SOHBETİ DİNLE :
SOHBETİ MP3 OLARAK DİNLEMEK VEYA İNDİRMEK İÇİN ALTERNATİF LİNK:
https://yadi.sk/d/5ardXxnLoqS9J
مَن كَانَ يُرِيدُ الْعِزَّةَ فَلِلَّهِ الْعِزَّةُ جَمِيعًا إِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُ وَالَّذِينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّئَاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَكْرُ أُوْلَئِكَ هُوَ يَبُورُ
Men kâne yurîdul izzete fe lillâhil izzetu cemîâ(cemîan), ileyhi yes’adul kelimut tayyibu vel amelus sâlihu yerfeuhu, vellezîne yemkurûnes seyyiâti lehum azâbun şedîdun, ve mekru ulâike huve yebûr(yebûru).
1. | men | : kim, kimse |
2. | kâne | : oldu |
3. | yurîdu | : istiyor |
4. | el izzete | : izzet |
5. | fe | : artık |
6. | li allâhi | : Allah’a ait |
7. | el izzetu | : izzet |
8. | cemîan | : hepsi, bütün, tamamen |
9. | ileyhi | : sizi |
10 | yes’adu | : yükselir, erişir |
11 | el kelimu | : söz, kelime |
12 | et tayyibu | : temiz, güzel |
13 | ve el amelu es sâlihu | : ve salih amel yaptı |
14 | yerfeu-hu | : onu yükseltir |
15 | ve ellezîne | : ve onlar |
16 | yemkurûne | : hile yaparlar, tuzak kurarlar |
17 | es seyyiâti | : kötülükler, günahlar |
18 | lehum | : onlara, onlar için vardır |
19 | azâbun | : azap |
21 | şedîdun | : şiddetli |
21 | ve mekru | : ve hile, düzen |
22 | ulâike | : işte onlar |
23 | huve | : o |
yebûru | : helâk olur, boşa gider |
Kim izzet istediyse, işte izzet tamamen Allah’a aittir. Güzel kelimeler (sözler), O’na erişir. Onu da, salih amel yükseltir. Kötülüklerle tuzak kuranlar; onlar için şiddetli azap vardır. Ve onların tuzakları boşa gider.
FATIR 11:
وَاللَّهُ خَلَقَكُم مِّن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ جَعَلَكُمْ أَزْوَاجًا وَمَا تَحْمِلُ مِنْ أُنثَى وَلَا تَضَعُ إِلَّا بِعِلْمِهِ وَمَا يُعَمَّرُ مِن مُّعَمَّرٍ وَلَا يُنقَصُ مِنْ عُمُرِهِ إِلَّا فِي كِتَابٍ إِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ
Vallâhu halakakum min turâbin summe min nutfetin summe cealekum ezvâcâ(ezvâcen), ve mâ tahmilu min unsâ ve lâ tedau illâ bi ilmihî, ve mâ yuammeru min muammerin ve lâ yunkasu min umurihî illâ fî kitâbin, inne zâlike alâllâhi yesîr(yesîrun).
vallâhu (ve allâhu) | : ve Allah | |
halaka-kum | : sizi yarattı | |
min turâbin | : topraktan | |
summe | : sonra | |
min nutfetin | : bir nutfeden | |
summe | : sonra | |
ceale-kum | : sizi kıldı | |
ezvâcen | : eşler, zevceler | |
ve mâ tahmilu | : ve yüklenmez, gebe kalmaz | |
min unsâ | : kadın(dan) | |
ve lâ tedau | : ve doğum yapmaz | |
illâ | : ancak, den başka, olmaksızın | |
bi | : ile | |
ilmi-hi | : onun ilmi | |
ve mâ yuammeru | : ve ömür verilmez, ömrü uzatılmaz | |
min muammerin | : ömür verilen bir kimseden | |
ve lâ yunkasu | : ve eksiltilmez, kısaltılmaz | |
min umuri-hi | : onun ömründen | |
illâ | : ancak, den başka, dışında | |
fî | : içinde, de | |
kitâbin | : kitap | |
inne | : muhakkak | |
zâlike | : işte bu | |
alâllâhi (alâ allâhi) | : Allah’a, Allah için | |
yesîrun | : kolay |
Ve Allah sizi topraktan yarattı. Sonra bir nutfeden. Sonra (da) sizi çiftler kıldı. O’nun ilmi olmaksızın bir kadın yüklenemez (hamile kalamaz) ve doğum yapamaz. Ömür verilen bir kimsenin ömrü kitapta olanın dışında uzatılmaz veya onun ömründen eksiltilmez. Muhakkak ki bu, Allah için çok kolaydır.
FATIR 12:
وَمَا يَسْتَوِي الْبَحْرَانِ هَذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ سَائِغٌ شَرَابُهُ وَهَذَا مِلْحٌ أُجَاجٌ وَمِن كُلٍّ تَأْكُلُونَ لَحْمًا طَرِيًّا وَتَسْتَخْرِجُونَ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَا وَتَرَى الْفُلْكَ فِيهِ مَوَاخِرَ لِتَبْتَغُوا مِن فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Ve mâ yestevîl bahrâni hâzâ azbun furâtun sâigun şerâbuhu ve hâzâ milhun ucâcun, ve min kullin te’kulûne lahmen tariyyen ve testahricûne hilyeten telbesûnehâ, ve terâl fulke fîhi mevâhira li tebtegû min fadlihî ve leallekum teşkurûn(teşkurûne).
ve mâ yestevî | : ve musavi olmaz, eşit olmaz | |
el bahrâni | : iki deniz | |
hâzâ | : bu | |
azbun | : lezzetli, tatlı | |
furâtun | : tatlı, susuzluğu gideren | |
sâigun | : boğazdan kolay geçen, içimi kolay | |
şerâbu-hu | : onun içimi | |
ve hâzâ | : ve bu | |
milhun | : tuzlu | |
ucâcun | : acı | |
ve min kullin | : ve hepsinden | |
te’kulûne | : yersiniz | |
lahmen | : et | |
tariyyen | : taze | |
ve testahricûne | : ve çıkarırsınız | |
hilyeten | : süs eşyaları | |
telbesûne-hâ | : onu takarsınız | |
ve terâ | : ve görürsün | |
el fulke | : gemi(ler) | |
fihi | : onun içinde, orada | |
mevâhire | : yarıp giden | |
li tebtegû | : aramanız, talep etmeniz için | |
min fadli-hi | : onun fazlından | |
ve lealle-kum | : ve umulur ki siz | |
teşkurûne | : şükredersiniz |
Ve iki deniz müsavi (eşit) olamaz. Bu lezzetli, tatlıdır. Susuzluğu gideren, içimi kolay olandır. Ve bu (diğeri) tuzludur, acıdır. Hepsinden taze et yersiniz. Ve giyeceğiniz (takacağınız) süs eşyası (inci, mercan) çıkarırsınız. Ve onun fazlından istemeniz için onda (suyu) yarıp giden gemiler görürsünüz. Umulur ki böylece şükredersiniz.
SOHBETİN YAZILI METNİ
Fatır Suresi (8. Sohbet) 10-12. Ayetler
Evet arkadaşlar
Fatır suresinin 10. Ayetinden itibaren devam ediyoruz.
Geçen hafta yarım kalmıştı devam edeceğiz inşallah.
Ne diyordu? Kim izzet isterse, izzetin tamamı Allah’ındır. Hoş sözler ona ulaşır onu da salih ameller yükseltir. Kötü mekirler (mekr, hile, tuzak) kuranlar için onlara çok şiddetli azaplar vardır. Onların kurdukları tuzaklar kendilerini mahveder. Burada hatta başından alalım, yarısına kadar geldik ama konu bütünlüğü için baştan alalım.
Men kâne, men orda şarttı.
Men kâne yurîdul bakın burada men yuridu demiyor. Yani kim isterse, talep ederse değil. Kim izzet istiyor idi ise ya da kim izzet isteme durumunda olursa yani geçmişi ve anı kapsayan bir ifade.
Ne isterse?
İzzet isterse. şimdi izzeti kendi aramızda konuştuk. Bazı kitaplarda güç kuvvet gibi ifadeler olmuştu ama izzet Allahu Teâlâ’nın el-aziz esması vardı. Geçen hafta söylediğimiz gibi bu aziz esması, kullarından istediğine veriyor. Onları izzet sahibi kılıyor. Hani “ey aziz İstanbul” deniyor ya, ya da “su gibi aziz ol” deniyor. Ya da Hristiyanlarda sent Saint yazılıyor, Saint Joseph gibi ifadeler var. Aziz manasına geliyor çevriminde, yani ona yakın bir ifade. İzzet sahibi manasına geliyor. Mesela bir evliyaullah tada en fazla tecelli eden Esmalardan biriside el-aziz esması. Bir manası da mağlup edilemeyen yani izzeti öyle yüksek ki, mağlup edilemeyen galebe çalınamayan manalarına da geliyor. Aynı zamanda da dünya kullanımıyla şerefli, seçkin, elit manalarına gelebiliyor. Yanlış kullanım olarak söylüyorum. İnsanların talepleri doğrultusunda.
Yani diyor ki sen izzet mi istiyorsun?
Yani öyle misin? Öyle miydin?
Hali hazırda onumu istiyorsun kendinde?
Bu kimse kendinde izzet görmesin. o öyle bütünüyle bir kere Allah’a aittir. Okumaya devam et