SES KAYDINI MP3 OLARAK DİNLEMEK VEYA İNDİRMEK İÇİN LİNKE TIKLAYINIZ: https://yadi.sk/d/Ek-SKUplfbvhc
SEBE 31.AYET:
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَن نُّؤْمِنَ بِهَذَا الْقُرْآنِ وَلَا بِالَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلَوْ تَرَى إِذِ الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِندَ رَبِّهِمْ يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ الْقَوْلَ يَقُولُ الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا لَوْلَا أَنتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِنِينَ
Ve kâlellezîne keferû len nû’mine bi hâzel kur’âni ve lâ billezî beyne yedeyh(yedeyhi), ve lev terâ iziz zâlimûne mevkûfûne inde rabbihim, yerciu ba’duhum ilâ ba’dınil kavl(kavle), yekûlullezînestud’ifû lillezînestekberû lev lâ entum le kunnâ mûminîn(mûminîne).
1. | ve kâle | : ve dedi |
2. | ellezîne | : onlar |
3. | keferû | : inkâr ettiler |
4. | len nû’mine | : asla inanmayız |
5. | bi hâzâ | : buna |
6. | el kur’âni | : Kur’ân |
7. | ve lâ | : ve olmaz |
8. | bi ellezî | : ona |
9. | beyne yedeyhi | : elleri arasında, önlerinde |
10. | ve lev | : ve şâyet, eğer |
11. | terâ | : görürsün |
12. | iz | : olduğu zaman |
13. | ez zâlimûne | : zalimler, zulmedenler |
14. | mevkûfûne | : tevkif edilenler, tutuklananlar |
15. | inde | : yanında, huzurunda |
16. | rabbi-him | : onların Rabbi (Rab’leri) |
17. | yerciu | : dönerler |
18. | ba’du-hum | : onların bir kısmı |
19. | ilâ ba’dın | : bir kısmına, diğerlerine |
20. | el kavle | : söz, lâf |
21. | yekûlu | : der |
22. | ellezîne | : onlar |
23. | istud’ifû | : zaafa uğratılanlar, hakir görülenler |
24. | li ellezîne | : onlara |
25. | istekberû | : büyüklük tasladılar, kibirlendiler |
26. | lev lâ entum | : eğer sizler olmasaydınız |
27. | le kun-nâ | : biz mutlaka olurduk |
28. | mû’minîne | : mü’minler |
Ve kâfirler: “Bu Kur’ân’a ve elleri arasındakine asla inanmayız.” dediler. Rab’lerinin huzurunda zalimleri tevkif edildikleri (tutuklandıkları) zaman görsen. Birbirlerine lâf atarlar. Zaafa uğratılanlar , kibirlenenlere: “Eğer siz olmasaydınız, biz muhakkak mü’minler olurduk.” derler. |
Geçtiğimiz hafta 31. Ayet’e değinmiştik;
- Ve kâlellezîne keferû / وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا :
Küfredenler, İnkar edenler (örtenler, setr çekenler) dedilerki :
- len nû’mine / لَن نُّؤْمِنَ :
Biz kesinlikle inanmayacağız
Bu söz Arapçada gelecek zaman anlamında kullanılan bir kalıp olmakla birlikte , kesinlik ifade eden düşünceyi kuvvetlendirme, pekiştirme maksadı taşımaktadır.
Neye inanmayacağız ?
- bi hâzel kur’âni / بِهَذَا الْقُرْآنِ : İşte bu Kurân’a !
‘hâzâ’ bu demek şu veya o değil. Bizzat yakınlarında olan Peygamber Efendimiz (S.A.V) gösterdiği tebliğ ettiği Kur’ân’a inanmayacağız iman etmeyeceğiz derler.
Küfür içinde olanlar bu sözlerine devam ediyorlar…
- ve lâ billezî beyne yedeyh (yedeyhi) / وَلَا بِالَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ :ne de öncekilere(inanmayacağız)
‘beyne yedeyhi’ ellerinin arasındaki demektir.Tefsirlerin çoğunda bunun (Kurân) önünde gelenler (Kur’ân dan önce gelenler )kastedilmektedir.
Buna benzer bir örnek Ayet-el Kürsi de de geçmektedir:
(Bakara-255) … mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum’ / مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ … “onların önlerindeki ve onların arkalarında olan şeyler’’
Burada farklı olarak “el “ifadesi yapmayı temsil etmektedir.Ellerinin önündeki ile yapacakları da kastedilir.Bu ayetlerde küfür içinde olanlar,
“biz ne önceden gelen indirilen kitaplara, ne de bu Kur’âna ve ilerisine de asla inanmayacağız iman etmeyeceğiz” demektedirler.
Burada inanmayacağız diyenler ehl-i kitaptan (hristiyan,yahudi) değiller, eğer kendilerine kitap verilmiş olanlardan olsalardı , bu ayetlerde geçtiği üzere önceki gelen kitapları inkar etmezlerdi.
Peygamber Efendimiz zamanında sadece ehl-i kitap yaşamamıştır. Aynı zamanda müşrikler putperestler de vardı. İşte burada ki küfür ehlinden ,müşriklerden bahsedilir.
Burada ayette geçen gelecekle ilgili ‘ len’ لَن ifadesiyle ; Kur’ân- KerÎm bir olayı anlatırken tüm zamanları içerdiği ve kapsadığı göz önüne alınırsa , kıyamete kadar gelecek insanlar içerisinde de bu zihniyette olup iman etmeyecek olanların varlığına ve felsefelerine de işaret edilmektedir.
Ayrıca ayette geçen’’önceki veya sonraki kitaplara iman etmeyiz’’ diyen müşriklerin bu sözünün kaynağı, Peygamber Efendimizin Risâletiyle ,tebliğin başlamasına dayanmaktadır.
Tebliğin başlamasına binaen müşrikler Ehl-i kitaba giderek Risaleti sorarlar. Eh-i Kitap müşriklere bu risaletin kendi kitaplarında da iman edilen bir gerçek olduğunu söylerler.
Dolayısıyla müşriklerin inkarı önceki kitapları da kapsamaktadır. Burada ehl-i kitap içerisinde, elbette kendi kitaplarında iman edilen Peygamber Efendimiz’in risaletini inkar edenler yok sayanlar iman etmeyenler vardı.İşte bunlar da o zaman müşriklerden sayılırdı.
Ayet-i Kerîm ‘ e de şöyle geçmektedir.
BAKARA-146
- الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ أَبْنَاءهُمْ وَإِنَّ فَرِيقاً مِّنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
- Ellezîne âteynâhumul kitâbe ya’rifûnehu kemâ ya’rifûne ebnâehum ve inne ferîkan minhum le yektumûnel hakka ve hum ya’lemûn(ya’lemûne).
- Kendilerine kitap verdiklerimiz, O’na (Hz. Muhammed (S.A.V)’e) kendi oğullarına arif oldukları (tanıdıkları) gibi ariftirler (tanıyıp bilirler). Ve muhakkak ki onlardan bir fırka, hakkı gerçekten bile bile gizliyor.
Ayette olduğu gibi onlar Peygamberi iyi tanırlar ancak iman etmezler.Onların imanına engel olan şey ise kibirleridir.
Kibirlerinin esbabı ise özellikle Yahudilerin Hz.İbrahim’den sonra gelen Hz. İsmail ve Hz İshâk kolundan , sadece Hz. İshâk kolunu nübüvvete layık olarak görmeleridir.Bütün peygamberlerin Hz.İshâk kolundan geldiğine inanırlar.
Sizler de biliyorsunuz ki İsrâiloğlu demek Yakuboğlu demektir. Hz. Yakub’un bir ismi de İsrail’dir. Hz. Yakub da Hz. İshâk’ın oğlu ve Hz İbrahim’in torunudur. Hz. Yakub’un oğlu Hz. Yusuf’un silsilesiyle ordan Hz. İsâ ‘ya kadar bir kol gelmektedir ;yalnız bu kol Hz. İsmail tarafından gelmemekte, o zaman zarfında bir boşluk bulunmaktadır.
Oysa kendi kitaplarında ya da kendi alimlerinin haberlerinde, ahir zaman Peygamberinin geleceğine inanıyorlar. Hatta alametlerini o sıralarda beklemişler ve müşriklerle kendi aralarında yakın zamanda bir Peygamber geleceğine dair iddialaşmışlardır.
Ancak bakıyorlar ki gelen Peygamber kendi kavimlerinden değildir ; o zaman inkar ediyorlar. İşte bunun günüzmüdeki ismi kavmiyetçilik ,ırkçılıktır. Asli vatan sevgisi elbette imandandır. Fakat kişi kendini bir kavime,ırka yada fırkaya bağlı olarak bununla övünemez.
Tek bir üst kimlik vardır: O da İslamdır..!
Nasıl ki, Salman-ı Fârîsî İran lı, Bilal-i Habeşi Habeşistan’lı… vb.Bunun gibi örnekleri çoğaltabiliriz. Demek istiyorum ki İslam kimliğinde hiçbir övgüye aidiyete yer yoktur.Bunun dışında yer alan herşey tehlikelidir ve İngiliz oyunudur :
1.Dünya savaşı sırasında İngilizler tüm dünyayı yönetmek amacıyla bu fitneyi ateşlemişler özellikle de İslam alemine bunu empoze etmişlerdir. Bugün bile çoğumuzun belki izlediği bir dizide Alparslan’ın torunları ile Selahattin Eyyubî’nin torunlarını birbirlerine kırdırmışlardır.
İşte buradan hareketle İsrailoğullarına değinirsek onların en büyük hataları kavmiyetçilik olmuştur. Bu yüzden ayette belirtildiği gibi (Bakara-146) ALLAH’ın Resulunu kavmiyetçilik benliğiyle inkar etmişlerdir.
Bu noktadan yola çıkarsak müşrikler Peygamber Efendimiz’in risaletinden dolayı ,hem Yahudilere hem Hristiyanlara giderek bu durumu sorduklarında onların kitaplarında da bu haberin yer aldığı gerçeğiyle karşılaşınca inkarları kat ve kat artmıştır. (Peygamber Efendimiz İncil de ‘’Ahmed’’ ismiyle müjdelenmiştir. )(Saff-6)
Şimdiye kadar anlatılanlar bu durumun sebeb-i nûzûlu’nu teşkil etmekte yani olaysal boyutunu ihtiva etmektedir.Sohbetin devamında bu durumun felsefik düşünsel boyutunu ele alacağız.
Bir ara sizlere deisizm’den bahsetmiştim.Bu öğretiyi benimseyenlere deist deniyor demiştim.Deistlik sanıldığının aksine ateistlik değildir. Bir Yaratıcı inancı var ancak
‘’O‘’ulvidir yüksektedir,yücedir biz Onu yere indiremeyiz. O yeryüzü işlerine karışmaz.O halde yeryüzünde kanunları biz yapmalıyız. Onun kanunları yeryüzünde geçerli değildir”
inacını benimsemişler ve bunu üstün yüce bir duygu gibi tanıtmışlar açık bir sapkınlık içinde küfüre düşmüşlerdir.
(Deisizm , mantık ve doğal dünyaya dair gözlemlerin kaynak oluşturduğu,dini bilgiye sadece akıl yoluyla ulaşılabileceğini öngören, buna istinaden vahiy ve esin kaynağı olan tüm dinleri reddeden inanç biçimidir.)
İşte bunların, önceki gelmiş kitapları ve Kurânı inkar etmelerinin sebebi Kur’ânı Kerîmin dünyevi ve uhrevi hayatın tüm alanlarına dair düzen, hüküm ve kurallar getirmiş olması(evlenme,borç,miras vb.) bu müşriklerin kendi oluşturduğu gerçeklerine uymamaktadır .Bunlar apaçık ‘’Amentü bî Kütîbihi’’ ilkesini reddediyorlar.
Amentü: İnanmak,kabul etmek Bi Kütîbihi: Kitaplarına
Dolayısıyla birşeyin var yada yok olduğunu kabaca kabullenmek iman değildir.Bunun gereklerini yerine getirmek de imandır.Evet Kur’ânın ALLAH’ın kitabı olduğunu kabul ediyorlar fakat içerdiği hükümleri ‘’bugün geçerliliği yoktur,şöyle böyle olmalı,zamana uyarlanması gerekir’’ gibi düşüncelere sahip olmak Amentü bî Kütîbihi ilkesini aykırıdır,inkardır ve apaçık bir küfüre giden bir yoldur.
Günümüzde de Kurân’a dair hükümleri küçümsemek kısıtlamak gibi düşüncelere kapılanlar bu küfür zümresine dahil olmaktadır. Burada herkes için söylenecek şey Kur’ân Kerim de bir şey okuduğumuz da kınamak ayıplamak yerine kendimize ne hisse çıkartabildiğimizdir.
Bu ayetler imanın esaslarına dair bize bir işarettir:
(Ankebut-2)
- أَحَسِبَ النَّاسُ أَن يُتْرَكُوا أَن يَقُولُوا آمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ
- E hasiben nâsu en yutrekû en yekûlû âmennâ ve hum lâ yuftenûn(yuftenûne). (Ankebut-2)
- İnsanlar, “amenna (îmân ettik)” demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar?
(Bakara-214)
- أَمْ حَسِبْتُمْ أَن تَدْخُلُواْ الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُم مَّثَلُ الَّذِينَ خَلَوْاْ مِن قَبْلِكُم مَّسَّتْهُمُ الْبَأْسَاء وَالضَّرَّاء وَزُلْزِلُواْ حَتَّى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ مَعَهُ مَتَى نَصْرُ اللّهِ أَلا إِنَّ نَصْرَ اللّهِ قَرِيبٌ
- Em hasibtum en tedhulûl cennete ve lemmâ ye’tikum meselullezîne halev min kablikum messethumul be’sâu ved darrâu ve zulzilû hattâ yekûler resûlu vellezîne âmenû meahu metâ nasrullâh(nasrullâhi), e lâ inne nasrallâhi karîb(karîbun).
- Yoksa siz, kendinizden önce yaşayanların başına gelenlerin, sizin de başınıza gelmedikçe, cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Onlara (öyle) şiddetli belâ ve sıkıntılar (felâketler) dokundu ki, resûl ve onun yanındaki âmenû olanlar: “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar sarsıldılar. Allah’ın yardımı gerçekten yakın değil mi?
(Nisa -136)
- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ آمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِي نَزَّلَ عَلَى رَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِيَ أَنزَلَ مِن قَبْلُ وَمَن يَكْفُرْ بِاللّهِ وَمَلاَئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيدًا
- Yâ eyyuhâllezîne âmenû, âminû billâhi ve resûlihî vel kitâbillezî nezzele alâ resûlihî vel kitâbillezî enzele min kabl(kablu). Ve men yekfur billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulihî vel yevmil âhıri fe kad dalle dalâlen baîdâ(baîden).
- Ey iman edenler!iman ediniz: Allah’a, Peygamberi’ne, ona indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman ediniz. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam anlamıyla sapıtmıştır.
Nasıl tekrar iman edeceğiz.?
Burada anlatılmak istenen imanın idrakının, derecesinin artması,hergün daha güçlü kabullenişle daha da bir sıddıkiyetle, ihlasla sarılmaktır.
Sohbet katılımcısı :Sekülerizm denilen kavram deisizm’le aynı mıdır.? ALLAH’ın varlığına inanıyorlar mı.?
Kur’ân’a göre ALLAH’ın varlığına inanmayan neredeyse yok.! Bugün sekülerizm denilen , akılcılık, mantıkçılık,materyalizm denilen felsefeler genel bir deyişle dehrilik anlayışındalar.Dehr zaman demek ve bu bizim bildiğimiz anlamda zaman değil çok farklı manalar içermektedir.
Bir Ayet-i Kerîm’e de:
( Casiye-24)
- وَقَالُوا مَا هِيَ إِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا يُهْلِكُنَا إِلَّا الدَّهْرُ وَمَا لَهُم بِذَلِكَ مِنْ عِلْمٍ إِنْ هُمْ إِلَّا يَظُنُّونَ
- Ve kâlû mâ hiye illâ hayâtuned dunyâ nemûtu ve nahyâ ve mâ yuhlikunâ illed dehr(dehru), ve mâ lehum bi zâlike min ilm(ilmin), in hum illâ yezunnûn(yezunnûne)
- Ve: “O (hayat), dünya hayatımızdan başka birşey değildir, ölürüz ve diriliriz. Ve bizi dehrden (zamandan) başka birşey helâk edemez.” dediler. Ve onların bu konuda ilimden (nasipleri) yoktur. Onlar sadece zanda bulunurlar.
Burda da dolayısıyla biz doğa tabiat kanunların sonucunda biz ölürüz.Burada ki tehlikeli anlayış ALLAH’ı devreden çıkarmaktır.Günümüzde de insanların bir kısmı bu tür tabirler( doğa kanunları) kullanmaktadır.
“ALLAH’ın kanunları” demekten imtina ediliyor. İslam literatüründe dehrilik denilen akımın bir kısmı. Sekülerizm de bu düşüncenin felsefik ismidir.Burda yer alan aynı mantık, günümüzde bizlerde de mevcut..
Nedense bizler islamiyeti Batı’ya anlatırken onların kabullenebileceği bir şekilde,onlara hoş gözükecek ,şirin gösterme gayreti içine girip anlatıyoruz.
Ancak Peygamber Efendimiz’in metodunda böyle bir şey yoktu.!
Anlatıyor, ya ikna olursunuz ya kılıçla ya da fidye verirsiniz. Fidye vermek boyun bükmektir.
Maalesef dış referanslı olanlar,Batı’ya şirin gözükme derdinde olanlar, islamiyeti seküler mantık içerisinde ,materyalist mantık gayreti içerisinde anlatmaya çalışıyorlar.
Bu durum mûcizeyi reddetmeye ,miracı reddetmeye,olağanüstü gaybî birtakım olayları reddetmeye kadar giden bir zorlamaya gidiyor.
Eğer ahlaki tarafları güzelse elbette bunlardan yararlanmak gerekir.İlmi tarafları varsa alacaksın.yalnız kendi dininin esaslarını onların kabul edebileceği biçimlere sokamazsın .Dinin sahibi ALLAH’tır.Sen tebliğini yap kabul eder ya da etmez önemli olan sözü hikmetle söylemedir.
devam edelim…
- ve lev tera/ وَلَوْ تَرَى . : Ah bir görsen / keşke görsen.
Burada sonuç açıklanmıyor, yani gördüğünde halin nice olacak… izahat içermiyor.Fakat ayetin devamında sahne anlatılıyor.
- iz/ إِذِ : şöyle iken
- zâlimûne/ الظَّالِمُونَ : zalimler
- mevkûfûne / مَوْقُوفُونَ : tevkif edildiklerinde(tutuklandıklarında)
- inde rabbihim / عِند رَبِّهِمْ : Rabb’lerinin yanında
Müşrikler ALLAH’a inanıyor ama ALLAH’ın sistemini kabul etmiyorlar.Ancak ahirette Rabb’lerinin yanında(huzurunda) tutulacaklar tevkif edilecekler. Rabb’leri denmesinin sebebi bu.
- yerciu ba’duhum ilâ ba’dınil / يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ :Bazıları, bazılarına yani birbirlerine dönüyorlar
- el-Kavle/ الْقَوْلَ : Birbirlerine kavilleşmek, söz söylemek(söz atmak) için dönerler.
Bütün bu anlatılanlarda Rabb’im ahiret sahnelerini bizlerin gözlerinin önüne getirerek neler olacağını hatırlatıyor ; dikkat edin diyor.
Yine bir ayet-i Kerîm’e de :
(Bakara-4)
- والَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ وَبِالآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ
- Vellezîne yu’minûne bi mâ unzile ileyke ve mâ unzile min kablik(kablike) ve bil âhireti hum yûkınûn(yûkınûne).
- Ve onlar o kimselerdir ki sana indirilmiş ve senden evvel indirilmiş kitaplara da imân ederler ve onlar ahirete de yakînen kani olurlar.
İşte bir şekilde bu “Yakînen inanın” emri verildikten sonra, Kur’ân-ı Kerîm’in içerisinde Rabb’imin indinde olmuş olan bu sahneler bizim gözümüzün önüne getirilerek bizim yakinen inancımızı da artırmaktadır.
- yekûlullezînestud’ifû / يَقُولُ الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا
Diyecek ki o kimseler ki ( Zayıf olanlar, zayıf hale getirilenler)
- Lillezînestekberû / لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا
Kibirlenenlere diyecekler ki :(Burada iki grup insan var : biri zayıf olanlar; biri kibirlenenler)
- lev lâ entum le kunnâ mûminîn / لَوْلَا أَنتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِنِينَ
Keşke siz olmasaydınız ; biz müminlerden olurduk.
Zahiren düşünmek gerekirse ,o zaman daki bu zayıf olanlar , köleler yada alt sınıfa ait insanlardan olabilir.İşte bunlar diğer kibirlenenlere dönerek “siz olmasaydınız biz iman etmiş olurduk “diyecekler.
Bizlere haber verilen bu ahiret sahnesinde iki grubun atışması var.
Bu gruplardan biri ellezine estekberu/لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا
Kibirlenenler,büyüklenenler etimoloji(kelime bilimi) itibariyle bu kelime k-b-r kökünden türemiştir. istifâl bâbından gelmektedir.Başta ki ‘i,s,t’ harfleri Arapçada kelimeye ön ek olarak geldiği zaman iki anlamı vardır.
Birincisi birşeyi yapmak isteme anlamındadır.Diğeri o hale getirme manasındadır.
Yani kibirlenmek isteyen anlamındadır.Yani nefis ve şeytanın vesveseleri, ona kendini olduğundan büyük ve değerli göstermeyi telkin ediyor.
Kişi de nefsinin zaaflarıyla kendini o konumda görüyor/görmek istiyor ; ALLAH’ın da imtihan için kişiye vermiş olduğu mal ve evlatlar da kişinin kibrinin artmasına sebep olabiliyor.
Ayette anlatıldığı üzere bu kibirlenen gruba başka bir grup laf atıyor.Bu grup ayette işaret edilen:
- (ellezine istud’ifû)/لِلَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا : zayıf olanlardır.
Bu kelimenin kökeninde de” zaif “anlamı var.Bu kelime de yine arapça istifâl bâbından gelmektedir. Zayıf olanlar kastedilirken zayıflık gösterenler,zayıf olmak isteyenler veyahut ta zaafiyet içerisinde bulunma durumunda olmak isteyenler anlamı vermek yerinde olur.
Zaif konumunda olmak bu gruba ait kişilerin bir marazıdır.Yine burda ki istud’ifû kelimesinin başında ‘i,s,t’ harfleri ; eylemi , durumu yapmayı isteme ya da o hale getirmek anlamına geliyor.
İlk manasıyla zayıf olmak isteyenler , bir diğer anlamıyla ise zayıf hale getirilenler manasına ulaşabiliriz.
Manaya bakacak olursak burada bir grup kibirlenmek istiyor ; diğer grup ise zayıf olmak istiyor.
İşte aşağılık kompleksi denilen ,güçsüzlük ,cesaretsizlik denilen hastalığın Kur’ân’ daki ifadesi budur.Kur’ân daki bu ayetlerdeki kelimelerin içinde geçen incelikler bize herşeyi özetliyor.
Yine hatırlayın Fatihâ süresini izah etmeye çalışırken şuna değinmiştik:
- İhdinâ’s- sırâte’l-mustakîm /اهدِنَا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ: Bizi sırati müstakime hidayet et.
Buradaki “müstakim” ifadesinin kökünde de yine ‘i,s,t’ harfleri yani istif’âl kalıbı var.Fiilin asıl kökü “kâme” yani ayakta durmak, dik durmak ,doğrulmak anlamlarına dolayısıyla
“dik tutmak isteyen’’ anlamındadır.
Sırâtel mustakîm’, “müslümanın dik olarak ayakta durduğu, başının dik hale getirildiği yol “özelliği taşımaktadır.İşte ALLAH u Teâla , Müslümanın böyle, özgüvenli ve vakarlı olmasını istiyor. ALLAH’ın Müslümana yüklediği izzet kişiye ka’me (ayakta dik durma) hissi vermekle Müslümanı kimlikli ve kişilikli biri yapıyor.
İşte ayette bahsi geçen bu kişilerin zaaflarının sonucu ve diğer kibirlenenlerin dünyevi avantajları neticesinde bu durum ortaya çıkıyor. Ama Bilal-i Habeşî sapkınlığa uymayarak Peygamber efendimiz (S.A.V)’in daha hayata iken, ‘Cennette ki takunya seslerini duyduğu’ bir sahabe oldu.
Burada ifade edilen “zayıf olmak isteyenlerden “olmadığı için oldu. ALLAH da onu azîz kıldı.
Haniflik konusunda da buna değinmiştik; Öyle bir ALLAH’a iman edeceksin, dayanacaksın , güveneceksin ki, ALLAH’tan başka hiçbirşey seni korkutmayacak. Rızkın ALLAH’tan geldiğini bilirsen, sana malıyla mülküyle kibirli olanlara meyletmezsin.Kedi neden kıymetli çünkü rızkın ALLAH’TAN geldiğini bilir.Bilmeyenler kedi için nankör derler.
Ancak tasavvuf alimleri kedinin nankör olmadığını , rızkın ALLAH’tan geldiğini bildiğini söylemişlerdir.
İşte haniflikte de bu var:
Sırtını ALLAH’a dayadığın zaman , diğer unsurlara, kişilere ALLAH’tan fazla önem vermezsin.Verdiğin takdirde tehlike başlar.
Ayet-i Kerîm’e de kaldığımız noktaya dönersek; Bu zayıf olanlar kibirli olanlara ne diyorlardı: ‘’Eğer siz olmasanız biz kesinlikle müminlerden oluruz’’. Aslında müminlerden olacaklarmış o potansiyel var ama mümin olmamalarının sebebini küfür ehlinin varlığına bağlıyorlar.
Hani bir Ayet-i Kerîm’e de geçen:
Fusssilet-53
- سَنُرِيهِمْ آيَاتِنَا فِي الْآفَاقِ وَفِي أَنفُسِهِمْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُ الْحَقُّ أَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ أَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
- Se nurîhim âyâtinâ fîl âfâkı ve fî enfusihim hattâ yetebeyyene lehum ennehul hakk(hakku), e ve lem yekfi bi rabbike ennehu alâ kulli şey’in şehîd(şehîdun)
- Âyetlerimizi afakta ve enfüste onlara göstereceğiz. O’nun hak olduğu onlara tebeyyün etsin (açıkça belli olsun) diye.Rabbinin herşeye şahit olması kâfi değil mi?
İşte sohbetimizİn konusu bu ayetler, genişce âfâkî mahiyetteydi (açıkça gözüken). Enfüsi dediğimde biraz daha inceliklere, derinlere inen ve kişisel olarak değerlendirdiklerimizdir. Şimdi biz bu ayeti kişisel olarak ele aldığımızda; bizim içimizde de kibirlenmek isteyen bir yapımızın ve zaif olan bir yanımızın olabileceği gerçeği ortaya çıkar.
Anlatılan bu ayetlerde ki ahiret perdeleri kalktığında imtihan sırrı ortadan kalktığında , herşey alenî olarak ortaya çıktığında, dünyada işleyen mekanizmanın ne olduğunu insanlar anlayacak.!
Nefisler anlaşılacak.! Bilinçaltı anlaşılacak.!
Bilişsel farklılıklarla algılama düzeyi herşey ortaya çıktığında insanlar diyecek ki: Eğer siz olmasaydınız, (yani nefislerin kibirlenmeye müsait yapıları ), benim o iman eden kısmım ortaya çıkardı.
Bir insanın tamamen mümin olmasını engelleyen sistem işte o kibirlenme eğilimi olan, yine insanın kendi içinde olan sistemdir yani nefsidir. Orada insan emmare mertebesinde nefsine dönüp diyecek ki : “eğer sen olmasaydın ben müminlerden olurdum”.Benim mümin olmamı engelleyen şey meğerse ,sen(nefs)mişsin.
Bir Hadis-i Şerîf’te:
Ölmeden evvel ölünüz. (S.A.V) buyurulmaktadır.
Bir gün öldüğünde sen zaten bu gerçekleri anlayacaksın.Sen ölmeden evvel içindeki kibirlenmeye müsait nefsani mekanizmanı ehlileştir, terbiye et ki iman derecen artsın. Bir gün zaten onu (nefsini) suçlayacaksın.
Ayette söylenen “ve lev terâ ” /وَلَوْ تَرَى : ( keşke görsen) ifadesi ile bu durum vurgulanıyor. Ölüm bir müminin sürekli düşünmek zorunda olduğu bir hal! Ölüm de bu işleyen hayatın sürecinin sonrası demektir. Bu sürecin işlenmesinde kişi yakinen iman etmelidir.
Ankebut-64 :
- وَمَا هَذِهِ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌ وَإِنَّ الدَّارَ الْآخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
- Ve mâ hâzihil hayâtud dunyâ illâ lehvun ve laib(laibun), ve inned dârel âhırete le hiyel hayevân(hayevânu), lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).
- Bu dünya hayatı sadece bir oyun ve oyalanmadan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı.
ALLAH u Teâla bize bu ahiret sahnelerini hatırlatarak onların durumunu haber vermekte, bize onlar gibi olmayın demekte, bu afâkî manası idi. Bir de enfüsi manasıyla , sizlerin de içlerinde kibirlenmek isteyen sizi zayıf duruma getirmek isteyen bir yapınız var. Dikkat et dizginler nefsinin elinde olmasın sonrasında birbirinizleri suçlayacak durumda olursun sahnesine ikaz yer almaktadır.
Deniyor ki: Nefs olmasaydı insanlar RABB’lerine yapışırlardı.
Çünkü hidayet unsurları insaoğlunda fazlasıyla var.Öncelikle ALLAH’ın emrinden olan Ruh’u taşıyoruz.
(İsrâ -85)
- وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّن الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً
- Ve yes’elûneke anir rûh(rûhı), kulir rûhu min emri rabbî ve mâ ûtîtum minel ilmi illâ kalîlâ(kalîlen).
- Sana ruhtan sual ederler. De ki: «Ruh Rabbimin emrindendir. Size ise ilimden ancak az birşey verilmiştir.
Bizde zaten melekut aleminden ;o yüce lâtîf alemden gelen ruh var.ALLAH u Teâla’ya şahit olan bir unsur bizde var.
Kelime-i Şehadet getirirken de (eşhedü) şahit olan ,bizde var olan bu ruh’tur. İşte bizler bu ruh bilincini kuvvetlendirdiğimizde şahit olmuş oluyoruz.İşte o alemde ki şahit konumunda olan bu ruh’tu.Hem bu şahit olan ruh’la ve ALLAH’ın içimize koyduğu diğer hidayet mekanizmaları ile birlikte (kitap,peygamber,din) neticesinde herkes zaten mümindir.
Katılımcı( Konferans yöntemiyle) —Ruh nedir, nefs nedir:?
Nefs ile ruh birbirinden tamamen farklı kavramlardır.Maalesef çoğu bu konudan uzak kişiler bu ikisini birbirleriyle karıştırmaktadır. Hatta son surelerin birisinde “nefisler birleştirildiğinde/çiftleştirildiğinde/eşleştirildiğinde” diyor :
(Tekvîr-7)
- وَإِذَا النُّفُوسُ زُوِّجَت
- Ve izen nufûsu zuvvicet.
- Nefisler eşleştirildiğinde (iyiler iyilerle, kötüler kötülerle bir araya toplandığında)
Ancak bu ayet bazı meallerinde “ruhlar çiftleştirildiğinde” gibi teknik bir hata yapılmıştır.Çünkü ruh ALLAH’ın emrinden, bu dünyada gurbette gibi yaşayan ALLAH’a şahit olmuş bir değer. Nefsler ise zevceyn’dir Yani dişiliği erkekliği olandır.Bir şey de nefs varsa bilin ki cinsiyet de vardır. Bakınız meleklerde cinsiyet var mı:? Yok..Çünkü onlar ruhanî varlıklardır. Cebrail (a.s) sıfatı Ruh-ûl Emîn ya da Ruh-ûl Kudûs’tür. Ruh onun sıfatı olmuş, dişi ya da erkekliğinden söz edilemez.
Hatta bu konuda ikaz vardır :
(Zuhrûf-19)
- وَجَعَلُوا الْمَلَائِكَةَ الَّذِينَ هُمْ عِبَادُ الرَّحْمَنِ إِنَاثًا أَشَهِدُوا خَلْقَهُمْ سَتُكْتَبُ شَهَادَتُهُمْ وَيُسْأَلُونَ
- Ve cealûl melâiketellezîne hum ibâdur rahmâni inâsâ(inâsen), e şehidû halkahum, setuktebu şehâdetuhum ve yus’elûn(yus’elûne).
- Ve o Rahmân’ın kulları olan melekleri dişiler kıldılar. Onların yaradılışlarında hazır mı bulundular? Elbette onların şehâdetleri yazılacak ve sual olunacaklardır.
İşte bunlar Kur’ân’la içiçe olmayanların bu manevi mekanizmalardan uzak olanların yorumlarıdır.
Tekrar konumuza dönersek;
Eğer sen “Ölmeden evvel ölünüz’’ Hadis-i Şerif’ini tatbik edersen, bu gerçekliklerin farkına varıp yaşarsan ; yani içindeki kibirlenen büyüklenen sistemin olduğunu bilirsen; nefsinin her dediğini yapmazsın,ona muhalefet olursun,onu tezkiye ve terbiye edersin. Böylece hem ahiretin için faydalı olur , hem de bu dünyada iman etmene vesile olur.
İşte ALLAH u Teâla 31 .Ayette bu gerçekliği bize
hem afâkî olarak hem enfüsi olarak anlatıyor.
ALLAH-U TEALA BİZLERİ
ölmeden evvel ölenlerden ;
nefsimizin farkına varıp,
kibirlenmek isteyen mekanizmalara karşı dirayetli;
“Sırâtel Mustakîm” in bizi yapmak istediği gibi
dik duran vakarlı müslümanlardan ETSİN.
AMİN…
Sadakallahül’l-Azim