Yasin(3.sohbet) 12. Ayet/yazılı metin

Biliyorsunuz Yasin Peygamber Efendimize bir hitap, “Ey İnsan” diyerek. Rabbim yemin ediyor. Kuran’a yemin ediyor. Peygamber Efendimiz’i de destekliyor. “Muhakkak ki sen peygamber olarak gönderilenlerdensin”. Burada “mursel” ifadesi geçiyor. Bu neden mursel olarak kullanılmış? Bugün işleyeceğimiz bu 13. ayetten itibaren  bununla ilgili bir konu olacak. Bir sıratı mustakim üzerindesin. Bu kitap Aziz ve Rahman olan Allah tarafından indirilmedir. Babaları uyarılmamış olan kavmi inzar etmek için/uyarmak için çünkü onlar gaflettedirler. O azap sözü ya da hak olan söz gerçek oldu, onlar iman etmezler. Biz onların boyunlarına halkalar geçirmişizdir. Bunlar çenelerine kadar dayanmıştır. Artık onların başları kalkık durumdadır. Biz onların önlerine de bir set çekmişizdir. Arkalarına da bir set çekmişizdir. Bir de onları kaplamışızdır. Artık onlar görmezler. Onlar için musavidir/eşittir kendilerini inzar etsen de uyarmasan da onlar iman etmezler. Sen ancak şu kimseyi inzar edersin ki o zikre uyar ve de gaybi olarak Rahman’dan haşyet duyar. Sen ancak o kimseyi, uyarabilirsin. İşte o kimseyi bir mağfiret ve kerim bir ecir ile müjdele.”

Burada klasik yorumları ile beraber şunu da söylemiştik ki insanların kendi kibirleri yüzünden kendi göğüslerinde olan “gıllin” denilen marazları sebebiyle kendi kendilerine geçirdikleri demir halkalar ki onlar boyunlarını yukarı çıkarmıştır. Biz de onları o hale getirdik ve önlerine ve arkalarına setler çektik. Burada önleri; gelecekleri ve halleri. Arkaları ise geçmişleri. Arkalarına bir set çektik ki bu onların tövbe etmelerinin ve geçmişten ders almalarını engelliyor. Önlerine set çektik ki onların ilerlemelerini ve olayları görüp de ibret almalarını engelliyor. Bir de onları her taraflarından kuşattık ki artık ilerleyemezler. Tamam bunları Rabbim yapıyor ama sebep insanın kendisi. Çünkü kibrinden. Kibirli insan ne yapar? Burnunu, kafasını çenesini yukarıya kaldırır. Rabbim’in de en hoşlanmadığı şey kibirdir. O kibirleri sebebi ile de Rabbim onların boyunlarına halkaları geçiriyor. Yani sistem bunu böyle yapıyor.

Bunun alternatifi ne? Bu sistem hemen hemen herkesi kapsıyor. Onlar diyor eşittir. Uyarsan da uyarmasan da. Sadece özel bir grup var ki ancak onlar inzar edilebiliyor/uyarılabiliyor. Onlar da zikre uyan, yani birinci anlamı ile öğüdü dinleyip değişime müsait olan insanlar, yani değişime açık. Bu insan ne diyor? Ya da bu zikre Kuran dersek Kurani öğütlere açık, onun gereklerini yerine getirebilecek durumda. Ve de gaybdan ve Rahman’dan korkanlar. Haşyet duyanlar. Korkanlar demeyelim ona haşyet duyanlar. Ancak bir kişide bu iki haslet varsa önü açık oluyor. Yani Allah’ın hidayetine mazhar olabiliyor. Fakat diğerlerinin ise bir şekilde aleni değil ama zahiri olarak boyunlarında demek ki halkalar var. Ve onlar bir türlü iman etmiyorlar. Hani çenesinde halkalar olan bir insan tasdik manasında kafayı sallayabilir mi? İman ettim diyebilir mi? Diyemez. Yani kendi kendilerine yaptıkları yüzünden de öyle bir sonucu oluyor. Ama ataları uyarılmamış bir kavim derken de şunu demiştik. Yani babalarında, atalarında ve çevresinde böyle bir öğüt olmayabilir. Ama şu değişmeyecek. İşte geçmişine bakacak, ders alacak, aynı zamanda tövbe edecek kendini değiştirme potansiyelini elde edecek ve bununla beraber de ilerleme potansiyeline sahip olacak. Onları işte marifet ile…

Bu mağfireti de şöyle açıklamıştık: Mağfiret önce kişinin arkasına set çekilmişti ya, o set kaldırılıyor. Çünkü geçmişinde iman etmediği tarafı ile işlediği hatalar var. Tövbeyi gerektiren durumlar değil mi? Önce orası imha ediliyor/yok sayılıyor. O da geçiliyor “tebdil” denilen bir şeyin yerine başka bir şey konma durumu oluyor. Hani seyyielerini, hasenatı tebdil eyle denilen şeyle beraber. İkincisi ne oluyor? Bu sefer de “ecrin kerim” veriliyor. Kerim bir ecir veriliyor. Şimdi bunları dedikten sonra 12. ayette ne deniyor?

اِنَّا نَحْنُ نُحْيِ الْمَوْتٰى وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَاٰثَارَهُمْ وَكُلَّ شَیْءٍ اَحْصَيْنَاهُ فٖى اِمَامٍ مُبٖينٍ

– İnnâ nahnu nuhyil mevtâ ve nektubu mâ gaddemû ve âsârahum, ve kulle şey’in ahsaynâhu fî imâmim mubîn.

İnnâ nahnu nuhyil mevtâ ( اِنَّا نَحْنُ نُحْيِ الْمَوْتٰى ) – Şüphesiz biz ölüleri diriltiriz

ve nektubu  ( وَنَكْتُبُ ) – ve yazarız. Neyi yazarız?

gaddemû ( قَدَّمُو ) – önlerinden takdim ettiklerini

ve âsârahum  ( وَاٰثَارَهُمْ ) – eserlerini

ve kulle şey’in  ( وَكُلَّ شَیْءٍ ) – her şey

ahsaynâhu  ( اَحْصَيْنَاهُ ) – biz onu ihsa ettik, hesap ettik, saydık. Nereye?

fî imâmim mubîn ( فٖى اِمَامٍ مُبٖينٍ  ) – Mübin denilen şeye.

Burada ilginç bir şey var. Yukarıda hep hayatla ilgili örnekler verilirken bir anda diyor ki “Şüphesiz biz ölüleri diriltiriz”. Yani bir şekilde ölülerden bahsetmediği halde diriltmekten bahsediyor. Bir şeyi diriltmenin ön şartı nedir? O şeyin ölü olma durumu. ama yukarıda herhangi bir ölüden bahsedilmiyor. Bunun hikmeti ne olabilir?

Birinci anlamı klasik anlamıyla/afaki anlamıyla; yani insanlar yaşadıklarına dikkat etsinler, her şeyin bir sonu var. Bu son, yeni bir başlangıçtır. Biz onları dirilteceğiz ama hesaplarını da soracağız. Dikkat. Bu zahiri mana.

Ama geçen haftaki o insanın gelişimi/değişimi ile ilgili, değişime açık olması ile kendini yenileyebilip de yeni bir iman sayfası açması ile ilgili olarak da ne olabilir? Bakın ne diyor? “Ölüleri biz diriltiriz”. Demek ki inzar edilmemiş insanlar/ inzarın ulaşmadığı insanlar demek ki Allah indinde ölü konumundaymış.

Zahiren yaşıyor, biyolojik olarak yaşıyor ama ölü konumunda. Sadece kalpleri  ölü demek bile doğru değil. Bir şekilde ölü. Bazı hadisi şeriflerde de buna işaret var zaten: “…onlar ölülerdir” diye. “Sen ölülere işittiremezsin” diye de bir ayet var. Yani hangi ölü bu? Manen ölü. Diri ama ölü. İşte buna ne diyor Rabbim? “Biz diriltiriz onları“. O zaman diriltmek hangi manada oluyor? Hidayet etmek anlamında oluyor. “Biz o ölü konumunda olan yaşayan ölüleri dirilterek onları bir mümin haline getiririzdiyor.  Bakın burada ilginç bir Arapça yapı var. “inna”(اِنَّا) derken bir te’kid var orada. “Şüphesiz biz…”. Bir de “nahnu”(نَحْنُ) geliyor orada. Nahnu’nun gelmesine gerek yok çünkü hem inna’da hem de yuhyi’de fiili mudari olduğu için orada “n” harfi var. “N” zaten biz demek. Biz diriltiriz. Türkçeyi düşünün. “Diriltiriz” deyince zaten gizli olarak biz var orada. Ayriyeten biz denmesine gerek yok. Bu Arapça’da bir kaidedir ki eğer  bu şekilde “nahnu” ve zamir açıkça geldiğinde şu olur: Yani o işi yapan biziz, biz, başkası değil. Bu anlama gelir. Orada ciddi bir vurgu var. Buna Arapça’da te’kid deniyor. Bir de başında inna var. İnna geldiği zaman, şüphesiz, gerçekten, muhakkak ki anlamına geliyor. Biz, biz. 

“İnneke leminel murselîn”(اِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلٖينَ) – Peygamber Efendimize “sen resulsün” demiyor. Minel murselin. “Sen resul olarak gönderilmişlerdensin“. Burada bir te’kid var. Korkma arkanda biz varız var. Bir de ne var? Sizler, sen dahil bütün resuller görevli. Yani asıl olan benim. Bu benim dinim. Bu işi ben yapıyorum. Sizler de görevlisiniz. Sen de o görevlilerden birisin. Yani bir görev hatırlatması var. Yukarıda ne diyor? Sen uyar, inzar et. Peygamber de olsa bir kişinin görevi inzar etmek/uyarmak. Sen hidayet veremezsin. Hidayet bize ait. Zaten zıddı olsa idi, Ebu Talib yaşarken Müslüman olurdu. Ne diyordu onunla ilgili ayette? “Senin üzüldüğünü biliyoruz (fakat) sen sevdiklerini hidayete eriştiremezsin, hidayet bize aittir“.

Burada Rabbim sistemi gösteriyor çünkü Rabbim’in indinde hakikat ve hikmet farklı. Müslümanın tebliğ görevi vardır. Hem temsil görevi vardır hem de çevresine tebliğ görevi vardır. Sen köşende yaşayamazsın İslamiyeti. Cihat edeceksin. Ya bilinen anlamı ile cihat edeceksin ya da bildiğin gerçekleri çevrene yaymak için gayrette bulunacaksın. Kendinle ilgili bir şey o. Hiçbir mutasavvıf cihattan geri kalmamıştır. Veysel Karani Hazretleri üst örneklerindendir. Savaşta şehit olmuştur. Bunu unutmayalım. Herkesin bir cihat görevi var. Fakat bir yere kadar. Asıl hidayet buradaki ifadesi ile ölüleri diriltmek Allah’a mahsustur. Diyor ki işte burada “Biz diriltiriz, biz, bizden başkası değil“. Buradaki üçlü vurgu işte bunu gösteriyor.

Bakın ne kadar ilginç. Hepimiz ahirete inanan insanlarız. Hepimiz öleceğiz. Allah tabi ki bizleri diriltecek. Dirilten de Allah. Ama işte bu önceki/dirilere özgü kısmı ile değerlendirdiğimizde olay farklı oluyor. Çünkü 69. ve 70. ayetinde ne diyordu:

(69) …in huve illâ zikruv ve gur’ânum mubîn.(اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْاٰنٌ مُبٖينٌ) – Bu şüphesiz Kuran’ı mübindir.

(70) Liyunzira men kâne hayyen…. (لِيُنْذِرَ مَنْ كَانَ حَيًّا ) – Hayatta/hay olanları inzar etmek için. İnzar kelimesi burada da geçmiş. Hay(diri olma konumu) burada da geçmiş. Demek ki Yasin birinci anlamı ile hay olanlara hitap. Bu uyarılar, bu zikir ölü kalpleri diriltebilir. Sen inzar et. Bir ayette ne diyor? Sen zikret, umulur ki zikir(ikaz) fayda verir. 

ve nektubu(نَكْتُبُ) – yazarız. Ketebe yazmak fiili, nektübü biz yazarız, yazıyoruz, yazacağız. Bu üç zamanı da kapsar fiili muzari. Neyi?

mâ gaddemû (مَا قَدَّمُوا) – onların takdim ettiklerini. Yani önden gönderdiklerini, önden ileriye doğru gönderdiklerini. Bu bazı meallerde öncelikli hale getirdikleri manasında da kullanılabilir. Yani kademe kademe. Kademe kademe herkesin bir önceliği var. Neyi öncelikli hale getirdim? Yani birinci sırada Allah var, ikinci sırada Resul, din. Yoksa bu değişiyor mu? Önceliklerin ne? Hani bazı şeyler dinin, hatta Allah’ın önüne mi geçiyor? Hatta din Allah’ın önüne mi geçiyor? vb. Ama birinci manası ile takdim ettiklerini. Daha evvelden gönderdiklerini de biz ne yapıyoruz? Yazıyoruz.

ve âsârahum(وَاٰثَارَهُمْ) – Eser kelimesinin çoğulu. Onların eserlerini, izlerini de yazarız. Bu ne demek? Yani yaşarken hepinizin yaptıklarını biz kaydediyoruz. Rabbim bunu ikiye ayırmış. Birincisi; senin önceden takdim ettiğin şeyi orada görüyorsun, bulacaksın demek. Yani olumsuz anlamda bir örnek var. Cehennemde ateş yok diyorlar. Neden? Kişi oraya önceden gönderiyor zaten. Yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem var ya. Kişi buradan götürüyor diye bir ifade var dini ifadelerde. Yani sen önceden oraya yaptıklarınla yerini hazırlıyorsun orada. Aynı şekilde pozitifte de sen oraya sundun. Mesela Hz. Aişe ile Peygamber Efendimiz’in bir diyaloğu var kurban bayramında. Kesiyor kurban. “Ya Aişe ne yaptın?” diyor Peygamber Efendimiz(SAV). “Üçte ikisini dağıttım, üçte biri bize kaldı” diyor Aişe Annemiz. “Öyle deme Aişe. Üçte birini dağıttım, üçte ikisi bize kaldı, de” diyor Peygamber Efendimiz(SAV). Çünkü gitti ya, Allah onu yazmadı mı? Gidince karşılığı orada bulunacak. Üçte birini orada bulmayacaksın, üçte ikisini orada bulacaksın. Ama dünya mantığı ile baktığında yok. Kayboldu, havaya gitti. Ama sistem öyle işlemiyor. Mesela şu duvarın arkası ahiret diyelim. Hadi şu kalemi, sandalyeyi diğer tarafa sokalım. Duvarın içinden geçsin, öbür tarafa geçsin. Gidiyor mu? Gitmiyor. Ama Allahu Teala öyle bir sistem koymuş ki senin Allah yolunda infak ettiğin oradan geçiyor. Ahirete gittiğinde de onları görüyorsun. Ama burada kendi adına kullandıkların, Allah adına kullanmadıkların ya da Allah adına kullandığını zannedip de Allah için olmayanları ise orada bulmuyorsun. Orada “gerçekten Allah için” yaptıklarını bulursun. “kaddeme” o, önden  takdim ettikleri. Gönderiyorsun. Mesela bir yere taşınacaksın. Yeni sistemde ne yapıyor? Tırı yüklüyorsun önceden yolluyorsun. Bir bakıyorsun gittiğinde oh hazır. İşte ahiret böyle bir şey, taşıma şirketleri var. Onlara da mümkün olduğu kadar yüklemek lazım. Orada ihtiyaç olacak çünkü.

Peki “asarahum” ne? Eserlerini de yazarız. Şimdi bununla ilgili hadisi şerifler var. İnsan öldükten sonra amel defteri kapanır. Yalnız şu üç şeyin sevabı devam eder:

      1. Sadakayı cariye

      2. Yararı sürekli olan ilim

     3. Ölenin ardından  dua eden hayırlı evlat

Şimdi işte bunlar eser oluyor. Yani gittin öbür tarafa ama burada işliyor. Fabrika gibi işliyor. Yani yanına kalıyor. Onlar da eser oluyor. Bunun negatiften kullanımı şöyle: “Ben bir şey yapayım da namım yürüsün”. Bilmem ne olsun? O dünyevi eser. Hakikaten dünyada kalıyor. Ama demin dediğimiz gibi. Allah için zannedip de Allah için olmayan şeyleri bulamazsın diğer tarafta. Onları hiç bulamazsın. Ama gerçekten Allah’ın rızasını kazanacak şeyleri eğer burada çalışan, işleyen, devam eden bir şekilde bir fabrika gibi burada bırakırsan senin arkandan da sürekli olarak oraya bir gönderim yaparsın. Asar olarak bunu yorumlamışlar.

Atalardan gelenler dünyevi miras oluyor. Öbür tarafa gönderdiklerimiz de uhrevi miras oluyor. Sadakayı cariye, yararı sürekli olan ilim ve ölenin ardından dua eden hayırlı evlat. Bakın bunu cebinize koyun. Ahirette çok işinize yarar. Bunlar sürekli orada fabrika gibi gönderecek size sevapları. Bu Ebu Müslimde geçen kuvvetli bir hadistir.

Bir de negatif tarafı var. “Kim iyi bir uygulamaya öncülük ederse kendisine hem o davranışı hem de kıyamete kadar onu örnek alan kimselerin sevabı verilir. Yine kim kötü bir uygulamaya öncülük ederse kendisine hem o davranışı hem de kıyamete kadar onu örnek alan kimselerin günahı yüklenir. “

İşte bu da farklı bir eser. Yani bir şeyin önünü açtın ya, ayvayı yedin. Mesela Kuran’da olmayan bir hükmü varmış gibi gösterdin. Ya da var olan bir hükmü aslında Kuran’da yok dedin. Binlerce kişi de ona uydu. Bir de “kitaplarımı alın okuyun” dedi. Belki onlar onu hak zannettikleri için, iyi bir ilim adamına tabi olacaklarını düşündükleri için. Gerçi niyetlerinden yine sorguya çekilecekler ama, sen onca insanın günahını alarak gideceksin. Ne için? Neden?

ve kulle şey’in  – ve bütün her şey.

ahsaynâhu – Biz onu ihsa ettik. Nerede?

fî imâmim mubîn – imam-ı mübinde.

Burada her şeyde değişik bir şey var. Yukarıda takdim ettikleri bir de eserleri var. Bu küllü şey değil. Bir de küllü şey diye Rabbim ayırmış. Bunlar da var ama bir de küllü şey var.

Ahsaynahu – Biz onu ihsa ettik. İhsa kelimesi çok ilgin. Ve de önemli “el-muhsi” diye bir Esmaul Husna var. O nedenle çok önemli. Eğer 99 esma ve diğerlerinin içerisinde ise, Allahu Teala kendisine isim olarak koyduklarından ise bu fiillere dikkat etmek lazım. Bu kelimenin kökü çakıl taşı. Yani saymak, hesap etmek gibi alanlarda çakıl taşının ne alakası var? Eskiden bilgisayar yok tabi çakıl taşları ile sayacaklar. Hesaplarını çakıl taşlarıyla bilecekler. O yüzden buradan türeyen bir isim olmuş. Hatta Nasreddin Hocanın bir fıkrası var.

Eskiden takvim falan yok. İmsakiye de yok. Ramazanın kaçı olduğunu nereden bilecek? Bir kabın içine çakıl taşları atıyor. Yani ihsa yapıyor. Bir çocuk da tabi muziplik yapıyor bunu görmüş, bir avuç da kendisi çakıl taşı atmış kabın içine gizlice. Ramazanın ortalarına doğru cemaatten biri sormuş:  “Hocam bugün Ramazanın kaçı?”. “Dur sayalım” demiş Hoca. Saymış bir bakmış 45. “Ramazanın 45’i demiş. “Hocam nasıl olur böyle bir şey? demiş adam. “Valla sana mı inanayım yoksa bu çakıl taşlarına mı inanayım?” demiş Hoca.

Yani burada işte “ihsa” çakıl taşları ile saymak manasına geliyor. Biz fasulyelerle sayıyorduk. İşte bu fiilden kaynaklanan bir isim. “Addede” kelimesine çok benziyor. Addede, adetli olarak saymak manasına geliyor. Fakat bazı ayetlerden biz bakıyoruz. Mesela 14/34’te bir ayet var. İbrahim Suresi 34. ayet:

(وَاٰتٰیكُمْ مِنْ كُلِّ مَا سَاَلْتُمُوهُ وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَتَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَا اِنَّ الاِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ)

Ve âtâkum min kulli mâ seeltumûh, ve in teuddû niğmetallâhi lâ tuhsûhâ, innel insâne lezalûmun keffâr.

Ve âtâkum min kulli mâ seeltumûh  وَاٰتٰیكُمْ مِنْ كُلِّ مَا سَاَلْتُمُوهُ ) – İstediğiniz şeylerin hepsinden size verildi.

ve in teuddû niğmetallâhiوَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَتَ اللّٰهِ ) Allah’ın nimetlerini saymaya çalışırsanız

lâ tuhsûhâلَا تُحْصُوهَا  ) Bunu sayamazsanız.

Kelimelere dikkat edin. İki tane “sayamazsınız” var.

Eğer Allah’ın nimetlerini saymaya kalkarsanız, sayamazsınız. Fakat Arapçada bu öyle değil. İlki “ve in teuddû” adet kelimesi, adetle saymak. Yani bir, iki, üç, dört, beş gibi saymak. Böyle saymaya kalkarsanız, bakın şunu diyebilir de yine “adetli olarak sayamazsınız” diyebilirdi. Yani “la teuddu” diyebilirdi. Ama farklı bir fiil kullanmış. Buradaki fiil “lâ tuhsûhâ”. Demek ki ihsa bizim bildiğimiz anlamıyla saymak değil. Mesela şöyle: Allah’ın üzerimizdeki biyolojik olarak nimetlerini sayalım: Göz, kulak, burun, ağız, el, kalp…. Ne yaptık biz? Saydık. Ama addede fiili ile saydık. Yani adetlendirerek saydık. Diğer sayamamak ne biliyor musunuz? Kavrayarak, idrak ederek. “Ya Rabbim bir göz vermiş ya, göz vermese idi biz nasıl algılayacaktık? Nasıl işitme şeyi olmuş? Böyle sivrisineğin nerede olduğunu anlıyoruz. Kafamızın üstünden geçiyor bir anda anlıyoruz. Bu kalp nasıl bir şey ya? Benim kolum odun kırarken yoruluyor ama kalbim doğduğumdan beri mola vermeden çalışıyor. Kalp kası yorulmuyor. Ya Rabbi nasıl bir şey? Bak ne yapıyorum burada? Sayıyorum ama idrakı ile sayıyorum. Kadrini kıymetini bilerek sayıyorum. Manasını bilerek ya da bilmeye çalışarak sayıyorum. Yani buradaki saymak biraz farklı. Kabaca bir sayış değil yani. Takdir ederek, bütün inceliklerine vararak demek.

Mesela bu konu ile birçok ayet var. Şu kısım ilginç. Geceleyin kalkıp da teheccüd namazı kılmak ile ilgili ayet var ya, orada diyor ki: “Gecenin çoğunda kalk kıl”. Sonra bir yumuşatma geliyor, “Ol” hükmü geçerli olmakla beraber. Yani nesih olmuyor. Rabbim sizin bunu sayamayacağınızı bildi de azalttı diyor. “Artık bundan sonra Kuran’dan kolayınıza geleni okuyun” diyor. Burada da aynı “ihsake” fiili kullanılmış. Meallerde ne geçiyor?

Yapamayacağınızı, yerine getiremeyeceğinizi bildiği için, fakat fiil saymak. Ne demek saymak? Değerini bilemezsiniz, anlamını bilemezsiniz, takdir edemezsiniz, gereklerini yapamazsınız manasında. Bu fiil bir de Esmaül Hüsna’da geçmiş. Tirmizi’de geçen meşhur hadis var ya: 99 esma meselesi. Kim ki bunları saysa işte orada “ihsa etse” diyor. Yani şu demek değil; 99 u sırasıyla say. E o zaman okursun geçersin. Ya da inanın biz yaptık bunu. Yarım günde ezberleniyor 99 esma. Denedik 99 ismi, yarım günde ezberlersin. Bu kadar kolay olabilir mi? Allah isterse tabi ki. Fakat Rabbim’in kastettiği bu esmalarını bir öğren. Yani bir hafızana al. Gerekli yerde de “Aaa Rabbim’in esması böyle tecelli ediyormuş, demek ki bu manaya geliyormuş” de, Rabbini tanı. Hani bilmenin en azından ilim anlamındaki ilk şeyini yap. İşte ihsa böyle bir kelime.

Bunu saydık diyor. Külli şeyin. Her şeyi saydık. Nerede? İmamin mübin‘de. Bütün tefsirlerde buna levhi mahfuz deniyor hemen hemen. Tamam, levhi mahfuz olabilir ama Rabbim levhi mahfuz dememiş. İmam demiş. Bakın burada imam ana kelime, mübin ise onun sıfatıdır. Biz biliyoruz ki önemli olan sıfatlanandır, sıfat değildir. Mesela büyük kalem. Burada önemli olan kalem mi büyük mü ? Kalem. Kalem dersin büyüğünü ekstra olarak söylersin. Burada da önemli olan imam. İmamlar bizim bildiğimiz imam. Önümüzde namaz kıldıranlar. Diyor ki “Biz her şeyi bir imamda saymışızdır(ihsa etmişizdir)”. Hayda? Nerede bulacağız bunu? Hah, işte mümin burada biraz açıklayıcı. Kuranın temeline bakmak bundan önemli. Yani Kuran’ın tefsiri yine Kuran’dır. Bakın Kuran’da bununla ilişkili ifadeleri söyleyeyim. “Kitabun mübin” var. Başka bir ayette “kitabu merkum” geçiyor. “Kitabu mektum” geçiyor. Bir de “ümmül kitap” geçiyor. Bütün bunları birleştirdiğimizde, evet doğru, kastedilen hep aynısı. Yani Rabbim’in levhi mahfuz dediği, kitabı mektum dediği, kitabı merkum dediği şey. Amenna. Peki neden bunu o ifadelerden biri ile kullanmamış da bu şekilde kullanmış?

Çünkü Rabbim bir kavramı bizim dünyamızdan olmayan ya da olsa da idrak ettirmek istediği, derinlerine vakıf ettirmek istediği şeyi Kuran’ın değişik yerlerinde değişik ifadelerle bulunduruyor ki mahiyetini bize ama dikkat “alakalısını” izah etsin. Bunu anlamak için bir kere kuranı tederrüs ve tedebbür etmemiz lazım. Bir oraya, bir oraya, bir oraya bakmamız lazım. Bunun için Kuran-ı Kerim’in Alemlerin Rabbi olan Allah’ın kitabı olduğunu bilmemiz lazım. Şimdi bir yerde “kitabı mübin” geçmiş. Burda “imamı mübin” geçmiş. Demek ki matematikte değişme özelliğine göre kitapla imam aynı şey.

Geçen hafta imam kelimesini inceledim. Çok ilginç. İmamın kelimesinin kökü Elif, Mim ve Mim harfleri. Buradan neler çıkmış? Amme kelimesi yani ümm. Buradan, aynı kökten. Teyemmüm kelimesi buradan geçiyor. Ümmet burdan geliyor, aynı kökten. Bununla ilgili bir sürü kelime var. Kökü ne imiş bunun? Kastetti, yöneldi demekmiş. Yönelmekle ilgili. Yani senin ilgin, alakan doğrultusunda olan ve senin yöneldiğin şey demekmiş. İmama da o yüzden sen yöneliyorsun, ona meylediyorsun. Bir yandan da anne gibi oluyor senin için. Sen de onun arkasından gidiyorsun. Ona tabi oluyorsun yani.

Kendisine yönelinen bir şey var, bu yönelinen şeye her şey kaydediliyor. Ve bu da bir kitap. Bediüzzaman hazretlerinin açıklamasına baktım. Biraz geri gideceğim, “ahsa” kelimesinin İngilizce karşılığına baktım. “to compute, to calculate , to count” yazmışlar. To calculate, hesap etmek. To compute, bilgisayarın fiili. 1400 sene evvel çakıl taşları ile saymak, çetele tutmak gibi yazmak anlaşılıyordu. Fakat bugünkü şey ile görüyoruz ki bilgisayar gibi hesap etmek, bir program haline getirmek manasına geliyor. Yani kainatın-dikkat burada-ana formülü, anayasaları, programları, planları. İmamı Azam dünyadakine örnek vermiş: Bir tane çam ağacının çekirdeğini düşünün. Kozalakları düşünün. Çam fıstığını düşünün. Toprağa gömdüğümüz zaman ağaç çıkıyor. Koskoca ağaç. Yaprağının nasıl olacağı, kaç tane dalının olacağı, başka ağaçlar için düşünün: Ne zaman meyve vereceği, ne zaman meyve vermeyeceği, yapraklarının ne zaman döküleceği, boyunun ne kadar olacağı, şunlar, bunlar, hepsi neyin içinde gizli? Çekirdek, tohum. Aslında tohum ama hepsi değil. O tohumun biliyoruz ki bir kısmı o toprağın içinde kendine gelinceye kadar, kökler oluşuncaya kadar besin. Onun içinde ne var? Çekirdekçik kısmı var. Onun içinde “ruşeym” deniyor biliyorsunuz. O ruşeymin içerisinde de ne var? DNA var. O DNA ‘nın içerisinde koskoca ağaç gizli. Şimdi kainatın çekirdeğini düşünün. Ana formülünü düşünün. Kainatın DNA’sını düşünün. İşte onun içerisinde de “imamı mübin” gibi ana program kayıtları. Neden kendisine yönelinen? Çünkü hem melekler, hem insanlar buna yöneldiğinde bir şekilde açıklayıcı unsurlar buluyorlar. Bakın neden açıklayıcı dedim? Bakın ne diyor burda? İmamı mübin diyor. İşte Rabbim sadece imam da diyebilirdi. Ama mübinle de işte bunu size biraz açıklayayım diyor. Mübin bütün kitaplarda “açık” deniyor. Doğru “açık” anlamı da var ama asıl manası “açıklayıcı” demektir. İsmi faildir. Mübin açıklayıcı demektir. Yani demek ki kitap her ne kadar levhi mahfuz gibi mahfuz(gizli), kitabu mektum gibi gizli de olsa açıklayıcı tarafları da varmış. Bir şekilde ona ulaşıldığında tabi. Yani Rabbim’in sistemi açıklayıcı. Bakın mesela DNA’ya gelelim. Bugün insan genom projesi tamamlandı. DNA’sı tek tek açıklandı. Şimdi gizli idi o iş, hiçbir şey anlaşılmıyordu. Şu an dikkatli bir şekilde yönelindiğinde açıklayıcı bilgi oluyor DNA.

Bediüzzaman Hazretleri diyor ki “kitabı mübin”in yüzü şehadet alemine bakar, “imamı mübin”in yüzü de gayb alemine bakar. Çünkü gayb alemi şeydir. Biz biliyoruz ki mesela “tenzilel kitap” diyor ya kitabın aslı nerede? Levhi mahfuzda. Tek parça olarak gök semasına indiriliyor. Buna ne deniyor? İnzal deniyor. Oradan da tedrici olarak yavaş yavaş da tenzil oluyor. “Nezzele” fillinden gelir. Nezzele ağır ağır indirtmek demektir. Eğer bu kitap yeryüzü kitabı ise bunun aslı yukarılarda. Ama aslının mahiyeti, birebir bunun aynısı değil. Allah’ın kelam sıfatı ile kelimelere dökülmüş hali. Şimdi bu vahiyle inmiyor mu? İniyor. Kime iniyor? Peygamber Efendimize. Peygamber Efendimize nasıl iniyor? O’nun kalbine iniyor. Taha suresinde ne diyor ayette? “Sen onu unutacağın endişesi ile dilini oynatarak tekrar etme“. Şunu demek istiyor. Bu dilinle ilgili bir şey değil. Bunun özü bir öz olarak, nur olarak senin kalbine indirildi. Bunun aslı o. Bunu senin konuşmaya başlayınca kelimeler halinde çıkıyor. Halbuki kitabın aslı bu değil. Kitabın aslı bir nur. Bizim anlayamayacağımız bir program diliyle kodlu. Onun yeri de levhi mahfuz denilen o muhteşem alanda. Ama o alanın da özellikleri var. Şimdi Haluk Nurbaki Hocanın bir yorumu var. Şimdi bakın bir bilgisayar var. Bu bilgisayarın içerisinde anakart var, önbellek var, hafıza kısmı ayrı, klavye kısmı ayrı, girdisi çıktısı ayrı değil mi bunun içerisinde. Ekran kartı var, grafik işlemci var, ses kartı var. Ama bunun hepsi bir computer(bilgisayar). Levhi mahfuzu da böyle düşünürsek, onun da işlevsellik alanları farklı.
İşte Haluk Nurbaki Hoca diyor ki: İmamı mübin onun, kayıtlarının yer aldığı programla ilgili bir kısmı. Bunu nereden anlıyoruz? Bu, imamı mübin ifadesine baktım Kuranı kerimde. Bir de 15/79’da geçiyor. Hicr Suresi 79: ayet: İki tane kavimden bahsediyor. O kavimleri Rabbim helak etmiş. Eyke ve Medyen kavimlerini yok etmiş.  Diyor ki: “Onlardan intikam aldık”. Fentegamnâ minhum – ( فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ )

ve innehumâ lebi imâmim mubîn – ( وَاِنَّهُمَا لَبِاِمَامٍ مُبٖينٍ ) Onlar imamı mübin üzerindeler, gibi bir ifade. Yani bunu şöyle yorumlamışlar: Açık bir yol üzerinde. Yani sen gittiğinde onları görüyorsun gibi. Ama Rabbim’in imamu mübini burada kullanması boşa değil. Ne var burada? Açık bir imandadırlar. Yani diyor ki; hani burada “ölüleri biz diriltiriz” ve “bütün eserleri yazdık” diyor ya. Bırakın kişisel anlamını. Bu Hicr Suresindeki yeri anlatıyorum. Kavimler boyutunda da onların başlarına gelenleri, biz zaten imamu mübine kaydetmiştik.

Burada bakın “ahsayna” derken zaten fiili mazi kullanılıyor. Yani geçmiş bir ifade kullanılıyor. İkinci manası da “Önceden bütün olacaklar, kuran ilmi içerisinde zaten kayıtlı, belli”. Şimdi bakın zaman bize göre geçerli, Allah indinde zaman yok. Allah zamanın yaratıcısı bizim için zaman geçiyor geçmiyor. Allah zamandan berî. Çünkü zaman varsa bir bitme durumu söz konusu. Fanilik söz konusu. Zamanın olduğu şeyde fanilik vardır. Allah fani olmadığı için, baki olduğu için. Zaman onun için değildir. Zaman “kün” emri ile mahlukatı içindir. Dolayısıyla Rabbim bir sistemi murat ettiğinde “kün feyekun” dediğinde “İnsanların kendi iradeleri ile kendi tercihleri ile yaptıkları hepsi belli oldu“. Rabbim’in ilmi ile. Rabbim’in bilmesi ile.

Ve bu da bir yerde kayıt edildi tabi ki. Yani insanlara doğaçlama bir şey veriliyor. Hadi oynayın deniyor. E kamera ile kaydediliyor. Bunun eskisi teypler geliyor, kaydediyor, bitti. Yani yönetmenin bir şeyi olmadı orada. Varsayım üzerine. Kişiler oyuncular kendi iradeleri ile yapmadılar mı? İşte o plak, disk, video kaseti ne derseniz deyin belli. Yani oyun bir anda bitti. Rabbim indinde ama. Biz o süreci yaşıyoruz. Kendi iradelerimizi kullanıyoruz. Bu böyle olmaz. Allah’ın cennet ya da  cehennemi yaratma mantığı kalmaz. O zaman şu olur. Yani şunlar şunlar cennete girsin derim. Şunlar şunlar cehenneme girsin derim. Olur da bu da zalim Tanrı olur felsefi olarak. Bu değil. işte bütün bu ilerde olacakların yazıldığı yer “imamu mübin” ya da “levhi mahfuz”dur. Onun da bir kısmı kayıt mekanizması. Yani sistemi bu şekilde kurmuş, Allah’ın bir sisteme ihtiyacı yok aslında. Ama hep sistemle bilinmiş. Yani melekleri kayıt edici olarak kullanmış. Hatta diyor ki “Biz resuller gönderdik”. “Onların önlerinden ve arkalarından melekler  gönderdik ki onları ihsa etsinler, yazsınlar” diye diyor. Ya Rabbim görmüyor mu? Şahit değil mi? Ama sistemi bu şekilde kurmuş. İşte bu kurduğu sistemin içerisine de levhi mahfuz gibi kitabı mübin gibi imamı mübin gibi öğeler yerleştirmiş. Yani Rabbim bu Yasin Suresi’nin özellikle ilk sayfasında, o da çok güzel denk gelmiş arkadaşlar. Yasin Suresinin ilk sayfası okunur genellikle ilk rekatlarda, ikinci sayfa bir hikaye ile başlıyor. Hani “Vadrib lehum meselen ashâbel garyeh” gibi. İlk sayfasında bir sistemi anlatmış. Kitaba yemin ediyor. Rasulullah(SAV)’in hangi amaçla gönderildiğini söylüyor. Sıratı müstakimi tanıtıyor. Allah’ım bunu indirmeyebilirdi ama “tenzil ettim” diyor. Çünkü “Ben Azizim aynı zamanda Rahimim bu kitabı okursanız siz zikir olduğu için hidayete kavuşabilirsiniz ama bunun için boynunuzdaki halkaları çıkarın. O kibir halkalarını çıkarın, geçmişteki o şeyleri de bırakın, teslim olun. Teslim olduğunuz takdirde ben size kapılarımı açacağım. Size hem mağfiret edeceğim, hem geçmişinizi sileceğim hem de size ecir vereceğim. Hem bu dünyada size ikramlarda bulunacağım hem de ahirette bunun  karşılığını siz göreceksiniz. O yüzden inat etmeyin, yapılması gerekenleri yapın. Çünkü hidayet benden. Bu inzar eden ben uyarandan da değil. Sizler aslında farkında değilsiniz ama ölüler gibisiniz. Ben sizi dirilteceğim. Dirilten de benim. Benden başkası değil. Ben dirilteceğim, size hidayet vereceğim. Buna göre dikkat edin. Şunu da unutmayın. O gerçeği anladınız mı? Siz dünyada yaşarken bir şeyler yapacaksınız. Ve bu yaptıklarınızdan benim rıza-ı ilahim doğrultusunda olanları ahirete takdim edeceksiniz. Kötü olanları da takdim etmiş olacaksınız. Bir de dünyada bıraktığınız sistemler yaşayacak. Bu sistemler de sizin lehinize ya da aleyhinize sürekli fabrika gibi gönderecek. Dikkatli olun. Çünkü biz her şeyi yazmaktayız. Bırakın yaptıklarınızı, öyle bir sistem kurduk ki bu sistemin içerisinde her şey bir ana program gibi bilgisayar programı gibi işlemekte. Her şeyin de bir formülü var. Yani bizim sistemimizin muhteşemliğini görün. Ona göre de yaşayın.

Bununla ilgili olanları da Yasin’in diğer kısımlarında Rabbim hikayeleştirmiş, anlatmış, öğütler vermiş. Hikaye gibi görünen kısımların içerisinde neler söylemiş neler. Misal olarak bir kişiden örnek vererek o Habibi Neccardenilen kişinin de kurtulduğunu örnek vermiş. İşte o sen o kimseyi uyarırken ki kişiyi anlatmış. Ve Habibi Neccar ile ilgili bir şey söylemek istiyorum. Belki de bir vakit namaz kılmadı. Sadece şeylerine uydu ve Allahu Teala onu öyle bir öldürüşle öldürdü ki ölürken bile cennetle müjdelendi. Bu esnada bile acımış, şey yapmış. İşte o kişi kim? Burada anlatılan. Sen ancak o kimseyi uyarabilirsin ki o zikre tabi olur ve gaflet haşyetten gaybte Rahmandan haşyet duyar. İşte onlara, eğer biz onlardan olursak bizlere bir mağfiret var. Hangimiz mağfirete muhtaç değiliz? Peygamber Efendimiz bile günde bir rivayete göre 70 bir rivayete göre 100 kez Estağfurullah çekiyor. Kendi durumunuzu düşünün. Kim mağfirete muhtaç değil? Hem Rabbim mağfiretle müjdeliyor hem de bir ecir ki kerim, müthiş, artan, sürekli seni nice güzel hallere getiren hem bu dünyada hem ahirette bir şeyle müjdeliyor. O yüzden Allahu Teala bizleri bu kitabın Allah’tan bir indirme olduğunu, içerisinde nice hikmetler olduğunu bilen, işte o zikre tabi olan, ve bunun gereklerini yapan, Allah’tan da layıkıyla haşyet duyan kullarından eylesin. Ahirete de güzel şeyler takdim etmemizi, önceliklerimizi belirleyip en yukarılara Allah’ı ve dini almayı, Resululah’ı almayı, Allah’ın razı olduğu şeyleri almayı, daha sonra diğerlerini kademe kademe aşağılarda almayı nasip etsin. Allah da bizi bu Kuran’ın hikmetlerine, inceliklerine vakıf eylesin. Bunları da amelimiz eylesin. “Amele geçmeyen her ilim, eşeğin sırtındaki yüktür” Kuran’ın ifadesi ile. Allah da bizleri bundan sakındırsın. Allah bizi Kuran’dan ayırmasın. Sürekli onla meşguliyet halinde olanlardan eylesin. Yanlışlarımız olduysa da hakkı söylemeye çalıştık. Elbette hatalarımız var. Kasti değildir inşallah. Bundan da affola. Sizlerin de kulaklarına benim tarafımdan yanlış bir şey gittiyse, hakkınızı helal edin. Allah bizi her şeyin en doğrusuna eriştirsin inşallah.

Selamun aleykum, sadakallahulazim ve ahiru davauhum enil hamdullilahı rabbil alemin.

Onların dualarının sonu elhamdulillahi rabbil alemin demektir.

veahuruddavahum enilhamdülillahi rabbil alemin.

El fatiha.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yasin 2. Sohbet (8-11. Ayetler)/yazılı metin

YASİN 2. SOHBET (8-11. AYETLER)

Evet Yasin Suresi’nin ikinci sohbetine başlıyoruz. Geçen hafta anlattıklarımızdan da biraz bahsedelim. Bu Yasin Suresi’nin ilk sayfası çok önemli. Bu sohbetler devam edecek biliyorsunuz. Bu sohbeti dinleyenlere söylüyorum. Mümkünse bu ilk sayfayı ezberimize alalım. Hatta birer ikişer ayet gidiyoruz ya, her hafta iki üç ayet ezberlersek Yasin Suresi’ni ezberlemiş oluruz. Yani bu bir fırsat. Çünkü Rabbimin değer verdiği bir sure. “Kuran’ın Kalbi” diyor Yasin Suresi için Peygamber Efendimiz. Birçok şeyde okunmasını tavsiye etmiş. Hem dirilere hem de ölülere faydalı. Bilirseniz faydalı olur. Mübarek gün ve gecelerde okuruz. Bir tanıdığımıza okuruz. Hikmetini düşünmek üzere okuruz. Namazları sadece Kevser ve İhlas sureleri ile kılmamış oluruz. Teheccüde kalktığımız zaman uzun uzun okuyabileceğimiz bir şeyler olur. Biraz gayret etmekte fayda var diye düşünüyorum.

“Yâsîn”يس)  – Yasin en yaygın ifadesi ile “Ey insan!” demekti. Peygamber Efendimiz(SAV)’in de isimlerindendi.

“Vel gur’ânil hakîm”وَالْقُرْاٰنِ الْحَكٖيمِ). Bu; “Kuran hakimdir” değil, “hikmetlidir” de değil. Oradaki “vav” yemin idi. “Yemin olsun” diyor. Yemin vavı. Meallerde, tefsirlerde bu kısım atlanıyor. “Kuran’a yemin olsun ki” diyor, oradaki vav(yemin vavı).  Hani “Vet tîni vez zeytûni”(وَالتّٖينِ وَالزَّيْتُونِ) ya da “Vel asrı”(وَالْعَصْرِ) gibi onun da “yemin vavı” olduğu nasıl anlaşılıyor. Ondan sonra gelen isim sonu esreli bitiyor yani “vel gur’ane” değil “vel gur’anu” değil “vel gur’ani. Mesela “Vel asrı”, “Vet tîni”. Bakın sonu esreli bitiyor, o onun yemin olduğunu gösteriyor. “El-hakim” de kuranın sıfatı. Üç şekilde idi hakim biliyorsunuz: Yani bir hükmü sürekli, her zaman her yerde geçerli. İkincisi hikmet içeriyor. Sürekli ve devamlı içerisinde hikmet öğeleri bulunan bir Kuran. Yani boş sözler ve kaba ilimler değil haşa. İçerisinde nice hikmetlerin olduğu bir kitap. Bir de “mukem”  anlamı vardı mukem de “her tarafı her tarafı ile uyumlu örtüşüyor” birbirlerinden bağımsız değil, birbirlerini tamamlayan ayetler olarak vardı. Hani “Kuran’ın tefsiri Kuran’dır” da bu “hakim” sözünün manalarından.

“İnneke”(اِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلٖينَ) – “Şüphesiz sen”. Sen dediği kim? Peygamber Efendimiz’e hitap var. Zaten Yasin’in “Ey insan!” hitabının Resulullah’ı kasteden bir hitap olduğunun da göstergesi.

“leminel murselîn”( لَمِنَ الْمُرْسَلٖينَ) – Sen mürsellerdensin. Resul olarak, elçi olarak gönderilmişlerdensin. Rabbim Peygamber Efendimizi tekid için, bu görevi için Kuran’a yemin ediyor. Yani bu Kuran’a yemin olsun ki sen öylesin. Bir de “inneke” diye “Şüphesiz ki sen öylesin” yani “Hiç şüphen olmasın” diyor. Aynı zamanda ne idi? “Minel mürselin” demekle de “Bir grup var, sen o gruba dahilsin, yani bütün o gönderilmiş o elçiler beni tebliğ ediyorlar”. “Yani bir görevlisin”. Yani görevli olduğunu hatırlatıyor. Ama orda da bir tekid var yani “Ben de seni destekliyorum”. Yani “Sen herhangi birisi de değilsin”.

“Alâ sıratım mustegîm”(عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقٖيمٍ). Bir sıratı müstakim üzerinesin. Yani orada marife yok nekra vardı, belirsiz, bilinmeyen, kendine özgü, kimsenin anlayamayacağı dosdoğru bir yol üzerinesin diyerek de Peygamber Efendimiz(SAV)’in diğer mürseller, resuller arasında da farklı bir konumu olduğunu ifade ediyordu.

“Tenzîlel azîzir rahîm”(تَنْزٖيلَ الْعَزٖيزِ الرَّحٖيمِ). (Bu kitap) aziz ve rahim olan Allah’ın bir indirmesidir. Neden indirme? Rabbim indirmeden bahsediyor. Diyor ki bu ilimlerin çeşitleri, öğreniliş metotları vardır. Sağdan, soldan, önden, arkadan öğrenebilirsin ama yukarıdan öğrenemezsin. Yukarıdan ancak ben indiririm. Yani bu kitabın aslı yukarıdan, sana yukarıdan aşağıya indirme. Yani semadan indirme. Mesela Avrupa’ya gidebilirsin eğitim almaya ya da Ortadoğu’ya gidebilirsin, yatay olarak gidebilirsin fakat Kuran’ı öğrenme yukarıda. Yukarıya gidemezsin, yukarıdan ancak indirme şekline olursa Kuran olur. O yüzden tenzil. Yani kıymetini bilin. Yani herhangi bir kitap gibi de okumayın. Çünkü taaa yukarılardan Allah’ın tenezzülü ile indirme. Tenzili rütbe ile indirme.

Tenzili biliyorsunuz? “Nezzele” fiilinin mastarı. Bu şekilde indirme, unutmayın. Çünkü neden? Aziz’in indirmesi. El-Aziz Allahû Teâlâ’nın esmasından. Bir güç, otorite sahibi demek. İkincisi saygınlık demek. Yani hem yetkisi var ama yetki ile beraber de saygınlığı var, izzeti yani. İzzet kelimesi buradan geliyor. Kimin indirdiğini de bilin. Ama yanına bir de Rahim gelmiş. İşte burada da yumuşatıyor. Fakat o kullarına da merhametli. Yani acıdığı için bunu gönderiyor. Allahû Teâlâ acımasa da yani sadece aziz olsa ne olurdu? Bilmenizi isterdi. Ben size akıl verdim. Hidayet ….. verdim. Hadi bulun beni. Hadi Kuran’da yazılanları bulun. Ne kadar zor değil mi? İşte ben Rahimim size de acıyorum. Rahmet ediyorum. Rahim olanın Kuran’ı. Burada “Rahman” dememesi de ilginç değil mi? Demek ki bunu biraz sonra ilerde anlayacağız diğer ayetlerde. Özel bir rahmet olan rahim tecellisi ile indiriyor. Yani ilerde göreceğiz aslında, bizim şeyimiz bu. Sen ancak Kuran’a tabi olan kimseyi uyarırsın derken de bu kitap ancak zikre uyanlara, yani Mümin olanlara, inananlara faydası dokunur. O yüzden Rahim. Rahman değil yani.

“Li” için demek. Peki niye Allah’ın resulü gönderilmiş ya da bu kitap inmiş? “Tunzira”( تُنْذِرَ ) inzal etmek için “gavmen”( قَوْمًا) bir kavmi. Nasıl kavim o? Orada sıfat olarak geliyor? “mâ unzira âbâuhum”( مَا اُنْذِرَ اٰبَاؤُهُمْ) Ataları uyarılmamış olan kavim. “fehum ğâfilûn”( فَهُمْ غَافِلُونَ) “Ve Onlar gafletteler“. Burada ilginç bir ifade var. Yani O kuran indirildiği zaman o Kureyşi, o devri düşünün. Bir özellikleri var mı o devrin? Yok. Yani medeniyeti çok gelişmiş değil, çöldeki bedeviler, mesela Romalılar var o zaman değil mi “Rum” denilen. Aynı zamanda Persler var. Onlar müthiş medeniyetler. Hatta bir tarihçinin ifadesi ile Arap topraklarını fetih bile etmek istememişler. “Napacağız ki? Ne yedireceğiz askerlerimize?” demişler.  Yani halkı cahil, toprağı verimsiz, bir şey yok yani. O bölgenin çok büyük bir özelliği yok. Hani Hz. İsmail örneğindeki gibi su bile yok. Ama bir değişik şekilde onlarda ne var? Kibir var. Ataları ile övünüyorlar. Burada da “kavmen” kelimesinde şöyle bir şey vardı “bir kavim”. “El-kavim” demiyor yani o kavime demiyor, bir kavme. Yani rabbim burada önemsemiyor. Babaları da uyarılmamış diyor. Şimdi o kavmin Arap toplumu o zaman, cahiliye Araplarından bahsediyorum, en büyük özelliği ne? Geçmişi ile övünmesi. Atalarımız şöyle, atalarımız böyle. Diyor ki; “Atalarınızla neden övünüyorsunuz?” Uyarılmamışlar bile. “fehum ğâfilûn” Gafletteler, ne yaptıklarını bilmiyorlar? Siz ne yaptığınızın farkında mısınız? Yani “Övünüp duruyorsunuz, kibirdesiniz ama ne yaptığınızı biliyor musunuz?” manasında.

“Legad”( لَقَدْ) Kesinkes. Bu legad geldiği zaman Allahû Teala çok vurgulu bir şekilde ifade ediyor hatta yemin olsun ki, kasem olsun ki, elbette ki, gerçekten ki manalarına geliyor.

“haggal gavlu”( حَقَّ الْقَوْلُ) Haggal, hak oldu demek. Ne hak oldu? Gavl. Gavl ne demek? Söz. Söz hak oldu. Kime? “alâ ekserihim”( عَلٰى اَكْثَرِهِمْ)Onların ekserilerinin üzerine o söz hak oldu. Bu sözün ne olduğu konusunda tereddüt etmişler. Ama tefsirlerin çoğunda şu var. Hud Suresi 119.da: “Böylece Rabbinin cehennemi cinlerle ve insanlarla tamamen dolduracağım sözü yerine gelmiş oldu”( وَتَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ لَاَمْلَپَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ اَجْمَعٖينَ) ifadesi var.
Bir de İsra Suresi 16.da bir ifade var: “Biz bir memleketi helâk etmek istediğimizde, onun refah içinde yaşayan şımarık elebaşlarına (itaati) emrederiz de onlar orada kötülük işlerler. Böylece o memleket hakkındaki hükmümüz gerçekleşir de oranın altını üstüne getiririz.”( وَاِذَا اَرَدْنَا اَنْ نُهْلِكَ قَرْيَةً اَمَرْنَا مُتْرَفٖيهَا فَفَسَقُوا فٖيهَا فَحَقَّ عَلَيْهَا الْقَوْلُ فَدَمَّرْنَاهَا تَدْمٖيرًا ) Yani şimdi bir gafil olan kimseler var, onların üzerine de bir hak söz var. Rabbim kızıyor, yani gadabı geliyor. O kadar uyarılar, şunlar bunlar geliyor fakat yeterince iman etmiyorlar. Onların üzerine bir söz var, o söz de yerine geldi ifadesi var. Mesela Yasin Suresi’nin 69. ve 70. Ayetlerine bakalım orada da böyle bir ifade geçiyor:

“Biz, ona şiir öğretmedik. Bu, ona yaraşmaz da. O’nun getirdiği sadece bir zikir ve apaçık bir Kur’an’dır.”
وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنْبَغٖى لَهُ اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْاٰنٌ مُبٖينٌ ) Ne için?

“Liyunzira men kâne hayyev ve yehıggal gavlu alel kâfirîn”
( لِيُنْذِرَ مَنْ كَانَ حَيًّا وَيَحِقَّ الْقَوْلُ عَلَى الْكَافِرٖينَ )Hayatta olanı, hay olanı, diri olanı uyarmak ve kâfirlerin üzerine hak olan sözü söylemek için. Yani azap sözü. Bu var. Bunu bütün tefsirlerde görüyoruz. Bunu bu şekilde alabiliriz ama bazı tefsirlerde şunu gördüm. Yani hak söz tamamen ortaya konuldu. Onlar gerçek sözü duydukları halde inanmazlar manası da verilmiş. Yani Allah’ın sözü var ya “La ilahe illallah Muhammedun Resulullah”. Bu sistemle ilgili sözü. Bu hak bir söz değil mi? Gavl değil mi? Bu hak oldu, gerçekleşti. Yani yeryüzüne kitap olarak Resulleri tarafından indirildi. Yani “ve gul cael haggu ve zehekal batıl” var ya, bu anlamda da bunu daha anlamlı buluyorum bu ifadeyi. Çünkü öbür türlü, yani ben cehennemi bütün insanlarla ve cinlerle dolduracağım sözü gerçek olursa o zaman niçin babaları daha evvel uyarılmamış bir kavime bir uyarıcı olarak gelsin? Zaten belli her şey değil mi? Yani burada benim hak sözüm, yani hak sistemim gerçekleşti manası bana daha mantıklı geliyor. Bir de zaten “ekserihim” diyor. “Onların çoğuna” yani bir yırtma şansı da var. “Fehum la yuminun” Fakat onlar iman etmiyorlar. Bugünkü ayete geçelim:

İnnâ cealnâ fî ağnâgıhim ağlâlen fehiye ilel ezgâni fehum mugmehûn
( اِنَّا جَعَلْنَا فٖى اَعْنَاقِهِمْ اَغْلَالًا فَهِىَ اِلَى الْاَذْقَانِ فَهُمْ مُقْمَحُونَ ) Çünkü biz onların boyunlarına halkalar geçirmişiz, bunlar çenelerine kadar dayanmıştır artık onların başları kalkık durumdadır.

İnnâ – ( اِنَّا ) Şüphesiz biz

Cealnâ – ( جَعَلْنَا ) Yaptık, kıldık, ettik. Ne yapılmış?

fî ağnâgıhim – ( فٖى اَعْنَاقِهِمْ ) Onların boyunlarında

ağlâlen – ( اَغْلَالًا ) Halkalar. “Gul” diye bir ifade var. Gul, Kuranı Kerimde birçok yerde geçiyor. Cehenneme sürülecek, cehennemle ilgili ayetlerde, ahiretle ilgili ayetlerde mücürlerin boyunlarına bir halka geçirildiğinden bahsediliyor ve o şekilde gönderiliyor. Demir halkalar. Ve bu

fehiye ilel ezgâni – ( فَهِىَ اِلَى الْاَذْقَانِ ) Ezgan, çeneler demek. Çenelerine kadar dayanmış. Şimdi bu ahirete özgü bir ayet mi yoksa dünyada mı bahsediyor? Dünyada bu. Var mı böyle gerçekten bir halka? Yok. Yani bu gerçekten demir, katı bir demir halde yok. Peygamber Efendimiz(SAV) Kureyşlilere, Mekke halkına hitap ederken hepsi boyunlarını Afrikadakiler gibi böyle bir halka mı geçirmişlerdi. Değil. Demek ki bu mecaz bir ifade. Ne yapıyor Rabbim? Onların boyunlarına geçiriyor ama manen geçiriyor. Peki, onlar ne yapıyormuş yani halka geçirildikten sonra ne oluyorlarmış?

fehum mugmehûn – ( فَهُمْ مُقْمَحُونَ ) mugmehun denilen bir halde. Gamaha, devenin bir hali imiş. Böyle suyu sevmediği zaman ya da doyduğu zaman bir şey istemediği zaman şöyle boş başını geriye doğru atarmış deve. Bu hale benzetilerek işte o boyunlarına geçirilen halkalar kişide öyle bir etki yapıyormuş. Kafanızda tahayyül edin. Bir insan düşünün. Gerçekten demir halkayı geçirin, çenesine kadar dayansın. Bakın çeneye dayansın. Ne olur o kişinin durumu? Yani şöyle kafası yukarı bakan değil mi? Sen karşındasın, gözlerini aşağıya dikmiş, boynu da kalkık bir şekilde durur. Bu size hangi duruşu çağrıştırıyor? Şimdi demir halkayı çıkarın ama pozisyonu aynı. Hangi kimseler dolaşır böyle? Kibirliler, hani burnu kalkık derler ya. Bakın boynu kalkık, çenesi yukarıda dolaşırlar. Yani bu manevi bir halka. Ahirette zaten bu dünyada nasıl olursan ahirette onun temsili bir şekilde görünüşünü Rabbim sana orada getiriyor. Yani insan burada kişilerin, kimden bahsediyor birinci anlamıyla? Sebebi nüzul olarak değerlendirirsek Mekke halkını. Müşrikleri kastediyor. Ekabirleri, kibirlileri.

Şimdi Peygamber Efendimiz(SAV) geliyor.  Kavmini uyarıyor ama onlarda bir hal var. Öyle ataları ile övünüyorlar değil mi? Cahiliye adetleri var. Kendilerinde bir kibir var. Böyle kibirli oldukları için çeneleri yukarıda bir şekilde dolaşıyorlar. Sanki boyunlarına bir halka geçirilmiş gibi. Ama bakın burada geçirdik diyor Rabbim. Demek ki geçirilmiş Allah tarafından. Yani şu şekilde mesela “Biz onları daha önce mühürlemişizdir” diyor. Yani şimdi Allah mühürlemiyor aslında. Yani onlar yaptıkları ile kendilerini öyle bir hale getiriyorlar ki Rabbim de onların hidayet mekanizmalarını, kolaylıklarını gidererek kalplerini mühürlemiş gibi oluyor.

Yani biz onlara geçirdik diyor. Çünkü günümüze de hitap etmesi amacıyla sadece geçmiş zaman olarak değerlendirmemek gerekiyor. Şimdi biz onların boyunlarına geçirdik derken aynı kalplerin mühürlenmesi gibi kendileri kibirleri sebebi ile öyle bir duruş sergilediler ki bunların büyük çeneleri kalkık şekilde yere bakmıyor o gün. Gözü yerde değil mütevazı insan ne yapar? Başını böyle yere eğer değil mi? Kibirli insan ne yapar? Başını yukarıya doğru getirir. Başını yukarı getirerek kibir haline geliyor. Allahû Teâlâ da boynuna halkayı geçiriveriyor. Yani etken kişi. Yani kibir halkası geçiriyor. Allahû Teâlâ hiç sebepsiz yere onların boyunlarına geçirmiyor. Bu haksızlık olur bu zulüm olur. Özgür iradeye haksızlık olur. Kendileri öyle bir hale geliyorlar ki yaptıklarından dolayı da Allahû Teâlâ manen o halkayı geçiriveriyor onlara. Şimdi bu kuran meallerini değerlendirirken Allah’a bazı yanlış şeyleri isnat etmemek lazım. Bakın “Rahim” diyor. “Aziz rahim kuranı indirdi” diyor “uyarman için”. Şimdi uyaran Rab niye durup dururken taksın onların boyunlarına? Gıcığı mı var insanlar gibi? Haşa. Yani bunlar meallerde, tefsirlerde açıklanırken çok dikkat edilmiyor. Allahû Teâlâ’ya bazı hak etmediği sıfatlar isnat ediliyor. Allahû Teâlâ; Hâdidir, Rahmandır, Gafurdur, Rahimdir, kullarına merhamet eder. Değil mi? Ama kişi de ben illa öyleyim diyorsa da sistem de tak diye halkayı geçiriveriyor. Yani sistemde var olan şeyler geçiriyor. Kelimelerine geçelim:

“Ağlâlen” (اَغْلَالًا )“Gıllin” diye bir şey var. Hicr Suresi ile Müminun Suresinde geçiyor. “Biz onların sadrlarında gıllin olarak ne varsa onları söküp çıkarırız da cennete öyle koyarız” diyor. Şimdi cennete girebilmenin şartı mutmain nefis olma durumu ve böyle göğsündeki gıllin denilen mırık, cırık, kötü duygular, haset, fesat, kibir gibi hallerin duyguların olmaması. İşte bu gibi duygulara gıllin deniyor. Ve gıllin aynı zamanda ağırlık demek. Şimdi boyunlarına geçirilenlerin malzemesini anladınız mı? Bakın yine kendilerinden. Kendilerinin o gıllin duyguları nesneleşiyor bu sefer de boyunlarına geçiyor kibir olarak. Kendileri yapıyor yani. Bir söz var ya “Cehennemde ateş yok, kişiler ateşlerini kendi götürüyorlar”. Yani boyunlarına geçirilen halka da kendi gıllinleri ağlalen oluyor. Aynı kökten. Tefsirleri yaparken hep köklere kelimelere dikkat etmek durumundayız. O gıllini, neden kullanmış Rabbimiz? Buradaki ağlalen kelimesini halkalar kelimesini niye kullanmış? Yani hep sebep-sonuç ilişkisini unutmayacağız. Dünyadaki sistem sebep sonuç ilişkisi üzerine kuruldu. En azından bizim algıladığımız sistemde.

Biraz diğer manalara bakalım. Bırakalım müşrikleri şimdi günümüze de bakalım. İnsanlar kendi kendilerinin oluşturdukları vehimlerden dolayı, nefislerinin bazı özelliklerinden dolayı, şeytanın da kandırmasından dolayı kendi kendilerine bir vehme kapılıyorlar. Bu da kibir. Psikolojide şöyle bir şey var. Aslında aşağılık duygusunun bir sonucu kibir. İlginç değil mi? Yani kişi gerçeklerini biliyor. Ondan da rahatsız bir şekilde, aslında normal. Ben bir insanım. Müslümanın izzetinin dışında gururu gerektirecek herhangi bir durum yok. Allah’ın verdikleri ile ancak gururlanırız değil mi? Seviniriz, övünürüz. Fakat onun dışındakiler şeytani vasıflardır. Kişi bundan bir şekilde rahatsız, aşağılık duygusu var. Psikolojideki bu savunma mekanizmalarından birisi ile kendine kibir addediyor. Kendini olduğundan daha fazla görüyor. Sistemi beğenmiyor. Bir şeyleri beğenmiyor kendini beğeniyor. Gururla da kendini şişiriyor. Ama bunun bir sıkıntısı var. İşte Rabbim bu hali nasıl tanımlıyor? Sanki boyunlarına bir şey geçirilmiş gibi. Demek ki yani günümüzde de bir adamda kibir alameti olursa hangi vaziyette oluyor? Kafası arkaya doğru bir şekilde. Yeri görebiliyor musunuz? Bu şekilde yolda yürüyün. En ufak bir taşta bile takılıp düşersiniz. Yani hataya sürükler. Bırakın yüksek imanı, değerli şunları bunları, önündekini göremezsiniz. İşte Rabbim de bu şekilde resmediyor onları.

Neden çene dedim? Birinci olarak kafaya pozisyon vermek için. Bir de şu şekilde halka geçirilmiş insan rahat konuşabilir mi? Bir tefsirde şöyle geçiyor: Bu halkalar manevi halkaların geçirilmesinin sonucu olarak kişi kendi anladığı idrak ettiği yerleri imanın tasdiki olan sözleri bile söyleyemez diyor. İfade edemez. İman ettim sözlerini bile söyleyemez. Kilitleniyor yani bir şekilde. Onun sonucu da bu şekilde olur diye düşündüm.

Bir sonraki ayet de bununla çok alakalı. İkisini beraber değerlendirelim. Yine “cealne” diye geçiyor.

Ve cealnâ mim beyni eydîhim seddev ve min halfihim sedden feağşeynâhum fehum lâ yubsırûn.

(وَجَعَلْنَا مِنْ بَيْنِ اَيْدٖيهِمْ سَدًّا وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَدًّا فَاَغْشَيْنَاهُمْ فَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ)

Ve cealnâ – ( وَجَعَلْنَا ) –  biz yaptık

mim beyni eydîhim sedden  – ( مِنْ بَيْنِ اَيْدٖيهِمْ سَدًّا ) – iki elinin arası demek aslında ama önlerine diyelim, önlerine bir set çektik

ve min halfihim – ( وَمِنْ خَلْفِهِمْ ) – halfe de arka demek. Arkalarına da bir set çektik.

Feağşeynâhum – ( فَاَغْشَيْنَاهُمْ )– gaşiye; örten, saran, bürüyen, çevreleyen demek. Bir şekilde de onları çepeçevre kuşatmışızdır, sarmışızdır, örtmüşüzdür. Buna İngilizcede “cover” deniyor. Çevrelemişizdir, engel mahiyetinde bu. Ne yapıyorlarmış peki?

fehum lâ yubsırûn  (فَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ ) – Mekkeli müşrikler Peygamber Efendimiz(SAV)’e suikast düzenlemek istiyorlar ya. Tek tek öldürmeye cesaret edemiyorlar. Öyle gayretleri de var. Ne yapalım diyorlar? Her evden bir delikanlı çıksın. Geceleyin baskın düzenleyelim. Öldürelim. Günümüz tabiri ile kim vurduya gitsin. Herkes de ben yaptım ben yaptım deyince suçlanacak kimse de olamaz. Çünkü her ne kadar Peygamber Efendimize iman etmeseler de kavmiyetçilik o kadar yüksek ki kureyşten ya da haşimilerden birinin öldürülmesi demek çok kötü bir olay.  E inanmıyor. Hayır, bizden o. Bizden birini nasıl öldürürsün? Yani o koskoca bir kavmin, kabilenin, aşiretin diğer kavme saldırması da düşmanlığı da söz konusu. Buna da cesaret edemiyorlar.  Şimdi Ebu Talib inanmadı ama çok ciddi bir şekilde korudu. Hatta Ebu Leheb amcası biliyorsunuz. Amcası da koruyor belli bir yerlerde. En büyük İslam düşmanı, yine de yapıyor. Dolayısıyla cesaret edemiyorlar. Böyle bir şey düzenliyorlar. Peygamber Efendimiz ne yapıyor? Hz. Ali’yi yatağına yatırıyor. Üzerini de örtüyor. Evin çevresini sarmışlar. Ama çıkıp gidecek. Ama bir sürü insan pusuda. Ne yapıyor? Bu ayeti okuyarak Peygamber Efendimiz eline bir toprak alıyor. Atıyor. Onların önlerine ve arkalarına manen bir set oluyor. Kendi aralarında da zaten bakın

fehum lâ yubsırûn – Onlar da görmezler. Bu bilinen manası. Yani hikmet dolu Kuran ya. Yasin’in de böyle hikmetleri oldu. Hatta benim arkadaşlarımdan bunu yapanlar var. Yani bir savaş sırasında bunu yaparak oradan kurtulduklarını anlatanlar var. Yani Peygamber Efendimiz değil bir Müslüman da bu durumda yaptığında etkili olur. Bizzat kendisi o anlattığı olaydan net olarak kurtulmuştu.

Bediüzzaman Said Nursi’nin de bunu yaptığı ile ilgili bir hikaye de var. Bu Allahu Tealanın hikmeti, Kuran’ının Yasin’deki hikmetlerinden biri. Bunun gibi nice hikmetleri vardır.

Peki şimdi hangi ayetin arkasından geldi. Manen boyunlarından çenelerine kadar gelen bir demir halka var. Yukarı doğru bir duruşları var. Önündekini göremezler dedik. Zaten o haliyle önünü göremiyor. Rabbim bir de önüne set çekiyor. Bir de arkasına set çekiyor. Bir de çepeçevre kuşatıyor. İlk önce şunu dedim ben. Ya ön ve arka var da şeş cihet var. Altı cihet. Şimdi iki sıra geriye kalan 4 var. Bunlar ne olacak dedim? İşte “Feağşeynâhum” da o. Yani dairesel olarak çepeçevre yani kürenin içerisinde gibi. Her boyuttan bir engelleme var. Ne kadar kötü bir şeyi hak etmişler ki Rabbim nasıl bir daha dünyada iken engel sistemi koyuyor ona.

Bakın kelimelere gidelim. “mim beyni eydîhim sedden” Bu ifade biliyorsunuz çok geçiyor. Ayete-l Kürsi’de de var. Önleri ve arkaları olarak çevriliyor. Hakikaten öyle. Anatomide de okuduk. Bir kişi şöyle resmedilir. Ayakta duran. Elleri yana doğru hafif açık ama avuç içleri önde doğru bir insan tipi var. Ön arka derken o modele göre ders işlenir. İnsan yapısı öyle anlatılır. İki eli arası neresidir kişinin önüdür. Hani iki göz nereye doğru giderse oraya gider. Ama Rabbim iki gözün arası dememiş, ellerinin arası demiş. Eller yapmayı temsil eder. Kişinin yaptıkları. Eli ile yapmıyor mu kişiler? Ne diyor “Onların başına gelen musibetler kendi elleriyle yaptıkları”. Yani iki elin arası ne demek? İşte burada kader inancını anlatıyor Rabbim. Kendi elleriyle yaparak ön oluşturuyorlar. Zaman olarak ön. Yani tercihlerde bulunarak yaparak kendilerine bir yol çiziyorlar. Mesela buna fizikte “entropi” zamanın yönü deniyor.  Öne doğru gidiyor. Yapılan burası. Ön.

“Halfihim” ne? Arka. Neden arka? Bir zaman çizgisi düşünün. Bu ön ellerinin arkası gelecek. Halfehum da arka, geçmişi. Artık geçmişlerinin ve geleceklerinin önüne set çekmişizdir diyor. Ne demek istiyor Rabbim? Ne geçmişleri, neyden ders alır onlar? Ataları uyarılmamış ya. Ataları uyarılmamış gafil. Gafil neler yaptıklarına bir bakın. Başlarına neler gelmiş. Oradan ders alamıyorsun. Bir de öğüt dinlemiyorsun. Kapalı ya, kibirden kafası yukarıda. O zaman önünde de senin gidebilme alanını da daraltıyorsun. Geleceğini de düzeltemiyorsun bir şekliyle. Bir şey göremiyorsun. Görmenin sonucu nedir düzeltmektir. Bir şeyi görürsün. Arabanın önünde cam var. Onu bırakın otomatik giden tren var. Makinist yok. Ama önünde sürekli seyrediyor, acil bir durum olabilir diye. Yani görmek çok önemli. Gördüğünde düzeltirsin müdahale edersin çünkü.

Bir de bu değil “Feağşeynâhum” diyor. Bir de onu kaplıyor. Onu her cihetten de bir engel var. Buna bir tefsirde vahiy yukarıdan geliyor ya tenzil. Yukarıdan vahyin inceliklerini hikmetlerini anlama şeyi de gidiyor. Hani onların kulaklarında ağırlık vardır. Ya da seninle onlar arasında bir perde koyarız da Kuranı anlamazlar diyor. Yani bir şekilde Kuranın inceliklerini anlama idrakları da gidiyor. O gidince tabi yine “yubsirun” olma durumu ortadan kalkıyor. Onların kalplerinde mühür vardır. Kulaklarına mühür vurduk. Gözlerine mühür vurduk. Ne yapıyorlar, görmüyorlar. Bakın Allah vurmuyor mührü. İlk önce hak ediyorlar. Allah da sistem gereği onlara hak ettiklerini veriyor.

Diğer ayete geçelim. 10. Ayet:

وَسَوَاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ

Ve sevâun aleyhim eenzertehum em lem tunzirhum lâ yué’minûn.

Sevaun (سَوَاءٌ )– sevaun müsavidir demek. İki kısmın eşitliği, seviyedir. Aynı seviyedir. İki parça düşünün. İki seviye var ya. Bunun eşit olması durumu. Mesela tesviye diyoruz biz. Yani zımparalayarak, yontarak o mesafe farklılıklarını gidermek. Burada “sevaun” diyor eşittir, müsavidir yani.

Aleyhim (عَلَيْهِمْ )– Onlara. Onlar dediği yukarıda bahsetmiştik.

E enzertehüm (ءَاَنْذَرْتَهُمْ ) – e, em bir kalıptır. Şöyle şöyle olsa da şöyle şöyle olsa da anlamına geliyor. E enzertehüm, onları inzar etsen de.

Emlentünzirhum (اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ ) – İnzar etmesen de şeklinde bir kalıp bu. Müsavidir. Değişen bir şey olmaz.

La yüminun (لَا يُؤْمِنُونَ )– onlar iman etmezler. Şimdi bunlar kimler biliyor musunuz? Kendi kendilerine kibirleri olup da geçmiş atalarına uyup da kendilerini gıllınlere buradaki oluşturdukları yüzünden, kafaları yukarı gitmiş insanlar var ya. Onlar artık kendilerini kapalı hale getirmişlerdir. Allah’ın koyduğu kilitlerle beraber de. Artık bir değişim olmaz onlarda. Uyarsan da bir onları(inzar etsen de), uyarmasan da bir. Ne yapıyorlar? İman etmiyorlar. Artık onlar kapalı. Burada biraz evvel bahsettiklerimize dönecek olursak.

Adama sormuşlar? Hayatta en kolay şey nedir? Demişler. Cevap vermiş. Nasihat vermek. En zor şey ne demişler? Değişim. Dünyada en zor şey değişimmiş. Şimdi bakın ataları uyarılmamış ve gafil olan, şuurunda olmayan bir kavim var değil mi? Allah’ın Resulü ne ile geliyor? İnzar etmekle. Bunu dünyadaki karşılığı değişim olmalı. Bırak bu kafayı. Hani onların atalarının dinindendir meselesi var ya o. Günümüze gelelim. Yani günümüzde de kişi hep aynı. Yedisinden yetmişine aynı şekilde geliyor. Hiçbir değişim olmuyor. İşte bu değişim olmamasının sebebini açıklıyor. Eğer sen kafan yukarıda şekilde dolaşırsan sana birisi de öğüt verdiği zaman değişmezsin.

Burada iki şey var bakın. Kibir değişimi ve tövbeyi engeller. Buradaki ayet ile bağlantısı ne? Değişimi önler. Zaten değiştikten sonra adamın kaderi değişecek. Artık farklı yaşayacak farklı yerlere gidecek. Değişti çünkü. Nefsi, düşüncesi değişti eskisi gibi değil. Artık onun gideceği yer çok farklı. “Halfihim” ne? Arkası. O da geçmişte yaşadıkları. Ya ben ne kötü şeyler yapmışım zamanında. Allah’ın muradına uygun şekilde yaşamamışım. Ya da şöyle şöyle bir zihniyetle yaşamışım. İdrak oldu, irşad oldu, tövbe edecek. İşte bu öbür durum var ya çenelerinin kalkık vaziyette dolaşma durumu bunu engelliyor.  Kişinin değişimi engelliyor. Bakın maneviyat tasavvuftaki ne ile ilerler? Değişmekle. Buna “nefis tezkiyesi” deniyor. Yatay pozisyonda. Yani nefsinin belirli bir katmanı var. O katmanın da sen nefsini; nefsi emmare, nefsi levvame, nefsi mutmain, nefsi raziye, mardiyye, safiye gibi şeylere getiriyorsun. Ama bu yatay düzeltme. Bir de düşünce sistemini değiştirerek nefsini, idrakını daha üst boyuta alarak da bir gitme var. İşte bu isteniyor. Bu dünyaya niye geldin? Bir şey geldin, bir şey gidiyorsun. Allahû Teâlâ bizi bu dünyaya niye getirdi? Kemaliyet için. Kendimizin daha iyi versiyonu olmamız için. Allahû Teâlâ’ya galu belada verdiğimiz sözü tutmak için, yaşamak için. Bu yüzden sen kendini burada geliştirmek durumundasın. Eğer sen de değişim mekanizmalarına engel koyarsan/ket vurursan Allah da sana ket vurur. Önünü, arkanı kapatır. Değişim olmaz. Ne ileri gidersin ne geri. Olduğun yerde kalırsın.

Vel asr. İnnel insâne lefî husr. ( اِنَّ الْاِنْسَانَ لَفٖى خُسْرٍ وَالْعَصْرِ ) Akıp giden zamana göre de hüsranda olursun. İşte bu yüzden kişi değişime açık olmalı. Babalarından öğrendiği gibi çevresinden öğrendikleri ile hayatını devam ettiremez.

“Fehum ğâfilûn” diyor – Onlar gafillerdir. Sen “yok ya, ben böyle öğrendim, şöyle öğrendim, bana öğretilen bu” dersen. Bu dini anlamda da böyle. Gelişemezsin. Yani kişi kendi kendini kilitliyor. Onları uyarsan da uyarmasan da onlar iman etmezler. Şimdi düşünsenize Peygamber Efendimiz(SAV) diyor ki ilk başta “Bu Kurana yemin olsun ki hikmetleri var”. Sen daha evvel ataları uyarılmamış bir kavmi uyarmak için gönderildin. Bu kitap da sana yardımcı olacak. Sonra diyor ki uyarsan da uyarmasan da bir onlar iflah olmaz. Bu çelişki gibi değil mi? Rabim uyar diyor. Sonra uyarsan da uyarmasan da bir diyor. Ama ne diyor bakın yukarıda ne var? “Ekserihim” diyor. Demek ki ekserisi böyle insanlığın az bir grup uyarılmaya müsait.

Bir ara ben dini şeylerle ilgilenmeye başladıktan sonra düşündüğümde şöyle bir şey geldi aklıma: Her şey bir avuç insan için dedim ya. Bu kadar sistem bir avuç insan için. Aslında Peygamber Efendimiz (SAV ) için. Tabi onu o kadar idrak edememiştim. Bir avuç insan. Eleyin ya. İnsan olarak düşünün. Eleyin. Hiç inanmayan var. Bir şeylere inanıyor da güneşe tapıyor, ateşe tapıyor vs. onları da götürün. İnanıyor ama Budizm gibi şeylere inanıyor. Daha önce hak din olup da bozulmuşlara inanıyor. İnanıyor. Yanlış inanıyor. Müslüman ne kadar çok kişi gitti, milyarlarca insanı eledik. Onun da bir kısmı nasıl inanıyor düşünün. Öldürüyor ediyor. “La ilahe illallah” diyeni götürüyor sen kafirsin diye. Onu düşünün. İnanıyor şirk koşarak inanıyor. Yani geriye gerçekten bir avuç insan kalıyor. Onun da mesela hesapsız cennete gideceklerin sayısı 70 bin imiş arkadaşlar. Hadislerde böyle geçiyor. Ben bu sözde tereddüt ettim de ayetlere baktığımızda görüyoruz. Hani bu arşın gölgesi altında gölgelendirilecek olanlar var ya. Hani biraz evvel geçtik ya onlar 3 kısımdır diyor. Hatırlıyor musunuz? Nefislerine zulmedenler, orta yolda iktisat edenler bir de sadıkunlar. Hani bu mukarrebun olanlar hayırda. Onlarla ilgili birleştirdiğimizde bir şey çıkıyor. Bir de onlar mesela ahiret sahnelerinden bahsediyor. Karşılıklı tahtla üzerine oturacaklardır diyor. O sahne haşir sahnesi. Yani maliki yevmiddin. Cennette de var o ayetlerden. Bütün bunları birleştirdiğimizde öyle bir şey oluyor. Hadisleri reddedemeyiz. Sahih hadisler de biz amenna demek zorundayız. İşte bir avuç insan burada bir de “ ekserihum” diyor. O söz onlar üzerine hak oldu diyor. Şimdi başka bir şekilde de var bakın. 11. Ayete gelelim:

اِنَّمَا تُنْذِرُ مَنِ اتَّبَعَ الذِّكْرَ وَخَشِىَ الرَّحْمٰنَ بِالْغَيْبِ فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍ وَاَجْرٍ كَرٖيمٍ

İnnemâ tunziru menittebeaz zikra ve haşiyer rahmâne bil ğayb, febeşşirhu bimağfirativ ve ecrin kerîm

İnnemâ (اِنَّمَا ) – Ancak

Tunziru ( تُنْذِرُ  )– sen inzar edersin, uyarırsın

Men ( مَنِ )– o kimseyi ki

İttebea ( اتَّبَعَ )– tabi oldu

Zikra ve haşiye ( الذِّكْرَ وَخَشِىَ )– ve haşyet duydu

Er rahmâne ( الرَّحْمٰنَ )– rahmana

Bil ğayb ( بِالْغَيْبِ )– gaybda, görmeden gaybi olarak

Febeşşirhu  ( فَبَشِّرْهُ )– onu müjdele

Bimağfiratin (بِمَغْفِرَةٍ )– mağfireti de

Ve ecrin kerîm  ( وَاَجْرٍ كَرٖيمٍ)– kerim ecir ile müjdele

Şimdi onları uyarsan da uyarmasan da diyordu ya, e ne olacak şimdi? Rabbim burada istisnayı söylüyor işte. Ekserihim dışındaki galilen olan az kısmı söylüyor. Sen ancak o kimseyi uyarırsın ki zikre tabi olur. Başka bir ayette diyor ki sen öğüt ver “fezekkir” umulur ki zikir fayda verir. Ama kime fayda verirmiş arkadaşlar? Söz dinleme konumunda olan kibri olmayan değişime açık olan kimseye öğüt verirmiş. Öbürü kapalı. Yok canım bu böyledir hep böyle anlatılıyor. Ya farklı olabilir bir dinle bir kulak ver ya. Ancak o kimseye fayda verirmiş. Şimdi zikir ne?

Zikir, Kuran’dır. Kelime anlamı ile hatırlamak demek, anmak demek. Belirli bir sayıda bir şeyleri tekrar etmek olarak da kullanılıyor. Düşünmek manasına da geliyor. Amma Rabbim Kuranı da zikir olarak ifade etmiş. Kuran da bir öğüt, Kuran da bir hatırlama Kuran da bir Allah’ı düşünme.  Dolayısıyla zikre Kuran dersek Kurana tabi olana fayda oluyor. Allah Allah. Yani adam önce bu kurana gelecek. İlginç değil mi? O kişiye fayda verecek. Bakın Bakara Suresinin 2. Ayeti çok dikkatimi çekmişti:

ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ فٖيهِ هُدًى لِلْمُتَّقٖينَ

Zâlikel kitâbu lâ raybe fîh, hudel lilmuttegîn

Huden – hidayettir

Li – için. Kim için

muttegîn – mutakiler için.  Müttaki nedir? Takva sahibi. Yani biz takva sahibinin işi bitti biliyoruz. Ooo diyoruz bu takva sahibi. Diyor ki Kuran onlar için hidayet. Takvalı oldun, hidayete daha mazhar oldun. Bana çok ilginç gelmişti. Yani tabi herkese hidayet ama bu hikmetli Kuran ya derinlerini alıp da onu değiştirecek onu geliştirecek, farklı yerlere gelmesi için önce kişinin tabi olma pozisyonunda olması gerekiyor. Onun içinde bir hidayet oluyor. Burada da diyor ki “sen ancak o kimseyi uyarırsın ki” diyor “o da zikre tabi olur”. Yani öğüt dersek buna, öğüdü dinler. Söz dinler yani. Birisi nasihat veriyor. Kuranla nasihat veriliyor ya da gerçekten pozitif, müspet, hakikate uygun bir şey veriyor. Ona uyana ancak değişim olur. Ve de ancak inzar olur.

İşte çıtayı yükseltebilmek için kişinin değişime açık bir vaziyette olması gerekmektedir. Mesela ben kişisel gelişimle ilgilendim. Enerji denilen kurslara gittim. Başlamamın sebebi çevremde belirli bir yaşa geldikten sonra gelen, katı olan değişme olmayan insanları gördüm. Rabbim gösterdi. Eyvah dedim ben de mi böyle olacağım, benim değişebilir bir yapım olması gerekir. Nasıl değişebilirliğin orada formülleri var. Değişmeni engelleyen kısım bulunuyor. Senin programların. O değiştirilebilir bir hale getiriliyor. Ama maalesef bugün de para kazanma ticaret yöntemi olarak kullanılıyor. Ben doğrusu ile Allah’ın ilmi ile olan kısmı ile söylüyorum. İşte o insanlardaki belirli bir katılığı, değişememezliği gördükten sonra ben telaşa düştüm. Bunda ciddiyim. Çok etkilendim. Günlerce uyku tutmadı beni. Bir şeyler yapmam lazım dedim. Yaşım ilerliyor. Sistemde de böyle bir şey var. Değişebilir olmam lazım. Esnek olmam lazım. Bunun dünyevi kurallarını belirlemiş adamlar. Bundan istifade edeyim diye girdim. İşte bunun şeyi de bu: öğütlere açık olmak.  Burada ben bunu görüyorum. Ama yetmiyor o birinci kural öğütlere açık olma. İkincisi de:

“haşiyer rahmâne bil ğayb”

Bak adam bir kere Rahmana inanacak. İnanması da yetmiyor. Haşyet duyacak. O da yetmiyor. Bunu gizli gizli yapacak. Kendi, iç âleminde yalnız kaldığında da yapacak. Bu duyguyu gerçekleştirecek. Demek ki iki tane pozitif gidiş şeyi varmış. Yani değişime müsait. Bir zikir hali, Allah’ı sürekli düşünürcesine yaşamak. Hanif konusunda işlemiştik. Ne diyordu Hz. İbrahim “İnnî veccehtu vechiye lillezî fetaras semâvâti vel arda hanîfen”. “Ben yüzümü yerleri ve gökleri yaratan döndürdüm” diyor. Yani gözünün içine bakarak yaşıyorum diyor, yüzüne bakarak yaşıyorum diyor. Buna da haniflik diyor. “hanîfen ve mâ ene minel muşrikîn”. “Ben müşriklerden değilim” diyor. Yani bu hal dışında olmayı müşriklik kabul ediyor Hz. İbrahim. Peygamber efendimiz ne diyor? “İhsan üzerine namaz kılınız” diyor. Hakkı görüyormuş gibi. Siz onu görmeseniz de o sizi görüyor. Bu bilinçle yaşamayı tavsiye diyor Peygamber Efendimiz(SAV). İşte buna zikir hali deniyor. Zikir, akıldan çıkarmamak. Bunun zıddı nedir biliyor musunuz? Gaflettir. Allah’tan gaflet olarak düşünün. Allah’ı unutmak yani. Tersi zikir. İşte iki şekilde kurtarma şansın var. Bir; zikir edeceksin yani Allah’ı sürekli düşüneceksin, ona yöneleceksin. İkincisi de; haşyet. Allahtan da saygı ile beraber içinde sevgi olan bir korkma duygusu olacak. İşte bu iki kişinin yırtma şansı var. Gayb ne demek? Kayıp. Allah görünemeyen değil, görülmeyen. Yani sana o an için kayıp. Ama bir gün göreceksin. Ya da ne kaybedilir biliyor musunuz? Senin olan bir şey kaybedilir. Yani önceden var, sen ona sahipsin ama şu an kayıp. Yani anlık bir durumdur kayıp. Yani biz ahirette biliyorsunuz, önceden Allah’la malik idik. Elest meclisinde “galu bela”yı anlattık. Değil mi? Daha sonra dünyaya indirildik. Biz seni iki kez öldürdük. İki kez dirilttik diyor.  Geriye doğru sayarsan bu yaşamdan önce bir tane yaşam olması lazım. Demek ki bu dünyaya gelmeden evvel biz öldürülmüşüz. Orada halk anlamında bir yaşantı var. İşte o anda gayb değildi bizim için Allah. Ama önümüze perdeler çekildiği için gaybız. İşte bu gaybken aynı görülüyormuş gibi Allah’tan haşyet duyarak yönelme durumu. Bir de burada Allah kelimesi de geçmemiş, Rahman geçmiş. İsra suresinde şöyle geçiyor:

“İster Rahman deyin ister Allah deyin Allah birdir”. Rahman eşittir Allah değil. Çünkü esmadır. Ama sistem Rahmanla başlar. Yaratılmış olarak birisinin gidebileceği idrak boyutunda en son nokta rahmandır. O yüzden Rahmandan haşyet duyarlar diyor. Bakın burada Rahim dememesi de ilginç. Rahimde haşyet yok. Rahimde daha sevgi öğeleri var. Ama Rahmanda haşyet var.

“Febeşşirhu”( فَبَشِّرْهُ) O’nu müjdele. Hu tekil bir ifade mi, çoğul bir ifade mi? Tekil. Yukarıda “hüm” deyip duruyor ayetler. Hep onlar, onlar, onlar. Burada tekil gelmiş. İlginç değil mi? Yani o kadar az ki kişi. Düşünün Peygamber Efendimiz inzar edecek yüzlerce, binlerce kişi var o zaman kaç kişi yaşıyorsa. Ama Allahû Teâlâ diyor ki sen o kişiyi uyarırsın. Tekil bahsediyor. Yani binlerce kişi içerisinden yedi yılda 40 kişi iman etmiş sadece. O kişiyi diyor. Onların içerisinde biri var, sen ancak onu inzar edebilirsin.  O da ne yapar? Öğüt verdiğin zaman uyar. Habibi Neccar’ı düşünün. O da tek bir insan. Habibi Neccar gibi kişilere işaret bu. Bakın orada müjdele diyor onu. Müjdenin tersi inzardır. Nezir beşir. Bakın yukarıda aslında sen o kişiyi uyarırsın diyor, doğru yola sevk edersin demiyor. İnzar edebilecek kimse bile ancak zikre ve haşyete tabi oluyor. Sen o kimseyi ancak uyarırsın diyor. İnzarın hedefine gitme durumunda bile kişinin bu iki halde olması gerekiyor. Ne kadar ilginç. Belirli bir seviyeye gelecem de inzar edilme durumuna gelecem. Allahû Teâlâ o kimseyi bile diyor müjdele. Ne ile müjdele? Mağfiret ile.

“Bimağfiratin” (بِمَغْفِرَةٍ )– Neden mağfiret geldi burada? O kişinin durumunu düşünsenize. Ne kadar güzel farkında mısınız ayetlere böyle bakınca. Şimdi babaları gaflette, kendisi gaflette, eyvah ben ne yapacağım sistem buymuş uyarıyor, uyarıyor, uyarıyor uyarıcı. Eyvah diyor ben gittim öldüm mahvoldum. Geçmişte yaptıklarım ne olacak? Şu anki halim ne olacak diyor? Allah müjdele diyor onu, mağfiret ver. Önce geçmişini siliyor. Açılımlara imkân veren bir yapıya ecir veriyor. Ya bu müjde değil mi? Bilmiyor bu sistemi. Geçmişim ne olacak? Hani arkalarında set var ya. Eyvah gittim. Mağfiret geldiği zaman Rabbim siliyor onu. Bakın bu mağfiret, daha ahiretteki müjde değil. Daha dünyadaki müjde. Önce arkasındaki seddi yıkıyor, sonra da önünü açıyor. Neden? Değişime müsait artık. Hatta diyor ki biz onları tebdil eyleriz diyor. Seyyielerini hasenata tebdil ederiz diyor. Tebdil – beddele. Bir şeyin yerine diğerini koymak. Yani anlıyor Rabbim. Tam tersine pozitifmiş gibi çeviriyor. Artık çünkü farklı bir kademeye ait idrak düzeyine girdi. Sonra diyor ki “Ecrin kerim”. Ecri önceden söylemiyor. Bugünkü Müslüman anlayışı önce ecirdir. Her şeyi sevap için yapıyor. Ben dahil. Allahû Teâlâ ikinci olarak söylüyor onu. Önce mağfiret diyor. Sen önce bir yırt.  Mağfiret olduğundan emin ol. Her şey sevap. Birisi diyor ya. Ya cennetteki o huriler olmasa kimse namaz kılmayacak. Abartılı bir eleştiri var. Haşa. Yani Allah’ın rızası orada önemli. Hepimiz muhtacız ona. Allah’ın ikramını kabul edeceğiz. Ama önce bir mağfiret.

Önce gayret. Sen bir seviyeye geleceksin. Zikre tabi olan bir pozisyona geleceksin. Ondan sonra sana inzar işleyecek.

Ve ecrin kerim. Bir de ecir veriyor. Bakın daha bu ecir bu dünyada da var. Hem de nasıl bir ecir? Kerim. Kerimin 3 anlamı var. Türkçede pek anlaşılmıyor.  Kerim birincisi cömert demek. İkincisi izzet şeref sahibi demek değerli yani. Üçüncüsü de mübarek. Kuranı Kerim diyoruz ya mübarek Kuran yani. Bu anlamı da var. Kerim deyince ikramı sürekli olan, bir kez verip de bitmiyor. Devamlı olan. Bir de sonu “rim” diye biten esmalar vardı ya rahim kerim gibi. Onlarda da süreklilik vardı. Sürekli bir ikram var. Ve de aynı zamanda sana saygınlık kazandırıyor. Seni de şerefli izzetli hale getiriyor. Öyle de bir ikram varmış. Hem bu dünyada hem de ahirette.

“İnnâ nahnu nuhyil mevtâ” diyor ya. Şimdi durup dururken yukarıdan bahsetmiyor. Bir şeyden bahsediyor. Ölüleri biz diriltiriz. Hayda. Nereden çıktı bu şimdi? Sanki ölü ile alakasız gibi. Bu haftaya inşallah açıklayacağız.

Allahû Teâlâ bize önyargılardan kibirlerden uzak değişimlere açık bir halde olmamızı nasip etsin. Allah’a zikir boyutunda yönelmeyi nasip etsin ki uyarılar geldiği zaman biz o uyarıları hemen alalım. Bu hem Kurani bir uyarı olabilir hem sünnetsel bir uyarı olabilir hem de sistemden gelen uyarılar olabilir. Ve gaybda da görmediğimiz halde de Allah’tan haşyet duyan sevgi ile karışık haşyet duyan müminlerden olalım. Eğer bu olmadığı takdirde biz çünkü gafillerden olacağız. Önümüzü Allah korusun arkamızı çevremize setler siste tarafından çekilme tehlikesi var. Biz bunlardan olmak istemiyoruz. Allah’ın sevgili kulu olmak istiyoruz. Ve de mümkün olduğu kadar tekamül ederek gelişmek istiyoruz.  Allah da bunun yolunu bize açsın. Yolunu kolaylaştırsın.

 

Sadakallahülazim