FATIR (7.Sohbet) 8,9,10.Ayetler#

DİNLE:


SOHBETİ İNDİRMEK VEYA MP3 OLARAK DİNLEMEK İÇİN  ALTERNATİF LİNK:

https://yadi.sk/d/DL6_6n8QoTUF6


 

 FATIR 8:

أَفَمَن زُيِّنَ لَهُ سُوءُ عَمَلِهِ فَرَآهُ حَسَنًا فَإِنَّ اللَّهَ يُضِلُّ مَن يَشَاء وَيَهْدِي مَن يَشَاء فَلَا تَذْهَبْ نَفْسُكَ عَلَيْهِمْ حَسَرَاتٍ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِمَا يَصْنَعُونَ

E fe men zuyyine lehu sûu amelihî fe raâhu hasenâ(hasenen), fe innallâhe yudıllu men yeşâu ve yehdî men yeşâu, fe lâ tezheb nefsuke aleyhim haserâtin, innallâhe alîmun bimâ yesneûn(yesneûne).

e : mı
fe : artık, işte, böylece, fakat
men : kim, kimse, kişi
zuyyine : süslendi, güzel gösterildi
lehu : ona
sûu : kötü
ameli-hi : onun ameli
fe : artık, böylece, fakat
reâ-hu : onu gördü
hasenen : güzel
fe : artık, işte, böylece, fakat
innallâhe (inne allâhe) : muhakkak ki Allah
yudıllu : dalâlette bırakır
men yeşâu : dilediği kimse, kişi
ve yehdî : ve hidayete erdirir
men yeşâu : dilediği kişi, dilediği kimse
fe : artık, işte, böylece, fakat
lâ tezheb : gitmesin, olmasın
nefsu-ke : senin nefsin
aleyhim : onlara, onlar için
haserâtin : hasretler, hüzünler
  innallâhe (inne allâhe) : muhakkak ki Allah
  alîmun : en iyi bilen
  bimâ : şeyleri
  yesneûne : yapıyorlar

Fakat kötü ameli, kendisine süslenen (güzel gösterilen), böylece onu güzel gören kişi mi? İşte muhakkak ki Allah, dilediği kişiyi dalâlette bırakır ve dilediği kişiyi hidayete erdirir. Artık onlar için nefsin, hasret duymasın (hüzünlenmesin). Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir.


FATIR 9:

وَاللَّهُ الَّذِي أَرْسَلَ الرِّيَاحَ فَتُثِيرُ سَحَابًا فَسُقْنَاهُ إِلَى بَلَدٍ مَّيِّتٍ فَأَحْيَيْنَا بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا كَذَلِكَ النُّشُورُ

Vallâhullezî, erseler rîyâha fe tusîru sehâben fe suknâhu ilâ beledin meyyitin fe ahyeynâ bihil arda ba’de mevtihâ, kezâliken nuşûr(nuşûru).

1. vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
2. ellezî : onlar
3. ersele : gönderdi
4. er rîâha : rüzgâr(lar)
5. fe : artık, böylece
6. tusîru : hareket ettirir
7. sehâben : bulutlar
8. fe : artık, böylece
9. suknâ-hu : onu sevkederiz
10 ilâ beledin : beldeye
11. meyyitin : ölü
12 fe : artık, böylelikle
13 ahyeynâ : diriltiriz
14 bi-hi : onunla
15 el arda : yeryüzü
16 ba’de : sonra
17 mevti-hâ : onun ölümü
18 kezâlike : işte böyle
19 en nuşûru : nüşur, yeniden dirilip yayılma

Ve o Allah ki, rüzgârı gönderir, böylece bulutları hareket ettirir. Sonra da onu ölü beldeye sevkederiz. Böylelikle arzı, ölümünden sonra onunla (yağmurla) diriltiriz. Nuşur (yeniden dirilip yayılma), işte bunun gibidir.


FATIR 10:

مَن كَانَ يُرِيدُ الْعِزَّةَ فَلِلَّهِ الْعِزَّةُ جَمِيعًا إِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُ وَالَّذِينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّئَاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَكْرُ أُوْلَئِكَ هُوَ يَبُورُ

Men kâne yurîdul izzete fe lillâhil izzetu cemîâ(cemîan), ileyhi yes’adul kelimut tayyibu vel amelus sâlihu yerfeuhu, vellezîne yemkurûnes seyyiâti lehum azâbun şedîdun, ve mekru ulâike huve yebûr(yebûru).

1. men : kim, kimse
2. kâne : oldu
3. yurîdu : istiyor
4. el izzete : izzet
5. fe : artık
6. li allâhi : Allah’a ait
7. el izzetu : izzet
8. cemîan : hepsi, bütün, tamamen
9. ileyhi : sizi
10 yes’adu : yükselir, erişir
11. el kelimu : söz, kelime
12 et tayyibu : temiz, güzel
13 ve el amelu es sâlihu : ve salih amel  yaptı
14 yerfeu-hu : onu yükseltir
15 ve ellezîne : ve onlar
16 yemkurûne : hile yaparlar, tuzak kurarlar
17 es seyyiâti : kötülükler, günahlar
18 lehum : onlara, onlar için vardır
19 azâbun : azap
20 şedîdun : şiddetli
21 ve mekru : ve hile, düzen
22 ulâike : işte onlar
23 huve : o
yebûru : helâk olur, boşa gider

Kim izzet istediyse, işte izzet tamamen Allah’a aittir. Güzel kelimeler (sözler), O’na erişir. Onu da, salih amel yükseltir. Kötülüklerle tuzak kuranlar; onlar için şiddetli azap vardır. Ve onların tuzakları boşa gider.


SOHBETİN YAZILI METNİ

 

Fatır Suresi (7. Sohbet) 8-10. Ayetler

Evet, Fatır suresinin 8. Ayetinden devam edeceğiz inşallah.

8 ile 7 ayetin çok alakası var o yüzden geçişler yapabiliriz sohbetimiz sırasında.

Evet, 8. Ayete şöyle bir bakalım:

Bismillâhirrahmânirrahîm

Efemen zuyyine lehû sûu amelihî feraâhu hasenâ, feinnallâhe yudıllu mey yeşâu ve yehdî mey yeşâé’, felâ tezheb nefsuke aleyhim haserât, innallâhe alîmum bimâ yasneûn.

(اَفَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُوءُ عَمَلِهٖ فَرَاٰهُ حَسَنًا فَاِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدٖى مَنْ يَشَاءُ فَلَا تَذْهَبْ نَفْسُكَ عَلَيْهِمْ حَسَرَاتٍ اِنَّ اللّٰهَ عَلٖيمٌ بِمَا يَصْنَعُونَ)

“Kötü ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse mi? Şüphesiz Allah dilediği kimseyi şaşırtır, dilediği kimseye de hidayet verir. O halde nefsini onlar için hasretle tüketme gerçekten Allah onların ne yaptıklarını çok iyi bilendir.”

Tabi meali böyle okuyoruz fakat teferruatına inince bazı kelimelerde elbette ki değişiklik olacaktır.

Şimdi öncekilerde şeytanı düşman tutun, hayat dünya hayatı ve aldatıcılar sizi aldatmasın, Allah ile aldatmasın. Gerçekten şeytan sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman tutun çünkü o kendi taraftarlarının yani hizbinin cehennem ashabından olmaları için çağırır.

“Küfredenler, onlar için şiddetli bir azâb vardır, iman edip salih ameller işleyenler, onlar için de bir mağfiret ve çok büyük bir ecir vardır”(Fatır 35.7)

Ayeti ile alakalı neden?

Şimdi önceki ayette bir sistemden bahsediyordu o sistem neydi?

Dünya hayatı ve aldatıcılar bir şekilde aldatıyordu kişiyi orada hatırlarsanız bir şey demiştik, bu garre kelimesinde garre zaaf manasına da geliyordu.

Kişinin zaafı hani mukavvayı katlarken zayıf yerinden katlandığı gibi garre fiili o şekilde katlamak manasına da geliyordu. Kişi aldatılıyor bir şekilde fakat aldatıldığı yer kendisinin zaafı yani zayıf olduğu yer. Oradan vuruyor yani, şimdi neden bunu tekrar vurgulamak istedim çünkü burada bir şey var Rabbim bir soru soruyor “e” (اَ  ) burada başında bir “e” var ya o soru demek. “Hel”( ) ve “e”  (اَ  ) cümlenin başında olduğu zaman sorudur.

Fe buna fa-i sebebiyye deniyor yani şimdi bunun üzerine soru soruyor “Men” o kimse şöyle şöyle mi diyor şimdi?

Zuyyine lehû sûu amelihî(زُيِّنَ لَهُ سُوءُ عَمَلِهٖ)(fatır 35.8)

Sûu amel kötü amel demek, kişinin demek ki kötü bir ameli var. Onun için bu ameli zuyyine ediliyor yani ziynet kelimesidir, bu süsleniyor.

Şimdi zuyyine meçhul bir kelime, yani kendisi süslü göstermiyor onu, kendi de görmüyor. Zuyyine meçhul yani edilgen bir kelime bir şey tarafından süslü gösteriliyor. Bakın süslü gösterilen ne? – Kötü ameli, demek ki burada kişi endeksli bir yapı var. Yani önce kişi bir amel yapıyor, ama bu ameli iyi bir amel değil. Fakat bir takım şeyler tarafından o kötü ameli (meçhul fiili ile söylendiği için söylüyorum) süslü gösteriliyor ona. Onun ne olduğu zaten önceki ayetlerde vardı. Dünya hayatı ve o “ğarûr” lar aldatıcılar ki onun en başında elbette ki şeytan var.  Şeytan bu amelini süslü gösteriyor ve bunun sonucunda ne oluyor? “Fe”( فَ ) diyor.

(feraâhu hasenâ (فَرَاٰهُ حَسَنًا  ))(Fatır 35.8den bir parça)

-” Fe”( فَ )  bunun üzerine demek.

-” Rea” görüyor.

-” Hu” neyi ,

Amelini “hasenâ”, hasene görüyor yani güzel görüyor, iyi görüyor.

Şimdi bu ne demek? Hep şeytana suç atılıyor değil mi, hep şeytana suç atılıyor ama burada işte kötü amelini süslü gösterilmesi ve kişinin bunun sonucunda da o yaptığı işleri iyi görmesinin sebebinin bir kere insanın kendi ve kendi zaafları olduğunu söylüyor.

Bu yıllar evvelinden bunu hatırlıyorsunuz sohbetlerden hep aynı şeyi dile getirmek istiyorum. Bir taraftan şeytan bir taraftan nefis insanı kötülüğe sürüklüyor ama buna karar verici olan da insan. Yani insan buna iradesi ile tamam demeden de sistem gerçekleşmiyor. Hatırlıyor musunuz? Nahl suresi 66. Ayet ile ilgili bir bilgi verirken ihlas konusunu işlemiştik, ihlas konusunda şu vardı. Orada sütten Rabbim örnek verirken, sütün nasıl çıktığı ile ilgili bir mekanizmadan örnek verirken; biz kan ile pislik arasından saf bir süt akıtırız diyordu. İhlas kelimesi geçiyordu orada.

İhlas yani bugün muhlis, ihlaslı olmak var ya, orada Rabbim bir mekanizmayı anlatıyordu. İhlas saf kelimesine çok yakın saf, duru, temiz fakat sözlükten baktığımda şunu görmüştüm. Saftan farklı olarak bir şey bulaşmış da; o bulaşılan kötü şeyler ondan ağri olmuş. Yani rafine edilmiş manasına geliyor, başından beri temiz değil, filtreye uğramış saf, başından beri öyle değil. Şimdi ihlas amel derken, muhlis amel derken, kastedilen bu bir taraftan kan neyi temsil ediyorsa o; bir tarafta pislik neyi temsil ediyorsa o, bulaşmaya çalışıyor hatta biraz da bulaşıyorlar ama yine de sonucunda ağri olarak, duru olarak, temizlenmiş olarak çıkan şeylere ihlas; ihlaslı şeyler deniyor.

Biz buradan anlıyoruz ki ihlas, peygamber efendimiz (SAV) hadislerine bakıldığında kan nefsi temsil ediyor. Pislik de hani şeytan size pislik bulaştırmasın necis bulaştırmasın derken neyi kastediyor? Şeytani fitneleri kastediyor. İşte demek ki bir insana bir düşünce geldiği zaman, bir şey geldiği zaman insan akıllı ise işte bu Allah’ın Kur’anda anlattığı teknolojiyi kullanan insan kendi nefsinden mi geldiğini yoksa dışarIdan şeytan tarafından akla gönderilen bir virüs, bir iğneleme, bir ok mu olduğunu anladıktan sonra doğru davranırsa ihlaslı davranmış oluyor. Hatırlar mısınız bir ayette şeytanın iddiası vardı?

-Ben onların hepsini saptıracağım senin muhlis kulların müstesna, derken Allah’ta ona diyordu ki:

– Senin ona gücün yetmez.  Ancak sana uyanlar müstesna.

Derken işte burada muhlis şu manaya geliyor. Ben ona bir şey ikaya geleceğim de yani şeytan bir şey ilka edecek ona fakat onun kendinden gelmediğine eğer teknolojik olarak çözebilirse, nefsini de işin içine karıştırmazsa, hâsıl olan düşünce daha doğru kendinden olacaktır. İşte ona uyanlara da muhlis deniliyor. Bu işin bu kadar kolay olmadığını da yanılmıyorsam,

Hac suresi 52. Ayette de şöyleydi.

– (Biz senden önce hiçbir nebiye bir şey vahyetmiş olmayalım ki! Şeytan ona bir şey ilka etmek istemiş olmasın.)

Derken bırakın normal insanları peygamberlere bile, bir ilkanın mümkün olacağının ayetsel ispatı var. Tek müstesna kim peygamber efendimiz(SAV)

Nerden anlıyoruz?

Min gablike(مِنْ قَبْلِكَ  ) diyor.” senden önce”

Demek ki peygamber efendimiz (SAV)  ağri, korunmuş bir şekilde ve kendisi bu teknolojiyi çok iyi bildiği için hem Allah tarafından korunmuş hem de kendisi muhlis hatta ben kendi nefsimi de kendi şeytanımı da Müslüman ettim derken, bu mekanizmaların karışmasını engellendiğiyle ilgili burada bir ifade var.

Süslü gösterilen derken, süslendirilmiş gösterilir derken, imtihan dünyası olan bu dünya başlı basına bir (süslendirilerek ayak kaydırma aracı) yani haşa Rabbim zorluk için demiyor. Ama imtihan ya burası işte zuyyine dünya şartları tarafından süslü gösterilmesi var. Bir de şeytanın işte burada ilkaa ederek bunun süslü gösterilmesi var. Şimdi ben biraz daha örneklendireyim, sonra konuya geçeceğiz.

Kişi zaafı var. O zaafıyla bir şeylere müsait şeytanda bunu bildiği için bir düşünce veriyor kendisine, şeytan o düşüncenin kendisinin düşüncesi olmasını hedefliyor. Kişinin kendi iç sesinin, iç düşüncesinin olmasını istiyor.

Mesela; ya şu adamda şöyle işte şuna bak. Şimdi kendinde kibir ve başkalarını küçük görme, kibir eğilimi var. Şeytanda bunu yakalıyor. Diyor ki ya şu adama bak boyu kısa, işte bilmem ne bütün fiziksel özelliklerine söylüyor. Eğer bu yemi yerse, ameli ya! Zuyyine ederse, bide hoşuna gittirecek şekilde onu söylüyor. Bu sefer kendiymiş gibi onu sahiplendirerek daha kuvvetli söylüyor ve hatta onunla ilgili amel yapıyor. İşte o zaman da zokayı yutmuş oluyor.

Üçüncü aşaması da işte buradan söylendiği gibi o amelide ne yapıyor?

Hasene görüyor bu seferde, görüyor musunuz mekanizmayı?

Zannedildiği gibi şeytan sadece vesvese vermiyor.

Hani psikolojik hastalıkların olduğu vesvese var ya!

Sadece o,  şeytanın görevi oymuş gibi atfediliyor. Aslında şeytanın işte burada mekanizmasını anlatıyor rabbim, beyne gönderdiği; kendisinin olduğunu zannettirdiği yanlış felsefik virüsler.

Ya işte şu şöyle değil mi?

Aslında bu böyle değil mi?

Ya günümüzde de bu olur mu?

Ya aslında şöyle şöyle yapmak gibi bir sürü şey yapıyor. Aslında kendisinin de zaafları olduğu için onu yiyor. Buna çok dikkat edilmesi lazım.

Zihin hamleleridir aslında onun gönderdiği.

Vesvesede vardır, Nas suresinde olduğu gibi

Ellezî yuvesvisu fî sudûrin nâs. (اَلَّذٖى يُوَسْوِسُ فٖى صُدُورِ النَّاسِ )

daki gibi de vardır. Ama beyin hamlelerini de burada unutmamak lazım. Hani deniyor ya felsefe ile çok fazla uğraşmamak lazım denilen o. Sırf beyinsellik gittiği için insanların orada ayak kaymaları olabiliyor.

İşte Rabbim bu ayette diyor ki; “efemen” yani şu kimse gibi midir?

– Şöyle,

Bunun metni olarak bu bir müpteda, yani isim cümlesi, ama haberi olmayan bir cümle. Yani müptedayı belirtiyor, haberi kişinin yorumuna kendisine bırakıyor,

Bunu tefsir kitaplarında şöyle yazıyor. Haberi gizli, şu iki mana olabilir deniyor.

Böyle kimseler için (biraz sonra gelecek) kendini üzüp helak etme.

İkincisi de; bunlar Allah’ın hidayet ettiği kimseler gibi midir? Şeklinde de bir cevabı var. Şimdi zaten soru soruyor açıkta kalmış soru. Yani şöyle şöyle kimse yani soru işareti. Şimdi bunun devamı olması lazım, devamı yok! İşte orada kişiye bırakılıyor bu. Diğer kimse gibi olmaz diğer grup hangisi? Bunun zıttı. Demek ki kendisinden bir kötü amel sadır olabilir, kimse mükemmel değil, fakat bunu güzel amel gibi görmeyecek. İşte tövbe edecek, ya ben yanlış yaptım diyecek. Nefsini tanıyacak, şeytanın vesveselerini yapmayacak. Bak bir insandan kötü amel sadır olmaz değil. Zaten et-tevvab esması , el-gafir , el-gafur esmaları bunun için zaten fakat burada Rabbimin vurgulamak istediği şu, amelini hasen görmeyecek, iyi görmeyecek yani. İşte bu kimse diğerleriyle beraber musabi olur mu? Diyor rabbim.

Eğer (ders sonrasına döneceğiz) kişi sapıklığı güzel görüp te bunu tercih ederse ne oluyor. Bakın orada ayetin devamı ilginç feinnallâhe yudıllu mey yeşâu (فَاِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَاءُ  ) Allah dilediği kimseyi dalalete sürükler. Bunu açıklayacağım birinci manası ile söylüyorum. Yehdî mey yeşâé (وَيَهْدٖى مَنْ يَشَاءُ  ) dilediği kimseye de hidayet eder. Şimdi biz biliyoruz ki, Allahu Teâlâ kişiyi sen cehennemliksin, sen cennetliksin diye, onun iradesine hiç dokunmadan göndermiyor. Bu zulümdür zaten. Yani bu yıllardır ateistlerin dile getirdiği şey yani Allah bir kimseyi cehenneme götürecekse neden bu kadar emir kuran falan var? Zaten istemiş benim cehenneme gitmemi murat etmişse benim burada amelim falan boşuna. Buna da Müslümanlar cevap veremiyordu. Buna yıllarca veremediler neden? Kader inancı tam olarak anlaşılmadığı için, ebetteki Allahu Teâlâ her şeye kadirdir dilediği kimseyi oraya koyar, dilediği kimseyi de oraya koyar. Ya da burada ifade edildiği gibi dilediği kimseyi saptırır dalalete sürükler. Dilediği kimseyi de hidayete sürükler buna kimsenin hiçbir diyeceği olur mu? Olamaz ve nihayetinde fail-i mutlak Allah olduğu için nihayetinde böyle oluyor. Fakat burada işte bir önceki ayetin önceki kısmının gelmesiyle beraber şunu söylüyor.

Kişi sapıklığı güzel görüp de; bunu tercih ettiği için Allahu Teâlâ’da onu dalalete yöneltiyor. Yani tercih yapan kişi onu görüyor, onu tercih ediyor, ona yöneliyor; amelini güzel görüyor. Allah da tamam bunu istiyorsun diyor. Bunu yapıyorsun. Tam tersi amelini de güzel görmüyor, amelini çirkin görüyor. Hidayeti talep ediyor Allah da ona hidayet ediyor. Yani yine etken o, ama Allah öyle yapıyor. Şimdi öğrenci illa ben sınıfta kalacağım diyor, ee öğretmende bırakıyor. Şimdi bırakan öğretmen değil mi fail olan o, ama sebep kim?

Kendi tercihi. O illa hal diliyle diyor ki beni bırak, beni bırak, beni bırak;  e tamam bırakıyım diyor öyleyse. Bırakan Allah. Bunun başka bir şeyi de şu.

Bunu Bayraktar hocam ile bir kahvaltı nasip olmuştu da, orada bir ifade etmişti. Bu devrim devrim diyordu. Yani onun kuran mealinin bir tarzı vardır. Bilirseniz, orada şunu kastediyor  feinnallâhe yudıllu mey yeşâu (فَاِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَاءُ  ) ifadesi var. Ya mey yeşâu iki manaya geliyor.

1.  Dilediği kimseye; faili kim? Allah. Bu aynı zamanda Arapça gramer olarak mümkündür ki, dileyen kimse manasına da gelebiliyor.

  1. Manaya gelirsek işte Allah dileyen kimseyi dalalete sürükler. 2. Kısımda yehdî mey yeşâé (وَيَهْدٖى مَنْ يَشَاءُ ) dilediği kimseyi de hidayete erdirir. Tercih. Yani şimdi Rabbim Arapça indirmiyor mu? Bu Kur’an’ı haşa ikisinin de ayrı manaya geldiğini bilmiyor mu? Burada iki manayı da ortak düşündüğünde şu oluyor. Kişi istiyor. Allah da onu sebeplerine halk ediyor. Ama fail-i mutlak ta Allah’tır. Sorular girdi araya.

Devam edelim. Burada çok ilginç bir ifade var.

felâ tezheb nefsuke aleyhim haserât (فَلَا تَذْهَبْ نَفْسُكَ عَلَيْهِمْ حَسَرَاتٍ)

Burada emir var. Kime neye emir var burada? Bu Arapça terapileri en son işlediğimiz konulardan birisi. İşlemedik gerçi işleyeceğiz de. Nehy-i gaip (Arapça olumsuz kelime oluşum kuralı) var burada. Burada hitap nefsine onun, hani sen nefsine söyle. Şöyle şöyle yapmasın gibi bir ifade. Nefsuke diyoruz ya senin nefsin yapmasın.

Se(س ) nin üzerinde ötre(ُ ) var görüyorsunuz.  Fail oluyor yani, emir ona, nefsin gitmesin, “aleyhim” onlara “haserat” hasretlerle üzüntülerle gitmesin.

Bu bir deyim yani şu manaya geliyor.

Resulüne hitap burada, peygamber efendimiz(SAV)e:

Ey resulüm bu olan olaylar; şimdi sen işin mekanizmasını biliyorsun, bunların başına nelerinde geleceğini biliyorsun ve biz senin çok çalışıp çabalamanın farkındayız. Bak ilginizi çekecek; bir önceki kelimeye göre de, hidayet sanma ki senden. Hidayette bizden, biz değerlendiriyoruz, yapıyoruz. Hidayet gerekirse biz zaten veriyoruz.  Hidayet konusunda senin yapabileceğin çok fazla bir şey yok.

Senin üzerine düşen nedir?

 Ancak tebliğdir.

Lakin bütün bunlara rağmen sen onların mevcut durumlarını görerek ve ilerde başlarına neler geleceğini bildiğin için nefsin onların üzerine hasretle giderek, üzülerek giderek; ne olacak bunlara? Kaygısı ile neredeyse kendini ölüp bitiriyorsun, neredeyse öldürüyorsun kendini bunu yapma!

-Soru- Hasret bizde Türkçede şimdi kişiyi arzu etmek, eksikliğini hissetmek gibidir anlam olarak değil mi?

-Cevap- Haseten, Arapçada farklı haset hüzün, hüsran kelimesi ile yani bir şeyin elden çıkmasından dolayı gelen üzüntü, yani şimdi bir şeyin elden çıkması ile birleştiği yer neresi?

Resul(SAV) bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmedi mi? İşte bir takım insanların artık uzaklaştığını yani hidayet grubundan uzaklaştığını görüyor ya, onun elden gitmesine, uzaklaşmasına üzülüyor. Ona haset deniyor. Burada yalnız çoğul olarak da gelmiş haşerat çoğul olarak gelmiş. Yani birçok. Yani bunda şu var, birçok değişik  şekillerde onların kayba uğramasından ötürü değişik değişik hasetler, acılar, üzüntüler çektiğinin ifadesi ve bunun da miktarının çok olduğunun ifadesi burada ….

Araştırdım. Bu Arapçada bir deyimmiş. Kendini öldürme, helak etme manasında bir deyimmiş. Burada görüyoruz ki “felâ tezheb” gitme, gitmesin nefis nereye gidiyor, yani bir yere gitmiyor. Derinlerine bakıldığında bunun da bir şeyi vardır. Ama sen kendini hasretle bitip tüketme manasına geliyor. Nefsini bu manada onlar üzerine öldürme var. Çünkü neden?

innallâhe alîmum bimâ yasneûn(اِنَّ اللّٰهَ عَلٖيمٌ بِمَا يَصْنَعُونَ )

“Şüphesiz Allah âlimdir.”

Neye âlimdir” bimâ yasneûn” onların yaptıklarına.

Buradaki kelime Türkçede kullanıyoruz, sanayi olarak kullanılıyor.

Sanayi, yani sanayide ne vardır?

İmal etme vardır.

Yani amelden biraz üretme vardır.

Onların neler üretip durduklarını Allah gayet iyi bilmektedir. Yani sen belki bilmiyorsun. Sen belki onların hidayete koşmaları için çabalayıp hasretle kendini yeyip bitiriyorsun ama Allah onun yukarıda süslü gösterilmesi vasıtasıyla kötü amellerin süslü görüp de neler imal edip durduklarını, yaptıklarını Allah gayet iyi bilmektedir. Yani işi bana bırak, gibi bir burada da bir mana var. Diğer ayete geçelim yeterince anlaşıldığını düşünüyorum.

Vallâhullezî (وَاللّٰهُ الَّذٖى  ) vallahu burada yemin değil. vallahu ellezi Allah öyle kimsedir ki Türkçesini okuyayım  “Allah rüzgârı gönderip bulutu harekete geçirendir.”

Allahu ellezi,, Allah öyle kimsedir ki, öyledir ki.

Erseler riyâha(اَرْسَلَ الرِّيَاحَ  )  Rüzgârı ne yapandır? – Gönderendir.

Fetusîru (فَتُثٖيرُ  ) O da.

Sehâben(سَحَابًا  ) Sahaben buluta tesir eder.

Derken onu bir beldeye sevk edip sularız. fesugnâhu ilâ beledim meyyitin (فَسُقْنَاهُ اِلٰى بَلَدٍ مَيِّتٍ  ) fesugna burada saka, ne demek biliyorsunuz? Sulayan, su veren demek. Eskiden Osmanlıda vardı. Şimdilerde de bir su markası Karadeniz’de çok iyi bilinir. Bu bir sülalenin ismidir. Yani su veren demek, su dağıtan.

Hatta yemek sonrasında Allah’a hamd olsun ki o bizi yedirdi ve su verdi. (Elhamdu lillahil lezî edamenâ ve segânâ ) deriz.

Ve biz sularız, neyi?

– Onu.

“ilâ beledim meyyitin” sevk edip de sularız,

Nereye?

– Beled bir beldeye

Ama nasıl? Meyyit, ölü bir beldeye onu göndererek oraya su sularız.

Peki, ne oluyor sulayınca?

 

fe hemen bunun üzerine feahyeynâ (فَاَحْيَيْنَا ) bir hayat verdik.

Bihi (بِهِ ) onunla yani bulutla.

Elarda(الْاَرْضَ ) arza hayat verdik. yani hayat veririz manasında.

Bağde mevtihâ(بَعْدَ مَوْتِهَا  ) ölümünden sonra.

Şimdi Rabbim burada bir mekanizmayı anlatıyor. Görünüşte meteorolojik bir hadiseyi izah ediyor.

Önce ne yapıyormuş? Rüzgârlar varmış. Rüzgârları bir yere gönderiyormuş, onunla beraber bulutları hareket ettiriyormuş. Başka bir ayet var teknik bir arıza nedeniyle onu geçmek zorunda kaldım. Değişik değişik şeylere getiriyormuş. Yani bir araya getiriyor dağıtıyor. Hani bugün meteorolojide bulut şekilleri vardır; onlara getiriyormuş. Getiren burada yalnız Arapça için bir teferruatta bulunuyorum.

Fetusiru derken te(ت ) harfi var. O müennes(canlı cansız varlıkların dişi olanı) şeyler için geçerlidir. Allah bulutları tesir etmiyor rüzgârları gönderiyor. Oradaki te harfi rüzgâra gidiyor. Rüzgâr bulutu değişik şekillere getiriyor. Yani orda bir merak edenler için söyledim, yani sevk ediyor rüzgâr buluta tesir ederek onu değişik hallere getiriyor.

Bir yerden bir yere getiriyor bununla beraberde biz ne yaparız, o beldeyi suluyoruz. Ama nasıl bir belde, meyyit bir belde, ölü bir belde. Burada ne var? yağmurun meteorolojik olarak bir açıklaması var ve onunla da hayat buluyor. Canlanıyor. Buda ne? Biyolojik bir olay, biyolojide de suyun o toprak üzerine ve oradaki canlılar üzerine tesirini gösteriyor. Fakat Rabbim şu ifadesi ile farklı manalarında olduğunu ifade ediyor. Ne diyor?

Kezâlik (كَذٰلِكَ ) durum böyledir. işte böyledir.

Kezâliken nuşûr(كَذٰلِكَ النُّشُورُ ) buda böyledir.

Nuşûr ne demek yayma manasına da geliyor ama asıl kastedilen; bir şeyin bitki gibi yayılıyor her yere. Mesela çim, bahar geldi ya yerden bitiyor yerden bitmesiyle beraberde yayılıyor yeryüzüne. Yayılıyor işte hayat bulduktan sonra nasıl ki yeryüzüne böyle tekrar diriliyor. Ahiretteki yeniden dirilmeye de nuşûr deniyor.

Tebareke suresinde var görmüşsünüzdür fekeyfe kâne nekîr(فَكَيْفَ كَانَ نَكٖيرِ ) ( buranın sonunu nuşûr diye okudu abimiz orda mübasa var dedi) nuşûr ne? Yeniden dirilmeyi de kastediyor. Ortak nokta ne? Nasıl ki bu dünyada birden bire otları çıkmış ve bir anda yayılmış görüyorsunuz ya; işte ahirette de kabirdekiler öyle bir şekilde çıkıp da aynı bitkilerin çıktığı gibi, bitmesi gibi, yerden geniş bir Alana yayılacak şekilde, tekrar diriltiliyolar. İşte nuşûrdan kastedilen, yeniden dirilmenin, kelimenin  kökeninde birleşmesi bu.

Yani “Yeniden dirilmede  böyledir.” diyor Rabbim.

Şimdi bunun iki manası var.

-1. Peygamber efendimize(SAV) soruyolar. Yeniden dirilme nasıl olacak?

Diyor ki sen görmüyor musun? Yeryüzünü ölümden sonra nasıl dirilttiğini işte buda böyle olacak. Yani şu kastediliyor 1.sinde, Allah her şeye kadir deği lmi? Bunun böyle olduğunu görmüyor musun? Böyle bir mekanizmayı yaratan Allah tabi ki ölüleri de böyle diriltecektir.

Fakat, biz bugünün ilmiyle biliyoruz ki daha evvel bunu konuşmuştuk. Kişilerde dna var dna silisile şeklinde zincirsel ,yeniden oluşumun mekanizmasını teşkil eder. Bir şekilde bugünkü teknoloji ile biliyoruz ki, bir hücreden, bir dna dan aynı bir canlı oluşturulabilmek. Bir limon hücresinden limon ağacı yapıldı. Yani limon hücresinden üretildi. Biz bunu biliyoruz. Aynen insanların da bir hücresi, tohum gibi nasıl ki yağmur ölü gibi gözükse de toprağın içinde tohum var.  Yağmur damlası girdi oraya ve canlanıyor. rabbim de buna benzer bir mekanizmayla toprağın içinde ölü bulunan insan hücrelerini de bu şekilde  canlandırabilecek teknolojiyi var etmiştir manası da var. Kabaca bu.

Teferruatını da Rabbim bilir. Bilinen ney?

İnsanın kuyruk sokumundaki kemik, kemik hücresi, bir türlü imha edilemediğini, yeniden nuşûr un buy olla olacağına dair bir tez var.

E Rabbim aslında buna da gerek duymaz ol der oluverir. Ama! bunun bile mümkün olabileceğinin bir ifadesidir. Tam olarak nasıl olduğunu, nasıl olacağını bilmiyoruz bu sistemi ama Rabbim bununla beraber işaretler vermektedir.

-Soru- Bazı islam alimleri bu konuyu şöyle anlatıyor. Hocam nasıl ki yağmur ölü toprağı canlandırıyor ya o tekrar diriliştede yüce Allah gökten aynı meni şeklinde birşey yağdırıcak ve onunla bütün insanlar kabirden kalkacaklar diyen alimler var.

-Peki açıklamayacaktım, onu da açıklıyayım.

Bakın erseler riyâha kelimesi var ya riyâh  ruh kelimesi ile aynıdır. Rüzgar kelimesinin kökünde ruh var, bunun açıklamasını azhab suresini işlerken yapmıştık. Yani biz ruhları göndeririz. Yani, şu var ersele göndermekti değil mi? Nerede geçiyordu. Fatır suresinin 1. Ve 2. Ayetlerinde yaparken meleklerle ilgili ersele fiili kullanılıyordu. Mürsel ifadesi kullanılıyordu. Rüzgâr kelimesinin kökeninde de ruh kelimesinin olması, biliyorsunuz ruh kimin ismidir?

Cibril(A.S.) ın diğer lakabı nedir?

Ruhtur. Demek ki meleksel bir kuvvetin allah tarafından “ersele” edileceğinin, gönderileceğinin de burada bir ifadesi. Biz biliyoruz ki kıyamet sahneleriyle ilgili melek hangisi? İsrafil(as), şöyle tasvir ediliyor. Bütün sistem bittikten sonra bu kitaplarda geçen İsrafil (as) ın ruh üfürür gibi üfüreceğini, Allah’ın da gökyüzünden mahiyetini bilmediğimiz bir suyu yeryüzüne indirerek kabirlerde bulunanları çıkaracağını, işte o üfürülen borudan çıkan ruhların da ersele edilerek, gönderilerek (kelimelerin ortaklığını göstermek için bunu yapıyorum) kabirlere yükleme olduğunu hatta şöyle deniyor: bir böceğin hayvanın içine girdiği gibi o ruhların da cesetlerin içine girdiği; bugün bilim kurgu filmleri izleyenler bunun nasıl olduğunu görüyorlar zaten, bununla ilgili ipuçları var.

O hadislerde anlatılan hani o devirde insanlara anlatılacak bu olayı günümüz teknolojisi daha farklı bir anlaşım olabileceğinin burada bir göstergesi var.  Evet burada 2 şeyden bahsettik bir doğa olayı yağmurun nasıl yağdığının izahı, yeniden dirilme ile ilgili ipuçları 3.süde şu buda tasavvufi bir yorum diyebilirsiniz.Ölü bir beldeden kasıt  insanın manevi olarak ölü bedeni olabilir. Rabbimde değişik rahmet mekanizmalarını göndererek ihyası deniyor buna, ihyasının mekanizmasını burada gösteriyor rabbim. Değil mi? iman nuruyla iman güzellikleriyle dolmamış bir insanın bedeni her ne kadar yaşıyor gözükse de ölü gibidir. Kalplerin öldüğü gibi rabbimin değişik mekanizmalarıyla, hidayet mekanizmalarıyla. Yağmur rahmettir burada onu bir  şekilde gönderiyor ya onu bir şekilde ölü bedenlere ölü kalplere göndermesi de ve onu ölümden sonra dirilmesi de aynen bir yağmurun ölü bir beldeye yağıp ta onu tekrar diriltmesi gibidir de burada bir yorum var.

Bu da dediğim gibi birçok yorumu olabilir. Bu ayetlere sınır getirilemez. Ama anlayabildiğimiz 3 şeyinden birisi burada da aslında insanlara bir teskin var” şöyle ki Şüphesiz Allah dilediği kimseyi şaşırtır, dilediği kimseye de hidayet verir” diyordu ya işte bu hidayet mekanizmasında burada da gösteriliyor. kimse mükemmel değil sui ameller var kötü ameller var kişi ameline süslü görmediği  güzel  görmediği takdirde  Allah’a rucü ettiğinde Allah ta değişik hidayet mekanizmalarıyla o ölü gibi gözüken kalbi çevirebilir hatta hani bir dua vardı ya yapmıştık (seyyielere hasenelere tebdil etmesi gibi) bırakın onları yerinde kalmasını kötü amellerin bile iyi amel işlenmiş gibi o hale gelmesini sağlayacak muhteşem bir rahmet sistemininde sahibidir. Burada Allah  aynı zamanda demektedir. Fudayl bin iyad hz lerinden bahsetmiştik. Eşkıyanın reislerinden ama aynı zamanda ibadetli namaz kılıyo, oruç tutuyo. Ya nasıl olabilir? Böyle bişeyler diyor.  Umulur ki diyor, bir gün Allah benim seyyielerimi birgün  hasenata  çevirir diyor ve Allah!in hidayeti nasip oluyor. Öyle bir dönüş yapıyor ki evliyanın en büyüklerinden oluyor. O seyyielerin haseneye dönüşmesi olayı işte, bu maksimumdan bir olay ama işte rabbim burada üzülmeyin böyle mekanizmalar var. Kötü bir  kalbi ihya ettiği gibi sizide ihya eylerse, ne şekil hidayetlere kavuşursunuz. Bu Allah herşeye kadirdir.  Müjdesi var burda inşallah

Devam edelim 10. Ayete

Men kâne yurîdul ızzete felillâhil ızzetu cemîâ(مَنْ كَانَ يُرٖيدُ الْعِزَّةَ فَلِلّٰهِ الْعِزَّةُ جَمٖيعًا ) Kim izzet istiyorsa izzetin tamamı Allah’ındır. Hoş güzel sözler ona vasıl olur. Onu da güzel salih ameller yükseltir.  Kötü meçirler, tuzaklar kuranlar için onlara çok şiddetli azap vardır. Onların kurdukları tuzaklar kendilerini mahveder. Yani kendilerine döner. Bunu açıklamaya çalışalım inşallah.

Men kâne yurîdul kim isterse, talep ederse, iradesiyle talep ederse (neyi) izzeti yani izzet üstün olma durumu şan, şeref manasına geliyor. Yani kim izzet isterse değil mi? Kim istemez iyi bir durumda olmayı, şerefli bir durumda olmayı kim istemez ki isterse burada Allah dikkat çekiyor fe( ) dikkat etsin.  Lillâhil ızzetu cemîâ o izzet var ya o izzet Allah’a aittir. Cemia cemisiyle birlikte, toptan. Ne demek? Bir kere ikaz ediyor. İzzet sahibi olan Allah’tır. Bir kere bunu unutma izzet Allah’ındır. Allaha ait bir sıfattır.

Sen izzetli olamazsın. Olmaz mısın?

Olursun ama Allah’ın vermesi ile olursun Allah seni bu bir esma var. O esması ile seni izzetli kılar hangi esma o el-muiz, el-aziz izzetli demek izzet halinin sürekli olarak üzerinde bulunduğu demek ki Allahu Teâlâ’dır. Bu birde el- muiz esması vardır izzeti veren demektir. Allahu Teâlâ şimdi el-aziz ismiyle bütün izzetler Allah’a aittir. Fakat el-muiz esması ile Allah kendine ait ya tasarrufu kendisinde ya onunla da izzeti dilediğine verir ama cemia küllisiyle verir. Yani başka bir ayette de münafikun suresinde geçiyor “izzet Allah’ın, resulünün ve müminlerine aittir.”(Münafikun63.8) Yani burada ne diyor. Şimdi Mekke müşriklerindi ya o zaman, onlar izzeti hep bir şeylerde aramışlar iyi insanların, sözü geçenlerin, zenginlerin yanında olmak ya da sahte ilahlarından bunu talep ederek istemişler.

 Böyle bir şey yok diyor, izzet sadece Allah’a mahsustur, ve Allah’ın verdiklerine yani birisi izzet sahibi olacaksa onu ancak Allah verir. Başka yerde onu aramayın demektir

ileyhi yas’adul kelimut tayyibu(اِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ ) tayib burada hoş güzel demek kelimut da sözler demek ona saad olur bu kelime hani suudiler var ya Suudi kralı onların şeyi kendilerine koydukları ismin ana teması suud yükselmek demek ona vasıl olur yani ulaşır manasında yükselerek ulaşma manasına geliyor. Bir şeyin yukarı doğru çıkması, asansör de buradan geliyor.

Vel amelus sâlihu yerfeuh(وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُ ) vel amelu amel ama nasıl amel?

“Salihu” salih amel, işte onu ona yükseltir. Şimdi burada ilginç bir mekanizmadan bahsediyor. Şimdi güzel sözler var, bu güzel sözler, kelimeler var. Ona ulaşıyor, vasıl oluyor ama diyor ki durup dururken ulaşmaz. Bunu ancak salih amel ulaştırır.

Ben şunu anladım, her önüne gelen her kademedeki, her idrak, iman düzeyindeki insanlar güzel sözler söyleyebilir.  Hatta “Lâ ilâhe illalah”  gibi  SübhanAllah gibi  güzel sözleri de söyleyebilir ama onlar söyledi diye bunlar Allah’ın katına,  onlardan sadır olacak diye çıkacak diye bir şey yok.

Hani dedik ya küfredenler şöyle şöyledir, ne diyor küfredenler için bir azap vardır fakat amel işlemesi şartı yoktu ama müminler için ne vardı “âmenû ve amilus sâlihâti”(Kehf 18.107)  vardı yani küfür edenlerin öyle hiçbir şansı yok. Ancak salih amel işlerse bu oraya gider bu birincisi kâfirler için 2. Müminlere de bir ikaz var bak siz ezbere bir şeyleri söyleyip duruyorsunuz anlamını bilmeden tamam o güzel söz mana itibariyle güzel söz fakat ona muvafık salih amelde işleyeceksin ki,  yani o sözün gereklerini düşünüp anlayıp yaşayacaksın ki, o amel Allah’a ulaşabilsin.  Yoksa o sözün çok anlamı kalmaz. Ha sevap verilmiyor mu? Veriliyor.

Fakat res olması  bak o söz ikisine de  yükselmeyle ilgili bir kelime söylenmiş  saad ediyor asan sör gibi çıkıyor ama bide ress kelimesi geçmiş burada iyice kendisine  Allah’ın zatına yükselip gidebilmesi için  taşıyıcı olarak salih amel gerekiyor.

İşte bu yıllardır söylediğimiz  âmenû ve amilus sâlihâti”(Kehf 18.107) nin sırrı burada sadece iman ettim demek yeterli değil,  ona muvafık salih amel işlemen gerekir.  Yoksa ortama söylenmiş güzel sözler gibi oluyor. Evet, 2.5 ayet işledik. Yine benim için başarı haftaya devam edeceğiz inşallah.

Biz temiz değiliz, hatasız değiliz, kendimizden kötü ameller sadır oluyor. Allah bunları bize güzel görmemeyi nasip etsin. Nasıl ki yağmuru ölü bir beldeye gönderiyor da oraya hayat veriyorsa, bizim ölü kalplerimize de rahmet edip, bizi canlandırsın inşallah. Güzel sözlere manasını bilerek, değerini bilerek salih amellerle beraber ona yönlendirmeyi nasip etsin.

Çünkü izzet Allah’tandır. Allah ta el-muiz esması ile bizi  izzetli şerefli olanlardan, aziz olanlardan  eylesin  inşallah.

” Sadakallahül’l-Âzim”

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.