Yasin 2. Sohbet (8-11. Ayetler)/yazılı metin

YASİN 2. SOHBET (8-11. AYETLER)

Evet Yasin Suresi’nin ikinci sohbetine başlıyoruz. Geçen hafta anlattıklarımızdan da biraz bahsedelim. Bu Yasin Suresi’nin ilk sayfası çok önemli. Bu sohbetler devam edecek biliyorsunuz. Bu sohbeti dinleyenlere söylüyorum. Mümkünse bu ilk sayfayı ezberimize alalım. Hatta birer ikişer ayet gidiyoruz ya, her hafta iki üç ayet ezberlersek Yasin Suresi’ni ezberlemiş oluruz. Yani bu bir fırsat. Çünkü Rabbimin değer verdiği bir sure. “Kuran’ın Kalbi” diyor Yasin Suresi için Peygamber Efendimiz. Birçok şeyde okunmasını tavsiye etmiş. Hem dirilere hem de ölülere faydalı. Bilirseniz faydalı olur. Mübarek gün ve gecelerde okuruz. Bir tanıdığımıza okuruz. Hikmetini düşünmek üzere okuruz. Namazları sadece Kevser ve İhlas sureleri ile kılmamış oluruz. Teheccüde kalktığımız zaman uzun uzun okuyabileceğimiz bir şeyler olur. Biraz gayret etmekte fayda var diye düşünüyorum.

“Yâsîn”يس)  – Yasin en yaygın ifadesi ile “Ey insan!” demekti. Peygamber Efendimiz(SAV)’in de isimlerindendi.

“Vel gur’ânil hakîm”وَالْقُرْاٰنِ الْحَكٖيمِ). Bu; “Kuran hakimdir” değil, “hikmetlidir” de değil. Oradaki “vav” yemin idi. “Yemin olsun” diyor. Yemin vavı. Meallerde, tefsirlerde bu kısım atlanıyor. “Kuran’a yemin olsun ki” diyor, oradaki vav(yemin vavı).  Hani “Vet tîni vez zeytûni”(وَالتّٖينِ وَالزَّيْتُونِ) ya da “Vel asrı”(وَالْعَصْرِ) gibi onun da “yemin vavı” olduğu nasıl anlaşılıyor. Ondan sonra gelen isim sonu esreli bitiyor yani “vel gur’ane” değil “vel gur’anu” değil “vel gur’ani. Mesela “Vel asrı”, “Vet tîni”. Bakın sonu esreli bitiyor, o onun yemin olduğunu gösteriyor. “El-hakim” de kuranın sıfatı. Üç şekilde idi hakim biliyorsunuz: Yani bir hükmü sürekli, her zaman her yerde geçerli. İkincisi hikmet içeriyor. Sürekli ve devamlı içerisinde hikmet öğeleri bulunan bir Kuran. Yani boş sözler ve kaba ilimler değil haşa. İçerisinde nice hikmetlerin olduğu bir kitap. Bir de “mukem”  anlamı vardı mukem de “her tarafı her tarafı ile uyumlu örtüşüyor” birbirlerinden bağımsız değil, birbirlerini tamamlayan ayetler olarak vardı. Hani “Kuran’ın tefsiri Kuran’dır” da bu “hakim” sözünün manalarından.

“İnneke”(اِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلٖينَ) – “Şüphesiz sen”. Sen dediği kim? Peygamber Efendimiz’e hitap var. Zaten Yasin’in “Ey insan!” hitabının Resulullah’ı kasteden bir hitap olduğunun da göstergesi.

“leminel murselîn”( لَمِنَ الْمُرْسَلٖينَ) – Sen mürsellerdensin. Resul olarak, elçi olarak gönderilmişlerdensin. Rabbim Peygamber Efendimizi tekid için, bu görevi için Kuran’a yemin ediyor. Yani bu Kuran’a yemin olsun ki sen öylesin. Bir de “inneke” diye “Şüphesiz ki sen öylesin” yani “Hiç şüphen olmasın” diyor. Aynı zamanda ne idi? “Minel mürselin” demekle de “Bir grup var, sen o gruba dahilsin, yani bütün o gönderilmiş o elçiler beni tebliğ ediyorlar”. “Yani bir görevlisin”. Yani görevli olduğunu hatırlatıyor. Ama orda da bir tekid var yani “Ben de seni destekliyorum”. Yani “Sen herhangi birisi de değilsin”.

“Alâ sıratım mustegîm”(عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقٖيمٍ). Bir sıratı müstakim üzerinesin. Yani orada marife yok nekra vardı, belirsiz, bilinmeyen, kendine özgü, kimsenin anlayamayacağı dosdoğru bir yol üzerinesin diyerek de Peygamber Efendimiz(SAV)’in diğer mürseller, resuller arasında da farklı bir konumu olduğunu ifade ediyordu.

“Tenzîlel azîzir rahîm”(تَنْزٖيلَ الْعَزٖيزِ الرَّحٖيمِ). (Bu kitap) aziz ve rahim olan Allah’ın bir indirmesidir. Neden indirme? Rabbim indirmeden bahsediyor. Diyor ki bu ilimlerin çeşitleri, öğreniliş metotları vardır. Sağdan, soldan, önden, arkadan öğrenebilirsin ama yukarıdan öğrenemezsin. Yukarıdan ancak ben indiririm. Yani bu kitabın aslı yukarıdan, sana yukarıdan aşağıya indirme. Yani semadan indirme. Mesela Avrupa’ya gidebilirsin eğitim almaya ya da Ortadoğu’ya gidebilirsin, yatay olarak gidebilirsin fakat Kuran’ı öğrenme yukarıda. Yukarıya gidemezsin, yukarıdan ancak indirme şekline olursa Kuran olur. O yüzden tenzil. Yani kıymetini bilin. Yani herhangi bir kitap gibi de okumayın. Çünkü taaa yukarılardan Allah’ın tenezzülü ile indirme. Tenzili rütbe ile indirme.

Tenzili biliyorsunuz? “Nezzele” fiilinin mastarı. Bu şekilde indirme, unutmayın. Çünkü neden? Aziz’in indirmesi. El-Aziz Allahû Teâlâ’nın esmasından. Bir güç, otorite sahibi demek. İkincisi saygınlık demek. Yani hem yetkisi var ama yetki ile beraber de saygınlığı var, izzeti yani. İzzet kelimesi buradan geliyor. Kimin indirdiğini de bilin. Ama yanına bir de Rahim gelmiş. İşte burada da yumuşatıyor. Fakat o kullarına da merhametli. Yani acıdığı için bunu gönderiyor. Allahû Teâlâ acımasa da yani sadece aziz olsa ne olurdu? Bilmenizi isterdi. Ben size akıl verdim. Hidayet ….. verdim. Hadi bulun beni. Hadi Kuran’da yazılanları bulun. Ne kadar zor değil mi? İşte ben Rahimim size de acıyorum. Rahmet ediyorum. Rahim olanın Kuran’ı. Burada “Rahman” dememesi de ilginç değil mi? Demek ki bunu biraz sonra ilerde anlayacağız diğer ayetlerde. Özel bir rahmet olan rahim tecellisi ile indiriyor. Yani ilerde göreceğiz aslında, bizim şeyimiz bu. Sen ancak Kuran’a tabi olan kimseyi uyarırsın derken de bu kitap ancak zikre uyanlara, yani Mümin olanlara, inananlara faydası dokunur. O yüzden Rahim. Rahman değil yani.

“Li” için demek. Peki niye Allah’ın resulü gönderilmiş ya da bu kitap inmiş? “Tunzira”( تُنْذِرَ ) inzal etmek için “gavmen”( قَوْمًا) bir kavmi. Nasıl kavim o? Orada sıfat olarak geliyor? “mâ unzira âbâuhum”( مَا اُنْذِرَ اٰبَاؤُهُمْ) Ataları uyarılmamış olan kavim. “fehum ğâfilûn”( فَهُمْ غَافِلُونَ) “Ve Onlar gafletteler“. Burada ilginç bir ifade var. Yani O kuran indirildiği zaman o Kureyşi, o devri düşünün. Bir özellikleri var mı o devrin? Yok. Yani medeniyeti çok gelişmiş değil, çöldeki bedeviler, mesela Romalılar var o zaman değil mi “Rum” denilen. Aynı zamanda Persler var. Onlar müthiş medeniyetler. Hatta bir tarihçinin ifadesi ile Arap topraklarını fetih bile etmek istememişler. “Napacağız ki? Ne yedireceğiz askerlerimize?” demişler.  Yani halkı cahil, toprağı verimsiz, bir şey yok yani. O bölgenin çok büyük bir özelliği yok. Hani Hz. İsmail örneğindeki gibi su bile yok. Ama bir değişik şekilde onlarda ne var? Kibir var. Ataları ile övünüyorlar. Burada da “kavmen” kelimesinde şöyle bir şey vardı “bir kavim”. “El-kavim” demiyor yani o kavime demiyor, bir kavme. Yani rabbim burada önemsemiyor. Babaları da uyarılmamış diyor. Şimdi o kavmin Arap toplumu o zaman, cahiliye Araplarından bahsediyorum, en büyük özelliği ne? Geçmişi ile övünmesi. Atalarımız şöyle, atalarımız böyle. Diyor ki; “Atalarınızla neden övünüyorsunuz?” Uyarılmamışlar bile. “fehum ğâfilûn” Gafletteler, ne yaptıklarını bilmiyorlar? Siz ne yaptığınızın farkında mısınız? Yani “Övünüp duruyorsunuz, kibirdesiniz ama ne yaptığınızı biliyor musunuz?” manasında.

“Legad”( لَقَدْ) Kesinkes. Bu legad geldiği zaman Allahû Teala çok vurgulu bir şekilde ifade ediyor hatta yemin olsun ki, kasem olsun ki, elbette ki, gerçekten ki manalarına geliyor.

“haggal gavlu”( حَقَّ الْقَوْلُ) Haggal, hak oldu demek. Ne hak oldu? Gavl. Gavl ne demek? Söz. Söz hak oldu. Kime? “alâ ekserihim”( عَلٰى اَكْثَرِهِمْ)Onların ekserilerinin üzerine o söz hak oldu. Bu sözün ne olduğu konusunda tereddüt etmişler. Ama tefsirlerin çoğunda şu var. Hud Suresi 119.da: “Böylece Rabbinin cehennemi cinlerle ve insanlarla tamamen dolduracağım sözü yerine gelmiş oldu”( وَتَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ لَاَمْلَپَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ اَجْمَعٖينَ) ifadesi var.
Bir de İsra Suresi 16.da bir ifade var: “Biz bir memleketi helâk etmek istediğimizde, onun refah içinde yaşayan şımarık elebaşlarına (itaati) emrederiz de onlar orada kötülük işlerler. Böylece o memleket hakkındaki hükmümüz gerçekleşir de oranın altını üstüne getiririz.”( وَاِذَا اَرَدْنَا اَنْ نُهْلِكَ قَرْيَةً اَمَرْنَا مُتْرَفٖيهَا فَفَسَقُوا فٖيهَا فَحَقَّ عَلَيْهَا الْقَوْلُ فَدَمَّرْنَاهَا تَدْمٖيرًا ) Yani şimdi bir gafil olan kimseler var, onların üzerine de bir hak söz var. Rabbim kızıyor, yani gadabı geliyor. O kadar uyarılar, şunlar bunlar geliyor fakat yeterince iman etmiyorlar. Onların üzerine bir söz var, o söz de yerine geldi ifadesi var. Mesela Yasin Suresi’nin 69. ve 70. Ayetlerine bakalım orada da böyle bir ifade geçiyor:

“Biz, ona şiir öğretmedik. Bu, ona yaraşmaz da. O’nun getirdiği sadece bir zikir ve apaçık bir Kur’an’dır.”
وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنْبَغٖى لَهُ اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْاٰنٌ مُبٖينٌ ) Ne için?

“Liyunzira men kâne hayyev ve yehıggal gavlu alel kâfirîn”
( لِيُنْذِرَ مَنْ كَانَ حَيًّا وَيَحِقَّ الْقَوْلُ عَلَى الْكَافِرٖينَ )Hayatta olanı, hay olanı, diri olanı uyarmak ve kâfirlerin üzerine hak olan sözü söylemek için. Yani azap sözü. Bu var. Bunu bütün tefsirlerde görüyoruz. Bunu bu şekilde alabiliriz ama bazı tefsirlerde şunu gördüm. Yani hak söz tamamen ortaya konuldu. Onlar gerçek sözü duydukları halde inanmazlar manası da verilmiş. Yani Allah’ın sözü var ya “La ilahe illallah Muhammedun Resulullah”. Bu sistemle ilgili sözü. Bu hak bir söz değil mi? Gavl değil mi? Bu hak oldu, gerçekleşti. Yani yeryüzüne kitap olarak Resulleri tarafından indirildi. Yani “ve gul cael haggu ve zehekal batıl” var ya, bu anlamda da bunu daha anlamlı buluyorum bu ifadeyi. Çünkü öbür türlü, yani ben cehennemi bütün insanlarla ve cinlerle dolduracağım sözü gerçek olursa o zaman niçin babaları daha evvel uyarılmamış bir kavime bir uyarıcı olarak gelsin? Zaten belli her şey değil mi? Yani burada benim hak sözüm, yani hak sistemim gerçekleşti manası bana daha mantıklı geliyor. Bir de zaten “ekserihim” diyor. “Onların çoğuna” yani bir yırtma şansı da var. “Fehum la yuminun” Fakat onlar iman etmiyorlar. Bugünkü ayete geçelim:

İnnâ cealnâ fî ağnâgıhim ağlâlen fehiye ilel ezgâni fehum mugmehûn
( اِنَّا جَعَلْنَا فٖى اَعْنَاقِهِمْ اَغْلَالًا فَهِىَ اِلَى الْاَذْقَانِ فَهُمْ مُقْمَحُونَ ) Çünkü biz onların boyunlarına halkalar geçirmişiz, bunlar çenelerine kadar dayanmıştır artık onların başları kalkık durumdadır.

İnnâ – ( اِنَّا ) Şüphesiz biz

Cealnâ – ( جَعَلْنَا ) Yaptık, kıldık, ettik. Ne yapılmış?

fî ağnâgıhim – ( فٖى اَعْنَاقِهِمْ ) Onların boyunlarında

ağlâlen – ( اَغْلَالًا ) Halkalar. “Gul” diye bir ifade var. Gul, Kuranı Kerimde birçok yerde geçiyor. Cehenneme sürülecek, cehennemle ilgili ayetlerde, ahiretle ilgili ayetlerde mücürlerin boyunlarına bir halka geçirildiğinden bahsediliyor ve o şekilde gönderiliyor. Demir halkalar. Ve bu

fehiye ilel ezgâni – ( فَهِىَ اِلَى الْاَذْقَانِ ) Ezgan, çeneler demek. Çenelerine kadar dayanmış. Şimdi bu ahirete özgü bir ayet mi yoksa dünyada mı bahsediyor? Dünyada bu. Var mı böyle gerçekten bir halka? Yok. Yani bu gerçekten demir, katı bir demir halde yok. Peygamber Efendimiz(SAV) Kureyşlilere, Mekke halkına hitap ederken hepsi boyunlarını Afrikadakiler gibi böyle bir halka mı geçirmişlerdi. Değil. Demek ki bu mecaz bir ifade. Ne yapıyor Rabbim? Onların boyunlarına geçiriyor ama manen geçiriyor. Peki, onlar ne yapıyormuş yani halka geçirildikten sonra ne oluyorlarmış?

fehum mugmehûn – ( فَهُمْ مُقْمَحُونَ ) mugmehun denilen bir halde. Gamaha, devenin bir hali imiş. Böyle suyu sevmediği zaman ya da doyduğu zaman bir şey istemediği zaman şöyle boş başını geriye doğru atarmış deve. Bu hale benzetilerek işte o boyunlarına geçirilen halkalar kişide öyle bir etki yapıyormuş. Kafanızda tahayyül edin. Bir insan düşünün. Gerçekten demir halkayı geçirin, çenesine kadar dayansın. Bakın çeneye dayansın. Ne olur o kişinin durumu? Yani şöyle kafası yukarı bakan değil mi? Sen karşındasın, gözlerini aşağıya dikmiş, boynu da kalkık bir şekilde durur. Bu size hangi duruşu çağrıştırıyor? Şimdi demir halkayı çıkarın ama pozisyonu aynı. Hangi kimseler dolaşır böyle? Kibirliler, hani burnu kalkık derler ya. Bakın boynu kalkık, çenesi yukarıda dolaşırlar. Yani bu manevi bir halka. Ahirette zaten bu dünyada nasıl olursan ahirette onun temsili bir şekilde görünüşünü Rabbim sana orada getiriyor. Yani insan burada kişilerin, kimden bahsediyor birinci anlamıyla? Sebebi nüzul olarak değerlendirirsek Mekke halkını. Müşrikleri kastediyor. Ekabirleri, kibirlileri.

Şimdi Peygamber Efendimiz(SAV) geliyor.  Kavmini uyarıyor ama onlarda bir hal var. Öyle ataları ile övünüyorlar değil mi? Cahiliye adetleri var. Kendilerinde bir kibir var. Böyle kibirli oldukları için çeneleri yukarıda bir şekilde dolaşıyorlar. Sanki boyunlarına bir halka geçirilmiş gibi. Ama bakın burada geçirdik diyor Rabbim. Demek ki geçirilmiş Allah tarafından. Yani şu şekilde mesela “Biz onları daha önce mühürlemişizdir” diyor. Yani şimdi Allah mühürlemiyor aslında. Yani onlar yaptıkları ile kendilerini öyle bir hale getiriyorlar ki Rabbim de onların hidayet mekanizmalarını, kolaylıklarını gidererek kalplerini mühürlemiş gibi oluyor.

Yani biz onlara geçirdik diyor. Çünkü günümüze de hitap etmesi amacıyla sadece geçmiş zaman olarak değerlendirmemek gerekiyor. Şimdi biz onların boyunlarına geçirdik derken aynı kalplerin mühürlenmesi gibi kendileri kibirleri sebebi ile öyle bir duruş sergilediler ki bunların büyük çeneleri kalkık şekilde yere bakmıyor o gün. Gözü yerde değil mütevazı insan ne yapar? Başını böyle yere eğer değil mi? Kibirli insan ne yapar? Başını yukarıya doğru getirir. Başını yukarı getirerek kibir haline geliyor. Allahû Teâlâ da boynuna halkayı geçiriveriyor. Yani etken kişi. Yani kibir halkası geçiriyor. Allahû Teâlâ hiç sebepsiz yere onların boyunlarına geçirmiyor. Bu haksızlık olur bu zulüm olur. Özgür iradeye haksızlık olur. Kendileri öyle bir hale geliyorlar ki yaptıklarından dolayı da Allahû Teâlâ manen o halkayı geçiriveriyor onlara. Şimdi bu kuran meallerini değerlendirirken Allah’a bazı yanlış şeyleri isnat etmemek lazım. Bakın “Rahim” diyor. “Aziz rahim kuranı indirdi” diyor “uyarman için”. Şimdi uyaran Rab niye durup dururken taksın onların boyunlarına? Gıcığı mı var insanlar gibi? Haşa. Yani bunlar meallerde, tefsirlerde açıklanırken çok dikkat edilmiyor. Allahû Teâlâ’ya bazı hak etmediği sıfatlar isnat ediliyor. Allahû Teâlâ; Hâdidir, Rahmandır, Gafurdur, Rahimdir, kullarına merhamet eder. Değil mi? Ama kişi de ben illa öyleyim diyorsa da sistem de tak diye halkayı geçiriveriyor. Yani sistemde var olan şeyler geçiriyor. Kelimelerine geçelim:

“Ağlâlen” (اَغْلَالًا )“Gıllin” diye bir şey var. Hicr Suresi ile Müminun Suresinde geçiyor. “Biz onların sadrlarında gıllin olarak ne varsa onları söküp çıkarırız da cennete öyle koyarız” diyor. Şimdi cennete girebilmenin şartı mutmain nefis olma durumu ve böyle göğsündeki gıllin denilen mırık, cırık, kötü duygular, haset, fesat, kibir gibi hallerin duyguların olmaması. İşte bu gibi duygulara gıllin deniyor. Ve gıllin aynı zamanda ağırlık demek. Şimdi boyunlarına geçirilenlerin malzemesini anladınız mı? Bakın yine kendilerinden. Kendilerinin o gıllin duyguları nesneleşiyor bu sefer de boyunlarına geçiyor kibir olarak. Kendileri yapıyor yani. Bir söz var ya “Cehennemde ateş yok, kişiler ateşlerini kendi götürüyorlar”. Yani boyunlarına geçirilen halka da kendi gıllinleri ağlalen oluyor. Aynı kökten. Tefsirleri yaparken hep köklere kelimelere dikkat etmek durumundayız. O gıllini, neden kullanmış Rabbimiz? Buradaki ağlalen kelimesini halkalar kelimesini niye kullanmış? Yani hep sebep-sonuç ilişkisini unutmayacağız. Dünyadaki sistem sebep sonuç ilişkisi üzerine kuruldu. En azından bizim algıladığımız sistemde.

Biraz diğer manalara bakalım. Bırakalım müşrikleri şimdi günümüze de bakalım. İnsanlar kendi kendilerinin oluşturdukları vehimlerden dolayı, nefislerinin bazı özelliklerinden dolayı, şeytanın da kandırmasından dolayı kendi kendilerine bir vehme kapılıyorlar. Bu da kibir. Psikolojide şöyle bir şey var. Aslında aşağılık duygusunun bir sonucu kibir. İlginç değil mi? Yani kişi gerçeklerini biliyor. Ondan da rahatsız bir şekilde, aslında normal. Ben bir insanım. Müslümanın izzetinin dışında gururu gerektirecek herhangi bir durum yok. Allah’ın verdikleri ile ancak gururlanırız değil mi? Seviniriz, övünürüz. Fakat onun dışındakiler şeytani vasıflardır. Kişi bundan bir şekilde rahatsız, aşağılık duygusu var. Psikolojideki bu savunma mekanizmalarından birisi ile kendine kibir addediyor. Kendini olduğundan daha fazla görüyor. Sistemi beğenmiyor. Bir şeyleri beğenmiyor kendini beğeniyor. Gururla da kendini şişiriyor. Ama bunun bir sıkıntısı var. İşte Rabbim bu hali nasıl tanımlıyor? Sanki boyunlarına bir şey geçirilmiş gibi. Demek ki yani günümüzde de bir adamda kibir alameti olursa hangi vaziyette oluyor? Kafası arkaya doğru bir şekilde. Yeri görebiliyor musunuz? Bu şekilde yolda yürüyün. En ufak bir taşta bile takılıp düşersiniz. Yani hataya sürükler. Bırakın yüksek imanı, değerli şunları bunları, önündekini göremezsiniz. İşte Rabbim de bu şekilde resmediyor onları.

Neden çene dedim? Birinci olarak kafaya pozisyon vermek için. Bir de şu şekilde halka geçirilmiş insan rahat konuşabilir mi? Bir tefsirde şöyle geçiyor: Bu halkalar manevi halkaların geçirilmesinin sonucu olarak kişi kendi anladığı idrak ettiği yerleri imanın tasdiki olan sözleri bile söyleyemez diyor. İfade edemez. İman ettim sözlerini bile söyleyemez. Kilitleniyor yani bir şekilde. Onun sonucu da bu şekilde olur diye düşündüm.

Bir sonraki ayet de bununla çok alakalı. İkisini beraber değerlendirelim. Yine “cealne” diye geçiyor.

Ve cealnâ mim beyni eydîhim seddev ve min halfihim sedden feağşeynâhum fehum lâ yubsırûn.

(وَجَعَلْنَا مِنْ بَيْنِ اَيْدٖيهِمْ سَدًّا وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَدًّا فَاَغْشَيْنَاهُمْ فَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ)

Ve cealnâ – ( وَجَعَلْنَا ) –  biz yaptık

mim beyni eydîhim sedden  – ( مِنْ بَيْنِ اَيْدٖيهِمْ سَدًّا ) – iki elinin arası demek aslında ama önlerine diyelim, önlerine bir set çektik

ve min halfihim – ( وَمِنْ خَلْفِهِمْ ) – halfe de arka demek. Arkalarına da bir set çektik.

Feağşeynâhum – ( فَاَغْشَيْنَاهُمْ )– gaşiye; örten, saran, bürüyen, çevreleyen demek. Bir şekilde de onları çepeçevre kuşatmışızdır, sarmışızdır, örtmüşüzdür. Buna İngilizcede “cover” deniyor. Çevrelemişizdir, engel mahiyetinde bu. Ne yapıyorlarmış peki?

fehum lâ yubsırûn  (فَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ ) – Mekkeli müşrikler Peygamber Efendimiz(SAV)’e suikast düzenlemek istiyorlar ya. Tek tek öldürmeye cesaret edemiyorlar. Öyle gayretleri de var. Ne yapalım diyorlar? Her evden bir delikanlı çıksın. Geceleyin baskın düzenleyelim. Öldürelim. Günümüz tabiri ile kim vurduya gitsin. Herkes de ben yaptım ben yaptım deyince suçlanacak kimse de olamaz. Çünkü her ne kadar Peygamber Efendimize iman etmeseler de kavmiyetçilik o kadar yüksek ki kureyşten ya da haşimilerden birinin öldürülmesi demek çok kötü bir olay.  E inanmıyor. Hayır, bizden o. Bizden birini nasıl öldürürsün? Yani o koskoca bir kavmin, kabilenin, aşiretin diğer kavme saldırması da düşmanlığı da söz konusu. Buna da cesaret edemiyorlar.  Şimdi Ebu Talib inanmadı ama çok ciddi bir şekilde korudu. Hatta Ebu Leheb amcası biliyorsunuz. Amcası da koruyor belli bir yerlerde. En büyük İslam düşmanı, yine de yapıyor. Dolayısıyla cesaret edemiyorlar. Böyle bir şey düzenliyorlar. Peygamber Efendimiz ne yapıyor? Hz. Ali’yi yatağına yatırıyor. Üzerini de örtüyor. Evin çevresini sarmışlar. Ama çıkıp gidecek. Ama bir sürü insan pusuda. Ne yapıyor? Bu ayeti okuyarak Peygamber Efendimiz eline bir toprak alıyor. Atıyor. Onların önlerine ve arkalarına manen bir set oluyor. Kendi aralarında da zaten bakın

fehum lâ yubsırûn – Onlar da görmezler. Bu bilinen manası. Yani hikmet dolu Kuran ya. Yasin’in de böyle hikmetleri oldu. Hatta benim arkadaşlarımdan bunu yapanlar var. Yani bir savaş sırasında bunu yaparak oradan kurtulduklarını anlatanlar var. Yani Peygamber Efendimiz değil bir Müslüman da bu durumda yaptığında etkili olur. Bizzat kendisi o anlattığı olaydan net olarak kurtulmuştu.

Bediüzzaman Said Nursi’nin de bunu yaptığı ile ilgili bir hikaye de var. Bu Allahu Tealanın hikmeti, Kuran’ının Yasin’deki hikmetlerinden biri. Bunun gibi nice hikmetleri vardır.

Peki şimdi hangi ayetin arkasından geldi. Manen boyunlarından çenelerine kadar gelen bir demir halka var. Yukarı doğru bir duruşları var. Önündekini göremezler dedik. Zaten o haliyle önünü göremiyor. Rabbim bir de önüne set çekiyor. Bir de arkasına set çekiyor. Bir de çepeçevre kuşatıyor. İlk önce şunu dedim ben. Ya ön ve arka var da şeş cihet var. Altı cihet. Şimdi iki sıra geriye kalan 4 var. Bunlar ne olacak dedim? İşte “Feağşeynâhum” da o. Yani dairesel olarak çepeçevre yani kürenin içerisinde gibi. Her boyuttan bir engelleme var. Ne kadar kötü bir şeyi hak etmişler ki Rabbim nasıl bir daha dünyada iken engel sistemi koyuyor ona.

Bakın kelimelere gidelim. “mim beyni eydîhim sedden” Bu ifade biliyorsunuz çok geçiyor. Ayete-l Kürsi’de de var. Önleri ve arkaları olarak çevriliyor. Hakikaten öyle. Anatomide de okuduk. Bir kişi şöyle resmedilir. Ayakta duran. Elleri yana doğru hafif açık ama avuç içleri önde doğru bir insan tipi var. Ön arka derken o modele göre ders işlenir. İnsan yapısı öyle anlatılır. İki eli arası neresidir kişinin önüdür. Hani iki göz nereye doğru giderse oraya gider. Ama Rabbim iki gözün arası dememiş, ellerinin arası demiş. Eller yapmayı temsil eder. Kişinin yaptıkları. Eli ile yapmıyor mu kişiler? Ne diyor “Onların başına gelen musibetler kendi elleriyle yaptıkları”. Yani iki elin arası ne demek? İşte burada kader inancını anlatıyor Rabbim. Kendi elleriyle yaparak ön oluşturuyorlar. Zaman olarak ön. Yani tercihlerde bulunarak yaparak kendilerine bir yol çiziyorlar. Mesela buna fizikte “entropi” zamanın yönü deniyor.  Öne doğru gidiyor. Yapılan burası. Ön.

“Halfihim” ne? Arka. Neden arka? Bir zaman çizgisi düşünün. Bu ön ellerinin arkası gelecek. Halfehum da arka, geçmişi. Artık geçmişlerinin ve geleceklerinin önüne set çekmişizdir diyor. Ne demek istiyor Rabbim? Ne geçmişleri, neyden ders alır onlar? Ataları uyarılmamış ya. Ataları uyarılmamış gafil. Gafil neler yaptıklarına bir bakın. Başlarına neler gelmiş. Oradan ders alamıyorsun. Bir de öğüt dinlemiyorsun. Kapalı ya, kibirden kafası yukarıda. O zaman önünde de senin gidebilme alanını da daraltıyorsun. Geleceğini de düzeltemiyorsun bir şekliyle. Bir şey göremiyorsun. Görmenin sonucu nedir düzeltmektir. Bir şeyi görürsün. Arabanın önünde cam var. Onu bırakın otomatik giden tren var. Makinist yok. Ama önünde sürekli seyrediyor, acil bir durum olabilir diye. Yani görmek çok önemli. Gördüğünde düzeltirsin müdahale edersin çünkü.

Bir de bu değil “Feağşeynâhum” diyor. Bir de onu kaplıyor. Onu her cihetten de bir engel var. Buna bir tefsirde vahiy yukarıdan geliyor ya tenzil. Yukarıdan vahyin inceliklerini hikmetlerini anlama şeyi de gidiyor. Hani onların kulaklarında ağırlık vardır. Ya da seninle onlar arasında bir perde koyarız da Kuranı anlamazlar diyor. Yani bir şekilde Kuranın inceliklerini anlama idrakları da gidiyor. O gidince tabi yine “yubsirun” olma durumu ortadan kalkıyor. Onların kalplerinde mühür vardır. Kulaklarına mühür vurduk. Gözlerine mühür vurduk. Ne yapıyorlar, görmüyorlar. Bakın Allah vurmuyor mührü. İlk önce hak ediyorlar. Allah da sistem gereği onlara hak ettiklerini veriyor.

Diğer ayete geçelim. 10. Ayet:

وَسَوَاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ

Ve sevâun aleyhim eenzertehum em lem tunzirhum lâ yué’minûn.

Sevaun (سَوَاءٌ )– sevaun müsavidir demek. İki kısmın eşitliği, seviyedir. Aynı seviyedir. İki parça düşünün. İki seviye var ya. Bunun eşit olması durumu. Mesela tesviye diyoruz biz. Yani zımparalayarak, yontarak o mesafe farklılıklarını gidermek. Burada “sevaun” diyor eşittir, müsavidir yani.

Aleyhim (عَلَيْهِمْ )– Onlara. Onlar dediği yukarıda bahsetmiştik.

E enzertehüm (ءَاَنْذَرْتَهُمْ ) – e, em bir kalıptır. Şöyle şöyle olsa da şöyle şöyle olsa da anlamına geliyor. E enzertehüm, onları inzar etsen de.

Emlentünzirhum (اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ ) – İnzar etmesen de şeklinde bir kalıp bu. Müsavidir. Değişen bir şey olmaz.

La yüminun (لَا يُؤْمِنُونَ )– onlar iman etmezler. Şimdi bunlar kimler biliyor musunuz? Kendi kendilerine kibirleri olup da geçmiş atalarına uyup da kendilerini gıllınlere buradaki oluşturdukları yüzünden, kafaları yukarı gitmiş insanlar var ya. Onlar artık kendilerini kapalı hale getirmişlerdir. Allah’ın koyduğu kilitlerle beraber de. Artık bir değişim olmaz onlarda. Uyarsan da bir onları(inzar etsen de), uyarmasan da bir. Ne yapıyorlar? İman etmiyorlar. Artık onlar kapalı. Burada biraz evvel bahsettiklerimize dönecek olursak.

Adama sormuşlar? Hayatta en kolay şey nedir? Demişler. Cevap vermiş. Nasihat vermek. En zor şey ne demişler? Değişim. Dünyada en zor şey değişimmiş. Şimdi bakın ataları uyarılmamış ve gafil olan, şuurunda olmayan bir kavim var değil mi? Allah’ın Resulü ne ile geliyor? İnzar etmekle. Bunu dünyadaki karşılığı değişim olmalı. Bırak bu kafayı. Hani onların atalarının dinindendir meselesi var ya o. Günümüze gelelim. Yani günümüzde de kişi hep aynı. Yedisinden yetmişine aynı şekilde geliyor. Hiçbir değişim olmuyor. İşte bu değişim olmamasının sebebini açıklıyor. Eğer sen kafan yukarıda şekilde dolaşırsan sana birisi de öğüt verdiği zaman değişmezsin.

Burada iki şey var bakın. Kibir değişimi ve tövbeyi engeller. Buradaki ayet ile bağlantısı ne? Değişimi önler. Zaten değiştikten sonra adamın kaderi değişecek. Artık farklı yaşayacak farklı yerlere gidecek. Değişti çünkü. Nefsi, düşüncesi değişti eskisi gibi değil. Artık onun gideceği yer çok farklı. “Halfihim” ne? Arkası. O da geçmişte yaşadıkları. Ya ben ne kötü şeyler yapmışım zamanında. Allah’ın muradına uygun şekilde yaşamamışım. Ya da şöyle şöyle bir zihniyetle yaşamışım. İdrak oldu, irşad oldu, tövbe edecek. İşte bu öbür durum var ya çenelerinin kalkık vaziyette dolaşma durumu bunu engelliyor.  Kişinin değişimi engelliyor. Bakın maneviyat tasavvuftaki ne ile ilerler? Değişmekle. Buna “nefis tezkiyesi” deniyor. Yatay pozisyonda. Yani nefsinin belirli bir katmanı var. O katmanın da sen nefsini; nefsi emmare, nefsi levvame, nefsi mutmain, nefsi raziye, mardiyye, safiye gibi şeylere getiriyorsun. Ama bu yatay düzeltme. Bir de düşünce sistemini değiştirerek nefsini, idrakını daha üst boyuta alarak da bir gitme var. İşte bu isteniyor. Bu dünyaya niye geldin? Bir şey geldin, bir şey gidiyorsun. Allahû Teâlâ bizi bu dünyaya niye getirdi? Kemaliyet için. Kendimizin daha iyi versiyonu olmamız için. Allahû Teâlâ’ya galu belada verdiğimiz sözü tutmak için, yaşamak için. Bu yüzden sen kendini burada geliştirmek durumundasın. Eğer sen de değişim mekanizmalarına engel koyarsan/ket vurursan Allah da sana ket vurur. Önünü, arkanı kapatır. Değişim olmaz. Ne ileri gidersin ne geri. Olduğun yerde kalırsın.

Vel asr. İnnel insâne lefî husr. ( اِنَّ الْاِنْسَانَ لَفٖى خُسْرٍ وَالْعَصْرِ ) Akıp giden zamana göre de hüsranda olursun. İşte bu yüzden kişi değişime açık olmalı. Babalarından öğrendiği gibi çevresinden öğrendikleri ile hayatını devam ettiremez.

“Fehum ğâfilûn” diyor – Onlar gafillerdir. Sen “yok ya, ben böyle öğrendim, şöyle öğrendim, bana öğretilen bu” dersen. Bu dini anlamda da böyle. Gelişemezsin. Yani kişi kendi kendini kilitliyor. Onları uyarsan da uyarmasan da onlar iman etmezler. Şimdi düşünsenize Peygamber Efendimiz(SAV) diyor ki ilk başta “Bu Kurana yemin olsun ki hikmetleri var”. Sen daha evvel ataları uyarılmamış bir kavmi uyarmak için gönderildin. Bu kitap da sana yardımcı olacak. Sonra diyor ki uyarsan da uyarmasan da bir onlar iflah olmaz. Bu çelişki gibi değil mi? Rabim uyar diyor. Sonra uyarsan da uyarmasan da bir diyor. Ama ne diyor bakın yukarıda ne var? “Ekserihim” diyor. Demek ki ekserisi böyle insanlığın az bir grup uyarılmaya müsait.

Bir ara ben dini şeylerle ilgilenmeye başladıktan sonra düşündüğümde şöyle bir şey geldi aklıma: Her şey bir avuç insan için dedim ya. Bu kadar sistem bir avuç insan için. Aslında Peygamber Efendimiz (SAV ) için. Tabi onu o kadar idrak edememiştim. Bir avuç insan. Eleyin ya. İnsan olarak düşünün. Eleyin. Hiç inanmayan var. Bir şeylere inanıyor da güneşe tapıyor, ateşe tapıyor vs. onları da götürün. İnanıyor ama Budizm gibi şeylere inanıyor. Daha önce hak din olup da bozulmuşlara inanıyor. İnanıyor. Yanlış inanıyor. Müslüman ne kadar çok kişi gitti, milyarlarca insanı eledik. Onun da bir kısmı nasıl inanıyor düşünün. Öldürüyor ediyor. “La ilahe illallah” diyeni götürüyor sen kafirsin diye. Onu düşünün. İnanıyor şirk koşarak inanıyor. Yani geriye gerçekten bir avuç insan kalıyor. Onun da mesela hesapsız cennete gideceklerin sayısı 70 bin imiş arkadaşlar. Hadislerde böyle geçiyor. Ben bu sözde tereddüt ettim de ayetlere baktığımızda görüyoruz. Hani bu arşın gölgesi altında gölgelendirilecek olanlar var ya. Hani biraz evvel geçtik ya onlar 3 kısımdır diyor. Hatırlıyor musunuz? Nefislerine zulmedenler, orta yolda iktisat edenler bir de sadıkunlar. Hani bu mukarrebun olanlar hayırda. Onlarla ilgili birleştirdiğimizde bir şey çıkıyor. Bir de onlar mesela ahiret sahnelerinden bahsediyor. Karşılıklı tahtla üzerine oturacaklardır diyor. O sahne haşir sahnesi. Yani maliki yevmiddin. Cennette de var o ayetlerden. Bütün bunları birleştirdiğimizde öyle bir şey oluyor. Hadisleri reddedemeyiz. Sahih hadisler de biz amenna demek zorundayız. İşte bir avuç insan burada bir de “ ekserihum” diyor. O söz onlar üzerine hak oldu diyor. Şimdi başka bir şekilde de var bakın. 11. Ayete gelelim:

اِنَّمَا تُنْذِرُ مَنِ اتَّبَعَ الذِّكْرَ وَخَشِىَ الرَّحْمٰنَ بِالْغَيْبِ فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍ وَاَجْرٍ كَرٖيمٍ

İnnemâ tunziru menittebeaz zikra ve haşiyer rahmâne bil ğayb, febeşşirhu bimağfirativ ve ecrin kerîm

İnnemâ (اِنَّمَا ) – Ancak

Tunziru ( تُنْذِرُ  )– sen inzar edersin, uyarırsın

Men ( مَنِ )– o kimseyi ki

İttebea ( اتَّبَعَ )– tabi oldu

Zikra ve haşiye ( الذِّكْرَ وَخَشِىَ )– ve haşyet duydu

Er rahmâne ( الرَّحْمٰنَ )– rahmana

Bil ğayb ( بِالْغَيْبِ )– gaybda, görmeden gaybi olarak

Febeşşirhu  ( فَبَشِّرْهُ )– onu müjdele

Bimağfiratin (بِمَغْفِرَةٍ )– mağfireti de

Ve ecrin kerîm  ( وَاَجْرٍ كَرٖيمٍ)– kerim ecir ile müjdele

Şimdi onları uyarsan da uyarmasan da diyordu ya, e ne olacak şimdi? Rabbim burada istisnayı söylüyor işte. Ekserihim dışındaki galilen olan az kısmı söylüyor. Sen ancak o kimseyi uyarırsın ki zikre tabi olur. Başka bir ayette diyor ki sen öğüt ver “fezekkir” umulur ki zikir fayda verir. Ama kime fayda verirmiş arkadaşlar? Söz dinleme konumunda olan kibri olmayan değişime açık olan kimseye öğüt verirmiş. Öbürü kapalı. Yok canım bu böyledir hep böyle anlatılıyor. Ya farklı olabilir bir dinle bir kulak ver ya. Ancak o kimseye fayda verirmiş. Şimdi zikir ne?

Zikir, Kuran’dır. Kelime anlamı ile hatırlamak demek, anmak demek. Belirli bir sayıda bir şeyleri tekrar etmek olarak da kullanılıyor. Düşünmek manasına da geliyor. Amma Rabbim Kuranı da zikir olarak ifade etmiş. Kuran da bir öğüt, Kuran da bir hatırlama Kuran da bir Allah’ı düşünme.  Dolayısıyla zikre Kuran dersek Kurana tabi olana fayda oluyor. Allah Allah. Yani adam önce bu kurana gelecek. İlginç değil mi? O kişiye fayda verecek. Bakın Bakara Suresinin 2. Ayeti çok dikkatimi çekmişti:

ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ فٖيهِ هُدًى لِلْمُتَّقٖينَ

Zâlikel kitâbu lâ raybe fîh, hudel lilmuttegîn

Huden – hidayettir

Li – için. Kim için

muttegîn – mutakiler için.  Müttaki nedir? Takva sahibi. Yani biz takva sahibinin işi bitti biliyoruz. Ooo diyoruz bu takva sahibi. Diyor ki Kuran onlar için hidayet. Takvalı oldun, hidayete daha mazhar oldun. Bana çok ilginç gelmişti. Yani tabi herkese hidayet ama bu hikmetli Kuran ya derinlerini alıp da onu değiştirecek onu geliştirecek, farklı yerlere gelmesi için önce kişinin tabi olma pozisyonunda olması gerekiyor. Onun içinde bir hidayet oluyor. Burada da diyor ki “sen ancak o kimseyi uyarırsın ki” diyor “o da zikre tabi olur”. Yani öğüt dersek buna, öğüdü dinler. Söz dinler yani. Birisi nasihat veriyor. Kuranla nasihat veriliyor ya da gerçekten pozitif, müspet, hakikate uygun bir şey veriyor. Ona uyana ancak değişim olur. Ve de ancak inzar olur.

İşte çıtayı yükseltebilmek için kişinin değişime açık bir vaziyette olması gerekmektedir. Mesela ben kişisel gelişimle ilgilendim. Enerji denilen kurslara gittim. Başlamamın sebebi çevremde belirli bir yaşa geldikten sonra gelen, katı olan değişme olmayan insanları gördüm. Rabbim gösterdi. Eyvah dedim ben de mi böyle olacağım, benim değişebilir bir yapım olması gerekir. Nasıl değişebilirliğin orada formülleri var. Değişmeni engelleyen kısım bulunuyor. Senin programların. O değiştirilebilir bir hale getiriliyor. Ama maalesef bugün de para kazanma ticaret yöntemi olarak kullanılıyor. Ben doğrusu ile Allah’ın ilmi ile olan kısmı ile söylüyorum. İşte o insanlardaki belirli bir katılığı, değişememezliği gördükten sonra ben telaşa düştüm. Bunda ciddiyim. Çok etkilendim. Günlerce uyku tutmadı beni. Bir şeyler yapmam lazım dedim. Yaşım ilerliyor. Sistemde de böyle bir şey var. Değişebilir olmam lazım. Esnek olmam lazım. Bunun dünyevi kurallarını belirlemiş adamlar. Bundan istifade edeyim diye girdim. İşte bunun şeyi de bu: öğütlere açık olmak.  Burada ben bunu görüyorum. Ama yetmiyor o birinci kural öğütlere açık olma. İkincisi de:

“haşiyer rahmâne bil ğayb”

Bak adam bir kere Rahmana inanacak. İnanması da yetmiyor. Haşyet duyacak. O da yetmiyor. Bunu gizli gizli yapacak. Kendi, iç âleminde yalnız kaldığında da yapacak. Bu duyguyu gerçekleştirecek. Demek ki iki tane pozitif gidiş şeyi varmış. Yani değişime müsait. Bir zikir hali, Allah’ı sürekli düşünürcesine yaşamak. Hanif konusunda işlemiştik. Ne diyordu Hz. İbrahim “İnnî veccehtu vechiye lillezî fetaras semâvâti vel arda hanîfen”. “Ben yüzümü yerleri ve gökleri yaratan döndürdüm” diyor. Yani gözünün içine bakarak yaşıyorum diyor, yüzüne bakarak yaşıyorum diyor. Buna da haniflik diyor. “hanîfen ve mâ ene minel muşrikîn”. “Ben müşriklerden değilim” diyor. Yani bu hal dışında olmayı müşriklik kabul ediyor Hz. İbrahim. Peygamber efendimiz ne diyor? “İhsan üzerine namaz kılınız” diyor. Hakkı görüyormuş gibi. Siz onu görmeseniz de o sizi görüyor. Bu bilinçle yaşamayı tavsiye diyor Peygamber Efendimiz(SAV). İşte buna zikir hali deniyor. Zikir, akıldan çıkarmamak. Bunun zıddı nedir biliyor musunuz? Gaflettir. Allah’tan gaflet olarak düşünün. Allah’ı unutmak yani. Tersi zikir. İşte iki şekilde kurtarma şansın var. Bir; zikir edeceksin yani Allah’ı sürekli düşüneceksin, ona yöneleceksin. İkincisi de; haşyet. Allahtan da saygı ile beraber içinde sevgi olan bir korkma duygusu olacak. İşte bu iki kişinin yırtma şansı var. Gayb ne demek? Kayıp. Allah görünemeyen değil, görülmeyen. Yani sana o an için kayıp. Ama bir gün göreceksin. Ya da ne kaybedilir biliyor musunuz? Senin olan bir şey kaybedilir. Yani önceden var, sen ona sahipsin ama şu an kayıp. Yani anlık bir durumdur kayıp. Yani biz ahirette biliyorsunuz, önceden Allah’la malik idik. Elest meclisinde “galu bela”yı anlattık. Değil mi? Daha sonra dünyaya indirildik. Biz seni iki kez öldürdük. İki kez dirilttik diyor.  Geriye doğru sayarsan bu yaşamdan önce bir tane yaşam olması lazım. Demek ki bu dünyaya gelmeden evvel biz öldürülmüşüz. Orada halk anlamında bir yaşantı var. İşte o anda gayb değildi bizim için Allah. Ama önümüze perdeler çekildiği için gaybız. İşte bu gaybken aynı görülüyormuş gibi Allah’tan haşyet duyarak yönelme durumu. Bir de burada Allah kelimesi de geçmemiş, Rahman geçmiş. İsra suresinde şöyle geçiyor:

“İster Rahman deyin ister Allah deyin Allah birdir”. Rahman eşittir Allah değil. Çünkü esmadır. Ama sistem Rahmanla başlar. Yaratılmış olarak birisinin gidebileceği idrak boyutunda en son nokta rahmandır. O yüzden Rahmandan haşyet duyarlar diyor. Bakın burada Rahim dememesi de ilginç. Rahimde haşyet yok. Rahimde daha sevgi öğeleri var. Ama Rahmanda haşyet var.

“Febeşşirhu”( فَبَشِّرْهُ) O’nu müjdele. Hu tekil bir ifade mi, çoğul bir ifade mi? Tekil. Yukarıda “hüm” deyip duruyor ayetler. Hep onlar, onlar, onlar. Burada tekil gelmiş. İlginç değil mi? Yani o kadar az ki kişi. Düşünün Peygamber Efendimiz inzar edecek yüzlerce, binlerce kişi var o zaman kaç kişi yaşıyorsa. Ama Allahû Teâlâ diyor ki sen o kişiyi uyarırsın. Tekil bahsediyor. Yani binlerce kişi içerisinden yedi yılda 40 kişi iman etmiş sadece. O kişiyi diyor. Onların içerisinde biri var, sen ancak onu inzar edebilirsin.  O da ne yapar? Öğüt verdiğin zaman uyar. Habibi Neccar’ı düşünün. O da tek bir insan. Habibi Neccar gibi kişilere işaret bu. Bakın orada müjdele diyor onu. Müjdenin tersi inzardır. Nezir beşir. Bakın yukarıda aslında sen o kişiyi uyarırsın diyor, doğru yola sevk edersin demiyor. İnzar edebilecek kimse bile ancak zikre ve haşyete tabi oluyor. Sen o kimseyi ancak uyarırsın diyor. İnzarın hedefine gitme durumunda bile kişinin bu iki halde olması gerekiyor. Ne kadar ilginç. Belirli bir seviyeye gelecem de inzar edilme durumuna gelecem. Allahû Teâlâ o kimseyi bile diyor müjdele. Ne ile müjdele? Mağfiret ile.

“Bimağfiratin” (بِمَغْفِرَةٍ )– Neden mağfiret geldi burada? O kişinin durumunu düşünsenize. Ne kadar güzel farkında mısınız ayetlere böyle bakınca. Şimdi babaları gaflette, kendisi gaflette, eyvah ben ne yapacağım sistem buymuş uyarıyor, uyarıyor, uyarıyor uyarıcı. Eyvah diyor ben gittim öldüm mahvoldum. Geçmişte yaptıklarım ne olacak? Şu anki halim ne olacak diyor? Allah müjdele diyor onu, mağfiret ver. Önce geçmişini siliyor. Açılımlara imkân veren bir yapıya ecir veriyor. Ya bu müjde değil mi? Bilmiyor bu sistemi. Geçmişim ne olacak? Hani arkalarında set var ya. Eyvah gittim. Mağfiret geldiği zaman Rabbim siliyor onu. Bakın bu mağfiret, daha ahiretteki müjde değil. Daha dünyadaki müjde. Önce arkasındaki seddi yıkıyor, sonra da önünü açıyor. Neden? Değişime müsait artık. Hatta diyor ki biz onları tebdil eyleriz diyor. Seyyielerini hasenata tebdil ederiz diyor. Tebdil – beddele. Bir şeyin yerine diğerini koymak. Yani anlıyor Rabbim. Tam tersine pozitifmiş gibi çeviriyor. Artık çünkü farklı bir kademeye ait idrak düzeyine girdi. Sonra diyor ki “Ecrin kerim”. Ecri önceden söylemiyor. Bugünkü Müslüman anlayışı önce ecirdir. Her şeyi sevap için yapıyor. Ben dahil. Allahû Teâlâ ikinci olarak söylüyor onu. Önce mağfiret diyor. Sen önce bir yırt.  Mağfiret olduğundan emin ol. Her şey sevap. Birisi diyor ya. Ya cennetteki o huriler olmasa kimse namaz kılmayacak. Abartılı bir eleştiri var. Haşa. Yani Allah’ın rızası orada önemli. Hepimiz muhtacız ona. Allah’ın ikramını kabul edeceğiz. Ama önce bir mağfiret.

Önce gayret. Sen bir seviyeye geleceksin. Zikre tabi olan bir pozisyona geleceksin. Ondan sonra sana inzar işleyecek.

Ve ecrin kerim. Bir de ecir veriyor. Bakın daha bu ecir bu dünyada da var. Hem de nasıl bir ecir? Kerim. Kerimin 3 anlamı var. Türkçede pek anlaşılmıyor.  Kerim birincisi cömert demek. İkincisi izzet şeref sahibi demek değerli yani. Üçüncüsü de mübarek. Kuranı Kerim diyoruz ya mübarek Kuran yani. Bu anlamı da var. Kerim deyince ikramı sürekli olan, bir kez verip de bitmiyor. Devamlı olan. Bir de sonu “rim” diye biten esmalar vardı ya rahim kerim gibi. Onlarda da süreklilik vardı. Sürekli bir ikram var. Ve de aynı zamanda sana saygınlık kazandırıyor. Seni de şerefli izzetli hale getiriyor. Öyle de bir ikram varmış. Hem bu dünyada hem de ahirette.

“İnnâ nahnu nuhyil mevtâ” diyor ya. Şimdi durup dururken yukarıdan bahsetmiyor. Bir şeyden bahsediyor. Ölüleri biz diriltiriz. Hayda. Nereden çıktı bu şimdi? Sanki ölü ile alakasız gibi. Bu haftaya inşallah açıklayacağız.

Allahû Teâlâ bize önyargılardan kibirlerden uzak değişimlere açık bir halde olmamızı nasip etsin. Allah’a zikir boyutunda yönelmeyi nasip etsin ki uyarılar geldiği zaman biz o uyarıları hemen alalım. Bu hem Kurani bir uyarı olabilir hem sünnetsel bir uyarı olabilir hem de sistemden gelen uyarılar olabilir. Ve gaybda da görmediğimiz halde de Allah’tan haşyet duyan sevgi ile karışık haşyet duyan müminlerden olalım. Eğer bu olmadığı takdirde biz çünkü gafillerden olacağız. Önümüzü Allah korusun arkamızı çevremize setler siste tarafından çekilme tehlikesi var. Biz bunlardan olmak istemiyoruz. Allah’ın sevgili kulu olmak istiyoruz. Ve de mümkün olduğu kadar tekamül ederek gelişmek istiyoruz.  Allah da bunun yolunu bize açsın. Yolunu kolaylaştırsın.

 

Sadakallahülazim

 

 

Yasin (19.sohbet) 47-48-49.ayetler

SOHBETİ DİNLE:


(Dinlemek ve İndirmek için) ALTERNATİF LİNK:

https://yadi.sk/d/CYnGKAdN3ALZdF


YASİN 47:

وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ أَنفِقُوا مِمَّا رَزَقَكُمْ اللَّهُ قَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلَّذِينَ آمَنُوا أَنُطْعِمُ مَن لَّوْ يَشَاء اللَّهُ أَطْعَمَهُ إِنْ أَنتُمْ إِلَّا فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ

Ve izâ kîle lehum enfikû mimmâ razakakumullâhu kâlellezîne keferû lillezîne âmenû e nut’imu men lev yeşâullâhu at’amehu, in entum illâ fî dalâlin mubîn(mubînin).

1. ve izâ kîle : ve denildiği zaman
2. lehum : onlara
3. enfikû : infâk edin, verin
4. mimmâ (min mâ) : şeylerden
5. rezaka-kum allâhu : Allah’ın sizi rızıklandırdığı
6. kâle ellezîne : onlar dediler
7. keferû : inkâr edenler, kâfirler
8. li ellezîne : o kimselere
9. âmenû : îmân edenler, âmenû olanlar
10 e nut’imu : biz mi doyuracağız, biz mi yedireceğiz
11 men : kim, kimse, kişi
12 lev : olsaydı, eğer
13 yeşâullâhu  : Allah diler
14 at’ame-hu : onu doyurur
15 in entum : eğer siz
16 illâ : ancak
17 fî dalâlin : dalâlet içinde
18 mubînin : apaçık

” Ve onlara “Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden infâk edin (verin).” denildiği zaman kâfirler, âmenû olanlara: “Allah’ın dileseydi, doyuracağı kişiyi biz mi doyuracağız? Siz ancak apaçık bir dalâlet içindesiniz.” dediler.”


YASİN 48:

وَيَقُولُونَ مَتَى هَذَا الْوَعْدُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ 

Ve yekûlûne metâ hâzâl va’du in kuntum sâdikîn(sâdikîne).

1. ve yekûlûne : ve derler
2. metâ : ne zaman
3. hâzâ : bu
4. el va’du : vaad
5. in kuntum : eğer siz iseniz
6. sâdikîne : doğru sözlüler

“Ve eğer siz doğru söyleyenlerseniz, bu vaad ne zaman?” derler.


YASİN 49:

مَا يَنظُرُونَ إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً تَأْخُذُهُمْ وَهُمْ يَخِصِّمُونَ

Mâ yenzurûne illâ sayhaten vâhıdeten te’huzuhum ve hum yahıssımûn(yahıssımûne).

1. mâ yenzurûne : bakmazlar, gözlemiyorlar
2. illâ : ancak, den başka
3. sayhaten : sayha, şiddetli ses dalgası
4. vâhıdeten : bir, tek
5. te’huzu-hum : onları alır, yakalar
6. ve hum : ve onlar
7. yahıssımûne : çekişirler, tartışırlar

” Onlar tartışırken, onları alacak (yakalayacak) olan tek bir sayhadan (şiddetli ses dalgasından) başka bir şey gözlemiyorlar (beklemiyorlar).