SOHBETİ DİNLE :
İNDİRMEK VEYA DİNLEMEK İÇİN ALTERNATİF LİNK:
https://yadi.sk/d/n_4fXPt5q9GHG
FATIR 27:
أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ أَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء فَأَخْرَجْنَا بِهِ ثَمَرَاتٍ مُّخْتَلِفًا أَلْوَانُهَا وَمِنَ الْجِبَالِ جُدَدٌ بِيضٌ وَحُمْرٌ مُّخْتَلِفٌ أَلْوَانُهَا وَغَرَابِيبُ سُودٌ
E lem tera ennallâhe enzele mines semâi mâen, fe ahracnâ bihî semerâtin muhtelifen elvânuhâ, ve minel cibâli cudedun bîdun ve humrun muhtelifun elvânuhâ ve garâbîbu sûd(sûdun).
1. | e lem tere | : görmedin mi |
2. | enne allâhe | : muhakkak Allah |
3. | enzele | : indirdi |
4. | min es semâi | : semadan, gökten |
5. | mâen | : su |
6. | fe ahrecnâ | : artık çıkardık |
7. | bi-hi | : onunla |
8. | semerâtin | : ürünler, meyveler |
9. | muhtelifen | : muhtelif, çeşitli |
10 | elvânu-hâ | : onun renkleri |
11 | ve min el cibâli | : ve dağlardan |
12 | cudedun | : dağlar arasındaki yol, yol |
13 | bîdun | : beyazlık, beyaz |
14 | ve humrun | : ve kırmızılık, kırmızı |
15 | muhtelifun | : muhtelif, çeşitli |
16 | elvânu-hâ | : onun renkleri |
17 | ve garâbîbu | : kapkara, simsiyah, koyu siyah |
18 | sûdun | : siyah, kara |
Allah’ın suyu, semadan indirdiğini görmedin mi? Böylece onunla çeşitli renklerde ürünler (meyveler) çıkardık. Ve dağlardan beyaz, kırmızı, çeşitli renklerde ve kara ve kapkara (koyu siyah) yollar (kıldık).
SOHBETİN YAZILI METNİ:
Fatır Suresi 12. Sohbet
Evet, Fatır Suresinin 27. Ayetinden itibaren devam edeceğiz.
Çok güzel konular var 27. Ayetle ilgili.
“اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَاَخْرَجْنَا بِهٖ ثَمَرَاتٍ مُخْتَلِفًا اَلْوَانُهَا وَمِنَ الْجِبَالِ جُدَدٌ بٖيضٌ وَحُمْرٌ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهَا وَغَرَابٖيبُ سُودٌ“
“Elem tera ennallâhe enzele mines semâi mââ, feahracnâ bihî semerâtim muhtelifen elvânuhâ, ve minel cibâli cudedum bîduv ve humrum muhtelifun elvânuhâ ve ğarâbîbu sûd.”
“ Görmedin mi Allah gökten bir su indirdi? Onunla renkleri başka başka muhtelif meyveler çıkardık. Dağlardan da kırmızı, beyaz muhtelif renklerde ve kuzguni siyah yollar yaptık.”
Şimdi burada bu ayetin meallerine baktım. Biliyorsunuz internette birçok site var hasenat gibi. Orada bir ayetle ilgili birçok meali alt alta görebiliyorsunuz. Bu ayeti değişik şekillerde ifade etmişler. Fakat ben bugün ben Arapça kaideleri ile söyleyeceğim.
Arapçayı öğrendikten sonra manalara daha vakıf olmaya başlıyor insan. Sizde bugün burada bazı detaylarını, tesirlerini göreceksiniz. Biraz böyle teferruat olacak gibi ama nihayetinde anlayacağınızı umuyorum.
İlk kısmına bir bakalım.
“Elem tera ennallâhe enzele mines semâi mââ,”
Şimdi bu “Enzele” kısmına bakmak istiyorum. Beni ilk o etkiledi.
“Ennallâhe enzele” “Allah indirdi”
“Mines semâi mââ” Şimdi normalde bu cümlenin şöyle olması lazımdı.
“Enzele mââ mines semâi” Olması lazım. Şimdi Arapça üzerine çalışıyoruz arkadaşlarla, onlar biliyorlarki: fiil fail meful olarak geçiyor. Yani önce fiil, fail yani özne sonra tümleç olarak geliyor. Fakat burada sıralama değişmiş. Yani;
“Enzele mââ mines semâi” Olması gerekirken, “Mines semâi” ile “Mââ” yer değiştirerek
“Enzele mines semâi mââ” olmuş.
Yani “Mines semâi” “gökten, semadan” kelimesi öne gelerek vurgu oluşturmuş.
Şöyle, Arapçada bir kaide var. Bu Türkçede kesinlikle farklı. Bir şey ne kadar önce söylenirse onda o kadar vurgu var manasına geliyor.
Türkçede ise vurgu yüklemin yanına gelir. Mesela “Ahmet dağa gitti.” Derken.
Burada gitti’nin yanında dağ olduğu için Dağ’a vurgu var. Yani “Ahmet dağa gitti”
“dağ Ahmet’e gitti” dediğimizde gitti fiilinin yanına yüklemin yanına Ahmet geldiği için vurgu Ahmet’e
Yani Türkçedeki vurgu farklı. Tekrar ediyorum Arapçada ne kadar öne, cümlenin önüne geliyorsa vurgu onda, Türkçede ise yüklemin yanına ne geliyorsa vurgu ona. Bunun neden açıklıyorum bakın.
“Enzele” “indirdi suyu gökten” dediğinde burada suya vurgu var. Fakat semadan olduğunda ise dikkat çekiyor Rabbim semaya bakın, suyu semadan indirdi.” Semadan suyu indirdi” olarak geçiyor meallerin çoğunda. Bu işte Arapça incelikleri hesaba katmayarak bir tercüme olduğunun göstergesi.
Bakın, bu gözle bakın mesela Kuranmeali.org var. Orada bakın en yukarda bir meal var. O doğruyu vermiş.
Bir üstünü söyleyeceğim ve toplayacağız. Bir de bu cümle “Enne” kelimesinden sonra yani “Ennallâhe” diye başlayan cümle de isim cümlesi. Şimdi Arapçada 2 çeşit cümle var isim cümlesi ve fiil cümlesi.
Eğer cümle fiil ile başlarsa fiil cümlesi oluyor. İsim ile başlarsa isim cümlesi oluyor. Sonuçta tercüme edildiğinde mana aynı. Fakat burada bir vurgu var. Arapça hocamız ifade etmişti.
“isim cümlesi ile başlarsa bir şey orada da faile, yani işi yapan kişiye dikkat çekiyor.”
Yani buraya bakarsak diyor ya “Görmedin mi Allah gökten bir su indirdi.” Diyor ya burada. Şunu demek istiyor Rabbim burada isim cümlesi olarak. Hani Rabbim suyu gökten indiriyor ya, hani su gökten iniyor ya. Bunu Allah yapıyor Allah. Allah’tan başkası yapmıyor manasına geliyor.
Yani bu cümle Arapça birçok farklı şekilde ifade edilebilirdi. Ama
“Ennallâhe enzele mines semâi mââ,” derken, kelimelerde inanılmaz bir vurgu var.
Toparlarsak Rabbim şöyle diyor bu Ayeti Kerime’de;
“Ben suyu başka yerden değil gökten, semadan indirdim. Bunu yapan Allah’tır. Allah’tan başkası değildir. Yani Allah bunu zatı ile yapıyor.” Demek. Bitmemiş cümlenin başında birde “Enne” varya, normalde bunun aslı “İnne” .
“İnne” yi çok duyarsınız “İnnallahe” mesela Kuran’la alakalı olanlar bilir. Burada bir vurgu vardır. Şüphesiz, kesinkes, muhakkak gibi anlamlar var. Normalde “İnne” neden” Enne” olmuş? Üstünde üstüne gelmiş. Bu cümlenin sadece başında iken “İnne” olarak geliyor. Cümlenin ortasında olduğunda “Enne” olarak geliyor.
Peki, cümlenin başında ne var? İşte burası çok mühim “Elem tera” yani “görmedin mi?”
Şimdi burada ciddi bir ikaz var. Yani şunu diyor: “Bakmıyor musun? Görmüyor musun? Defalarca bu başına geldi. Hiç mi görmezsin? Hiç mi dikkat etmiyorsun?” şeklinde burada da bir vurgu var. Neye dikkat etmiyoruz?
Gökten yağmur iniyor. Doğru mu ifadem? Doğru değil.
Bakın Allahu Teâlâ burada gökten yağmur indi bile demiyor. Ne diyor? “Su.”
Yani biz bazı şeyleri doğduğumuzdan itibaren gördüğümüz için bize normal geliyor. Ama diyor ki Rabbim: “Bak gökten yağmur olarak senin romantik olarak gördüğün şey var ya bu su.” Diyor. “Su.”
Allahu Teâlâ gökten su indiriyor. Şimdi suyu nerde görüyoruz? Yer çekiminden dolayı yerde görüyoruz. Denizlerde, ırmaklarda, su birinkilerinde, bardakta görüyoruz. Normalde yerçekimi nedeniyle aşağılarda. Bunun yukardan yağması aslında olağanüstü bir şey. Yukardan su iniyor ya. Yani rahmet. Rahmet diyoruz ya. Yağmura rahmet demişler. Gökten rahmet iniyor su da değil. Su fakat suyun manevi boyutuyla çok ciddi bir ikram olarak iniyor.
Şimdi burada neden sema demiş? Kuran’ın geneline baktığımızda semavat ve arz diyor. Sema Arapçada senin bulunduğun, yaşadığın alana arz deniyor. Senin yani idrakinin olduğu alana ne deniyor? Arz deniyor. Ama senin bulunduğun yaşam alanının üstündeki yukarıdaki yerlere ise sema deniyor. Coğrafi olarak dünyayı düşünün yer var. Bir de semalar var. Yani gökyüzünün katları var.
Bu kastedildiği gibi, aynı zamanda da manevi semalar da kastediliyor. Bu manevi semaların ifadesini hem boyut olarak algılayabiliriz. Hem de Kuran’da birçok yerde geçen manevi gök katmanları olarak görebiliriz.
Mesela meleklerin yaşadığı âlemi düşünün. Buna ne deniyor? Sema deniyor. Biz bunu algılayabiliyor muyuz? Algılayamıyoruz. Daha bizim şu anki algıladığımız 1. Kat semamızda bile en yakın sema deniyor buna bir de burada melekleri göremiyoruz. Bir de özellikle mukarrebun meleklerinin olduğu semayı hiç göremiyoruz çünkü bu çok büyük algı gerektiriyor.
Maneviyatta bu bilinen bir şeydir. Bir bu dünya da arz var. 1.kat sema var. Bir de yukarlarda semalar var 7 kat olarak ifade edilen. Bunu hani Âdem kıssasında söylemiştik. Cennet katları yani cennete gidildiğinde algılanacak katlar, bu dünyada da mevcut ama bizim algılama, idrak boyutumuzda değil. Ve o semalardan birisi de 8. Kat cennetten sonra olan meleküt âlemi denilen sema var. Bunun gibi Allahu Teâlâ’nın yarattığı semalar var. Şimdi bunu neden anlatıyorum.
“Semadan su indirdik” derken de aslında suyun, bizim alışageldiğimiz, kanıksadığımız suyun aslında manevi bir değer olduğunun da ifadesi burada.
Hani “iki deniz vardır.” Demiştik ya önceki ayetlerde. Bunun için tasavvuf kitaplarında, manevi kitaplarda şöyle bir ifadesi var. “ve cealnâ minel mâi kulle şey’in hayy“ derken “ Biz canlı olan her şeyi sudan halk ettik” derken en yukarıdaki, yaşamın en başındaki şu an bizim algılayamayacağımız su kastediliyor orada. Yani şöyle bir ifade var, çok zor ifadeler ama basitleştirerek söylemeye çalışıyorum. Allahu Teâlâ hani “ ben gizli bir hazine idim bilinmekliğimi muhabbet ettim.” Derken “Kün” emriyle halk ettiğinde, bütün güç kuvvetleri su denilen suyun asıl aslı olan bir bahrdan, denizden geçerek oluş âlemine, tekfin âlemine giriyor.
Yani bunu şuna benzetebilirsiniz. Prizmayı düşünün. Prizmaya beyaz bir ışık geliyor ama muhtelif renklerine ayrılıyor ya 7 rengine. Bu şekilde ayrılan renkler gibi. O kendi zatında gizli olan tecellilerin prizma gibi sudan geçmesiyle beraber sıfatların tecellisi oluş âleminde değişik tezahürler şeklinde gözüküyor.
Bununla da bitmiyor. Hani” Altından ırmaklar akan cennet” derken de. Irmağın aslı nedir? Su.
“Altından ırmaklar akan cennet” derken de ikinci olarak da arza geçişten evvel, hani yukardan aşağı düşünün, burada da bir suyun olduğunu haber veriyor Rabbim. Yani iki tane su tabakası var.
1.si en yukarda Allah’ın zatına yakın oluşundan tecellilerin ilk başladığı su.
2.si de Cennet’in altında olan su ve su bizim şu anda dünyada algıladığımız su.
İşte bu tane su prizmasından diyelim artık, boyutundan geçerek yeryüzüne inmiş su. Bunun aslı yukardaki manevi âlemlerde.
Nasıl ki biz şu an ışığı görüyoruz ya. Bu ışığın aslı ne? Nur.
Yani manevi âlemlerde nur, fakat biz bunu bu dünyamızda ışık olarak algılıyoruz.
Fakat biz bunu Allah nasip ederde cenneti şeylerde gördüğümüzde çok farklı boyutta algılayacağız. Mesela Nur Suresine bakın “Allâhu nûrus semâvâti vel ard.” Diyor. Yani “ arzın ve semavatın nuru” demek ki arzdaki ışık olan nurdan daha fazlası yukarda.
Mesela Einstein’ın ilk Nobel ödülünü aldığı şey neydi? Işığın hem tanecik modelinde hem de dalga modelinde olduğunu gösteriyor. Yani ışık garip bir şekilde hem top gibi tanecik özellik gösteriyor. Yani duvara atıyorsun aynı doğrultuda çarpıyor aynı zamanda denizdeki o sudaki dalga var ya, birbirinin içerisinden geçen dalgalar şeklinde özellik gösteriyor.
Neden? Çünkü bu âleme ait bir şey değil. Biz bunun aslını üst âlemlerde nur olarak göreceğiz. Fakat bizim bu fiziksel şartlarımıza geldiğimizde iki farklı fiziksel özelliğini gösteren bir yapıya dönüşüyor. Aynı bunun gibi suyun da aslı yukarlarda ama biz bunu bilmiyoruz.
Şimdi bütün bunları neden anlatıyorum?
Biz bu suyu diyor. Bakın yağmuru bile demiyor. “Semadan indirdik” derken. Size ikram olsun diye aslı yukarlarda olan bir şeyi, sema gibi manevi bir şeylerden aşağıya tenezzül ettirdik, indirdik diyor. Semadan indirdik demesi bu. Yani bir ikram, ikrami ilahi.
Ve de dikkat edilirse suyun bazı özellikleri var. Su, sadece dünyada olan bir şey, yani sadece değil de mesela güneş sistemini düşünün. Bir sürü gezegen ve bunların uyduları var. Kırk küsur tane deniyor. Bunun içerisinde belki de sadece dünyada var. Diğerlerinde de olsa bile dünyadaki yüzeysel olarak söylüyorum dörtte üçü su. Dünya haritasına bakın mavi gezegen deniyor. Neden mavi gezegen?
Su. E Rabbim bu suyu nasıl yaptı? Okul kitaplarını hatırlayın nasıl oluştuğunu gezegenin, bir gaz bulutu, sımsıcak bir kavram bir anda su geliyor. Ve şu an romantik olan masmavi şey oluyor. Dünyada bile Rabbim suyu ne yapıyor? İkram ediyor.
Bununla ilgili konuşacak çok şey var ama devam edelim. Zaten ikinci kısımda bununla çok alakalı.
Peki, Rabbim bu su ile ne yapıyor?
“Feahracnâ bihî”
“Feahracnâ” “Çıkardık”, “Bihî” “onunla”.
Onunla dediği ne? “Hi” zamiri nereye gidiyor? Suya gidiyor.
Su ile ne yapmışız? Çıkarmışız.
“Semerâtim” nedir? Yani bir işin semeresini görmek denir ya.
“Ürün” ve asıl manasıyla “Meyve” demek.
Yani ağacın ürünü. Sen bir meyve ağacını niye yetiştirirsin?
Ürünü için. Yani ürünü olmasa meyve ağacını neden dikeceksin ki?
Zeytin ağacını neden dikeceksin ki? Tamam, gölgesinden faydalanmak içinde olabilir ama sadece gölgesinden faydalanmak için olsa ormanlar kesilip te oraya meyve ağaçları dikilmez. Bütün dünyada hemen hemen aynı şey oluyor. Sadece gölgesinden, yeşilliğinden faydalanacağın ağaçlar kesiliyor, onun yerine semeresinden faydalanacağın ağaçlar dikiliyor.
Demek ki asıl amaç semere, ürün. Diğer özellikler olmasıyla beraber bu.
“Muhtelifen elvânuhâ”
“elvan” “renkler” demek. Türkçede de kullanılıyor. Bir gazoz markası vardı elvan diye.
“Renkleri çeşitli çeşitli, muhtelif meyveler yetiştirdik” ne ile?
Su ile. Ama burada ilginç bir ifade kullanıyor Rabbim:” Feahracnâ” ihraç fiilini yani çıkarmak fiilini kullanıyor.
“Haraca” çıkmak, “Ehraca” çıkarmak.
Şimdi bakın gökten indirirken ne fiilini kullanıyor? “enzele” indirmek fiilini kullanıyor.
Şimdi toprağa geldi, gördüğümüz yere geldi. Toprağın neresinde? İçinde hatta altında, oradan da bakın çıkarmak.
Yukarı doğru değil mi? Aşağı değil, yukarı doğru bir fiili söylüyor.
Şimdi bu, bunu gelmeden önce biyolojik olarak araştırdım. Olağanüstü bir şey. Şimdi bize normal geliyor ama. Ağacı düşünün meyveyi yetiştiren bir şey ama hurma ağacını düşünün mesela gördünüz değil mi? Hacca gidenler görmüştür. Onlarca metre boyutunda, onun ün üst dalına kadar su gidiyor arkadaşlar.
Ağacın içerisinde hangi pompa var? Hangi kompresör var?
Hiçbir şey yok. Makinesiz bir sistemle o yukarı çıkıyor. Bu nasıl oluyor peki?
Biz bugün ki fizik bilgilerimizle bunu biliyoruz.
1.si Kılcallık olayından oluyor. Kılcallık olayı nedir? İnce boru gibi şeylerin içerisine suyun içerisindeki bazı özelliklerden dolayı yüzey gerilimi oluşuyor ve oradan yukarı çıkma özelliği oluyor.
Birde Rabbim suya o kadar çok özellik vermiş ki, enler özelliği var.
Diğer sıvılardan. Diğer moleküllerden farklı olarak en fazla olan, en az olan diye söylediğimiz birçok özellik vermiş Rabbim. Mesela konudan çıkmadan şunu söylemek istiyorum suyu gözünüzde farklılaştırmak için.
Bütün sıvılar donduğu zaman hacimleri küçülüyor. Ama su +4 derecesine kadar bir büzüşme oluyor. +4 derecesinden donmaya doğru geçerken genişlemeye başlıyor. Bunu buzdolabına benim gibi yanılıp ta madensuyu koyanlar biraz unutunca görmüştür, genişlemeden dolayı şişeyi patlatıyor. Neden? Donarken hacmi artıyor. Ve bu sıvılar içerisinde bir tek su da olan bir özellik.
Mesela doğada bunun ne faydası var?
İşte büyük bir sır var ve bunun da izah edildiğini zannetmiyorum. Yani fizikte bu neden oldu? Bildiğim kadarıyla bulunamadı. Ama bunun doğada bir faydasını görüyoruz.
Mesela kuzey kutbunda görmüşsünüzdür. Belgesellerden izliyoruz. Su donuyor fakat yüzeyde kalıyor. Tersi olsa ne olurdu biliyor musunuz?
Su dipten itibaren donardı. O zaman da yaşam olmazdı ve o suyun erimesi mümkün olmazdı. Fakat üstte buz altta yaşam devam ediyor. Yukarısı -50 bilmem kaç derece bile olsa buzun altında o kadar soğuk olmayarak yaşam sağlanıyor. Tabi bizim bundan faydalanan kısmı. Allahu Teâlâ bunun için yaratmıyor o özelliği ona vermiyor. Onun içerisinde sırrani öyle bir özellik var. Fakat biz menfaatleniyoruz.
Yani burunu Allahu Teâlâ çok farklı cemali özelliklerde yaratıyor fakat biz bunla nefes alıyoruz. Bunun gibi bir şey.
Gözyaşı, gözün dış tabakasının mikroplardan korunması ve kurumaması için, fakat duygulandığımızda ağlıyoruz. Ne alaka değil mi?
Yani Rabbimin muradı ile dünyadaki fiziksel özellikleri, avantajları farklı.
Birisi ilim, birisi O’nun hikmeti daha boyutunda da sırrı var. Aynen bunun gibi
Şimdi bunları neden anlatıyorum burada?
“Ahracnâ bihî” Diyor ya burada. Rabbim onunla meyveler üretiyor. Demek ki biyolojik olarak meyvelerin üretilmesi sisteminde suyun bazı özellikleri varmış ki, bu onun yetişmesinde katkıda bulunuyor. Bakın orda “Bihi” demezse. “Onunla” demezse, “Ahracnâ” dese “Semerat” olsa, birçok biyolojik özelliklerle bu meyvelerin yetiştiğini anlayabiliriz. Ama Allahu Teâlâ özellikle “Bihi” derken “Su ile” derken, bazı özelliklerden ötürü. Bu sistemin o0lduğunu gösteriyor. Mesela biraz evvel işte bunlardan birisi, birçok özellik olabilirde benim aklıma gelen şu oldu.
Sudan hepimiz biliyoruz H2O değil mi? 2 tane hidrojen atomu, 1 tane oksijen atomu bu hidrojen atomunun arasındaki yüklerinden kaynaklanan bazı farklılıklarından ötürü zayıf çekme kuvvetleri oluşuyor.
Biyolog arkadaşımla konuştuk “sanki el ele tutuşuyor” gibi diyor moleküller. Ve birbirlerini zayıf olarak çektikleri için işte bu ağacın en tepelerine kadar suyun gidebilmesine olanak veriyor. Bu diğer sıvılarda yok belki de çok az olan bir özellik. Rabbim işte suya bu özelliği vermesiyle suyun ağacın en üst kısmına ve dallarına kılcal damarlar gibi düşünün gitmesiyle beraber meyvelerin yetişmesine olanak veriyor. En azından bu, bunun suyun bilmediğimiz birçok özelliği dolayısıyla meyvelerin yetişmesine olanak sağlıyor.
Bu suyun bir fiziksel özelliği.
Bir de bu benim alanıma girdiği için teferruatlandırmak istiyorum;
Daha evvel ki konuşmalarda da olmuştu. Ağaçlarda fotosentez denilen bir olay var. Bunlar çok karmaşık şeyler değil. Hatırlarsanız ilkokul seviyesinde öğrendik biz.
Aslında çok karmaşık bilgiler değil. Fotosentez nedir?
Ağacın güneşten enerji alarak ve de sudan faydalanarak, birde karbondioksiti kullanarak glikoz üretmesi.
Yani şimdi glikozu biz yiyoruz değil mi?
Şöyle bir bilgi vereyim. Bütün yeryüzündeki mahlûkat bir şeye muhtaç enerji açısından. Mesela biz şöyle güzel kuzu bonfile yiyoruz değil mi? Onu yiyoruz enerji alıyoruz. Peki, bu kuzu onu nasıl elde ediyor?
Yeşilliği, bitkiyi yiyor. Bütün besin zincirleri nihayetinde bitkiye gider. Bitki enerjisini kendi kendine üreten tek mahlûkat grubudur. Hem kendi enerjisini kendi üretir, hem de başkalarına enerji sağlayacak mekanizmalar üretir. Bunun en başında da glikoz gelir.
Glikoz molekülü de karbon atomu, oksijen ve hidrojenden oluşur. Karbonu nerden sağlıyor? Karbondioksitten sağlıyor. Havadan karbondioksit alıyor. Diğer yapısında bulunan oksijen ve hidrojeni nereden alıyor? Sudan alıyor.
Eğer su olmazsa bu sistem gerçekleşemiyor. Ne kendi enerjisini üretiyor, ne de bütün mahlûkatın enerjisini sağlayabiliyor. Yaşam döngüsü biter.
Şimdi benim aklıma şu geliyor. Ben bu alanda güneşin çok etkin olduğunu biliyorum. Güneşten de faydalanıyor. Ondan elektron alarak yani enerji alarak faydalanıyor. Şimdi bütün enerjiyi glikozdan ve glikozun alt yapısındaki atp denilen bir şeyden alıyoruz fosfat bağlarının kırılmasıyla. Fakat bitki bundan faydalanmıyor ya. Enerjisini nereden alıyor biliyor musunuz?
Güneşten alıyor. Yani biz aslında neyi yiyoruz biliyor musunuz? Güneşi yiyoruz.
Fakat bu bile değil. Eğer su olmasın var ya. Bitki bunu da yapamıyor.
Mesela ortaokulda bir deney yapmıştık. Fasulyeyi filizlendirmiştik. Fakat karanlık bir odaya koymuştuk. Yine de filizlenmiş 1 karış kadar olmuştu. Yani ışık olmasın yine bu olay oluyor. Fakat sulamazsan o fasulye taneleri, tohumların da hiçbir hayat olmuyor.
Rabbim diyor ki işte Birinci etken “su”.
İkinci etken güneş. Hatırlıyor musunuz biraz önce söylediğim ayeti.
“Ve cealnâ minel mâi kulle şey’in hayy” “Biz hayy olan canlı olan, diri olan her şeyi sudan halk ettik”
Bunun tasavvufi yaradılışına giderseniz, bakarsınız ki. Birinci olarak dedik ya Allah’ın yaratma emrinde, ilk nereden geliyor? Su denilen yani o âlemin suyu ne ise, ağma denizi de deniyor ona tasavvuf kitapların da görmüşsünüzdür. O denizden çıkıyor. Yani daha zati bir olay.
Yaratma sisteminde aşağı doğru gidildikçe onu Âdem kıssalarından hatırlarsanız.
Cennetin en üstünde nimet olarak ne vardı? Cemalullah vardı. O Cemalullah’ta yeryüzündeki göstergesi güneştir.
Şimdi bitkiye gelelim. Güneşten mi birinci olarak faydalanıyor? Sudan mı?
Sudan. İşte ayet “Bihi” diyor. “Onunla”. Meyveler çıkarılıyor. Rabbim etken olarak “Onunla çıkarılır” diyor.
Demek ki su güneşten daha etken. Güneşin biraz evvel ne olduğunu, o muhteşem şey olduğunu söyledik. Ama demek ki suyun yerin yukarlarda zata yakınmış.
Zaten bir ipucu olarak vereyim. Hz âdem neden cennete indirildi kısmında ne yaptı ki? Cennete indirildi kısmında, bu bir işaret aynı zamanda.
Devam edelim. Detaylar sizi sıkıp boğmuyordur umarım bu şekilde daha verimli olduğunu düşünüyorum.
Dinleyenlerden bir kişi: “Bu şekilde Kuran’a hayranlığımız daha fazla artıyor” diyor.
Cevap: “Aynen öyle”. Zaten biraz sonra göreceğiz.
Mesela 29. Ayette “Gerçekten Allah’ın kitabını okuyanlar, namazı dosdoğru kılanlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve aşikâr hak yolunda sarf edenler asla zarar etmeyecekleri bir ticaret ümit edebilirler.” Derken
Birinci sırada “Allah’ın kitabını okuyanlar” diyor.
Bakın ikinci sırada namaz var. Yani bu bize anlatılmayan şeyler. Belki de bu devirde böyle olması gerekiyordu, idrakin biraz açılması gerekiyordu.
Bir şey daha söyleyeceğim burada.
“Elem tera ennallahe” derken burada Allahu Teâlâ, gökten su indirirken zatının ismini kullanıyor. Ama suyu “Biz su ile meyveler çıkartırız” derken, “Ehracna” diyor “Biz çıkardık” diyor.
Yani birinde Allah ismi direk kullanılıyor. Diğerinde biz diyor. Maalesef bu kitaplar da tam anlaşılmadığını düşünüyorum. İkinci vurgunun birinci vurgudan daha kuvvetli olduğunu söylüyorlar. Burada çok büyük tefsir kitapları da var ama bence mantıklı değil. Çünkü koskoca suyun, biraz önce konumunu anlattık, tam olarak aşağı indirilmesi mi daha büyük bir şey? Yoksa yeryüzündeki fiziksel kanunlar mı daha kuvvetli?
Elbette bu suyun indirilmesi. Daha azametli olan Allah’ın zatının ismi var. Bir de “Biz” diyor. Ama ne hikmetse? Ben ve biz konusu Kuran’da geçen yeteri kadar anlaşılamadığı için. Burada azamet bildirmek için “Biz” dedi diyor. Benim bildiklerime uymuyor. Tabi ki ben cahilim yani daha farklı bir şeyler olabilir.
Fakat benim bildiğim kadarıyla şöyle, ben dediği zaman Allahu Teâlâ bizzat zatıyla söylüyor. Ben yaptım diyor. Ama biz biliyoruz ki Allahu Teâlâ bir zatı ile iş görüyor bir de sünnetullahı ile iş görüyor. Allah’ın kendi kurduğu sistemiyle iş gördüğü zaman buna melekler de dâhil. O zaman “Biz” diyor.
Mesela bir devlet başkanının ben yaptım diyor., bir de devlet sistemiyle beraber yapması. Yani devlet sistemiyle yaptığında kendisi yapmış olmuyor mu? Oluyor.
Ama sistemle olduğu zaman biz.
Bir de “O yaptı” var. O hu’ya giriyor. Onu açıklamayayım.
Demek ki yeryüzündeki sistem sünnetullah’ın göstergesi. Yani Allahu Teâlâ fiziksel kanunlarla nerdeyse kendi kendine işleyen öyle bir sistem kuruyor ki, sistem kendi kendini götürüyor ve yaratmanın şeyi olarak gözüküyor. İşte bu ateist, materyalist denilen kimselerin yanıldığı öyle. Allahu Teâlâ o kadar muhteşem bir sistem koyuyor ki, kendi kendine öyle bir işliyor ki, hataya kapılıp Allah’ı göremiyorlar onda.
Doğa yaptı diyorlar. Doğa böyle diyorlar. Onlar ne yapsın sistem o kadar mükemmel ki hataya düşüyorlar.
Ama Müslüman olan bizler ne yapıyoruz?
O sistemde ki Allah’ı görüyoruz. İşte zaten imanın güzelliği. Yani biz içindeki beni görüyoruz.
Allah nasip ediyor bunu bize iman ile beraber. Bunu da işte okuyup geçmeyelim diye “Allah” diyor orada, birde “biz” diyor. Bunun ilmini göstermek istedim.
Demek ki koskoca muhteşem, aziz olan suyun yeryüzüne ikram olarak indirilmesi ancak Allah ile oluyor. Zatının ikramı ile oluyor.
“Görmedin mi bunu?” diyor. Niye o gözle bakmıyorsun? Niye yağmur yağdığı zaman eyvah bugün yine hava yağışlı mı ya?” Çarşıya, pazara çıkamayacağız” diyenler gibi niye bakıyorsun?
Eğer bunu Allahu Teâlâ rahmet üzerine indiriyorsa. Bil ki o çok büyük bir ikram.
Sen bu olaydaki Allah’ı da mı görmüyorsun?
Rahmet olarak görsen bile, Allah’ı ıskaladığın da haşa yine hatadasın.
“elemtera” “lem” birde cahtı mutlak Arapçada. Hiç mi görmedin de görmüyorsun hala? Kesinlik bildiren bir geçmiş zamandır.
Sonsuza kadar devam eder o olumsuzluk.
Hala mı böyle yapıyorsun? Niye böyle yapıyorsun?
Görüyor musunuz? Ayetleri bir okuyup geçiyorsunuz. Bir de baktığınızda neler veriyor. Yani imanı kuvvetlendirici. Allah’ın Arapçada gramerlere yüklediği özelliklerle Mübin olan açıklayıcı Arapça ile ne türlü manalar var. Tabi bunlar görebildiklerimiz. Göremediğimiz daha ne hazineler var. Ne derinlikler var. Allahu Teâlâ bunları bize açsın. Açtığı kadar da O’na yakın olanlardan eylesin.
Bu” semerâtim muhtelifen” derken de şunu diyor.
Ya toprağı görüyorsun, kahverengi bir toprak. Ağacı görüyorsun kırmızı yeşil, sarı değişik değişik renklerde. Ben çocukken çok merak ederdim. Ya nereden geliyor bu kadar renk?
Domatesi düşünün kıpkırmızı. Toprağa bakıyorsun kahverengi bir şey. Yani sır gibi olağanüstü bir şey.
Değişik değişik renkleri nasıl veriyor Rabbim? Yok, orada yok o.
Aynı karbon, aynı oksijen, aynı hidrojen öyle bir araya geliyorlar ki farklı farklı şeyler oluşuyor. Bir pazara gidin.
Mesela bir abimiz var. Diyor ki: “Pazara gittiğimde ben alışveriş edemiyorum. Alışveriş ettiğimde de onu yiyemiyorum.” Diyor. Yani bu hayret diyor. Aman Yarabbim bunlar ne? Çiçek gibi, İçini açıp bakıyorsun. Yani Pazar alışveriş yeri değil. İnsanların birbirlerini kazıklamak için bulunduğu yer değil. Allah’ın nimetlerinin temaşa yeri.
Hatta sahabe efendilerimiz birbirlerine haber verirlermiş. Hadi pazara gidelim. Bizim mantıkla değil.
Millet alışverişe dalmış Allah’ı unutmuş ya. Allah’ı unutulan yerde zikir edelim ki nice şeylere kavuşalım diye.
“Sübhanallahi velhamdülillahi ve la ilahe illallahü vallahü ekber” bakıyorlar “ vela havle vela kuvvete illah billahil aliyül azim”
“Lâ ilâhe illallah, Muhammedur Resûlullâh”
Yani zikir alanı haline getiriyorlar. Peygamber efendimiz (SAV) ne diyor:
“Sizin için yeryüzü mescit kılındı” diyor.
Namazı biz sadece tekbirle, sağa sola selam arasında zannediyoruz. Ama sahabe efendilerimiz bütün yaşamları içerisine koymuşlar.
Evine aldın. Hapur hupur götürmek yerine, nefis biliyorsunuz hop diye çekiyor ya.
Bakıyorsun içinde neler var? Görüntüsü nasıl? Hiç portakalı şöyle bir kesip baktınız mı ya?
Nasıl âşık oluyorsunuz? Böyle sapsarı bir şey sulu sulu.
O kiviyi kesiyorsunuz ortadan. Neye benziyor? Ben irise benzetiyorum, göz bebeğine.
Allahu âlem araştırılsın, göze şifadır o.
Domatesi kesiyorsun böbreğe benziyor. Her yiyecek bir şeye benziyor.
Ehli ilim bu şekildeki ledünni şeylerle onun nereye faydalı olduğunu anlarlarmış.
Akşemseddin Hz’lerinde, Lokman Hekim’de böyle ilimler varmış. Bunun babası da Hz Süleyman biliyorsunuz.
Yani işte Rabbim ilimi öyle birbiri içerisine katmış ki neler neler var.
Burada “muhtelifen elvânuhâ” “muhtelif renkler” derken, bir şey dikkatimi çekti. Bunu araştırın.
Her renk meyve var. Bir renk meyve yok.
Mavi. Bunu bir düşünün neden mavi? Her renk var da neden mavi yok?
Ama mavi çiçek var. Nadir de olsa var. Firuze çiçeği biliyorsunuz mavi.
Ama mavi meyve yok neden?
Hem bunun fiziksel bazı şeyleri var. Üç renk ana renk sarı, kırmızı, mavi. Her renk bu renklerden oluşur. Elbette hikmetsel bir sebebi vardır. Bunu bir tefekkür malzemesi olarak ortaya sunuyorum.
Evet devam edelim.
“Ve minel cibâli” “Dağlardan cüdudlar yaptık.”
“Cüdud” “yol” deniyor. Dağların arasında kendinden oluşmuş yollar.
Bunların renklerini söylüyor Rabbim.
“Bîduv” bu beyza var. Biliyorsunuz beyza renkleri. Beyza beyaz demek. Beyazmış o yollar. Beyaz yol da nasıl oluyormuş? Bilmiyorum.
“Ve humrum” “Kırmızı” siz hiç kırmızı yol gördünüz mü? Bilmiyorum işte bu ayet biraz ilginç.
“Muhtelifun elvânuhâ” “Renkleri de muhtelif muhtelif” yani sadece beyaz, kırmızı değil. Renkleri de muhtelif.
“Ve ğarâbîbu sûd”
“Sûd” “sevde” biliyorsunuz kara sevda diyorlar ya “siyah” demek. Sevde ismi esved, hacerül esved siyah buradan geliyor.
“ğarâbîbu” da bu garb kelimesinden geliyor. Hani güneşin batması var ya. Güneş battığı zaman ne ortaya çıkar?
Karalık ortaya çıkar. “Çok koyu karalık” manasına geliyor.
Yani aslında saatlerce araştırdım bunu ama bu Ayet pek anlaşılamamış.
Hatta ruhul beyan var ben çok faydalanıyorum. O, onu demiş. Bu, bunu demiş gibi ifadeler var.
Burada kastedilen dağların renklerinin muhtelifliği mi? Yoksa dağların aralarındaki o yolların renklerinin muhtelifliği mi? Buna tam karar verememişler.
Çünkü Rabbim neden yolların renklerine dikkat çeksin ki? Şeyi anlıyoruz. Meyvelerdeki renkliliği ama dağların yürüyüp gittiğin yollarının renklerini, biz burada;
Allah Allah ya onlarda mı farklı ya? Kırmızı yol mu var? Beyaz mı yol? Diyoruz.
Mesela ben bunu şurada gördüm. Uçakla giderken ben aşağı bakmayı çok severim. Ben havacıyım. Paraşütle uğraştım. Yelken kanat ile uğraştım. Çok aşinayım onlara.
Aşina olmam lazım ama hep cam kenarı bilet alırım. Burnum yapışık giderim. Hatta ikramları bile kaçırdığım olur izlerken.
Dikkatimi çekiyor bu ayet. Hani o kırmızı, beyaz yol. Yukarıdan baktığınız da çok net algılıyorsunuz. Fakat bunu biz şu zaman da uçakta giderken kaç kişi aşağı bakarsa, o gözle bakarsa görüyoruz. Yıllarca çölün ortasında dolaşmış olanlar bu acaba renklere Rabbim niye dikkat çekmiş diye düşünmedim değil doğrusu.
Şimdi meyvelerdeki renk çeşitliliğini düşün. Aynen burada muhtelif renklerde derken aynı kelimeyi kullanıyor. Sanki meyvelerde çiçeklerde olan renk çeşitliliği gibi dağların içerisindeki yollarda da sanki çeşitlilik varmış gibi burada bir vurgu var.
Yani bu garip bir ayet. Anlaşılmamış bir ayet hemen öyle geçip gitmemek lazım diye düşünüyorum. Benim aklıma şu geldi.
Yol deyince arkadaşlar. Hani “Biz onları yollarımıza iletiriz” diye bir ayet var ya. Sırati müstakim bir tane olmasına rağmen, her fıtrati insan boyutunda.
Her insan fıtratı kadar, Allah’a gitme yol farklılığı var.
Her insanın çeşitliliği kadar yol farkı var.
Neden?
Herkesin karakteri farklı. Herkesin ırsi özellikleri farklı. Herkesin genetik özellikleri farklı ve herkeste ki esma tertipleri farklı.
Esmalar bakın, renkler. Bir ayet var.
“Sıbğatallâh” diyor. “Allah’ın boyası” (Bakara 2.138)
Burada ki Allah’ın boyası tasavvufi olarak Esmalara denk geliyor.
Yani her Esma’nın farklı bir renkle ifade edilmesi söz konusu.
Şimdi her Esma’nın rengi farklıysa ve her insanın da bu esma tertipleri farklıysa. Renklerin de farklılığı söz konusu olacak. Buda gidişteki yolların muhtelif renklerde olmasının göstergesi. Bu neyi işaret ediyor biliyor musunuz?
Dayatılıyor ya illa şu yoldan gideceksin diye. Bunu anladınız.
Ya adamın fıtratı farklı nasıl oradan gidecek?
Bir tane tarikat yok yol farklılığı var. Haniflik konusunda bunu çok işledik. Şirket gibi herkes benim şirketime gelsin dersen olmaz
Herkesin fıtratı farklı. Bakara Suresinde işledik. “Musa’yı İslam asanı vur dedik” diyor “kayaya vurdu. 12 tane pınar fışkırdı herkes meşrebine” yani “içtiği yeri bildi”.
Bu tasavvufi kitaplar da ne var? Meşrep farklılığı var.
Demek ki 12 tane farklı meşrep farklılığı olmak üzere, her insanın esma terkibinin farklılığınca gidiş yolu var. Farklılığı var.
İşte bence Allahu âlem buna işaret ediyor. Ama demek ki 3 tane ana, temel yol varmış. Beyaz, kırmızı, koyu siyah.
Bunun dışında da muhtelif renklerde gidiş farklılıkları varmış.
Beyaz biliyorsunuz. İstiareye yatıldığında görüldüğü gibi, daha Allahi bir yol.
Kırmızı tasavvufta pek sevilmez. Peygamber Efendimizin (SAV) hiç kırmızı giymediği söylenir. Daha dünyevi, daha nefsani arzuların olduğu bir gidişat.
Siyahta, burada kuzguni siyahtan ne olduğunu anlayabiliyoruz. Karga var ya. Kargaya bu garabi kökünden garub deniyormuş. Yani kargaların gittiği yol manası da olabilir. Buna benzerde 3 tane ana yol olmak üzere muhtelif renklerde yollar varmış.
Allahu Teâlâ bize yeryüzünde kanıksadığımız, aleni olarak gördüğümüz şeylerin aslında Allahu Teâlâ’nın bizzat ikramı ile olduğunu anlama yetisi versin inşallah.
Çünkü böyle olursa, gizlenmiş olan sünnetullah’ın içerisinde Allah’ın zatına bizde müşade ederiz de, herkesin kaybolduğu gibi, bu materyalist dünya sisteminde boğulmayız.
Allah’ı yaşarken algılayan, farklılığında olan ve bununla da yakınlığına gidenlerden olmayı nasip etsin inşallah.
Allahu Teâlâ herkese fıtratı ölçüsünde, terkibi ölçüsünde değişik Allah’a gidiş yolları vermiş.
Bize de fıtratımıza en uygun olan yolu nasip etsin.
Ve asıl yol olan sıratı müstakimle bize hidayet etsin.
Hidayet etmekle de kalmasın, bizi orada daim kılsın.
Sabit kılmakla da yetmesin. “biz hidayet edenlerin hidayetini arttırırız” diyor
Hidayet nihayet Allah’a ulaştırır.
Allah’a en güzel, en yakın şekilde giden yolu bize nasip etsin.
Sadakallahül azim.
Elhamdülillahi rabbil alemin.