Onunla sizi hesaba çekeceğim. Ama Allah’ın örttüğü ya da mağfiret ettiği şeyler müstesnadır diyor. İşte buradaki semiun garip olayını dalalette olanlar için tezahürü bu. Bu kötü. Allah korusun bundan. Kaçmak mümkün değil ama mümkün olduğunca Allah korusun. Kendi nefsimizin o dizginlerini tutarak biz de biraz dikkat edelim o bizi dizginlerine bağlamasın. Biz onun dizginlerini tutalım. İkinci kısmı olan hidayet üzerine olma durumu ne? Orda semiun garip nasıl tecelli eder? Allahû Teâlâ ben o güzellikleri de duyuyorum ve ben sana garip olarak yakınım. Bu Buruc suresi 13-14’te var. Oradan aktarayım. Buruc 13’te diyor ki:

İnnehû huve yubdiu ve yuîd(اِنَّهُ هُوَ يُبْدِئُ وَيُعٖيدُ) – Allah başlatır ve geri dönderir. Ayet devam ediyor:

Ve huvel ğafûrul vedûd(وَهُوَ الْغَفُورُ الْوَدُودُ) – O örtendir ve veduddur.

Vedud seven demektir. Allahû Teâlâ burada seven. Garip de yakın demek. Eğer siz hidayette olduğunuz sürece ben sizin o içinizden gelen ve ifade ettiğiniz güzel şeyleri de duyarım ve size garip olduğumda da size vedud olarak tecelli ederim. Yani sizi severim. Başka bi ayette de eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin. Bana tabi olun dediği ne işte buradaki benim rabbimin vahyi üzerineyim. Resulullah aracılığı ile vahyedilen kurana uyduğumda ve onun sünnet ve hadislerine uyduğumda, semiğ olan Allah garip olarak yakın olarak tecelli ediyor ve bunun görüntüsü de sevilmek arkadaşlar. Ve bir şeye yakın olmak ve sevilmek en üstün ikram derecesidir.

Firavuna soruyorlar o sihirbazlar eğer biz bunu kazanırsak ne var bize iyilik olarak diyor. Siz benim yakınlarım olacaksınız. Gözdelerim olacaksınız. Firavun en büyük ikram olarak-tabi yanlış mekanizma olarak- yakınlığını ortaya koyuyor, onlar da tav oluyor. Bir de alemlerin rabbi olan Allah’ın kullarına yakınlığını, onlara ikram ettiği mukarrebun(yakın olanlar) olunma ikramını. Ve bunun bu dünyadaki tecellisi işte Buruc 14’te olduğu üzere Vedud esmasının tecellisidir. Sevilen sevendir. Biz de o zaman sevilmiş oluyoruz. O yüzden Allahû Teâlâ kendi hak sistemini doğru anlayıp, nefislerine hâkim olan, onları terbiye eden ve Allah’ın indirdiği Kuran’la ve ona vahyedilmiş olan Resulullah’ın sünneti ile ve hadisleriyle amel edip Allah’ın yakınlığına mahzar olan kullarından eylesin. Eğer böyle olmazsak ahirette işimiz zor arkadaşlar. Orada da Allah bize es-seddar, el-gaffar’lığı ile mağfiret sahibi olması ile yardım etsin. Allah bizi en yakınlarından eylesin. Amin

Sadakallahülazim.

Sebe Suresi (34.Sohbet) 51-54. Ayet / yazılı metin

Sebe Suresi 51-54. Ayet 

51-)وَلَوْ تَرٰى اِذْ فَزِعُوا فَلَا فَوْتَ وَاُخِذُوا مِنْ مَكَانٍ قَرٖيبٍ

Bir görsen onları korku ve telaşa düştüklerinde! Artık kaçış, kurtuluş yok! Çok yakın bir yerden yakalanmışlardır.

52-)وَقَالُوا اٰمَنَّا بِهٖ وَاَنّٰى لَهُمُ التَّنَاوُشُ مِنْ مَكَانٍ بَعٖيدٍ

“Ona inandık!” dediler. Ama nasıl mümkün olur onlar için imana ulaşmak o uzak yerden!

53-)وَقَدْ كَفَرُوا بِهٖ مِنْ قَبْلُ وَيَقْذِفُونَ بِالْغَيْبِ مِنْ مَكَانٍ بَعٖيدٍ

Halbuki daha önce onu (hakkı) inkâr etmişlerdi. Uzak bir yerden gayb hakkında atıp tutuyorlardı.

54-)وَحِيلَ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ مَا يَشْتَهُونَ كَمَا فُعِلَ بِأَشْيَاعِهِم مِّن قَبْلُ إِنَّهُمْ كَانُوا فِي شَكٍّ مُّرِيبٍ

Artık kendileriyle, iştahla arzuladıkları şey arasına engel konmuştur. Tıpkı daha önce yoldaşlarına yapıldığı gibi. Gerçek şu ki onlar, tutarsızlığa iten bir kuşku içindeydiler.

1. ve hîle : ve ayrıldı, set çekildi
2. beyne-hum : onların arasına
3. ve beyne : ve arasına
4. mâ yeştehûne : istek duydukları şeyler
5. kemâ : gibi
6. fuile : yapıldı
7. bi eşyâı-him : yandaşlarına/yoldaşlarına
8. min kablu : önceden
9. inne-hum : muhakkak ki onlar
10. kânû : oldular, idiler
11. : içinde
12. şekkin : şüphe
13. murîbin : kuşku veren, endişe veren

 

  1. Ayet:

Ve lev terâ iz feziû felâ fevte ve uhızû mim mekânin garîb

(وَلَوْ تَرٰى اِذْ فَزِعُوا فَلَا فَوْتَ وَاُخِذُوا مِنْ مَكَانٍ قَرٖيبٍ)

  1. Ayet:

Ve gâlû âmennâ bih, ve ennâ lehumut tenâvuşu mim mekânim beîd

(وَقَالُوا اٰمَنَّا بِهٖ وَاَنّٰى لَهُمُ التَّنَاوُشُ مِنْ مَكَانٍ بَعٖيدٍ)

  1. Ayet:

Ve gad keferû bihî min gabl, ve yagzifûne bil ğaybi mim mekânim beîd

(وَقَدْ كَفَرُوا بِهٖ مِنْ قَبْلُ وَيَقْذِفُونَ بِالْغَيْبِ مِنْ مَكَانٍ بَعٖيدٍ)

  1. Ayet:

Ve hîle beynehum ve beyne mâ yeştehûne kemâ fuıle bieşyâıhim min gabl, innehum kânû fî şekkim murîb

(وَحٖيلَ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ مَا يَشْتَهُونَ كَمَا فُعِلَ بِاَشْيَاعِهِمْ مِنْ قَبْلُ اِنَّهُمْ كَانُوا فٖى شَكٍّ مُرٖيبٍ)

Evet arkadaşlar geçen haftaki ses kaydındaki bozukluklar nedeniyle bu sohbeti yeniliyoruz. Konunun önemine binaen de bu sohbeti tekrar yapmak istiyorum.

Sebe Suresi 50. ayet bir önceki ayeti “innehû semîun garîb(اِنَّهُ سَمٖيعٌ قَرٖيبٌ)” diye bitiyordu. Bakın dikkat edin 51.ayet de “mim mekânin garîb(مِنْ مَكَانٍ قَرٖيبٍ)” diye bitiyor. Sonra da iki tane “beîd(بَعٖيدٍ)” var uzak manasında 52.de – mim mekânim beîd. Tekrar 53.te de mim mekânim beîd diye. Yani rabbim iki kez yakın manasında garîb i kullanmış. İki kez de beîdi kullanmış. Burada 50. ayetle 51. ayete bir geçiş var. Yani 51,52, 53, 54 mana bakımından bütün. Ama diğer derslerden biliyoruz ki; Kuran’da hiçbir surede alakasız gibi gözükse de bir ayet diğerine bağlanırken bağlam denilen siyaku sibak bir anlam bütünlüğü içerisinde bağlanıyor. Kesinlikle ayrı değil. Bunu unutmayalım. Şimdi ne diyordu yukarıda:

De ki: Gul. Eğer ben saparsam dalalete düşersem ancak kendi nefsim üzerine/adına düşmüş olurum. Eğer de hidayet üzerinde bulunursam bu benim Rabbimin bana vahyi iledir. İnnehû semîun garîb. Buna ne demiştik? Yukarıdaki nefis ifadesine bağlayarak sapma durumunda insanın iç sesleri, düşünceleri olacağını; kişi içindeki negatif ve pozitif sesleri dinleyerek bir karara vardığını (irade); ve bu seslere rabbimin kişinin derinlerinin derinlerini bilmesi hasebiyle Allah’ın çok iyi duyduğunu, semiğ işiten demek fakat işiten de yetmiyor bakın garib diye sıfatla gelmiş. Yakın bir şekilde. Hani ben size şah damarınızdan daha yakınım konusu ile alakalı olarak burada garib gelmiş. Yakınım. Şimdi devamında Peygamber efendimiz(SAV)’ e bir sahne ile ilgili bilgi veriyor:

Ve lev terâ(وَلَوْ تَرٰى). Keşke manasına geliyor burada. Ah keşke bir görsem. Ve lev terâ. Ne zaman?

iz feziû(اِذْ فَزِعُوا). Onların telaşa kapıldıkları, panikledikleri vakit şaşkınlık içerisinde bocaladıkları zaman onları bir görsen.

felâ fevte(فَلَا فَوْتَ). Kaçış yok çıkış yok. Geri dönüş yok. Yani İngilizcedeki “No Exit” gibi. Çıkış yok.

Uhızû(اُخِذُوا). Burada ehaze fiilinin meçhulü gelmiş, edilgeni yani. Yakalanmışlardır. Sistem tarafından. Sistemin unsurları tarafından yakalanmışlardır. Bu polisin bir suçluyu yakalamasında da aynı fiil kullanılıyor. Yakayı ele vermek, tutmak, tutuklanmak gözaltına alınmak gibi manaları da var burada. Nereden?

mim mekânin garîb(مِنْ مَكَانٍ قَرٖيبٍ). Yakın bir mekândan.

Şimdi burada yakın mekânı ne olarak açıklamıştık? Yakınlık uzaklık Allah’a göre. Aslında insana göre burada. Fakat yakınlık Allah’a olması gerektiği için Allahi Allah’ın zatına yakın olan duruma yakın, edna olan, aşağı olan, uzak olan dünyaya da mekânim beîd-uzak mekân deniyor. Şimdi Allah vasidir. Allah bütün mekânlarda muhittir. Allaha mekân isnadı olmaz. Fakat bir ulviyet söz konusu olduğunda zatına yakınlık söz konusu olduğunda böyle ifade kullanılır. Mesela Arş-ı Âlâ diyoruz değil mi? Âlâ yukarıda manasında. Sübhane Rabbiye’l-alâ diyoruz yukarı manasında. Peki, Allahû Teâlâ’nın subhanlığı ile biz mekan tayin edemeyiz. Yüzünü nereye çevirirsen çevir onda. Ama ulviyet, yükseklik, uluhiyet açısından böyle bir yakınlık uzaklık var. Bunu da şöyle anlatalım: Mesela yargıçlar daha yukarıda oturuyorlar değil mi? Bir şeyi temsil ediyorlar. Genel müdür odaları genellikle yukarıda, bu anlamda düşünebiliriz. Yakınlığı uzaklığı da bu şekilde anlamakta fayda var.

Bu telaşa düştükleri vakti ne demiştik? Bir ölüm anı. Diğeri ölüm anından sonra gerçekleşenler. Üçüncüsü de ahiret. İkinci sura üfürülmesi olarak ifade ettik. Yani bizim ahiret dediğimiz sahneler. Ahiret ne demek? Evet sonu. Hani ahir ömrümde deniyor. Ahir zaman deniyor. Yani sonrası. Yani şu an yaşadığımız an “el-an” deniyor ona. Geçmişe mazi deniyor. Gelecekle ilgili ifadelerde de artık ahir. Aslında ahirin bir anlamı ötesi manasına da geliyor. Türkçede öteki dünya diyoruz ya. Hem öteki hem zaman olarak da sonrası manasına geliyor. Buradaki ifadesi ile de ölüm anı mesela çok sıcak. Diğer manalar da var. Ölüm anındaki o telaş çok vurucu. Telaşa düşüyorlar. Neden?

Çünkü o zaman kadar iman etmeden yaşamışlar. Ya da iman ettikleri gibi yaşayamamışlar. İkisi de aynı şey aslında. Neden? Üzerleri örtülüyor. Buna ne fiili diyorduk? Kefere fiili. Yani kâfir olmak inkâr etmek manasında değil. Yani Allah’ı reddetmek manasında değil. Bile bile onun üzerini örterek hem inançsal açıdan hem de yaşantı açısında o şekilde yaşamak demek. İşte bir şekilde ahiret sanki yokmuş gibi yaşanıldığında, perdeler kalktığında, ilk perdelerin kalkması o ölüm anındaki daha ölmedi o başlangıç halindeki sahneler başlayınca telaş başlıyor. Bunlar resmediliyor. Hani geçen hafta da söylemiştik. Ölüm melekleri diyor. Onların sırtlarına vura vura canlarını aldığında onların durumlarını bir görsen diyor. Başka ayette de ne diyordu? Can boğaza dayanmıştır. Biz ona yakınız fakat siz göremezsiniz. Rabbim o anda onun için artık gaib olmayan bizim için gaib olan şeyleri anlatıyor. İşte o anlarda kişiler telaşa düşüyorlar ve kaçış bulamıyorlar. Yakın bir yerde yakalanmayı da ve bir sonraki ayette de “mekânim beîd” derken uzak bir mekândan imanı nasıl elde edeceklerini düşünürken de şunu belirtmiştik:

Zaman algısı biliyorsunuz izafi. İzafi ne demek? Şartlara göre değişen manasında. Kişilere ve şartlara göre değişiyor. Mesela bilim programlarında izlemişsinizdir. Hız arttıkça zaman yavaşlıyor. Mesela uzay gemisine binip çok yüksek hızda sürat eden bir kimse daha az yaşlanıyor. Mesela o anda naklen yayın bir görüşme olsa yeryüzündeki tanıdıkları ile aradaki yaş farkı artıyor. Yani dünyada olanlar daha yavaş bir hızda yaşayanlar daha çabuk yaşlanırlarken o daha az yaşlanıyor. Işık hızını Einstein ulaşılabilecek son nokta olarak söylüyor. Doğru değil. Ben bunu fizik hocası ile konuştum. Işık hızı geçilebilir. Onunla ilgili teoriler var ama onun teorisine göre ışık hızı son nokta. Bir kişi ışık hızını geçtiği zaman zaten kütlesi kalmıyor. Enerjiye dönüşüyor. E=mc2 formülünden. Işık hızına şu anki bilgilerle ulaşmak mümkün değil desek bile, ışık hızına yaklaşan biri için zaman neredeyse durma noktasına geliyor. Ölüm anında da işte böyle şeyler olacak. Ya da ahirete başka bir boyuta geçildiğinde. Zaman algısı komple değişecek. Bir de mekân algısı komple değişecek.  Örneğin kişi bir trende gidiyor. Trendeki kişilerle gitmesi şu anki yaşam algısı. Ama istasyonda onu alıyorlar. O olduğu yerde duruyor, bakın o bir yere gitmiyor. Ama tren ve içindekiler ondan uzaklaşıyor. İşte diyorlar ki öldüğünde öyle olacak. Yani hem kişiler hem de mekân sizden uzaklaşacak. Siz olduğunuz yerde kalacaksınız. Bir anlamda yavaşlamış olacaksınız. Zaman algısı değişecek, mekân algısı değişecek. Hani o plaka örneğini vermiştim. Zaman ve dehri şu anki bizim algılayamadığımız içinde olduğumuz yaşadığımız için algılayamadığımız zaman algısını çok iyi anlarsınız. O zaman yakın bir mekânı, uzak bir mekanı daha iyi anlarsınız.

Hani eski plaklar var, taş plaklar. İğnesi var. İğnesi plağa değiyor ve ses kaydı oluyor. Bunu ses kaydı değil de yaşam kaydı olduğunu düşünün. Şu an biz o iğnenin değdiği yerdeyiz. Ve bizim şu anki yaşam kaydımız kaydediliyor. Aslında birçok değişken var entropi deniyor buna. O trilyonlarca değişkenden, olasılıktan sadece biri oluyor ve biz şu an “an” denilen yaşam kayda geçiriliyor. Plağı düşünün. Bir iğne var. Kayıt yapıyor. Nasıl plakta bir sürü çizgi var değil mi? Toplasanız metreler edecek bir ses kaydı var. Fakat plak bir bütün. Siz o iğnenin geçtiği o çizgiden, yoldan ne bir öne ne bir arkaya geçemiyorsunuz şu an içerisinde. Fakat öldüğünüzde ise o iğne kayıt yapan iğne yukarı kalkıyor. Sizde o iğne ile beraber yukarı kalktığınızı düşünün. Gördüğünüz ne? Plak. Ama nasıl bir plak? Yaşamın bütünü. Yani doğduğunuz andan itibaren bütün yaşadıklarınız size şematik olarak gözüküyor. Kayda geçmiş olarak.

İşte Peygamber Efendimiz(SAV) ne diyor? Dünya bir andır diyor ya işte bu an. Biz bu anı anlayamıyoruz neden? Üç boyutlu bir dünyada yaşıyoruz şu an. Öldüğümüz zaman başka bir idrak boyutuna geçtiğimizde onu bütün olarak göreceğiz. İşte plağın kaydolduğu şu anki an uzak mekân, iğnenin çıktığı an, bize göre gaib olan o ana şehadet olacak şahit olduğumuz için, o âlemde yakın alem oluyor. Çünkü neden? Allahi ortam orası. Şu an imtihan dünyası. Daha evvel verdiğimiz sözü-nerede olduğunu biliyorsunuz- , cahil ve zalim olarak yüklendiğimiz emaneti. Azhab’taki dersi hatırlarsak; insan emaneti yüklendi biz onu dağlara, semaya, arza teklif ettik de onlar çekildiler. Fakat insan yüklendi o emaneti. O nedir? Cahildir, zalimdir.

Geçen bir videoda “bana mı sordular gelirken?” diyor. “Benim ne sorumluluğum vardı da Allah beni cennete cehenneme atacak”. Bunun cevabı Kuran’da gizli. Araf Suresi 172’de bu emanet ayeti var. Biz hatırlamıyoruz ama biz onu yüklendik. O emaneti ver bize dedik. Hatırlıyor musunuz? Hatırlamıyorsunuz. Dün rüyada ne gördüğümüzü hatırlamıyoruz. O bilinçaltı. Bu alt bilinç, derinlerin derininde. Ama ahirete geçince, burada onu anlatıyor. Her şey hatırlanacak.  Siz hiçbir ayette şöyle bir şey duydunuz mu? “Aman ya rabbi neden böyle yapıyorsun?”. Allah’a karşı bir suçlama gördüğünüz mü? “Eyvah biz şimdi ne yapacağız”, “Aman bizi geri döndür de şöyle şöyle amel işleyelim.” Neden? Hatırlanacak. Elest meclisinde verdiğimiz söz ve o emanet denen şeyi yüklerken o an hatırlanacak.

İşte Kuran’ın faydası ne? Kuran bize bunu hatırlatıyor. iz diye başlıyor zaten o ayet de. Hatırla diye başlıyor. Hatırlamıyorsun ama ben sana hatırlatıyorum diye başlıyor. İşte Kuran şifa ve rahmet değil mi? İşte en büyük hidayet değil mi? Sadece yüzünden okuduğumuzda -yüzünden okumak bile bir şereftir Müslüman için- bunları biz nasıl idrak edeceğiz? Hâlbuki Kuran bize gösteriyor. Bakın böyle bir şeyler oldu, hatırlamıyorsunuz ama oldu, Âdem’in zürriyetinde idiniz. Ben şöyle şöyle sorduğumda şöyle cevap verdiniz. Dünyaya gönderildiğinizde de bana kulluk etmeye devam edecektiniz. Ama ben size unutturdum. Neden unutturdum? İmtihan.  İmtihanda kitabı açıyor musunuz önünüzde? Açamıyorsun, kopya olur. Herkes aynı şartlarda, herkes o an zihnindekini, kapasitesindekini yapıyor. Ama hadi zil çaldığında herkes o yaptığı ile muhatap olacak. İşte orada söz verdiği ile, kendine verilenlerle ne yapıldığı ortaya çıkacak. İşte “gâlû âmennâ” dediğinde kişi bunları idrak ediyor, yaşıyor. Ayetin devamı ise şöyle:

ve ennâ lehumut tenâvuşu(وَاَنّٰى لَهُمُ التَّنَاوُشُ) – Artık ona ulaşmak nerede? Neye ulaşmak? İman ettiği şeye?

Ve gâlû âmennâ bihi diyor ya oradaki bihi.deki hi nereye gidiyor? Birinci derecede Allah’a. Allah’a iman ettik. İkinci derecede Resulullah(SAV)’a. Çünkü o indirildiği zamandaki şartları düşünün. Üçüncüsü de yukarıda ve cael hakkı diyor ya bu hak hatırladığınız üzere bir sistemdi. Hak ile birçok şey vardır. Meğerse Allah’ın yarattığı bu sistemin hak olduğunu, kişilerin kendi kafalarında oluşturdukları sistemi ise her ne kadar dünyada iyi gözükse de bunun batıl olduğunu, aynı zamanda da Sebe Suresinin başında bahsedilen ahiret sahnelerinin hak olduğuna ne yaptılar iman ettiler. Ama diyor ki rabbim. ve ennâ, nerede demek. lehumut tenâvuşu, ona ulaşabilme, erişebilme imkânı nerde? Yok yani. Nasıl olacak manasında. Nereden?

mim mekânim beîd(مِنْ مَكَانٍ بَعٖيدٍ). Artık onlar eski bulundukları yerden uzaklaşmışlardı.

  1. ayete gelirsek:

Ve gad keferû(وَقَدْ كَفَرُوا). Bu keferu fiili mazi, yani geçmiş zaman kalıbı. Örttüler, inkâr ettiler. başına gad gelince -mışlardı anlamına geliyor. Hani Türkçedeki hikâyeli zaman var ya. Hikâyeli geçmiş zaman deniyor. -mişli oluyor. Yani gad keferû; inkar etmişlerdi, örtmüşlerdi. Bak zaten bu hikâye geldiği için sahnelerin ahirette geçtiğinin göstergesi zaten. Bi ile gelir bu. Keferu bi inkâr etmişlerdi. amene bi nin biraz zıttı. min gabl(مِنْ قَبْلُ), daha evvelden de.  Yani dünyayı, ahiretten önceki zamanı söylüyor.

ve yagzifûne bil ğaybi mim mekânim beîd(وَيَقْذِفُونَ بِالْغَيْبِ مِنْ مَكَانٍ بَعٖيدٍ) – mekânim beîd.den yani uzak bir mekandan da gayba gazefe fiili ile yapılan şeyi yapıyorlardı. Bu fiil 48.ayette de geçmişti. Gul inne rabbî yagzifu bil haggı(قُلْ اِنَّ رَبّٖى يَقْذِفُ بِالْحَقِّ).

Gul – de ki

inne rabbî – şüphesiz benim rabbim

yagzifu bil haggı. Hakkı yukarıdan aşağı doğru atar manasında.

Şimdi fiil anlaşılması zor bir fiil olduğu için değişik yerlerde kullanılıyor. Bu fiili çok araştırdım. Yukarıdan aşağıya doğru bir şeyi atmak manasına geliyor. Bakın indirmek değil. Enzele indirmek. Fakat yagzifu fırlatacak şekilde atmak. Şimdi Allah’tan olduğunda yani “ve kul cael hakkı ve zehekal batıl” diyor ya, hakkı getiriyor rabbim. Ama o getirmesi yumuşak bir şekilde değil, darbe ile. Başlarına çarpar şekilde. Biz hakkı onların dimağına atarız da onların dimağları beyinleri parçalanır diyordu. Yani öyle bir ortaya koyuş, öyle bir atış. İşte bu gazefe fiili ile ifade diliyor.

Fakat 48. Ayette Allah fail. Allah atıyor, fırlatıyor burada. Fakat 53’te fail kim? Evet inkârcılar onu atıyorlar. E şimdi nasıl olacak bu? Ama neye atıyorlar? yagzifune bil gaybi yani gayb konusunda atıp tutuyorlar. Gayba taş atıyorlar. Şimdi Allahû Teâlâ imtihan dünyası ya burası. Her şeye şahit. Ama her şeye de kadir. Ama her şeye de hem halim hem sabır sahibi. Ses çıkarmıyor. Halim esması sabır esması ile. Yani diyor eğer biz yaptıkları şey yüzünden bütün mahlûkatı cezalandıracak olsaydık peşin peşin cezalandırırdık. Yeryüzünde kimse kalmazdı debelenen diyor. Ses çıkarmıyor. Ama insanlar ne yapıyor? Hiçbir şey yokmuş gibi yaşıyorlar rahat rahat. Gayb konusunda atıp tutuyorlar. Bunu biz de yapıyoruz arkadaşlar. Yani gayba malik değiliz hiçbir ayet ve sünnet ve ilim ile de desteğimiz yok. “Hadi canım bu şöyle mi olurmuş, böyle mi olurmuş” diyoruz. Bakın gayb konusunda konuşabilirsin ama nasıl konuşabilirsin ehliyetinle konuşursun. Mihenk taşınla konuşursun. Kuran-ı Kerim var, sahih hadisler var. Zaten hadisler sahihtir de rivayet zinciri açısından söylüyorum. İlim var. Allah’ın ilmi var. Ayağını sağlam basacak değerler var. Bunlarla olduğunda gayb konusunda fikir yürütebilirsin.

Zaten Allahû Teâlâ tefekkür etmeni istiyor. Mülk Suresinde(Tebareke) ne var. Hadi bakalım çatlak bulabilecek misin bak göğe diyor. Tefekkür etmeye çağırıyor seni. Kuran hakkında tedebbür etmeye ve tederrüs etmeye ve tezekkür etmeye davet ediyor Rabbim. Ama niyetiniz halis olacak. Yani Allah’ın sistemini doğru anlayıp doğru yaşama gayretinde bunları yapacaksınız. Ama bunun dışında hiçbir bilgiye dayanmaksızın bir de kötü niyetle gayb hakkında atıp tutuğunuzda palavra atmış oluyorsunuz. Bir de suçlamış oluyorsunuz. İşte Allahû Teâlâ diyor ki o yaşarken size hiçbir müdahale yokken atıp tutuyordunuz, taş atıyordunuz, suçlamalar yapıyordunuz diyor. Uzak bir mekândan. İşte bu müteşabih ayetler konusunda da kalplerine zey bulunanlar, eğilip bükenler müteşabih hakkında tevil ederler diyor. Yani müteşabih ayetleri yorumlamayın değil oradaki. Orada şart koymuş rabbim fî gulûbihim zeyğun(فٖى قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ). Kalplerinde eğrilik olanlar, yani inkârcılar.

Ben birçok kişi tanıyorum. İmanla dinle alakası yok. Fakat Kuran konusunda inanılmaz bilgili. Dini konular hakkında inanılmaz derecede bilgili. Bunu bir kısmı size ispat açısından yapıyor. Daha bilgiliyim demek için. Kibir var. Orada size karşı üstün gelme gayreti var. Fakat Allah’ın Teâlâ’nın istediği Kuran’a yaklaşma zikir. Yani öğüt alma. Yani Allah’ı hatırlamak, anmak, öğüt almak. Biz bu kuranı elbette çok çok kolaylaştırdık. Ve legad yessernel gur’âne lizzikri(وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْاٰنَ لِلذِّكْرِ) – ama zikir için kolaylaştırdık. fehel mim muddekir (فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ) – ama nerde öğüt alan? Nerde yaşantısına geçecek olan? Nerde bunu tezekkür edecek olan? Böyle olduğunuzda gayb hakkında ayetler hakkında düşünebilirsiniz. Zaten Allah’ın desteği ve teşviki var burada. Amma velakin burada fail kim diye sorduğumda ne dedik inkârcılar dedik. İşte inkârcılara orada aptıklarını söylüyor. Ve gazefe fiili ile gösteriyor. Rabbim yagzifu bil hakk diyor ben hakkı atarım diyor. Onlar da diyor gayba atarlar. Nereden? Uzak mekândan. Yani bulundukları yerden fırlatıyorlar, bir şeyleri yokmuş gibi. Meydanı boş buluyorlar, yapıyorlar ama ne diyordu 51’in başında. Ve lev terâ – Ah onları bir görsen.

Biz de aynı şekilde yapıyoruz arkadaşlar. Bir ayette kâfir dendiği zaman müşrik, münafık dendiği zaman mücrim dendiği zaman önce tabi ki Allahû Teâlâ’nın özellikle işaret ettiği kesimi anlayacağız ama aynı zamanda sübhan olmadığımız için eksiksiz olmadığımız için biz de kendimize biraz getirmemiz gerekiyor bunu. Yoksa Kuran bize inmemiş olur. O yüzden biz de acaba gayb konusunda atıp tutuyor muyuz? “Hadi canım öyle şeyler olur mu diyor muyuz” diye öz eleştiri yapmakta fayda var.

  1. ayete gelelim. Rabbim bu finali müthiş yapmış:

Ve hîle(وَحٖيلَ) – set çekikmiş perde çekilmiş araya engel koyulmuş anlamına geliyor. Bu fiilin aslı hale fiili ortada vav harfi buna illet harfi deniyor. Hale fiilinin meçhulü bu, yani edilgeni. Mesela kitabı yazdım, kitap yazıldı gibi. Kitabı okudum. Kitap okundu gibi. Çocuk dövüldü gibi. Bunlara edilgen fiil deniyor. Meçhul fiil deniyor. Burada da set çekildi anlamı var. Burada Nuh As. ile oğlunun hikâyesinde Nuh As. oğlunu davet ediyor. Oğlu kaçarım kurtulurum diyor, yukarı çıkarım. Ama onların aralarına dalga girdi diyor. İşte bu hale fiili ile söyleniyor. Araya bir şey girmesi. Başka bir ayette de kişiyi Allah kişi ile kalbi arasına girer diyor. İşte bu girerde’de hale fiili var. Set çekildi manası var burada. Set çekildi? Ne ile ne arasına çekildi?

Beynehum(بَيْنَهُمْ) – onlarla

ve beyne mâ yeştehûne (وَبَيْنَ مَا يَشْتَهُونَ) – onlar ile iştah duydukları şeyler arsına perde, set çekilmiş. Bu nerde oldu? Ölüm anında. Bu Berzah denen olayın ilk aşaması. Rahman suresinde iki denizin karışmaması olayında ne vardı? Kaptan Kusto olayında. Bir tatlı su var, bir de tuzlu su var.  Arada mekanik bir engel var mı? Yok, ama bir şekilde bir engel var. İşte ona berzah deniyor. Bir ortamın bir ortama karışmasını engelleyen perdeye göremediğimiz perdeye berzah deniyor. İşte manevi bir şey o. Geçiş yok. İşte set çekildi derken de bu var. Yani kişiyi düşünün. Hepimizin ya bir yakını ölmüştür. Ölüyor o ortamda. Fakat ölü yok olmuyor. Başka bir boyuta geçiyor. Seninle onun arasında bir berzah var. Şimdi onun idrakının da olduğunu düşün. Elini falan kaldırmıyor. Bilinç olarak farklı bir dünyaya geçiyor. İşte kafayı yiyor insanlar orada. Eğer kendilerini hazır hissetmezlerse. Bakıyorlar mekânda var ama ulaşamıyor sesini ulaştıramıyor. Melekleri görüyor. Farklı bir teknolojik ortamı görüyor. Başlıyor sapıtmaya bu ne? İşte arada berzah denen bir engel var. Birinci engel bu. İkinci engel kabre konuyor ya. Kabre gömüldükten sonra rabbim öyle bir mekanizma murad etmiş. Toprak cesette, nefis dünyada kalıyor, toprak cesette kalıyor. Diğer bilinç(ruh) berzah denilen bir âleme gidiyor. Bir şekilde bekleme odası gibi. Niye oraya berzah denmiş. Orada da bir engel var. Oraya da giriş ve çıkış tehdit. Nereye kadar o? İkinci sura üfürülünceye kadar. Orada bekleniyor ruh. Bir de orada astral beden var. Astral beden rüyada dolaştığınız beden. Yani bilince verilen bir beden. Yani bizim şu bedenimiz dünya bedeni. Ceset deniyor buna. Nefsin bir bedeni var cennette olacak bir beden. Bir de kabir âleminde astral beden denilen oradaki bilince yüklenmiş, bizim göremediğimiz bir astral beden var. Astral bedende de orada bir yaşantı var. Ona da berzah deniyor. Berzah âlemi deniyor ona. Bir de ondan bahsediyor işte burada.

Ölüm hakkında İmamı Gazali kitabında şöyle bahseder: Kişinin ölüm acısında en büyük etkende dünyada iken sevdikleri ile sahip oldukları ile o bağı çok kuvvetlendirmesi. Ölürken o çok sevdiği şeylerle o bağın kopması inanılmaz acı veriyormuş ona. Ayrılık acısı. Ayrılık neden acı ile ifade edilmiş? İşte rabbim burada diyor ki iştah duymayın diyor. Sevilecek tek şey Allah’tır. Ve Allah’ın sevdikleridir. Bunun dışında dünya olarak sevdiğiniz her şey sizin hem bu dünyada iken sizin ilahınız putunuz olma tehlikesi olur Allah korusun. Hem de ölüm anında işte size böyle acı verir. Aranıza da o mecbur engel konacak. Ayrılacaksınız bir şekilde. Bir, yakın olarak karib olarak gitmek var. Bakınız karib diyor. Yakın olunca kime yakın olacaksınız. Ama siz bu dünyada imtihandasınız. Bu dünyada onu yakın olarak görmezseniz, ona yakın olma gayretinde olmazsanız bu ahirette nasıl olacak?

Hazreti Ali’nin sözü olması lazım: “Kişi bu dünyada Allah ile ne kadar müşerref olursa ahirette de onunla karşılaşacak”. Yani plak var ya iğne kayıt yapıyor. O bir şekilde o kayıt bittiğinde ne yaptıysan o. Sonra ne deniyordu? İkra kitabek. Oku bakalım kitabını. Aslında senin yazdığın defter o. Bitince kitap oluyor. Sen yazıyorsun. Eline kalem veriliyor. Allah’ın kader inancı ekseninde Allah’ın kontrolünde Allah’ın kuralları çevresinde sen cüzi iradeni kullanarak tercihlerini yapıyorsun. İşte burada Allah’ı mı daha çok seveceksin, Allah’ın yarattıklarını mı? İşte bunun gibi şeylerle ne yapıyorsan bunu değerlendireceksin.

Kitabı, plağı veriyorlar sana. 1400 yıl evvel yaşayan kişiler belki hayatlarında kitap bile görmediler. Kuran ayetleri neyin üzerine yazıldı? Derilerin develerin leğen kemiği üzerine yazılmıştır. Yani o biz rahat çöplere atıyoruz. Yazılı bir şey yok. Bugün Afrika’da da bile öyle. Tahtalara yazıyorlarmış Kuran’ı. Sonra zımpara taşı ile zımparalıyorlarmış, sonra kömürle tekrar yazıyorlarmış. Şimdi bir vakfın kampanyası var. 12 liradan Kuran gönderiyor o ülkelere. Ya da kuma yazı yazıyorlarmış. Bitince siliyorlar. Öyle yazılı bir kitap yok. Ama ayetlerde kitabını oku diyor.  Şimdi de o devir insanları CDyi nereden bilsin? DVDyi nereden bilsin? Hafıza kartını nereden bilsin? Ve bizim şu an daha erişemediğimiz kayıt mekanizmaları nereden bilsin? Ama işte o kitap. Yazılmış bir şey yani. İşte o dünyadaki o plak da senin koluna verebilir. Biz onların kuşlarını boyunlarına asarız diyor bir ayette. İşte o belki de bizim yaptığımız ameller boynumuza asılacak bir kolyede bir kuş şeklinde tasavvur, tasvir edilecek. Ona bakıldığında kişinin ne yaptığı, hangi kategoride olduğu anlaşılacak. Bugün bile insanlar yüzüklerinde, kolyelerinde, broşlarında bir şeyleri anlatmıyorlar mı?

Daha dünya mekanizması ile böyle. Ahiret teknolojisi ile neler olacak? Ahiret teknolojisi. Sebe suresi zaten ilk ayetlerinde bunu görmüştük. Ahirette yani ölüm ve sonrasında ölüm anı, kabir âlemi, berzah âlemi, sura üfürülüş, ikinci üfürülüşün ve kalkıştan sonraki âlemlerin hepsini bir ahiret olarak düşünün. Orada nasıl bir teknoloji ile karşılaşılacağını bir düşünün.

Sebe Suresinin ilk ayetine bakalım:

Elhamdu lillâhillezî lehû mâ fis semâvâti ve mâ fil ardı ve lehul hamdu fil âhırah, ve huvel hakîmul habîr

(اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذٖى لَهُ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِ وَلَهُ الْحَمْدُ فِى الْاٰخِرَةِ وَهُوَ الْحَكٖيمُ الْخَبٖيرُ)

Bir kere hamd Allah’a mahsustur diyor. Öyle başlıyor. Göklerde ve yerde ne varsa onundur. ve lehul hamdu fil âhırah. Ahirette de hamd ona mahsustur. Yani bırakın bu dünyayı ahirette de. ve huvel hakîmul habîr – O habirdir. Habir ne demek? Her şeyden sürekli olarak haberinin olması. Ama nasıl? Hâkim, hikmetleri ile en ince detayları ile. Hani yukarıda dedik ya. İnnehu semiul karib dedik ya. Öyle yakin olarak işitir. Bu da o haliyle. Ne diyecekler insanlar ahiret sahnesinde dirilince? “Aman ya rabbi nasıl bir teknoloji bu. Hamd sana mahsus”. Otomatikman övecekler. Ve işte hakimul habir. “Ya nasıl bir şey bu, gizli saklı her şeyi yazmış” demiyor mu insanlar. İkra kitabek – kitabını oku dediğinde. Yere gireni de bilir, ondan çıkanı da, semaya ineni de, semaya yükselen şeyi de bilir. O; rahimdir, gafurdur. Ama kime rahim? Mümine rahim. Mümine gafur. Müminin şeyini örtüyor. Örtmediği şey karşımıza geliyor arkadaşlar. İşte tövbe ve mağfiret talebi burada. Daha plak kayıt yaparken. Hiçbirimiz mükemmel değiliz. Yaptığımız ve potansiyeline sahip olduğumuz şeylere tövbe ettiğimiz takdirde samimi bir şekilde Allah getirmiyor o sahneleri oraya. Mağfiret o miğfer var ya kafaya geçirilen miğfer aynı kökten muhafaza ediyor yani seni. Günahlarını örtüyor. Setrediyor, seni rezil etmiyor. Bak ne diyor sonda:

Küfredenler bize kıyamet gelmez dedi. De ki hayır gaybı bilen Rabbim mutlaka onu size getirecektir, onun ilminden hiçbir şey kaçmaz. Semalarda ve arzda zerre miktarı da olsa bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa muhakkak açık bir kitaptadır. Görüyor musunuz bu üç ayet nasıl açıklıyor Sebenin sonunu. Rabbim sureye başlamış, en sonunda da bunu açıklayarak müthiş bir prodüksiyon yapmış. Müthiş bir sunum. Âlemlerin rabbi olan Allah’ın kitabının bir suresi bu. Ve bizim algıladığımız kadarıyla. İnce ince kelimeleri nasıl rabbim nakşetmiş. Fatır Suresinde göreceğiz nasıl incelikleriyle donatmış.

kemâ fuıle bieşyâıhim min gabl(كَمَا فُعِلَ بِاَشْيَاعِهِمْ مِنْ قَبْلُ). Bunu ilk okuduğumda ben eşyaimi eşyahim olarak gördüm oradaki aynı elif diye gördüm. Bir mealde de maalesef bunu şey olarak şeyin çoğu olan eşya olarak göstermiş. Hata yapmış. Ben de ona bir bakmıştım. Buradaki eşya şiaları demek. Şia ne demekti? Aynı görüşü paylaşan kişilerin oluşturduğu topluluk. Şia. Bunun çoğulu eşya. Ama sonunda ayn var eşyağ. I var ayn var. Maalesef bir meal orada elifle göstermiş hemze olarak göstermiş. Eşyaihim diye göstermiş. Ben de ona baktım. Onu bir uyarmak lazım. Bizim Arapça hocamız kökü şia dedi. Manası değişiyor.

kemâ fuıle – yapıldığı gibi. Fuile de orada meçhul. Yapıldı. Bieşyâıhim – onun arkadaşlarına yoldaşlarına. Ne zaman?

Min kablü – daha evvelden onların arkadaşlarına yapıldığı gibi. Yani onlardan evvel ahirete gidenlere ölenlere de aynı muamele yapıldı. Onlar da orada.

innehum kânû fî şekkim murîb(اِنَّهُمْ كَانُوا فٖى شَكٍّ مُرٖيبٍ) – şüphesiz onlar idiler. Ne içinde? Fî şekki murîb. Şek içinde idiler. Şek şüphe olarak açıklanıyor. Murib – raybe kelimesi. Bakara suresinde de geçiyordu bu kelime zalikel kitabülaraybe fih. La raybe. Buna da şüphe demişler. Üç şeye şüphe denmiş Türkçede. Kuranda geçen şüphe olarak reib rayb. Bunların farkları şunlardır: şüphenin kökünde ne var? Hangi üç harf var? Şe be he. Teşbih benzetme bir şeyin bir şeye benzemesi. Teşbih sanatı vardır. Müteşabih ayetler. Benzer ayetler. Şimdi bir şeyin bir şeye benzemesi ile şüphenin ne alakası var? Benzerliğinde dolayı karıştırıyorsun. Karıştırma tehlike yapar. Tereddüt ediyorsun. İltibas deniyor buna. İltibas kelimesinde de libas var elbise. Bir şeyin kıyafetini değiştirerek gizlenmesi manasına geliyor. Yani emin olamıyorsun. Bakıyorsun. Ya bu elbisesi ile gizlenişi de hakikat mi değil mi? Doğru mu değil mi? Ya şu adam mı değil mi? Benziyor. Emin olamıyorsun. Neyin var şüphen var birinci şüphe bu. İkincisi şek. Şekin kökü: Mesela bir ekmek düşünün bıçağı aldık şöyle bir kestik ya. İkiye ayırdık ya. İçerisine mesela peynir koyacağız. Bir şey koymak için ikiye açma fiiline şek deniyormuş. Bunun ne alakası var şüphe ile? Yardığımda iki tane birbirine eşit kısım çıkıyor ya. İşte yüzde 50 yüzde 50. Karar veremiyorsun. Şunu mu tercih edeyim bunu mu tercih edeyim diye. Tereddütte kalıyorsun yine. İşte bu da yine şüphe oluyor. Bu ilmi hakikatlerde de adam karar veremiyormuş. Şunu mu yapsam şunu mu yapsam diye. Yüzde 50’den biraz yukarı çıkınca zan oluyormuş. Yüzde yüz olduğunda ise hakikat oluyor. Ya da yakin oluyor. Bir şeyde şüphe ve şekkin olmama durumu yakin imiş. Yani şüphelenmiyorsun. Yalnız yakine sen gidemezsin. Yakin gelir.

Rabbine itaat et, yakin gelinceye kadar. Yakin Allah tarafından verilir. Sen şek ve şüphelerini gidererek Allah’a tereddüt olmaksızın bir iman boyutuna gittiğin zaman Allah sana yakin verir. Ve o zaman tereddütsüz, şüphesiz iman edersin. İşte Allahû Teâlâ’da burada şekkim murîb derken raybe olmayan. Raybe şöyle, onu da açıklıyım. Duygusal şüpheye rayb deniyormuş. Yani, seni kuşkulandıran huzursuz eden bir ruh hali var ya. Bu. Böyle yapan bir şek içindeydiler diyor. Yani karar veremediler hak olmaya fakat bu da onları huzursuz etti. Ve orada bir mürid ifadesi,  ismi fail de var. Edilgen bu. Başkasını da tereddütte düşüren kendisini de tereddütte düşüren bir şüphe içindeydi. Bu da ahirete iman etmesini engelledi. Ve bu da işte bir görsen onları telaşlandıkları zaman denilen konuma düşürdü.

Demek ki bize düşen, içimizde şüphe ve tereddüt olmadan Allaha tereddütsüz iman içerisinde gayret içerisinde olmak ve Allah’ta bunu bize inşallah yakini ile el mümin esması ile destekleyecek ki ahirette ilerde karşılaşacak olduğumuz ve aman ya Rabbi nasıl bir sistem diyeceğimiz bir sisteme daha güvenli daha emin daha ümitkâr daha reca içinde çıkmamızı sağlayacak. Çünkü Allah semiul garîb, bize yakın. Eğer biz de onun mahlûkatına iştah değil de o sevgi ve hububiyeti Allah’a yönlendirirsek. Çünkü “Ben gizli bir hazineydim bilinmeyi murad eyledim” diyor Allah. Bilinmeyi muhabbet ettim. Ve mahlukatı halk ettim bilinmek için. Ama orada kitaplarda ne geçiyor istedim. İstedim değil. Muhabbet duydum da istedim. O zaman biz de muhabbeti kime duyacağız arkadaşlar? Allah’a duyacağız. İşte böyle olduğumuz takdirde Allah’a yakınlık olacak. Allah da bize yakınlık olacak biz de inşallah ahirette. Daha ümit var şekilde haşrolunacağız. Allah bize bunlardan olmayı nasip etsin inşallah.

Sadakallahülazim.

 

 

 

SEBE (31.SOHBET) 49.AYET#


 

SES KAYDINI MP3 OLARAK DİNLEMEK VEYA İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ:

https://yadi.sk/d/cYNG8kV1kpvsd


 

قُلْ جَاء الْحَقُّ وَمَا يُبْدِئُ الْبَاطِلُ وَمَا يُعِيدُ

Kul câel hakku ve mâ yubdiûl bâtılu ve mâ yuîdu.

1. kul : de
2. câe : geldi
3. el hakku : hak
4. ve mâ yubdiû : ve başlatamaz, ortaya çıkaramaz, zuhur ettiremez
5. el bâtılu : bâtıl
6. ve mâ yuîdu : ve geri getiremez,geri döndüremez

De ki: “Hak geldi, bâtıl (bir şey) başlatamaz ve geri getiremez.”


SOHBETİN YAZILI METNİ:

Sebe Suresi 49. Ayet – 31. Sohbet (29.11.2015)

Eûzubillâhimineşşeytânirracîm.

Bismillâhir rahmânir rahîm

1. kul : de
2. câe : geldi
3. el hakku : hak
4. ve mâ yubdiû : ve ortaya çıkaramaz, zuhur ettiremez
5. el bâtılu : bâtıl
6. ve mâ yuîdu : ve geri getiremez

SEBE suresinin 48. Ve 49. Ayetleri birbiri ile bağlantılıdır. 48. Ayeti hatırlayacak olursak:

قُلْ إِنَّ رَبِّي يَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَّامُ الْغُيُوبِ

Kul inne rabbî yakzifu bil hakk(hakkı), allâmul guyûb(guyûbi).

De ki: “Muhakkak ki benim Rabbim hakkı kazefe eder. Bütün gaybleri (tamamiyle) bilendir.”

1. kul : de
2. inne : muhakkak
3. rabbî : Rabbim
4. yakzifu : kazefe eder, atar, tecelli ettirir
5. bi el hakkı : hakkı
6. allâmu : çok iyi bilen
7. el guyûbi : gaybler, bilinmeyen

Kul (قُلْ). De ki.

Burada biliyorsunuz “Kul(قُلْ)” “De” emri. Peygamber Efendimiz(SAV)e hitap ediyor, dolayısıyla Kuran’ın muhatabı olan okuyucuya yani bizlere.

İnne rabbî(إِنَّ رَبِّي). Şüphesiz benim Rabbim.

Yakzifu(يَقْذِفُ)  yok eder, parçalar, atar gibi anlamları vardır. Ne ile? Hak ile. Yani buradaki ifadeyi söylüyorum “Şüphesiz benim Rabbim hakkın yardımı ile batılı yok eder. Hak ile batılı yok eder” ifadeleri vardır.

Allamul guyub(عَلَّامُ الْغُيُوبِ). O bütün gaybları çok ince derinlikleri ile çok çok bilendir.

Bugünkü ayette de tekrar kul(قُلْ) var. Kul câel hakku(قُلْ جَاء الْحَقُّ). De ki: “Hak geldi”. Ve mâ yubdiûl bâtılu ve mâ yuîdu(وَمَا يُبْدِئُ الْبَاطِلُ وَمَا يُعِيدُ).

Geçen sohbette hak konusu baya teferruatı ile anlatılmıştı. Hak kelimesi gerek Arapçada gerek Türkçede çok fazla kullanım alanı olan ve farklı farklı kullanım yerleri olan bir konudur. Fakat burada birinci anlamı ile kastedilen özellikle sistem.

Çok meşhur bir ayet vardır:(İsra suresi 81. Ayet.)

  • وَقُلْ جَاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ اِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا
  • Ve gul câel haggu ve zehegal bâtıl, innel bâtıle kâne zehûgâ
  • “Hak geldi batıl zail oldu ; batıl kesinlikle yok olmaya mahkumdur”

Çok meşhurdur biliyorsunuz.  Hatta geçen hafta söyledik. Bir gazetenin sloganı idi bu. “Hak geldi batıl zail oldu”. Özellikle bu kısmı söyleniyor. İkinci kısmı biraz daha az dillendiriliyor. Buradaki ayetle baya alakalı. Şimdi 48. ayetten biz anlıyoruz ki Allahû Teâlâ hak sistemi öyle yumuşak bir şekilde getirmiyor. Bir darbe gibi, bir devrim gibi, bir ihtilal gibi bir şeyle getiriyor. Nereden vardık bu sonuca? Bakın 48’de diyor ki yakzifu(يَقْذِفُ). Bu “nezele (نَزَلَ) indirmek” fiilinden değil, yani “indirir” değil. İndirmede daha yumuşak bir ifade var. Hatta bir başka ayette nuzulen diyordu cennet nimetleri için nüzul diyordu. Yani gökten bir sofranın inmesi gibi, bir ikram gibi. Yani nezelede o var. Fakat  “yakzifu” olduğunda yukarıdan aşağıya kafasını parçalarcasına atmak var.sertlik var. Yani indirir manası da var yakzifu için ama öyle bir” yukarıdan aşağıya şiddetle indirir ki , beynini parçalayacak şekilde”.

Enbiya 18’de şöyle geçer:

  • بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَاِذَا هُوَ زَاهِقٌ وَلَكُمُ الْوَيْلُ مِمَّا تَصِفُونَ
  • Bel nagzifu bil haggı alel bâtıli feyedmeğuhû feizâ huve zâhig, ve lekumul veylu mimmâ tesıfûn
  • Bilakis biz “akkı batılın tepesine öyle bir atarız ki onun beynini parçalar bir de görürsün ki batıl yok olup gitmiştir. Allaha yakıştırdığınız o çirkin sıfatlardan dolayı vay halinize!

Bakın bunlarda bir yumuşaklık var mı? Yok. Dikkatinizi çekerse bütün dinlerin gelişinde böyle bir sertlik var. Mevdudi’nin bir kitabı vardır: “kuran’da dört terim”. Rab, ilah kavramlarını açıklıyor. Oradaki bir ifade şöyleydi: “Biz bugün kanıksadık La İlahe İllallah kelimesini”. Çok fazla bir anlam ifade etmiyor. Fakat Peygamber Efendimiz(SAV) bu (kelime-i tevhid)’ı ilk getirdiğinde “Ya başlar öne eğildi ya da kılıçlar çekildi”. Arada başka bir şey yok , çünkü onun getirdiği ile o ” La İlahe İllallah” cümlesi ile nelerin değişeceğini o andan itibaren insanlar çok net anladılar. Ya teslim olmak zorundalardı, başlar öne eğildi ya da kılıçlar çekildi. Yani yumuşak bir gelişle gelmedi. İhtilal gibi, devrim gibi geldi. Bakın kelime-i tevhidin ilk kelimesi ne? “La”. La , hayır demek; Yok demek. Yani reddedişle geldi. Yani o kelime i anlayan -kelime-i tevhidi anlayan – önce reddetti mevcut sistemi. Ondan sonra kabul var. Bir kere  “la”diyorsun hatta- ikincisi ile beraber- “la ilahe” diyorsun. “İlah denilen bir şey yok”. Yani güç ve kudret tahsis edilecek, medet umulacak hiçbir şey yok. Ya nasıl? Hiç mi bir şey yok? Sistemi yaratan var. Evet işte O. Bir tek O. “İlallah”.  Bakın bu şekilde anlaşıldığında kelime-i tevhid daha manalı. Bu bir devrim. İnsanların kafalarında oluşturduğu bir sistem var. Allahû Teâlâ diyor ki ;

Siz sistem mistem oluşturamazsınız. Sistemi  yaratan oluşturur. İşte ona da Hak deniyor. İşte” kul câel hakku “bu. Hak geldi. De ki: Hak yok muydu? Yani o anda mı geldi? Hayır vardı. Fakat insanlardan bunu oluşturması bekleniyordu. Bu hak doğrulara gelmeleri bekleniyordu.

Çünkü biz daha evvel Hanif derslerinde işledik biliyorsunuz. Hanif konusunda özellikle kim işlendi, hangi peygamber işlendi? Hz. İbrahim . Onun en büyük özelliği neydi? Tek başına olması idi. Hiç bir din yok,  hiçbir öğreti yok. Kitap yok. Resul yok. Çevresinde bir şey yok. Buna rağmen yanlış gibi gözüken şeylerle başlaya başlaya öyle bir Hak sistem idraki oldu ki Allahû Teâlâ’dan “el-Halil”  ünvanını aldı. Literatüre geçti yani. İşte onun kafasında oluşturduğu o sistem Hak sistemdi. Gittiği şey Hak sistemdi. Allahû Teâlâ bize Hazreti İbrahim’le neyi öğretiyor : Tamam şu an sizin önünüzde kitap var, peygamber var, din var. Ama benim size yüklediğim fıtrati sistem, sizin kendi başınıza düşünüp de ulaşabileceğiniz bir hak sistem. Ben sizden bunu bekliyorum. Ama yine de çok zor. Ben hidayet unsurları ile de sizi destekliyorum. Ne yaptı? Din gönderdi. Ne yaptı? Resul gönderdi. Ne yaptı? Peygamber gönderdi.

Necip Fazıl Kısakürek’in bir hikâyesi var. Karşıdan karşıya vapurla geçiyor şehir hatlarıyla. Biri gelip soruyor: Peygambere ne gerek var? O da diyor ki: O zaman niye vapura bindin? Karşıya yüzerek geçse idin ya !..

Yani din bize bu rahmeti sağlıyor.

Enbiya suresi 107:

  • (وَمَا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمٖينَ)
  • Ve mâ erselnâke illâ rahmetel lil âlemin
  • Seni Biz, sadece âlemlere rahmet olarak gönderdik.

bize kolay yolu gösteriyor.

Hak sisteminin yaşanılırlığını mı öğrenmek istiyorsunuz, alın size bir misal: Resulullah. İçinizden kendi içinizden bir peygamber gönderdik. Size kendi içinizden resul gönderdim. Yani sizin gibi.Tevbe suresi 128:

  • لَقَدْ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَزٖيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرٖيصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِنٖينَ رَؤُفٌ رَحٖيمٌ)
  • Legad câekum rasûlum min enfusikum aziz, aleyhi mâ anittum harîsun aleykum bil mué’minîne raûfur rahîm
  • Andolsun ki; size, sizin içinizden azîz bir Resûl geldi. Sizin üzüldüğünüz şey, O’na ağır gelir (O’nu üzer). Size çok düşkün, mü’minlere şefkatli ve merhametlidir.

Yani kendi içinizden misal. Sizin gibi yiyip içen ama sahip oldukları ile ilham edilenlerle müthiş Allah destekli. İşte bu Resul(SAV) aracılığıyla gönderilen, teferruatı anlatılan, kemal olmuş sistem geliyor işte. Yani o gelmesi ile var olmuyor. Yaradılışın ilk anından itibaren o sistem var. Yani kün emri ile beraber o sistem var. Fakat Resulullah ile beraber gönderiliyor, yani bizim açımızdan bakarsak da geliyor. Ama işte bir önceki ayetin ifadesini söylüyorum. Bu gelme yumuşak bir şekilde değil devrim şeklinde. Çünkü insanların kafasındakilerin bitmesi gerekiyordu.

Kuran’ı sıkça okudukça okudukça artık bir şey size çağrışım yapıyor.  Sanki burada İsra Suresini okuyormuşsun gibi oluyor. “Hakkı yardımı ile indirir.” Bir de sonraki ayetle beraber “kul cael hakkı  ve zehegal batıl” ile beraber o hemen aklında çağrışım yapıyor. Dolayısıyla direkt batıl diyebiliyorsunuz. Orda batıl yok ama Kuranın tefsiri Kuran olduğu için Direkt orda Allahû Teâlâ’nın hak ile neyi yukardan aşağı atarak parçaladığının, indirdiğinin, batıl olduğunu anlıyorsunuz. Neden? Hakkın zıttı batıl. Yani tamamlama var. Beyinde Allah’ın yarattığı sistemde tamamlama vardır. Bir şeyi veriyorsun, bir bilgiyi veriyorsun. Üçüncüyü vermiyorsun. O bunu birleştiriyor. Tamamlıyor. Burada o tamamlama ile beraber o anlam çıkıyor.

“Gazefe” yukarıdan aşağı bir şeyin fırlatılması manasına geliyor. Batıl ondan etkilenen. “Hadara ” fiili de kullanılabilirdi burada “hazır oldu, yani o anda huzura gelmiş olması” ama buraya uygun değil. Yani daha evvelden vardı bu. Hak sistem.

” Câe” fiili  kullanılmış burada. Yani mevcutta olan bir şey vardı.  o geldi. Sistemin içerisinde de gizli ve Peygamber Efendimiz( SAV) en kemal haliyle bunu gösterdi. Yani diğer peygamberlere gönderilen de İslam. Yani farklı bir şey değil. Peygamberler tarihini okuyunca da görüyoruz ki Allahû Teâlâ hep aynı şeyleri indiriyor. Farklı bir şey indirmiyor aslında. Fakat Peygamber Efendimiz(SAV)’e indirilen onun en kemale ermiş, en olgunlaşmış hali. Neden? Başka bir açıdan bakarsak insanlığın toplam aklı, idraksal seviyesi Peygamber Efendimiz(SAV)’in dünyaya teşrifi ile beraber artıyor. Artık diğer insanlara öğretildiğinden daha farklı bir ifadelerle anlatılması gerekiyor bunun. Yani birkaç bin sene evvel dünyanın bir bölgesinde değişik bir coğrafyada yaşayan insanı anlattığı gibi anlatılmıyor artık. Neden? Çünkü idraksal seviye yükseldi. Bu kavram çok önemli. Yani bu idrakin yükselmesi çok önemli. İdrak zannedildiği gibi tek bir seviye bir şey değil. Yani ilk insanın anlama kapasitesi ile şu an bizim anlama kapasitemiz aynı değil. Bunu biz anlayamayız çünkü o dönemi bilmiyoruz. Ama biz o döneme gitsek de insanlarla bir konuşsak, teknolojiyi falan bırakalım, ortak şeylerle onların akıllarını çok ilkel buluruz yine. İdrakimiz bir şekilde arttı istesek de istemesek de. Sadece bizim değil bütün insanlığın arttı.

Ikinci kısım” ve mâ yubdiûl bâtılu ve mâ yuîdu” (وَمَا يُبْدِئُ الْبَاطِلُ وَمَا يُعِيدُ) ile

“zehekal batıl” aynı manada. Biz bunu matematikte öğrendik değil mi? matematikte ne kuralı diyorduk biz buna? Matematikte değişim kuralı idi:

a+b+c = a+d ise

(b+c) = d

Biz bunu matematikte öğrendik. Ama sayılar olarak öğrendik, hayat pratiği olarak öğrenmedik. İşte Kuran’da da o matematik kuralını uyguluyoruz. 2 tane ayet var:

Birisinde (İsra suresinde):

“Ve gul câel hakku ve zehegal bâtıl”, diyor.

Burada da;

Kul câel hakku ve mâ yubdiûl bâtılu ve mâ yuîdu”, diyor.

Demek “zehegal batıl” ile bu öbür kısım “ve mâ yubdiûl bâtılu ve mâ yuîdu” aynıymış. “Hak geldi ve batıl zail oldu.” Zail olması ne demek? Yok olması, zeval bulması. Yani tesirinin, etkisinin gitmesi demek. Şimdi burada da” ve mâ yubdiûl bâtılu ve mâ yuîdu” yu açıklayalım.”Ma Yubdiu “burada ortaya çıkaramaz diyor. Bunun kökü aslında “bedee”.  “Bedee”ne demek? Başladı demek. Yubdiu da başlatır anlamına gelir. Başındaki ma olumsuzu ile beraber de başlatmaz. Şimdi “batıl bir şeyi başlatamaz”

Bizim buradan baktığımızda insanların iddiası bu değil. İnsanlar kafalarında bir sistem oluşturuyorlar. Komünizm gibi, bilmem ne izm gibi. İşte müşriklerin oluşturduğu sistem, putperestlerin oluşturduğu sistem, laisizm, deizm, izm denilen her türlü sistem var burada. Bu ayet diyor ki HAK. Doğrusu bu. Bunun üzerine sistem kuruluyor. İşte Rusya’da komünizm uygulanması için yapılanlar var, insanlar mahvoldu. Sosyalizmin uygulanması ile insanlar mağdur oldu. Hitler’in yapmak istediğini biliyorsunuz. Bunlar yakın dönem olayları. Bir şey oluşturulmaya çalışılıyor, diyor ki en doğrusu bu. Onları yapanlar ne diyor yeni bir sistem buldum en doğrusu bu yeni bir dünya sistemi kuracağız diyor. İşte o kuracağız derken bir başlatma eylemi yok mu? işte ayetteki başlatma eylemi bu. Allahû Teâlâ da diyor ki, “hayır batıl bir şeyi başlatamaz, çünkü sistemi Ben kurdum, benim sistemimle örtüşen, hak sistem ile örtüşen şeyler başarılıdır.” .Hatta bunu bile demiyor. “Bundan başka sistem yoktur” diyor. Bununla örtüşen sistemler başarılıdır dedim ya bakın bu da değil. Çünkü bu neyi yanlışa götürüyor biliyor musunuz?  Bir İslam var, bir de İslam’la örtüşen bir sistem var. Ve maalesef insanlar bu dönemde bunu alkışlıyorlar, alkışlamak zorunda kalıyorlar.

Bakın biz demokrasi denilen insanların bulduğu bir sistem içerisinde Allah’ın doğrularını yaşamaya çalışıyoruz. Ve mutlu olmaya çalışıyoruz. Bir seçim oldu geçende. Demokrasi denilen sistem Allah’ın sistemi mi? Antik Roma’da Yunan’da oluşmuyor mu demokrasi?  Yani insanların bulduğu bir sistem. Niye kabul ediliyor? Şu anki yeryüzünde Allah’ın sistemini kastetmiyor, insanların bulduğu sistemler içerisinde en iyi çalışanı, halka en fazla yarayan gözükeni o olduğu için uyguluyoruz. Biz bu sistem içerisinde koskoca Allah’ın hakikat sistemi ile örtüşen bir şeyler yapmaya çalışıyoruz ve onunla mutlu oluyoruz. Bu bile değil aslında. Ama bir insanın kafasında oluşturduğu sistem Allah’ın hak sistemi ile ne kadar örtüşürse insanlık sistemi açısından o kadar doğrudur. Ama tek hak sistem var. Diğeri batıl. Ne kadar şirin, güzel, sempatik gözükse de batıl.

Ayetin ikinci kısmında ne var? ve “mâ yuîdu”. Buradaki kelimenin kökü “iade”. İade geri dönüş demektir. Mesela bir malı alıyorsunuz sonra onu iade ediyorsunuz. Başka anlamıyla redde yakın. Bizim geri verdiğimizde red var. Allahu Teala iade kelimesini Kur’an’da Buruc Suresi 13. Ayette şöyle kullanmış:

İnnehû huve yubdiu ve yuîdu (85.13)
(اِنَّهُ هُوَ يُبْدِئُ وَيُعٖيدُ)

Şüphesiz muhakkak ki o ilk defa yaratır ve iade ettirir, döndürür anlamında.

Yunus 34 e bakacak olursak:

  • قُلْ هَلْ مِن شُرَكَآئِكُم مَّن يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ قُلِ اللّهُ يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ فَأَنَّى تُؤْفَكُونَ 
  • Kul hel min şurakâikum men yebdeul halka summe yuîduhu, kulillâhu yebdeul halka summe yuîduhu fe ennâ tu’fekûn(tu’fekûne).
  • De ki: Sizin ortaklarınızdan o örneksiz ilk defa yaratıp sonra onu geri döndürecek kim var?

Neredeyse tekrarlanmış:

De ki: Örneksiz ilk defa yaratıp sonra onu geri döndürecek Allah’tır.

Öyleyse nasıl döndürülüyorsunuz, çevriliyorsunuz. Bakın burada bedee var başlatarak yaratma. Sonra yuidu iade eden. Bu birkaç yerde geçmiş. Bir de Rum 27de geçmiş.

Rum 27 de ifadeler çok benzer:

  • وَهُوَ الَّذِي يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ وَهُوَ أَهْوَنُ عَلَيْهِ وَلَهُ الْمَثَلُ الْأَعْلَى فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ 
  • Ve huvellezî yebdeul halka summe yuîduhu, ve huve ehvenu aleyhi, ve lehul meselul a’lâ fîs semâvâti vel ard(ardı), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
  • O, Öyle bir mâbuttur ki her şeyi önce yaratır, sonra öldürür ve tekrar diriltir(işte iade bu), ona göre pek kolaydır ve onundur göklerde ve yeryüzünde bütün sıfatlar ve odur aziz ve hâkim olan.

Allahû Teâlâ iadeyi yeniden diriltme olarak kullanmış. Önce Allahû Teâlâ sistemi yaratıyor, ondan sonra da iade ediyor. Yani yaratma sistemini (işte burası ilginç) geriye çevirerek tekrar yapıyor. Kuran meallerinde iade etmeyi yeniden diriltme olarak kullanmışlar. Biz kullanırken reddettme manasında da iade ediyoruz. Bu manada da geri çevirme. Şimdi ikisinin birleştiği yeri söyleyeceğim.

Bakın besmeleyi işlerken hatırlıyor musunuz Rahman ve Rahimi işlemiştik. Rahman ve Rahim’de ne vardı? Rahman, Allahû Teâlâ’nın sistemi kurduğu esma. Yani sistemi Er Rahman esması ile kuruyor ama dönüş, iade Rahim esmasıyla.

Ve sınırı da bu dünya. Allahû Teâlâ bu sistemin geri dönüşünü neye endekslemiş? Şu anki dünya sisteminin kıyamet denilen birinci sura üflenilmesi ile bitirmiş.( Bütün sistemin bitişi dikkat edin, sadece dünya sisteminin değil.) Ve ikinci surla beraber yeni bir sistem başlıyor. İşte ikinci surla beraber yeni sistemin başlamasında artık Rahim esmasının tecellisi var. -Ara bir dönem var -işte din gününde insanlar ikiye ayrılıyor. Birinci kısım cehenneme gidip artık geri dönmenin içerisine giremeyecekler. İkinci kısım da er-Rahimle beraber geri dönüşün içerisine devam edip artık sistemin geri saydığı yöne (ileyhi turceun) gidenler. Neden işte Rahmanla başlayıp Rahmanla bitmiyor. Allahû Teâlâ orada bir eleme yapıyor.

İşte batıl da yok olmaya mahkûmdur. İşte sen hak sistemin içine giremezsen cehennemlikle tasvir edilen alana girersen orada yok olup bitecek. Bakın bu ahiretteki açıklaması. Bir evvelki dünyadaki sistemsel açıklaması idi. Şimdiki ahiretteki sistemsel açıklaması. Hangi sistem, hangi hak sistem geçerli olacak? Allah’ın hak sistemi geçerli olacak. O da işte Rahim ile devam edecek.

İşte buradaki

  • “ve ma yubdiu ” başlatmaz ⇒ Er-Rahman ile ilgili; (asıl başlatan er-Rahman esması))
  • “Ve ma yuidu” iade edemez, döndüremez ⇒ İşte o da er-Rahim ile ilgili.(Asıl iade eden/döndüren er-Rahim esması)

Buruç 13’de :

إِنَّهُ هُوَ يُبْدِئُ وَيُعِيدُ

İnnehu huve yubdiu ve yuîd(yuîdu).

1. inne-hu : şüphesiz, muhakkak ki o
2. huve : o
3. yubdiû : ilk defa yaratır, yoktan var eder
4. ve yuîdu : ve iade eder, döndürür

Şüphesiz Allah döndürür, başlatır ve döndürür.

Bir Allah’ın sistemi var bir de insanların sistemi var. İnsanlar kendi sistemlerini Allah’ın sisteminin yerine koyuyorlar ; daha dünyada bile o sistem o izmler, ideolojiler yaşamıyor çöküyor. Başka bir izm gelip onun yerini alıyor. Ahirette de bunu anlayacaklar hak başlarına geldiklerinde. Asıl sistemin Allah’ın sistemi olduğunu anlayacaklar. İade eden de işte o sistem. Peki, mekanizma nasıl işliyor?

Enbiya 18’de ;

  • بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَإِذَا هُوَ زَاهِقٌ وَلَكُمُ الْوَيْلُ مِمَّا تَصِفُونَ
  • Bel nakzifu bil hakkı alâl bâtıli fe yedmeguhu fe izâ huve zâhikun, ve lekumul veylu mimmâ tasıfûn(tasıfûne).
  • “Hayır, biz hakkı baatılın tepesine (indirib) atarız da o, bunun beynini parçalar. Bir de görürsünüz ki bu, yok olub gitmişdir. (Allaha karşı) vasf (ve isnâd) etmekde olduğunuz (iftiralar) dan dolayı yazıklar olsun size! “

Demek ki bu hak sistem önce beyinlerde bir tahribat yapıyor.bu  iman karşıtlarına yaptığı tesir.Pozitifte ne var? Beyinlerde idrak oluşturuyor. İrşad oluşturuyor. Hepimizin kafasında bir sistem var. Şu şöyledir, bu böyledir diye. Rabbim bize hakkı bir şekilde gösterdiğinde-kişi aracılığı ile olabilir, bir ayet aracılığı ile olabilir, hoca veya mürşit aracılığıyla olabilir-bizim önce beynimizde fırtınalar dönüyormuş demek ki. “Vay be! Bu böyleymiş”, “Benim bugüne kadar düşündüklerim demek ki doğru değilmiş”. İlk etki nerede oluyor? Beyinde. Ne diyor? Dimağını parçalar diyor. Bu hidayet yolundaki kişiler olarak bizlere.

Hatırlanırsa Fatiha sohbetlerimizde hidayeti 3 kısımda anlatmıştık:

  1. Kişinin ilk defa hidayete kavuşmasındaki hidayet
  2. Belirli bir hidayet seviyesine eriştikten sonra orada sabit kalmanın desteği olan hidayet
  3. Hidayet üzerine olan bir kişinin hidayetinin artmasındaki hidayet

Dimağları parçalar ifadesi Müslüman olmuş bir insanın idrakinin değişmesi içindir. Bildiğin doğruların değişmesi gibi. Mesela “la havle vela kuvvete ilaa billahil aliyyil azim” in derin manasını anladın ve “Vay be! Böyle miymiş?” diyorsun. “Yani ben bu sistemi daha farklı algılıyordum. Meğerse her şey Allahû Teâlâ’nın Esmaül Hüsnası ile gerçekleşiyormuş.

(Kitaplarda “La havle” deki “havle“nin “güç” diye bir izahı var. “Güç”ün zaten kuvvet gibi bir manası var . “Havle”ne oluyor o zaman? “Havle”nin başka bir kavram olması lazımdır çünkü o kadar konsantre bir ifadenin içerisinde yer almıştır. En üstte “La İlahe İllallah” konsantre formülü varsa, bir altında “La Havle Ve la kuvvet …”var. Bu kadar konsantre bir şeyde ikinci kısım kuvvetse birinci kısma sen”güç” gibi  kuvvete yakın bir mana kullanamazsın. Yani formülün kuvvetliliğine,konsantreliğine uymaz. “Hâle حَالَ”  fiili var Kuranı Kerim’de. “Havle” oradan geliyor. Ne demek Hale? Diyor ki Allah kişinin kalbi ile kendisinin arasına girer diyor :

  • يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ 
  • Yâ eyyuhâllezîne âmenûstecîbû lillâhi ve lir resûli izâ deâkum limâ yuhyîkûm, va’lemû ennallâhe yehûlu beynel mer’i ve kalbihî ve ennehû ileyhi tuhşerûn (tuhşerûne).
  •   Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Resûlü’nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız.(ENFAL 24)

Nuh Aleyhisselam’ın oğlu ile bir sahnesi vardır. Nuh Aleyhisselam oğlunu gemiye davet ediyor. Oğlu “Yok ben kendimi kurtarırım” diyor. O sırada aralarına dalga girdi diyor.

  • قَالَ سَآوِي إِلَى جَبَلٍ يَعْصِمُنِي مِنَ الْمَاء قَالَ لاَ عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ أَمْرِ اللّهِ إِلاَّ مَن رَّحِمَ وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَقِينَ 
  • Kâle se âvî ilâ cebelin ya’sımunî minel mâi, kâle lâ âsımel yevme min emrillâhi illâ men rahim(rahime), ve hâle beynehumâl mevcu fe kâne minel mugrakîn(mugrakîne).
  • O, “Ben, kendimi sudan koruyacak bir dağa sığınacağım” dedi. Nûh, “Bugün Allah’ın rahmet ettikleri hariç, O’nun azabından korunacak hiç kimse yoktur” dedi. Derken aralarına dalga giriverdi de oğlu boğulanlardan oldu.(HUD 43)

Yani “araya girme” fiili hale. Bir de havle Türkçe’de tahvil olarak kullanılıyor. Tahvil var ya hisse senedi, bono gibi. Aslında o neyin ifadesi? Paranın ifadesi ama kâğıt haline dönüşmüşü. Kıymetli evrak ama kağıtta bir kıymet var mı? Yani gramla tart kaç kuruş gelir? Ama üzerinde milyarlar var. O milyarlarca mülk ne hale gelmiş? Kâğıt parçası haline gelmiş, tahvil olmuş. Dönüşüm aracı. Su var değil mi? Su buhara dönüşüyor, buhar yağmura dönüşüyor, yağmur kara dönüşüyor, kar buza dönüşüyor, buz doluya dönüşüyor. Aslı ne bunun? Su. Ama değişik şekillerde tahvil oluyor, değişim oluyor, dönüşüm oluyor. İşte Allahû Teâlâ bunu diyor. Sistem ne diyor, “Allah’ın sisteminden  başka dönüşen, dönüştüren ; araya giren, sebep olan, vesile başka bir şey yok “diyor.( Esmaül hüsna’ları biliyorsunuz, isimleri ve Esmaları.) Her şey onlarda tecelli oluyor. Sizin cisim olarak, ,fiil olarak,enerji olarak gördüğünüz her şeyde aslında Esmaların değişik hale gelmiş şekilleri. Sen yemek yiyorsun. Aslında sana Allah enerji veriyor bir şekilde el-Rezzak ile. O yemek vasıtasıyla oluyor. O rızkı yiyorsun, vücudunda görme duyusu olarak işlev görüyor. Enerji geliyor bir enerjiyle. El-Basir esmasına dönüşüyor. Tefekkür ediyorsun beynine geliyor, el-Âlim esması oluyor düşünce oluyor. Yani her şey Allah’ın Esmalarının dönüp durduğu, tahvil olduğu bir sistem aslında. İşte “la havle”. Şimdi bunun bugüne kadar kitaplarda açıklananla ne alakası var? İkincisi de kuvvet. Kuvvet denilen fizikteki o “f “var ya “f kuvveti”aslında meleklermiş. Yani şu kitap burada duruyor ya, aslında bu bir melek ve meleki kuvvet aşağı doğru çekiyor. Biz yerçekimi kanunu diyoruz. Tamam, sünnetullah gereği formüllerle ifade edilen sayısal değerleri ortaya çıkaran  fiziki bir şey var ama bunu bir türlü izah edemiyormuş fizikçiler. İşte solucan teoremi, bilmem ne teoremi, kütle çekim vs. ama bir türlü bulamıyorlarmış onun ne olduğunu. İşte melekî kuvvet. Bununla ilgili bir hadis var. Güneşin meleki kuvvetler tarafından yörüngesinde tutulduğu. Bakın fiziksel kanunlarla ifade ettiğimiz mutlak değerler var. Bu da Allah’ın Sünnetullahı. Ama derin boyutta ve hikmetine baktığımızda Allahû Teâlâ orada meleksel sistemi koyuyor devreye. Düşünsenize şu an bize normal geliyor burada duruyoruz ya biz. Aslında bir meleki kuvvet bize asılmış, aşağı doğru bizi çekiyor. Ama rastgele çekmiyor. İşte yerçekimi kuralı, senin kütlenin karesi ile orantılı bir şekilde çekiyor. Her yerde var. Tek şey yerçekimi değil, kuvvet. Yerçekimi kuvvetlerden bir kuvvet. Yani başka kuvvetlerde var. Big Bang olurken her şey bir kütlede değil miydi? Bir anda patladı yayıldı. F kuvveti yok mu? Bu da meleki bir kuvvet. Yerçekimi kuvvetlerden bir kuvvet. Bizim algıladığımız bir şey. Mesela kara delikler ne oluyor? Bırakın bütün cisimleri ışığı bile kendine soğuruyor. Orada bir kuvvet yok mu? Buna sadece yerçekimi diyemezsiniz.

Aklınıza gelen kuvvetle ilgili her şeyin içerisinde bu var. Peki, melekler sadece bununla mı görevli? Hayır. Bir yağmur tanesini aşağıya indiren melek diye biz iman etmedik mi ona? Bunun içinde de var. La havle vela kuvvete. Kuvvet de yok diyor. Buna fizikte ana kanun olarak ne var? Madde ve Enerji. Yani madde la havle kısmına giriyor, enerji de vela kuvvete kısmına giriyor. İlla billah(“illa Allah”değil) illa billah.  “İlla Allah “olsa farklı bir ifade olur ama illa billah’daki o “bi(ile)” harfi de o Esmaları ya da melekleri ya da diğer ilahi kuvvetleri izah ediyor. Hani “bi ismi Allah “(bismillah) diyoruz. “Billah “demiyoruz. Allah’la yapamazsın “bi ismi allah”.  Allah’ın ismiyle iş görürsün. Bu da neye benziyor? Bazı ayetlerde Allah “biz yaptık” bazı ayetlerde de “ben yaptım” diyordu. Ben, bizzat Allahû Teala’nın Zatı.  Biz deyince de sistem işte. Hak sistem’in işte buradaki ifadesi. Hak. Meleklerin de dahil olduğu, fiziksel kanunların da dahil olduğu, Esmaların da dahil olduğu bir sistem. İşte bu “la havle vela kuvvete” yi hak sistemi anlama açısından görüyoruz.)

Hak sistem var zaten ama algılamamız “cae” fiili  ile oluyor işte. Teferruatı ile kuralı ile öğrenmeniz cae ile oluyor, geldi ile oluyor. Bize göre geldi. Sistemde zaten var.

Bakara Suresi 51. ayeti hatırlayacak olursak:

  • (مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِى اسْتَوْقَدَ نَارًا فَلَمَّا اَضَاءَتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللّٰهُ بِنُورِهِمْ وَتَرَكَهُمْ فٖى ظُلُمَاتٍ لَا يُبْصِرُونَ).
  • Meseluhum kemeselillezistevgade nârâ, felemmâ edâet mâ havlehû zeheballâhu binûrihim ve terakehum fî zulumâtil lâ yubsırûn
  • Onların durumu, (geceleyin) ateş yakan kimsenin durumuna benzer: Ateş tam çevresini aydınlattığı sırada Allah ışıklarını yok ediverir de onları göremez bir şekilde karanlıklar içinde bırakıverir.

Artık göremezler, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, artık dönemezler. Onların misali ateş yakan kimseye benzer. Şimdi ateş nerede yakılır? Karanlıkta yakılır. Yani hak sistemden uzaklaşmış karanlığın içerisinde duruyorlar. Ateş yakmaları neyi temsil ediyor? Birinin aklına bir fikir geliyor, “Ya şöyle olması lazım” diyor. Bir sistem aklına geliyor, “ya aslında şunun şöyle olması, şunun da şöyle olması lazım” diyor. O fikir onlara bir aydınlık veriyor. Geçici bir aydınlık veriyor. Fakat diyor ki Allah “Allah onların nurlarını giderir” diyor. Yani kendi sistemlerini giderir ve onları karanlıklar içerisinde bırakır.

Kendi oluşturdukları sistem (batıl sistem) Allah’ın hak sistemi tarafından giderilince (bu büyük peygamberler tarafından getirilen din ile de oluyor.) Bireysel anlamda da kafamıza atıyor Allahu Teala Hakkı. Gerek yaşamsal olarak gerek idraksal olarak gerek irşadsal olarak. O zaman anlıyor ki insan  kendisin oluşturduğu sistem bir işe yaramıyor, geçici.

Yani nerede kalıyor, tekrar o zulumat /karanlık içerisinde kalıyor. Ve artık diyor Onlar göremezler. Neden göremezler? Çünkü kendi sistemlerine takılı kaldılar. Ancak nur olursa Allah’ın nuru olursa, nurun içerisine sen gidersen onları görebiliyorsun. Yoksa izmlere takılı olarak gidiyorsun. Bugün internette o felsefik akımlarla mücadele eden arkadaşlar var. Yani adamlar kafalarında bir ideoloji belirlemişler, internet ortamında nefisleri kontrolsüz olduğu için, zincirsiz bir alan, gidiyorlar istedikleri şekilde küfür edebiliyorlar. O klavyenin başına geçince, nefis klavyenin başına geçiyor aslında. O sapık inançlar, şunlar, bunlar şeytanın vesvesesi ile beraber devreye giriyor, yazıyor.

Orada ne izmler, ne sapkınlıklar dönüyor. O zaman görüyorsunuz ki ayağını sağlam basmaya çalışan bir adam görüyor zaten. “Bunlar ne diyor, ne yapıyor” diyor. Ama kendileri farkında değiller işte. Summun bukmun umyun- sağırdırlar dilsizdirler kördürler. Artık onlar dönemezler. Allah’ın sistemi dışında bir sistemin- kendileri oluşturdukları bir sistemin- doğru olduğuna inanıyorlar ve onunla öyle bir mücadele ediyorlar ki dönemiyorlar artık. Ne yaparsan yap.  Ama işte Müslüman kelimesinde ne var? İslam var, teslimiyet var. Sen önce teslim oldun diyorsun. Hazreti İbrahim’e ne diyor Allahû Teâla? “Teslim ol” diyor. O da diyor ki “Alemlerin Rabbine teslim oldum”. Yani bunu hiçbir dinin kapısında iken demiyor bakın. Dini maksimumda yaşıyor bize göre. İdrakini, yaşantısını düşünün, imanını düşünün. Buna rağmen Allahû Teâla diyor ki “Teslim ol”. O da diyor ki “Alemlerin Rabbine teslim oldum”. İşte teslim olarak biz yaşarsak “Aslında şöyle olması lazım. Bu bizim sistemimizde var. Bunun bana göre böyle olması lazım” dersen teslim olmuş olmuyorsun. Önce teslim olacaksın, ondan sonra Allahû Teala’nın bunu yaratmasındaki sistem, hakikat ne var diye onu düşüneceksin. Öbür türlü yanlışa götürüyor. Önce ben bunun bütününü anlayayım da ondan sonra gireyim dersen yanlışa götürüyor. Çünkü şeytanın oyunu çok. Geçen gün şurada bir arkadaş söyledi, çok ilgimi çekti, sizinle de paylaşmak istiyorum. Yanlış sistemler hakkında bundan bahsediyorum. Adamın biri demiş ki “ya sünnet diye bir şey çıktı, farzın önüne geçti”. Ne kadar yanlış. “Ben ne yapıyorum demiş biliyor musunuz “Sünnetleri kılmıyorum, bütün sünnetleri terk ettim. Farzı kılıyorum, farzı da iki rekat kılıyorum.” Bak buraya kadar yanlış ama şeytanın girdiği asıl tehlikeli yer şurası: niye demiş. “Çünkü iki rekat kılıyorum ama ağır ağır kılıyorum. Allah ile iletişimimi maksimumda tutuyorum”. Bak görüyor musunuz şeytanın taktiğini. Bir şeyleri almak için neleri veriyor. Bizim kılamayacağımız güzellikte namaz kılmasına müsaade ediyor onun. Allah bilir hiç dokunmuyordur, vesevese getirmiyordur. Çok güzel namaz kılıyordur ama koskoca “Muhammedun Resulullah “sistemini çizdiriyor onda. “La ilahe illallah” tan da yarısını kestiriyor. Farzları iki rekât kılıyor. Dikkat edin “şeytan sizi Allah’la kandırmasın “diye  bir ayet var.(Fatır 5, Lokman 33). Şeytan ne diyor, ben onlara her yönden yaklaşacağım diyor. Ne diyor önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından. İşte bu nereden yaklaşma? Sağdan yaklaşma. Adam doğru yaptığını zannediyor. Ben Allah’la iletişim kuruyorum ya diyor. Şurada şeytan kapıdan girse hepimiz korkup kaçmayız. Herkes taşını eline alır, üstüne gider. Ama şeytan öyle hamle yapmıyor ki . Onun işi beyinle. Gönlüne bir vesvese veriyor, aklına bir virüs veriyor. “Ya aslında şöyle de böyle de”. Sen oradan gidiyorsun zaten.ayağın kayıyor.

İşte bütün bunlar Allahû Teâlâ’nın sistemine yeterince teslim olup iman etmeyip de kendi kafamızda kurduğumuz acaba şu şöyle sistem olsa nasıl olur dediklerimizden. Gereken bariz olan müşriklerin kurduğu sistemle batıl sistemle, gerekse bireysel olarak kendi kafamızda oluşturduğumuz sistemleri  terkederek asıl sistem olan HAK SİSTEME TABİ OLMAK.  Allahû Teâlâ diyor ki “İşte onlar hak değil batıl”. ve onlar yok olmaya mahkumdur. Asıl değerli olan, doğru olan, hak olan ise benim sistemimdir. Sen buna uyarsan çok güzel yaşarsın, ahirette de işte o Rahim denen geri dönüş sistemine iade olursun. Yoksa yok olup gidersin. Karar senin…

Allah bizi “Hakkı hak bilip ittiba eden ; batılı batıl bilip ondan  imtina eden, sakınan kullarından eylesin.” Amin.

Allah bizi sıratı mustakîmde eylesin. Onda ayağımızı sabit kalsın. Bize de o yolu kolaylaştırsın.

Sadakallahülazim

*SEBE (20.sohbet)32-33.ayetler / yazılı metin*

 

SEBE sûresine kaldığımız yerden devam ediyoruz..

 

Geçtiğimiz hafta 32-33 ayetlere kısaca bir giriş yapmıştık.Bu ayetlerde bir ahiret sahnesi vardı.

 

Kısaca değinirsek;

 

Küfredenler: biz asla bu Kur’âna iman etmeyiz ve bunun önünde gelenlere de yani ALLAH’ın indirdiği kitaplara iman etmeyiz.                                                                                                                                                                                                                                Bi görmüş olsan o vakit zalimlerin Rabb’lerinin huzurunda yakalanıp durduklarını ALLAH u Teâla da Peygamber Efendimiz (S.A.V) ‘ diyor ki:

Ah bi görsen, keşke bi görsen (Görünce hali ne olacak bu açıklanmıyor).Ama neyi göreceğini izah ediyor.Zalimlerin Rabb’lerinin huzurunda tevkif edilip ,yakalanıp durdukları hallerini bi görsen. Bunlar ne yapıyormuş;

 yerciu ba’duhum ilâ ba’dınil kavl(kavle)

 يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ الْقَوْلَ

  • Kavil olarak birbirlerine dönüyorlarmış,birbirlerine sözle atışmada bulunuyorlarmış.

 yekûlullezînestud’ifû       يَقُولُ الَّذٖينَ اسْتُضْعِفُوا

  • Zayıf olanlar;

lillezînestekberû           لِلَّذٖينَ اسْتَكْبَرُوا

  • (Zayıf olanlar) Kibirli olanlara diyorlarmış ki :

 lev lâ entum le kunnâ mûminîn(mûminîne)       لَوْلَا اَنْتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِنٖينَ

  • Eğer siz olmasaydınız, biz muhakkak müminlerden olurduk.Geçtiğimiz hafta bunları açıklamıştık.

 

Sebe -32

                     Kâlellezînestekberû lillezînestud’

     قَالَ الَّذٖينَ اسْتَكْبَرُوا لِلَّذٖينَ اسْتُضْعِفُوا

ifû

  • Kibirlenenler zayıf olanlara diyecek ki:

e nahnu sadednâkum anil hudâ ba’de iz câekum

اَنَحْنُ صَدَدْنَاكُمْ عَنِ الْهُدٰى بَعْدَ اِذْ جَاءَكُمْ                                                        

  • Biz mi sizi çevirdik, hidayet size geldikten sonra.                                                          

 bel kuntum mucrimîn(mucrimîne).     بَلْ كُنْتُمْ مُجْرِمٖينَ

  •         Hayır, bilakis siz (günahkarlardan)mücrimlerdendiniz.

Şimdi burada zalim kelimesine değinmek istiyorum. Zalim kelimesinin kökü ملظ (zulm)den gelmektedir.Birkaç farklı manaya geliyor.Birincisi zulmet karanlık demektir.Bunun zıttı ise nur   نور ‘dur.ALLAH sizi zulumetten (karanlıktan) aydınlığa çıkarır.                                                                                                                                             

Diğer ikinci anlamı ise zulmet denilen zalimlik denilen anlamıdır.Burada geçen zalim kelimesi de ism-i fail kalıbında o zulmü işleyen faildir.Burada anlam olarak zalim kelimesi karanlığa giren karanlığa sokan yaptığı davranışla kendilerini ve başkalarını özellikle kendini karanlığa sokan anlamındadır.                                                        

Zulm adaletin tersidir.Kelime kökü itibariyle adil olmak, dengeli olmak anlamına geldiği gibi birşeyi karşılığında mukabilinde vermek anlamına da geliyor.Birşeyin yerine birini koymak.Mesela bizler gidip adalet istiyoruz;birşeyin karşılığında bir şey istiyoruz.

İşte bu durumun zıttı zulm oluyor.Bu durumu başka bir deyişle örneklersek;                        

Kişi Ramazan ayında oruç tutamıyorsa mukabilinde bazı şeyleri yerine getirir.Yine Hacc farizâsında da kurban kesemeyen kişi bunun muâdili olarak oruç tutmakta, böylece birşeyin yerine birşeyin geçmesi durumu oluşmaktadır.                                          

Eğer bu durum adaletle olması gereken değerde, mukabilinle sağlanmıyorsa, yanlış mantıkla hâk değerlerle yapmadığımızda zulm yapmış oluyoruz.Burada ki ifadesiye zulm haksızlık etmek oluyor.

Zulümün üç yönü vardır:  

Birincisi ALLAH’a karşı yapılan, diğeri kula karşı yapılan, bir de kişinin kendine yaptığı zulüm vardır.Biliyorsunuz ALLAH u Teâla herşeyden Mustağnîdir.O’na zarar veremezsin, zulmedemezsin  ama O’na zulüm nasıl oluyor?!

 O’nun Hâd sistemine, kitaplarına haksızlık ederek yada ALLAH’ın zatına haksızlık ederek oluyor.

Hâd:İslam dininin ortaya koyduğu helal-haram sınırları, miktarı ve niteliği nass’larda belirlenmiş olan şer’î  cezalar demektir.İslam ceza hukukunda hâd’ler ALLAH hakkı olarak kabul edilmiştir.                                                                             

Nass: Malûm ya da aşikâr karar kesin emir anlamına gelen bir kelimedir.

 

    وَلَا تَدْعُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكَ وَلَا يَضُرُّكَ فَاِنْ فَعَلْتَ فَاِنَّكَ اِذًا مِنَ الظَّالِمٖينَ                                                                          (Yunûs-106)

 

Yine bana şöyle emredildi: “Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dîne çevir. Sakın Allah’a ortak koşanlardan olma. Allah’ı bırakıp da sana ne fayda ve ne de zarar verebilecek olan şeylere yalvarma. Eğer böyle yaparsan, şüphesiz ki sen zâlimlerden olursun

Yani ALLAH u Teâla övülmeyi hâk ediyor.ALLAH öyle muntazam bir sitem kurmuş ki sen bunu yapmadığın zaman, zulüm etmiş oluyorsun.ALLAH’ın kitaplarına iman etmek gerekiyor. Çünkü ALLAH onu bize sistemi anlatmak için gönderiyor.İşte sen buna değer vermezsen ,değiştirir, inkar edersen zalim oluyorsun ,zulmetmiş oluyorsun.Yani bu yüksek değerlere haksızlık etmiş oluyorsun. İişte bu, ALLAH’a karşı zulüm oluyor.

Diğer bir zulüm ise kişilere karşı olanıdır.Kişilere adîl davranmadığın takdirde kişilere zulmetmiş olursun.Onlara eziyet eder,haksızlık yaparsan bu şekilde zulüm işlemiş olursun.İşte bu ayetlerde geçen ‘’zalimler’(1)’ derken kibirlenenler zayıflara zulmetmiş oluyorlar.Aynı zamanda da ALLAH’a karşı zalimlikleri de  ayette(2)geçtiği gibi kitapları inkar etmekten geliyor.

وَقَالَ الَّذٖينَ كَفَرُوا لَنْ نُؤْمِنَ بِهٰذَا الْقُرْاٰنِ وَلَا بِالَّذٖى بَيْنَ يَدَيْهِ وَلَوْ تَرٰى اِذِ الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِنْدَ رَبِّهِمْ يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ الْقَوْلَ يَقُولُ الَّذٖينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذٖينَ اسْتَكْبَرُوا لَوْلَا اَنْتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِنٖينَ         

Ve kâlellezîne keferû len nû’mine bi hâzel kur’âni(2) ve lâ billezî beyne yedeyh(yedeyhi), ve lev terâ iziz zâlimûne(1) mevkûfûne inde rabbihim, yerciu ba’duhum ilâ ba’dınil kavl(kavle), yekûlullezînestud’ifû lillezînestekberû lev lâ entum le kunnâ mûminîn(mûminîne).

Bir diğer zulüm ise kişinin kendine yaptığı zulümdür.

Kurân-ı Kerîm’in bir çok yerinde ‘’Kendi nefislerine o zulmedeni gördünmü’’ ibaresiyle defalarca  karşılaşırız.

وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلٰى اِسْحٰقَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِنَفْسِهٖ مُبٖينٌ                                                                                                                                                         (Saffat-113)

Onu da İshak’ı da uğurlu kıldık. Her ikisinin nesillerinden iyilik yapanlar da vardı, kendine apaçık zulmedenler de.

 

اَوَلَمْ يَسٖيرُوا فِى الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذٖينَ مِنْ قَبْلِهِمْ كَانُوا اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَاَثَارُوا الْاَرْضَ وَعَمَرُوهَا اَكْثَرَ مِمَّا عَمَرُوهَا وَجَاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا كَانَ

اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

(Yine) onlar, yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler. Yeryüzünü sürüp işlemişler ve orayı kendilerinin imar ettiğinden daha çok imar etmişlerdi. Onlara da peygamberleri apaçık deliller getirmişlerdi. Allah, onlara asla zulmediyor değildi. Fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.

وَعَلَى الَّذٖينَ هَادُوا حَرَّمْنَا مَا قَصَصْنَا عَلَيْكَ مِنْ قَبْلُ وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ كَانُوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ                                                                           (Nahl-118)

Daha önce sana anlattıklarımızı yahudi olanlara da haram kılmıştık. Biz (bununla) onlara zulmetmedik, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.

 

اَلَمْ يَاْتِهِمْ نَبَاُ الَّذٖينَ مِنْ قَبْلِهِمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَقَوْمِ اِبْرٰهٖيمَ وَاَصْحَابِ مَدْيَنَ وَالْمُؤْتَفِكَاتِ اَتَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ                                                                                                                                                      (Tevbe-70)

Onlara kendilerinden öncekilerin; Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin; İbrahim’in kavminin; Medyen halkının ve yerle bir olan şehirlerin haberleri ulaşmadı mı? Peygamberleri onlara apaçık mucizeler getirmişti. (Ama inanmadılar, Allah da onları cezalandırdı.) Demek ki Allah onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendilerine zulmediyorlardı.

 

وَظَلَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْغَمَامَ وَاَنْزَلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰى كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَمَا ظَلَمُونَا وَلٰكِنْ كَانُوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ                                      (Bakâra-57)

Bulutu üstünüze gölge yaptık. Size, kudret helvası ile bıldırcın indirdik. “Verdiğimiz rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin” (dedik). Onlar (verdiğimiz nimetlere nankörlük etmekle) bize zulmetmediler, fakat kendilerine zulmediyorlardı.

Yine Hz.Adem’in tövbe duasında geçen ayette de:

 

قَالَا رَبَّنَا ظَلَمْنَا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرٖينَ 

Kâla rabbenâ zalemnâ enfusenâ ve il lem tağfir lenâ ve terhamnâ lenekûnenne minel hâsirîn.                                                                                                                                                                                (Arâf-23) 

                                                                                                                                       

Rabbena, dediler, nefsilerimize zulmettik, eğer sen bize mağfiret etmez, merhamet buyurmazsan şüphe yok ki husrâna düşenlerden oluruz .

Peki bu nefislere zulmetmek ne demek ?    

Bu durumu ahiret sahnelerini göz önüne getirerek  şöyle açıklayalım:

Nefsinin her dediğini zahiren yapıyorsun, zulmetmiyorsun yani nefsinin bütün isteklerini bu dünyada  yerine getiriyorsun ama kıyamet sahnesinde birinci sûr’un üflenmesiyle  dünya yok oluş sürecine giriyor,devamında ikinci sûr üfleniyor ve mahşere diriliyoruz.                                                                                                                                            

Eğer o zaman dünya hayatında nefsinin tüm kötü isteklerine tabî olan kişi için ALLAH’ın rahmeti de gelmez ise  gideceğin yer ALLAH korusun Cehennem olur.Cehennem nefsin azap yeridir.Cennette aynı şekilde nefsin ikram yeridir.Kişi cehenneme gittiğinde nefsi azap göreceğinden dolayısyla nefsine zulmetmiş oluyorsun.

Bir başka yorumla:Bizim yapımızda bulununan unsurlardan biri olarak nefsi ele alırsak kişi kendine azapla zulmetmiş olmaktadır.Haşâ ALLAHu Teâla zalim değil,kişi kendi nefsine zulmediyor,nefiste cehennemde yanarak azap görmüş oluyor.

Peki nefsin burada suçu ne.?

Cennet ile ilgili konulardan bahsederken nefsin asıl kaynağına değinmiştik.Nefsin asıl kaynağı cennette muhteşem bir yer.!  Ayet-i Kerîm’e de:

 

يَا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذٖى خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالًا كَثٖيرًا وَنِسَاءً وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذٖى تَسَاءَلُونَ بِهٖ وَالْاَرْحَامَ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقٖيبًا

eyyuhân nâsuttekû rabbekumullezî halakakum min nefsin vâhidetin ve halaka minhâ zevcehâ ve besse minhumâ ricâlen kesîran ve nisââ(nisâen), vettekûllâhellezî tesâelûne bihî vel erhâm(erhâme). İnnallâhe kâne aleykum rakîbâ(rakîben). (Nisâ-1)

Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.

Nefsin vahidetîn yani tek nefis, nefsin kaynağı Cennetin en yukarısında olan muazzam bir şey.!ALLAH u Teâla’nın esmâları kökenli bir şey.Asıl itibariyle olağanüstü.! Fakat nefsin en büyük marazı gördüğü herşeyden haz duyması,fütursuzca ve sınırsızca davranmasıdır.         

                Sonra dünyaya (esfele sâfilîn’e) indiğinde aslını unutup o yüce yüksek makamını kaynağını aldığı değerleri unutup,burda çöpe sapa herşeye meylediyor.Senin meyletmen gereken, nefsinin kaynağı olan Cennette ki en yüksek ikram olan Cemalûllah’tır.Kişi bunu bırakır da çöptek değerli gibi gözüken değersiz şeylere meyledersen azabı hak edersin.Sen nefsine zulmedersen nefiste o zulmü hak ediyor.Burada asıl belirleyici olan elmas ile kömürü değiştiren nefistir. Sana dürtülerinle talepte bulunuyor sende meylediyorsun. 

                                                                                                                                                                           

Bunu daha önce bir benzetmeyle örneklendirmiştik;

Nefsi bir köpek olarak düşünün tasması elinizde gezdiriyorsun, fakat sizi her yöne çekiyor bir oraya bir buraya kaçıyor.İşte burada akl-i kontrol devreye giriyor.Akıllı insan, köpeğin  sınırları aşan bu  hareketlerini zapteder.Akılsız insan ise köpeğin gittiğ yere gider ve köpeğin esiri olmuş olur.Daha sonra insan köpeği cezalandırmak zorunda kalır böylece kişi kendi nefsine zulmetmiş olur.Burada ALLAH u Teâla bizleri aklımızla muhattab kılmaktadır. 

               ALLAH bizleri öyle muhteşem bir sistemle donatmış ki aslında bizler üç tane bilinç unsuruyla  bu dünyada yaşıyoruz. Bunlar bilinç,bilinçaltı ve  alt bilinç olarak ortaya çıkar.Bizler olayları bunlara göre algılıyor ve yorumluyor; burdan hareketle manalandırıp, ona göre davranıyoruz.Şu an asıl devrede olan bizim dünya bilincimizdir.Birinci derecede bundan sorumluyuz.Bilinçaltı ve alt bilinç farkında olmadan bizleri etkilemektedir.Zaten tasavvufî eğitimlerin temelinde önce bilinçaltını eğitmek vardır  ki buna nefis terbiyesi deniyor.                                                                     

Bunu gerçekleştirdikten sonra alt bilincin o taraflarıyla davranmak vardır. Alt bilinç ise ruhla ilişkidardır.Bizim alt bilinç dediğimiz şey aslında zamanın tam öncesinde Hz. Adem’e ruh üfürüldüğü zamanda ki ruh aleminin bilincidir. Bunun üzerine nefis verilerek cennete indiriliyor ve cennete de  bu nefsin bilinci devreye giriyor.Böylelikle  yukarıdaki ruh bilinci bilinç altı gibi oluyor.Daha sonra da Hz. Adem hata yapıp aşağı(dünyaya) indirildiğinde bu sefer ordaki bilinç bilinçaltı, ruh bilinci alt bilinç olarak kalıyor sende bu dünyada bilincinle yaşıyorsun.İnsan ALLAH’i değerlerle düşünüp idrâk edip uygularsan alt bilincin derinliklerine doğru gidiyorsun ve kademen belirleniyor.Aslında böyle kapsamlı bir sistem var ancak bu olaylar bize çok basit anlatılıyor,algılattırılıyor bizde gördüğümüz gibi anlıyoruz.Halbu ki ALLAH u Teâla’nın sisteminde müthiş açılımlar var.

Ayet-i Kerîm’ e de:

                           فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰیهَا

Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.     (Şems-8) 

     Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.

ALLAH nefse takvasını öğretiyor.Ruha ise neler öğretildiğini düşünmek gerekir.Geçen hafta da buna değinmiştik.Ruh zaten  müşahede makamındaydı.Yani ALLAH u Teâla’yı o lâtîf alemde  bizzat müşahede ediyordu.Bizler bu ruh bilincini şu an taşımaktayız.Şahit olan ve üfürülen bu ruh bizlerde..                                                                 

Ruh Yaradan’ı tanıyor işte eğer biz bu değeri bir anlayabilsek ALLAH’a yakınlaşmış oluruz.

Kaldığımız yerden 32.Ayet’e devam edelim;

                       Kâlellezînestekberû lillezînestud’ifû

                          قَالَ الَّذٖينَ اسْتَكْبَرُوا لِلَّذٖينَ اسْتُضْعِفُوا

Kibirlenenler zayıf olanlara diyecek ki:

e nahnu sadednâkum anil hudâ ba’de iz câekum

اَنَحْنُ صَدَدْنَاكُمْ عَنِ الْهُدٰى بَعْدَ اِذْ جَاءَكُمْ                                                        

Biz mi sizi çevirdik, hidayet size geldikten sonra.     

  

Burada  dikkat çekilecek nokta ,kibirlenenler hidayet kavramını kabul ediyorlar.Bizler, küfredenler için söylediğimiz’’ hiçbirşeye inanmıyorlar’’ sözü burada aksi durumda zuhur ediyor.Burada zalimler hidayet geldiğini kabul ediyorlar.Hatta bugün bakmış olduğum bir tefsirde’’küfredenler biz O kitaba inanmayız(iman etmeyiz) derken , kitabın ALLAH tarafından geldiğini biliyorlar’’diyor.Ancak kibirlerinden ötürü hükümlerini kabul etmiyorlar.

Aynı zihniyet bu ayette hidayetin geldiğini görüyor, biliyorlar ve bunun üzerine biz mi sizi çevirdik diyor. Devamında;

 

                                      bel kuntum mucrimîn(mucrimîne).

بَلْ كُنْتُمْ مُجْرِمٖينَ

                               Hayır, bilakis siz (günahkarlardan)mücrimlerdendiniz

 

Biraz önce bahsettik insanın içinde ruh yok mu.!

Evet alt yapısında ruh olan bir sisteminin bunu bilmemesi mümkün mü.!  

İşte biliyor fakat küfrediyor,örtüyor gerçekleri görmemezlikten gelmek istiyorlar.

Bunun üzerine zayıf olanlar kibirli olanlara diyecek ki            

 

               وَقَالَ الَّذٖينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذٖينَ اسْتَكْبَرُوا بَلْ مَكْرُ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ

       Ve kâlellezînestud’ifû lillezînestekberû bel mekrul leyli ven nehâri

Zayıf ve güçsüz görülenler, büyüklük taslayanlara, “Hayır, bizi hidayetten saptıran gece ve gündüz kurduğunuz tuzaklardır. Çünkü siz bize Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na eşler koşmamızı emrediyordunuz” derler. Azabı görünce de içten içe pişmanlık duyarlar. Biz de inkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar geçiririz. Onlar ancak yapmakta olduklarının cezasını göreceklerdir.

Bizi hidayetten çeviren sizin gece-gündüz kurduğunuz tuzaklardır.

                                          

   iz te’murûnenâ                 اِذْ تَاْمُرُونَنَا

Bize emrediyordunuz.

Geçen hafta ,kendilerinde özgüven eksikliği olanlar,kendilerini zayıf duruma getirenler,zayıf duruma getirilmesine müsaade edenler,kibirliler tarafından alt konuma getiriliyorlardı.

Geçende birisi bana şunu söyledi:                                                                                                

Birileri zayıf duruma gelmek istiyorsa, bu sefer kibirlenmek isteyenleri de kibirli hale getiriyor.Burada büyük görme eğilimi var.Günümüzde de yok mu:! Sanatçıları,futbolcuları ünlüleri büyük görme eğilimi yok mu?Her alanda bunlara rastlıyoruz.Devamlı olarak birilerini büyükleştirme temayülü var.

Ayette kibirli hale getirilenlerde kendilerinden beklenilen davranışta bulunup emrediyorlar. Neyi emrediyorlar.!

                                                                 

en nekfure billâhi           اَنْ نَكْفُرَ بِاللّٰهِ

Çünkü siz daima ALLAH’ı inkâr etmemizi, O’na ortaklar koşmamızı bize emrederdiniz derler.

 

Birşeyi daha emrediyorlarmış                                                                                                             

ve nec’ale lehû endâdâ(endâden)                 وَنَجْعَلَ لَهُ اَنْدَادًا                                                        

                     

O’na eşler koşmamızı emrediyordunuz” derler.

 

Bakınız inkar etmek yetmiyor,üstüne üstlük belirli birşeyleri de İlahlaştırmayı da emrediyorlar.Günümüzde de buna benzer ifadeler yok mu!?

-Ya dindar olma diyor ancak bununla bitmiyor seni alıp oraya buraya götürüyor.Seni ALLAH’a şirk koşan yerlere, ideolojilere sürüklüyor.

İşte Kurân-ı Kerîm bunu (mekr) olarak bildiyor.Bu kibirlenenler gece-gündüz bütün enerjilerini,bütün akıl yollarını ben nasıl yaparım da zayıf olanları ALLAH’a küfrettiririm, akabinde küfürle yetinmez hâşa ALLAH’ın yerine hangi unsurları koyar putlaştırırım düşüncesine girerler.Bunlar şeytandan daha tehlikelidirler.Şeytan onlara sadece  ilham eder, fısıldar onlar da şeytana tabî olurlar.Şşeytanın vesvesesinin gücü tesirli değil ancak kişi şeytanın vesvesesine uygun hale gelirsen yani nefsinin taleplerine uyar, aklını da o yönde kullanırsan vesveseyi çağırmış olursun.

Ayet’in devamında başlarına neyin geleceğini anlıyorlar.

                                           

                                          وَاَسَرُّوا النَّدَامَةَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَ

                       ve eserrûn nedâmete lemmâ raevûl azâb(azâbe)                                          

Azabı görünce de içten içe pişmanlık duyarlar.

 

Burda azabın işaretleri geliyor.!

 

Yine başka bir ayette geçen;

 

                                                  وَاِذَا الْجَحٖيمُ سُعِّرَتْ

Ve izel cahîmu su’ıret. (Tekvîr-12)

                                     Cehennem alevlendirildiği zaman

 

Ayette bahsi geçen zayıflar ile küfredenler birbirleriyle atıştıklarında bir anda bir uğultu gürültü halinde cehennem gelecektir.Bugün ancak bunu  yanardağ çukurlarıyla anlayabileceğimiz ki bu da tarifsiz kalır.

Hadis-i Şerîfte:  

              Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh(ALLAH ondan razı olsun) anlatıyor:

                        “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Yaktığınız ateş var ya, bu, cehennem ateşinin yetmiş cüzünden bir cüzdür!” buyurmuştu. 

  Yanındakiler:                                                                                                                                          

“Zaten bu ateş, vallahi (âsileri cezalandırmaya ahirette) yeterliydi” dediler.

Aleyhissalâtu vesselâm:

“Cehennem ateşi öbürüne altmışdokuz kat üstün kılındı. Her bir kat’ın harareti, bunun mislindedir.” (Kutub-u Sitte-5078)

 

 Mülk süresinde de  bundan bahsedilir.

 

                                                              

تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِ

Tekâdu temeyyezu minel gayz (Mülk-8)

                                   Neredeyse cehennem öfkeden çatlayacaktır!

 

Bu azabı gördüklerinde içlerinden pişmanlık duyarlar.Burada ilginç dikkat çeken bir kelime var:

“Eserrûn” zıt anlamlı kelimelerdendir.İki anlamda bunu düşünebiliriz.Türkçe’de gizlemek anlamına geldiği gibi ayette  de,  onlar  rezil olmayalım diye pişmanlıklarını   gizlerler  açığa vurmazlar hem de pişmanlıklarını ne kadar gizlerse gizlesinler  ortaya çıkar anlamlarına gelmektedir.Yani hem açığa çıkmasını istemiyorlar ancak o nedâmet(pişmanlık) yüzlerinden okunuyor.İşte bu zıt anlamlı gibi gözüken durum ortaya çıkacaktır.Bu pişmanlığın içerisinde umutsuzlukta var çünkü; onların cennetleri bu dünya idi.Birbirleriyle tartışırken bir baktılar ki çetin bir azap beklemektedir.

Önceki sohbetlerimizde en büyük azaptan bahsetmiştik.                                                                                              

 Neydi bu azap? O İlahi Turceûne gidememek!

                                وَمَا لِىَ لَا اَعْبُدُ الَّذٖى فَطَرَنٖى وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ  

             Ve mâ liye lâ a’budullezî fataranî ve ileyhi turceûn(turceûne) (Yâsîn-22)

                 Hem ben, ne diye beni yaratana kulluk etmeyeyim. Oysa siz de yalnızca O’na döndürüleceksiniz.

 

O cennet yolcularının RABB’lerine döndürülecek olanların içine girememek, geriye dönüş halkasına girememek! Ahirette de insanlar  bu geri dönüş halkasına giremedikleri ve çetin bir azapla karşılaştıklarında,pişman olacaklar.Fakat pişmalıkla bu durum bitmiyor.

 

Ayet’in devamında:

 

وَجَعَلْنَا الْاَغْلَالَ فٖى اَعْنَاقِ الَّذٖينَ كَفَرُوا هَلْ يُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

ve cealnel aglâle fî a’nâkıllezîne keferû, hel yuczevne illâ mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).

 

Biz de inkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar geçiririz. Onlar ancak yapmakta olduklarının cezasını göreceklerdir.

 

Eskiden çarşılarda hileli satış yapanların esnafın boyunlarına halkalar geçirilip çarşıda dolaştırılırlarmış.Belki de en büyük ceza bu.Mesela bugün Gıda tarım bakanlığı hileli üretim-satış yapanları teşhir ediyor.

Ayet-i Kerîm’e de:

 

            اِنَّا جَعَلْنَا فٖى اَعْنَاقِهِمْ اَغْلَالًا فَهِىَ اِلَى الْاَذْقَانِ فَهُمْ مُقْمَحُونَ  

  İnnâ cealnâ fî a’nâkıhim aglâlen fe hiye ilel ezkâni fe hum mukmehûn                                                                                                                                                                                        (Yâsîn-8)

Onların boyunlarına demir halkalar geçirdik, o halkalar çenelerine dayanmıştır. Bu sebeple kafaları yukarıya kalkık durumdadır.

 

Boyun bükmek pişmanlığın ifadesidir.Ancak boyun bükmek zamanında yapılmalıydı.Kendilerine gösterilen  azaptan sonra boyun bükmenin anlamı kalmıyor.Burada boyunlarına  demir halkalar geçirilmiştir ve başları kalkık durumdaır.Demek ki öyle bir zulmediyorlar ki, ALLAH u Teâla zalim değil.Eğer merhamet duygusu geliyorsa buna karşılık ayette sadece yaptıklarının cezasının verildiği uyarısı yer alıyor.ALLAH mislince katbekat ikramlar veriyor ceza ise  bire bir veriliyor.

Ayette bu boyunlarına geçirilen aglâlen kelimesi, ğıll-kelimesinin çoğuludur.İki ayette bu kelime geçiyor.

 

        وَنَزَعْنَا مَا فٖى صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ اِخْوَانًا عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِلٖينَ

Ve neza’nâ mâ fî sudûrihim min gıllin ıhvânen alâ sururin mutekâbilîn

(Hicr-47)

Biz, onların gönüllerindeki kini söküp attık; onlar artık köşkler üzerinde karşı karşıya oturan kardeşler olacaklar.

 

                                                 وَنَزَعْنَا مَا فٖى صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ

                 Ve neza’nâ mâ fî sudûrihim min gıllin (A’râf-43)

                               Biz onların kalplerinde kin namına ne varsa söküp attık.

 

Bu kelime (ğıllin) dünyevi ve uhrevi anlamlar ihtiva etmektedir.Hased,fesad,kin anlamlarına geldiği gibi demir toka, zincir,halka, bağ anlamlarına da gelir.  

 Bir başka ayette de:

وَكُلَّ اِنْسَانٍ اَلْزَمْنَاهُ طَائِرَهُ فٖى عُنُقِهٖ وَنُخْرِجُ لَهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ كِتَابًا يَلْقٰيهُ مَنْشُورًا                                                                                  (isrâ-13)

Ve kulle insânin elzemnâhu tâirehu fî unukıh(unukıhî), ve nuhricu lehu yevmel kıyâmeti kitâben yelkâhu menşûrâ(menşûren).

Her insanın da kuşunu boynunda kendine takmışızdır ve onun için Kıyamet günü bir kitab çıkarırız ki neşrolunarak onu şöyle karşılar.

Burada kuştan maksat insanın yaptıkları amelidir.

 ALLAH bizleri nefsinin esiri olmaktan,kibirli olmaktan sakındırsın,imana erişmiş olanlardan eylesin..                           

                                                                                 AMîN…

                                                                    Sadakallahül’l-Azim

SEBE (21.sohbet) 34-35.ayetler


 

SES KAYDINI MP3 OLARAK DİNLEMEK VEYA İNDİRMEK İÇİN LİNKE TIKLAYINIZ:

https://yadi.sk/d/T4FHDkwZfw826


SEBE 34

وَمَا أَرْسَلْنَا فِي قَرْيَةٍ مِّن نَّذِيرٍ إِلَّا قَالَ مُتْرَفُوهَا إِنَّا بِمَا أُرْسِلْتُم بِهِ كَافِرُونَ

Ve mâ erselnâ fî karyetin min nezîrin illâ kâle mutrefûhâ innâ bimâ ursiltum bihî kâfirûn(kâfirûne).

1. ve mâ erselnâ : ve biz göndermedik
2. : içine, … e
3. karyetin : karye, belde, ülke
4. min nezîrin : bir nezir, uyarıcı
5. illâ : den başka, ancak, sadece
6. kâle : dedi
7. mutrefû-hâ : onun refah içinde olanları, ileri gelenleri
8. innâ : muhakkak ki biz
9. bimâ : şeyi
10. ursiltum : siz gönderildiniz
11. bi-hi : onu, onunla
12. kâfirûne : inkâr edenler

 Ve Bizim nezir göndermediğimiz hiçbir yer yoktur. Her karyenin (ülkenin) refah içinde olanları (ileri gelenleri): “Muhakkak ki biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi inkâr edenleriz.” demekten başka bir şey söylemediler.


SEBE 35

وَقَالُوا نَحْنُ أَكْثَرُ أَمْوَالًا وَأَوْلَادًا وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ

Ve kâlû nahnu ekseru emvâlen ve evlâden ve mâ nahnu bi muazzebîn(muazzebîne).

1. ve kâlû : ve dediler
2. nahnu : biz
3. ekseru : daha çok
4. emvâlen : mallar (mal olarak)
5. ve evlâden : ve çocuklar (evlât olarak)
6. ve mâ nahnu : ve biz değiliz
7. bi muazzebîne : azap edilecek olanlar
 Ve: “Biz, mal ve evlât olarak daha çoğuz. Ve biz, azap edilecek olanlar değiliz.” dediler.

SEBE (20.sohbet) 32-33. ayetler#


 


 

SES KAYDINI MP3 OLARAK DİNLEMEK VEYA İNDİRMEK İÇİN LİNKE TIKLAYINIZ:

https://yadi.sk/d/qO539fdHfnAFK


 :SEBE 32

قَالَ الَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا لِلَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا أَنَحْنُ صَدَدْنَاكُمْ عَنِ الْهُدَى بَعْدَ إِذْ جَاءكُم بَلْ كُنتُم مُّجْرِمِينَ

Kâlellezînestekberû lillezînestud’ifû e nahnu sadednâkum anil hudâ ba’de iz câekum bel kuntum mucrimîn(mucrimîne).

1. kâle : dedi
2. ellezîne : onlar
3. istekberû : büyüklük tasladılar, kibirlendiler
4. li ellezîne : onlara
5. istud’ifû : zaafa uğratıldılar, hakir görüldüler
6. e : mi
7. nahnu : biz
8. sadednâ-kum : biz sizi engelledik, mani olduk
9. an el hudâ : hidayetten
10. ba’de : sonra
11. iz câe-kum : size geldiği zaman
12. bel : hayır, bilâkis
13. kuntum : siz oldunuz, idiniz
14. mucrimîne : cürüm işleyenler, suçlular

 

Kibirlenenler, zaafa uğratılanlara: “Sizlere hidayet geldikten sonra, hidayetten sizleri biz mi engelledik? Hayır, siz (kendiniz) mücrimlerdiniz (suçlulardınız).” dedi(ler).


SEBE 33 :

وَقَالَ الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا بَلْ مَكْرُ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ إِذْ تَأْمُرُونَنَا أَن نَّكْفُرَ بِاللَّهِ وَنَجْعَلَ لَهُ أَندَادًا وَأَسَرُّوا النَّدَامَةَ لَمَّا رَأَوُا الْعَذَابَ وَجَعَلْنَا الْأَغْلَالَ فِي

أَعْنَاقِ الَّذِينَ كَفَرُوا هَلْ يُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

Ve kâlellezînestud’ifû lillezînestekberû bel mekrul leyli ven nehâri iz te’murûnenâ en nekfure billâhi ve nec’ale lehû endâdâ(endâden), ve eserrûn nedâmete lemmâ raevûl azâb(azâbe), ve cealnel aglâle fî a’nâkıllezîne keferû, hel yuczevne illâ mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).

1. ve : ve
2. kâle : dedi
3. ellezîne : onlar
4. istud’ifû : zaafa uğratıldılar, hakir görüldüler
5. lillezîne (li ellezîne) : onlara
6. estekberû : büyüklük tasladılar, kibirlendiler
7. bel : hayır
8. mekru : hile, tuzak
9. el leyli : gece
10. ve en nehâri : ve gündüz
11. iz te’murûne-nâ : bize emrediyordunuz
12. en nekfure : inkâr etmemizi
13. bi allâhi : Allah’ı
14. ve nec’ale : ve kılıyoruz, kılarız
15. lehû : ona, ona
16. endâden : eşler, dengi şeyler (putlar)
17. ve eserrû : ve gizlediler, sakladılar
18. en nedâmete : pişmanlıklar
19. lemmâ : olduğu zaman
20. raevû : gördüler
21. el azâbe : azap
22. ve cealnâ : ve biz kıldık, yaptık
23. aglâle : halkalar, zincirler
24. : içine, … e
25. a’nâkı : boyunlar
26. ellezîne : onlar
27. keferû : inkâr ettiler, kâfir oldular
28. hel : mı
29. yuczevne : cezalandırılırlar
30. illâ : den başka
31. : şey
32. kânû : oldular
33. ya’melûne : yapıyorlar
: Ve zaafa uğratılanlar (hakir görülenler), kibirlenenlere: “Hayır, (işiniz) gece ve gündüz hile idi. Bize Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na putları eşler koşmamızı emrediyordunuz.” dediler. Azabı gördükleri zaman pişmanlıklarını saklarlar (için için pişman olurlar). İnkar edenlerin boyunlarına halkalar (zincirler) geçirdik. Onlar yaptıklarından başka bir şeyle mi cezalandırılırlar?

 

Eûzubillah , Eûzubillah

                    Eûzubillâhimineşşeytânirracîym

                                                       Bismillâhirrahmânirrahîm

 




 

SEBE sûresine kaldığımız yerden devam ediyoruz..

 

Geçtiğimiz hafta 32-33 ayetlere kısaca bir giriş yapmıştık.Bu ayetlerde bir ahiret sahnesi vardı.

 

Kısaca değinirsek;

 

Küfredenler: biz asla bu Kur’âna iman etmeyiz ve bunun  önünde gelenlere de yani ALLAH’ın indirdiği kitaplara iman etmeyiz.                                                                                            

Bi görmüş olsan o vakit zalimlerin Rabb’lerinin huzurunda yakalanıp durduklarını ALLAH u Teâla da Peygamber Efendimiz (S.A.V) ‘e diyor ki:

Ah bi görsen, keşke bi görsen (Görünce hali ne olacak bu açıklanmıyor).Ama neyi göreceğini izah ediyor.Zalimlerin Rabb’lerinin huzurunda tevkif edilip ,yakalanıp durdukları hallerini bi görsen. Bunlar ne yapıyormuş;

 

  • yerciu ba’duhum ilâ ba’dınil kavl(kavle)
  •  يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ الْقَوْلَ

Kavil olarak birbirlerine dönüyorlarmış,birbirlerine sözle atışmada bulunuyorlarmış.

 

  • yekûlullezînestud’ifû        يَقُولُ الَّذٖينَ اسْتُضْعِفُوا

Zayıf olanlar;

  • lillezînestekberû           لِلَّذٖينَ اسْتَكْبَرُوا

(Zayıf olanlar) Kibirli olanlara diyorlarmış ki :

 

  • lev lâ entum le kunnâ mûminîn(mûminîne)        لَوْلَا اَنْتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِنٖينَ

Eğer siz olmasaydınız, biz muhakkak müminlerden olurduk.Geçtiğimiz hafta bunları açıklamıştık.

 


 Sebe -32

                     Kâlellezînestekberû lillezînestud’ifû

                          قَالَ الَّذٖينَ اسْتَكْبَرُوا لِلَّذٖينَ اسْتُضْعِفُوا


Kibirlenenler zayıf olanlara diyecek ki:

  • e nahnu sadednâkum anil hudâ ba’de iz câekum /   اَنَحْنُ صَدَدْنَاكُمْ عَنِ الْهُدٰى بَعْدَ اِذْ جَاءَكُمْ                                                        

Biz mi sizi çevirdik, hidayet size geldikten sonra.      


                                                     

  •    bel kuntum mucrimîn(mucrimîne) /  بَلْ كُنْتُمْ مُجْرِمٖينَ

        Hayır, bilakis siz (günahkarlardan)mücrimlerdendiniz.


 

Şimdi burada zalim kelimesine değinmek istiyorum. Zalim  kelimesinin kökü  ظلم (zulm)den gelmektedir. Birkaç farklı manaya geliyor. Birincisi zulmet karanlık demektir. Bunun zıttı ise nur   نور ‘dur. ALLAH sizi zulumetten (karanlıktan) aydınlığa çıkarır. 


(Maide-16)

  • يَهْدٖى بِهِ اللّٰهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ وَيُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِهٖ وَيَهْدٖيهِمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقٖيمٍ
  • Yehdî bihillâhu menittebea rıdvânehû subules selâmi ve yuhricuhum minez zulumâti ilen nûri biiznihî ve yehdîhim ilâ sırâtım mustegîm. 
  • Allah, onunla rızası peşinde olanları selâmet yollarına iletir ve onları izniyle, karanlıklardan aydınlığa çıkarıp kendilerini dosdoğru bir yola iletir.

(Bakara-257)

  • اَللّٰهُ وَلِىُّ الَّذٖينَ اٰمَنُوا يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ وَالَّذٖينَ كَفَرُوا اَوْلِيَاؤُهُمُ الطَّاغُوتُ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى الظُّلُمَاتِ اُولٰئِكَ اَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ
  • Allâhu veliyyullezîne âmenû yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr, vellezîne keferû evliyâuhumut tâğûtu yuhricûnehum minen nûri ilez zulumât, ulâike ashâbun nâr, hum fîhâ hâlidûn.      
  • Allah, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin velileri ise tâğûttur. (O da) onları aydınlıktan karanlıklara (sürükleyip) çıkarır. Onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalırlar.    

                                                                  

                  Diğer ikinci anlamı ise zalimlik denilen anlamıdır. Burada geçen zalim kelimesi de ism-i fail kalıbında o zulmü işleyen faildir. Burada anlam olarak zalim kelimesi karanlığa giren karanlığa sokan yaptığı davranışla kendilerini ve başkalarını özellikle kendini karanlığa sokan anlamındadır.Allah, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin velileri ise tâğûttur. (O da) onları aydınlıktan karanlıklara (sürükleyip) çıkarır. Onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalırlar.                                                       

 Zulm adaletin tersidir. Kelime kökü itibariyle adil olmak, dengeli olmak anlamına geldiği gibi birşeyi karşılığında mukabilinde vermek anlamına da geliyor.  Birşeyin yerine birini koymak. Mesela bizler gidip adalet istiyoruz; birşeyin karşılığında bir şey istiyoruz.

İşte bu durumun zıttı zulm oluyor.Bu durumu başka bir deyişle örneklersek;                   

     Kişi Ramazan ayında oruç tutamıyorsa mukabilinde bazı şeyleri yerine getirir. Yine Hacc farizâsında da kurban kesemeyen kişi bunun muâdili olarak oruç tutmakta, böylece birşeyin yerine birşeyin geçmesi durumu oluşmaktadır.                                        

Eğer bu durum adaletle olması gereken değerde, mukabilinle sağlanmıyorsa -yanlış mantıkla- hâk değerlerle yapmadığımızda zulm yapmış oluyoruz. Burada ki ifadesiye zulm adaletsizlik etmek oluyor.

“ZULÜM” ün  üç yönü vardır:  

  • Birincisi ALLAH’a karşı yapılan (haksızlık)
  • diğeri kula karşı yapılan (adaletsizlik)
  • bir de kişinin kendine yaptığı zulüm vardır. (nefsine zulüm)

 

Biliyorsunuz ALLAH u Teâla herşeyden Mustağnîdir. O’na zarar veremezsin, zulmedemezsin  ama O’na zulüm nasıl oluyor?!

 O’nun Hâk  sistemine,had sistemine, kitaplarına haksızlık ederek ya da ALLAH’ın zatına haksızlık ederek oluyor.

Hâd:İslam dininin ortaya koyduğu helal-haram sınırları, miktarı ve niteliği nass’larda belirlenmiş olan şer’î  cezalar demektir. İslam ceza hukukunda hâd’ler ALLAH hakkı olarak kabul edilmiştir.                                                                             

Nass: Malûm ya da aşikâr karar kesin emir anlamına gelen bir kelimedir.


(Yunûs-106)

  • وَلَا تَدْعُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكَ وَلَا يَضُرُّكَ فَاِنْ فَعَلْتَ فَاِنَّكَ اِذًا مِنَ الظَّالِمٖينَ
  • Yine bana şöyle emredildi: “Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dîne çevir. Sakın Allah’a ortak koşanlardan olma. Allah’ı bırakıp da sana ne fayda ve ne de zarar verebilecek olan şeylere yalvarma. Eğer böyle yaparsan, şüphesiz ki sen zâlimlerden olursun

 

Yani ALLAH u Teâla övülmeyi hâk ediyor. ALLAH öyle muntazam bir sitem kurmuş ki sen bunu yapmadığın zaman, zulüm etmiş oluyorsun. ALLAH’ın kitaplarına iman etmek gerekiyor. Çünkü ALLAH onu bize sistemi anlatmak için gönderiyor. İşte sen buna değer vermezsen ,değiştirir, inkar edersen zalim oluyorsun , zulmetmiş oluyorsun. Yani bu yüksek değerlere haksızlık etmiş oluyorsun. İşte bu,  ALLAH’a karşı zulüm oluyor.

Diğer bir zulüm ise kişilere karşı olanıdır. Kişilere adîl davranmadığın takdirde kişilere zulmetmiş olursun. Onlara eziyet eder, haksızlık yaparsan bu şekilde zulüm işlemiş olursun.

İşte bu ayetlerde geçen “zalimler”(1)’ derken kibirlenenler zayıflara zulmetmiş oluyorlar. Aynı zamanda da ALLAH’a karşı zalimlikleri de  ayette(2)geçtiği gibi kitapları inkar etmekten geliyor.


  • وَقَالَ الَّذٖينَ كَفَرُوا لَنْ نُؤْمِنَ بِهٰذَا الْقُرْاٰنِ وَلَا بِالَّذٖى بَيْنَ يَدَيْهِ وَلَوْ تَرٰى اِذِ الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِنْدَ رَبِّهِمْ يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ الْقَوْلَ يَقُولُ الَّذٖينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذٖينَ اسْتَكْبَرُوا لَوْلَا اَنْتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِنٖينَ         
  • Ve kâlellezîne keferû len nû’mine bi hâzel kur’âni(2) ve lâ billezî beyne yedeyh(yedeyhi), ve lev terâ iziz zâlimûne(1) mevkûfûne inde rabbihim, yerciu ba’duhum ilâ ba’dınil kavl(kavle), yekûlullezînestud’ifû lillezînestekberû lev lâ entum le kunnâ mûminîn(mûminîne).

Bir diğer zulüm ise kişinin kendine yaptığı zulümdür.Kurân-ı Kerîm’in bir çok yerinde ‘’Kendi nefislerine o zulmedeni gördünmü’’ ibaresiyle defalarca  karşılaşırız.


 

(Saffat-113)

  • وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلٰى اِسْحٰقَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِنَفْسِهٖ مُبٖينٌ
  • Onu da İshak’ı da uğurlu kıldık. Her ikisinin nesillerinden iyilik yapanlar da vardı, kendine apaçık zulmedenler de.

(Rûm-9)

  • (Yine) onlar, yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler. Yeryüzünü sürüp işlemişler ve orayı kendilerinin imar ettiğinden daha çok imar etmişlerdi. Onlara da peygamberleri apaçık deliller getirmişlerdi. Allah, onlara asla zulmediyor değildi. Fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.

(Nahl-118)

  • وَعَلَى الَّذٖينَ هَادُوا حَرَّمْنَا مَا قَصَصْنَا عَلَيْكَ مِنْ قَبْلُ وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ كَانُوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
  • Daha önce sana anlattıklarımızı yahudi olanlara da haram kılmıştık. Biz (bununla) onlara zulmetmedik, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.

(Tevbe-70)

  • اَلَمْ يَاْتِهِمْ نَبَاُ الَّذٖينَ مِنْ قَبْلِهِمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَقَوْمِ اِبْرٰهٖيمَ وَاَصْحَابِ مَدْيَنَ وَالْمُؤْتَفِكَاتِ اَتَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
  • Onlara kendilerinden öncekilerin; Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin; İbrahim’in kavminin; Medyen halkının ve yerle bir olan şehirlerin haberleri ulaşmadı mı? Peygamberleri onlara apaçık mucizeler getirmişti. (Ama inanmadılar, Allah da onları cezalandırdı.) Demek ki Allah onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendilerine zulmediyorlardı.

(Bakâra-57)

  • وَظَلَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْغَمَامَ وَاَنْزَلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰى كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَمَا ظَلَمُونَا وَلٰكِنْ كَانُوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
  • Bulutu üstünüze gölge yaptık. Size, kudret helvası ile bıldırcın indirdik. “Verdiğimiz rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin” (dedik). Onlar (verdiğimiz nimetlere nankörlük etmekle) bize zulmetmediler, fakat kendilerine zulmediyorlardı.

Yine Hz.Adem’in tövbe duasında geçen ayette de:


(Arâf-23) 

  • قَالَا رَبَّنَا ظَلَمْنَا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرٖي  
  • Kâla rabbenâ zalemnâ enfusenâ ve il lem tağfir lenâ ve terhamnâ lenekûnenne minel hâsirîn.                                                                   
  • Rabbena, dediler, nefsilerimize zulmettik, eğer sen bize mağfiret etmez, merhamet buyurmazsan şüphe yok ki husrâna düşenlerden oluruz .

 

Peki bu nefislere zulmetmek ne demek ?    

Bu durumu ahiret sahnelerini göz önüne getirerek  şöyle açıklayalım:

Nefsinin her dediğini zahiren yapıyorsun, (zulmetmiyorsun yani nefsinin bütün isteklerini bu dünyada  yerine getiriyorsun ama kıyamet sahnesinde birinci sûr’un üflenmesiyle  dünya yok oluş sürecine giriyor, devamında ikinci sûr üfleniyor )ve mahşere diriliyoruz.                                                                                                                                           

Eğer o zaman dünya hayatında nefsinin tüm kötü isteklerine tabî olan kişi için (ALLAH’ın rahmeti de gelmez ise  gideceğin yer ALLAH korusun Cehennem olur.Cehennem nefsin azap yeridir.Cennette aynı şekilde nefsin ikram yeridir.) Kişi cehenneme gittiğinde nefsi azap göreceğinden dolayısyla nefsine zulmetmiş oluyorsun.

Bir başka yorumla:Bizim yapımızda bulununan unsurlardan biri olarak nefsi ele alırsak kişi kendine azapla zulmetmiş olmaktadır.Haşâ ALLAHu Teâla zalim değil, kişi kendi nefsine zulmediyor,nefis de cehennemde yanarak azap görmüş oluyor.

Peki nefsin burada suçu ne.?

Cennet ile ilgili konulardan bahsederken nefsin asıl kaynağına değinmiştik.Nefsin asıl kaynağı cennette muhteşem bir yer.!  Ayet-i Kerîm’e de:

 


(Nisâ-1)

  • يَا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذٖى خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالًا كَثٖيرًا وَنِسَاءً وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذٖى تَسَاءَلُونَ بِهٖ وَالْاَرْحَامَ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقٖيبًا 
  • eyyuhân nâsuttekû rabbekumullezî halakakum min nefsin vâhidetin ve halaka minhâ zevcehâ ve besse minhumâ ricâlen kesîran ve nisââ(nisâen), vettekûllâhellezî tesâelûne bihî vel erhâm(erhâme). İnnallâhe kâne aleykum rakîbâ(rakîben).
  • Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.

 

“Nefsin vahidetîn” yani tek nefis, nefsin kaynağı Cennetin en yukarısında olan muazzam bir şey.! ALLAH u Teâla’nın esmâları kökenli bir şey. Asıl itibariyle olağanüstü.! Fakat nefsin en büyük marazı gördüğü her şeyden haz duyması, fütursuzca ve sınırsızca davranmasıdır.         

                Sonra dünyaya (esfele sâfilîn’e) indiğinde aslını unutup o yüce yüksek makamını kaynağını aldığı değerleri unutup, burda çöpe sapa herşeye meylediyor. Senin meyletmen gereken, nefsinin kaynağı olan Cennette ki en yüksek ikram olan Cemalûllah’tır. Kişi bunu bırakır da çöpteki  değerli gibi gözüken değersiz şeylere meyledersen azabı hak edersin. Sen nefsine zulmedersen nefiste o zulmü hak ediyor. Burada asıl belirleyici olan elmas ile kömürü değiştiren nefistir. Sana dürtülerinle talepte bulunuyor sende meylediyorsun. 

                                                                                                                                                                          

 Bunu daha önce bir benzetmeyle örneklendirmiştik;

Nefsi bir köpek olarak düşünün tasması elinizde gezdiriyorsun, fakat sizi her yöne çekiyor bir oraya bir buraya kaçıyor. İşte burada akli kontrol devreye giriyor. Akıllı insan, köpeğin  sınırları aşan bu  hareketlerini zapteder. Akılsız insan ise köpeğin gittiği  yere gider ve köpeğin esiri olmuş olur. Daha sonra insan köpeği cezalandırmak zorunda kalır böylece kişi kendi köpeğine (nefsine) zulmetmiş olur. Burada ALLAH u Teâla bizleri aklımızla muhatab kılmaktadır. 

               ALLAH bizleri öyle muhteşem bir sistemle donatmış ki aslında bizler üç tane bilinç unsuruyla  bu dünyada yaşıyoruz. Bunlar bilinç, bilinçaltı ve  alt bilinç olarak ortaya çıkar. Bizler olayları bunlara göre algılıyor ve yorumluyor; burdan hareketle manalandırıp, ona göre davranıyoruz. Şu an asıl devrede olan bizim dünya bilincimizdir. Birinci derecede bundan sorumluyuz. Bilinçaltı ve alt bilinç farkında olmadan bizleri etkilemektedir. Zaten tasavvufî eğitimlerin temelinde önce bilinçaltını eğitmek vardır  ki buna nefis terbiyesi deniyor.                                                                

Bunu gerçekleştirdikten sonra alt bilincin o taraflarıyla davranmak vardır. Alt bilinç ise ruhla ilişkidardır. Bizim alt bilinç dediğimiz şey aslında zamanın tam öncesinde Hz. Adem’e ruh üfürüldüğü zamanda ki ruh aleminin bilincidir. Bunun üzerine nefis verilerek cennete indiriliyor ve cennete de  bu nefsin bilinci devreye giriyor. Böylelikle  yukarıdaki ruh bilinci bilinç altı gibi oluyor. Daha sonra da Hz. Adem hata yapıp aşağı(dünyaya) indirildiğinde bu sefer oradaki (cennetteki) bilinç bilinçaltı, ruh bilinci alt bilinç olarak kalıyor sende bu dünyada bilincinle yaşıyorsun. Eğer bir insan olarak sen,  ALLAH’i değerlerle düşünüp idrâk edip uygularsan alt bilincin derinliklerine doğru gidiyorsun ve kademen belirleniyor. Aslında böyle kapsamlı bir sistem var ancak bu olaylar bize çok basit anlatılıyor, algılattırılıyor biz de gördüğümüz gibi anlıyoruz.Halbu ki ALLAH u Teâla’nın sisteminde müthiş açılımlar var.

Ayet-i Kerîm’ e de:


 

(Şems-8) 

  •   فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰیهَا
  • Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.      
  • Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona fücurunu (kötülük duygusunu) ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.

ALLAH nefse takvasını öğretiyor.Ruha ise neler öğretildiğini düşünmek gerekir. Geçen hafta da buna değinmiştik. Ruh zaten  müşahede makamındaydı. Yani ALLAH u Teâla’yı o lâtîf alemde  bizzat müşahede ediyordu. Bizler bu ruh bilincini şu an taşımaktayız. Şahit olan ve üfürülen bu ruh bizlerde.. Ruh Yaradan’ı tanıyor; işte eğer biz bu değeri bir anlayabilsek ALLAH’a yakınlaşmış oluruz.

Kaldığımız yerden 32.Ayet’e devam edelim;



                           قَالَ الَّذٖينَ اسْتَكْبَرُوا لِلَّذٖينَ اسْتُضْعِفُوا

 Kâlellezînestekberû lillezînestud’ifû

                      Kibirlenenler zayıf olanlara diyecek ki:


اَنَحْنُ صَدَدْنَاكُمْ عَنِ الْهُدٰى بَعْدَ اِذْ جَاءَكُمْ           

e nahnu sadednâkum anil hudâ ba’de iz câekum

                 Biz mi sizi çevirdik, hidayet size geldikten sonra.   


  Burada  dikkat çekilecek nokta , kibirlenenler hidayet kavramını kabul ediyorlar. Bizler, küfredenler için söylediğimiz’’ hiçbirşeye inanmıyorlar’’ sözü burada aksi durumda zuhur ediyor. Burada zalimler hidayet geldiğini kabul ediyorlar. Hatta bugün bakmış olduğum bir tefsirde ’’küfredenler biz O kitaba inanmayız(iman etmeyiz) derken , kitabın ALLAH tarafından geldiğini biliyorlar’’diyor. Ancak kibirlerinden ötürü hükümlerini kabul etmiyorlar. Aynı zihniyet bu ayette hidayetin geldiğini görüyor, biliyorlar ve bunun üzerine biz mi sizi çevirdik diyor. Devamında;


    bel kuntum mucrimîn(mucrimîne).

بَلْ كُنْتُمْ مُجْرِمٖينَ 

Hayır, bilakis siz (günahkarlardan)mücrimlerdendiniz


 

Biraz önce bahsettik insanın içinde ruh yok mu.!

Evet alt yapısında ruh olan bir sisteminin bunu bilmemesi mümkün mü ?!  

İşte biliyor fakat küfrediyor,örtüyor gerçekleri görmemezlikten gelmek istiyorlar.

Bunun üzerine zayıf olanlar kibirli olanlara diyecek ki    ;        


 

               وَقَالَ الَّذٖينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذٖينَ اسْتَكْبَرُوا بَلْ مَكْرُ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ

        Ve kâlellezînestud’ifû lillezînestekberû bel mekrul leyli ven nehâri

Zayıf ve güçsüz görülenler, büyüklük taslayanlara, “Hayır, bizi hidayetten saptıran gece ve gündüz kurduğunuz tuzaklardır.


Çünkü siz bize Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na eşler koşmamızı emrediyordunuz” derler. Azabı görünce de içten içe pişmanlık duyarlar. Biz de inkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar geçiririz. Onlar ancak yapmakta olduklarının cezasını göreceklerdir.

Bizi hidayetten çeviren sizin gece-gündüz kurduğunuz tuzaklardır.

                                          

  •  iz te’murûnenâ / اِذْ تَاْمُرُونَنَا
  • Bize emrediyordunuz.

Geçen hafta ,kendilerinde özgüven eksikliği olanlar,kendilerini zayıf duruma getirenler, zayıf duruma getirilmesine müsaade edenler,kibirliler tarafından alt konuma getiriliyorlardı.

Geçende birisi bana şunu söyledi:                                                                                                

Birileri zayıf duruma gelmek istiyorsa,aynı kişiler bu sefer kibirlenmek isteyenleri kibirli hale getiriyorlar.Burada büyük görme eğilimi var.Günümüzde de yok mu:! Sanatçıları,futbolcuları ünlüleri büyük görme eğilimi yok mu?Her alanda bunlara rastlıyoruz.Devamlı olarak birilerini büyükleştirme temayülü var.

Ayette kibirli hale getirilenler de kendilerinden beklenilen davranışta bulunup emrediyorlar. Neyi emrediyorlar.!

                                                                 

  • en nekfure billâhi    / اَنْ نَكْفُرَ بِاللّٰهِ
  • Çünkü siz daima ALLAH’ı inkâr etmemizi, O’na ortaklar koşmamızı bize emrederdiniz derler.

 

Birşeyi daha emrediyorlarmış                                                                                                            

  •   ve nec’ale lehû endâdâ(endâden) /  وَنَجْعَلَ لَهُ اَنْدَادًا                                                        
  •  “O’na eşler koşmamızı emrediyordunuz” derler.

 

Bakınız inkar etmek yetmiyor,üstüne üstlük belirli birşeyleri de İlahlaştırmayı da emrediyorlar.Günümüzde de buna benzer iafadeler yok mu!?

-“Ya dindar olma” diyor ancak bununla bitmiyor , seni alıp oraya buraya götürüyor. Seni ALLAH’a şirk koşan yerlere, ideolojilere sürüklüyor.

İşte Kurân-ı Kerîm bunu (mekr) olarak bildiyor.Bu kibirlenenler gece-gündüz bütün enerjilerini,bütün akıl yollarını ben nasıl yaparım da zayıf olanları ALLAH’a küfrettiririm, akabinde küfürle yetinmez hâşa ALLAH’ın yerine hangi unsurları koyar putlaştırırım düşüncesine girerler.Bunlar şeytandan daha tehlikelidirler. şeytan onlara sadece  ilham eder, fısıldar onlar da şeytana tabî olurlar. şeytanın vesvesesinin gücü tesirli değil ancak sen şeytanın vesvesesine uygun hale gelirsen yani nefsinin taleplerine uyar, aklını da o  kötü yönde kullanırsan vesveseyi  tesirli hale getirmiş olursun.

Ayet’in devamında başlarına neyin geleceğini anlıyorlar :

                                           

  •   وَاَسَرُّوا النَّدَامَةَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَ
  •  ve eserrûn nedâmete lemmâ raevûl azâb(azâbe)                                          
  • Azabı görünce de içten içe pişmanlık duyarlar.

 

Burda azabın işaretleri geliyor.! 

Yine başka bir ayette geçen;


 

 (Tekvîr-12)

  •  وَاِذَا الْجَحٖيمُ سُعِّرَ
  • Ve izel cahîmu su’ıret.
  •  Cehennem alevlendirildiği zaman

    (mülk-7) 

  • إِذَا أُلْقُوا فِيهَا سَمِعُوا لَهَا شَهِيقًا وَهِيَ تَفُورُ

    İzâ ulkû fîhâ semiû lehâ şehîkan ve hiye tefûr(tefûru).

  • Oraya (cehenneme) atıldıkları zaman onun kaynayan korkunç sesini (gürlemesini) işittiler.

(mülk-8)

  • تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِ كُلَّمَا أُلْقِيَ فِيهَا فَوْجٌ سَأَلَهُمْ خَزَنَتُهَا أَلَمْ يَأْتِكُمْ نَذِير
  •   Tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzi), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr
  • (Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. Oraya herbir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara: “Size nezir (uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.( mülk-8)

 

 Ayette bahsi geçen zayıflar ile küfredenler birbirleriyle atıştıklarında bir anda bir uğultu gürültü halinde cehennem gelecektir.Bugün ancak bunu  yanardağ çukurlarıyla anlayabileceğimiz ki bu da tarifsiz kalır.

Hadis-i Şerîfte:  


 

              Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh(ALLAH ondan razı olsun) anlatıyor:

 “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Yaktığınız ateş var ya, bu, cehennem ateşinin yetmiş cüzünden bir cüzdür!” buyurmuştu. 

  Yanındakiler:                                                                                                                                         

 “Zaten bu ateş, vallahi (âsileri cezalandırmaya ahirette) yeterliydi” dediler.

Aleyhissalâtu vesselâm:

“Cehennem ateşi öbürüne altmışdokuz kat üstün kılındı. Her bir kat’ın harareti, bunun mislindedir.”

(Kutub-u Sitte-5078)


 


 

 

Bu azabı gördüklerinde içlerinden pişmanlık duyarlar.Burada ilginç dikkat çeken bir kelime var:

“Eserrûn” zıt anlamlı kelimelerdendir.İki anlamda bunu düşünebiliriz. Türkçe’de gizlemek anlamına geldiği gibi ayette  de,  onlar  rezil olmayalım diye pişmanlıklarını   gizlerler  açığa vurmazlar hem de pişmanlıklarını ne kadar gizlerse gizlesinler  ortaya çıkar anlamlarına gelmektedir. Yani hem açığa çıkmasını istemiyorlar ancak o nedâmet(pişmanlık) yüzlerinden okunuyor. İşte bu zıt anlamlı gibi gözüken durum ortaya çıkacaktır. Bu pişmanlığın içerisinde umutsuzlukta var çünkü; onların cennetleri bu dünya idi.Birbirleriyle tartışırken bir baktılar ki çetin bir azap beklemektedir.

Önceki sohbetlerimizde en büyük azaptan bahsetmiştik.                                                                                              

Neydi bu azap? O “ileyhi Turceûn” a gidememek!


(Yâsîn-22)

  •  وَمَا لِىَ لَا اَعْبُدُ الَّذٖى فَطَرَنٖى وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ  
  •  Ve mâ liye lâ a’budullezî fataranî ve ileyhi turceûn(turceûne) 
  •   Hem ben, ne diye beni yaratana kulluk etmeyeyim. Oysa siz de yalnızca O’na döndürüleceksiniz.

 

 

O cennet yolcularının -RABB’lerine döndürülecek olanların -içine girememek, geriye dönüş halkasına girememek! Ahirette de insanlar  bu geri dönüş halkasına giremedikleri ve çetin bir azapla karşılaştıklarında,pişman olacaklar.Fakat pişmanlıkla bu durum bitmiyor.

 

Ayet’in devamında:

 

  • وَجَعَلْنَا الْاَغْلَالَ فٖى اَعْنَاقِ الَّذٖينَ كَفَرُوا هَلْ يُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
  • ve cealnel aglâle fî a’nâkıllezîne keferû, hel yuczevne illâ mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
  •  Biz de inkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar geçiririz. Onlar ancak yapmakta olduklarının cezasını göreceklerdir. 

Eskiden çarşılarda hileli satış yapanların esnafın boyunlarına halkalar geçirilip çarşıda dolaştırılırlarmış. Belki de en büyük ceza bu. Mesela bugün Gıda Tarım Bakanlığı hileli üretim-satış yapanları teşhir ediyor.

Ayet-i Kerîm’e de:


 

  •     اِنَّا جَعَلْنَا فٖى اَعْنَاقِهِمْ اَغْلَالًا فَهِىَ اِلَى الْاَذْقَانِ فَهُمْ مُقْمَحُونَ  
  •   İnnâ cealnâ fî a’nâkıhim aglâlen fe hiye ilel ezkâni fe hum mukmehûn                                                           
     
  • Onların boyunlarına demir halkalar geçirdik, o halkalar çenelerine dayanmıştır. Bu sebeple kafaları yukarıya kalkık durumdadır.

 

 

Boyun bükmek pişmanlığın ifadesidir. Ancak boyun bükmek zamanında yapılmalıydı. Kendilerine gösterilen  azaptan sonra boyun bükmenin anlamı kalmıyor. Burada boyunlarına  demir halkalar geçirilmiştir ve başları kalkık durumdadır. Demek ki öyle bir zulmediyorlar ki,ALLAH u Teâla zalim değil.Eğer merhamet duygusu geliyorsa buna karşılık ayette sadece yaptıklarının cezasının verildiği uyarısı yer alıyor.ALLAH mislince katbekat ikramlar veriyor  ancak ceza ise  bire bir veriliyor.

Ayette bu boyunlarına geçirilen “aglâlen” kelimesi, “ğıll”-kelimesinin çoğuludur.İki ayette bu kelime geçiyor.


(Hicr-47)

  •   وَنَزَعْنَا مَا فٖى صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ اِخْوَانًا عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِلٖينَ
  • Ve neza’nâ mâ fî sudûrihim min gıllin ıhvânen alâ sururin mutekâbilîn  
  • Biz, onların gönüllerindeki kini söküp attık; onlar artık köşkler üzerinde karşı karşıya oturan kardeşler olacaklar.

(A’râf-43)

  •   وَنَزَعْنَا مَا فٖى صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ
  •  Ve neza’nâ mâ fî sudûrihim min gıllin 
  •   Biz onların kalplerinde kin namına ne varsa söküp attık.

 

 

Bu kelime (ğıllin) dünyevi ve uhrevi anlamlar ihtiva etmektedir.Hased,fesad,kin anlamlarına geldiği gibi demir toka, zincir,halka, bağ anlamlarına da gelir.  

 

Ortak nokta olarak da kişinin sadrındaki onu rahatsız eden kin ,haset, nefret gibi ağırlık yapan bağlar  diyebiliriz “gıllin” için.

Bir başka ayette de:


(isrâ-13)

  • وَكُلَّ اِنْسَانٍ اَلْزَمْنَاهُ طَائِرَهُ فٖى عُنُقِهٖ وَنُخْرِجُ لَهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ كِتَابًا يَلْقٰيهُ مَنْشُورًا  
  • Ve kulle insânin elzemnâhu tâirehu fî unukıh(unukıhî), ve nuhricu lehu yevmel kıyâmeti kitâben yelkâhu menşûrâ(menşûren).
  • Her insanın da kuşunu boynunda kendine takmışızdır ve onun için Kıyamet günü bir kitab çıkarırız ki neşrolunarak onu şöyle karşılar.

 

Burada kuştan maksat insanın yaptıkları amelidir.

 

 ALLAH bizleri nefsinin esiri olmaktan,kibirli olmaktan sakındırsın,imana erişmiş olanlardan eylesin..                           

                                                                              AMîN…

 Sadakallahül’l-Azim

 

 

SEBE (13.sohbet) 21.Ayet#


SES KAYDINI MP3 OLARAK DİNLEMEK VEYA İNDİRMEK İÇİN LİNKE TIKLAYINIZ:

https://yadi.sk/d/UIVUw7-Geh3Jf


AYET METNİ


34-Sebe Suresi 21. Ayet (İniş Sırası: 58)

وَمَا كَانَ لَهُ عَلَيْهِمْ مِنْ سُلْطَانٍ اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يُؤْمِنُ بِالْاٰخِرَةِ مِمَّنْ هُوَ مِنْهَا ف۪ي شَكٍّۜ وَرَبُّكَعَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَفٖيظٌ

Vemâ kâne lehu ‘aleyhim min sultânin illâ lina’leme men yu/minu bil-âḣirati mimmen huve minhâ fî şek verabbuke ‘alâ kulli şey-in hafîzun

O’nun insanlar üzerinde hiçbir kuvvet ve delili yoktur.Ancak biz şunu anlamak için musallat ederiz;Kimin ahiret’e imanı var,Kiminde ondan şüphesi var.Rabbin her şeyi kendi hıfsında tutar.


SES KAYDININ METNİ BİR MÜDDET SONRA YAYINLANACAKTIR…İNŞAALLAH.


( BU YAZI,DAHA EVVEL YAYINLANMIŞ SES KAYDININ YAZIYA DÖKÜLMÜŞ METNİDİR.

BİR SÜRE SONRA SİLİNECEKTİR. YAZIYA DAHA SONRA SES KAYDININ OLDUĞU KISIMDAN VE RESMİN ALTINDA BULUNAN SAYFA SEKMELERİNDEN (SEBE- SOHBETLERİN METİNLERİ) ULAŞABİLİRSİNİZ.)

SEBE (13) 21.AYET:

Eûzu billahi mineşşeytânirracîm.

Bismillahirrahmanirrahîm.


Evet,Arkadaşlar Sebe Suresine kaldığımız yerden devam ediyoruz..

Geçen hafta 20.Ayeti işlemeye çalışmıştık…

20-21.Ayetler beraber gibi..

20.Ayetle beraber ilişkilendirerek alakalı olsun diye onuda  işleyeceğiz..


Sebe 20.Ayeti hatırlayalım.


34-Sebe Suresi 20.Ayet(İniş Sırası:58)

وَلَقَدْ صَدَّقَ عَلَيْهِمْ اِبْلٖيسُ ظَنَّهُ فَاتَّبَعُوهُ اِلَّا فَرٖيقًا مِنَ الْمُؤْمِنٖينَ

Velekad saddeka aleyhim iblîsu zannehu fettebe’ûhu illâ ferîkan minel muminîne

Yemin olsun ki iblis onlar üzerindeki zannını gerçekleştirdi.

Mü’minler’den bir fırka hariç hemen ona uydular.


 Yukarıda Sebe Kavmiyle ilgili meydana gelmiş iki tane olay vardı.

1.Muhteşem ikramlar veriliyor..Buna rağmen onlar şükürsüzlük ediyorlardı..

Rabbim onların üzerinde arim seli gönderiyordu (bknz.Sebe 16.Ayet)

Onların üzerine azap indiriyordu…Bahçelerini dağınık bir hale getiriyordu..

2 .Nice ulaşım , emniyet imkanları verildiği halde onlar nankörlük ediyorlar..

Onların da bu imkanlarını gideriyor.. Onları dağınık bir hale getiriyordu..

“Bunlarda  şükür eden sabırlılar için.. (nice ayeteler,ibretler,deliller) var “diyordu..(bknz.Sebe 19.Ayet)

Buna özgü olarak hemen arkasından geçen hafta işlediğimiz, iblisle-şeytanla ilgili Ayet gelmişti..

“Yemin olsun ki iblis onlar üzerindeki zannını gerçekleştirdi.Mü’minler’den bir fırka hariç hemen ona uydular.”

meallerde gerçekleştirdi diyor..(Bu doğru değil..geçen hafta işlemiştik..)

Sonuç itibarıyla “insanlar üzerindeki iddaası gerçek oldu “manasını vermek daha doğru olur.

Çünkü zannını diyordu hatırlıyor musun?

Zan konusunda ne demiştik?

Zan Hakikat değildir..

(Bunu biraz iddaalı konuşmuştum ama Ayeti nasip oldu…)


53-Necm 28. Ayet :

وَمَا لَهُمْ بِهٖ مِنْ عِلْمٍ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْنٖى مِنَ الْحَقِّ شَيْپًا

Ve mâ lehum bihî min ılm, iy yettebiûne illez zann, ve innez zanne lâ yuğnî minel hakkı şey’â.

Halbuki onların bu hususta hiç bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise hiç şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez.


Yani Zan Hakikat değildir’!!

Zan: Delil bilgisi ,manasında da kullanılıyor.. Özellikle burada Ayetlerin çoğunda kast edilen yer “Tahmin” anlamında Zan .

Yani siz bir konuda siz bir görüş bildiriyorsunuz..Ama bu hakikat olmayabilir…

Hatırlarsanız Hucurat Suresinde özellikle bununla ilgili bir tehdit vardı.


  • Hucurat Suresi 12.Ayet: Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.

iblisin bir iddaası vardı..Neydi bu iddaa?

“Şüphesiz ben onları azdıracağım..”


  • HİCR SURESİ 39.AYET:(İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!

Onlar bana tabi olacaklardı diye iblisin iddaası vardı..

şeytan değil- iblisken.. bir iddaası vardı.


  • SAD SURESİ 79-85.AYETLER:
  • (79) Ey Rabbim! O halde tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver, dedi.
  • (80-81) Allah: Haydi, sen bilinen güne kadar mühlet verilenlerdensin, buyurdu.
  • (82-83) İblis: Senin mutlak kudretine andolsun ki, onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların bir yana, hepsini mutlaka azdıracağım, dedi.
  • (84-85) Allah:Doğrusu -ki ben hep doğruyu söylerim- mutlaka sen ve sana uyanların hepsiyle cehennemi dolduracağım! buyurdu.

Burada bakın bir iddaası vardı..

Bu idaanın doğru olmadığını Rabbim devamında ne diyordu?


  • Hicr39-40:
    Dedi ki: Rabbım; beni azdırdığın için, andolsun ki; ben de onlara yeryüzündeki fenalıkları güzel göstereceğim ve onların hepsini azdıracağım. 

Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna.”

  • Hicr41-42:
    Allah şöyle buyurdu: “Bu benim gösterdiğim dosdoğru yol budur.

 

Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir sultanlığın yoktur. Ancak azgınlardan sana tabi olanlar müstesna.”


Şimdi geçen hafta açıklamıştık..Tekrar vurgulamak istiyorum…

İkisi aynıymış gibi geliyor!!! Ama değil.

Birincisinde  bir iddaa var..(Hicr 39-40)

Şeytan kendisinde güç ve kudret adlediyor.. Diyor ki “ben” onları saptıracağım…

Sadece senin ihlaslı kulların müstesna (bknz.Hicr 40)

 

Lakin ALLAH-U TEALA diyor ki; (burayı çok iyi anlamınızı istiyorum)

“Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir sultanlığın yoktur. Ancak azgınlardan sana tabi olanlar müstesna”

***SENİN SULTANLIĞIN YOK!!!!!SEN KİMSİN Kİ!!!!! ANCAK ONLAR SANA TABİ OLURLAR.***

 

Bakın bu çok ilginç ..(Maalesef bu Tefsirlerde atlanmış..)

(Hatta ismini vermeyeceğim bir tefsirde diyor ki! Nasıl öyle br hatada bulunmuş..herhalde yanlış bir anına geldi..”şeytan kendi iddaasının haklı çıkardı..ALLAH’ın iddaasını haksız çıkardı “gibi bir ifadede bulunmuş.)

Altını çizdim..Kendisine de mail atacağım..kendiside tanıyorum o şahsın.. beraber bir kahvaltıya gitmiştik..herhalde orada bir …matbaa hatası yada iddaasını tam yansıtamadı… ALLAH’ı haksız çıkarmak ..şeytanı haklı çıkarmak gibi bir şey olamaz..)

"saddaka" fiilinin yanlış anlaşılmasından kaynaklanan.

Biraz evvel Hicr Suresinindeki ALLAH-U TEALA nın şeytanın tekzip etmesinden biz bunu anlayabiliyoruz..

21. Ayette biraz sonra bununla ilgili bir ifadesi var..

iblisin -gerçekleştirdiği demeyelim de- sonuç itibarıyla dediği gerçekleşen şeyin ne olduğunu biliyor musunuz?


ARAF 17.AYET:

  • ثُمَّ لَاٰتِيَنَّهُمْ مِنْ بَيْنِ اَيْدٖيهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ وَعَنْ اَيْمَانِهِمْ وَعَنْ شَمَائِلِهِمْ وَلَا تَجِدُ اَكْثَرَهُمْ شَاكِرٖينَ
  • «Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!» dedi.

Hatırlıyorsanız..

Yukardaki Sebe Kavminin azabı hak etmesinin gerekçesi neydi?

Sebelilerin şükretmemesi yani küfür etmesiydi.

İşte zannının doğru çıkması ! İnsanların yaptığı şükürsüzlük, iblisin zannının doğru çıkmasına sebep olacak..

Sonuç itibarıyla söylüyorum..sebebi işte bu şükürsüzlükleri..

ben onları saptıracağım diyor..

  • İddaası ne ? “sen onları şükür ediciler bulamayacaksın” ..diyor..

Demek ki iblisin ,bu dünyadaki ismiyle..bizim muhatap olduğumuz haliyle şeytanın ,en büyük fitne gayretlerinden vesvese gayretlerinden birisi neymiş.???

  • İNSANI ŞÜKÜRSÜZLÜĞE SEVK ETMESİ..

Bakın şükürsüzlüğe bizzat kendisi götürmüyor..!!!

Vesvese veriyor , fitne veriyor..

  • Sen zaten hazır olan kısmınla ona zemin hazılıyorsun..
  • Onun fitnesi, vesvesi de cazip geliyor..
  • Sen de şükürsüzlük alametleri gösterecek şekilde düşünüyorsun yada amel ediyorsun..

Bakın faturayı insanlığa,kendi üzerimize alıyorum görüyor musunuz?

Yani insan düşüncesiyle, nefsindeki özellikleriyle,  kendi oluşturduklarıyla… şükürsüzlük halini kendinde oluşturuyor..

  • Beğenmiyor..
  • Razı olmuyor..
  • Sabırlı olmuyor..
  • Memnuniyetsizlik gösteriyor..

Nimetlerin ALLAH’tan geldiğini reddediyor, örtüyor..

Hah şimdi zemin hazır!!!

Şimdi vesvesesini veriyor..fitnesini veriyor.. frekans karıştırcılığı yapıyor…virüs bulaştırıyor..

Sen de onunla beraber ikiye katlanarak şükürsüzlük etmiş oluyorsun…

Şükürsüzlük çok hafif bir ifade Ayetsel ifadeyle “Küfür ediyorsun”…

ehli küfür oluyorsun.. ehli şükür yada ehli küfür..

şükürsüzlük nankörlük ifadesi hafif kalıyor arkadaşlar ..


BAKARA 152.AYET:

Fezkurûnî ezkurkum veşkurû lî ve lâ tekfurûn.

  • Öyle ise siz beni zikr edin  ki ben de sizi zikr edeyim.
  • Bana şükredin; sakın bana “nankörlük” etmeyin!(Küfür etmeyin)

Nankörlük etmeyin sadece bizim ülkemizde var..

Nankörlük etmeyin diyorlar..İnanın belki sadece sadece bizim lisanımızda nankörlük etmeyin bir ifadesi var..

Nankörlük hafifletmiyorum..o da kötü bir amel ama.. küfür etmeyi düşündüğünüzde ahirete özgü çok büyük karşılığı var..

Zaten 21. Ayette bu imtihanın var.. bu imtihanın sebebini söylüyor..10:32

Hadi, artık buraya geçelim…


 

 



SEBE 21.AYET:

وَمَا كَانَ لَهُ عَلَيْهِم مِّن سُلْطَانٍ إِلَّا لِنَعْلَمَ مَن يُؤْمِنُ بِالْآخِرَةِ مِمَّنْ هُوَ مِنْهَا فِي شَكٍّ وَرَبُّكَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ حَفِيظٌ

Ve mâ kâne lehu aleyhim min sultânin illâ li na’leme men yû’minu bil âhireti mimmen huve minhâ fî şekkin ve rabbuke alâ kulli şeyin hafîzun

O’nun insanlar üzerinde hiçbir kuvvet ve delili yoktur.Ancak biz şunu anlamak için musallat ederiz;Kimin ahirete imanı var,kiminde ondan şüphesi var. Rabbin her şeyi kendi hıfsında tutar.



sultân: sulta demek.

Zaten otoritesi sultanı yaptırım gücü olan mevkiye ne deniyor.? Sultan deniliyor.

Eski devirleri düşünün padişah,kral anlamında melik anlamında sultan deniliyor..

Rabbim diyor ki onun hiç bir sultası yoktu.yani gücü kuvveti .

Onlar üzerine ..aleyhim ….dediği kim?

Onlar kim?

  • Birinci anlamıyla, afaki (ilk görünen) anlamıyla Sebe kavmi
  • İkinci anlamıyla, enfusi (daha derin) anlamıyla da BİZ.!!)

Sebe kavmine götürdüğümüzde işi “oh biz yırttık” diyoruz..”Ne kadar kötü kavimmiş”..

Ama üzerimize aldığımızda (“aleykum”gibi anlayın bunu)..

Sizin üzerinize:”bir sultası yok..”

 

” ma kane” /Olmadı , diyor..

Yani geçmişte de yoktu..(Yani Hz. Adem (a.s.) kastediliyor)…Onun üzerine de yoktu..

Hz. Adem (a.s.) ne yaptı?ona tabi oldu.

Herşey güzeldi ; tek bir emir vardı: 


BAKARA 35.AYET:Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin (Havva) beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz, dedik.


Vesvese vermeye başladı şeytan “ya şu ağaca yanaş şu ağaca yanaş”…

2 tane delil gösterdi “neden bu ağaca yaklaşmanı istemiyor Rabbın” diye

  1. melek olursunuz
  2. ebedî kalanlardan olursunuz.

ARAF 20.AYET:Derken şeytan, birbirine kapalı ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi ve: Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî kalanlardan olursunuz diye yasakladı, dedi.


O vesveseye kandı. O zaman da yoktu sultanı… şimdi de yok..

“Kane”nin anlamı : idi demek.

Şimdi sultanla ilgili ayetler var..“Sultası yok” sadece burada geçmiyor.

3 yerde geçiyor.


  • Hicr 42

«Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir sultanlığın yoktur. Ancak azgınlardan sana uyanlar müstesna.»


 

  •  İsra 65

Şurası muhakkak ki, benim (ihlâslı) kullarım üzerinde senin hiçbir sultan yoktur.(Onları) koruyucu olarak Rabbin yeter.


 

  • Sebe 21

O’nun insanlar üzerinde hiçbir kuvvet ve delili yoktur.Ancak biz şunu anlamak için musallat ederiz;Kimin ahirete imanı var,kiminde ondan şüphesi var. Rabbin her şeyi kendi hıfsında tutar.


“Muhlislerden başkası” diyor..Muhlis ne demekti?

İhlaslı kul demek..

İşte bunun birleştiği yer..

SEBE 21 deki” Mu’minlerden bir fırka ” dediği =ihlaslılar..Halisena; ALLAH’a kulluk edenler..

 

Bunların dışındakilerin şeytanın vesveselerine  uyma ihtimali çok yüksek..

İşte Sultası yok ama vesvese kuvvetli,kendisine zayıf bir alan oluşturuyor..

 

Zayıf Alanı;Geçen hafta güzel ifade etmişiz…

İnsan aklını kullanmayarak kendinde uygun bir zemin oluşturuyor..

Dedik ya aklıyla ve kendi nefsinin bazı özellikleriyle..

Bunu bir havaalanına benzettik..Bir havaalanı oluşturuyor..

Şeytanın da vevsvese uçaklarından gönderilen pislikler o hava alanına iniyor..

Sen ona uygun bir hale getiriyorsun kendini…

 

Yunus Yüz! (Yunus suresi 100.ayet) çok net bir Ayet;


10-Yunus suresi 100. Ayet

  • وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ اَنْ تُؤْمِنَ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِ وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذٖينَ لَا يَعْقِلُونَ
  • Ve mâ kâne linefsin en tué’mine illâ biiznillâh, ve yec’alur ricse alellezîne lâ yağgılûn.
  • Allah’ın izni olmadan hiç kimse inanamaz. O, akıllarını kullanmayanlar üzerine pislik atar.

Birinci hal sen aklını kullanmıyorsun..

Diyorsun ki; Pislikler gelin bana..

Çağırıyorsun yani..

Bakın Etken sensin, şeytan da vesvese vermeye yer arıyor zaten..

Onun o pislikleri senin üzerine bulaşıyor..

Artık sen o pislikle beraber tabi olma konumunda daha zayıf oluyorsun..

 

Bakın bunun niye anlatıyorum..

Etken sensin..Suçu başka yerde arama!!

Bunu açıklamaya çalışıyorum..

Ya “ihlaslı kullar” ?…İhlaslı kulların buna uymama şansı çok yüksek , çünkü akıllarını kullanıyorlar..

ALLAH aklını kullanmanı istiyor..

Gerçekleri değerlendirmeni,analiz etmeni,bu kadar hidayet unsurunu değerlendirmeni ve onu uygun haline gelmeni istiyor..

Ve bekliyor..

Şimdi bunu niye yapıyor..??

1 ileri 1 geri giderek açıklamaya çalışacağım..


إِلَّا لِنَعْلَمَ  / illâ li na’leme ..

Ancak biz şunu anlamak için yapıyoruz  ki bunu…


مَن يُؤْمِنُ بِالْآخِرَةِ /  men yû’minu bil âhire..

Kim ahirete inanıyor.. ahirete iman eden kim…


مِمَّنْ هُوَ مِنْهَا فِي شَكٍّ /mimmen hüve minha fi şekkin.

 ve kimin de ondan ahiretten şüphesi var…(ayırt edilsin)


Yani ALLAH-U TEALA bu sistemi ( niye yapıyor) kimin ahireti imanı var kimin şüphesi var.. ayırt etmek için yapıyor..

Şimdi burada “için” dediği ne biliyor musunuz?

1. anlamıyla şeytana mühlet verilmesi…süre tanınması..

 

Şimdi hikayeyi hatırlayalım..18:00


  •  Araf 11.Ayet:

Andolsun sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere, Âdem’e secde edin! diye emrettik. İblis’in dışındakiler secde ettiler. O secde edenlerden olmadı.

  • Araf 12.Ayet: .

Allah-u Teala  buyurdu: Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir? (İblis): Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi.

  • Araf 13.Ayet:

Öyle ise, «İn oradan!» Orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık! çünkü sen aşağılıklardansın! buyurdu.

  • Araf 16.Ayet:

Öyle ise dedi beni azdırmana karşılık (?) yemin ederim ki ben de onları saptırmak için her halde senin doğru yoluna oturacağım.


Bu iblisin iddaası..Kur’an-ı Kerimde iblis bir şey söylüyorsa onu hemen hak olarak anlamayacağız !…


 

Çünkü Kur’an da diyor ki “bu Kuran şeytanın sözü değil “diyor.. Bu ALLAH’ın sözü diyor..

(Tekvir 25-  وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَيْطَانٍ رَج۪يمٍۚ )


 

Alt cümlesinde ne var?

Onun sözü geçen yerlerde dikkat edin ..O hak mı değil mi?

ALLAH-U TEALA onun ağzından çıkan cümleleri  Kuran’da ” tırnak içinde ” veriyor..Buna çok dikkat edin…

İşte bu anlaşılmadığı için meallerde yanlış manalara giden ifadeler olabiliyor.

işte bu geçen haftalarda söyledik .Sad Suresinde geçiyor…


SAD SURESİ 79-85.AYETLER:

(79) Ey Rabbim! O halde tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver, dedi.

(80-81) Allah: Haydi, sen bilinen güne kadar mühlet verilenlerdensin, buyurdu.

(82-83) İblis: Senin mutlak kudretine andolsun ki, onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların bir yana, hepsini mutlaka azdıracağım, dedi.

(84-85) Allah:Doğrusu -ki ben hep doğruyu (HAKKI) söylerim- mutlaka sen ve sana uyanların hepsiyle cehennemi dolduracağım! buyurdu.


Bu Hakk ifadesi meallerin çoğunda “işte doğruyu söyledin,işte Hak sözü budur “gibi ve sanki doğrularmış gibi yazılmış…..

Olur mu hiç!  ALLAH-U TEALA tam tersine tekzip ediyor..

Ondan sonraki cümleyle  alakalı ifade…

Kim ki sana tabi olursa “ben onları cehennemle dolduracağım”  sözü hak  diyor

“Benim sıratı mustakım bu ” diyor..

ALLAH-U TEALA Haşa ! Sen doğrusun dediğin der mi?

iblis Cennette yemin ediyor Adem’e …şüphesiz ben size nasihat verenlerdenim”diye..


 

ARAF 21.Ayet :
وَقَاسَمَهُمَا إِنِّي لَكُمَا لَمِنَ النَّاصِحِينَ
Ve kâsemehumâ innî lekumâ le minen nâsıhîn(nâsıhîne).

ALLAH üzerine yemin ediyor…Ben doğru söyleyenlerdenim..Ayetlerde geçiyor..

Ademi öyle kandırıyor…

Hiç unutmayın bu sözü Kur’an-ı Kerimde ALLAH-U TEALA nın sözü değil bakın..

iblis – şeytan bir şey iddaa ediyorsa o ifadeler “tırnak” içerisinde veriliyor..

Sen ona şüphe içerisinde yaklaşacaksın..

(…………………………….)

Bir katılımcı katkıda bulunuyor:

Güzel bir ifade söylediniz..

iblisin-şeytanın sözlerinin geçtiği yerde okuma adabı olarak daha alçak sesle söyleniyor..Makamında o yüceltmeye gidilmiyor..

Manasını bildikleri için bir bizim ülkemizde bilmiyorlar herhalde diğerleri bildiği için ona uygun söyleniyor..

Ona dikkat etmemiz lazım..


 

Bunları niye anlatıyorum?

işte o iblis-şeytan” bana mühlet ver ” diyor..

ALLAH-U TEALA da tamam diyor..”sana mühlet verdim” diyor..

Bakın o ayetlerde geçmiş..


Araf 14.Ayet:Bana, (insanların) tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver, dedi.

Bir sonraki Ayetinde diyor ki,tamam sen süre verilenlerdensin..

Araf 15.Ayet: Kâle inneke minel munzarîn./Allah: Haydi, sen mühlet verilenlerdensin, buyurdu.

İnzar etmek var; beklemek var ya… Na-Za-Ra (bakmak) kelimesinden geliyor..imkan verilip gözleme anlamına geliyor.

Tamam sen munzarîn olanlardansın diyor..


Sad suresi

(79) Ey Rabbim! O halde tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver, dedi.

(80-81) Allah: Haydi, sen bilinen güne kadar mühlet verilenlerdensin, buyurdu.


Adem ile  nerede uğraşıyor..

Cennette uğraşıyor..

İnsanların tekrar diriltileceği güne kadar..

Adem’in nihayetinde yeryüzüne indirileceğini ,dünyaya indirileceği biliyor..

Hani melekler de biliyor..

Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım diyor..


BAKARA 30.AYET:

Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.


Daha yeryüzünde yaşam yok..

İşte iblis de bu hakikati bildiği için diyor ki ;

İnsanların diriltileceği güne kadar..musaade et..

Adem’i kandıracağını yukarıda görüyor..

 

(……………..)

 

İşte iblise süre tanınıyor ya bunun sonucu olarak işte bir yaşam süreci var..

Kader burada yanlış anlaşılıyor…

ALLAH-U TEALA ta ezelden sen cehennemliksin sen cennetliksin diye insanları ayırmıyor…

Bakın bu yıllar evvel bu sorulduğu zaman kaçacak yer bulamıyordum bu sorudan…!!!

Ateistlerin en fazla şıkıştırdığı yer burası… insanları..

“Ya benim cennete-cehenneme gideceğim belliyse “;Haşa onların iddaası..

“beni cehenneme koyduysa ben ne yapabilirim ?” diye soruyorlar…

İnsanlarda bu kader innacını doğru anlamayıp ta..

Ya zaten ezelden belliydi kimin cennete cehenneme gideyeceği  derse

ALLAH’a Haşa haksızlık ediyor.

 

ALLAH bir mahlukunu cehenneme koymak için yaratmıyor…

Ama verilmişte bir sözü var..

Kim ki sana uyar diyor cehennemi onlarla dolduracağım.. diyor..

Çünkü ademiyete tövbe etmesiyle son bir şans verilmiş ;Cennete’ e geri dönebilmesi için.

şeytana uyanlar ise Cennete geri dönemeyecekler.onların ise yeri belli..

işte Hak olan söz bu..

 

Bun iyi ayırt edilmesi lazım…

Allah insana akıl fikir veriyor…Hidayet unusrlarını da gösteriyor..”Hadi bakalım yaşa” diyor..

İşte bunun imtihanını yaşıyoruz..

Kader ne demek? Ka-De-Re

 ölçmek , demek..


Muddesir 18.Ayet:Şüphe yok ki o, iyice bir düşündü de kendince ölçtü biçti.


Yani değerlendirme…Proje-yasa-kanunlar…

 

ALLAH-U TEALA bütün alemleri ilimle yaratıyor..

El Alim”ALLAH-U TEALA’nın Esması ;

Yaradılışın en başında ; ilk olarak “Alim Esması”yla , ilim sıfatıyla tecelli etti diyorlar…

Bu ne demek biliyor musunuz?

Herşeyde bir kanun var..

Herşey bir yasaya göre , maddi yada manevi yasaya göre işliyor..

Ki Buna SUNNETULLAH deniyor..

Kendisi ilimle Tecelli ediyor yarattıklarına ..

Dolayısıyla bu sisteme işte “kader” deniliyor..

Herşey bir ölçüye göre ….

İşte ALLAH’ın ezelden maddi-manevi kanunları koyması “kader”

 

Peki  bir de “takdir” denilen bir olay var..

Ben bu kelimeyi çok seviyorum..ALLAH “takdir etti” demeyi..

 

Şimdi sen cari olan kanunlar içerisinde cüz-i iradenle hareket ediyorsun..Davranıyorsun..

Sana ALLAH-U TEALA bir Kader çizgisi takdir ediyor..

Bak etken yine sensin..

 

Bir insan çok zengin olsa çok fazla parası olsa azacak…

Duası da var…”ALLAH’ım beni azdırma,senin yolunda olanlarda eyle,ahiretde beni mutsuz olanlardan eyleme” diye..

ALLAH-U TEALA bu duayı kabul etmiyor mu?

Senin azmayacağın kadar bir rızık takdir ediyor..

Fazlasını versen azacaksın..

  • Şimdi takdir eden kim ? ALLAH …
  • Kanunlar kimin kanunu ?ALLAH’ın kanunu
  • Etken ,belirleyici ,hak eden ise sensin..

Takdir ne demek ?(Arapça bilenler bilir)

  • tefil babında, “kaddere “fiilinin mastarı…

(karışık teknik bir terim kullandım..) açıklayacağım…

Kaddere :”başkası hakkında ölçtü biçti “demek..

Takdir: İşte bu “ölçüş biçiş “anlamına geliyor..

Yani karşındaki haline göre ; onun haline en uygun şartları verdi ,demek..

 

Yani bakın yine ;


Şura 30.Ayet: 

Ve size isabet eden her musibet ellerinizle kazandığınız bir şeydir , O  çoğunu da bağışlar.


Ama ALLAH-U TEALA yine buna rağmen ikram ediyor..

Başınıza gelen iyilik olarak ALLAH’tandır..

Başınıza kötü gelen nefsinizdendir…diyor ALLAH-U TEALA.


 

NİSA SÛRESİ 79.AYET

مَّا أَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّهِ وَمَا أَصَابَكَ مِن سَيِّئَةٍ فَمِن نَّفْسِكَ وَأَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولاً وَكَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا

Mâ esâbeke min hasenetin fe minallâhi, ve mâ esâbeke min seyyietin fe min nefsike. Ve erselnâke lin nâsi resûlân. Ve kefâ billâhi şehîdân.

Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir.

Seni insanlara elçi gönderdik; şahit olarak da Allah yeter.


 

 

Bu anlamda kaderi çok iyi anlamak lazım..

Bir anlamda imtihan ediyor..

Ama İmtihan insanların “yanlış anladığı “gibi değil…

ALLAH’ın haşa!hiç bir sebebi  olmaksızın .. “bakalım kulum şurada ne yapacak ?” demesi,değil…

Onun kendi iddaasına göre ; Kendi imanına göre, ona şartları takdir ederek imtihan etmesi,demek..

Şimdi bakın burada daha iyi anlayacaksınız..

 

Bu mühlet vermesini şeytana .. niye yaptığı burada iyi anlayacaksınız?


Sad (79) Ey Rabbim! O halde tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver, dedi.

Sad (80-81) Allah: Haydi, sen bilinen güne kadar mühlet verilenlerdensin, buyurdu.


Vermeyebilirdi ALLAH-U TEALA. sana mühlet veriyorum diyor..

li na’leme :/ bilmek için..

 

Burasıda yanlış anlaşılıyor..

ALLAH bilmek için bunu yapmıyor…

ALLAH-U TEALA zaten biliyor ezelden herşeyi…

Kişiye göstermek için, sisteme kayıt edilmesi için…böyle yapılıyor.

Bakın burada “bilmem” için demiyor bakın..(kendi bilmem)


Bilmem demiyor "li a'lemu" demiyor  
"li na'lemu" diyor 
na'lemu biz demek...bizim bilmemiz için

Hatırlıyor musunuz? Daha evvel şunu söylemiştik…

Kur’an-ı Kerimde ALLAH-U TEALA bazı yerde “BEN” diyor bazı yerde “BİZ” diyor…

  • BEN dediği :bizzat ZAT’I
  • BİZ dediği ise : sistemle beraber kendisi..

ALLAH-U TEALA BİR SİSTEM KURMUŞ…30:36

Bu sistemde (biz dediğinde)

  • Câri Melekler var…
  • Sunnetullah var
  • Câri olan kanunlar var
  • Esma ul Husnaların Tecellileri var..

Bunlarla beraber biz diyor sistem olarak..

Ama BEN dediği bizzat kendisi…

 

Böyle herşeye kadir olan ALLAH-U TEALA’nın bir şeyi bilmemesi mümkün mü?

 

Bu anlaşılmıyor bugün ;bunu tam olarak anlayamayanlar…

“ALLAH birisinin kimle evleneceğinin bilemez “diye iddaalarda bulunuyorlar..

Tam anlaşılamamış.. kader tam anlaşılamadığı için…

 

Burada” sisteme ilim olarak kaydedilmesi için ve insanların bileceği hale getirmesi için” anlamında

yani kişiye gösteriliyor..

Ayetin sonlarında zaten görüyoruz..Acele edip söyleyeyim..

“ve rabbuke alâ kulli şeyin hafîz “diyor..

“ALLAH herşeyi hıfs edicidir.”..

“HIFZ ETMEK ” 2 manası var:

1- koruyucu , manasında

2- kaydedici ,manasında..

 

Kaydediyor ki insanlara bir gün… gösterecek..

Bunun bilinmesi..

 

Yani şunu söyle deriz ..bilmeyi ayırt ettirmesi içinde olabilir… ayırt etmesi için..

Yani insanlara ayırt ettirecek…

 

Kimleri ayırt edecekmiş..???

  • “men yû’minu bil âhireti mimmen huve minhâ fî şekkin”
  • “Kimin ahirete imanı var,kimin de ondan şüphesi var”.diye

Şimdi burada Ahiret imanla ilgili 2 şey konuşacağım..

Ahirete imanın 2 yönü var( 2 side doğru…)

Ama aralarında bir seviye farklılığı var…

 

Birincisi : Siz bu dünyayı hak kabul ederseniz…Yine de imanınız var..

Tersten söylüyorum…İmanınız var… Ama bu dünyayı hak kabul ediyorsunuz…

İmanınızın gereği olarak ta ahirette hesap var..Ben cehenneme girmeyeyim diye cennete girmeyeyim diye hal ve hareketlerinize çeki düzen veriyorsunuz…dikkatli oluyorsunuz…

Bu güzel ama eksik..

Neden  eksik ? Çünkü bu dünyayı hak kabul ediyorsun…

Ahireti daha sonra olacak, sanki ahiret daha sonradan yaratılacakmış gibi bir inanç siteminiz var.

Bu müslümanca bir davranış ama mü’mince bir davranış değil..

 

Mü’min ne yapıyor?

Bizim bir kaç hafta evvel hatırlıyor musunuz işlemiştik..Adem kıssasında işlemiştik…


Bakara 36-37-38.Ayet:

Derken şeytân onlar(ın ayağın)ı oradan kaydırdı, içinde bulundukları (ni’met yurdu)ndan çıkardı. (Biz de) dedik ki: “Birbirinize düşman olarak inin. Sizin, yeryüzünde kalıp bir süre yaşamanız lâzımdır.” Derken Adem, Rabbinden (birtakım) kelimeler aldı. Bunun üzerine (Allah da) tevbesini kabul etti. Şüphesiz O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir. Dedik ki: “Oradan tümünüz inin. Bundan sonra size benden bir hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime uyarsa, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.”


Adem tevbe etip de tevbesi kabul edilmesine rağmen Cennet’te kalıyor mu? bakın kalmıyor..

Demek kihenüz  af edilmedi..

“Kimki benden size hidayet gelecek hidayetçi gelecek ona tabi olursa ,O mahzun olmayacaktır..”diyor.

Bizim bilmemizi istiyor bu gerçeği ALLAH-U TEALA.

Kur’an okuyun demiyor mu? Ana fikri bilin..

Sizde bir şekilde Adem’le beraberdiniz..

Hz. Ademin(a.s.) sırtındaki zürriyetinde...Siz de ordaydınız…

 

Hatta bir üstü ile

Adem’e RUH üfürülmüyor mu?

Daha sonra “kalu bela” ya da “elest meclisi “denilen yerdede sırtından zürriyetlerini çıkarılmıyor mu?

Çıkarılmadan evvel sırtında zürriyetler nerdeydi ?

Adem’in sırtındaydı..

Ruh üflenerek yaratılan ve meleklere secde emri verilen Hz.Adem’de(a.s.) o esnada sırtında zürriyeti vardı.

Zurriyeti biz değil miyiz?

Bırakın Cenneti; ilk yaratılışta ruhlar aleminde ,melekut aleminde ,kudret aleminde ne derseniz deyin..

Daha orada biz  bir şekilde bilincimizle biz vardık..

Ama hatırlamıyoruz.. Ruh bilinciyle oradaydık..

 Orada da, “kalu bela”da biz bir söz veriyoruz :

“Ben sizin rabbınız değil miyim?”(bknz Araf 172.Ayet)

Bir takım eylemler gerçekleşiyor..sonrası için söz veriliyor…Tekrar Adem’in sırtına konuyor..

Sonra Cennete indiriliyoruz..

Yine Hz.Ademin (a.s.) sırtındaki zurriyetindeyiz..

Oradan da hata yapılıyor..Yeryüzüne indiriliyor..

 

ALLAH-U TEALA bunu niye kıssalara anlatıyor..Sır diye saklayabilirdi..!!

” Asıl yerinizi bilin” diyor..“Sizin geçmişte bi yaşantınız vardı “diyor…

Bunu evvel anlatmıştık..Hatırlıyor musunuz? Ayetlerde Ahirette insanlar diyor ki…

“Sen bizi 2 kez öldürdün… 2 kez dirilttin.”..diyordu..


Mu’mın 11. Ayet:

Kâlû rabbenâ emettenesneteyni ve ahyeytenesneteyni fağterafnâ bizunûbinâ fehel ilâ hurûcim min sebîl.

Onlar: Rabbimiz, bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin.

Biz de günahlarımızı itiraf ettik. Bir daha (bu ateşten) çıkmaya yol var mıdır? derler.


 

Sıralamayı sondan başa doğru yaparsak:

  • En sondaki  diriltiliş  ne?…Ahıretteki  yeniden diriltiliş.(bunu ahirette söylüyorlar)..
  • Bir ölüm ne? Bu dünya sonundaki ölüş…
  • Bir diriltiliş ne? Anne karnında yaratılış …
  • Geriye ne kaldı.? bir ölüm..

Demek ki biz daha evvel ölmüşüz!

Bu dünyaya gelmeden bir şekilde ölmüşüz..,(bunlar ayet ifadeleri )

Nerede ölmüş olabiliriz?

“Kalu bela”da zürriyetlerin  çıkarıldıktan sonra tekrar Adem’in sırtına konması… ölüm anlamına geliyor..

 

ALLAH-U TEALA bunları niye açıklıyor? Ayetlerde…

Bize diyor ki ; bilin…

Siz daha evvel bir şekilde yaşıyordunuz..

Öldürdük bu dünyaya getirdik..

 

Yani biz şu anki durumda,daha evvelki yaşantımıza tekrar dönebilmek için..

Bir imtihan hayatının içerisindeyiz..!!!

Bizim yerimiz asıl burası değil..

Yukardaydık..

 

Adem’in Cenneteyken tövbesinin kabul edilmesinin anlamı..

Geri dönüşün kapısının açılması demek…

Yani “Af “değil…

Daha insanlık affedilmedi..

Ne zaman asıl manasıyla  “Af “edilecek ? Hesap gününde..

O en son sahnelerin sonunda..( bir sonraki ayette şefaat kısmında onu açıklayacağız ..İnşaallah.)

Şefaat mekanizması devreye girdiğinde,ALLAH’ın Er-Rahim Esmasının tecelli ettiği yerde, sonunda Af gerçekleşecek..

Mü’minler için İnşaallah.

Bu Affa mazhar olanlar.. Tekrar önceki yaşamın döngüsüne ,yani “İleyhi Turceun”un(O’na döndürüleceksiniz) içine girecekler..

Diğerleri ise ALLAH korusun maalesef…

Geri dönüşün içerisinde yer almayacaklar.Cehenneme gidecekler..

 

Bakın Azap bile demiyorum..

Bu geri sistemin dışında kalmak…” İleyhi Turceun” sisteminin cennete ve daha yukarısına dönüş sisteminin içinde yer almamak bile azap..

Bir de üstüne üstlük Ateş / Nar Azapları var…

Yani bitiyor; geri dönüşün şansı kalmıyor..

 

İşte Hz.Adem’in (a.s.) tövbesinin kabul edilmesine rağmen Cennet’te kalmamasının ana fikri bu…

 

Tövbe etmeseydi ve  ALLAH Tövbesini kabul etmeseydi ne olacaktı..biliyor musunuz?

  • şeytanla aynı konumda olacaktı…
  • Geri dönüş olmayacaktı..

O tövbenin kabul edilmesiyle beraber geri dönüşün kapısı açıldı..İmkanı verildi..

İşte ana fikir bu..


 

 

İşte Ayete gelelim..

Kimin Ahirete imanı var..Kimin de şüphesi var… Bunu Ayırt etmek için..

 

İşte hani dedik ya -doğru olmak beraber- bu dünyayı gerçek kabul edersen ..

Ahireti daha sonra gerçekleşecek bir sistem kabul edersen..İşte cehennemde yanmayayım diye…

Bazı şeylere dikkat ederek yaşarsın…bu güzel bir şey…

Bu müslüman tarzı..

Ama Mü’min bunun bir üstüne ahıret bilinci olarak iman ediyor:

Bu geri dönüş sistemini bilerek …


 

“Benim zaten  asıl yerim burası değil.. Gerçek ahiret yurdundaki hayat …ben buna özgü hayat yaşayayım..dönemeyenlerden olmayayım…dönebilenlerden olmak için ALLAH’ın Rahmetini üzerime çekecek hal ve hareketlerde bulunayım” diyenleri

bundan şüphesi olanlardan ayırt edebilmek için…

Rabbim iblise müddet veriyor…


 

İŞTE ANA FİKİR BU!!!!

Biz bu Ana fikre uygun davranışlarda bulunursak . .ALLAH’ın Rahmetini üzerimize çekecek hallerde bulunacağız..

ALLAHIN RAHMETİ OLMAZSA YİNE GİREMİYORUZ ARKADAŞLAR!!!

Bakın Ahiret sahneleri çok ciddi…

Kuran’daki Ahiret sahnelerini dikkatlice  okuyun..

Sadece bir grup hariç .Öne geçenler var..

xxxx

Vakıa 11.Ayet: Ulâikel mukarrebûn

Fazla açıklamayayım..herkes olarak kabul edelim..

Onlar ALLAH’a hitap etmeye Malik olamayacaklarıdır diyor.. Rahmana diyor orada ..Rahman isminin tecellisi var orada …

Trilyonlarca mahlukat orada Melekler saf saf dizilmiş..

Fecr 89.Ayet:

Ve câe rabbuke vel meleku saffen saffân./Rabbinin emri gelip çatıp da melekler de saf saf dizildikleri an.

Çıt yok ortalıkta …Kimse Rahmana hitap etmeye Malik değil..

Ancak ALLAH’ın izin verdiği müstesna oda diyor sadece sevabı konuşur..


Sebe 23.Ayet:

Allah’ın huzurunda, kendisinin izin verdiği kimselerden başkasına şefaat fayda sağlamayacak, izin verdiği kimselerden başkasının şefaati de fayda vermeyecek. Nihayet şefaat edenlerin ve edilenlerin yüreklerinden korku giderilince:
‘Rabbiniz ne buyurdu?’ diye sorarlar. Onlar da:
‘Hakkı, doğruları söyledi’ derler. Yüce ve büyük olan O’dur.


Ahiret çok sert..

Hz. İsaya bile diyor ki , Rabbim..İtihama bakın !!!


Maide 116.Ayet:

Allah: ‘Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara: ‘Allah’tan başka beni ve annemi iki ilah edinin’ dedin?’ deyince o şöyle dedi: ‘Seni tenzih ederim. Hakkım olmayan bir şeyi söylemek bana yaraşmaz. Eğer söylemişsem sen onu mutlaka bilirsin. Sen bende olanı bilirsin, ama ben sende olanı bilemem. Şüphesiz ki gizlilikleri bilen ancak sensin.


Rabbim bunu demediğini bilmiyor mu? Haşa.

ORTAM SERT ORTAM SERT

Ancak ne zaman yumuşuyor biliyor musunuz?

RAHİM ESMASININ TECELLİSİ BAŞLADIKTAN SONRA YUMUŞUYOR!!!

Ondan evvel Rahman , bakın bu süredeki ifade ne biliyormusunuz?

Hadislerdeki ifade …


HAC 47.AYET:(Resûlüm!) Onlar senden azabın çabuk gelmesini istiyorlar. Allah vâdinden asla dönmez. Muhakkak ki, Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.


 

Fasil : MUHTELİF NEV`E GİREN HADİSLER
Konu : Muhtelif Nev`de Hadisler
Ravi : Sa`d İbnu Ebi Vakkas
Hadis : Resulullah (sa) buyurdular ki: “Ümid ederim ki Allah, ümmetimi Rabbinin nezdinde yarımgün te`hirden aciz kılmayacaktır.” Sa`d`a: “yarım gün ne kadardır?” diye sorulmuştu. “Beş yüz yıl” diye cevap verdi.
Hadis No : 5963
Fasil : ZÜHD VE FAKR BÖLÜMÜ
Konu : Zühd Ve Fakrın Medhi Ve Bunlara Teşvik
Ravi : Ebu Hüreyre
Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: “Fukaralar, cennete zenginlerden beşyüz yıl önce girerler. Bu (Allah`ın indinde) yarım gündür.”
Hadis No : 2072

2015 yılındayız…

1000 yıl evvelini sayın kaç yıl oldu 1015..

Malazgirt Savaşların olduğu yer değil mi?

1071 Malazgirt Savaşı..

(…………………….)

Fakirler girdi biz bekliyoruz..

İşte Rahim Esması devreye girince yumuşamalar başlıyor..

(………………………..)

Nereyi gerçek kabul etmekle ilgili bir şey…

Asıl Hayat Ahiret diyince bu dünyanın pek önemi kalmıyor…

(………………………) 

Niye geldik?

Siz ahirete bu dünyada poz veriyorsunuz…

ALLAH sizi bu dünyada rahat için yaratmadı…


ANKEBUT 64.AYET:

Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş olsalardı!


Bakın Cennetle buranın hiç bir alakası yok…

Sadece misaller var..

ALLAH’ın izniyle giderseniz..

anlayacaksınız asıl hayat buraymış..

Oradan nimetlerin kırıntıları burada ;

ALLAH bunu derme ; KEŞKE BUNU BİLSEYDİNİZ!!!!

Bu dünyaya biz rahat etmek için gelmedik..

Bu dünyada yan gelip yatmak için gelmedik..

ALLAH-U TEALA Rahmetiyle yine ikram ediyor..

Peygamber Efendimiz (a.s.) ne diyor ?

BU DÜNYA AHİRETİN TARLASIDIR.

Ahiret bu dünyanın tarlası değil..

Bu dünya ahiretin tarlası bunu eğer doğru anlarsanız..

Ha buradaki nimetleri ALLAH’tan gelen şükredici unsurlar olarak görürsünüz..

ALLAH’tan geldiğini bilirsiniz..

Bu dünya derseniz ..bu işte sakatlık var..

DÜNYA NİMETLERİNİ O GÖZLE GÖRMEK LAZIM!!!

Bizim burada başka bir görevimiz yok.. arkadaşlar…

ALLAH-U TEALA diyor ki;


ZARİYAT 56.AYET:

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ

Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ liyağbudûn.

Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.


Bizim başka bir görevimiz yok ..arkadaşlar…

(……………………………….)

Şu anlamda dediğiniz doğru ;İbadet sadece namaz kılmak,oruç tutmak değil..

Yaşadığımız her an ibadet …kulluk etmek… Sen o bilinçle olursan yemek yemek,içmek tuvalete gitmek…ibadet olur..

Haklısınız burada..

İnsanlar şunu yapıyorlar…

Şu bilinçteler …

Farkındalar yada değiller;

Ya bu dünya gerçek.. ben bu dünyada rahat olurum … ara sırada namaz kılarım gibi davranıyorlar…

Bu müslümanca-mü’mince olayların farkına,hakikatına vararak davranış değil…

Bunu anlatmaya çalışıyorum..

1 kelime daha var …

Burada yeri geldi..


ANKEBUT 2-3.AYET:

2. Ehasiben nâsu ey yutrakû ey yegûlû âmennâ ve hum lâ yuftenûn.

İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece «İman ettik» demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?

3.Ve lekad fetennellezîne min gablihim feleyağlemennallâhullezîne sadegû ve leyağlemennel kâzibîn.

Andolsun, biz onlardan evvelkileri de imtihan etmişizdir. Allah elbette saadık olanları da bilir, elbette yalancı olanları da bilir.


yuftenûn: Fitne

“Fitneyle imtihan olunmadan bırakılacaklarını mı sandınız” diyor…

Fitne biliyor musunuz?

F-T-N fiilinden geliyor..

Fe-te-ne; bir maden var..karışık ..içinde altın var..birde diğerleri var..ateşle onu eritiyorsun..hangisi altın hangisi diğer madenler ayırıyorsun..Buna fetene işlemi deniyor..

Yani Fitne ; Ayırt etme … saf olma… diğeri ne? imtihan …

Bak ne diyor burada..

ALLAH mutlaka doğru söyleyenleri ve yalancıları mutlaka bilir derken…

İşte bunu ayırt etmek için…

Yani kim ahirete inanıyor da ,ona özgü davranışta bulunuyor ?..

Kimde bunda şüphe içerisinde ayırt etmek için Ankebutta Ayete göre fitneyle imtihan ediyor ki… ayrılabilirsin..

Bu fitne imtihanın içerisinde şeytan faktörü var…

şeytan faktörüyle beraber sen…

İmtihan oluyorsun … ama bu imtihanın amacı ;işte ayırt edilmesi..

Ahirete inananlar ve ona özgü davrananlar ile..bundan şüphesi olanları ayırt etmek için yapılıyor…


Haftaya devam ederiz..


ALLAH-U TEALA işte bu yaşamda,bu imtihanda bizleri muvaffak etsin.

Ahirete layıkıyla inananların amelleriyle amel etmeyi nasip etsin İnşaallah.

SADAKALLAHULAZİM

 

 

 

SEBE (10.sohbet) 14-18.AYETLER (ktpçk-19)#

 


SES KAYDINI MP3 OLARAK DİNLEMEK VEYA İNDİRMEK İÇİN LİNKE TIKLAYINIZ:

https://yadi.sk/d/QJXoPHcReEENs


AYET METİNLERİ


34-Sebe suresi 14. ayet (Genel: 34 – İniş: 58 – Alfbetik: 76)

فَلَمَّا قَضَيْنَا عَلَيْهِ الْمَوْتَ مَا دَلَّهُمْ عَلٰى مَوْتِهٖ اِلَّا دَابَّةُ الْاَرْضِ تَاْكُلُ مِنْسَاَتَهُ فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ الْجِنُّ اَنْ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا لَبِثُوا فِى الْعَذَابِ الْمُهٖينِ

Felemmâ gadaynâ aleyhil mevte mâ dellehum alâ mevtihî illâ dâbbetul ardı teé’kulu minseeteh, felemmâ harra tebeyyenetil cinnu el lev kânû yağlemûnel ğaybe mâ lebisû fil azâbil muhîn.

Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun ölümünü onlara ancak değneğini yemekte olan bir kurt gösterdi. Süleyman’ın cesedi yıkılınca cinler anladılar ki, eğer gaybı bilmiş olsalardı aşağılayıcı azap içinde kalmamış olacaklardı.

34-Sebe suresi 15. ayet (Genel: 34 – İniş: 58 – Alfbetik: 76)

لَقَدْ كَانَ لِسَبَاٍ فٖى مَسْكَنِهِمْ اٰيَةٌ جَنَّتَانِ عَنْ يَمٖينٍ وَشِمَالٍ كُلُوا مِنْ رِزْقِ رَبِّكُمْ وَاشْكُرُوا لَهُ بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ وَرَبٌّ غَفُورٌ

Legad kâne lisebein fî meskenihim âyeh, cennetâni ay yemîniv ve şimâl, kulû mir rizgı rabbikum veşkurû leh, beldetun tayyibetuv ve rabbun ğafûr.

Andolsun, Sebe’ halkı için kendi yurtlarında bir ibret vardı: Biri sağda biri solda iki bahçe bulunuyordu. Onlara şöyle denilmişti: “Rabbinizin rızkından yiyin ve O’na şükredin. Beldeniz güzel bir belde, Rabbiniz de çok bağışlayıcı bir Rabdir.

34-Sebe suresi 16. ayet (Genel: 34 – İniş: 58 – Alfbetik: 76)

فَاَعْرَضُوا فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ وَبَدَّلْنَاهُمْ بِجَنَّتَيْهِمْ جَنَّتَيْنِ ذَوَاتَىْ اُكُلٍ خَمْطٍ وَاَثْلٍ وَشَیْءٍ مِنْ سِدْرٍ قَلٖيلٍ

Feağradû feerselnâ aleyhim seylel arimi ve beddelnâhum bicenneteyhim cenneteyni zevâtey ukulin hamtıv ve esliv ve şey’im min sidrin galîl.

Fakat onlar yüz çevirdiler. Biz de üzerlerine Arim selini gönderdik. Onların bahçelerini ekşi meyveli ağaçlar, acı ılgın ve biraz da sedir ağacı bulunan iki bahçeye çevirdik.

34-Sebe suresi 17. ayet (Genel: 34 – İniş: 58 – Alfbetik: 76)

ذٰلِكَ جَزَيْنَاهُمْ بِمَا كَفَرُوا وَهَلْ نُجَازٖى اِلَّا الْكَفُورَ

Zâlike cezeynâhum bimâ keferû, ve hel nucâzî illel kefûr.

Nimetlere karşı nankörlük etmeleri sebebiyle onları işte böyle cezalandırdık. Biz (bu şekilde) ancak nankörleri cezalandırırız.

34-Sebe suresi 18. ayet (Genel: 34 – İniş: 58 – Alfbetik: 76)

وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ الْقُرَى الَّتٖى بَارَكْنَا فٖيهَا قُرًى ظَاهِرَةً وَقَدَّرْنَا فٖيهَا السَّيْرَ سٖيرُوا فٖيهَا لَيَالِىَ وَاَيَّامًا اٰمِنٖينَ

Ve cealnâ beynehum ve beynel guralletî bâraknâ fîhâ guran zâhiratev ve gaddernâ fîhes seyr, sîrû fîhâ leyâliye ve eyyâmen âminîn.

Sebe’ halkı ile bereketlendirdiğimiz kentler arasına (her biri diğerinden) görülen kentler oluşturduk. Oralarda gidiş gelişi belirledik (seyahati kolaylaştırdık) ve onlara da şöyle dedik: “Oralarda gece gündüz güvenlik içinde dolaşın.”


SES KAYDININ METNİ


SEBE 10:14. AYETTEN İTİBAREN;


Eûzubillâhimineşşeytânirracîym 

Bismillâhir rahmânir rahîm


Bugün 14. Ayetten itibaren devam edeceğiz.İnşaallah.

Önceki Ayetlerde Munîblik Konusu geçmişti. ALLAH’A YÖNELMEYLE İLGİLİ.

ALLAH-U TEALA Munîb olan,ALLAH’a Sürekli Yönelme Halinde olan;

İnsanlar için baktıkları her yerde, bir İşaret,Ayet,Delil bulup...Buda onu güzel yerlere götüreceğini işareti vardı..

Buna misal olarak 2 Özel Kul,Peygamberler veriliyordu;

  1. Hz. Davud(a.s.)
  2. Hz. Süleyman(a.s.)

Ve de sonlarına doğruda, Ey Davud Ailesi!Şükür haliyle/moduyla çalışın diye bir öğüt vardı.


34-Sebe Suresi 13. Ayet 

يَعْمَلُونَ لَهُ مَا يَشَاء مِن مَّحَارِيبَ وَتَمَاثِيلَ وَجِفَانٍ كَالْجَوَابِ وَقُدُورٍ رَّاسِيَاتٍ اعْمَلُوا آلَ دَاوُودَ شُكْرًا وَقَلِيلٌ مِّنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ

Ya’melûne lehu mâ yeşâu min mehârîbe ve temâsîle ve cifânin kel cevâbi ve kudûrin râsiyâtin, i’melû âle dâvûde şukrân, ve kalîlun min ibâdiyeş şekûru.

Onun için pek yüksek binalardan ve timsallerden ve büyük havuzlar gibi çanaklardan ve sabit sabit kazanlardan ne isterse (onu) yapıverirlerdi.Ey Dâvud Ailesi! Şükür imal edin/şükrederek çalışın ve benim kullarımdan şükreden azdır.


Şimdi burada geçen hafta işledik..

bir-iki yeri eksik kalmış.. . Tamamlayalım diyelim daha güzel olur..

Sohbetten sonra değerlendiriyoruz,kritik ediyoruz… Tamamlayıcı gibi oluyor,güzel oluyor..

1.si ALLAH-U TEALA , Hz.Davud’a(a.s.) ve Hz. Süleyman’a(a.s.) övgüde bulunuyordu…

Ama en büyük övgüyü de kim Hak ediyor?

Hz. Peygamber Efendimiz  Hz. Muhammed (s.a.v)….

Muhammed:Çok çok övülmüş anlamına geliyordu..hamd kelimesinden…Bunu söylemiştik….

Bu ALLAH-U TEALA nın hangi Esmasıyla oluyordu?

“El -Hamîd” … Hamîd Esması.

Okumaya devam et

SEBE (2.sohbet)2-3.AYETLER/ yazılı metin

ÂYET METİNLERİ

34-Sebe suresi 2. ayet 

يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِى الْاَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنْزِلُ مِنَ السَّمَاءِ وَمَا يَعْرُجُ فٖيهَا وَهُوَ الرَّحٖيمُ الْغَفُورُ

Ya’lemu mâ yelicu fîl ardı ve mâ yahrucu minhâ ve mâ yenzilu mines semâi ve mâ yarucu fîhâ, ve huver rahîmul gafûr(gafûru).

Yerin içine gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni, oraya çıkanı bilir. O, esirgeyendir, bağışlayandır. 

1. ya’lemu : bilir
2. mâ yelicu : giren şey
3. fî el ardı : yerin içine, yere
4. ve mâ yahrucu : ve çıkan şey
5. min-hâ : ondan
6. ve mâ yenzilu : ve inen şey
7. min es semâi : semadan, gökten
8. ve mâ ya’rucu : ve yükselen şey
9. fî-hâ : oraya
10. ve huve : ve o
11. er rahîmu : rahîm (Rahîm esmâsıyla tecelli eden)
12. el gafûru : gafûr (mağfiret eden, günahları sevaba çeviren)

34-Sebe suresi 3. ayet (Genel: 34 – İniş: 58 – Alfbetik: 76)

وَقَالَ الَّذٖينَ كَفَرُوا لَا تَاْتٖينَا السَّاعَةُ قُلْ بَلٰى وَرَبّٖى لَتَاْتِيَنَّكُمْ عَالِمِ الْغَيْبِ لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِى السَّمٰوَاتِ وَلَا فِى الْاَرْضِ وَلَا اَصْغَرُ مِنْ ذٰلِكَ وَلَا اَكْبَرُ اِلَّا فٖى كِتَابٍ مُبٖينٍ

Ve kâlellezîne keferû lâ te’tînes sâah(sâatu), kul belâ ve rabbî le te’tiyennekum âlimil gayb(gaybi), lâ ya’zubu anhu miskâlu zerretin fîs semâvâti ve lâ fîl ardı ve lâ asgaru min zâlike ve lâ ekberu illâ fî kitâbin mubîn(mubînin).

Küfür edenler: Kıyamet bize gelmeyecek, dediler. De ki: Hayır! Gaybı bilen Rabbim hakkı için o, mutlaka size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey bile O’ndan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyüğü de şüphesiz, apaçık kitaptadır (yazılıdır). 

1. ve kâle : ve dedi
2. ellezîne : o kimseler, onlar
3. keferû : kâfir oldular, inkâr ettiler
4. lâ te’tîne : gelmez
5. es sâatu : o saat (kıyâmet saati)
6. kul : de
7. belâ : hayır
8. ve rabbî : ve Rabbim
9. le : mutlaka
10. te’tiyenne-kum : size gelecek (getirecek)
11. âlimi : bilen
12. el gaybi : gayb, görünmeyen
13. lâ ya’zubu : gizli kalmaz, kalamaz
14. anhu : ondan
15. miskâlu : miskal, ağırlık, miktar
16. zerretin : zerre, en küçük parça
17. fî es semâvâti : semalarda
18. ve lâ : ve yoktur
19. fî el ardı : yeryüzünde
20. ve lâ : ve yoktur
21. asgaru : daha küçük
22. min zâlike : bundan
23. ve lâ : ve yoktur
24. ekberu : daha büyük
25. illâ
(lâ illâ)
: hariç
: (hariç değil)
26. fî kitâbin : kitapta
27. mubînin : apaçık


SES KAYDININ METNİ:


Sebe Sûresi 2. Ders:

2.Ayetten itibaren

Eûzubillâhimineşşeytânirracîym. Bismillâhir rahmânir rahîm


 Evet,arkadaşlar Sebe Sûresine geçmiştik geçen hafta..Kaldığımız yerden devam ediyoruz..

1 & 2. Ayetleri işlemiştik ama..

2.Ayet tam %100 olmamıştı,tamamı olmamıştı.Yine böyle bir baştan alarak bir devam edelim…

Eski sohbetlerde hep böyle bir kesiklik olmuş..Eski kayıtlara bir baktım,Bir konuya başlamışız bırakmışız.Hafif bir geriye alarak gidersek, konu bütünlüğünü de sağlamış oluruz diye düşünüyorum…

Sebe Sûresi Hamdla başlıyordu biliyorsunuz ..


34-Sebe suresi 1. ayet (Genel: 34 – İniş: 58 – Alfbetik: 76)

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذٖى لَهُ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِ وَلَهُ الْحَمْدُ فِى الْاٰخِرَةِ وَهُوَ الْحَكٖيمُ الْخَبٖيرُ

Elhamdu lillâhillezî lehû mâ fis semâvâti ve mâ fil ardı ve lehul hamdu fil âhırah, ve huvel hakîmul habîr.

Hamd, göklerde ve yerde bulunanların hepsinin sahibi olan Allah’a mahsustur. Ahirette de hamd O’na mahsustur. O, hikmet sahibidir, (her şeyden) haberi olandır.


 Bir yerde okudum Hamd ile başlayan  Kur’ân-ı Kerîm’ de  5 Sûre varmış..(Fâtiha;En’am;Kehf;Sebe;Fâtır)

Fatihayı saymazsak,  2 si başta 2 si sonda (Fatiha da genel yükümleri içeriyor).
Sebe Sûresi de Hamd ile başlayan Sûrelerden birisi .
Bir de şunu söylemek istiyorum..
 
Her nasıl ki bir Sûrenin içerisinde Ayetler sanki birbirinden bağımsız gibi gözükse de, o bağlam denilen siyak sibak denilen ilişkiden dolayı, bütün Ayetlerin arasında aslında bir ilişki varsa nasıl ki varsa ; Sûreler arasında da aslında böyle bir şey var..
Yani bir Sûre bitiyor..O bitti artık öyle bir şey değil..
Kur’ân-ı Kerîm öyle mucîz bir Kitap ki ;Gerek Nüzul sırasına göre tertip olsun(indirilme sırasına göre) ;
Gerekse şuan elimizde bulunduğu  tertip üzerine  göre olsun..
Sûrelerin başta ya da sonda olmasının; birisinin diğerinin  arkasına gelmesinin muhakkak bir anlamı var…
Bunu niye söylüyorum..
Geçen Hafta Sebe Sûresinde,  ALLAH ın hakimul habîr olması..herşeyden haberdar olmasının anlatmıştık..
Ahzab Sûresinin son Ayetlerinde biliyorsunuz “Emanet” konusu geçmişti..

33-Ahzab suresi 72. ayet (Genel: 33 – İniş: 90 – Alfbetik: 76)

اِنَّا عَرَضْنَا الْاَمَانَةَ عَلَى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَالْجِبَالِ فَاَبَيْنَ اَنْ يَحْمِلْنَهَا وَاَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْاِنْسَانُ اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا

İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli feebeyne ey yahmilnehâ ve eşfagne minhâ ve hamelehel insan, innehû kâne zalûmen cehûlâ.

Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.


Emanet i bizim bilinçsiz olarak bildiğimiz Semaya,Arza.. hani bunları anlayabiliyoruz..ama Dağlara teklif ediyordu.. 

Yani  bilinci olmadığı bir mahlukata bir hitap vardı..

İşte bu Alıştırmayı yaptırdıktan sonra bize..
Sebe Sûresi’nde ALLAH ı övmek  durumunda da  bu unsurlar kullanılıyor..
Biliyorsunuz Hamd bizim anlayabileceğimiz en güzel şekliyle övme ;sena’ya  yakın bir anlamı vardı..
 
Bu şekilde değerlendirirsek Hamdı daha güzel anlıyorduk..
Ne diyordu: Ahirette de Hamd onundur diyordu..
 
Bir Sûrede de, (kaydetmeyi unuttum)evvelde de ahirdede yani bu dünyada ahirette de Hamd onundur..diye bir ayet var..
 
Bknz. Aşağıdaki Ayetler;

Kasas Suresi 70. Ayet

وَهُوَ اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ لَهُ الْحَمْدُ فِي الْأُولَى وَالْآخِرَةِ وَلَهُ الْحُكْمُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

Ve huvallâhu lâ ilâhe illâ huve, lehul hamdu fîl ûlâ vel âhırati ve lehul hukmu ve ileyhi turceûn(turceûne).

Allah odur ki; O’ndan başka ilah yoktur.Evvelde de ahîrde de (dünya ve ahirette ) Hamd O’nun içindir. Hüküm de O’nundur. Yalnız O’na döndürüleceksiniz.

Bu dünyadaki Hamdı biliyoruz..Ama yapamıyoruz..

Ama  gördüğümüz şahit olduğumuz şeylerle Hamd.

Ama ahiretteki Hamddan bahsediyordu Sebe Suresi..

  • Yani hem bu dünyada bize haber verilenlerle..

Nasıl haber alıyoruz:

Kitaplarda ALLAH ın kitaplarında verilenlerle..Bir de Peygamberlerin verdikleriyle..

Anladığımız kadarıyla Âhirette gelecek başımıza gelen olacak olaylara  Hamd etmeyi öğreniyoruz..

  • Bir de bu Ayetteki açıklamısıyla da 2. Sûra üfürüldü..

 Âhiret yaşamı başladı.. Aslında kişinin kıyametiyle beraber başlıyordu..

Hani özellikle 2. Sûr diyim ..Ondan sonra Karşılaşılan olaylarda da ALLAH a Hamd edecek insanlar..

Aman Ya Rabbi bu nasıl bir sistemmiş..diyeceklermiş..

Bakın Sebe Sûresi ilk Ayette;

Elhamdu lillâhillezî lehû mâ fis semâvâti ve mâ fil ard” derken.

Orada Yerde ve gökte ne varsa hepsi onundur..diyor..

Yer ve gök onundur demiyor..Elbette de Yer ve gök onun..

Ama orada Olan şeyler diyor ..

Arapçada  diyor..orada ..

Elhamdu lillâhillezî lehû mâ– fis semâvât

mâ  “şeyler” anlamına geliyor..

Yani semada ve yerde olan unsurlarla beraber bir olay olacakmış demek ki.. Orada ki yerin ve göğün unsuru olan herşey ve Âhirettede Hamd onundur derken ve O hâbirdir ve hakimdir derken işte bu geçen derste işlediğimiz bizim bu dünyada yaşarken başımıza gelen her şey yaşadığımız her süreç bunu bırakın  derinlerimizde olan nefslerimizde olan herşeyin en ince detaylarına kadar bir gün bir şekilde karşımıza çıkacağını bizde bu sistem karşısında Aman  Ya Rabbi nasıl bir sistemmiş .. Sana Hamd olsun dedirteceğimiz şekilde şahit olacağımız olaylar varmış demek ki…

Şimdi geçen hafta hatırlıyorsunuz ….

Zilzal Sûresinde; biz yere vahy ettiğimiz için diyor o içindekileri dışarıya attığı vakit diyor..


99-Zilzal suresi 1-5. ayet

1-اِذَا زُلْزِلَتِ الْاَرْضُ زِلْزَالَهَا

İzâ zulziletil ardu zilzâlehâ.

2-وَاَخْرَجَتِ الْاَرْضُ اَثْقَالَهَا

Ve ahracetil ardu esgâlehâ.

3-وَقَالَ الْاِنْسَانُ مَا لَهَا

Ve gâlel insânu mâ lehâ.

4-يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ اَخْبَارَهَا

Yevmeizin tuhaddisu ahbârahâ

5-بِاَنَّ رَبَّكَ اَوْحٰى لَهَا

Bienne rabbeke evhâ lehâ.

1-5.Yerküre kendine has sarsıntısıyla sallandığı, toprak ağırlıklarını dışarı çıkardığı ve insan «Ne oluyor buna!» dediği vakit, işte o gün (yer) Rabbinin ona vahy etmesiyle  bütün haberlerini anlatır.


Haberlerini verdiği zaman diyor..

Vahy ettik diyor… 06:46

Simdi işte bu vahy;  ya giriyor..

Yerde ve Gökte olan şey var ya…Vahy ediyor… işte o şeyler haber veriyor..

Aynı zamanda mesela duvar,aynı zamanda masa,aynı zamanda ağaç,yani bizim cansız olarak kabul ettiğimiz, Yerde ve göğün içinde bulunan her türlü unsurda aslında bir  “Kayıt cihazı”

Yasin Sûresinde var..

Onların elleri konuşacak diyor..ayakları şahit edecek..diyor..

Bknz.Aşağıdaki Ayetler;


36-Yasin suresi 65. ayet (Genel: 36 – İniş: 41 – Alfbetik: 76) 

اَلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلٰى اَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَا اَيْدٖيهِمْ وَتَشْهَدُ اَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

El yevme nahtimu alâ efvâhihim ve tukellimunâ eydîhim ve teşhedu erculuhum bimâ kânû yeksibûn.

O gün onların ağızlarını mühürleriz; yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şahitlik eder.


Yani Bizim kendimize ait olarak gördüğümüz  “Biz” olarak gördüğümüz  kabul ettiğimiz şeyler bile Âhirette artık “Biz”im mülkiyetimizden çıkıp ne var sa onundur diyor ya;

Artık Onun olana artık ona şahitlik eden  bir unsur olacak..

Ya bu benim elim; ya diyecek ki bu şöyle yaptı böyle yaptı..sanki ben değil..

Neden ?Artık o ALLAH ın unsuru yerde ve gökte ne varsa ALLAH ın ya..

O şekilde bir  kayıt olacak..

Ama bu kayıt bizim zannettiğimiz gibi çok basit bir kayıt olmayacak..07:56

Çeşitli boyutlarda ve bizim  şok olacağımız şekilde olacak..

Mesela duygularıyla da kayıt edecek..
Hani biz bir olay karşısında ne konuşuyoruz ne ediyoruz..
Ama duygularımızda işin içinde var..
Bize öyle bir şekilde yansıtacak ki yani herkes anlamında bu..
Öyle bir şekilde yansıtacak ki  a benim o anda hissettikleride o ortama gelecek..
A  bu şekilde de mi kayıt olmuş..???!!
Bir şeye üzülüyorsun bir şeye ağlıyorsun,bir şekilde gadaplanıyorsun, öfkeleniyorsun ya da şehvet duyuyorsun,ya da kıskançlık duyuyorsun,o hissin orada belki yoğunlaştırılmış bir şekilde olduğunu düşünün…İşte bunların hepsi bu kayıt mekanizmalarında…
 
Devam edelim..
  •  Yağlemu ;ALLAH bilir..
  • mâ yelicu ;gireni
  • fil ardı ;arza gireni bilir
  • ve mâ yahrucu minhâ ;ve ondan çıkanıda
Burada işte bilmek ilgili bir şey yapıyor..
ALLAH U TEALA nın; yerin dibine giren her şeyi bilmesinden bahsediyor burada ..
Yani yerin dibine giren biliyorsunuz kediler,köpekler böyle özellikle köpekler bir şeyi gömerler,saklarlar bir şeyi başkaları görmesin diye…
İnsanlarda demek ki toprağın içerisine bir şeyler gizliyorlar..
İnsanların sırlarını sakladığı Alemler var..
İşte bu girenleri ALLAH ın bilmesinden bahsediyor burada…
Ne diyor; ve mâ yahrucu minhâ: oradan çıkan ortaya çıkan şeyleri de bilir …
Tefsir kitaplarına baktım o kadar yorumlar var ki ;
Mesela bir tohumun toprağa girmesi ve daha sonrada oradaki mekanizmalardan sonra yetişmiş bitki olarak çıkması var..
İşte ALLAH ın bunun ilimin kendisinde olduğunu ne var ise Onun olduğuda söyleniyor..
Yani bunun gibi bir çok şey..
Mesela Ana rahimlerine giren tohumları düşünün ..Çocuk olarak çıkıyor..
Yani buda Arzı unsurların içerisinde
Aklınıza gelen fiziksel, kimyasal,biyolojik her türlü şey bunun içerisinde ..
Ayrıca ne diyor bakın ..
Arzdan sonra Sema ilgili söylüyor..
ve mâ yenzilu mines semâi -semadan inen şeyide bilir .. başa gidiyor..
ve mâ yağrucu fîhâ – Uruç eden,Yükselen oraya herşeyide onlarıda bilir..
 
Gökten inen şeyler konusunda ..Bilimsel konuşulduğunda Yağmur mesela..
Yağmurun inmesi değil mi,daha sonra onun buharlaşıp tekrar yukarı çıkması olarakta Tefsir Kitaplarında da yer almış..
 
Aklınıza gelebilecek fiziksel,kimyasal bu inmeyle çıkmayla ilgili bir çok şey bunları arasında yer alabilir..
 
Bir Ayet var..
 
Fatır Suresi 10. Ayette;

35-Fatır suresi 10. ayet (Genel: 35 – İniş: 43 – Alfbetik: 76)

مَنْ كَانَ يُرٖيدُ الْعِزَّةَ فَلِلّٰهِ الْعِزَّةُ جَمٖيعًا اِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُ وَالَّذٖينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّپَاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدٖيدٌ وَمَكْرُ اُولٰئِكَ هُوَ يَبُورُ

Men kâne yurîdul ızzete felillâhil ızzetu cemîâ, ileyhi yas’adul kelimut tayyibu vel amelus sâlihu yerfeuh, vellezîne yemkurûnes seyyiâti lehum azâbun şedîd, ve mekru ulâike huve yebûr.
 
Kim izzet ve şeref istiyorsa, bilsin ki izzet ve şeref bütünüyle Allah’ındır. Güzel söz ancak O’na yükselir, onu da sâlih amel yükseltir. Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çok şiddetli bir azap vardır ve onların kurdukları tuzaklar da mutlaka boşa çıkacaktır.

Bu Ayettede yerden yukarı çıkanlar da, Rabbim Kurandaki bir Ayetinde de söyle ifade ediyor.. 
 
Güzel sözler ancak O’na yükselir..
Yani sadece fiziksel şeyler değil yerin buharlaşması falan gibi değil…
Kuşların yükselmesi..Hep bu misaller verilmiş..Amenna onlarda doğru ama 
 
Güzel sözler ancak O’na yükselir..Yani ALLAH a yükselir..
 
Salih Âmelide güzel sözler yükseltir..
 
Yani Salih Âmelinde yükselmesi söz konusu..
Bunuda güzel sözler yükseltiyor..
 
Demek ki bizim yeryüzünde ettiğimiz şeyler,davranışlar,kullandığımız kelimelerde bir şekilde Semaya kayıt oluyor..
Aynı zamanda “dua”larımız..
 
Bu Ayet-i Kerime de güzel şey olarak bahsediyor ya yalvarıp yakarmalarımızda aynı zamanda Semaya yükseliyor..
 
Burada ilginç bir şey var ..Kelimelerde..
mâ yenzilu mines semâi ve mâ yağrucu fîhâ derken
Semaya yükselir diyor ya ..
Arapça bilenler için ayrıntı olabilir..
 
fîhâ ; diyor..
İçinde olarak yükselir diyor ..
 
Biraz evvel..Okuduğum Ayette de(Fatır Suresi 10.Ayet) ileyhi diyor..
 
ila harfi cehri kullanılıyor..
 
İla harfi cehri yani ila edatı Ona derken ileyhi demesi..
ALLAH ın daha yukarılarda olan mevkisine yükselmesi ..
 
fîhâ derkende mekanizma olarak Semaya yükselmesi..
 
Yani semada da işleyen bir sistem var..Oraya yükselmesi..
Bu biraz evvel okuduğum Fatır Sûresinde olan yükselme daha büyük bir yükselme..
Herşey oraya kötü olan şeyler gitmiyor..
Güzel sözler ancak oraya yükseliyor..
Güzel sözlerden kasıt ne..??
Siz ALLAH ı övüyorsunuz , güzel şeyler tefekkür ediyor yapıyorsunuz orası Lâtif  bir Âlem olduğu için Kudüs bir Âlem olduğu için Subhan bir Âlemi olduğu için çirkin şeyler oraya yükselmiyor..
Lâtif  şeyler yükseliyor..
 
Bugün bir şey okudum.
Namazlarda Rükuden kalkarken “Semiallahu limen hamideh“diyoruz ya “Rabbena lekel hamd” diyoruz orada burası aslında Hamd makamı..
ALLAH Hamd edenin Hamdını işitir yada işitti ifade var ..
Onu duyan kişi ne demesi lazım..
Ya Rabbi sana Hamd olsun .. Övgü sana aittir..şeklinde..
 
Peygamber Efendimiz(sallallahu aleyhi ve sellem) namaz kıldırırken arkadan biriside Hamden Kesiren Tayyıben Mübareken  Fih demiş ..(Ben bunun Resûlullahın(s.a.v.) söylediğini biliyordum ..Tahmin ediyordum..Ve Sahabe Efendilerimizden biri(r.a) söylemiş..)
Yani öyle bir Hamd ki;
Kesiren-Çok
Tayyıben-Temiz
Mübareken-Mübareklik olan bir Hamd diyor..
Şimdi Namazdan sonra bu sözü kim söyledi..diyor..
Ben Söyledim Ya Resûlullah diyor..
Sen bu sözü söyledikten sonra 30 kusur Melek bunun sevabını sen yazacaksın, ben yazacaksın diye aralarında münakaşa ederlerken gördüm..diyor..
 
İşte Bu tür sözler semaya yükseliyor..
Bknz.İlgili Hadis;

 

Fasil
                                                                                                                                  DUA BÖLÜMÜ
Konu : Namaz Duaları
Ravi : Enes
Hadis : Resulullah (sav) namaz kılarken nefes nefese bir adam geldi ve: “Allahu ekber, Elhamdülillahi hamden kesiran tayyiben mubareken fihi. (Allah büyüktür, çok temiz ve mübarek hamdler Allah`adır!)” dedi. Resulullah (sav) namazı bitirince: “Şu kelimeleri hanginiz söyledi??” diye sordu. Cemaat bir müddet sessiz kaldı, Resulullah (sav): “(Kimsöyledi?yse çekinmesin, benim desin), Zira fena bir şey söylemiş değil” dedi. Bunun üzerine adam: “Ben, ey Allah`ın Resulü!” dedi. Resulullah (sav) da: “Ben on iki melek gördüm. Her biri, bu kelimeleri (Allah`ın huzuruna) kendisi yükseltmek için koşuşmuşlardı.”
HadisNo : 1797-Müslim, Mesâcid 149, (600); Ebû Dâvud, Salât 121, (763): Nesâî, İftitâh 19, (2,132,133).

Meleklerde alıp götürüyor ya Semaya başka Ayette de onun süresiyle 50 bin yılda yükselir ifade var..

Bknz.Aşağıdaki Ayet

70-Mearic suresi 4. ayet (Genel: 70 – İniş: 79 – Alfbetik: 76)

تَعْرُجُ الْمَلٰئِكَةُ وَالرُّوحُ اِلَيْهِ فٖى يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسٖينَ اَلْفَ سَنَةٍ

Tağrucul melâiketu ver rûhu ileyhi fî yevmin kâne mıgdâruhû hamsîne elfe seneh.

Melekler ve Rûh (Cebrail), oraya, miktarı (dünya senesi ile) ellibin yıl olan bir günde yükselip çıkar.


Bu tür Güzel sözler oraya o şekilde yükseliyor..

Çünkü bir ara konuşuruz..

ALLAH ın El Kuddüs Esması var..

O alan müthiş bir alan… yani o alanda mesela çok önemli bir şahsın yanında makamına gittiğimizde duruşumuza , düğmenin iliklenmesine, ses tonunuza ifadelerinize ne kadar dikkat edersiniz değil mi?

İşte El Küddüsün alanıda o şekilde işte orayada her söz yükselemiyor..

Ona Ancak güzel sözler yükseliyor..

Salih Âmelide o güzel sözler yükseltiyor..

Yani yapılan işleride..

Burada farklı bir şeye değiniceğim..

Bir şey Dikkatimi çekti..

Ayetin sonunda diyor ki..

ve huver rahîmul ğafûr

Kur’âna aşinalar bilir ki genellikle

ğafûrul rahîm olarak geçer…

Yani ğafûr baştadır.. rahîm sondadır..

Dikkatimi çekti..araştırdım..baktım..

%100 emin değilim ama %99 eminim..

1 tek burada geçiyor bu ifade..

Neden diye çok düşündüm…

Biliyorsunuz Esmaların 2 li tertipleri var..

Daha ebvvel ğafûrul rahîm-ALLAH ın ğafûrluğunun yani örtücülüğünün mağfiret ediciliğin ancak rahîm esmasının  tecelli edeceğiyle kimselere olduğu ilgili bir görüşümüz vardı..

Bakara Sûresinde Âdemin tövbesini kabul ederkende o ifadeyle söylüyordu…

Bknz.Aşağıdaki Ayet(ler)


2-Bakara suresi 37. ayet (Genel: 2 – İniş: 87 – Alfbetik: 76)

فَتَلَقَّى اٰدَمُ مِنْ رَبِّهٖ كَلِمَاتٍ فَتَابَ عَلَيْهِ اِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحٖيمُ

Feteleggâ âdemu mir rabbihî kelimâtin fetâbe aleyh, innehû huvet tevvâbur rahîm.

Bu durum devam ederken Âdem, Rabbinden bir takım ilhamlar aldı ve derhal tevbe etti. Çünkü Allah tevbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır.


innehû huve et-tevvâbu’r-rahîm.-olarak..

Bakın burada” Er-rahîm” sonda yer alıyor..

Neden diye düşündüm..???

Açıkcası istediğim tam anlamda bulamadım..

Muhiddin Arabi’ye mâl edilen bir tefsir var…Tefsiri Kebir..

Orada benzer  ifadeler vardı..O çok yardımcı oldu…

Bakın yere inen şey ,sonra yerden çıkan şey …

Bak bir inme var ,bir çıkma var…

Ne diyor Semadan inen şey ,sonra ne diyor Semaya çıkan şey..

Yani önce inmeden bahsediliyor…Sonra bir çıkmadan…

Oradan tekrar bir inmeden sonra tekrar bir çıkmadan …

Şimdi bu tertipte düşündüğümüzde ;

Er Rahîm , İnen Şeyler için

Er Gafûr da çıkan şeyler için olabilir..18:33

Ne anlama geliyor..

ALLAH ın Semadan indirdiği şeyler demek ki..ALLAH ın Rahmetiyle Rahîm sıfatıyla indirdiği şeyler..

Melekler inmiyor mu?

Demi gökten Mesela Kadir Gecesinde okuduğum Sûre var diymi..

Kadir gecesini anlatan Kadir Sûresi..


97-Kadir suresi 4. ayet (Genel: 97 – İniş: 25 – Alfbetik: 76)

تَنَزَّلُ الْمَلٰئِكَةُ وَالرُّوحُ فٖيهَا بِاِذْنِ رَبِّهِمْ مِنْ كُلِّ اَمْرٍ

Tenezzelul melâiketu ver rûhu fîhâ biizni rabbihim, min kulli emr.

O gece melekler ve Rûh Rablerinin emriyle her bir iş için veya her bir kişi için inerler de inerler


Tenezzelul melâiketu ver rûhu.. diyor..

İnerde iner… Bu bir İnmeye bu örnek olabilir..

İşte O yüzden inme Rahîm olarak olmuş.. 

Ama birde yerden çıkanlar var..

Bizden Sadır olanlar var…

İşte Eğer Rahîmde inerse bizden çıkanların hepside çok temiz şeyler değil..Diymi ? Arkadaşlar..

Her ne kadar ALLAH a güzel kulluk etme gayretinde olsakta çok şey Sudur ediyor bizden..

İşte ALLAH ta o yukarı çıkan şeylere eğer  Rahîm Esmasının Tecelli olacak işlere mazhar olursak o  şeylere olursak bu gayrette işler yapmaya gayretli olursak bununda ALLAH ın mağfiretiyle örtücülüğüyle YUKARI çıkacağının bir ifadesi olacağını düşündüm..

ALLAH U ALEM.

(………….)(Konuya Ahiret sahnesiyle ilgili olduğuyla ilgili bir katkı yapılıyor…)

Aşağılarda göreceğiz…

4. Ayet sonunda ilginç bir ifade var…

Ama Arkadaşlar bilin ki Er Rahîm Er Gafûre Er Afuvv inanılmaz derecede ihtiyacımız var bizim..

Yani gafûrul rahîm diyoruz tevvâbur rahîm. diyoruz ama arkadaşlar bu beni tesirinde bıraktı..

Âdem kıssası “Emanet olayı”..Olaylara daha farklı bir gözle bakıyorum..

Artık mesela bir yerde tövbe geçtiyse daha farklı..

Gafûr geçtiyse farklı …

Afuvv geçtiyse farklı …

İşte Hesap günü dendiğinde daha farklı şeyler bende çağırışıyor..

Hani özeten şey yapıyım…20:51

Şeytan bir hata yapıyor.. Âdem bir hata yapıyor..

“İN” emri var..

Ama Tövbe ediyor..

Hz.Âdem(a.s.) tövbe ediyor..

Tamam Tövben kabul edildi deniliyor..Ve tekrar..”İN” deniliyor..

Yani Normalde girmesi lazım ..değil..

Demek ki bir şey beklenmek üzere…

Aşağı indiriliyor…

AF ancak o sürecin sonunda gerçekleşecek…

Yani neyi sağlıyor,Âdemin tövbesi geri dönülebilirliği sağlıyor..

Ama yinede AF edilmemiz lazım…

Af ne demek arakadaşlar biliyor musunuz..???!!

Af sanki hiç işlenilmemiş gibi değerlendirilen demek..21:46

Siliniyor…

Mağfiret üzeri örtülüyor..

Ama AF tamamen iptal..

Kayıttan siliniyor yani..

Tamam yapmamış gibi değerlendiriyorum..

Bakın kavramlar birbirine karışıyor diymi..

Tövbe ,mağfiret birbirlerine karışıyordu..

Bakın,Şuan çok daha net..

Yani Tövbe ettiğimizde iş bitiyormuş gibiydi..

Tamam Tövbe ediyoruz ama ..

Bir şüreçtede takip ediliyoruz..

Nasuh (nasihat kökünden türemedir. Günahtan kalbi bir karartı bırakmayacak şekilde temizleme, hem de günahın kalpte açtığı yarayı tedavi etme, iman ve amelde meydana getirdiği açığı kapama demektir. )Tövbesi edersen mazhar olacak o geçerli oluyor…

(………..)(Âdemin tövbesini kabuluyla ilgili soru geliyor)

Süreç devam ediyor..Âdem için…

Ama hepimiz Âdemiz..

Onun süreci o yine kendinden mesuldu ..

O vefatiyle beraber kendi  sürecini tamamladı..

Peygamberlik görevini  ve kulluk bazında söylüyorum..

Ama biz hala o süreci yaşıyoruz..

Niye buradayız ne yaşanacak..?!?!

Dünya işte senin acaba geriye dönebilecek , geri dönüş anlatabiliyorum ?!!!

2 Seçenek var..

  • AF edilip Cennette geri dönüşe gideceksiniz..
  • Ya da bunu haketmeyeceksiniz,ALLAH ın azabıyla beraber Cehennemde ebedi olarak kalacaksınız..

2 tane yol var..

Bu anlamda kelimeler çok manidar geliyor..


3. Ayette geçelim…

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

Bismillâhir rahmânir rahîm.


34-Sebe suresi 3. ayet (Genel: 34 – İniş: 58 – Alfbetik: 76) 

وَقَالَ الَّذٖينَ كَفَرُوا لَا تَاْتٖينَا السَّاعَةُ قُلْ بَلٰى وَرَبّٖى لَتَاْتِيَنَّكُمْ عَالِمِ الْغَيْبِ لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِى السَّمٰوَاتِ وَلَا فِى الْاَرْضِ وَلَا اَصْغَرُ مِنْ ذٰلِكَ وَلَا اَكْبَرُ اِلَّا فٖى كِتَابٍ مُبٖينٍ

Ve gâlellezîne keferû lâ teé’tînes sâah, gul belâ ve rabbî leteé’tiyennekum âlimil ğayb, lâ yağzubu anhu misgâlu zerratin fis semâvâti ve lâ fil ardı ve lâ asğaru min zâlike ve lâ ekberu illâ fî kitâbim mubîn.

Küfür edenler: Kıyamet bize gelmeyecek, dediler. De ki: Hayır! Gaybı bilen Rabbim hakkı için o, mutlaka size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey bile O’ndan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyüğü de şüphesiz, apaçık kitaptadır (yazılıdır).


  •  Ve gâlellezîne keferû-Kafirler dedi

Ne dedi?

  • lâ teé’tînes sâah-Bize saat gelmeyecek,gelmez dediler
  • gul;deki

ALLAH U TEALA diyor ki;

  • Belâ;Bilakis
  • ve rabbî- Rabbime yemin olsun ki
  • leteé’tiyennekum-süphesiz ki muhakkak ki o size gelecektir..
  • âlimil ğayb-Gaybı bilen Rabbime yemin olsun ki

Muhakkak o size gelecektir..

Burayı açıklayalım..

Şimdi Kafir olanlar demişki;

Bak burada yine “saat” ten bahsediyor..

Ahzab Suresi 63.Ayet Saat denilen kıyamet bize gelmez diyorlar..

Bunu o zaman açıklamıştık, hatırlarsanız..

(AHZAB SURESI 63/ 26.DERS)

Aklı olan belirli ilmi olan herkeş herşeyin bir gün sonunun geleceğini biliyor..

Yani şuanki bilimde ne var ?

Bir gün göktaşı çarpacak..

Şuan küresel ısınma var ..

Küresel ısınmanın sonucunda kutuplarda buzlar eriyecek ve yaşam altust olacak..Buzul Çağı gelecek..

Değişik senaryolar var..

Bu değişik senaryolarda sistemin son bulacağını herkes biliyor..

Bunu kişisel kıyamet olarak küçük kıyamet olarak algılarsak…herkes bir gün öleceğini biliyor
En fazla yasayan 120 işte.. 130 yok bir şekilde öleceğiz..
Bir kişinin küçük kıyameti yada Kaİnatın  dünyanın yada  büyük kıyamet olarak var..
 
Ama Onların reddettikleri ne biliyor musunuz?
Saat bize gelmeyecek diyorlar..
 
Yani ALLAH ın  tasarrufunda olan ..
ALLAH ın yetkisinde olan bir  sistemin gelmesini kabul etmek istemiyorlar…
Yani ALLAH ı sistemin müdahalesinden çıkarmak istiyorlar…
 
Bakın tehlikeli olan bu!!!!!!
 
Dehriciler, dehriler deniliyor…
 
Şimdi dehr ne ?
Dehr Kur’an Kerim de 2 yerde geçiyor..

76-İnsan suresi 1. ayet (Genel: 76 – İniş: 98 – Alfbetik: 76)

هَلْ اَتٰى عَلَى الْاِنْسَانِ حٖينٌ مِنَ الدَّهْرِ لَمْ يَكُنْ شَيْپًا مَذْكُورًا

Hel etâ alel insâni hînum mined dehri lem yekun şey’em mezkûrâ.

İnsanın üzerinden, dehrden bir zaman geçmiştir ki o, henüz anılmaya değer bir şey bile değildi.


45 – Casiye suresi 24. ayet (Genel: 45 – İniş: 65 – Alfbetik: 15)

وَقَالُوا مَا هِىَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا يُهْلِكُنَا اِلَّا الدَّهْرُ وَمَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍ اِنْ هُمْ اِلَّا يَظُنُّونَ

Ve gâlû mâ hiye illâ hayâtuned dunyâ nemûtu ve nahyâ ve mâ yuhlikunâ illed dehr, ve mâ lehum bizâlike min ılm, in hum illâ yezunnûn.

Hem dediler ki o hayat sırf bizim Dünya hayatımızdan ıbarettir ölürüz ve yaşarız ve bizi ancak dehir helâk eder, halbuki buna dâir bir ılimleri yoktur, onlar sâde zannederler


Zamanın asıl anlamı

Yani bu zamanin özü bu dehri geniş açıklamak lazım…
 
Bu dersin süresi yetmez ben sadece dehri dehr olarak bırakacağım..
Zaman olarak düşünürsek..
kafirler demiş ki;

45 – Casiye suresi 24. ayet (Genel: 45 – İniş: 65 – Alfbetik: 15)

وَقَالُوا مَا هِىَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا يُهْلِكُنَا اِلَّا الدَّهْرُ وَمَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍ اِنْ هُمْ اِلَّا يَظُنُّونَ

Ve gâlû mâ hiye illâ hayâtuned dunyâ nemûtu ve nahyâ ve mâ yuhlikunâ illed dehr, ve mâ lehum bizâlike min ılm, in hum illâ yezunnûn.

Hem dediler ki o hayat sırf bizim Dünya hayatımızdan ibarettir ölürüz ve yaşarız ve bizi ancak dehir helâk eder, halbuki buna dâir bir ılimleri yoktur, onlar sâde zannederler


Yani şu anlama geliyor;

Başka bir Hadis-i Kutsi var..

Orada diyor ki;

Fasil : LANETLEME VE SÖVME BÖLÜMÜ
Konu : Lanetleme Ve Sövme Hakkında
Ravi : Ebu Hureyre
Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki:”Allah Teala hazretleri şöyle dedi:”Ademoğlu, dehre söverek beni üzüyor.Halbuki ben dehrim. Emir benim elimde.Gece ve gündüzü ben çeviririm.”
HadisNo : 5350

Şeye sövmeyin diyor..Dehre sövmeyin..

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Dehre sövmeyin diyor..

Hadis-i Kutsi de Adem oğlu Dehre söverek beni ezalandırır.

Hani ALLAH a eziyet konusu geçmişti ya..!!!

Hatırlıyormusunuz?

Burada ALLAH a hakkı olmadığı gibi çocuk isnat ettiği gibi Meleklerin O nun kızları gibi demek gibi şeyler var..

Bu da o bab tan bir şey..

Dahre söverek..Zamana söverek şey yaparmış..

Yani vay şu zamanın haline işte kahpe felek falan gibi şeyler var ya ona söverek..Beni ezalandırır diyor..

Halbuki ben Dehrim…

Bütün işleri ben müdebbir ederim..Yani idare ederim çeviririm..

Şimdi burada ne kast ediliyor aslında şu var..

İnsanlar bütün olayları  elle tutulur gözle görülür  bir şekilde yani Materyalizm diyoruz buna.. Materyalist bir şekilde açıklama Niyetinde herkes..kimse kimseye demiyim de inanmayanlar diyorum.. inansa bile olayların hepsi kendiliğinden yürüdüğünü Tabiat kanunlarıyla denilen şeylerle yürüdüğünü knounusunda Bir eğilimdeler… bugün hepimiz belli bir okullarda okuduk…Hep böyle ALLAH yokmuş gibi tabiat kanunları bilmem neler ondan bahsediyoruz ya halbuki  ama dinimiz bize  Kur’ân-ı Kerîm de olan inancımız bize aslında her şeyi aslında her ne kadar Sûnnetullah Âyetullah mekanizmalar olsada aslında fail olanın ALLAH olduğunu gösteriyor öğretiyor bize…
 
vela havle vela kuvvete illa billahil in aslı bu…
 
ALLAH ın dışında hiçbir güç ve kuvvet yoktur..
 
Her ne kadar zâhirî olarak fiziksel kanunlar aslında bunlar ALLAH ın güç ve  kuvvetlerin tecellisidir onun Sünnetullahıdır..
 
işte bu dehir olayında biraz önce bahsettiğim Ayetleri ne diyordu bu kişiler;

45 – Casiye suresi 24. ayet (Genel: 45 – İniş: 65 – Alfbetik: 15)

وَقَالُوا مَا هِىَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا يُهْلِكُنَا اِلَّا الدَّهْرُ وَمَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍ اِنْ هُمْ اِلَّا يَظُنُّونَ

Ve gâlû mâ hiye illâ hayâtuned dunyâ nemûtu ve nahyâ ve mâ yuhlikunâ illed dehr, ve mâ lehum bizâlike min ılm, in hum illâ yezunnûn.

Hem dediler ki o hayat sırf bizim Dünya hayatımızdan ibarettir ölürüz ve yaşarız ve bizi ancak dehir helâk eder, halbuki buna dâir bir ılimleri yoktur, onlar sâde zannederler.


Dünya Hayatımızdan başka hayat yoktur..Yani Âhireti red ediyorlar..

Ve diyorlar ki yaşarız ve ölürüz bizi ancak zaman yok eder..

mâ yuhlikunâ illed dehr;bizi helak eden dehirdir diyor..

Yani ALLAH yok..

ALLAH yerine Zaman diyorlar…

(………………………)

Olayları biz her zaman müdebbir olanın fail olanın ALLAH olduğunu bilmek zorundayız..

Ayete göre;Dünya hayatımızdan başka bir hayat yoktur derken neyi red ediyorlar?

Ahireti red ediyorlar..

Ahiretin başlangıcı ne? Kıyamet

Biz öleceğiz ama ALLAH bunu yapmayacak kendiliğinden olacak işler…

İşte buna ne diyor?

ALLAH U TEALA Küfredenler diyor..

ellezîne keferû;Bakın burada Kafir demiyor..

ellezîne keferû;Küfür edenler…

Bakın ellezîne keferûde ne var biliyormusunuz?

Fiiliyata vurgu var..

Bir şeye Kafir damgası basmak kolay değil..Ama Yaptıkları söyledikleri var ya Davranışları küfür olabilir..

Kafirlik yapıyor ama kafir değil ama yapa yapa kafir oluyor ya da o esnada yaptığı anda o sıfata halis oluyor..
 
O yolda şimdi söyle Arapçada bir şey var isim fiilden daha kuvvetli… Yani kafir denmesi daha sert ama küfür edenler demesi işi biraz daha yumuşatıyor.. 31:11
 
Ama tehlike şurada siz kâfir olmaya bilirsiniz…kendinizi müslüman ve mümin olarak tanıtabilirsiniz..
Düşüncelerini izle söylemlerini izle davranışlarınızla siz de onlar gibi kıyamet bize gelmez gibi Dehriciler gibi materyalistler gibi eylemde,düşüncede ve sözde bulunuyor iseniz o anda siz küfür etmiş oluyorsunuz…
 
Gerçeklerin üzerini örtmek oluyorsunuz son söylediğinde birşey var…
Gerçekler üzerine örtmüş oluyorsunuz..
Kafir demek bir şeyin üzerini örten demek…yani siz neyi örtüyorsunuz??
Biliyorsunuz ALLAH ın müdebbir olduğunu  ALLAH fail olduğunu bütün işleri çekip çevirdiğini olduğunu biliyorsunuz..
Ama diyorsunuz; 1 gün dünyanın sonu gelecek işte şu olacak o bu olacak ya niye ALLAH ı devreye sokmuyorsun..Haşa..

ALLAH kıyameti senin başına getirecek..Sana gelecek…Sen öleceksin Küçük Kıyametinide ALLAH öldürecek seni..

Büyük kıyametide o yapacak.. İşte burada demek ki Küfür  alametlerinden bir şeymiş o anlamda  kelimelerimize dikkat etmek lazım..
De ki diyor;
  • Gul; kime diyor
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)e
Dolayısıyla bize
  • belâ -Bilakis olur mu öyle şey..
  • ve rabbî – Rabbime yemin olsun ki-Burada Yemin var..
leteé’tiyennekum – Bu ifade Arapça bilenler bilir..
Burada tekit nunu var…Olayı çok çok şiddetleniyor..
Yani Kesinkez onu getirecektir size..
Bir de söyle ifade var.. görürsünüz bakın nasıl gelecek..
Hani kendi aramızda diyoruz ya Hani görürsün ya sana neler edeceğim..
Sana öyle yapacağım derken kesin kez yapacağım..derken ..Geleceğe yönelik bir  taahütte bulunuyorsun…
Sert Bir taahhütte..
Burada şey diyor ki..
(………)
Bunun denmesini isteyen ALLAH U TEALA yani de diyor …Bakın başınıza nasıl gelecek…
Sen bir kere emin oluyorsun öyle emin oluyorsun ki şey yapıyorsun..
Burada da âlimil ğayb- ifadede Rabbın diyor ya Rabbının sıfatı …bazı yerlerde bedel olarak söylenmiş bu…
Nasıl Bir Rab getirecek onu senin başına;âlimil ğayb olan yani ğaybı bilen ..getirecek…
Bakın hep aynı tema işleniyor..Yukardan beri..
ALLAH ın Habîrliği söz konusu,toprağın içinde gizli şeyler var..
Ve senin açıklamadığın senin gizlediğin olanlar var ..
 ğaybı bilen ALLAH onu sana getirecektir..
Şimdi burada bir tehdit var..
Hani dedikya şeddeli ifade geldiği zaman;
Böyle bir tehdit var görürsün bak ilerde başına ne gelecek ALLAH ta Gaybı biliyor..
Senin tabiri caizse cemaziyelevvelide biliyor..
Senin gizlediklerinide, sakladıklarını da biliyor..
Öyle bir Rabbim sana getirecek..yani olayları öyle çok da hafife almayın mesajı var..burada..
 
Devam ediyor İşte Rabbin özellikle  gayb bilen ALLAH ın özelliklerini anlatmaya devam ediyor..
Ayet-i Kerime;
  • lâ yağzubu-kaçmaz uzaklaşmaz
  • anhu- ondan
  • misgâlu zerratin -Zerre miktarında en küçük ölçüde olan bir şey kaçmaz ..

miskâl-Bir ölçü birimiymiş,ama çok küçük bir ölçü birimi tahmin ediyorum kuyumcuların kullandıkları bir ölçü birim ağırlık birimi..(Miskal :Eski bir ağırlık ölçüsü ve para birimi)tartıyla ilgili..

Zerre de; söyle ifade ediliyor; eve tozlu olur da pencerede bir ışık süzmesi olurda havada toz zerrecikleri oluşur ya işte onların her birine deniliyormuş..36:02

Yani tabi bugün mikroskop var..Tabi bugün elektron mikroskobu var…

Hatta virüsler gözleniyor..Hatta hatta atomların gözlenmesi gerçekleşti son bir kaç yüzyıl içerisinde…

Atomlar bile belirli bir elektron mikroskobu vasıtasıyla görünür hale geldi..

Önceki  100-200 yıl öncekilerin zerre anlayışıyla şuan bizim zerre anlayışımız değişti..

Biz şuanda artık mikro alemde o kadar derinlere gittik ki…

Atom altı parçacıkları boyutları ölçülmeye başladı..

Hatırlıyormuyuz ?

Atomla ilgili bir örnek vermiştik..

Bir Atomu; Futbol  sahasının tribünleriyle beraber çevresi olarak değerlendirirsek santra noktasındaki bir pinpon büyüklüğündeki top onun çekirdeği kadarmış…

Bu çekirdeğin nötron  proton var bunu biliyorsunuz…

Ve onun altında artık parçalandı ki;

O kadar küçük parçalara inildi ki;

İnanılmaz yani..

Yani şimdi zerre anlayışı değişti..

Ben ilkokuldayken ; Meydan Larouse vardı ..

Atomun tanımı söyleydi;

Atom bir cismin  bölünemez olarak  kabul edilen ve alaşalara gelebilecek en küçük parçası olarak kabul ediliyordu..

Bölünemezdi bak..

70 li yıllarda bu bilgi vardı ..Meydan Larouse de..

Şimdi bu İsviçredeki Sern Deneyi var ..Biliyorsunuz..

Kainatta görünme olasılığı o kadar az olan bir şeyi yakalamayı gayretine girildi..

Tanrı parçacığı falan deniliyor..(ayrıntılarını anlatmayayım)

Artık bizim zerre anlayışımız çok değişti..

İşte ALLAH U TEALA diyor ki;

misgâli zerre -miktarındaki bir şey de ondan (gözünden de kaçmaz) uzaklaşmak anlamında ..

Kaçmak Kelimesi de;El Azip denilen bir kelime var..Arapçada..

Ot toplamak amacıyla evinden uzaklaşan kimse anlamına geliyormuş..

Bir şeyin uzaklaşması..

ALLAH her yerde de her şeye muhit ya her yerde hazır , nazır..Hatta herşey  ALLAH ta hazır ve nazır ya..

Bir şeyin uzaklaşması söz konusu değil..

Ama  ALLAH ı yeterince iman etmemişler,onun takdir edememiş kimseler bir şeyi ondan uzaklaştırabileceği kanısı varmış demek ki..Dolayısıyla ALLAH U TEALA insanlar içinde kullanılan böyle bir ifadeyi kullanıyor..

Nasıl ki adam ot toplamak için evinden çıksa uzaklaşsa evinde olan bazı olaylara şahit değil ya..

Demek ki İnsanların kafalarında da ALLAH ı kanıdırırım,ALLAH tan gizlerim Haşa gibi..Belirli bir düşünce zihniyeti var..

Ama ALLAH ne diyor;

Misgâl zerre; miktarında birşey kaçmaz benden diyor..

İşte o yüzden 1. Ayet te geçen El Hakîmul Habîri Müslümanın çok iyi idrak etmesi gerekiyor..

Yani ALLAH hem zatıyla hemde Semavatta ve yerde olan bütün unsurlarıyla beraber..

Herşeyden her an Habîr

Bu bizim tahmin ettiğimizden çok çok ince detaylı boyutlarıyla oluyor..

fis semâvâti ve lâ fil ardı

Ne Semada ne de diyor Arzda

Bırakın bizim bildiğimiz arzda ..Sema denilen ..Sema diyince atmosfer anlaşılıyor..Kuşlar, uçaklar  ..Falan bir şey olduğu..Bunun üstünde bir ifade manevî semalarda olan bir şeylerde olanlar bile ALLAH tan uzak değildir…Kaçmaz anlamında..

ve lâ asğaru;  asğar;küçük demek,Çok daha küçük ne var ise;

min zâlike ; bundan daha büyük ne var ise

İşte bu biraz evvel …

Yani şuan biz ,İnsanlık boyutunu orta kabul edersek ,Biraz evvel açıkladığımız mikro alem ..Bu tarafa Doğru sonsuz şekilde ilerliyor..denilebilecek şekilde ilerliyor..Bu taraftanda makro alem dediğimiz..Büyük aleme doğru ilerliyor..

Şimdi ona baktığında biz küçük kalıyoruz..

Dünyaya göre bizim büyüklüğümüz ne..

40000 km çevresi olan bir şey var…

Ay 300 000 km uzaklıkta..

Bize göre çok büyük olan yanılmıyorsam Dünyanın 100 milyon katı güneş…(Kayıtlara bakarız…)

Ek bilgi Aşağıdaki gibi;

(Samanyolu Gökadasında bilinen yaklaşık 200 milyar yıldızdan birisi olan Güneş’in kütlesi sıcak gazlardan oluşur ve çevresine ısı ve ışık şeklinde radyasyon yayar. Güneş’in çapı Dünya’nın çapının 109 katı (1.5 milyon km), hacmi 1,3 milyon katı ve kütlesinin 333.000 katı kadardır. Yoğunluğu ise Dünya’nın yoğunluğunun ¼’ü kadardır. Güneş kendi ekseni etrafında saatte 70.000 km hızla döner ve bir tam turunu yaklaşık 25 günde tamamlar. Güneşin yüzey sıcaklığı 5500 °C ve çekirdeğinin sıcaklığıysa 15,6 milyon °C’dir. Güneş’ten çıkan enerjinin 2,2 milyarda 1’i yeryüzüne ulaşır. Geriye kalan enerjisi uzayda kaybolur. Güneş’in üç günde yaymış olduğu enerji, Dünya’daki tüm petrol, ağaç, doğal gaz vb. yakıta eşdeğerdir. Güneş ışınları 8,44 dakikada yeryüzüne ulaşır. Güneş, Dünya’ya en yakın yıldızdır. Çekim kuvveti Dünya yer çekiminin 28 katıdır.)

Güneşte, Kainatın en küçük yıldızlarından..

4,5 ışık hızıyla 1 sn. Aya anca gidiyorsun..

Saniyede 300 bin km hızla… Güneşe 8 dakikada gidebiliyorsun…

Galaksiler var..

Milyonlarca ışık yılı hızında ..

Milyarlarca ışık  yılı hızı uzaklıkta olan galaksiler var…

Nasıl Atomun altında küçüğünün küçüğünün küçüğünün küçüğü  var ise ..

Bizden sonra Makro Alemde de büyüğün büyüğün büyüğün  büyüğü var..

İşte bundan daha küçük daha büyük derken..

Aslında bize bunu anlatıyor..

Bu  ayetlerin 100 yıl 200 yıl 1000 yıl evvelde belirli bir boyutta anlaşılma durumları vardı..

Şuan sahip olduğumuz  bilgi seviyesiyle ALLAH ın bize nasip ettiği bilgi seviyesiyle biz çok daha büyük şeyleri anlayabiliyoruz..Ama bunu bizim getireceği şeyler olması lazım…

Yani Hamd diyoruz ..övmek..

Aman Ya Rabbi sen ne Büyüksün ne Yücesin nasıl bir sitem Yaratmışsına bu şekilde götürmeli, götürmesi lazım..

(………………)

Tefekkür etmek lazım..

Tefekkürde seni Hamd a götürmesi lazım..Götürmeli..Övmeye götürmeli..

Yoksa sizi ancak zaman öldürür denilen Dehriciler var ya bir farkın kalmaz ki..

Vay be ne büyükmüş  mikroplar küçükmüş ya gözle görülmüyorlar..

Karıncanın Ayağın kası var ne mucize..

Yani aynen bir Dehricinin bir materyalistin bir belgesel izlediği gibi izlememek lazım..

Bakın Hamd edeyim diyorsunuz …

Hamd edecek Bir şey bulamıyor musunuz..????

İnanın bir sürü kanal var..Eskisi gibi 1 kanal 2 kanal yok…

Belgeseli açın ama herkes gibi ya işte Aslan Ceylanı ne güzel kapıyor..Vay be gibi değil de… Kainattaki sistemi muhteşemliği ALLAH ın orada yaratmasındaki..Hamda değer unsurları değerlendirmek lazım..

Bu muhteşem sistemi Yaratan ALLAH ta..Arzda ve Yerde zerre miktarınca bir şey  O nun diyor..

Buradaki ifadesiyle ilminden kaçmaz..

Çünkü Gaybı bilir..

Burada ne var..

Siz böyle bilin bunu ona göre hareket edin..

(……)

Hamd ı niye yapılıyor..

ALLAH ın ihtiyacı yok..

Övmek niye yapılıyor..

Senin hayretini ve hayranlığını arttıracak..

İmanını arttıracak..

Aslında bu ALLAH ın hakkı,

Bakın çok ilginç..

Yani övünmek hakkı..

Bakın El hamdu lillâhi  ilgili bir şey söylüyeceğim..

Kelimelerden..

El hamdu lillâhi diyoruz ya ..

Onun başındaki El takısı var ya Külli anlamında Bütün anlamında ..

Bu Arapça da incelikler var..

“El” marife denilen takı “The” anlamına geliyordu biliyorsunuz..

Arapçada bunun değişik şeyleri var..Her”El”bir anlama gelmiyor..Ama buradaki “El” takısı “külli” anlamında yani “el” yerien “külli” desende “hepsi bütün” anlamında desende mana bozulmuyorsa..

Ona,Hamd istirak deniliyor..

Yani gark eden,boğan,kapsayan anlamında bütün HAMDlar anlamında…

Yani Kainatta sizin edebileceğiniz aklınıza gelebilecek

Her türlü Hamd.. kişilere değil..

lillâhi de ki li de onada ihtisas deniliyor…

Mahsusiyet yani özellik ..özellikle ona..

2 kavram var ..

  • Bütün Hamdlar
  • Ve Özelllikle Ona ..

Bunun dışında çıkan hiç bir şey yok..Farkındamısınız????

Bütün Hamdlar,özellikle Ona…

El Hamid Bir Esma var.. duydunuz  mu?

El Hamid diye…

Tama anlamıyla derinlikleri anlaşılmadan ;

Hamda övgüye layık anlamında söyleniyor..

Halbuki El Hamid…

Arapça Kalıba göre ismi faildir..

İşi yapandır..Mübalasısı vardır..Çokça Hamd eden demek aslında..

Kim ALLAH … ALLAH çokça övüyor…

Aslında ne övüyor..Bütün Hamdlar ALLAH a mahsustur derken..

Aslında Kendi Zâtı İle Kendini övüyor..

Aslında Kur’ân-ı Kerîm onu anlatıyor bize ..

Sonra biz Ondan ve O nun Resûlünden nasıl övülüceğini anlıyoruz..

Biz de o şekilde de ALLAH ı övüyoruz..

Aynı zamanda  inneke hamîdun mecîd derkede o salavatlarda geçiyor..

Peygamber Efendimiz(s.a.v.) Hz.İbrahim(a.s.) de ilgili konularda geçiyor..

Aynı zamanda ALLAH ta Kur’ânın da kişileride övüyor..

Yani Peygamber Efendimizi(s.a.v.) övüyor…ailesini övüyor..Hz.İbrahim(a.s.) övüyor..Ve onun ailesini övüyor..O anlamda da öven ..

Birinci anlamıyla ALLAH kendi Zâtıyla yarattıklarıyla Kendini övüyor..

Baksanız zaten, Kainata o gözle baksanız sistem zaten kendiliğinden övmeye layık..O kadar muhteşem bir işlemin sistemin güzellikler var ki..

Zaten sistem kendi kendine övüyor..

Pazarda mal satıyorlar ya Kavun güzel ben ne yapıyım diyor..

Yani sistem o kadar güzel ki, kendi kendine övüyor yani bizde maalesef buna rağmen Hamd özürlü övme özürlü olarak yaşıyoruz..

Tesbihatta nasıl Hamd ediyoruz..???????

El hamdu lillâhi ,El hamdu lillâhi ,El hamdu lillâhi  ya bir kere ALLAH ı 33 kere çektiğin şeyde bir tane  ALLAH ı övecek bir şey geliyor mu?

O kadar mı zor?

O kadar mı eksik ,o kadar mı nadir bir şey…

(……………)

Aklımıza bile gelmiyor..

3-4 sene evvel “Hamd” aslında övmektir ..Diye konu geçmişti…

Aramızdan Güngör Abi;Hamd övmek ,övmek arkadaşlar..biz hiç övüyormuyuz ,neyi övüyoruz,biz övüyormuyuz..??

Hadi bir ALLAH ı övelim dedi..

3 -4 tane Kur’ân-ı Kerîmi bilen arkadaş ..1-2 tane cümle edemedik ya..

Hani şuan bir boş zamanı düşünün ya ALLAH ı bir övün..

Düşünüyorsun  düşünüyorsun kelimeleri bulamıyorsun..

Yani sadece dilsel ifadelere değil..

Aklında da antremanımız yok..

Hamd edilmeyecek hiç bir şey yok..!!!!!!!!!!!

(………………………………)(Hamd konusuna katkı yapılıyor..)

Dağdaki çoban cahil, eğitimi yok..

Ama Onunda Hamd etmesi gerekiyor..

Yani bu Kulların aslında varlık sebebi…

Bakın Hamdı biz önemini anlayamıyoruz..

O kadar önemli ki..

Fatiha Sûresi; Kur’ânın özeti ya..

En önemlisi Hamdla başlıyor…El hamdu lillâhi diye başlıyor..

Ya bizim yatıp kalkıp Hamd etmemiz lazım..

Övmemiz lazım..Yani ALLAH a

(………….)

Ben Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ettiği duaları inceliyorum..

Onları bu mantıkla inceleyin..

Sabah ilk kalktığında Peygamber Efendimiz(s.a.v.) in dediği şu ;

“Öldürdükten sonra, Beni dirilten Rabbime Hamd olsun” diyor..

Ayette ne var?

Biz diyor bütün nefsleri alırız tutarız ..diyor..Murat ettiklerimizi tutarız..diyor..Murat etmediklerimizi bırakırız..diyor..


39-Zumer suresi 42. ayet (Genel: 39 – İniş: 59 – Alfbetik: 76)

اَللّٰهُ يَتَوَفَّى الْاَنْفُسَ حٖينَ مَوْتِهَا وَالَّتٖى لَمْ تَمُتْ فٖى مَنَامِهَا فَيُمْسِكُ الَّتٖى قَضٰى عَلَيْهَا الْمَوْتَ وَيُرْسِلُ الْاُخْرٰى اِلٰى اَجَلٍ مُسَمًّى اِنَّ فٖى ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

Allâhu yeteveffel enfuse hîne mevtihâ velletî lem temut fî menâmihâ, feyumsikulletî gadâ aleyhel mevte ve yursilul uhrâ ilâ ecelim musemmâ, inne fî zâlike leâyâtil ligavmiy yetefekkerûn.

Allah, nefisleri öldükleri zaman ve ölmeyenleri de uykularında öldürüverir. Artık üzerine ölüm ile hükmettiğini tutuverir ve diğerini de tayin edilmiş vakte kadar salıverir. Şüphe yok ki, bunda elbette alâmetler vardır, düşünücüler olan bir kavim için.


Uyku bir ölüm..

İşte ALLAH ın Peygamberi ALLAH ın Resûlu bunu çok daha iyi biliyor…

Sistemin mükemmeliğini biliyor..

Her insan uykuya daldığında aslında ölüyor..Ayete göre ölüyor..

O yüzden abdestli yatmak zorundayız..

O yüzden Kelimeyi Şahadet,O yüzden sağımıza dönerek yatıyoruz..

Öldüğümüzde nasıl olacakmış haliyle yatıyoruz..

Ee ALLAH ın Resûlu bunu o kadar şey yapıyor ki..

Uyandığında kulluğuna fırsat olarak..Daha Hamd edebilecek bir şeye fırsat olarak bunu görüyor..

Ya Rabbi övgü sana mahsustur..Nasıl bir Sistem Yaratmışsın bak..

Öldürüyorsun sonra küçücük bir hamleyle, dokunmayla şunla bunla uyandırıyorsun…

Övgü sana mahsustur diyor..

Bakın  tuvalette ALLAH aklınıza gelmesin diye bize bir virüs verdiler..

Halbuki Peygamber Efendimiz diyor ki..

Çok afedersiniz onunda adabı var..

Benden  Zararları gideren faydaları bırakan Rabbıma Hamd olsun” diyor…

Yani her olayda ALLAH ı övecek bir unsur buluyor….

Yani Hamd modunda yaşıyor..

Neden ismi Ahmed zaten..

Ahmed en çok Hamd eden demek..

Bu yüzden ALLAH U TEALA onu övmüş Muhammed demiş..

Çok övülen demiş ..Mahmut demiş…Övülen..

Muhammed çok çok övülen demek..

Duruyorum duruyorum Hamdla ilgili bir şeyler söylemek ihtiyacı hissediyorum..

Zaten bu sûrenin başında;

İşte bundan daha küçük daha büyük ne var ise..diyor..

Sonunda diyor ki;

illâ fî kitâbim mubîn-O apaçık bir mübin kitaptadır..

Bunun değişik yorumlar var..

  • Levh-i Mahfuz olduğuyla ilgili bir ifade var..
  • Yada Ahirette insanların  karşısına çıkacak  her şeyin yazıldığı bir kitap var ya..

2sinin olduğu söyleniyor…

2 side mümkün yapılan yazılan her şey bugün biz bunu anlayabiliyoruz..

Hepimiz bilgisayar kullanıyoruz..

İçinde Hard disk var..Hard diskte Her şey kayıt olmuyor mu?

Bilgisayarın programıda işletimide sisteminde onun içerisinde ..

Levh-i Mahfuza işletim sistemi dersek..

Kainatın işletim sistemlerinin, formüllerin bulunduğu o en konstre alan dersek yapılan her işin Levh-i Mahfuz olması çok normal herşeyin kayıtlı olması ve de buna kitap dersekte bir gün senin karşına neler yapmışsın neler etmişsin..

İşte Hakimul Habîr Olan ALLAH U TEALA…

Yerde ve Gökte olan bütün unsurlarla bunun senin karşına çıkaracaktır..!!!!!!

Ve Dehriciler red ettiklerine aksine bu kesin kez gelecektir..!!!!!

Çünkü ALLAH Gaybı biliyor..!!!

Bununla beraber biz bakacağız ki…

Küçük ve büyük ne var ise; Ondan ve  ALLAH tan bu kaçmıyor..

İşte O zaman biz ALLAH U TEALA nın bunu Kur’ân-ı Kerîmle öğrettiği bilinçle yaşantımıza dikkat etmemiz gerekiyor..

Her hareketimize,her düşüncemize ALLAH ın Muradı doğrultusunda davranmamız gerekiyor..

Ve ALLAH a Hamd etmemiz gerekiyor..

ALLAH bize Rahmetiyle İnzal buyuruyor, Rahmeti değerleri  bizden çıkanları üzerlerini örtüyor..

İnşaallah bu örtmenin içerisine gireriz..

İNŞALLAHTA AFFIN İÇERİSİNE GİRERİZDE;AZABA UĞRAYANLARDAN YOK OLANLARDAN HÜSRANA MAHZUN OLANLARDAN DEĞİL,MUTLU OLANLARDAN OLURUZ…

                                                          SADAKALLAHULAZÎM