İnnallâhe yumsikus semâvâti vel arda en tezûlâ, ve le in zâletâ in emsekehumâ min ehadin min ba’dihî, innehu kâne halîmen gafûrâ(gafûran).
1.
inne allâhe
: muhakkak ki Allah
2.
yumsiku
: tutar
3.
es semâvâti
: samalar, gökler
4.
ve el arda
: ve arz, yeryüzü, yer
5.
en tezûlâ
: (ikisinin) zail olması, helâk olması, yok olması
6.
ve le
: ve elbette, mutlaka, gerçekten
7.
in zâletâ
: eğer (ikisi) zail olursa (yok olursa)
8.
in
: sadece
9.
emseke-humâ
: o ikisini tutar
10
min ehadin
: birisi
11
min ba’di-hi
: ondan sonra
12
inne-hu
: muhakkak o
13
kâne
: idi, oldu
14
halîmen
: halîm
15
gafûran
: gafur, mağfiret eden, günahları sevaba çeviren
Muhakkak ki Allah, gökleri ve yeri, zail olurlar diye (zail olmaması için) tutuyor. Gerçekten ikisi de zail olurlarsa (yok olurlarsa), ondan sonra, o ikisini (gökleri ve yeri) O’ndan (Allah’tan) başka tutacak (yoktur). Muhakkak ki O; Halîm’dir, Gafûr’dur .
Ve aksemû billâhi cehde eymânihim le in câehum nezîrun le yekûnunne ehdâ min ihdâl umemi, fe lemmâ câehum nezîrun mâ zâdehum illâ nufûrâ(nufûran).
1.
ve aksemû
: ve kasem ettiler
2.
billâhi (bi allâhi)
: Allah’a
3.
cehde
: cehd ederek, kuvvetli olarak
4.
eymâni-him
: oların yeminleri
5.
le
: elbette, mutlaka, gerçekten
6.
in
: eğer
7.
câe-hum
: onlara geldi
8.
nezîrun
: nezir, uyarıcı
9.
le yekûnunne
: mutlaka olurlar
10
ehdâ
: en çok hidayete eren
11
min
: den
12
ihdâ
: ahed, bir
13
el umemi
: ümmetler
14
fe
: fakat
15
lemmâ
: olduğu zaman
16
câe-hum
: onlara geldi
17
nezîrun
: nezir, uyarıcı
18
mâ zâde-hum
: onlara artırmadı
19
illâ
: den başka
2
nufûran
: nefret
Ve Allah’a en kuvvetli yeminleri ile kasem ettiler. Eğer gerçekten onlara nezir gelirse, mutlaka en çok hidayete eren ümmetlerden biri olacaklarına. Fakat (bu), onlara nezir (uyarıcı) geldiği zaman onların nefretlerinden başka bir şeyi artırmadı.
İstikbâran fîl ardı ve mekres seyyii, ve lâ yahîkul mekrus seyyiu illâ bi ehlihî, fe hel yanzurûne illâ sunnetel evvelîn(evvelîne), fe len tecide li sunnetillâhi tebdîlâ(tebdîlen), ve len tecide li sunnetillâhi tahvîlâ(tahvîlen).
1.
istikbâren
: büyüklenerek, kibirlenerek kötülük düzenlediler
2.
fî el ardı
: arzda, yeryüzünde
3.
ve mekre es seyyii
: ve kötülük düzeni, kötü hile
4.
ve lâ yahîku
: ve isabet etmez, ulaşmaz
5.
ve mekru es seyyii
: ve kötülük düzeni, kötü hile
6.
illâ
: ancak, oysa
7.
bi
: … e
8.
ehli-hi
: onun sahibi
9.
fe
: artık, öyleyse
10
hel
: mı, mi
11
yenzurûne
: gözlüyorlar (bekliyorlar)
12
illâ
: den başka
13
sunnete
: sünnet, kanun
14
el evvelîne
: evvelkiler
15
fe
: artık, bundan sonra
16
len tecide
: asla bulamazsın
17
li sunnetillâhi
: Allah’ın sünnetinde
18
tebdîlen
: bedel, değişiklik
19
ve len tecide
: ve asla bulamazsın
2
li sunnetillâhi
: Allah’ın sünnetinde
21
tahvîlen
: tahvil, dönüşüm, değişme
Yeryüzünde kibirlendiler ve kötü hile düzenlediler. Oysa kötü hileler, sahibinden başkasına isabet etmez (ulaşmaz). Öyleyse onlar, evvelkilerin sünnetinden başkasını mı gözlüyorlar (bekliyorlar)? Halbuki Allah’ın sünnetinde asla bir tebdil (değişiklik) bulamazsın. Ve Allah’ın sünnetinde asla bir tahvil (değişme) bulamazsın.
Huvellezî cealekum halâife fîl ardı, fe men kefere fe aleyhi kufruhu, ve lâ yezîdul kâfirîne kufruhum inde rabbihim illâ maktâ(makten), ve lâ yezîdul kâfirîne kufruhum illâ hasârâ(hasâran).
1.
huve
: o
2.
ellezî
: ki o
3.
ceale-kum
: sizi kıldı
4.
halâife
: halifeler
5.
fî el ardı
: yeryüzünde
6.
fe
: artık, o taktirde, o zaman
7.
men
: kim
8.
kefere
: inkâr etti
9.
fe
: artık, o taktirde, o zaman
10
aleyhi
: onun üzerine
11
kufru-hu
: onun küfrü
12
ve lâ yezîdu
: ve artırmaz
13
el kâfirîne
: kâfirler
14
kufru-hum
: onların küfrü
15
inde
: yanında, huzurunda
16
rabbi-him
: onların Rabbi
17
illâ
: ancak, den başka
18
makten
: gazap, kızgınlık, öfke
19
ve lâ yezîdu
: ve artırmaz
2
el kâfirîne
: kâfirler
21
kufru-hum
: onların küfürleri
22
illâ
: ancak, den başka
23
hasâren
: hasar, zarar ziyan
“Sizi yeryüzünde halifeler kılan O’dur. Artık kim inkâr ederse, o zaman onun küfrü kendi aleyhinedir. Kâfirlere küfürleri, Rab’lerinin huzurunda, gazaptan başka bir şey artırmaz ve kâfirlere küfürleri, hasardan (ziyandan) başka bir şey artırmaz.”
Kul e raeytum şurakâekumullezîne ted’ûne min dûnillâhi, erûnî mâzâ halakû minel ardı em lehum şirkun fîs semâvât(semâvâti), em âteynâhum kitâben fe hum alâ beyyinetin minhu, bel in yaıduz zâlimûne ba’duhum ba’dan illâ gurûrâ(gurûran).
1.
kul
: de, söyle
2.
e reeytum
: siz gördünüz mü
3.
şurekâe-kum
: sizin ortaklarınız
4.
ellezîne
: ki onlar
5.
ted’ûne
: tapıyorsunuz/dua ediyorsunuz/çağırıyorsunuz
6.
min dûni allâhi
: Allah’tan başka
7.
erû-nî
: bana gösterin
8.
mâzâ
: ne, neyi
9.
halakû
: halkettiler, yarattılar
10
min el ardı
: yerden, topraktan
11
em
: yoksa, veya (öyle) mi
12
lehum
: onların vardır
13
şirkun
: şirk, ortaklık
14
fî es semâvâti
: semalarda, göklerde
15
em
: yoksa, veya
16
âteynâ-hum
: onlara verdik
17
kitâben
: kitap
18
fe
: artık, öyleki
19
hum
: onlar
2
alâ beyyinetin
: beyyine üzerinde, delil üzerinde
21
min-hu
: ondan
22
bel
: hayır
23
in
: eğer, sadece, ancak
24
yaıdu
: vaadediyorlar
25
ez zâlimûne
: zalimler, zulmedenler
26
ba’du-hum ba’dan
: onların bir kısmı bir kısmına, birbirlerine
27
illâ
: ancak, sadece, den başka (sadece, ancak)
28
gurûran
: aldatma, aldatıcı şeyler
De ki: “Allah’tan başka taptığınız /çağırdığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Bana gösterin! Yerden ne halkettiler (yarattılar). Veya onların göklerde ortakları mı var? Yoksa onlara kitap mı verdik de onlar, ondan (o kitaptan) bir beyyine (delil) üzerindeler mi (üzerinde mi oldular)? Hayır, zalimler sadece birbirlerine aldatıcı şeyler vaadederler.”
Vellezîne keferû lehum nâru cehennem(cehenneme), lâ yukdâ aleyhim fe yemûtû ve lâ yuhaffefu anhum min azâbihâ, kezâlike neczî kulle kefûr(kefûrin).
1.
ve ellezîne
: ve o kimseler, onlar
2.
keferû
: inkâr ettiler
3.
lehum
: onların, onlar için vardır
4.
nâru
: ateş
5.
cehenneme
: cehennem
6.
lâ yukdâ
: kada edilmez, karar verilmez
7.
aleyhim
: onlara, onlar için
8.
fe
: böylece
9.
yemûtû
: ölsünler
10
ve lâ yuhaffefu
: ve hafifletilmez
11
an-hum
: onlardan
12
min azâbi-hâ
: onun azabından
13
kezâlike
: işte böyle
14
neczî
: cezalandırırız
15
kulle
: hepsi, bütün
16
kefûrin
: nankör olanlar
Ve inkâr edenler .Onlar için cehennem ateşi vardır. Onlar için karar/hüküm verilmez ki ölsünler ve onun azabı, onlardan hafifletilmez. İşte Biz, bütün inkâr edenleri böyle cezalandırırız.
Ve hum yastarihûne fîhâ, rabbenâ ahricnâ na’mel sâlihan gayrallezî kunnâ na’mel(na’melu), e ve lem nuammirkum mâ yetezekkeru fîhi men tezekkere ve câekumun nezîr(nezîru), fe zûkû fe mâ liz zâlimîne min nasîr(nasîrin).
1.
ve hum
: ve onlar
2.
yastarihûne
: feryat ederler
3.
fî-hâ
: orada
4.
rabbe-nâ
: bizim Rabbimiz
5.
ahric-nâ
: bizi çıkar
6.
na’mel el sâlihan
: biz salih amel yapalım
7.
gayre ellezî
: ondan başka
8.
kun-nâ na’melu
: biz yapmış olduk
9.
e
: mi
10
ve lem nuammir-kum
: ve size ömür vermedik
11
mâ yetezekkeru
: tezekkür edebileceğiniz şey
12
fî-hi
: orada
13
men tezekkere
: tezekkür edecek kimse
14
ve câe-kum
: ve size geldi
15
en nezîru
: nezir, uyarıcı
16
fe zûkû
: o zaman tadın
17
fe mâ
: o zaman, artık yoktur
18
li ez zâlimîne
: zalimler için
19
min nasîrin
: (yardımcılardan) bir yardımcı
Ve onlar, orada feryat ederler: “Rabbimiz bizi (buradan) çıkar, yapmış olduklarımızdan başka (amel) salih amel yapalım.” Size orada (dünyada), tezekkür etmek isteyen kimsenin, tezekkür etmesine yetecek kadar bir ömür vermedik mi? Size nezir gelmedi mi? O halde (azabı) tadın. Artık zalimler için bir yardımcı yoktur.
Ve lisuleymâner rîha ğuduvvuhâ şehruv ve ravâhuhâ şehr, ve eselnâ lehû aynel gıtr, ve minel cinni mey yağmelu beyne yedeyhi biizni rabbih, ve mey yezığ minhum an emrinâ nuzıghu min azâbis seîr.
Süleyman’a da rüzgârları (musahhar kıldık). Sabahtan zevale kadar (gidişi) bir aylık ve zevalden guruba kadar (gidişi de) bir aylık yol kadar idi. Ve onun için bakır madenini sel gibi akıttık. Ve onun önünde Rabbinin izniyle çalışan bazı cinler de var idi ve onlardan her kim Bizim emrimizden sapmış olursa ona da ateş azabından tattırmış olduk.
Yağmelûne lehû mâ yeşâu mim mehârîbe ve temâsîle ve cifânin kel cevâbi ve gudûrir râsiyât, iğmelû âle dâvûde şukrâ, ve galîlum min ıbâdiyeş şekûr.
Ona dilediği şekilde kaleler, heykeller, havuz büyüklüğünde çanaklar ve yerinden sökülmeyen kazanlar yaparlardı. “Ey Davud ailesi, şükrederek çalışın.“ Kullarımdan şükredenler azdır.
SES KAYDININ METNİ :
SEBE 9 :12.AYETTEN İTİBAREN;
Geçen Hafta Hz. Davud(a.s.) ilgili Ayetlere bakmıştık..
Aynı zamanda da devamı olan Hz. Süleyman (a.s.) ilgili ayetleri biraz ertelemiştik… ve “Şükür” konusuna girmiştik..
Şükür konusu öyle basitçe geçilecek bir konu değil!!!
Yine Bu Hafta biraz daha ele alacağım..
Çünkü geçen hafta ve bu hafta ,yan sayfadaki Sebe Kavmiyle ilgili ki Sebe Suresine isimini veren bu Ayetlerdir..
Orada özellikle “Şükür Tema”sı var..
Alimler şöyle söylemişlerdir; İman 2 ye ayrılır.. “Yarısı Sabır,Yarısı Şükür” demişler..
Sabretmek mi Zor ? Şükretmek mi Zor?
Şükretmek, Sabretmekten daha zor diye Alimler görüş bildirmişler..
Bunu tam anlayamayan insanlar : Sabır sanki daha zor ,tahammül etmek daha zor gibi algılamışlar..Ama..
Şükür şöyle ; Her yerde nimetler olduğu için,her boyutunda çok ciddi nimetler içinde kuşatıldığımız için, buna her an Şükür Modunda olmanın zorluğundan ötürü böyle demişler..
Şükür ;Daha Aktif… Daha “Eylemsel hareket”..
Sabır ;Daha Pasif… yani Sabırda “Razı olmanız” gerekiyor..
Sabır :Tahammül etmek değildir..
Hatta Tahammül etmek gibi ifade edilince ,İSYANA giden derin boyutlarda yanlışlığa gidilebiliyor..!!!!
Çünkü biz biliyoruz ki (Ayet-i Kerimeden biliyoruz ki);
Ve mâ esâbekum min musîbetin fe bi mâ kesebet eydîkum ve ya’fû an kesîr(kesîrin).
Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizin yaptığı işler yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.
Geçen gün,bir arkadaşım bir video gönderdi;
İLGİLİ VİDEO :(“Başınıza gelen musibetler kendi elinizle yaptıklarınız sebebiyledir” şura-30) ayetine göre, ihtiyar adamın bu iş başına sizce neden geldi? (gülmek/alay etmek için yayınlanmadı) yorumları yazın lütfen…