SOHBETİ DİNLE:
SOHBETİ DİNLEMEK VEYA İNDİRMEK İÇİN ALTERNATİF LİNK:
https://yadi.sk/d/FN8zKzWnrZwst
FATIR 44:
أَوَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَكَانُوا أَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيُعْجِزَهُ مِن شَيْءٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَلَا فِي الْأَرْضِ إِنَّهُ كَانَ عَلِيمًا قَدِيرًا
E ve lem yesîrû fîl ardı fe yanzurû keyfe kâne âkıbetullezîne min kablihim ve kânû eşedde minhum kuvveten, ve mâ kânallâhu lî yu’cizehu min şey’in fîs semâvâti ve lâ fîl ardı, innehu kâne alîmen kadîrâ( kadîran).
1. | e | : mı |
2 | (e lem yenzurû) | : ve gezmediler (bakmadılar mı) |
3. | fî el ardı | : yeryüzünde |
4. | fe | : artık, böylece |
5. | yenzurû | : bakarlar |
6. | keyfe | : nasıl |
7. | kâne | : oldu |
8. | âkıbetu | : akıbet, son, sonuç |
9. | ellezîne | : onlar |
10 | min kabli-him | : onlardan önce |
11 | ve kânû | : ve oldular, idiler |
12 | eşedde | : daha çok, şiddetli |
13 | min-hum | : onlardan |
14 | kuvveten | : kuvvet, güç |
15 | ve mâ kâne | : ve olmadı |
16 | allâhu | : Allah |
17 | lî yu’cize-hu | : onu aciz bırakacak |
18 | min şey’in | : bir şey(den) |
19 | fî es semâvâti | : semalarda, göklerde |
2 | ve lâ fî el ardı | : ve arzda, yeryüzünde yoktur |
21 | inne-hu | : muhakkak o |
22 | kâne | : oldu |
23 | alîmen | : en iyi bilen |
24 | kadîren | : kaadir olan, gücü yeten |
“Yeryüzünde dolaşıp, onlardan öncekilerin akıbeti (sonu) nasıl oldu bakmadılar mı? Ve onlardan daha çok kuvvetliydiler. Göklerde ve yerde Allah’ı aciz bırakacak (hiç)bir şey yoktur. Muhakkak ki O, en iyi bilendir, (herşeye) kaadirdir.”
FATIR 45:
وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللَّهُ النَّاسَ بِمَا كَسَبُوا مَا تَرَكَ عَلَى ظَهْرِهَا مِن دَابَّةٍ وَلَكِن يُؤَخِّرُهُمْ إِلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى فَإِذَا جَاء أَجَلُهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ بِعِبَادِهِ بَصِيرًا
Ve lev yuâhızullâhun nâse bimâ kesebû mâ terake alâ zahrihâ min dâbbetin, ve lâkin yuahhıruhum ilâ ecelin musemmâ(musemmen), fe izâ câe eceluhum fe innallâhe kâne bi ibâdihî basîrâ(basîran).
1. | ve lev | : ve eğer, şâyet |
2. | yûâhızu | : muaheze eder, sorgular |
3. | allâhu | : Allah |
4. | en nâse | : insanlar |
5. | bi-mâ | : sebebiyle |
6. | kesebû | : kazandılar |
7. | mâ tereke | : terketmedi, bırakmadı |
8. | alâ zahri-hâ | : onun sırtında, onun üstünde |
9. | min dâbbetin | : bir dabbe, yürüyen bir canlı |
10 | ve lâkin | : ve lâkin |
11 | yûahhıru-hum | : onları tehir eder, erteler |
12 | ilâ ecelin | : bir zamana kadar |
13 | musemmen | : isimlendirilmiş, belirlenmiş |
14 | fe | : artık, fakat |
15 | izâ | : o zaman |
16 | câe | : geldi |
17 | ecelu-hum | : onların eceli, onların zamanının sonu |
18 | fe | : o zaman |
19 | innallâhe (inne allâhe) | : muhakkak ki Allah |
2 | kâne | : odu, idi |
21 | bi ibâdi-hi | : onun kullarını, kullarını |
22 | basîren | : gören |
” Ve eğer Allah insanları, kazandıkları şeyler sebebiyle muaheze etseydi (sorgulasaydı), onun üstünde (yeryüzünde) dabbe (yürüyen bir canlı) bırakmazdı. Ve lâkin belirlenmiş bir zamana kadar onları tehir eder (erteler). Fakat onların ecelleri geldiği zaman (hesaba çeker). Muhakkak ki Allah, kullarını görendir.”