SES KAYDINI DİNLE:
SOHBETİ İNDİRMEK VEYA MP3 OLARAK DİNLEMEK İÇİN ALTERNATİF LİNK:
https://yadi.sk/d/2J2mYyrppxBYp
FATIR 18:
وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى وَإِن تَدْعُ مُثْقَلَةٌ إِلَى حِمْلِهَا لَا يُحْمَلْ مِنْهُ شَيْءٌ وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَى إِنَّمَا تُنذِرُ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُم بِالغَيْبِ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَمَن تَزَكَّى فَإِنَّمَا يَتَزَكَّى لِنَفْسِهِ وَإِلَى اللَّهِ الْمَصِيرُ
Ve lâ tezirû vâziratun vizra uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salât(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsihî, ve ilâllâhil masîr(masîru).
1. | ve lâ tezirû | : ve günahını yüklenemez |
2. | vâziretun | : yük taşıyan, günahkâr |
3. | vizre | : ağırlık, yük, günah |
4. | uhrâ | : başka, diğeri |
5. | ve in ted’u | : ve eğer çağırırsa |
6. | muskaletun | : günahları yüklü olan |
7. | ilâ himli-hâ | : onu taşımaya |
8. | lâ yuhmel | : yükletilmez |
9. | min-hu | : ondan |
10 | şey’un | : bir şey |
11 | ve lev kâne | : ve olsa bile |
12 | zâ kurbâ | : onun akrabası, yakını |
13 | innemâ | : ancak, sadece |
14 | tunziru | : sen uyarırsın |
15 | ellezîne | : onlar |
16 | yahşevne | : huşû duyarlar |
17 | rabbe-hum | : onların Rabbi, Rab’leri |
18 | bi el gaybi | : gayba, gaybte |
19 | ve ekâmû es salâte | : ve namazı ikame ettiler |
2 | ve men | : ve kim |
21 | tezekkâ | : tezkiye oldu |
22 | fe | : o taktirde |
23 | innemâ | : ancak, sadece |
24 | yetezekkâ | : tezkiye olur |
25 | li nefsi-hi | : kendi nefsi için |
26 | ve ilâllâhi (ilâ allâhi) | : ve Allah’adır |
27 | el masîru | : dönüş |
Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah’adır ,döner, ulaşır).
FATIR 19:
وَمَا يَسْتَوِي الْأَعْمَى وَالْبَصِيرُ
Ve mâ yestevîl a’mâ vel basîr(basîru).
1. | ve mâ | : ve değil, olmaz |
2. | yestevî | : onlar, olanlar |
3. | âmenû | : âmâ, kör, görmeyen |
4. | lâ yahıllu | : ve gören, basiret sahibi olan |
Ve âmâ (kör) olanla basiret sahibi olan (gören) müsavi (eşit) olmaz.
FATIR 20:
وَلَا الظُّلُمَاتُ وَلَا النُّورُ
Ve lâz zulumâtu ve lân nûr(nûru).
1. | ve lâ | : ve değil, olmaz |
2. | ez zulumâtu | : ne oluyor ki |
3. | lehum | : ve değil, olmaz |
4. | en nûru | : ve nur, aydınlıklar |
Ve zulmet (karanlık) ve nur (aydınlık) da (eşit olmaz).
FATIR 21:
وَلَا الظِّلُّ وَلَا الْحَرُورُ
Ve lâz zıllu ve lâl harûr(harûru).
1. | ve lâ | : ve değil, olmaz |
2. | ez zıllu | : gölge |
3. | ve lâ | : ve değil, olmaz |
4. | el harûru | : sıcaklıklar |
Ve gölge ve sıcaklık da (eşit olmaz).
FATIR 22:
وَمَا يَسْتَوِي الْأَحْيَاء وَلَا الْأَمْوَاتُ إِنَّ اللَّهَ يُسْمِعُ مَن يَشَاء وَمَا أَنتَ بِمُسْمِعٍ مَّن فِي الْقُبُورِ
Ve mâ yestevîl ahyâu ve lâl emvât(emvâtu), innallâhe yusmiu men yeşâu, ve mâ ente bi musmiin men fîl kubûr(kubûri).
1. | ve mâ yestevî | : ve musavî, eşit değil |
2. | el ahyâu | : hayy, diri, canlı |
3. | ve lâ | : ve değil, olmaz |
4. | el emvâtu | : ölüler |
5. | inne allâhe | : muhakkak Allah |
6. | yusmiu | : işittirir |
7. | men | : kim, kimse, kişi |
8. | yeşâu | : diler |
9. | ve mâ | : ve değil, olmaz |
10 | ente | : sen |
11 | bi | : ile |
12 | musmiin | : işittiren (işittirici) |
13 | men | : kim, kimse, kişi |
14 | fî el kubûri | : kabirlerde |
Ve hayy (diri) olanlar ve ölüler eşit olmaz. Muhakkak ki Allah, dilediğine işittirir. Ve sen, kabirlerde (mezarlarda) olanlara işittirici değilsin.
FATIR 23:
إِنْ أَنتَ إِلَّا نَذِيرٌ
İn ente illâ nezîr(nezîrun).
1. | in | : eğer olsa |
2. | ente | : sen |
3. | illâ | : ancak, sadece |
4. | nezîrun | : nezir, uyarıcı |
Sen sadece bir nezirsin (uyarıcısın).
FATIR 24:
إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَإِن مِّنْ أُمَّةٍ إِلَّا خلَا فِيهَا نَذِيرٌ
İnnâ erselnâke bil hakkı beşîran ve nezîrâ(nezîran), ve in min ummetin illâ halâ fîhâ nezîr(nezîrun).
1. | innâ | : muhakkak biz |
2. | hemmet | : seni gönderdik |
3. | bi el hakkı | : hak ile |
4. | beşîren | : müjdeleyici |
5. | ve nezîren | : ve nezir, uyarıcı |
6. | ve in | : ve eğer |
7. | min | : den |
8. | ummetin | : bir ümmet |
9. | illâ | : sadece, hariç, olmadan |
10 | halâ | : gelip geçmiş olan |
11 | fîhâ | : orada |
12 | nezîrun | : nezir, uyarıcı |
Muhakkak ki Biz seni, hak ile müjdeleyici ve nezir (uyarıcı) olarak gönderdik. İçinden bir nezir gelip geçmiş olmayan hiçbir ümmet yoktur.
FATIR 25:
وَإِن يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كَذَّبَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ جَاءتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ وَبِالزُّبُرِ وَبِالْكِتَابِ الْمُنِيرِ
Ve in yukezzibûke fe kad kezzebellezîne min kablihim, câethum rusuluhum bil beyyinâti ve biz zuburi ve bil kitâbil munîr(munîri).
1. | ve in | : ve eğer |
2. | yukezzibû-ke | : seni yalanlıyorlar |
3. | fe | : artık, oysa |
4. | kad | : olmuştu |
5. | kezzebe | : yalanladı |
6. | ellezîne | : onlar, o kimseler |
7. | min kabli-him | : onlardan önce |
8. | câet-hum … (bi) | : onlara getirdiler |
9. | rusulu-hum | : onların resûlleri |
10 | bi el beyyinâti | : apaçık delilleri, beyyineleri |
11 | ve bi ez zuburi | : ve zeburu, sayfaları |
12 | ve bi | : ve ile, … ı |
13 | el kitâbi | : kitap |
14 | el munîri | : nurlandırıcı |
Ve eğer seni tekzip ediyorlarsa (yalanlıyorlarsa), o taktirde (bil ki) onlardan öncekiler de (resûllerini) yalanlamışlardı. Onların resûlleri, onlara beyyineler (mucizeler, açık deliller) ve zuburi (sayfalar) ve nurlandırıcı kitap getirdiler.
FATIR 26:
ثُمَّ أَخَذْتُ الَّذِينَ كَفَرُوا فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ
Summe ehaztullezîne keferû fe keyfe kâne nekîr(nekîri).
1. | summe | : sonra |
2. | ehaztu | : aldım, yakaladım |
3. | ellezîne | : onlar |
4. | keferû | : inkâr ettiler |
5. | fe | : artık, bundan sonra, bunun üzerine |
6. | keyfe | : nasıl |
7. | kâne | : oldu |
8. | nekîri | : inkarım |
Sonra inkâr edenleri yakaladım. Bundan sonra inkârım (inkâr edilmem) nasıl oldu?
SOHBETİN YAZILI METNİ:
Fatır Suresi (11. Sohbet) 18. AYETTEN İTİBAREN
Ayetin yarısını işlemiştik. Diğer yarısından devam edeceğiz inşallah.
Sadece meali ile söylüyorum:
“Günahkâr bir nefis başkasının günahını yüklenemez. Yükü ağır basan kimse de onun bir kısmının alınması için çağırırsa, kendisinden o yük alınmaz. Velev o kişi yakını olsun.”
Buna ne demiştik hatırlıyorsunuz. Ayetlerde bunun başka yerlerde de bir misali var.
Mesela Ankebut suresi 13. Ayet var. Orada diyor ki:
“Elbette kendi yüklerini(veballerini),kendi yükleriyle birlikte nice yükleri taşıyacak ve uydurup durdukları şeylerden mutlaka kıyamet günü sorguya çekileceklerdir.”
Yani burada ekstra bir yükten bahsediyor. Ama bu yük geçen hafta bahsettiğimiz gibi kendilerini saptırdıklarının günahından da kendilerine bir pay var. Yani yüklendikleri o kişilerin masum, yani ondan alınıyor da tamamen kendisine geçiyor değil; saptırdığı için kendisine ekstra bir de fatura ediliyor. Bununla ilgili bir ayet vardı.
Onun dışında. Bir kişi; “Ya sen günah işle onun sorumluluğu bana ait.” diye bir şey olmuyor.
Aynı zamanda bu; velev o kişi bunun akrabası olsun, yakını olsun derken de bu kıyametle ilgili hadislerde sahneler anlatılıyor. Orada da bir kişi dolaşıyor o şiddetli günde. “Ya!” diyor.
“Ben senin annen değil miyim?
Ben senin oğlun değil miyim?
Ben senin akraban değil miyim?
Şu yükümü biraz sen al. Günah yükümü biraz sen al.”
Bunun da mümkün olmayacağını söylüyor. Kişinin kendi kendine kazandığı, elde ettiği günahı bir başkasına satamıyor, bir başkası zaten onu almıyor. O ilk başta bahsettiğimiz istisna, başkalarının sapıtılmasına vesile olan şeylerden, onun yüklerinden de aynı zamanda kendisine geliyor.
Burada “vizra” kelimesi var. “vizr” sözlüklerde “dağ” manasına geliyor. Hani dağını alamaz gibi bir anlam yok burada. El müfredat sözlüğünde şöyle bir ifade var: “Dağın kendisine sığınanın ağır yükü yüklenmesi gibi bir şey.”
Ya da şöyle diyebiliriz:
Birisinin yükünü alacak dağ gibi kuvvetli birisi. Bu şekilde geçiyor.
Yani, birisinin yükünü alabilmesi, taşıyabilmesi için birisinin dağ gibi bir ağırlıkta olması gerekiyor.
- si şöyle o “vizr” denilen yük dünyada biraz hafif geliyor. Fakat ahirette görecek ki o kişi dağ gibi bir şey.
Çünkü burada sırtına yüklenme var. Mesela ayetin 1. Satırında:
“Ve in ted’u musgaletun ilâ hımlihâ” “Onu yüklenmesi için çağırsa” diyor.
Yani sırtına alınan bir şeyi Rabbim orada aslında o basit bir yük değil, dağ gibi ağırlığı olan bir şey;
Onu sırtında taşımaya bir başkasını nasıl çağırabilirsin?
Başkası onu nasıl yüklenir?
Ama bu tarafta bize o hafif geliyor. Günah ne olacak ki?
Altından kalkılamayacak yük denir ya. Bunun gibi bir yük yani. Hatta bu İnşirah suresinde vardı. Geçen hafta bahsetmiştim.
“Elem neşrah leke sadrek” “Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?”
“Ve vada’na ‘anke vizreke” “Senin yükünü senden almadık mı? Gidermedik mi?”
“Elleziy enkada zahreke” “Ve o senin belini çatırdatmıyor muydu?”
Yani Peygamber Efendimiz de bile böyle bir yük var. Ve bunu Rabbim hafifletiyor. Tabi Peygamber Efendimizin sorumlulukla ilgili bir yükü de var aynı zamanda. Bizim de günah yükümüz var. Bu da ahirette çok ağır bir yük olduğunu söyleyerek, bu dünyada bizi uyararak Rabbim “Dikkat edin, o yük birisine satabileceğiniz, birisinin yüklenebileceği bir yük değil. Ona göre yaşayın.” Uyarısı var.
İşte uyarı dedik. Bakın işte bu kısım.
“Sen ancak o kişileri uyarırsın ki…”
“İnnemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil ğaybi”
“Sen ancak o kimseleri uyarırsın ki, onlar Rablerinden gaybta korkarlar. Ya da onlar gayb hakkında Rablerinden korkarlar.”
“Ve egâmus salâh” “Ve onlar namazları ne yaparlar? İkame ederler. Namazları dosdoğru kılarlar.”
Rabbim, biraz evvel hani ağır yük konusunda uyardı ya ama diyor ki bu uyarı, bu ikaz, bu nezir ancak kimin içinmiş yani herkes için geçerli değilmiş. Yani tesiri yok bu uyarmanın. O uyarıyı dikkate alabilecek kimseler, yani biz de onun içerisindeyiz, ancak şu özellikler olursa tesir ediyormuş.
1.si
“Yahşevne” “Haşyet” bu. Haşyet durma, korku duyma. Kimden?
Rablerinden haşyet duyma. Ama nerde?
“Bil ğaybi” “Gaybi olarak.”
Yani Allah’ı biz zahiri olarak, şahit miyiz? Görüyor muyuz?
Hayır. Allah bizim için gayb. İmani olarak demiyorum. Duyu, algı meselesi ile söylüyorum. Bu gayba ya da gaybi meseleler bir izaha göre. Yani Allah bizi uyarıyor ya ahirette. Ahiret bizim için gayb değil mi? Şu an şehadet âleminde olan bir şey değil, görünen bir şey değil. O konularda Allah’tan haşyet duyuluyor. Korku.
Şimdi korku ile ilgili o kadar çok kelime var ki Arapçada. Haşyetin ifadelerden farklı olarak, korku manasındaki farklılığı ne?
Azameti bir olaydan dolayı korku. Mesela havf genel anlamda korkudur. Lakin havfta zarar görme endişesi vardır. Mesela Kureyş Suresi var ya. Onları biz “âmenehüm min havf” diyor. “kaygıdan giderdik” yani orada ne var “Ticaret ve ticaretlerini yaparken yolda başlarına gelebilecek olan tehlikelerden koruduk.” manasında bir ifade var.
Orada ki havf o. Fakat bu 18. Ayetteki “haşyet” ise Rabbinin azametinden dolayı bir ürperti duygusuyla (ürperti az gelir ama) korku. Manevi bir korku, yani elinde değil. Geldiği zaman yani onu idrak ettiği zaman, imani bir meseledir. Aynı zamanda, gaybi olarak korkuyorlar. Bakın burada gaybi denmesindeki bir şey de şu; eğer gaybi olsa kişinin haşyet duyup, duymama konusunda tercihi olamaz.
Yani Allahu Teâla’nın o azametini görecek de yani gaybi değil şehadeti olacak da, ya haşyet duysam mı? Duymasam mı? Gibi bir şey yok. Burada “Bil ğaybi” demesiyle beraber “gaybta Rabbinden korkar” demesinin sebebi biraz imani bir mesele.
Ya da diğer ayetlerde geçecek Allah’tan en fazla âlimler korkar meselesinde kişinin ilmi arttıkça, gaybi de olsa Allahi konularda bir haşyet duygusunun da oluşması gerektiği ile ilgili bir şey.
Bunu yıllar evvel konuştuğumuzda hatırlar mısınız? Bazı sohbetlerin vurucu cümleleri var. Tesir altında bırakıyor onlardan birisi şu.
Bu kadar ilim öğreniyorsunuz. Yani bu ilim faydalı mı? Değil mi? Şunu yapın.
Sizde Allahi bir olayda gelişme sağlıyor mu?
Ve Allah korkusunu oluşturuyor mu? Oluşturmuyor mu?
Bakın buraya yıllardır geliyorsunuz. Gelenleriniz var. Eğer bir haşyet oluşturuyorsa.
İlim, size menfaatli bir ilimdir. Korkutuyorsa, Allah korkusunu oluşturuyorsa, haşyet duygusunu oluşturuyorsa bu öyle bir duygu. Bu da kişinin testidir aynı zamanda. Yoksa ne güzel vakit geçirdik, ilim aldık sevap kazandık gibi bir durumu olur.
“İlim, ilim bilmektir. İlim, kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsin. Bu nice okumaktır.” Yunus Emre Hazretlerinin sözüdür.
“Gaybta korkarlar” ve ne yaparlarmış?
“Egâmus salâh” “ Namazı kılarlar değil. İkame ederler.”
Kuranı Kerim’in hemen hemen hiçbir yerinde namazı kıl diye bir ifade yok. Çok daha şiddetlisi olan ikame ederler var.
Hani Sırat-ı müstakim kelimesini işlerken “kame” “قَامَ “ fiilinin ayağa kalkmak fiili olduğunu söylemiştik. Dik durmak yani oturan birisinin ayağa kalkması gibi, yatan birisinin ayağa kalkması gibi.
Burada da ikame derken de ifal babı denilen bir şey var Arapçada. Etki karşı tarafa geçiyor, kaldıran. Yani namazı kaldıran, ayağa kaldıran, dik tutan bir kavram var. İkame etmek öyle basit, arada bir namaz kılmak değil. Allahu Teâlâ namaz kılınmasını emrediyor ama namaz kılanlara da, namaz kılma konusunda aşırı hassas olmalarını söylüyor.
Mesela “Namazın kazası yoktur.” Diye bir ifade var. Bu ne demek?
Bu ilmihali bir bilgi. Daha vakit var, işim de zor sonra kaza ederim gibi bir şey yok.
Bir mümin karar verdikten sonra bütün işlerini namaza göre yapacak. “Sürekli abdestli dolaşın” diyorlar. Neden?
Onu bir manevi, Allahi yakınlıkla ilgili bir ifadesi var onun. Bir de her an hazır olursunuz, antrenmanlı olursunuz, anında şartlarınız uygun olduğunda namaz kılarsınız. Diğer türlü imtihanla karşılaşırsınız. Kendi zaaflarınızın sonucu olarak bir imtihanla karşılaşırsınız. Çok zorluk çekersiniz. Özellikle bayanlar bu konuda çok gevşek görüyorum. Çarşıya, pazara misafirliklere gittiklerinde, tatile gittiklerinde biraz daha gevşek oluyorlar. Tabi bu biraz herkeste var. Biraz daha dikkatli olmakta fayda var.
Diğer ifadesi de namazın içeriğine de dikkat etmek. Yani bir ifade var kendi aramızda, arkadaşlarla konuştuk. “Ya namazını kıldın mı?”
Yani geçiştirdin mi? O sorumluluğu üzerinden attın mı? Manasında.
Tabi ki namaz kılmama durumuna göre artı bir şeydir bu. Fakat Allah’la buluşma, Onun’la diyalog, O’na yönelme olarak değerlendirdiğimizde; “ikame etmek” daha ciddiyete alınması gereken bir durumdur.
“Kame” fiili Kuranı Kerimde yaklaşık 600 kez kullanılmış. 6000 civarında ayet olduğunu düşünürsek, her 10 ayette bir gelmiş her 10 ayet de yaklaşık bir Kuran sayfasıdır. Yani hemen hemen her sayfada bu “kame” fiilini yani ayağa kalmak, dik durmak fiilini kullanmış. Yani bu çok dikkat edilecek bir şey. Çok ciddi fiil, bunu Fatiha Suresinde işledik.
“İhdinas siratal müstakim” ayetiyle ilgili duruma bakabilirler. Çok ciddi bir şey.
El-Hayy, El Gayyum beraber nitelendirilir ipucu olarak. Yani sistemin Allah ile kayim olmasıdır. Bu fiili Rabbim buna kullanmak üzere vermiş. Ve 600 küsür yerde kullanarak önemini bahsetmiş. Çok teferruatlı çok girmek istemiyorum konuya.
Burada dikkatinizi çekecek bir şey var. Namazı kılmak Allah’tan korkmaktan sonra gelmiş. Yani sıralamada önce namaz kılmak sonra korku yok. Yani namaz kılına kılına da bir haşyet duygusu oluşur doğru. Ama önce haşyet var. Gaybi olarak Allah’tan haşyet var, ondan sonra da namaz var. Eğer böyle olursa namaz çok daha anlamlı olur.
Rabbim önceliği haşyete vermiş. Bunun önemine binaen olduğunu düşünüyorum. Çünkü birde şu var. Bakın, namaz muayyen vakitlerde. Yani sürekli namaz modunda da olabilirdik ama günde beş vakit var. Fakat haşyet daimi, yani haşyet hal. Namaz biraz daha muayyen. Buna biraz dikkat edilmesi gerekiyor. Yani o haşyet duygusunun oluşmasının ifadesi bence önemli.
Bir sonrasında ne var?
“Ve men tezekkâ feinnemâ yetezekkâ linefsih” burada bir şart cümlesi var.
“Ve men tezekkâ” bu “tezekkâ” fiili mazi tezekki etmek manasında.
“Fe” burada şartın cevabı. “innema” ile geliyor.
Geçen bir kural okumuştuk arapça bilenler için söylüyorum. Cevabın başına “fe” gelir bir de arkasına “innema” gelirse orada cezm edilmiyor. Fiili muzaridir.
“yetezekkâ linefsih” “nefsi için temizlenir. Nefsi adına temizlenir.”
Nefis biliyorsunuz 2 manada kullanılıyor. Bizzat kişilik anlamında kimlik anlamında, kendisi için temizlenir başkası için değil manasında. Birde, kişiyi oluşturan ruh, nefis ve beden üçlemesinden biri olarak da kişi kendi nefsini temizler.
Burada 3. Sırada da şu var. Allah’tan haşyet duydun, namazı ikame ediyorsun yani ibadet konusunda Allah’a yöneliyorsun, kulluk ediyorsun bu da yetmiyor artık 3. Aşamada nefsini de temizlemen gerekiyor.
Yani bugün mesela çok ilginç 5 vakit namazını kılıyor cami cemaatinden biri. En ufak yer konusunda ya da ayakkabı çalınma konusunda bir şey de anında birbirlerinin boğazına sarılacak duruma geliyorlar.
Maalesef dinden uzaklaşıldı, maneviyattan da uzaklaşıldı. Eskiden nefis terbiyesi cemaatlerin, grupların çok dikkat ettiği bir şeydi. Yani sadece ibadet yetmez. Yani bu şeriati şeyler. Nefsini de düzenlemen, temizlemen, buradaki ifadesi de tezkiye etmen gerekir.
Zaten biz birazda dünyaya bunun için geldik.
Yani “esfele safilin” e indirildi ya, aslında insan olan yapı. Tasavvufi bir ifade olsun diye söylüyorum. Nefislerin birde hayvansal suretleri vardır.
Ama Allah bizi “ahsen-i takvim” yarattı.
“Summe radednâhu esfele sâfilîn” “aşağıların aşağısına indirdi.” (Tin Suresi 5. Ayet)
Senin bu hayvan silüetinde olan iç yapınıda tezkiye etmen gerekiyor.
Bir yatay tezkiye var ki bu tasavvufta nefis kademeleri, nefsi emmare, nefsi levvame, nefsi mülhime, nefsi mutmainne, nefsi raziye, nefsi safiye gibi makamları var bu yatay kattaki temizlik. Birde dikey, insanlığa doğru giden dikey anlamda da var.
Farz-ı ayn olarak yatay temizlenirsin. Farz-ı kifaye olarak da dikey olarak insanlığa varan 7. Kademeye kadar da gitmen lazım. Bu anlamda bir hatırlatmak istedim nefis konusuna gelmişken.
Nefs konusu, nefis bir konudur.
Burada ki “tezekka” ifadesi ile zekât aynı kökten.
Zekât biliyorsunuz. Kişinin kazandığı ve sahip olduğu mallardan, değerlerden belirli bir miktarını vermesi manasına geliyor. Zekât aynı zamanda temizlenme. İkisinin birleştiği yer şu. Malını verdiğin takdirde şöyle devam edelim.
Malın var. Malının bir kısmına zekât deniliyor. Temizlenme kısmı. Onu verdiğinde malını ya da kazancını temizlemiş oluyorsun.
Mesela bir esnaf olduğunu düşünün kasasına para girdi. Onu da diyor ki ayeti kerime de:” İhtiyaç sahipleri için orada malum bir pay vardır.” Diyor. O payını ayıracaksın kalan kısmı senin. Ayırdığın kısmı zekâtı işte. Bunu ayırdığın zaman temizlenmiş oluyor. Yine de bir yıllığına temizlenmiş oluyor. Üzerinden 1 yıl geçmiş ve saklarsan Allah’ın muradı bu değildir.
Bakın bir hadis okuduk geçenlerde. Peygamber Efendimiz SAV diyor ki: “Uhud dağı kadar malım olsa içinden sadece borçlarımı ödeyecek kadar, 3 günlüğüne bende bulunmasına razı olabilirim. Önüne, sağına, soluna verme işaretleri yaparak, onu dağıtırdım.” Diyor. Uhud dağı kadar olsa diyor. Malımın kendimde bulunmasını istemem dağıtırdım.
İstisna olarak şunu vermiş. Borcunu ödemek için o da 3 günlüğüne.
Şimdi bir yıllığına gelecek de üzerine, ya neden koyuyorsun kenara? Yani neden koyacaksın ki kenara? Ancak borcunu ödemek konusuyla ilgili bir şey var. Bize bir şeyler yanlış anlatılmış özellikle zekât konusunda yanlış anlatılmış. Bunu çok konuştuk. Bir kişinin zekât vermesi için illa 1 yıl geçmesi borcunu falan ödemesi mümkün değil. Şu anki ekonomik sisteme göre mümkün değil. Bugün en büyük ekonomiye sahip olan kişileri düşünün buna kredi alabilme miktarı deniyor. Kendi mal varlığından daha fazlasına borçlanıyor. Bu mantığa göre; Koç’un, Sabancı’nın zekât vermemesi lazım. Bütün borcu bitecek, üzerinden de bir yıl olacak. Sermaye sahipleri ve zenginler buna güler biliyor musunuz?
Bu sistem yok ki zaten. O dönemde vardı. Ama şu an kapitalist sisteme göre bu yok. Herkesin kredi kartlarıyla otuz altı aya kadar varan borcu var. Kimsenin zekât vermemesi lazım.
Hayır, Ahmet İndihambel Hazretleri bu fetvaları veren kimse; aldığı kiradan zekât vermiş. Hani üzerinden bir yıl geçecekti, malı olacaktı? Hayır! Gelirin zekâtı var. Anında da verebilirsiniz. Bunun fetvaları verilmiş biliyorsunuz. Verdiğin kısım malını temizliyor. Öbür türlü bir şekilde kirli oluyor. Bunu bizim anlamamız zor ama manen kirli oluyor.
Peki, şunu söyleyeceğim: Eğer nafaka, yani şöyle. İnfak, ailenin infakı ise doğru. Başkalarının infakıysa, aslında zekâtın en üst aşaması infaktır. Vermektir. Hem maddi, hem manevi olarak vermektir.
Ben temizliğe gireceğim. Bakın namaz beş vakit. Zekât senede bir diyelim. Öyle değil ya. İkisi musabi tutulmuş. Namazlarını kılarlar, zekâtını verirler. Peki, nasıl oluyor bu? Zekâtını verdiğin andan itibaren öyle bir nefsinde, en azından maddiyatın maneviyata dönüşmüş şeklinde, bir temizlik hali oluşuyor ki; bir sene boyunca tesirini görüyorsun. Bu kadar kıymetli. Nefsinin de pozitif şeyleri algılamasına, temiz olmasına yönelik demek ki tesiri olduğunu bu ayetten anlıyoruz. Nefsi için temizlenir diyor ya burada; burada hani zekâttan özellikle bahsedilmiyor ama bazı tefsirlerde bunu zekata işaret olduğunu söylemişler. Aynı kelime kökeninden olduğu için.
Ama aslında burada kastedilen Allah’tan korkacaksın, namaz kılacak, ibadet edeceksin. Bunu ikame şeklinde yapacaksın. Nefsini de temizleyeceksin. Bu da neyi sağlıyor? Senin Allah’a, uyarılara tesir edebilmek için zemin doğuruyor.
Uyarı herkes için geçerli ve her iman konusunda geçerli. Yani bir kez uyarıldım geçtim değil.
Subhan mıyız biz? Haşa! Subhan olan Allah. Hangi kademede bulunursa bulsun, işte eksikse; eksik olan kısmına uyarı gelmesi gerekmiyor mu? Gerekiyor. Bunun olması için de en azından bu üçlüyü diyor, bu ayete göre, arkasında başka şeyler olduğunu da görüyoruz 28. Ayette.
En azından burada, bunların temel şartlar olduğunu, ön şart olduğunu görüyor. Peki, bu ne için uyarıyordu Rabbim ayetin öncesinde?
Vizr denilen dağ gibi altından kalkamayacağımız yükü (ki asıl ahirette anlayacağız) yüklenmememiz için her iman düzeyinde farklı olacak şekilde; Rabbim bunu da zemin oluşturacak şekilde en azından 3 unsurla beraber bize söylüyor.
Daha büyük bir ikaz yapıyor. Ne diyor?
“Ve ilallâhil masîr.” “Dönüşte Rabbinedir.”
Yani sen bu dünyayı daimi zannetme, bir şey rücu edecek aslına. Allah’a döndürüleceksin. Ona göre de dikkatli olarak yaşa var.
Bu “ileykel masir” konusunda ben dakikalarca, saatlerce konuşabilirim ama gerek yok. Devam edelim.
19 ayetten devam edelim.
“~~35.19~
وَمَا يَسْتَوِى الْاَعْمٰى وَالْبَصٖيرُ “
“Ve mâ yestevil ağma vel basîr.”
“Yestevil” bir şeyin aynı seviyede olması, müsavi olması. Hani tesviye var ya! Marangoz ya da demir ustası ne yapıyor?
Tesviye ediyor. Ne yapıyor?
Pütürlü kısım ile diğer alçak kısmı zımpara ile aynı seviyeye getiriyor.
Yani denk, müsavi, eşit olmaz. Kim?
Ama ile, ama ne demek? Gözleri görmeyen, kör, görme özürlü manasında.
Ama ile basir, başara fiili görme diyelim biz buna.
Görme fiilini sürekli üzerinde bulunduran kimse ile aynı olmaz.
Şimdi burada iki zıtlıktan bahsediliyor. Bunun çok ilginç kelimesel derinlikleri var. Basit ayetler gibi geliyor ama vakit yeterse anlatacağım.
Devam ediyor 20. Ayette.
“~~35.20~
وَلَا الظُّلُمَاتُ وَلَا النُّورُ”
“Ve lez zulumâtu ve len nûr.”
“Karanlıklar nur ile eşit olmaz.” Devamı var.
Devam ediyor 21. Ayette.
“~~35.21~
وَلَا الظِّلُّ وَلَا الْحَرُورُ“
“Ve lez zıllu ve lel harûr.”
“Gölgede harur ile hararetle yani sıcaklıkla bir olmaz.” Devam edelim.
- Ayette ne diyor?
“وَمَا يَسْتَوِى الْاَحْيَاءُ وَلَا الْاَمْوَاتُ اِنَّ اللّٰهَ يُسْمِعُ مَنْ يَشَاءُ وَمَا اَنْتَ بِمُسْمِعٍ مَنْ فِى الْقُبُورِ“
“Ve mâ yestevil ahyâu ve lel emvât, innallâhe yusmiu mey yeşâé’, ve mâ ente bimusmiım men fil gubûr.”
“Ve mâ yestevil ahyâu ve lel emvât,” “Diriler, ahya olanlar, hay olanlar, diriler de; emvat, mevt olanlarla, ölülerle bir olmaz.”
Burada kapalı kalsın buraya kadar bakalım.
Burada bazı zıtlıklarla örnekler veriyor.
Yani ama ile gören bir olmaz. Karanlıklar ile nur bir olmaz. Gölgelik, o serinlik ile sıcaklık, hararet bir olmaz. Bir de neyi örnek veriyor?
Hayatta olan diriler ile ölüler bir olmaz.
Bunu neyin arkasına söylüyor? Hani sen bir ayet vardı Yasin’de “sen uyarsan da uyarmasa da değişmez.” Vardı ya. Oraya burada bir işaret ediyor.
Uyarsan da uyarmasan da bir olmaz neden? Onlar o ikinci kısımda olanlar yani zıtlıkta olanlar. Kim onlar? Ama olanlar. Onları uyarsan da uyarmasan da birdir.
Şimdi burada normal körden bahsetmiyor. Yani dünyevi körden bahsetmiyor. Misal olarak veriyor.
Nasıl ki dünyada gözü gören ile görmeyen aynı değilse, manevi olarak gözü kör olan ile gören kişi de aynı olmaz. Yani ona senin yapacağın bu ikazların, uyarmaların tesiri aynı seviyede olmaz. Aynı şu şekilde karanlığı görüyor musun? Karanlığı.
Bir de nuru görüyorsun. Bu ikisi ne kadar farklı değil mi? Karanlık ve aydınlık. Aynen bunun bir olmayacağı gibi. Bu sefer de iç âlemlerini söylüyor Rabbim. İç âlemleri birilerinin karanlık, bir de nur var, ışık var. Aynı olamayacağı gibi onların iç âlemleri de karanlıktır. O kişiye de uyarı versen de onlara fayda etmez.
Aynı şekilde şunun gibi. Gölgeyi görüyorsun değil mi? Seni hararetten nasıl koruyor?
Şimdi onunla beraber aşırı sıcakta, hararet de bir olur mu? Aynı bunların farklılıkları gibi imanın o serinleten gölge kısmı, küfrün o hararetli kısmı gibi de eşit olmaz diyor.
Bir de yetmiyor bununla beraber. Sen o dirileri görüyor musun? Dirileri, hayatta olanlar. Bir de kabirde yatan ölüler var. Ne kadar? Dağlar kadar fark var onun içinde değil mi? İşte onların kalpleri de aynı şekildedir. Onların içinde musabilik olmaz.
Şimdi burada biraz teferruata girersek müthiş teferruat var. Mesela burada
“Ve mâ yestevil ağma vel basîr.” Basar gelmiş bak. Önce kötü misal sonra iyi misal.
İkinciye bakın.
“Zulumâtu” gelmiş önce kötü sonra iyi misal nur. Fakat diğerinde
İyi bir şey öne gelmiş gölgelik öne gelmiş. Hararet ikinciye gelmiş.
Dördüncüde ise; dirilik iyi bir şey canlılık hali öne gelmiş. Ölümlük de sona gelmiş.
Yani ikisinde Rabbim kötüyü öne almış. İki de iyiyi öne alarak farklı anlamlarda misal vermiş.
Burada bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum. Bakın ayetlerin sonu nasıl bitiyor.
“Basiru, en nur, el harur” şeklinde bitiyor bakın diğer ayetlere de bakın.
Hepsi “gubur, nezir, münir, nekir” gibi devam ediyor.
Aynen bir şiirin kafiyesi gibi kafiyeli gelmiş. Bu 21. Ayette de bu bozulmamış. Önce bir şaşırmıştım ben. Bu bilgiyi Ruhul Beyan’dan almıştım bu bilgiyi.
İyi de dedim sadece kafiye uyumu olsun diye mi Rabbim bunu yapar?
Ama sadece kafiye değil. Onun desteği olarak da işte “Ahyâu ve lel emvât” ta da iki ikili misal gelmesi de hem kafiye uyumu açısından muhteşem bir icaz olduğunu gösteriyor bunun hem de anlam olarak iki iyi önde, iki kötü önde olarak da takdim deniyor. Burada anlam bütünlüğünü de koruduğu görülüyor.
Şimdi burada bir şey daha var. Ama ile basir aynı olmaz derken. Bakın burada zaten bu meallerde kırmızı kırmızı gözüküyor, diğer meallerde hep “Ve lez zulumâtu” demiş. La olumsuzluk ekidir. “ve len nûr” yine olumsuzluk eki gelmiş. “Ve lez zıllu”, “ve lel harûr” derken de aşağıda da var. Hep olumsuzluk ekleri ile gelmiş. La diye.
Ama ilk kısma bakın. “Ve mâ yestevil ağma vel basîr” derken bu olumsuzluk kelimeleri kullanılmamış.
Burada şöyle deniyor. Tamam, görme durumu ile ama durumu birbirine zıt gibi gözüküyor ama diğerleri kadar da zıt değil. Yani bir ama durumu ile görme durumu aynı bedende bile olabilir. Bir gözü kişinin görür, bir gözü görmez. Ki görmemek durumu da o kadar kötü değildir. Ama diğerlerindeki zıtlık daha fazladır olarak yorumlanmış.
Bunları size anlatıyorum ki gelişi güzel Kuran’da her harfin manaya tesir eden küçük incelikleri de var. Bu Kuran’la ilgileniyorlar arkadaşlar. Kuran’ı anlamak için Arapça öğreniyorlar. Ben de böyle incelikleri de onlara, belki teferruat gibi gelebilir ama söylüyorum ki bu herhangi bir kitap değil. Her ifadenin burada bir manası var diye.
Bir şey daha var burada mesela. Bunu bahsettikten sonra diyor ki: “Diriler ile ölüler müsavi olmaz” derken “Yestevi” fiilini Rabbim bir daha kullanmış. Yukarda üç kısım için bir kere kullanmış. Bunu kullanmadan bile cümle gelebilirdi. Neden burada özellikle bir daha kullanılmış? Yukardakiler de zıtlıktı ama en büyük zıtlık burada ölü ile dirinin farkı gibi olması. Burada özellikle asıl ciddi farklılığın burada olduğunu söylüyor Rabbim.
Bir farkta şu var. Bakın “zulumat” çoğul olarak gelmiş. “Nur” tekil olarak gelmiş. Biri cemil olarak gelmiş, biri müfret olarak gelmiş.
Buradan nasıl mana çıkabilir? Yani zulümlere, karanlıklara götüren yollar çok olabilir fakat nur tektir.
Yani sıratı müstakim tektir.
Tevhit budur zaten.
Bakın görüyor musunuz? Atlanarak geçilecek gibi ama Rabbim ne kadar incelik vurgusu yapıyor. Yani işte burada Kuran’a saygı artıyor. Kuran’ın herhangi bir kitap değil. Âlemlerin Rabbinin kitabı olduğunun da burada bir göstergesi var. Biraz daha ilerleyelim. Daha çok teferruat var ama.
“Dirilerle ölüler bir olmaz” dedikten sonra Rabbim şunu diyor:
“innallâhe yusmiu mey yeşâé’,” Allah dilediğine işittirir.”
Bak burada işittiren kim?
Allah. Bakın devamında ne diyor?
“Ama sen kabirdekilere işittirecek değilsin.” Zaten 23. Ayete de bunun sebebini söylüyor.
“İn ente illâ nezîr” “Sen ancak bir uyarıcısın.”
Yani burada kulum sen işittiremezsin. Bir ayette de vardı. Kasas Suresi 56. Ayette.
“Resulüm sen sevdiğini hidayete erdiremezsin. Bilakis Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları da en iyi O bilir.”
Bir de Ali İmran Suresi 28. Ayette,
“Bu işte senin yapabileceğin bir şey yoktur.” Manasına da geliyor burada.
Yani bir adamın artık kalbi öldü ise, kalbine o mühür vurulmuşsa deniyor ya, artık onun işi bitti. Yani senin ona yapabileceğin bir ley yok. Allah ona işittirir ama dilediğine işittirir. İşittiren de Allah’tır. Diyerek burada bir vurgu var
Bir de şunu gördüm ben el-basir ve el semir esmaları var. Burada her zaman Kuran’da semir, basir den önce gelmiştir. Bir tek tahmin ediyorum İsra Suresinde farklı diğerlerinde semir, işitme esması, basir esmasından önce gelmiştir. Daha üstün. Burada ise aynı vurgu var.
Bakın sen âmâya işittiremezsin diyor. Örnekler verilmiş ama en ciddi örnek olan ölülerle, dirilerin o birbirlerindeki kesin farklılığına da Allah işittiremezsin derken de, işitmenin görmekten daha kuvvetli bir imani unsur olduğunu gösteriyor burada.
İşittiremezsin derken burada kasıt imanına yol açacak şeyleri söyleyemezsin
“Semiğna ve Atağna” derken ne var? “İşittim ve iman ettim” derken.
İşitme nasihati alıp hayata geçirme manasına kullanılıyor.
“Sen işittiremezsin” derken de burada imani bir ilave yapamazsın manasında kullanılıyor.
Görüyor musunuz? Bakın! “Semiğ” nin el-semir’in el-basir’den üstün olduğunu Rabbim ayetlerin içerisine nasıl örgüyle örmüş? İşlemiş, nakşetmiş.
Sen kabirdekilere işittirecek değilsin derken de şu var.
Biz biliyoruz ki Peygamber Efendimiz SAV kabirdekilerle konuştuğunu biliyoruz. Burada “sen işittirecek değilsin” de ne var?
Burada ki zahiri kabirdekiler değil. Manevi kabirdekiler. Yaşıyor adam ama kalbi ölmüş. Rabbim bunu ölü olarak kabul ediyor.
Çünkü hadis var mesela;
Peygamberimiz SAV Bedir günü kabelilerin cesetlerinin bedir kuyusuna atılmalarını emretti ve onlara “ Ey kâfirler, ben Allah’ın bana vadettiğini hak olarak buldum. siz de Allah ve Resulünün size vadettiğini hak olarak buldunuz mu?” diye nida etti.
Bunun üzerine Hz Ömer “ Ya Resülallah sen bu cesetlerle nasıl konuşuyorsun?” diye sordu.
Peygamber Efendimiz SAV “benim onlara söylediğimi siz onlardan daha iyi duyamazsınız. Onlar pekiyi duyarlar ancak cevap vermeye muktedir değiller” diye buyurdu.
Şimdi çok net bir hadis. “Sen kabirlerdekilere işittiremezsin” derken iki şey var.
1.si Allah’ın izni ile işittirirsin. Çünkü ne diyor burada?
“innallâhe yusmiu mey yeşâé’” “Allah dilediğine işittirir” derken de aslında işittiren Allah. Çünkü farklı bir fiziki âleme, berzaha gitmişler. Oraya işittirirken de Allah’ın izni ile görürsün.
Yani bu ehli kubur denilen bir grup var. Yaşayanlardan, maneviyatı olanlardan, kabirdekilerle diyalog sağlıyor. Nasıl sağlıyor? Allah’ın izni ile sağlıyor. Kendindeki bir mekanizma ile değil. Ona belki de sözünü işittiriyor. Bu da Allah’ın işittirmesi ile oluyor. Normal fiziki kaidelerle değil.
2.si sen hidayeti onlara ulaştırdığını zannediyorsan bil ki, yani işitme duyusu ile hidayetin birleştiği yer, onu Allah hidayete erdiriyor. Sen değil. Dilediğine bunu yapıyor manasına da bunlar yorulabilir.
Devam edelim
“İnnâ erselnâke bil haggı” “Biz seni hak olarak gönderdik”
“Beşîrav ve nezîrâ” “Beşir müjdeleyici olarak ve nezir uyarıcı olarak”
Burada “beşir” in öne gelmesi de Allah’ın rahmetinin gazabından öne geçmesi ile ilgili bir şey. Aynı zamanda ne var?
“Siz insanlara bir şey tebliğ ederken önce müjdeleyici taraflarını söyleyin sonra ikaz edici taraflarını söyleyin” derken de Allahu Teâlâ’nın burada eğitim metodunda bir ikazı var.
“Ve im min ummetin illâ halâ fîhâ nezîr” “Hiçbir ümmet yoktur ki onlardan gelip geçmiş bir nezir olmasın.”
Yani burada Rabbim sünnetullahını söylüyor. Yani sadece sen değil. Biz seni gönderdik ama senden önce de gelip geçmiş bir çok ümmet var. Bu ümmetlere de nezir zaten gelip geçmişti.
Yani sen ilk değilsin. Bu olaylar da ilk olmuyor. Yani burada Rabbimin bir tesellisi var. Şöyle devam edelim teselliyi daha iyi anlayacaksınız.
“Ve iy yukezzibûke” “ Eğer seni yalanlıyorlarsa”
“Fegad” “Kesin kez”
“Kezzebellezîne min gablihim” “Onlardan önce gelenler de zaten yalanlayıp durmuşlardı.”
Devam edelim bunlar beraber
“Câethum” “Onlara geldi”
“Rusuluhum” “ Resülleri”
“Bilbeyyinâti” “Apaçık şeylerle mucizelerle geldi”
“Ve bizzuburi” “Zuburlarla, Zeburlarla geldi” Bunu açıklayacağım.
“Ve bilkitâbil munîr” “ Münir olan nurlu kitaplarla gelmişti”
“Summe” “Daha sonra”
“Ehaztullezîne keferû” “Küfredenleri, kâfir olanları ben yakaladım”
“Fekeyfe kâne nekîr” “Gör bak bakalım beni inkâr, nekir nasıl olmuş”
Burada Rabbim Resulullahı bir teselli ediyor. Bak seni burada yalanlayıp duruyorlar ya, bu kadar hak üstüne geldin. Buna rağmen yalanlıyorlar ya bu ilk olmuyor. Ben Hz Âdem’den itibaren devamlı peygamberler gönderdim. Bunlarda farklı bir şey yapmadılar ki. Onları hep yalanlayıp durdular.
Resuller göndermiş. Yetmemiş. Mucizeler göndermiş. Yetmemiş.
Zeburlar göndermiş. Yani sahifeler, uyarılar, hikmetli sözler bunu gelecek haftaya açıklayalım.
O da bitmemiş. Nur veren. Hani yukarda diyor ya zulmetmekle nur bir olmaz diye.
Nur veren kitaplarla da göndermiş. Ama bunlara rağmen olmamış. Üzülme resulüm bu ilk değil. Sen elinden geleni yapıyorsun. Zaten bu insanlığın durumu. Fakat tehlikeyi söylüyor.
“Ben onların hepsini cezalandırdım.” Yakalayıp cezalandırdım. Hadi bakalım görsünler bak beni inkâr, küfür nasıl oluyormuş? Derken de burada hidayetin kendisine ait olduğunu, sana ancak tebliğin düştüğünü o yüzden de sistemin sahibi benim resulüm sen de kendini o kadar yıpratma diyerek de burada SAV e bir ikaz var.
Allahu Teâlâ bizi uyarılara açık olan insanlardan eylesin ki, uyarılmak zannedildiği gibi basit değil.
Allah’tan haşyet duymak gerekiyor. 2.si namazla Allah’a yönelmek gerekiyor. Hem nefsi şeylerle hem de Allah’ın zekât gibi emrettiği şeylerle de gönlümüzü, nefsimizi temizleyerek bunlara uygun hale gelmeye alt zeminini oluşturuyor.
Allah korusun görenle görmeyen gibi, zulümatla nur gibi, gölgeyle sıcaklık gibi böyle zıtlıklar insanlar arasında oluşturma tehlikesi var.
Bırakın onu yaşarken bile ölüyle dirinin olduğu gibi fark var. Allah bizim de bütün bu gereken şeyleri yaparak Allah’ın işittirmesiyle de yaşarken gerçek anlamda diriler olmamızı nasip etsin
Yoksa Allah korusun ahirette dönüşün O’na olmasıyla beraber Rabbimin önceki ümmetlere hem bu dünyada hem ahirette yapacağı çok ciddi bir cezalandırma var. Allah’ta bizi bunlardan korusun.
“Sadakallahülazim”