SES KAYDINI MP3 OLARAK DİNLEMEK VEYA İNDİRMEK İÇİN LİNKE TIKLAYINIZ:
https://yadi.sk/d/qO539fdHfnAFK
:SEBE 32
قَالَ الَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا لِلَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا أَنَحْنُ صَدَدْنَاكُمْ عَنِ الْهُدَى بَعْدَ إِذْ جَاءكُم بَلْ كُنتُم مُّجْرِمِينَ
Kâlellezînestekberû lillezînestud’ifû e nahnu sadednâkum anil hudâ ba’de iz câekum bel kuntum mucrimîn(mucrimîne).
1. | kâle | : dedi |
2. | ellezîne | : onlar |
3. | istekberû | : büyüklük tasladılar, kibirlendiler |
4. | li ellezîne | : onlara |
5. | istud’ifû | : zaafa uğratıldılar, hakir görüldüler |
6. | e | : mi |
7. | nahnu | : biz |
8. | sadednâ-kum | : biz sizi engelledik, mani olduk |
9. | an el hudâ | : hidayetten |
10. | ba’de | : sonra |
11. | iz câe-kum | : size geldiği zaman |
12. | bel | : hayır, bilâkis |
13. | kuntum | : siz oldunuz, idiniz |
14. | mucrimîne | : cürüm işleyenler, suçlular |
Kibirlenenler, zaafa uğratılanlara: “Sizlere hidayet geldikten sonra, hidayetten sizleri biz mi engelledik? Hayır, siz (kendiniz) mücrimlerdiniz (suçlulardınız).” dedi(ler).
SEBE 33 :
وَقَالَ الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا بَلْ مَكْرُ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ إِذْ تَأْمُرُونَنَا أَن نَّكْفُرَ بِاللَّهِ وَنَجْعَلَ لَهُ أَندَادًا وَأَسَرُّوا النَّدَامَةَ لَمَّا رَأَوُا الْعَذَابَ وَجَعَلْنَا الْأَغْلَالَ فِي
أَعْنَاقِ الَّذِينَ كَفَرُوا هَلْ يُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Ve kâlellezînestud’ifû lillezînestekberû bel mekrul leyli ven nehâri iz te’murûnenâ en nekfure billâhi ve nec’ale lehû endâdâ(endâden), ve eserrûn nedâmete lemmâ raevûl azâb(azâbe), ve cealnel aglâle fî a’nâkıllezîne keferû, hel yuczevne illâ mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
1. | ve | : ve |
2. | kâle | : dedi |
3. | ellezîne | : onlar |
4. | istud’ifû | : zaafa uğratıldılar, hakir görüldüler |
5. | lillezîne (li ellezîne) | : onlara |
6. | estekberû | : büyüklük tasladılar, kibirlendiler |
7. | bel | : hayır |
8. | mekru | : hile, tuzak |
9. | el leyli | : gece |
10. | ve en nehâri | : ve gündüz |
11. | iz te’murûne-nâ | : bize emrediyordunuz |
12. | en nekfure | : inkâr etmemizi |
13. | bi allâhi | : Allah’ı |
14. | ve nec’ale | : ve kılıyoruz, kılarız |
15. | lehû | : ona, ona |
16. | endâden | : eşler, dengi şeyler (putlar) |
17. | ve eserrû | : ve gizlediler, sakladılar |
18. | en nedâmete | : pişmanlıklar |
19. | lemmâ | : olduğu zaman |
20. | raevû | : gördüler |
21. | el azâbe | : azap |
22. | ve cealnâ | : ve biz kıldık, yaptık |
23. | aglâle | : halkalar, zincirler |
24. | fî | : içine, … e |
25. | a’nâkı | : boyunlar |
26. | ellezîne | : onlar |
27. | keferû | : inkâr ettiler, kâfir oldular |
28. | hel | : mı |
29. | yuczevne | : cezalandırılırlar |
30. | illâ | : den başka |
31. | mâ | : şey |
32. | kânû | : oldular |
33. | ya’melûne | : yapıyorlar |
: | Ve zaafa uğratılanlar (hakir görülenler), kibirlenenlere: “Hayır, (işiniz) gece ve gündüz hile idi. Bize Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na putları eşler koşmamızı emrediyordunuz.” dediler. Azabı gördükleri zaman pişmanlıklarını saklarlar (için için pişman olurlar). İnkar edenlerin boyunlarına halkalar (zincirler) geçirdik. Onlar yaptıklarından başka bir şeyle mi cezalandırılırlar?
|
Eûzubillah , Eûzubillah
Eûzubillâhimineşşeytânirracîym
Bismillâhirrahmânirrahîm
SEBE sûresine kaldığımız yerden devam ediyoruz..
Geçtiğimiz hafta 32-33 ayetlere kısaca bir giriş yapmıştık.Bu ayetlerde bir ahiret sahnesi vardı.
Kısaca değinirsek;
Küfredenler: biz asla bu Kur’âna iman etmeyiz ve bunun önünde gelenlere de yani ALLAH’ın indirdiği kitaplara iman etmeyiz.
Bi görmüş olsan o vakit zalimlerin Rabb’lerinin huzurunda yakalanıp durduklarını ALLAH u Teâla da Peygamber Efendimiz (S.A.V) ‘e diyor ki:
Ah bi görsen, keşke bi görsen (Görünce hali ne olacak bu açıklanmıyor).Ama neyi göreceğini izah ediyor.Zalimlerin Rabb’lerinin huzurunda tevkif edilip ,yakalanıp durdukları hallerini bi görsen. Bunlar ne yapıyormuş;
- yerciu ba’duhum ilâ ba’dınil kavl(kavle)
- يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ الْقَوْلَ
Kavil olarak birbirlerine dönüyorlarmış,birbirlerine sözle atışmada bulunuyorlarmış.
- yekûlullezînestud’ifû يَقُولُ الَّذٖينَ اسْتُضْعِفُوا
Zayıf olanlar;
- lillezînestekberû لِلَّذٖينَ اسْتَكْبَرُوا
(Zayıf olanlar) Kibirli olanlara diyorlarmış ki :
- lev lâ entum le kunnâ mûminîn(mûminîne) لَوْلَا اَنْتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِنٖينَ
Eğer siz olmasaydınız, biz muhakkak müminlerden olurduk.Geçtiğimiz hafta bunları açıklamıştık.
Sebe -32
Kâlellezînestekberû lillezînestud’ifû
قَالَ الَّذٖينَ اسْتَكْبَرُوا لِلَّذٖينَ اسْتُضْعِفُوا
Kibirlenenler zayıf olanlara diyecek ki:
- e nahnu sadednâkum anil hudâ ba’de iz câekum / اَنَحْنُ صَدَدْنَاكُمْ عَنِ الْهُدٰى بَعْدَ اِذْ جَاءَكُمْ
Biz mi sizi çevirdik, hidayet size geldikten sonra.
- bel kuntum mucrimîn(mucrimîne) / بَلْ كُنْتُمْ مُجْرِمٖينَ
Hayır, bilakis siz (günahkarlardan)mücrimlerdendiniz.
Şimdi burada zalim kelimesine değinmek istiyorum. Zalim kelimesinin kökü ظلم (zulm)den gelmektedir. Birkaç farklı manaya geliyor. Birincisi zulmet karanlık demektir. Bunun zıttı ise nur نور ‘dur. “ALLAH sizi zulumetten (karanlıktan) aydınlığa çıkarır.
(Maide-16)
- يَهْدٖى بِهِ اللّٰهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ وَيُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِهٖ وَيَهْدٖيهِمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقٖيمٍ
- Yehdî bihillâhu menittebea rıdvânehû subules selâmi ve yuhricuhum minez zulumâti ilen nûri biiznihî ve yehdîhim ilâ sırâtım mustegîm.
- Allah, onunla rızası peşinde olanları selâmet yollarına iletir ve onları izniyle, karanlıklardan aydınlığa çıkarıp kendilerini dosdoğru bir yola iletir.
(Bakara-257)
- اَللّٰهُ وَلِىُّ الَّذٖينَ اٰمَنُوا يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ وَالَّذٖينَ كَفَرُوا اَوْلِيَاؤُهُمُ الطَّاغُوتُ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى الظُّلُمَاتِ اُولٰئِكَ اَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ
- Allâhu veliyyullezîne âmenû yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr, vellezîne keferû evliyâuhumut tâğûtu yuhricûnehum minen nûri ilez zulumât, ulâike ashâbun nâr, hum fîhâ hâlidûn.
- Allah, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin velileri ise tâğûttur. (O da) onları aydınlıktan karanlıklara (sürükleyip) çıkarır. Onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalırlar.
Diğer ikinci anlamı ise zalimlik denilen anlamıdır. Burada geçen zalim kelimesi de ism-i fail kalıbında o zulmü işleyen faildir. Burada anlam olarak zalim kelimesi karanlığa giren karanlığa sokan yaptığı davranışla kendilerini ve başkalarını özellikle kendini karanlığa sokan anlamındadır.Allah, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin velileri ise tâğûttur. (O da) onları aydınlıktan karanlıklara (sürükleyip) çıkarır. Onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalırlar.
Zulm adaletin tersidir. Kelime kökü itibariyle adil olmak, dengeli olmak anlamına geldiği gibi birşeyi karşılığında mukabilinde vermek anlamına da geliyor. Birşeyin yerine birini koymak. Mesela bizler gidip adalet istiyoruz; birşeyin karşılığında bir şey istiyoruz.
İşte bu durumun zıttı zulm oluyor.Bu durumu başka bir deyişle örneklersek;
Kişi Ramazan ayında oruç tutamıyorsa mukabilinde bazı şeyleri yerine getirir. Yine Hacc farizâsında da kurban kesemeyen kişi bunun muâdili olarak oruç tutmakta, böylece birşeyin yerine birşeyin geçmesi durumu oluşmaktadır.
Eğer bu durum adaletle olması gereken değerde, mukabilinle sağlanmıyorsa -yanlış mantıkla- hâk değerlerle yapmadığımızda zulm yapmış oluyoruz. Burada ki ifadesiye zulm adaletsizlik etmek oluyor.
“ZULÜM” ün üç yönü vardır:
- Birincisi ALLAH’a karşı yapılan (haksızlık)
- diğeri kula karşı yapılan (adaletsizlik)
- bir de kişinin kendine yaptığı zulüm vardır. (nefsine zulüm)
Biliyorsunuz ALLAH u Teâla herşeyden Mustağnîdir. O’na zarar veremezsin, zulmedemezsin ama O’na zulüm nasıl oluyor?!
O’nun Hâk sistemine,had sistemine, kitaplarına haksızlık ederek ya da ALLAH’ın zatına haksızlık ederek oluyor.
Hâd:İslam dininin ortaya koyduğu helal-haram sınırları, miktarı ve niteliği nass’larda belirlenmiş olan şer’î cezalar demektir. İslam ceza hukukunda hâd’ler ALLAH hakkı olarak kabul edilmiştir.
Nass: Malûm ya da aşikâr karar kesin emir anlamına gelen bir kelimedir.
(Yunûs-106)
- وَلَا تَدْعُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكَ وَلَا يَضُرُّكَ فَاِنْ فَعَلْتَ فَاِنَّكَ اِذًا مِنَ الظَّالِمٖينَ
- Yine bana şöyle emredildi: “Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dîne çevir. Sakın Allah’a ortak koşanlardan olma. Allah’ı bırakıp da sana ne fayda ve ne de zarar verebilecek olan şeylere yalvarma. Eğer böyle yaparsan, şüphesiz ki sen zâlimlerden olursun
Yani ALLAH u Teâla övülmeyi hâk ediyor. ALLAH öyle muntazam bir sitem kurmuş ki sen bunu yapmadığın zaman, zulüm etmiş oluyorsun. ALLAH’ın kitaplarına iman etmek gerekiyor. Çünkü ALLAH onu bize sistemi anlatmak için gönderiyor. İşte sen buna değer vermezsen ,değiştirir, inkar edersen zalim oluyorsun , zulmetmiş oluyorsun. Yani bu yüksek değerlere haksızlık etmiş oluyorsun. İşte bu, ALLAH’a karşı zulüm oluyor.
Diğer bir zulüm ise kişilere karşı olanıdır. Kişilere adîl davranmadığın takdirde kişilere zulmetmiş olursun. Onlara eziyet eder, haksızlık yaparsan bu şekilde zulüm işlemiş olursun.
İşte bu ayetlerde geçen “zalimler”(1)’ derken kibirlenenler zayıflara zulmetmiş oluyorlar. Aynı zamanda da ALLAH’a karşı zalimlikleri de ayette(2)geçtiği gibi kitapları inkar etmekten geliyor.
- وَقَالَ الَّذٖينَ كَفَرُوا لَنْ نُؤْمِنَ بِهٰذَا الْقُرْاٰنِ وَلَا بِالَّذٖى بَيْنَ يَدَيْهِ وَلَوْ تَرٰى اِذِ الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِنْدَ رَبِّهِمْ يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ الْقَوْلَ يَقُولُ الَّذٖينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذٖينَ اسْتَكْبَرُوا لَوْلَا اَنْتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِنٖينَ
- Ve kâlellezîne keferû len nû’mine bi hâzel kur’âni(2) ve lâ billezî beyne yedeyh(yedeyhi), ve lev terâ iziz zâlimûne(1) mevkûfûne inde rabbihim, yerciu ba’duhum ilâ ba’dınil kavl(kavle), yekûlullezînestud’ifû lillezînestekberû lev lâ entum le kunnâ mûminîn(mûminîne).
Bir diğer zulüm ise kişinin kendine yaptığı zulümdür.Kurân-ı Kerîm’in bir çok yerinde ‘’Kendi nefislerine o zulmedeni gördünmü’’ ibaresiyle defalarca karşılaşırız.
(Saffat-113)
- وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلٰى اِسْحٰقَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِنَفْسِهٖ مُبٖينٌ
- Onu da İshak’ı da uğurlu kıldık. Her ikisinin nesillerinden iyilik yapanlar da vardı, kendine apaçık zulmedenler de.
(Rûm-9)
- (Yine) onlar, yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler. Yeryüzünü sürüp işlemişler ve orayı kendilerinin imar ettiğinden daha çok imar etmişlerdi. Onlara da peygamberleri apaçık deliller getirmişlerdi. Allah, onlara asla zulmediyor değildi. Fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.
(Nahl-118)
- وَعَلَى الَّذٖينَ هَادُوا حَرَّمْنَا مَا قَصَصْنَا عَلَيْكَ مِنْ قَبْلُ وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ كَانُوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
- Daha önce sana anlattıklarımızı yahudi olanlara da haram kılmıştık. Biz (bununla) onlara zulmetmedik, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.
(Tevbe-70)
- اَلَمْ يَاْتِهِمْ نَبَاُ الَّذٖينَ مِنْ قَبْلِهِمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَقَوْمِ اِبْرٰهٖيمَ وَاَصْحَابِ مَدْيَنَ وَالْمُؤْتَفِكَاتِ اَتَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
- Onlara kendilerinden öncekilerin; Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin; İbrahim’in kavminin; Medyen halkının ve yerle bir olan şehirlerin haberleri ulaşmadı mı? Peygamberleri onlara apaçık mucizeler getirmişti. (Ama inanmadılar, Allah da onları cezalandırdı.) Demek ki Allah onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendilerine zulmediyorlardı.
(Bakâra-57)
- وَظَلَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْغَمَامَ وَاَنْزَلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰى كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَمَا ظَلَمُونَا وَلٰكِنْ كَانُوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
- Bulutu üstünüze gölge yaptık. Size, kudret helvası ile bıldırcın indirdik. “Verdiğimiz rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin” (dedik). Onlar (verdiğimiz nimetlere nankörlük etmekle) bize zulmetmediler, fakat kendilerine zulmediyorlardı.
Yine Hz.Adem’in tövbe duasında geçen ayette de:
(Arâf-23)
- قَالَا رَبَّنَا ظَلَمْنَا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرٖي
- Kâla rabbenâ zalemnâ enfusenâ ve il lem tağfir lenâ ve terhamnâ lenekûnenne minel hâsirîn.
- Rabbena, dediler, nefsilerimize zulmettik, eğer sen bize mağfiret etmez, merhamet buyurmazsan şüphe yok ki husrâna düşenlerden oluruz .
Peki bu nefislere zulmetmek ne demek ?
Bu durumu ahiret sahnelerini göz önüne getirerek şöyle açıklayalım:
Nefsinin her dediğini zahiren yapıyorsun, (zulmetmiyorsun yani nefsinin bütün isteklerini bu dünyada yerine getiriyorsun ama kıyamet sahnesinde birinci sûr’un üflenmesiyle dünya yok oluş sürecine giriyor, devamında ikinci sûr üfleniyor )ve mahşere diriliyoruz.
Eğer o zaman dünya hayatında nefsinin tüm kötü isteklerine tabî olan kişi için (ALLAH’ın rahmeti de gelmez ise gideceğin yer ALLAH korusun Cehennem olur.Cehennem nefsin azap yeridir.Cennette aynı şekilde nefsin ikram yeridir.) Kişi cehenneme gittiğinde nefsi azap göreceğinden dolayısyla nefsine zulmetmiş oluyorsun.
Bir başka yorumla:Bizim yapımızda bulununan unsurlardan biri olarak nefsi ele alırsak kişi kendine azapla zulmetmiş olmaktadır.Haşâ ALLAHu Teâla zalim değil, kişi kendi nefsine zulmediyor,nefis de cehennemde yanarak azap görmüş oluyor.
Peki nefsin burada suçu ne.?
Cennet ile ilgili konulardan bahsederken nefsin asıl kaynağına değinmiştik.Nefsin asıl kaynağı cennette muhteşem bir yer.! Ayet-i Kerîm’e de:
(Nisâ-1)
- يَا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذٖى خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالًا كَثٖيرًا وَنِسَاءً وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذٖى تَسَاءَلُونَ بِهٖ وَالْاَرْحَامَ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقٖيبًا
- Yâ eyyuhân nâsuttekû rabbekumullezî halakakum min nefsin vâhidetin ve halaka minhâ zevcehâ ve besse minhumâ ricâlen kesîran ve nisââ(nisâen), vettekûllâhellezî tesâelûne bihî vel erhâm(erhâme). İnnallâhe kâne aleykum rakîbâ(rakîben).
- Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.
“Nefsin vahidetîn” yani tek nefis, nefsin kaynağı Cennetin en yukarısında olan muazzam bir şey.! ALLAH u Teâla’nın esmâları kökenli bir şey. Asıl itibariyle olağanüstü.! Fakat nefsin en büyük marazı gördüğü her şeyden haz duyması, fütursuzca ve sınırsızca davranmasıdır.
Sonra dünyaya (esfele sâfilîn’e) indiğinde aslını unutup o yüce yüksek makamını kaynağını aldığı değerleri unutup, burda çöpe sapa herşeye meylediyor. Senin meyletmen gereken, nefsinin kaynağı olan Cennette ki en yüksek ikram olan Cemalûllah’tır. Kişi bunu bırakır da çöpteki değerli gibi gözüken değersiz şeylere meyledersen azabı hak edersin. Sen nefsine zulmedersen nefiste o zulmü hak ediyor. Burada asıl belirleyici olan elmas ile kömürü değiştiren nefistir. Sana dürtülerinle talepte bulunuyor sende meylediyorsun.
Bunu daha önce bir benzetmeyle örneklendirmiştik;
Nefsi bir köpek olarak düşünün tasması elinizde gezdiriyorsun, fakat sizi her yöne çekiyor bir oraya bir buraya kaçıyor. İşte burada akli kontrol devreye giriyor. Akıllı insan, köpeğin sınırları aşan bu hareketlerini zapteder. Akılsız insan ise köpeğin gittiği yere gider ve köpeğin esiri olmuş olur. Daha sonra insan köpeği cezalandırmak zorunda kalır böylece kişi kendi köpeğine (nefsine) zulmetmiş olur. Burada ALLAH u Teâla bizleri aklımızla muhatab kılmaktadır.
ALLAH bizleri öyle muhteşem bir sistemle donatmış ki aslında bizler üç tane bilinç unsuruyla bu dünyada yaşıyoruz. Bunlar bilinç, bilinçaltı ve alt bilinç olarak ortaya çıkar. Bizler olayları bunlara göre algılıyor ve yorumluyor; burdan hareketle manalandırıp, ona göre davranıyoruz. Şu an asıl devrede olan bizim dünya bilincimizdir. Birinci derecede bundan sorumluyuz. Bilinçaltı ve alt bilinç farkında olmadan bizleri etkilemektedir. Zaten tasavvufî eğitimlerin temelinde önce bilinçaltını eğitmek vardır ki buna nefis terbiyesi deniyor.
Bunu gerçekleştirdikten sonra alt bilincin o taraflarıyla davranmak vardır. Alt bilinç ise ruhla ilişkidardır. Bizim alt bilinç dediğimiz şey aslında zamanın tam öncesinde Hz. Adem’e ruh üfürüldüğü zamanda ki ruh aleminin bilincidir. Bunun üzerine nefis verilerek cennete indiriliyor ve cennete de bu nefsin bilinci devreye giriyor. Böylelikle yukarıdaki ruh bilinci bilinç altı gibi oluyor. Daha sonra da Hz. Adem hata yapıp aşağı(dünyaya) indirildiğinde bu sefer oradaki (cennetteki) bilinç bilinçaltı, ruh bilinci alt bilinç olarak kalıyor sende bu dünyada bilincinle yaşıyorsun. Eğer bir insan olarak sen, ALLAH’i değerlerle düşünüp idrâk edip uygularsan alt bilincin derinliklerine doğru gidiyorsun ve kademen belirleniyor. Aslında böyle kapsamlı bir sistem var ancak bu olaylar bize çok basit anlatılıyor, algılattırılıyor biz de gördüğümüz gibi anlıyoruz.Halbu ki ALLAH u Teâla’nın sisteminde müthiş açılımlar var.
Ayet-i Kerîm’ e de:
(Şems-8)
- فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰیهَا
- Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
- Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona fücurunu (kötülük duygusunu) ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.
ALLAH nefse takvasını öğretiyor.Ruha ise neler öğretildiğini düşünmek gerekir. Geçen hafta da buna değinmiştik. Ruh zaten müşahede makamındaydı. Yani ALLAH u Teâla’yı o lâtîf alemde bizzat müşahede ediyordu. Bizler bu ruh bilincini şu an taşımaktayız. Şahit olan ve üfürülen bu ruh bizlerde.. Ruh Yaradan’ı tanıyor; işte eğer biz bu değeri bir anlayabilsek ALLAH’a yakınlaşmış oluruz.
Kaldığımız yerden 32.Ayet’e devam edelim;
قَالَ الَّذٖينَ اسْتَكْبَرُوا لِلَّذٖينَ اسْتُضْعِفُوا
Kâlellezînestekberû lillezînestud’ifû
Kibirlenenler zayıf olanlara diyecek ki:
اَنَحْنُ صَدَدْنَاكُمْ عَنِ الْهُدٰى بَعْدَ اِذْ جَاءَكُمْ
e nahnu sadednâkum anil hudâ ba’de iz câekum
Biz mi sizi çevirdik, hidayet size geldikten sonra.
Burada dikkat çekilecek nokta , kibirlenenler hidayet kavramını kabul ediyorlar. Bizler, küfredenler için söylediğimiz’’ hiçbirşeye inanmıyorlar’’ sözü burada aksi durumda zuhur ediyor. Burada zalimler hidayet geldiğini kabul ediyorlar. Hatta bugün bakmış olduğum bir tefsirde ’’küfredenler biz O kitaba inanmayız(iman etmeyiz) derken , kitabın ALLAH tarafından geldiğini biliyorlar’’diyor. Ancak kibirlerinden ötürü hükümlerini kabul etmiyorlar. Aynı zihniyet bu ayette hidayetin geldiğini görüyor, biliyorlar ve bunun üzerine biz mi sizi çevirdik diyor. Devamında;
bel kuntum mucrimîn(mucrimîne).
بَلْ كُنْتُمْ مُجْرِمٖينَ
Hayır, bilakis siz (günahkarlardan)mücrimlerdendiniz
Biraz önce bahsettik insanın içinde ruh yok mu.!
Evet alt yapısında ruh olan bir sisteminin bunu bilmemesi mümkün mü ?!
İşte biliyor fakat küfrediyor,örtüyor gerçekleri görmemezlikten gelmek istiyorlar.
Bunun üzerine zayıf olanlar kibirli olanlara diyecek ki ;
وَقَالَ الَّذٖينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذٖينَ اسْتَكْبَرُوا بَلْ مَكْرُ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ
Ve kâlellezînestud’ifû lillezînestekberû bel mekrul leyli ven nehâri
Zayıf ve güçsüz görülenler, büyüklük taslayanlara, “Hayır, bizi hidayetten saptıran gece ve gündüz kurduğunuz tuzaklardır.
Çünkü siz bize Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na eşler koşmamızı emrediyordunuz” derler. Azabı görünce de içten içe pişmanlık duyarlar. Biz de inkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar geçiririz. Onlar ancak yapmakta olduklarının cezasını göreceklerdir.
Bizi hidayetten çeviren sizin gece-gündüz kurduğunuz tuzaklardır.
- iz te’murûnenâ / اِذْ تَاْمُرُونَنَا
- Bize emrediyordunuz.
Geçen hafta ,kendilerinde özgüven eksikliği olanlar,kendilerini zayıf duruma getirenler, zayıf duruma getirilmesine müsaade edenler,kibirliler tarafından alt konuma getiriliyorlardı.
Geçende birisi bana şunu söyledi:
Birileri zayıf duruma gelmek istiyorsa,aynı kişiler bu sefer kibirlenmek isteyenleri kibirli hale getiriyorlar.Burada büyük görme eğilimi var.Günümüzde de yok mu:! Sanatçıları,futbolcuları ünlüleri büyük görme eğilimi yok mu?Her alanda bunlara rastlıyoruz.Devamlı olarak birilerini büyükleştirme temayülü var.
Ayette kibirli hale getirilenler de kendilerinden beklenilen davranışta bulunup emrediyorlar. Neyi emrediyorlar.!
- en nekfure billâhi / اَنْ نَكْفُرَ بِاللّٰهِ
- Çünkü siz daima ALLAH’ı inkâr etmemizi, O’na ortaklar koşmamızı bize emrederdiniz derler.
Birşeyi daha emrediyorlarmış
- ve nec’ale lehû endâdâ(endâden) / وَنَجْعَلَ لَهُ اَنْدَادًا
- “O’na eşler koşmamızı emrediyordunuz” derler.
Bakınız inkar etmek yetmiyor,üstüne üstlük belirli birşeyleri de İlahlaştırmayı da emrediyorlar.Günümüzde de buna benzer iafadeler yok mu!?
-“Ya dindar olma” diyor ancak bununla bitmiyor , seni alıp oraya buraya götürüyor. Seni ALLAH’a şirk koşan yerlere, ideolojilere sürüklüyor.
İşte Kurân-ı Kerîm bunu (mekr) olarak bildiyor.Bu kibirlenenler gece-gündüz bütün enerjilerini,bütün akıl yollarını ben nasıl yaparım da zayıf olanları ALLAH’a küfrettiririm, akabinde küfürle yetinmez hâşa ALLAH’ın yerine hangi unsurları koyar putlaştırırım düşüncesine girerler.Bunlar şeytandan daha tehlikelidirler. şeytan onlara sadece ilham eder, fısıldar onlar da şeytana tabî olurlar. şeytanın vesvesesinin gücü tesirli değil ancak sen şeytanın vesvesesine uygun hale gelirsen yani nefsinin taleplerine uyar, aklını da o kötü yönde kullanırsan vesveseyi tesirli hale getirmiş olursun.
Ayet’in devamında başlarına neyin geleceğini anlıyorlar :
- وَاَسَرُّوا النَّدَامَةَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَ
- ve eserrûn nedâmete lemmâ raevûl azâb(azâbe)
- Azabı görünce de içten içe pişmanlık duyarlar.
Burda azabın işaretleri geliyor.!
Yine başka bir ayette geçen;
(Tekvîr-12)
- وَاِذَا الْجَحٖيمُ سُعِّرَ
- Ve izel cahîmu su’ıret.
- Cehennem alevlendirildiği zaman
(mülk-7)
- إِذَا أُلْقُوا فِيهَا سَمِعُوا لَهَا شَهِيقًا وَهِيَ تَفُورُ
İzâ ulkû fîhâ semiû lehâ şehîkan ve hiye tefûr(tefûru).
- Oraya (cehenneme) atıldıkları zaman onun kaynayan korkunç sesini (gürlemesini) işittiler.
(mülk-8)
- تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِ كُلَّمَا أُلْقِيَ فِيهَا فَوْجٌ سَأَلَهُمْ خَزَنَتُهَا أَلَمْ يَأْتِكُمْ نَذِير
- Tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzi), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr
- (Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. Oraya herbir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara: “Size nezir (uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.( mülk-8)
Ayette bahsi geçen zayıflar ile küfredenler birbirleriyle atıştıklarında bir anda bir uğultu gürültü halinde cehennem gelecektir.Bugün ancak bunu yanardağ çukurlarıyla anlayabileceğimiz ki bu da tarifsiz kalır.
Hadis-i Şerîfte:
Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh(ALLAH ondan razı olsun) anlatıyor:
“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Yaktığınız ateş var ya, bu, cehennem ateşinin yetmiş cüzünden bir cüzdür!” buyurmuştu.
Yanındakiler:
“Zaten bu ateş, vallahi (âsileri cezalandırmaya ahirette) yeterliydi” dediler.
Aleyhissalâtu vesselâm:
“Cehennem ateşi öbürüne altmışdokuz kat üstün kılındı. Her bir kat’ın harareti, bunun mislindedir.”
(Kutub-u Sitte-5078)
Bu azabı gördüklerinde içlerinden pişmanlık duyarlar.Burada ilginç dikkat çeken bir kelime var:
“Eserrûn” zıt anlamlı kelimelerdendir.İki anlamda bunu düşünebiliriz. Türkçe’de gizlemek anlamına geldiği gibi ayette de, onlar rezil olmayalım diye pişmanlıklarını gizlerler açığa vurmazlar hem de pişmanlıklarını ne kadar gizlerse gizlesinler ortaya çıkar anlamlarına gelmektedir. Yani hem açığa çıkmasını istemiyorlar ancak o nedâmet(pişmanlık) yüzlerinden okunuyor. İşte bu zıt anlamlı gibi gözüken durum ortaya çıkacaktır. Bu pişmanlığın içerisinde umutsuzlukta var çünkü; onların cennetleri bu dünya idi.Birbirleriyle tartışırken bir baktılar ki çetin bir azap beklemektedir.
Önceki sohbetlerimizde en büyük azaptan bahsetmiştik.
Neydi bu azap? O “ileyhi Turceûn” a gidememek!
(Yâsîn-22)
- وَمَا لِىَ لَا اَعْبُدُ الَّذٖى فَطَرَنٖى وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
- Ve mâ liye lâ a’budullezî fataranî ve ileyhi turceûn(turceûne)
- Hem ben, ne diye beni yaratana kulluk etmeyeyim. Oysa siz de yalnızca O’na döndürüleceksiniz.
O cennet yolcularının -RABB’lerine döndürülecek olanların -içine girememek, geriye dönüş halkasına girememek! Ahirette de insanlar bu geri dönüş halkasına giremedikleri ve çetin bir azapla karşılaştıklarında,pişman olacaklar.Fakat pişmanlıkla bu durum bitmiyor.
Ayet’in devamında:
- وَجَعَلْنَا الْاَغْلَالَ فٖى اَعْنَاقِ الَّذٖينَ كَفَرُوا هَلْ يُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
- ve cealnel aglâle fî a’nâkıllezîne keferû, hel yuczevne illâ mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
- Biz de inkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar geçiririz. Onlar ancak yapmakta olduklarının cezasını göreceklerdir.
Eskiden çarşılarda hileli satış yapanların esnafın boyunlarına halkalar geçirilip çarşıda dolaştırılırlarmış. Belki de en büyük ceza bu. Mesela bugün Gıda Tarım Bakanlığı hileli üretim-satış yapanları teşhir ediyor.
Ayet-i Kerîm’e de:
- اِنَّا جَعَلْنَا فٖى اَعْنَاقِهِمْ اَغْلَالًا فَهِىَ اِلَى الْاَذْقَانِ فَهُمْ مُقْمَحُونَ
- İnnâ cealnâ fî a’nâkıhim aglâlen fe hiye ilel ezkâni fe hum mukmehûn
- Onların boyunlarına demir halkalar geçirdik, o halkalar çenelerine dayanmıştır. Bu sebeple kafaları yukarıya kalkık durumdadır.
Boyun bükmek pişmanlığın ifadesidir. Ancak boyun bükmek zamanında yapılmalıydı. Kendilerine gösterilen azaptan sonra boyun bükmenin anlamı kalmıyor. Burada boyunlarına demir halkalar geçirilmiştir ve başları kalkık durumdadır. Demek ki öyle bir zulmediyorlar ki,ALLAH u Teâla zalim değil.Eğer merhamet duygusu geliyorsa buna karşılık ayette sadece yaptıklarının cezasının verildiği uyarısı yer alıyor.ALLAH mislince katbekat ikramlar veriyor ancak ceza ise bire bir veriliyor.
Ayette bu boyunlarına geçirilen “aglâlen” kelimesi, “ğıll”-kelimesinin çoğuludur.İki ayette bu kelime geçiyor.
(Hicr-47)
- وَنَزَعْنَا مَا فٖى صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ اِخْوَانًا عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِلٖينَ
- Ve neza’nâ mâ fî sudûrihim min gıllin ıhvânen alâ sururin mutekâbilîn
- Biz, onların gönüllerindeki kini söküp attık; onlar artık köşkler üzerinde karşı karşıya oturan kardeşler olacaklar.
(A’râf-43)
- وَنَزَعْنَا مَا فٖى صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ
- Ve neza’nâ mâ fî sudûrihim min gıllin
- Biz onların kalplerinde kin namına ne varsa söküp attık.
Bu kelime (ğıllin) dünyevi ve uhrevi anlamlar ihtiva etmektedir.Hased,fesad,kin anlamlarına geldiği gibi demir toka, zincir,halka, bağ anlamlarına da gelir.
Ortak nokta olarak da kişinin sadrındaki onu rahatsız eden kin ,haset, nefret gibi ağırlık yapan bağlar diyebiliriz “gıllin” için.
Bir başka ayette de:
(isrâ-13)
- وَكُلَّ اِنْسَانٍ اَلْزَمْنَاهُ طَائِرَهُ فٖى عُنُقِهٖ وَنُخْرِجُ لَهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ كِتَابًا يَلْقٰيهُ مَنْشُورًا
- Ve kulle insânin elzemnâhu tâirehu fî unukıh(unukıhî), ve nuhricu lehu yevmel kıyâmeti kitâben yelkâhu menşûrâ(menşûren).
- Her insanın da kuşunu boynunda kendine takmışızdır ve onun için Kıyamet günü bir kitab çıkarırız ki neşrolunarak onu şöyle karşılar.
Burada kuştan maksat insanın yaptıkları amelidir.
ALLAH bizleri nefsinin esiri olmaktan,kibirli olmaktan sakındırsın,imana erişmiş olanlardan eylesin..
AMîN…
Sadakallahül’l-Azim