FATIR (10.Sohbet) 14-18.ayetler#

SOHBETİ DİNLE :


SOHBETİ MP3 OLARAK İNDİRMEK VEYA DİNLEMEK İÇİN ALTERNATİF LİNK:

https://yadi.sk/d/2ed4LBUMpgqaS


FATIR 14:

إِن تَدْعُوهُمْ لَا يَسْمَعُوا دُعَاءكُمْ وَلَوْ سَمِعُوا مَا اسْتَجَابُوا لَكُمْ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكْفُرُونَ بِشِرْكِكُمْ وَلَا يُنَبِّئُكَ مِثْلُ خَبِيرٍ

İn ted’ûhum lâ yesmeû duâekum, ve lev semiû mâstecâbû lekum, ve yevmel kıyâmeti yekfurûne bi şirkikum, ve lâ yunebbiuke mislu habîr(habîrin).

1. in : eğer
2. ted’û-hum : onlara dua edersiniz
3. lâ yesmeû : işitmezler
4. duâe-kum : sizin dualarınız
5. ve lev : ve olsa bile, eğer
6. semiû : işittiler
7. mâ istecâbu : icabet etmezler
8. lekum : size
9. ve yevme el kıyâmeti : ve kıyâmet günü
10 yekfurûne : inkâr edecekler
11 bi şirki-kum : sizin şirkiniz, şirk koşmanız
12 ve lâ yunebbiu-ke : ve sana haber vermez
13 mislu : gibi, benzer
14 habîrin : haberdar olan, haber veren

Eğer onlara dua ederseniz sizi, dualarınızı işitmezler. Şâyet işitmiş olsalar (bile) size icabet edemezler. Kıyâmet günü sizin şirkinizi inkâr edecekler. Ve sana bunun (bu haberin) mislini (benzerini) verecek (kimse, şey) bulunmaz (Allah’tan başkası haber veremez).


 

FATIR 15:

يَا أَيُّهَا النَّاسُ أَنتُمُ الْفُقَرَاء إِلَى اللَّهِ وَاللَّهُ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ

Yâ eyyuhân nâsu entumul fukarâu ilâllâhi, vallâhu huvel ganiyyul hamîd(hamîdu).

1. yâ eyyuhâ : ey
2. en nâsu : insanlar
3. entum : sizler
4. el fukarâu : fakirler
5. ilâllâhi (ilâ allâhi) : Allah’a
6. vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
7. huve : o
8. el ganiyyu : gani, zengin, ihtiyacı olmayan
9. el hamîdu : hamid, hamdedilen, övülmeye lâyık

Ey insanlar! Sizler, Allah’a muhtaç fakirlersiniz. Ve Allah ki, O; Gani’dir (zengin, ihtiyacı olmayan), Hamîd’dir (hamdedilen).


FATIR 16:

إِن يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَدِيدٍ

İn yeşe’ yuzhibkum ve ye’ti bi halkın cedîd(cedîdin).

1. in : eğer
2. yeşe’ : diler
3. yuzhib-kum : sizi giderir
4. ve ye’ti : ve getirir
5. bi halkın : bir halkı
6. cedîdin : yeni

 Eğer dilerse sizi giderir (yok eder) ve (sizin yerinize) yeni bir halk getirir.


FATIR 17:

وَمَا ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ بِعَزِيزٍ ﴿١٧﴾

Ve mâ zâlike alâllâhi bi azîz(azîzin).

1. ve mâ : ve değil
2. zâlike : işte bu
3. alâllâhi (alâ allâhi) : Allah’a
4. bi azîzin : azîz, güç

 Ve bu, Allah’a (Allah için) azîz (güç) değildir.


FATIR 18:

وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى وَإِن تَدْعُ مُثْقَلَةٌ إِلَى حِمْلِهَا لَا يُحْمَلْ مِنْهُ شَيْءٌ وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَى إِنَّمَا تُنذِرُ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُم بِالغَيْبِ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَمَن تَزَكَّى فَإِنَّمَا يَتَزَكَّى لِنَفْسِهِ وَإِلَى اللَّهِ الْمَصِيرُ

Ve lâ tezirû vâziratun vizra uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salât(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsihî, ve ilâllâhil masîr(masîru).

1. ve lâ tezirû : ve günahını yüklenemez
2. vâziretun : yük taşıyan, günahkâr
3. vizre : ağırlık, yük, günah
4. uhrâ : başka, diğeri
5. ve in ted’u : ve eğer çağırırsa
6. muskaletun : günahları yüklü olan
7. ilâ himli-hâ : onu taşımaya
8. lâ yuhmel : yükletilmez
9. min-hu : ondan
10 şey’un : bir şey
11 ve lev kâne : ve olsa bile
12 zâ kurbâ : onun akrabası, yakını
13 innemâ : ancak, sadece
14 tunziru : sen uyarırsın
15 ellezîne : onlar
16 yahşevne : huşû duyarlar
17 rabbe-hum : onların Rabbi, Rab’leri
18 bi el gaybi : gayba, gaybte
19 ve ekâmû es salâte : ve namazı ikame ettiler
2 ve men : ve kim
21 tezekkâ : tezkiye oldu
22 fe : o taktirde
23 innemâ : ancak, sadece
24 yetezekkâ : tezkiye olur
25 li nefsi-hi : kendi nefsi için
26 ve ilâllâhi (ilâ allâhi) : ve Allah’adır
27 el masîru : dönüş

 Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah’adır ,döner, ulaşır).


 SOHBETİN YAZILI METNİ:

Evet, Fatır suresine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

  1. ayeti işlemiştik. Ama biraz yarım kalmıştı. İşte oradan devam edelim inşallah.

Bir önceki ayet olan 3. Ayetin sonunda diyor ki,

“Onu bırakıp yani Allahu Teâlâ’yı bırakıp taptıklarınız, bir kıtmire -yani hurma çekirdeğinin zarına -bile malik değillerdir.”

14 den devam ediyoruz:

“İn ted’ûhum lâ yesmeû duâekum” “Kendilerine dua etseniz duanızı işitmezler.”

“Ve lev semiû mestecâbû lekum,” “İşitseler bile size icabet edemezler.” Cevap veremezler.

“Ve yevmel gıyâmeti” kıyamet gününde

“yekfurûne bişirkikum,” şirkinizi inkar ederler.

“Ve lâ yunebbiuke mislu habîr.” Habir gibi -haberdar olan gibi -bunu sana haber veren olamaz.

Yani Rabbim, ilahlığını kimse ile paylaşmıyor. En ciddi sonuç buradan bu.

Hatta bırakın onu; buna meyledecek, bu görüşe meyledecek en ufak bir sapmayı bile ciddi hata olarak değerlendiriyor.

Ben değil miyim? Diyor, Yerleri, gökleri, sizleri yaratan. Öyleyse hem ibadet olarak ,hem yöneliş olarak , hem de dua olarak, tamamıyla bana yöneleceksiniz. Sağa sola en ufak meyledilişi, dalalet, sıratı müstakim den sapma olarak değerlendiriyor. Kuran’ın her yerinde -Kuran’la alakalı olanlar çok aşinadırlar- çok ciddi  ikazlar var. Yani yukarıda ‘onu bırakıp dua ettikleriniz’ diyor. Gerçi burada ‘taptıklarınız’ demiş ama dua ettiklerinizi aşağıdaki ifadede “bişirkikum” derken, şirk olarak nitelendiriyor. Şimdi  aleni olarak ‘Allah’ı tamamen bırakıp başka bir takım şeylere putlara /ilahlara dua etmek’  kastediliyor olabilir burada . Ama Kuran’ın muhatabı olan bizlere,  Allah’la beraber “ciddi talebimizin olduğu, onlarda belirli bir izzet addederek  yönlenilen her şeye  yönelinmesi, onları  yardıma çağırılması bile -buradaki ifade ile- ŞİRK olarak değerlendiriliyor.

Bu zaten bildiğimiz bir konu. Burada da çok net bir şekilde ifadesi var.

Yalnız burada ilginç ifadeler var. “Kendilerine dua etseniz duanızı işitmezler. İşitseler de sizlere icabet edemezler. Kıyamet gününü de yok sayarlar, inkâr ederler, üzerlerini örterler”

Tabi Kuran’ın tefsiri Kuran’dır. Bununla ilgili birçok ayet var.

  • Mesela Yunus suresi 28. Ayet var.

“Ve o gün ki hepsini mahşere toplayacağız. Sonra diyeceğiz ki o şirk koşanlara (bakın yine şirk koşmak geçmiş burada) sizinle şeriklerinizde artık aralarınız açılmıştır. Şeriklere şöyle demektedir: aslında siz bize tapmıyordunuz.” Yani bakın ilah olarak bir şeye yöneliyorlar,  fakat kıyamet gününde ‘aslında siz bize tapmıyordunuz’diyorlar.

  • Kasas suresi (28.63)de de bir ifade var.

“Aleyhlerinde söz hak olmuş olanlar şöyle demektedirler: ey bizim yegâne rabbimiz, şunlar, o azdırdığımız kimseler, biz onları kendi azdığımız gibi azdırdık, sana da teberri ettik onları. Onlar aslında bizlere tapmıyorlardı.

  • Birde Furkan suresi (25.43) de var.

“Gördün mü o ilahını? (Yani hevasını ilah edineni) artık onlara sen müvekkil olacaksın.”

 

Şimdi burada ilginç bir ifade var; yani diyor ki ‘onlar aslında bize tapmıyorlardı’ diyor. Daha sonraki bu ayette diyor ki. Gördün mü diyor Allahu Teâlâ  ‘o hevasını ilah edineni gördün mü?’

Hevası, nefislerin arzu ve istekleridir.

Yani aslında onlar bize tapmıyordu derken, neyi kastediyor ilahlar?

Aslında onlar kendi menfaatlerie, kendi nefislerine tapıyorlardı. Ve bize de menfaat duygusuyla yaklaşıyorlardı.

  • Yine Meryem suresi 81 de diyorlar ki

“ Tuttular Allah’tan başka mabutlar edindiler ki kendilerine izzet olsun diye”

Yani belli bir izzet unsuru, şeref unsuru ve kendilerine güç verici bir unsur. Hem kendilerinde izzeti hissetsinler hem de menfaatlensinler manasına geliyor.

Ankebut suresi 25. Ayette de ilginç bir ifade var:

“De ki ; sadece dünya hayatınızda aranızda bir muhabbet, sevgi olsun diye Allah’a bir takım putlar tutmuştunuz ;sonra kıyamet günü bazınız bazınıza küfredecek. (Yani reddecek, inkâr edecek.) Bazınız bazınızı lanetleyecek. Varacağınız yer ateştir. Sizin için yardımcıda yoktur.”

Yani burada da bir sevgi unsuru olsun, bir muhabbet unsuru olsun diye (put güçlü sevgi demektir) put var. Yani yine sebep insanın kendisi. Yani ilah ediniyor bir şeyi fakat bir beklentisi var. Nefsinin heva ve arzuları var. Yani görünüşte Allah’a tapmıyor, yönelmiyor. Allah’la beraber bir şeye yöneliyor ama ona yönelirken bile yine samimi değil.Yanlışın samimisinde bile değil. Yanlışında bile sıddıkiyet yok. Diyor ki ilahlar:onlar bize tapmıyorlardı ki zaten…

Burada ilginç bir şey daha var bakın. Normalde tapılan şeyleri biz cansız, bir varlıklar olarak nitelendiriyoruz değil mi? Mekkelilerin ya da Hz. İbrahim döneminde, peygamber efendimiz SAV döneminde, Hz. Nuh’tan sonraki dönemde de olan şeyleri düşünün cansız varlıklar. Niye onlara tapıyorlar ki yöneliyorlar ki diyoruz. Burada bir ifade var.

“yevmel gıyâmeti yekfurûne” derken,

Burada Arapça bilenler bilir. Genellikle bilinçliler, canlılar, akiller için kullanılan bir kalıp kullanılıyor. Yani biz ona ‘cem-i müzekker salim’ diyoruz. Genellikle insan gibi belirli bir bilinci olan akıllılar için kullanılan bir yapıdır.

Bakın bilinçli olan, akıllı olanlar için kullanılan bir ifadeyi Rabbim ilahlar gibi cansız kabul ettiğimiz nesneler için  Kuran’da kullanmış. Yani bilinçsiz değil.

Bu 1. anlamıyla , insanlara -akil  olan insanlara-tapmak olarak değerlendirilebilir  güç unsuru olarak.

2.si meleklere tapmak olarak değerlendirilebilir, şeytana tapmak olarak değerlendirilebilir. Hatırlıyor musunuz? daha önceki surelerde geçmişti. Meleklere deniyordu ki “siz mi dediniz onlara size tapsınlar” dediklerinde, Rabbim meleklere sorduğunda “aslında onlar bize tapmıyorlardı, onlar cinlere tapıyorlardı” diyorlar.

Şimdi taştan bir şey yonttuğunuzu düşünün ya da Hz Ömer’in ifadesi helva yapardık, sonra tapardık, sonra da yerdik. Helvanın ne akilliği olacak değil mi? Fakat bunun gibi cansız varlıklar ahirette aynen CANLI AKİL bir mahlûkat gibi konuşacaklarmış.

Burada ilginç bir şey var.Hani “Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar …” onu ancak insan yüklendi derken de orada bir konu geçmişti, bir şeyden bahsedilmişti. Zannettiğiniz gibi bilinç sadece insanda ve hayvanda yok. Bakın dağa teklif var, semaya teklif var, arza teklif var. Demek ki bizim bilmediğimiz anlamda mahlûkatta bir bilinç var.

Bunun misali hadislerde ne? Çok mütevatir bir hadis var. Peygamber efendimiz SAV hutbesini bir hurma kütüğüne dayanarak veriyor da sonunda ona bir minber yapıyorlar birkaç basamaklı, onun görevi bitince atmaya çalışıyorlar hurma kütüğünü,

Bu sırada kütükten sahabilerin duyacağı şekilde, aynı deve iniltisi gibi ses çıktı deniyor.

x-Bu bakın az rivayetli bir şey değil. Orada herkesin şahit olduğu, mütevatir hadis deniyor buna yani çok net bir hadistir bu. Peygamber Efendimiz(SAV) onunla konuşuyor. Diyor ki: “Dua edeyim de seni cennet ağaçlarından bir ağaç eyleyeyim mi?”. Ve onu da minberin altına gömdürüyor.

Yani biz buradan neyi çıkartmalıyız? Kütükte bile Resulullah’ın konuşacağı bir bilinç var.

Belki ona atıl diyemeyiz ama en azından bir bilinç var. Geçen derste sormuştunuz ya en büyük nimet nedir diye. Ben “yaratılma nimeti” demiştim, haklı olarak hayat nimeti denmişti. Doğru hayat nimeti ama hayat daha fazla. Bu hayy esmasının tecelli ettiği mahlûkatta var, canlılarda var yani. Bizdeki aklı anlıyoruz, hayvanlardaki aklı anlıyoruz, bitkilerden hadi ağaçları biraz daha anlıyoruz. Ama yaratılan bütün taşta, cisimlerde olan bilinci de yaratılmayla olan bilinci de burada devreye sokmak lazım. İşte buradaki bu ifadeden yani “yekfurune” derken ki aklı olan mahlûkat için ifadenin kullanılmış olmasının da böyle bir sebebi olduğunu düşünüyorum. Tabi ki Allah bilir.

“Ben bilinmek istedim” diyor ya bilinmek ne ile olur? Bilinçle olur. Demek ki yaratılan her şeyin rabbini bilebilirliği var, bu da bilinçle oluyor. Ama bizdeki bilinç gibi değil. Bunların farklı bir bilinci var. Bunu da unutmadan yaşarsak Allah’ın vahdaniyet sırrına yaklaşarak yaşamış oluruz. Yani sadece biz yokuz, bütün kâinat var. Hepsi Allah’ın mahlûkatı ve hepsinin görevi Allah’ı bilmek, rabbini bilmek. O zaman, insanın kâinatla, Allah’ın yarattığı kâinatla ilişkisi çok farklı olur. İşte vahdaniyet budur aslında. Vahdaniyet varlıktaki birliktir. Ehadiyet zatındaki birliktir, tekliktir. Vahdaniyet ise budur. Bu şekilde yaşarsak uygundur. Allahu Teâlâ bilinmeye en layık olan insana bütün mahlûkatı musahhar kılmıştır. İnsan eşrefi mahlûkattır. Ahsen-i takvimdir. Fakat bütün mahlûkat da Allah’ı bilebilecek bir bilinçle donatılmıştır. Bunu da burada özellikle söylemek istedim.

Burası ilginç

“ve lâ yunebbiuke” – Sana haber veremez. Vermez.

“mislu habîr” – Bir habir gibisinden başkası bunu sana veremez. Şimdi burda habir,  Enam Suresinin 1. Ayetinde işlemiştik hatırlarsanız “hakîmul habîr” derken en ince detayına kadar haberdar olan demektir. Yani işlerin derinliklerine vakıf olan demektir. Bunu birleştirdiğimizde ne anlaşılıyor? Yani bu ilah olarak tapılan hem canlı hem cansız şeylerin bir bilinci olduğunu ve bu bilinçle de ahirette de reddedeceklerini,  inkâr edecekleri gerçeğini yani hem bu böyle bir sistemin haber verilmesi. Bir de sizin zannettiğiniz gibi değil onlarında bir bilinci var. Ama sizi işitmiyorlar, cevap vermiyorlar ama bilinçleri var. Gerçeğini Resulullah’a ke diyor orda çünkü kef en Resulullah’a Allahu Teâlâ bir sırrani olarak haber veriyor. Yani bir görünüşteki ayetin böyle olduğunu, ama niye habir diyor özellikle en ince detayına kadar işte mahlukatta da böyle bir varoluşla da bilinç sisteminin olduğunu da Rabbim haber veriyor. Ve bunu da ancak habir gibi olan ya da bunun misli gibi olan sana haber verebilir. Başka bir şeyde haber veremez burada kasıt Allahu Teâlâ’dır.

Bu dua etmekle ilgili bir ayet var. Onu söylemek istiyorum. Rad suresi 14. Ayet:

“Hak dua ancak O’na yapılır. O’ndan başka yalvarıp durdukları ise onlara hiçbir şey ile icabet etmezler. Onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açana benzer ki su ona gelmez. Kâfirlerin duası hep bir dalalet içindedir”.

Burada da Allah dışında başkalarına dua etmenin ne kadar saçma bir şey olduğunun da rabbim değişik bir örnekle söylüyor. Allah’ı bırakıp da ona dua edenler diyor bakın şöyle: Ellerini açıp ta su kaynağına yönelen kimse gibidir diyor. Fakat o su onların ağzına nasıl gelecek?

Burada da rabbim nasıl dua edileceğinin de tekniğini gösteriyor. Bakın suyun ağza gelebilmesi için ne olması lazım? Ya ona elinizi uzatıp geri ağzınıza götürmeniz lazım. Ya da ağzınızı avucunuza yaklaştırıp çeşmeden su içer gibi içmek lazım. Ya da direk ağzını dayaman lazım.

Burada da teferrruatına girmeyecek olursam rabbim nasıl dua edilmesi gerektiğini yani yanlışı gösteriyor. “Bana yönelin” diyor. Bana da yönlenirken neler yapmanız gerektiğini açıklıyor. Bazı şeyler de sizin tefekkürünüze kalmış, boş zamanınızda düşünmekte fayda var.

  1. ayete geçelim inşallah

“Yâ eyyuhen nâsu” – Ey insanlar.

“Entumul fugarâu ilallâh,” -Sizler Allah’a muhtaç olan kimselersiniz.

“Vallâhu huvel ğaniyyul hamîd.” – Allah ise ganiyydir, hamittir.
“Yâ eyyuhen nâsu” Burada hitap kime? İnsanlara, müminun değil, iman edenler değil, bütün insanlığa hitap.

Bu neden olduğunu güzel bir ifadesi vardı ruhul beyanda oraya göre açıklamaya çalışacağım. Ey insanlar dedikten sonra “entüm” sizler demek.

“Elfugarau” fakir kelimesinin çoğulu fakirlersiniz.

İllallah Allah’a. Burada fakir ne demek? İhtiyaç sahibi yokluk manasında ama günümüzdeki yanlış ifadesi ne parası olmaması durumu. Diyoruz ya benim fakirim var yardım ediyoruz falan ne kastediyoruz ihtiyaç sahibi parası yok. Ama aslında Allahu Teâlâ diyor ki insanlığa, sizler fakirsiniz diyor. Siz sadece fakirliği para eksikliğinde biliyorsunuz başkalarının da fakirliğini öyle görüyorsunuz. Zenginsiniz ya. Aslında fakirlik o demek değil diyor. “Fakara” kelimesi fe kaf ve ra kökleri bunların ne demektir aslında. Bir şeyin omurgasının kırık olma durumudur. Şimdi omurgası kırık olan birisi nasıldır? Sürünür yerde her şeye muhtaçtır. Yani parası olsa ne olacak? Parası olsa ne olur? Yani ne ihtiyacını karşılar, ne başka bir şey. Omurganın kırıklığı ne demektir ya?

Yani sizler öylesiniz diyor. Burada ilginç bir ifade daha var. Bütün genel insanlığı kastetmesi ile ilgili şunu söylüyor. Bakın burada el fukara diyor. Bir şeyin başına “-el” takısı gelirse marifi olur. Yani bilinen. Yani herhangi bir fukara değil, el fukara yani asıl fukara, asıl ihtiyaç sahibi. Ne demek bu? Allah’a birde illallah demesiyle beraber daha iyi anlam veriyor. Yani siz fakirlersiniz ama illallah demesiyle beraber Allah’a muhtaç, asıl muhtaç olanlar sizlersiniz. Yani bütün mahlûkat var. Onların her birinin bir ihtiyacı var. Ama sizin insanlığın yani Allah katında durumu farklı özelsiniz yani hani dedik ya Ahsen’i takvim diye dedik ya eşrefi mahlûkat diye. Siz direk Allah’ın zatına muhtaçsınız. Onun o yakınlığına muhtaçsınız. Noksan olduğunuz yitik olduğunuz taraf o. Diyerek de burada o sıcak ilişkiyi Allah ile insan arasında olan o sıcak ilişkiyi burada söylüyor. Bu yorum çok güzel mesela.

Vallahu Allah ise, sizler Allah’a muhtaçsınız ama Allah ise;

Hüvel ganiyyü Allah ganiyydir ve hamittir.

Ganiy ne demek? Zengin demek. İşte fakir her ne kadar parası olmama durumu değilse. Ganiy de zengin olma durumu değil. Ganiy o fakir kelimesinin asıl anlamının zıttı. Yani ihtiyaçla alakası olmayan demek. Bu Türkçeye bir şekilde geçmiş müstağni olma durumu. Yani Allah müstağni dediğinizde ne oluyor? Allah varlıkla ilgili hiçbir şeye ihtiyacı yok. Bu müstağni demek.

Samet’le çok yakın manası var. Bazı yerlerde samet kullanılıyor bazı yerlerde ganiy kullanılıyor. Farkı ne? Net değil ama birisi varlıkla beraber bir şeye ihtiyacı olmama durumu çünkü insanda da var ganiylik durumu. Ama sametlik insanda yok görüyor musunuz? Yani olsun olmasın varlıkla alakalı olmadan samet durumu.

Nasıl ki fakirliği paraya endekslediğimizde yanlış oluyorsa, tamamen muhtaçlık durumuysa. Zenginlik mesela rahmetlik sabancı’nın bir oğlu vardı. Sakattı. Ne diyordu bütün açıklamalarında? Bütün malımı mülkümü vermeye razıyım yeter ki şifa bulsun. Şimdi o zengin mi? Zengin.

Ama o konuda fakir. İhtiyaç sahibi. Yani bu anlamda düşünmek lazım ihtiyaçlığı.

Allah’ın ganiyliği işte bu ganiyliği, bir varlığın kendisine yönelmesine ihtiyacı bile yok.

Birisi şöyle diyordu çok hoşuma gitmişti:

-İnsanlar namaz kılıyorlar ama (yanlış olarak) sanki şöyle kılıyorlar. Rabbim bak bu iyiliğimi de unutma bak sana ibadet ediyorum.

Tövbe estağfirullah ama yani gerçekten insan ihlaslı olmadığında altında, niyetlerde yanlışlıklar olabiliyor. Biz bilmiyoruz ama Allah biliyor. Ona göre değerlendiriyor.

İşte bu anlamda müstağni. Yani senin ibadet etme kulluğuna bir ihtiyacı yok. Ganiyy, müstağni ama siz fakirsiniz. Siz Allah’ın zatına muhtaçsınız. Bırakın nimetlerle, her şeye muhtaçsınız.

Kaç saniye havasız kalabilirsiniz?

Susuzluğa kaç gün dayanabilirsiniz?

Şu an hava ısınıyor da of öldüm, bittim, yandım nasıl dayanacağız? Diyoruz.

Ya da birkaç derece düşüyor. Bu seferde çok soğuk.

Kâinatın o sıcaklığını düşünsenize eksi bilmem kaç derece. Çok az bir aralıkta yaşıyoruz.

Ufak bir basınç değişse mahvoluyoruz. Nem oranı değişse bunalıyoruz.

Kan testleri yapıyoruz mesela miligramlarla ölçülen değerlerle sen hastasın, değilsin diyoruz. kadar çok maddi şeye muhtacız ki. Birde bilemediğimiz manevi şeylere muhtaçlığı var. Birde rabbimize olan o kulluk durumuna muhtacız.

İşte bunu diyor. Ama Allahu Teâlâ ben zenginim diyor. Yani ganiyyim diyor. Mal mülk zenginliği değil yani.

Elbette malikül mülk her şey onun. Allahu Teâlâ’nın bizim değerlerimizle ne kadar zengin olduğunu düşünsenize. Apartmanı olana ağa gözüyle bakıyorlar. Şu mahallede kaç tane apartman var. Bakırköy’ün tamamı onun olsa Türkiye’nin en zengin kişisi olur bakışımız değişir. Şu kâinattaki toplam zenginliği bir düşünsenize. Maddi değerlerle.

Bu anlamda ganiyy. Ama aslında şu manada hiçbir varlığa bağlı değil hatta onların yönelmesine bile ihtiyaç sahibi değil. Gelen kelime çok ilginç, el-hamit bu bağlamda da övgüye layık. Her hangi bir şeyi övebilirsiniz. Ama övdükleriniz mahlûkat bile bu konumda mı? Diyor Allahu Teâlâ. Bak ben yönelinmeye, ibadete bile ihtiyaç sahibi değilim diyor. Ama her mahlûk fakir. Sen onu övüyorsun ama birde bu yönüyle düşünüp de beni bir övsene. İşten ben bu yönüyle övünmeye en layığım diyor.

El-hamit bu. El-hamit le ilgili bir şey söyleyeceğim. Ben şeyi çok seviyorum kuranda bir kelime nerelerde geçiyor diye. Hamd kelimesi bayağı yerde geçiyor. Ama hamit toplam 16 yerde geçiyor. Bazısı el takısı ile bazısı normal. Bir şey dikkatimi çekti. Arapça’da kullanım şekillerine bir bakmak lazım. Mesela çoğu yerde el-hamit hep ayetin sonunda gelmiş. İkili ayet sıralamaları bile olsa aynen buradaki gibi. El-ganiy, el hamit hep en sonda. Fakat bir ayet var sadece orada Hud suresi 73. Ayette bir tek “hamîdum mecîd.” olarak geçmiş. Sıralama ters olmuş. İşte dedim bunda bir şey var.

Zaten geçen derslerde söyledik. Aslında hamit’ in anlamı hamd eden demek. Arapça karşılığı budur. Hamd işini sürekli yapan demektir. Hamd ediyor yani övmek dersek hamd’a. Öven demek. Ama bu ikili sıralamalarda “ğaniyyul hamîd” gibi olduğunda buna bu anlamı çok fazla yükleyemiyorsunuz. Anlamın içerisinde hamd edilmeye en layık oluyor. Ama kelime kökeninde de öyle ya hani bir yerde tecelli edecek ya bu ayette tecelli etmiş.

“Allah’ın emrinden taacüp mü ediyorsun? Allah’ın rahmeti ve bereketi var üzerinizde Ey ehlibeyt!(bir şey çağrışmış olabilir) şüphe yok ki  o hamidün mecit tir.” Hud(11.73)

“Gâlû etağcebîne min emrillâhi rahmetullâhi ve berakâtuhû aleykum ehlel beyt, innehû hamîdum mecîd.”

Namazlarda ettehiyyatüden sonra okumuyor muyuz? Salli-barik dualarının sonunda

“Allâhumme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte alâ ibrâhîme ve alâ âli ibrâhîme inneke hamîdun mecîd”

Burayla alakalı ve burada bakın ehlibeyt diyor.

Ne yapıyoruz? İbrahim ve ailesine yani ehlibeytine bir yerde salat, bir yerde bereket eylediğin gibi. Hz. Muhammed (SAV)  ve ehlibeytine salat ve bereket eyle derken.

Aslında bu ayetin tecellisidir bu ifade.

Orada bir şey vardı,” inneke hamîdun mecîd” hamidun’ a eğer öven dersek, Allah övüyor bakın burada.

Kimi övüyor. İbrahim ve ailesini, peygamber efendimiz (SAV) ve ailesini övüyor.

Ama sonunda birde ne var?

Mecid te ediyor. Mecid soylu demek, asillik demek. Hani aileden gelen bir asillik denir ya. O şekilde. Bize şerif ve seyyitler var ya. Bunun eğer bir esmasal bir ifadesi olacaksa el-mecid esmasıdır.

Burası anlaşıldı mı? Allah onları mecidlikleri ile övüyor. Mecidliği veren ki? Kendisi.

O mecidlikleri övüyor. Bunu neden anlatıyorum. İşte her yerde hamid sonda gelmiş. Buradaki manası ile övülmeye layık. Ama bir yerde değişik orada da Allahu Teâlâ’nın da bu övme fiilini yaptığını ama bunu mecidlere yaptığının da, numune olarak da insanlık boyutundan İbrahim ve ailesi, peygamber efendimiz(SAV) ve ailesi olduğunun da ifadesi. Hani biz onu Mübin bir Arapça olarak indirdik diyor Allahu Teâlâ. Mübin kelimesi hem açık demek hem de açıklayıcı demek. İsmi fail. Açıklayıcı neyi açıklıyor. Arapça kurallarına, kaidelerine dikkat ettiğinde ayeti açıklıyor. Ya da bir kavramı açıklıyor. İşte bu hamid kavramını Arapça bilmek, anlamak için çok büyük bir enstrüman. O yüzden büyük bir nimet olduğunu düşünüyorum. Bir anlamda da teşvik ediyorum sizi.

Devam edelim.

  1. ayet.

(اِنْ يَشَاْ يُذْهِبْكُمْ وَيَاْتِ بِخَلْقٍ جَدٖيدٍ )

“İy yeşeé’ yuzhibkum ve yeé’ti bihalgın cedîd.”

“İy yeşeé’”  dilerse.

“Yuzhibkum” sizi giderir.

“Ve yeé’ti” getirir.

“Bihalgın cedîd.”  Cedid, yeni bir halg getirir.

Yani Türkçedeki halk getirir.

Diğer 17 ayet ise;

(وَمَا ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ بِعَزٖيزٍ )

“Ve mâ zâlike alallâhi biazîz.”

“ Bu var ya bu durum Allah’a göre zor bir şey değildir.”

Burada çok ciddi bir tehdit var. Ben bunları okuyunca bayağı bir ürktüm.

En hafifiyle bile Allahu Teâlâ alemi yani bayrak anlamında İslam alemini birine, bir topluluğa veriyor. Ama takipte ediyor. Hani sancaktarlığını, Kâbe’nin anahtarı gibi düşünün, belirli bir sorumluluğu yüklüyor. Eğer diyor. Siz diyor. Yukardaki gibi Allah’a doğru yönelmezseniz, duayı başka bir şekilde ederseniz.( Bu el-hamra’nın duvarında bir şey yazıyor “ La galibe İllallah”, Allah’tan başka galibe şekli yoktur. Yani Allah yardım etmezse galip olamazsın manasında bir yazı vardı.)  buna inanıp yaşarsan sadece Allah’tan korkarsan ve gereken şeyleri yaparsan Allah seni destekliyor. Sen başka şeylere yönelim yaparsan olmuyor. Eğer böyle yapmazsanız sizi gideririm.  Bu sorumluluğu yerine getirecek başka kavim getiririm. Burada halg dediği o. Burada şart edatı var. Şart edatı burda “İy yeşeé’”  şae ederse, dilerse, bir şeyleri şey etme yaratmayla da ilgilidir. Şey etme durumunda olursa o zaman siz yandınız, bittiniz. Başka bir şey geldi durumunda.

Diyor ki: “Ve mâ zâlike alallâhi biazîz.”

Bu Allah’a aziz olacak, ağır gelecek bir şeyde değildir. Sen öyle olduğunu zannetme.

Diyerek burada çok ciddi bir ikaz var.

  1. ayete geçelim.

(وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى وَاِنْ تَدْعُ مُثْقَلَةٌ اِلٰى حِمْلِهَا لَا يُحْمَلْ مِنْهُ شَیْءٌ وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰى اِنَّمَا تُنْذِرُ الَّذٖينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَمَنْ تَزَكّٰى فَاِنَّمَا يَتَزَكّٰى لِنَفْسِهٖ وَاِلَى اللّٰهِ الْمَصٖيرُ )

“Ve lâ teziru vâziratuv vizra uhrâ, ve in ted’u musgaletun ilâ hımlihâ lâ yuhmel minhu şey’uv ve lev kâne zâ gurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil ğaybi ve egâmus salâh, ve men tezekkâ feinnemâ yetezekkâ linefsih, ve ilallâhil masîr. “

 

“Ve lâ teziru vâziratuv vizra uhrâ”. Günahkâr( bir nefis) başkasının günahını yüklenemez.

“Ve in ted’u musgaletun ilâ hımlihâ”. Yükü ağır basan kimse onun bir kısmının alınması için çağırırsa

“Lâ yuhmel minhu şey’uv”. Kendisinden o yük alınmaz.

“Ve lev kâne zâ gurbâ”. O kişi yakınlık sahibi olsun.

“İnnemâ”. Ancak.

“Tunzirullezîne”. O kimseleri uyarırsın ki.

“Yahşevne rabbehum bil ğaybi”. Gaybta ya da gayb hakkında, rablerinden korkarlar.

 

“Ve egâmus salâh”. Namazı ikame ederler.

“Ve men tezekkâ feinnemâ yetezekkâ linefsih”. Kim temizlenirse ancak kendiiçin yada kendi nefsi için temizlenir.

“Ve ilallâhil masîr.”. dönüş sonunda Allah’a dır.

Şimdi burası genellikle ahiret için ifade veriyor. Günah “Ve lâ teziru vâziratuv vizra” kelimesi bu yük ya da günAh olarak söyleniyor.

Yük ve günah yüklenmez. Burada gizli bir nefis ifadesi var, Arapça kaale ye göre.

“Ve lâ teziru” , nefsun olması lazım,

“Vâziratuv” yüklenmiş,

“Vizra uhrâ” yani şunu demek istiyor. Vizra ne ise birazdan açıklayacağız, o vizr denilen şeyi bir başkası yüklenemiyor. Yani eğer suçun varsa senin onu bir başkasına yükleyemiyorsun. Bu ne hatırlar mısınız?

Ya sen şunları yap. Suçu günahı benim üzerime olsun. Mesela gel iç diyorlar: Suçu günahı bana. Benim boynuma değil mi?

Ama Allahu Teâlâ diyor ki: senin yükün senin üzerine gelir sen merak etme, başkası onu alamaz. Başkasına o yükü yüklemez. Yani ben şöyleydim, böyleydim beni başkaları kandırdı, ya suçu vebali onun olsun.

Yok!

Sen aklını kullanmadın o suç senin artık. Ha diğerinin de var. Sebep olduğundan.

Başka ayetler de var.

Ankebut 12 ayet.

“ Kâfirler der ki: siz bizim dinimize uyun günahlarını biz yüklenelim. Hâlbuki o kâfirler onların günahlarından hiç bir şey yüklenemezler. Onlar gerçekten yalan söylüyorlar” diyor.

Bir başka ayet de Nahl(16.25)

“Onlar kendi günahlarını yüklenirler. Hem de saptırdıklarının yüklerini yüklenirler.”

Hatta diyor ki: “ Ey rabbim, onlara iki kat azap ver” Ahzab(33.68)

Şimdi bunda çelişki gibi gözüküyor ama değil. Yani onun günahını da yükleniyor ne oluyor?

Bir kendi günahı var, birde başkasına saptırdığı için, vesile olduğu için birde onun kini alıyor. Günaha teşvik ettiği için. Hatta şöyle deniyor.

Bir adam birisini öldürüyor ya. Mahvoluyor. Neden mahvoluyor biliyor musunuz?

O öldürdüğü kimsenin yapabilirliği pozitif olarak yapabilirliği var ya. Hani yaşasaydı şu kadar namaz kılacaktı, şu kadar oruç tutacaktı, şunları, şunları yapacaktı.

Yani ahiret için bak dünya için bile değil. Birde onların vebali var. Artı onun ölmesiyle beraber hanımı dul kalmıyor mu? Çocukları yetim kalıyor. Onun bir iç acısını düşünsenize. Onlarda oluyor. Küçük bir tetik çekme gibi değil mi? Fakat arkasında neleri, neleri alıyor. Bunlarda var. Birde, Allah korusun arkadaşlar, bir felsefe veriyor.

Benim düşüncem bu diyor. Felsefe veriyor. Fakat Allah’ın doğrusuyla örtüşmeyen, tam tersine yanlış. Onunla beraber saptırdıklarını bir düşünsenize.

Mesela bugünlerde hadisleri reddeden bir grup var. İşte şöyledir, böyledir hadisler değil diyen bir grup çıktı. Kuran’a meyilliler güzel ama bununla birlikte ne hikmetse hadisi reddediyorlar. Şimdide bununla beraber ne yapıyorlar aslında biliyor musunuz?

LA İLAHE İLLALLAH kısmını yücelttiklerini düşünüyorlar. Ama Allahu Teâlâ’nın emri olan ve cennet kapısında yatan MUHAMMEDÜN RESULULLAH kısmının yüzde ellisini nerdeyse noksanlaştırıyorlar kişilerden. Şimdi bu âlimdir, bilgindir deyip ona uyanlarında yükleri onların üzerine gelmiyor mu? Gözün kör mü doğru anla, düzgün anla. Tabi olma, o kadarda cesaretli olma insanları saptırma. O anlamda çok tehlikeli.

Bu ayetle ilgili konuşulacak çok şey var. Özellikle “vizre” kelimesi bu inşirah suresinde geçiyor. Onunla beraber açıklaması var ama haftaya inşallah.

Allahu Teâlâ bize Allahu Teâlâ’ya dosdoğru kul olanlardan eylesin.

Doğru şekilde yönelenlerden eylesin.

Allah’la beraber başka ilahlara yönelmememize, gizlide olsa yönelmememizi nasip etsin.

Bununla ilgili iman versin. Çünkü bizler fakiriz. Allah ise ganiyy. Biz bırakın mal, mülk ve ihtiyaçlarla Allah’a muhtaçlığımızı, onun zatına, sevgisine, muhabbetine muhtacız. O anlamda fakiriz. Allah ise bizlerin ibadetlerimize bile muhtaç değil.

Allahu Teâlâ ganiyydir. Ve bu anlamıyla da övgüyü hak ediyor.

“El hamdü lillahi rabbil alemin”i doğru anlayarak, ona yönelen kullarından olmayı nasip etsin.

İnşallah

“ve âhıru dağvâhum enil hamdu lillâhi rabbil âlemîn. “ (Yunus 10.10) el- Fatiha.

Dualarının sonu da: “Gerçekten, hamd alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.”

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.