FATIR (11.Sohbet) 18-26. Ayetler#

 

SES KAYDINI DİNLE:


SOHBETİ İNDİRMEK VEYA MP3 OLARAK DİNLEMEK İÇİN ALTERNATİF LİNK:

https://yadi.sk/d/2J2mYyrppxBYp


FATIR 18:

وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى وَإِن تَدْعُ مُثْقَلَةٌ إِلَى حِمْلِهَا لَا يُحْمَلْ مِنْهُ شَيْءٌ وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَى إِنَّمَا تُنذِرُ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُم بِالغَيْبِ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَمَن تَزَكَّى فَإِنَّمَا يَتَزَكَّى لِنَفْسِهِ وَإِلَى اللَّهِ الْمَصِيرُ

Ve lâ tezirû vâziratun vizra uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salât(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsihî, ve ilâllâhil masîr(masîru).

1. ve lâ tezirû : ve günahını yüklenemez
2. vâziretun : yük taşıyan, günahkâr
3. vizre : ağırlık, yük, günah
4. uhrâ : başka, diğeri
5. ve in ted’u : ve eğer çağırırsa
6. muskaletun : günahları yüklü olan
7. ilâ himli-hâ : onu taşımaya
8. lâ yuhmel : yükletilmez
9. min-hu : ondan
10 şey’un : bir şey
11 ve lev kâne : ve olsa bile
12 zâ kurbâ : onun akrabası, yakını
13 innemâ : ancak, sadece
14 tunziru : sen uyarırsın
15 ellezîne : onlar
16 yahşevne : huşû duyarlar
17 rabbe-hum : onların Rabbi, Rab’leri
18 bi el gaybi : gayba, gaybte
19 ve ekâmû es salâte : ve namazı ikame ettiler
2 ve men : ve kim
21 tezekkâ : tezkiye oldu
22 fe : o taktirde
23 innemâ : ancak, sadece
24 yetezekkâ : tezkiye olur
25 li nefsi-hi : kendi nefsi için
26 ve ilâllâhi (ilâ allâhi) : ve Allah’adır
27 el masîru : dönüş

 Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah’adır ,döner, ulaşır).


FATIR 19:

وَمَا يَسْتَوِي الْأَعْمَى وَالْبَصِيرُ

Ve mâ yestevîl a’mâ vel basîr(basîru).

1. ve mâ : ve değil, olmaz
2. yestevî : onlar, olanlar
3. âmenû : âmâ, kör, görmeyen
4. lâ yahıllu : ve gören, basiret sahibi olan

Ve âmâ (kör) olanla basiret sahibi olan (gören) müsavi (eşit) olmaz.


FATIR 20:

وَلَا الظُّلُمَاتُ وَلَا النُّورُ

Ve lâz zulumâtu ve lân nûr(nûru).

1. ve lâ : ve değil, olmaz
2. ez zulumâtu : ne oluyor ki
3. lehum : ve değil, olmaz
4. en nûru : ve nur, aydınlıklar

 Ve zulmet (karanlık) ve nur (aydınlık) da (eşit olmaz).


FATIR 21:

وَلَا الظِّلُّ وَلَا الْحَرُورُ

Ve lâz zıllu ve lâl harûr(harûru).

1. ve lâ : ve değil, olmaz
2. ez zıllu : gölge
3. ve lâ : ve değil, olmaz
4. el harûru : sıcaklıklar

Ve gölge ve sıcaklık da (eşit olmaz).


FATIR 22:

وَمَا يَسْتَوِي الْأَحْيَاء وَلَا الْأَمْوَاتُ إِنَّ اللَّهَ يُسْمِعُ مَن يَشَاء وَمَا أَنتَ بِمُسْمِعٍ مَّن فِي الْقُبُورِ

Ve mâ yestevîl ahyâu ve lâl emvât(emvâtu), innallâhe yusmiu men yeşâu, ve mâ ente bi musmiin men fîl kubûr(kubûri).

1. ve mâ yestevî : ve musavî, eşit değil
2. el ahyâu : hayy, diri, canlı
3. ve lâ : ve değil, olmaz
4. el emvâtu : ölüler
5. inne allâhe : muhakkak Allah
6. yusmiu : işittirir
7. men : kim, kimse, kişi
8. yeşâu : diler
9. ve mâ : ve değil, olmaz
10 ente : sen
11 bi : ile
12 musmiin : işittiren (işittirici)
13 men : kim, kimse, kişi
14 fî el kubûri : kabirlerde

 Ve hayy (diri) olanlar ve ölüler eşit olmaz. Muhakkak ki Allah, dilediğine işittirir. Ve sen, kabirlerde (mezarlarda) olanlara işittirici değilsin.


FATIR 23:

إِنْ أَنتَ إِلَّا نَذِيرٌ

İn ente illâ nezîr(nezîrun).

1. in : eğer olsa
2. ente : sen
3. illâ : ancak, sadece
4. nezîrun : nezir, uyarıcı

 Sen sadece bir nezirsin (uyarıcısın).


FATIR 24:

إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَإِن مِّنْ أُمَّةٍ إِلَّا خلَا فِيهَا نَذِيرٌ

İnnâ erselnâke bil hakkı beşîran ve nezîrâ(nezîran), ve in min ummetin illâ halâ fîhâ nezîr(nezîrun).

1. innâ : muhakkak biz
2. hemmet : seni gönderdik
3. bi el hakkı : hak ile
4. beşîren : müjdeleyici
5. ve nezîren : ve nezir, uyarıcı
6. ve in : ve eğer
7. min : den
8. ummetin : bir ümmet
9. illâ : sadece, hariç, olmadan
10 halâ : gelip geçmiş olan
11 fîhâ : orada
12 nezîrun : nezir, uyarıcı

 Muhakkak ki Biz seni, hak ile müjdeleyici ve nezir (uyarıcı) olarak gönderdik. İçinden bir nezir gelip geçmiş olmayan hiçbir ümmet yoktur.


FATIR 25:

وَإِن يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كَذَّبَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ جَاءتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ وَبِالزُّبُرِ وَبِالْكِتَابِ الْمُنِيرِ

Ve in yukezzibûke fe kad kezzebellezîne min kablihim, câethum rusuluhum bil beyyinâti ve biz zuburi ve bil kitâbil munîr(munîri).

1. ve in : ve eğer
2. yukezzibû-ke : seni yalanlıyorlar
3. fe : artık, oysa
4. kad : olmuştu
5. kezzebe : yalanladı
6. ellezîne : onlar, o kimseler
7. min kabli-him : onlardan önce
8. câet-hum … (bi) : onlara getirdiler
9. rusulu-hum : onların resûlleri
10 bi el beyyinâti : apaçık delilleri, beyyineleri
11 ve bi ez zuburi : ve zeburu, sayfaları
12 ve bi : ve ile, … ı
13 el kitâbi : kitap
14 el munîri : nurlandırıcı

Ve eğer seni tekzip ediyorlarsa (yalanlıyorlarsa), o taktirde (bil ki) onlardan öncekiler de (resûllerini) yalanlamışlardı. Onların resûlleri, onlara beyyineler (mucizeler, açık deliller) ve zuburi (sayfalar) ve nurlandırıcı kitap getirdiler.


FATIR 26:

ثُمَّ أَخَذْتُ الَّذِينَ كَفَرُوا فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ

Summe ehaztullezîne keferû fe keyfe kâne nekîr(nekîri).

1. summe : sonra
2. ehaztu : aldım, yakaladım
3. ellezîne : onlar
4. keferû : inkâr ettiler
5. fe : artık, bundan sonra, bunun üzerine
6. keyfe : nasıl
7. kâne : oldu
8. nekîri : inkarım

Sonra inkâr edenleri yakaladım. Bundan sonra inkârım (inkâr edilmem) nasıl oldu?


 SOHBETİN YAZILI METNİ:

Fatır Suresi (11. Sohbet) 18. AYETTEN İTİBAREN

Ayetin yarısını işlemiştik. Diğer yarısından devam edeceğiz inşallah.

Sadece meali ile söylüyorum:

“Günahkâr bir nefis başkasının günahını yüklenemez. Yükü ağır basan kimse de onun bir kısmının alınması için çağırırsa, kendisinden o yük alınmaz. Velev o kişi yakını olsun.”

Buna ne demiştik hatırlıyorsunuz. Ayetlerde bunun başka yerlerde de bir misali var.

Mesela Ankebut suresi 13. Ayet var. Orada diyor ki:

“Elbette kendi yüklerini(veballerini),kendi yükleriyle birlikte nice yükleri taşıyacak ve uydurup durdukları şeylerden mutlaka kıyamet günü sorguya çekileceklerdir.”

Yani burada ekstra bir yükten bahsediyor. Ama bu yük geçen hafta bahsettiğimiz gibi kendilerini saptırdıklarının günahından da kendilerine bir pay var. Yani yüklendikleri o kişilerin masum, yani ondan alınıyor da tamamen kendisine geçiyor değil; saptırdığı için kendisine ekstra bir de fatura ediliyor. Bununla ilgili bir ayet vardı.

Onun dışında. Bir kişi; “Ya sen günah işle onun sorumluluğu bana ait.” diye bir şey olmuyor.

Aynı zamanda bu; velev o kişi bunun akrabası olsun, yakını olsun derken de bu kıyametle ilgili hadislerde sahneler anlatılıyor. Orada da bir kişi dolaşıyor o şiddetli günde. “Ya!” diyor.

“Ben senin annen değil miyim?

Ben senin oğlun değil miyim?

Ben senin akraban değil miyim?

Şu yükümü biraz sen al. Günah yükümü biraz sen al.”

Bunun da mümkün olmayacağını söylüyor. Kişinin kendi kendine kazandığı, elde ettiği günahı bir başkasına satamıyor, bir başkası zaten onu almıyor. O ilk başta bahsettiğimiz istisna, başkalarının sapıtılmasına vesile olan şeylerden, onun yüklerinden de aynı zamanda kendisine geliyor.

Burada “vizra” kelimesi var. “vizr” sözlüklerde “dağ” manasına geliyor. Hani dağını alamaz gibi bir anlam yok burada. El müfredat sözlüğünde şöyle bir ifade var: “Dağın kendisine sığınanın ağır yükü yüklenmesi gibi bir şey.”

Ya da şöyle diyebiliriz:

Birisinin yükünü alacak dağ gibi kuvvetli birisi. Bu şekilde geçiyor.

Yani, birisinin yükünü alabilmesi, taşıyabilmesi için birisinin dağ gibi bir ağırlıkta olması gerekiyor.

  1. si şöyle o “vizr” denilen yük dünyada biraz hafif geliyor. Fakat ahirette görecek ki o kişi dağ gibi bir şey.

Çünkü burada sırtına yüklenme var. Mesela ayetin 1. Satırında:

“Ve in ted’u musgaletun ilâ hımlihâ” “Onu yüklenmesi için çağırsa” diyor.

Yani sırtına alınan bir şeyi Rabbim orada aslında o basit bir yük değil, dağ gibi ağırlığı olan bir şey;

Onu sırtında taşımaya bir başkasını nasıl çağırabilirsin?

Başkası onu nasıl yüklenir?

Ama bu tarafta bize o hafif geliyor. Günah ne olacak ki?

Altından kalkılamayacak yük denir ya. Bunun gibi bir yük yani. Hatta bu İnşirah suresinde vardı. Geçen hafta bahsetmiştim.

“Elem neşrah leke sadrek” “Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?”

“Ve vada’na ‘anke vizreke” “Senin yükünü senden almadık mı? Gidermedik mi?”

“Elleziy enkada zahreke” “Ve o senin belini çatırdatmıyor muydu?”

Yani Peygamber Efendimiz de bile böyle bir yük var. Ve bunu Rabbim hafifletiyor. Tabi Peygamber Efendimizin sorumlulukla ilgili bir yükü de var aynı zamanda. Bizim de günah yükümüz var. Bu da ahirette çok ağır bir yük olduğunu söyleyerek, bu dünyada bizi uyararak Rabbim “Dikkat edin, o yük birisine satabileceğiniz, birisinin yüklenebileceği bir yük değil. Ona göre yaşayın.” Uyarısı var.

İşte uyarı dedik. Bakın işte bu kısım.

“Sen ancak o kişileri uyarırsın ki…”

“İnnemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil ğaybi”

“Sen ancak o kimseleri uyarırsın ki, onlar Rablerinden gaybta korkarlar. Ya da onlar gayb hakkında Rablerinden korkarlar.”

“Ve egâmus salâh” “Ve onlar namazları ne yaparlar? İkame ederler. Namazları dosdoğru kılarlar.”

Rabbim, biraz evvel hani ağır yük konusunda uyardı ya ama diyor ki bu uyarı, bu ikaz, bu nezir ancak kimin içinmiş yani herkes için geçerli değilmiş. Yani tesiri yok bu uyarmanın. O uyarıyı dikkate alabilecek kimseler, yani biz de onun içerisindeyiz, ancak şu özellikler olursa tesir ediyormuş.

1.si

“Yahşevne” “Haşyet” bu. Haşyet durma, korku duyma. Kimden?

Rablerinden haşyet duyma. Ama nerde?

“Bil ğaybi” “Gaybi olarak.”

Yani Allah’ı biz zahiri olarak, şahit miyiz? Görüyor muyuz?

Hayır. Allah bizim için gayb. İmani olarak demiyorum. Duyu, algı meselesi ile söylüyorum. Bu gayba ya da gaybi meseleler bir izaha göre. Yani Allah bizi uyarıyor ya ahirette. Ahiret bizim için gayb değil mi? Şu an şehadet âleminde olan bir şey değil, görünen bir şey değil. O konularda Allah’tan haşyet duyuluyor. Korku.

Şimdi korku ile ilgili o kadar çok kelime var ki Arapçada. Haşyetin ifadelerden farklı olarak, korku manasındaki farklılığı ne?

Azameti bir olaydan dolayı korku. Mesela havf genel anlamda korkudur. Lakin havfta zarar görme endişesi vardır. Mesela Kureyş Suresi var ya. Onları biz “âmenehüm min havf” diyor. “kaygıdan giderdik” yani orada ne var “Ticaret ve ticaretlerini yaparken yolda başlarına gelebilecek olan tehlikelerden koruduk.” manasında bir ifade var.

Orada ki havf o. Fakat bu 18.  Ayetteki  “haşyet” ise Rabbinin azametinden dolayı bir ürperti duygusuyla (ürperti az gelir ama) korku. Manevi bir korku, yani elinde değil. Geldiği zaman yani onu idrak ettiği zaman, imani bir meseledir. Aynı zamanda, gaybi olarak korkuyorlar. Bakın burada gaybi denmesindeki bir şey de şu; eğer gaybi olsa kişinin haşyet duyup, duymama konusunda tercihi olamaz.

Yani Allahu Teâla’nın o azametini görecek de yani gaybi değil şehadeti olacak da, ya haşyet duysam mı? Duymasam mı? Gibi bir şey yok. Burada “Bil ğaybi” demesiyle beraber “gaybta Rabbinden korkar” demesinin sebebi biraz imani bir mesele.

Ya da diğer ayetlerde geçecek Allah’tan en fazla âlimler korkar meselesinde kişinin ilmi arttıkça, gaybi de olsa Allahi konularda bir haşyet duygusunun da oluşması gerektiği ile ilgili bir şey.

Bunu yıllar evvel konuştuğumuzda hatırlar mısınız? Bazı sohbetlerin vurucu cümleleri var. Tesir altında bırakıyor onlardan birisi şu.

Bu kadar ilim öğreniyorsunuz. Yani bu ilim faydalı mı? Değil mi? Şunu yapın.

Sizde Allahi bir olayda gelişme sağlıyor mu?

Ve Allah korkusunu oluşturuyor mu? Oluşturmuyor mu?

Bakın buraya yıllardır geliyorsunuz. Gelenleriniz var. Eğer bir haşyet oluşturuyorsa.

İlim, size menfaatli bir ilimdir. Korkutuyorsa, Allah korkusunu oluşturuyorsa, haşyet duygusunu oluşturuyorsa bu öyle bir duygu. Bu da kişinin testidir aynı zamanda. Yoksa ne güzel vakit geçirdik, ilim aldık sevap kazandık gibi bir durumu olur.

“İlim, ilim bilmektir. İlim, kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsin. Bu nice okumaktır.” Yunus Emre Hazretlerinin sözüdür.

“Gaybta korkarlar” ve ne yaparlarmış?

“Egâmus salâh” “ Namazı kılarlar değil. İkame ederler.”

Kuranı Kerim’in hemen hemen hiçbir yerinde namazı kıl diye bir ifade yok. Çok daha şiddetlisi olan ikame ederler var.

Hani Sırat-ı müstakim kelimesini işlerken “kame” “قَامَ “ fiilinin ayağa kalkmak fiili olduğunu söylemiştik. Dik durmak yani oturan birisinin ayağa kalkması gibi, yatan birisinin ayağa kalkması gibi.

Burada da ikame derken de ifal babı denilen bir şey var Arapçada. Etki karşı tarafa geçiyor, kaldıran. Yani namazı kaldıran, ayağa kaldıran, dik tutan bir kavram var. İkame etmek öyle basit, arada bir namaz kılmak değil. Allahu Teâlâ namaz kılınmasını emrediyor ama namaz kılanlara da, namaz kılma konusunda aşırı hassas olmalarını söylüyor.

Mesela “Namazın kazası yoktur.” Diye bir ifade var. Bu ne demek?

Bu ilmihali bir bilgi.  Daha vakit var, işim de zor sonra kaza ederim gibi bir şey yok.

Bir mümin karar verdikten sonra bütün işlerini namaza göre yapacak. “Sürekli abdestli dolaşın” diyorlar. Neden?

Onu bir manevi, Allahi yakınlıkla ilgili bir ifadesi var onun. Bir de her an hazır olursunuz, antrenmanlı olursunuz, anında şartlarınız uygun olduğunda namaz kılarsınız. Diğer türlü imtihanla karşılaşırsınız. Kendi zaaflarınızın sonucu olarak bir imtihanla karşılaşırsınız.  Çok zorluk çekersiniz. Özellikle bayanlar bu konuda çok gevşek görüyorum. Çarşıya, pazara misafirliklere gittiklerinde, tatile gittiklerinde biraz daha gevşek oluyorlar. Tabi bu biraz herkeste var. Biraz daha dikkatli olmakta fayda var.

Diğer ifadesi de namazın içeriğine de dikkat etmek. Yani bir ifade var kendi aramızda, arkadaşlarla konuştuk. “Ya namazını kıldın mı?”

Yani geçiştirdin mi? O sorumluluğu üzerinden attın mı? Manasında.

Tabi ki namaz kılmama durumuna göre artı bir şeydir bu. Fakat Allah’la buluşma, Onun’la diyalog, O’na yönelme olarak değerlendirdiğimizde; “ikame etmek” daha ciddiyete alınması gereken bir durumdur.

“Kame” fiili Kuranı Kerimde yaklaşık 600 kez kullanılmış. 6000 civarında ayet olduğunu düşünürsek, her 10 ayette bir gelmiş her 10 ayet de yaklaşık bir Kuran sayfasıdır. Yani hemen hemen her sayfada bu “kame” fiilini yani ayağa kalmak, dik durmak fiilini kullanmış. Yani bu çok dikkat edilecek bir şey. Çok ciddi fiil, bunu Fatiha Suresinde işledik.

“İhdinas siratal müstakim” ayetiyle ilgili duruma bakabilirler. Çok ciddi bir şey.

El-Hayy, El Gayyum beraber nitelendirilir ipucu olarak. Yani sistemin Allah ile kayim olmasıdır. Bu fiili Rabbim buna kullanmak üzere vermiş. Ve 600 küsür yerde kullanarak önemini bahsetmiş. Çok teferruatlı çok girmek istemiyorum konuya.

Burada dikkatinizi çekecek bir şey var. Namazı kılmak Allah’tan korkmaktan sonra gelmiş. Yani sıralamada önce namaz kılmak sonra korku yok. Yani namaz kılına kılına da bir haşyet duygusu oluşur doğru. Ama önce haşyet var. Gaybi olarak Allah’tan haşyet var, ondan sonra da namaz var. Eğer böyle olursa namaz çok daha anlamlı olur.

Rabbim önceliği haşyete vermiş. Bunun önemine binaen olduğunu düşünüyorum. Çünkü birde şu var. Bakın, namaz muayyen vakitlerde. Yani sürekli namaz modunda da olabilirdik ama günde beş vakit var. Fakat haşyet daimi, yani haşyet hal. Namaz biraz daha muayyen. Buna biraz dikkat edilmesi gerekiyor. Yani o haşyet duygusunun oluşmasının ifadesi bence önemli.

Bir sonrasında ne var?

“Ve men tezekkâ feinnemâ yetezekkâ linefsih” burada bir şart cümlesi var.

“Ve men tezekkâ” bu “tezekkâ” fiili mazi tezekki etmek manasında.

“Fe” burada şartın cevabı. “innema” ile geliyor.

Geçen bir kural okumuştuk arapça bilenler için söylüyorum. Cevabın başına “fe” gelir bir de arkasına “innema” gelirse orada cezm edilmiyor. Fiili muzaridir.

“yetezekkâ linefsih” “nefsi için temizlenir. Nefsi adına temizlenir.”

Nefis biliyorsunuz 2 manada kullanılıyor. Bizzat kişilik anlamında kimlik anlamında, kendisi için temizlenir başkası için değil manasında. Birde, kişiyi oluşturan ruh, nefis ve beden üçlemesinden biri olarak da kişi kendi nefsini temizler.

Burada 3. Sırada da şu var. Allah’tan haşyet duydun, namazı ikame ediyorsun yani ibadet konusunda Allah’a yöneliyorsun, kulluk ediyorsun bu da yetmiyor artık 3. Aşamada nefsini de temizlemen gerekiyor.

Yani bugün mesela çok ilginç 5 vakit namazını kılıyor cami cemaatinden biri. En ufak yer konusunda ya da ayakkabı çalınma konusunda bir şey de anında birbirlerinin boğazına sarılacak duruma geliyorlar.

Maalesef dinden uzaklaşıldı, maneviyattan da uzaklaşıldı. Eskiden nefis terbiyesi cemaatlerin, grupların çok dikkat ettiği bir şeydi. Yani sadece ibadet yetmez. Yani bu şeriati şeyler. Nefsini de düzenlemen, temizlemen, buradaki ifadesi de tezkiye etmen gerekir.

Zaten biz birazda dünyaya bunun için geldik.

Yani “esfele safilin” e indirildi ya, aslında insan olan yapı. Tasavvufi bir ifade olsun diye söylüyorum. Nefislerin birde hayvansal suretleri vardır.

Ama Allah bizi “ahsen-i takvim” yarattı.

“Summe radednâhu esfele sâfilîn” “aşağıların aşağısına indirdi.” (Tin Suresi 5. Ayet)

Senin bu hayvan silüetinde olan iç yapınıda tezkiye etmen gerekiyor.

Bir yatay tezkiye var ki bu tasavvufta nefis kademeleri, nefsi emmare, nefsi levvame, nefsi mülhime, nefsi mutmainne, nefsi raziye, nefsi safiye gibi makamları var bu yatay kattaki temizlik. Birde dikey, insanlığa doğru giden dikey anlamda da var.

Farz-ı ayn olarak yatay temizlenirsin. Farz-ı kifaye olarak da dikey olarak insanlığa varan 7. Kademeye kadar da gitmen lazım. Bu anlamda bir hatırlatmak istedim nefis konusuna gelmişken.

Nefs konusu, nefis bir konudur.

Burada ki “tezekka” ifadesi ile zekât aynı kökten.

Zekât biliyorsunuz. Kişinin kazandığı ve sahip olduğu mallardan, değerlerden belirli bir miktarını vermesi manasına geliyor. Zekât aynı zamanda temizlenme. İkisinin birleştiği yer şu. Malını verdiğin takdirde şöyle devam edelim.

Malın var. Malının bir kısmına zekât deniliyor. Temizlenme kısmı. Onu verdiğinde malını ya da kazancını temizlemiş oluyorsun.

Mesela bir esnaf olduğunu düşünün kasasına para girdi. Onu da diyor ki ayeti kerime de:” İhtiyaç sahipleri için orada malum bir pay vardır.” Diyor. O payını ayıracaksın kalan kısmı senin. Ayırdığın kısmı zekâtı işte. Bunu ayırdığın zaman temizlenmiş oluyor. Yine de bir yıllığına temizlenmiş oluyor. Üzerinden 1 yıl geçmiş ve saklarsan Allah’ın muradı bu değildir.

Bakın bir hadis okuduk geçenlerde. Peygamber Efendimiz SAV diyor ki: “Uhud dağı kadar malım olsa içinden sadece borçlarımı ödeyecek kadar, 3 günlüğüne bende bulunmasına razı olabilirim. Önüne, sağına, soluna verme işaretleri yaparak, onu dağıtırdım.” Diyor. Uhud dağı kadar olsa diyor. Malımın kendimde bulunmasını istemem dağıtırdım.

İstisna olarak şunu vermiş. Borcunu ödemek için o da 3 günlüğüne.

Şimdi bir yıllığına gelecek de üzerine, ya neden koyuyorsun kenara? Yani neden koyacaksın ki kenara? Ancak borcunu ödemek konusuyla ilgili bir şey var. Bize bir şeyler yanlış anlatılmış özellikle zekât konusunda yanlış anlatılmış. Bunu çok konuştuk. Bir kişinin zekât vermesi için illa 1 yıl geçmesi borcunu falan ödemesi mümkün değil. Şu anki ekonomik sisteme göre mümkün değil. Bugün en büyük ekonomiye sahip olan kişileri düşünün buna kredi alabilme miktarı deniyor. Kendi mal varlığından daha fazlasına borçlanıyor. Bu mantığa göre; Koç’un, Sabancı’nın zekât vermemesi lazım. Bütün borcu bitecek, üzerinden de bir yıl olacak. Sermaye sahipleri ve zenginler buna güler biliyor musunuz?

Bu sistem yok ki zaten. O dönemde vardı. Ama şu an kapitalist sisteme göre bu yok.  Herkesin kredi kartlarıyla otuz altı aya kadar varan borcu var. Kimsenin zekât vermemesi lazım.

Hayır, Ahmet İndihambel Hazretleri bu fetvaları veren kimse; aldığı kiradan zekât vermiş.  Hani üzerinden bir yıl geçecekti, malı olacaktı? Hayır! Gelirin zekâtı var. Anında da verebilirsiniz. Bunun fetvaları verilmiş biliyorsunuz. Verdiğin kısım malını temizliyor. Öbür türlü bir şekilde kirli oluyor.  Bunu bizim anlamamız zor ama manen kirli oluyor.

Peki, şunu söyleyeceğim: Eğer nafaka, yani şöyle. İnfak, ailenin infakı ise doğru. Başkalarının infakıysa, aslında zekâtın en üst aşaması infaktır. Vermektir. Hem maddi, hem manevi olarak vermektir.

Ben temizliğe gireceğim. Bakın namaz beş vakit. Zekât senede bir diyelim.  Öyle değil ya. İkisi musabi tutulmuş. Namazlarını kılarlar, zekâtını verirler. Peki, nasıl oluyor bu? Zekâtını verdiğin andan itibaren öyle bir nefsinde, en azından maddiyatın maneviyata dönüşmüş şeklinde, bir temizlik hali oluşuyor ki; bir sene boyunca tesirini görüyorsun.  Bu kadar kıymetli. Nefsinin de pozitif şeyleri algılamasına, temiz olmasına yönelik demek ki tesiri olduğunu bu ayetten anlıyoruz.  Nefsi için temizlenir diyor ya burada;  burada hani zekâttan özellikle bahsedilmiyor ama bazı tefsirlerde bunu zekata işaret olduğunu söylemişler. Aynı kelime kökeninden olduğu için.

Ama aslında burada kastedilen Allah’tan korkacaksın, namaz kılacak, ibadet edeceksin. Bunu ikame şeklinde yapacaksın. Nefsini de temizleyeceksin. Bu da neyi sağlıyor? Senin Allah’a, uyarılara tesir edebilmek için zemin doğuruyor.

Uyarı herkes için geçerli ve her iman konusunda geçerli. Yani bir kez uyarıldım geçtim değil.

Subhan mıyız biz? Haşa! Subhan olan Allah. Hangi kademede bulunursa bulsun, işte eksikse; eksik olan kısmına uyarı gelmesi gerekmiyor mu?  Gerekiyor. Bunun olması için de en azından bu üçlüyü diyor, bu ayete göre, arkasında başka şeyler olduğunu da görüyoruz 28. Ayette.

En azından burada, bunların temel şartlar olduğunu, ön şart olduğunu görüyor. Peki, bu ne için uyarıyordu Rabbim ayetin öncesinde?

Vizr denilen dağ gibi altından kalkamayacağımız yükü (ki asıl ahirette anlayacağız) yüklenmememiz için her iman düzeyinde farklı olacak şekilde; Rabbim bunu da zemin oluşturacak şekilde en azından 3 unsurla beraber bize söylüyor.

Daha büyük bir ikaz yapıyor. Ne diyor?

“Ve ilallâhil masîr.” “Dönüşte Rabbinedir.”

Yani sen bu dünyayı daimi zannetme, bir şey rücu edecek aslına. Allah’a döndürüleceksin. Ona göre de dikkatli olarak yaşa var.

Bu “ileykel masir” konusunda ben dakikalarca, saatlerce konuşabilirim ama gerek yok. Devam edelim.

19 ayetten devam edelim.

“~~35.19~
وَمَا يَسْتَوِى الْاَعْمٰى وَالْبَصٖيرُ “

“Ve mâ yestevil ağma vel basîr.”

“Yestevil” bir şeyin aynı seviyede olması, müsavi olması. Hani tesviye var ya! Marangoz ya da demir ustası ne yapıyor?

Tesviye ediyor. Ne yapıyor?

Pütürlü kısım ile diğer alçak kısmı zımpara ile aynı seviyeye getiriyor.

Yani denk, müsavi, eşit olmaz. Kim?

Ama ile, ama ne demek? Gözleri görmeyen, kör, görme özürlü manasında.

Ama ile basir, başara fiili görme diyelim biz buna.

Görme fiilini sürekli üzerinde bulunduran kimse ile aynı olmaz.

Şimdi burada iki zıtlıktan bahsediliyor. Bunun çok ilginç kelimesel derinlikleri var. Basit ayetler gibi geliyor ama vakit yeterse anlatacağım.

Devam ediyor 20. Ayette.

“~~35.20~
وَلَا الظُّلُمَاتُ وَلَا النُّورُ”

“Ve lez zulumâtu ve len nûr.”

“Karanlıklar nur ile eşit olmaz.” Devamı var.

Devam ediyor 21. Ayette.

“~~35.21~
وَلَا الظِّلُّ وَلَا الْحَرُورُ“

“Ve lez zıllu ve lel harûr.”

“Gölgede harur ile hararetle yani sıcaklıkla bir olmaz.” Devam edelim.

  1. Ayette ne diyor?

“وَمَا يَسْتَوِى الْاَحْيَاءُ وَلَا الْاَمْوَاتُ اِنَّ اللّٰهَ يُسْمِعُ مَنْ يَشَاءُ وَمَا اَنْتَ بِمُسْمِعٍ مَنْ فِى الْقُبُورِ“

“Ve mâ yestevil ahyâu ve lel emvât, innallâhe yusmiu mey yeşâé’, ve mâ ente bimusmiım men fil gubûr.”

“Ve mâ yestevil ahyâu ve lel emvât,” “Diriler, ahya olanlar, hay olanlar, diriler de; emvat, mevt olanlarla, ölülerle bir olmaz.”

Burada kapalı kalsın buraya kadar bakalım.

Burada bazı zıtlıklarla örnekler veriyor.

Yani ama ile gören bir olmaz. Karanlıklar ile nur bir olmaz. Gölgelik, o serinlik ile sıcaklık, hararet bir olmaz. Bir de neyi örnek veriyor?

Hayatta olan diriler ile ölüler bir olmaz.

Bunu neyin arkasına söylüyor? Hani sen bir ayet vardı Yasin’de “sen uyarsan da uyarmasa da değişmez.” Vardı ya. Oraya burada bir işaret ediyor.

Uyarsan da uyarmasan da bir olmaz neden? Onlar o ikinci kısımda olanlar yani zıtlıkta olanlar. Kim onlar? Ama olanlar. Onları uyarsan da uyarmasan da birdir.

Şimdi burada normal körden bahsetmiyor. Yani dünyevi körden bahsetmiyor. Misal olarak veriyor.

Nasıl ki dünyada gözü gören ile görmeyen aynı değilse, manevi olarak gözü kör olan ile gören kişi de aynı olmaz. Yani ona senin yapacağın bu ikazların, uyarmaların tesiri aynı seviyede olmaz. Aynı şu şekilde karanlığı görüyor musun? Karanlığı.

Bir de nuru görüyorsun. Bu ikisi ne kadar farklı değil mi? Karanlık ve aydınlık. Aynen bunun bir olmayacağı gibi. Bu sefer de iç âlemlerini söylüyor Rabbim. İç âlemleri birilerinin karanlık, bir de nur var, ışık var. Aynı olamayacağı gibi onların iç âlemleri de karanlıktır. O kişiye de uyarı versen de onlara fayda etmez.

Aynı şekilde şunun gibi. Gölgeyi görüyorsun değil mi? Seni hararetten nasıl koruyor?

Şimdi onunla beraber aşırı sıcakta, hararet de bir olur mu? Aynı bunların farklılıkları gibi imanın o serinleten gölge kısmı, küfrün o hararetli kısmı gibi de eşit olmaz diyor.

Bir de yetmiyor bununla beraber. Sen o dirileri görüyor musun? Dirileri, hayatta olanlar. Bir de kabirde yatan ölüler var. Ne kadar? Dağlar kadar fark var onun içinde değil mi? İşte onların kalpleri de aynı şekildedir. Onların içinde musabilik olmaz.

Şimdi burada biraz teferruata girersek müthiş teferruat var. Mesela burada

“Ve mâ yestevil ağma vel basîr.” Basar gelmiş bak. Önce kötü misal sonra iyi misal.

İkinciye bakın.

“Zulumâtu” gelmiş önce kötü sonra iyi misal nur. Fakat diğerinde

İyi bir şey öne gelmiş gölgelik öne gelmiş. Hararet ikinciye gelmiş.

Dördüncüde ise; dirilik iyi bir şey canlılık hali öne gelmiş. Ölümlük de sona gelmiş.

Yani ikisinde Rabbim kötüyü öne almış. İki de iyiyi öne alarak farklı anlamlarda misal vermiş.

Burada bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum. Bakın ayetlerin sonu nasıl bitiyor.

“Basiru, en nur, el harur” şeklinde bitiyor bakın diğer ayetlere de bakın.

Hepsi “gubur, nezir, münir, nekir” gibi devam ediyor.

Aynen bir şiirin kafiyesi gibi kafiyeli gelmiş. Bu 21. Ayette de bu bozulmamış. Önce bir şaşırmıştım ben. Bu bilgiyi Ruhul Beyan’dan almıştım bu bilgiyi.

İyi de dedim sadece kafiye uyumu olsun diye mi Rabbim bunu yapar?

Ama sadece kafiye değil. Onun desteği olarak da işte “Ahyâu ve lel emvât” ta da iki ikili misal gelmesi de hem kafiye uyumu açısından muhteşem bir icaz olduğunu gösteriyor bunun hem de anlam olarak iki iyi önde, iki kötü önde olarak da takdim deniyor. Burada anlam bütünlüğünü de koruduğu görülüyor.

Şimdi burada bir şey daha var. Ama ile basir aynı olmaz derken. Bakın burada zaten bu meallerde kırmızı kırmızı gözüküyor, diğer meallerde hep “Ve lez zulumâtu” demiş. La olumsuzluk ekidir. “ve len nûr” yine olumsuzluk eki gelmiş. “Ve lez zıllu”, “ve lel harûr” derken de aşağıda da var. Hep olumsuzluk ekleri ile gelmiş. La diye.

Ama ilk kısma bakın. “Ve mâ yestevil ağma vel basîr” derken bu olumsuzluk kelimeleri kullanılmamış.

Burada şöyle deniyor. Tamam, görme durumu ile ama durumu birbirine zıt gibi gözüküyor ama diğerleri kadar da zıt değil. Yani bir ama durumu ile görme durumu aynı bedende bile olabilir. Bir gözü kişinin görür, bir gözü görmez. Ki görmemek durumu da o kadar kötü değildir. Ama diğerlerindeki zıtlık daha fazladır olarak yorumlanmış.

Bunları size anlatıyorum ki gelişi güzel Kuran’da her harfin manaya tesir eden küçük incelikleri de var. Bu Kuran’la ilgileniyorlar arkadaşlar. Kuran’ı anlamak için Arapça öğreniyorlar. Ben de böyle incelikleri de onlara, belki teferruat gibi gelebilir ama söylüyorum ki bu herhangi bir kitap değil. Her ifadenin burada bir manası var diye.

Bir şey daha var burada mesela. Bunu bahsettikten sonra diyor ki: “Diriler ile ölüler müsavi olmaz” derken “Yestevi” fiilini Rabbim bir daha kullanmış. Yukarda üç kısım için bir kere kullanmış. Bunu kullanmadan bile cümle gelebilirdi. Neden burada özellikle bir daha kullanılmış? Yukardakiler de zıtlıktı ama en büyük zıtlık burada ölü ile dirinin farkı gibi olması. Burada özellikle asıl ciddi farklılığın burada olduğunu söylüyor Rabbim.

Bir farkta şu var. Bakın “zulumat” çoğul olarak gelmiş. “Nur” tekil olarak gelmiş. Biri cemil olarak gelmiş, biri müfret olarak gelmiş.

Buradan nasıl mana çıkabilir? Yani zulümlere, karanlıklara götüren yollar çok olabilir fakat nur tektir.

Yani sıratı müstakim tektir.

Tevhit budur zaten.

Bakın görüyor musunuz? Atlanarak geçilecek gibi ama Rabbim ne kadar incelik vurgusu yapıyor. Yani işte burada Kuran’a saygı artıyor. Kuran’ın herhangi bir kitap değil. Âlemlerin Rabbinin kitabı olduğunun da burada bir göstergesi var. Biraz daha ilerleyelim. Daha çok teferruat var ama.

“Dirilerle ölüler bir olmaz” dedikten sonra Rabbim şunu diyor:

“innallâhe yusmiu mey yeşâé’,” Allah dilediğine işittirir.”

Bak burada işittiren kim?

Allah. Bakın devamında ne diyor?

“Ama sen kabirdekilere işittirecek değilsin.” Zaten 23. Ayete de bunun sebebini söylüyor.

“İn ente illâ nezîr” “Sen ancak bir uyarıcısın.”

Yani burada kulum sen işittiremezsin. Bir ayette de vardı. Kasas Suresi 56. Ayette.

“Resulüm sen sevdiğini hidayete erdiremezsin. Bilakis Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları da en iyi O bilir.”

Bir de Ali İmran Suresi 28. Ayette,

“Bu işte senin yapabileceğin bir şey yoktur.” Manasına da geliyor burada.

Yani bir adamın artık kalbi öldü ise, kalbine o mühür vurulmuşsa deniyor ya, artık onun işi bitti. Yani senin ona yapabileceğin bir ley yok. Allah ona işittirir ama dilediğine işittirir. İşittiren de Allah’tır. Diyerek burada bir vurgu var

Bir de şunu gördüm ben el-basir ve el semir esmaları var. Burada her zaman Kuran’da semir, basir den önce gelmiştir. Bir tek tahmin ediyorum İsra Suresinde farklı diğerlerinde semir, işitme esması, basir esmasından önce gelmiştir. Daha üstün. Burada ise aynı vurgu var.

Bakın sen âmâya işittiremezsin diyor. Örnekler verilmiş ama en ciddi örnek olan ölülerle, dirilerin o birbirlerindeki kesin farklılığına da Allah işittiremezsin derken de, işitmenin görmekten daha kuvvetli bir imani unsur olduğunu gösteriyor burada.

İşittiremezsin derken burada kasıt imanına yol açacak şeyleri söyleyemezsin

“Semiğna ve Atağna” derken ne var? “İşittim ve iman ettim” derken.

İşitme nasihati alıp hayata geçirme manasına kullanılıyor.

“Sen işittiremezsin” derken de burada imani bir ilave yapamazsın manasında kullanılıyor.

Görüyor musunuz? Bakın! “Semiğ” nin el-semir’in el-basir’den üstün olduğunu Rabbim ayetlerin içerisine nasıl örgüyle örmüş? İşlemiş, nakşetmiş.

Sen kabirdekilere işittirecek değilsin derken de şu var.

Biz biliyoruz ki Peygamber Efendimiz SAV kabirdekilerle konuştuğunu biliyoruz. Burada “sen işittirecek değilsin” de ne var?

Burada ki zahiri kabirdekiler değil. Manevi kabirdekiler. Yaşıyor adam ama kalbi ölmüş. Rabbim bunu ölü olarak kabul ediyor.

Çünkü hadis var mesela;

Peygamberimiz SAV Bedir günü kabelilerin cesetlerinin bedir kuyusuna atılmalarını emretti ve onlara “ Ey kâfirler, ben Allah’ın bana vadettiğini hak olarak buldum. siz de Allah ve Resulünün size vadettiğini hak olarak buldunuz mu?” diye nida etti.

Bunun üzerine Hz Ömer “ Ya Resülallah sen bu cesetlerle nasıl konuşuyorsun?” diye sordu.

Peygamber Efendimiz SAV “benim onlara söylediğimi siz onlardan daha iyi duyamazsınız. Onlar pekiyi duyarlar ancak cevap vermeye muktedir değiller” diye buyurdu.

Şimdi çok net bir hadis. “Sen kabirlerdekilere işittiremezsin” derken iki şey var.

1.si Allah’ın izni ile işittirirsin. Çünkü ne diyor burada?

“innallâhe yusmiu mey yeşâé’” “Allah dilediğine işittirir” derken de aslında işittiren Allah. Çünkü farklı bir fiziki âleme, berzaha gitmişler. Oraya işittirirken de Allah’ın izni ile görürsün.

Yani bu ehli kubur denilen bir grup var. Yaşayanlardan, maneviyatı olanlardan, kabirdekilerle diyalog sağlıyor. Nasıl sağlıyor? Allah’ın izni ile sağlıyor. Kendindeki bir mekanizma ile değil. Ona belki de sözünü işittiriyor. Bu da Allah’ın işittirmesi ile oluyor. Normal fiziki kaidelerle değil.

2.si sen hidayeti onlara ulaştırdığını zannediyorsan bil ki, yani işitme duyusu ile hidayetin birleştiği yer, onu Allah hidayete erdiriyor. Sen değil. Dilediğine bunu yapıyor manasına da bunlar yorulabilir.

Devam edelim

“İnnâ erselnâke bil haggı” “Biz seni hak olarak gönderdik”

“Beşîrav ve nezîrâ” “Beşir müjdeleyici olarak ve nezir uyarıcı olarak”

Burada “beşir” in öne gelmesi de Allah’ın rahmetinin gazabından öne geçmesi ile ilgili bir şey. Aynı zamanda ne var?

“Siz insanlara bir şey tebliğ ederken önce müjdeleyici taraflarını söyleyin sonra ikaz edici taraflarını söyleyin” derken de Allahu Teâlâ’nın burada eğitim metodunda bir ikazı var.

“Ve im min ummetin illâ halâ fîhâ nezîr” “Hiçbir ümmet yoktur ki onlardan gelip geçmiş bir nezir olmasın.”

Yani burada Rabbim sünnetullahını söylüyor. Yani sadece sen değil. Biz seni gönderdik ama senden önce de gelip geçmiş bir çok ümmet var. Bu ümmetlere de nezir zaten gelip geçmişti.

Yani sen ilk değilsin. Bu olaylar da ilk olmuyor. Yani burada Rabbimin bir tesellisi var. Şöyle devam edelim teselliyi daha iyi anlayacaksınız.

“Ve iy yukezzibûke” “ Eğer seni yalanlıyorlarsa”

“Fegad” “Kesin kez”

“Kezzebellezîne min gablihim” “Onlardan önce gelenler de zaten yalanlayıp durmuşlardı.”

Devam edelim bunlar beraber

“Câethum” “Onlara geldi”

“Rusuluhum” “ Resülleri”

“Bilbeyyinâti” “Apaçık şeylerle mucizelerle geldi”

“Ve bizzuburi” “Zuburlarla, Zeburlarla geldi” Bunu açıklayacağım.

“Ve bilkitâbil munîr” “ Münir olan nurlu kitaplarla gelmişti”

“Summe” “Daha sonra”

“Ehaztullezîne keferû” “Küfredenleri, kâfir olanları ben yakaladım”

“Fekeyfe kâne nekîr” “Gör bak bakalım beni inkâr, nekir nasıl olmuş”

Burada Rabbim Resulullahı bir teselli ediyor. Bak seni burada yalanlayıp duruyorlar ya, bu kadar hak üstüne geldin. Buna rağmen yalanlıyorlar ya bu ilk olmuyor. Ben Hz Âdem’den itibaren devamlı peygamberler gönderdim. Bunlarda farklı bir şey yapmadılar ki. Onları hep yalanlayıp durdular.

Resuller göndermiş. Yetmemiş. Mucizeler göndermiş. Yetmemiş.

Zeburlar göndermiş. Yani sahifeler, uyarılar, hikmetli sözler bunu gelecek haftaya açıklayalım.

O da bitmemiş. Nur veren. Hani yukarda diyor ya zulmetmekle nur bir olmaz diye.

Nur veren kitaplarla da göndermiş. Ama bunlara rağmen olmamış. Üzülme resulüm bu ilk değil. Sen elinden geleni yapıyorsun. Zaten bu insanlığın durumu. Fakat tehlikeyi söylüyor.

“Ben onların hepsini cezalandırdım.” Yakalayıp cezalandırdım. Hadi bakalım görsünler bak beni inkâr, küfür nasıl oluyormuş? Derken de burada hidayetin kendisine ait olduğunu, sana ancak tebliğin düştüğünü o yüzden de sistemin sahibi benim resulüm sen de kendini o kadar yıpratma diyerek de burada SAV e bir ikaz var.

Allahu Teâlâ bizi uyarılara açık olan insanlardan eylesin ki, uyarılmak zannedildiği gibi basit değil.

Allah’tan haşyet duymak gerekiyor. 2.si namazla Allah’a yönelmek gerekiyor. Hem nefsi şeylerle hem de Allah’ın zekât gibi emrettiği şeylerle de gönlümüzü, nefsimizi temizleyerek bunlara uygun hale gelmeye alt zeminini oluşturuyor.

Allah korusun görenle görmeyen gibi, zulümatla nur gibi, gölgeyle sıcaklık gibi böyle zıtlıklar insanlar arasında oluşturma tehlikesi var.

Bırakın onu yaşarken bile ölüyle dirinin olduğu gibi fark var. Allah bizim de bütün bu gereken şeyleri yaparak Allah’ın işittirmesiyle de yaşarken gerçek anlamda diriler olmamızı nasip etsin

Yoksa Allah korusun ahirette dönüşün O’na olmasıyla beraber Rabbimin önceki ümmetlere hem bu dünyada hem ahirette yapacağı çok ciddi bir cezalandırma var. Allah’ta bizi bunlardan korusun.

“Sadakallahülazim”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

FATIR (10.Sohbet) 14-18.ayetler#

SOHBETİ DİNLE :


SOHBETİ MP3 OLARAK İNDİRMEK VEYA DİNLEMEK İÇİN ALTERNATİF LİNK:

https://yadi.sk/d/2ed4LBUMpgqaS


FATIR 14:

إِن تَدْعُوهُمْ لَا يَسْمَعُوا دُعَاءكُمْ وَلَوْ سَمِعُوا مَا اسْتَجَابُوا لَكُمْ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكْفُرُونَ بِشِرْكِكُمْ وَلَا يُنَبِّئُكَ مِثْلُ خَبِيرٍ

İn ted’ûhum lâ yesmeû duâekum, ve lev semiû mâstecâbû lekum, ve yevmel kıyâmeti yekfurûne bi şirkikum, ve lâ yunebbiuke mislu habîr(habîrin).

1. in : eğer
2. ted’û-hum : onlara dua edersiniz
3. lâ yesmeû : işitmezler
4. duâe-kum : sizin dualarınız
5. ve lev : ve olsa bile, eğer
6. semiû : işittiler
7. mâ istecâbu : icabet etmezler
8. lekum : size
9. ve yevme el kıyâmeti : ve kıyâmet günü
10 yekfurûne : inkâr edecekler
11 bi şirki-kum : sizin şirkiniz, şirk koşmanız
12 ve lâ yunebbiu-ke : ve sana haber vermez
13 mislu : gibi, benzer
14 habîrin : haberdar olan, haber veren

Eğer onlara dua ederseniz sizi, dualarınızı işitmezler. Şâyet işitmiş olsalar (bile) size icabet edemezler. Kıyâmet günü sizin şirkinizi inkâr edecekler. Ve sana bunun (bu haberin) mislini (benzerini) verecek (kimse, şey) bulunmaz (Allah’tan başkası haber veremez).


 

FATIR 15:

يَا أَيُّهَا النَّاسُ أَنتُمُ الْفُقَرَاء إِلَى اللَّهِ وَاللَّهُ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ

Yâ eyyuhân nâsu entumul fukarâu ilâllâhi, vallâhu huvel ganiyyul hamîd(hamîdu).

1. yâ eyyuhâ : ey
2. en nâsu : insanlar
3. entum : sizler
4. el fukarâu : fakirler
5. ilâllâhi (ilâ allâhi) : Allah’a
6. vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
7. huve : o
8. el ganiyyu : gani, zengin, ihtiyacı olmayan
9. el hamîdu : hamid, hamdedilen, övülmeye lâyık

Ey insanlar! Sizler, Allah’a muhtaç fakirlersiniz. Ve Allah ki, O; Gani’dir (zengin, ihtiyacı olmayan), Hamîd’dir (hamdedilen).


FATIR 16:

إِن يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَدِيدٍ

İn yeşe’ yuzhibkum ve ye’ti bi halkın cedîd(cedîdin).

1. in : eğer
2. yeşe’ : diler
3. yuzhib-kum : sizi giderir
4. ve ye’ti : ve getirir
5. bi halkın : bir halkı
6. cedîdin : yeni

 Eğer dilerse sizi giderir (yok eder) ve (sizin yerinize) yeni bir halk getirir.


FATIR 17:

وَمَا ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ بِعَزِيزٍ ﴿١٧﴾

Ve mâ zâlike alâllâhi bi azîz(azîzin).

1. ve mâ : ve değil
2. zâlike : işte bu
3. alâllâhi (alâ allâhi) : Allah’a
4. bi azîzin : azîz, güç

 Ve bu, Allah’a (Allah için) azîz (güç) değildir.


FATIR 18:

وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى وَإِن تَدْعُ مُثْقَلَةٌ إِلَى حِمْلِهَا لَا يُحْمَلْ مِنْهُ شَيْءٌ وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَى إِنَّمَا تُنذِرُ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُم بِالغَيْبِ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَمَن تَزَكَّى فَإِنَّمَا يَتَزَكَّى لِنَفْسِهِ وَإِلَى اللَّهِ الْمَصِيرُ

Ve lâ tezirû vâziratun vizra uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salât(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsihî, ve ilâllâhil masîr(masîru).

1. ve lâ tezirû : ve günahını yüklenemez
2. vâziretun : yük taşıyan, günahkâr
3. vizre : ağırlık, yük, günah
4. uhrâ : başka, diğeri
5. ve in ted’u : ve eğer çağırırsa
6. muskaletun : günahları yüklü olan
7. ilâ himli-hâ : onu taşımaya
8. lâ yuhmel : yükletilmez
9. min-hu : ondan
10 şey’un : bir şey
11 ve lev kâne : ve olsa bile
12 zâ kurbâ : onun akrabası, yakını
13 innemâ : ancak, sadece
14 tunziru : sen uyarırsın
15 ellezîne : onlar
16 yahşevne : huşû duyarlar
17 rabbe-hum : onların Rabbi, Rab’leri
18 bi el gaybi : gayba, gaybte
19 ve ekâmû es salâte : ve namazı ikame ettiler
2 ve men : ve kim
21 tezekkâ : tezkiye oldu
22 fe : o taktirde
23 innemâ : ancak, sadece
24 yetezekkâ : tezkiye olur
25 li nefsi-hi : kendi nefsi için
26 ve ilâllâhi (ilâ allâhi) : ve Allah’adır
27 el masîru : dönüş

 Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah’adır ,döner, ulaşır).


 SOHBETİN YAZILI METNİ:

Evet, Fatır suresine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

  1. ayeti işlemiştik. Ama biraz yarım kalmıştı. İşte oradan devam edelim inşallah.

Bir önceki ayet olan 3. Ayetin sonunda diyor ki,

“Onu bırakıp yani Allahu Teâlâ’yı bırakıp taptıklarınız, bir kıtmire -yani hurma çekirdeğinin zarına -bile malik değillerdir.”

14 den devam ediyoruz:

“İn ted’ûhum lâ yesmeû duâekum” “Kendilerine dua etseniz duanızı işitmezler.”

“Ve lev semiû mestecâbû lekum,” “İşitseler bile size icabet edemezler.” Cevap veremezler.

“Ve yevmel gıyâmeti” kıyamet gününde

“yekfurûne bişirkikum,” şirkinizi inkar ederler.

“Ve lâ yunebbiuke mislu habîr.” Habir gibi -haberdar olan gibi -bunu sana haber veren olamaz.

Yani Rabbim, ilahlığını kimse ile paylaşmıyor. En ciddi sonuç buradan bu.

Hatta bırakın onu; buna meyledecek, bu görüşe meyledecek en ufak bir sapmayı bile ciddi hata olarak değerlendiriyor.

Ben değil miyim? Diyor, Yerleri, gökleri, sizleri yaratan. Öyleyse hem ibadet olarak ,hem yöneliş olarak , hem de dua olarak, tamamıyla bana yöneleceksiniz. Sağa sola en ufak meyledilişi, dalalet, sıratı müstakim den sapma olarak değerlendiriyor. Kuran’ın her yerinde -Kuran’la alakalı olanlar çok aşinadırlar- çok ciddi  ikazlar var. Yani yukarıda ‘onu bırakıp dua ettikleriniz’ diyor. Gerçi burada ‘taptıklarınız’ demiş ama dua ettiklerinizi aşağıdaki ifadede “bişirkikum” derken, şirk olarak nitelendiriyor. Şimdi  aleni olarak ‘Allah’ı tamamen bırakıp başka bir takım şeylere putlara /ilahlara dua etmek’  kastediliyor olabilir burada . Ama Kuran’ın muhatabı olan bizlere,  Allah’la beraber “ciddi talebimizin olduğu, onlarda belirli bir izzet addederek  yönlenilen her şeye  yönelinmesi, onları  yardıma çağırılması bile -buradaki ifade ile- ŞİRK olarak değerlendiriliyor.

Okumaya devam et

FATIR (9.Sohbet) 12-13-14.ayetler#

SOHBETİ DİNLE:


Sohbeti mp3 olarak İNDİRMEK veya dinlemek için alternatif  link:

https://yadi.sk/d/d97xKaR2pG9pS


FATIR 12:

وَمَا يَسْتَوِي الْبَحْرَانِ هَذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ سَائِغٌ شَرَابُهُ وَهَذَا مِلْحٌ أُجَاجٌ وَمِن كُلٍّ تَأْكُلُونَ لَحْمًا طَرِيًّا وَتَسْتَخْرِجُونَ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَا وَتَرَى الْفُلْكَ فِيهِ مَوَاخِرَ لِتَبْتَغُوا مِن فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

Ve mâ yestevîl bahrâni hâzâ azbun furâtun sâigun şerâbuhu ve hâzâ milhun ucâcun, ve min kullin te’kulûne lahmen tariyyen ve testahricûne hilyeten telbesûnehâ, ve terâl fulke fîhi mevâhira li tebtegû min fadlihî ve leallekum teşkurûn(teşkurûne).

ve mâ yestevî : ve musavi olmaz, eşit olmaz
el bahrâni : iki deniz
hâzâ : bu
azbun : lezzetli, tatlı
furâtun : tatlı, susuzluğu gideren
sâigun : boğazdan kolay geçen, içimi kolay
şerâbu-hu : onun içimi
ve hâzâ : ve bu
milhun : tuzlu
ucâcun : acı
ve min kullin : ve hepsinden
te’kulûne : yersiniz
lahmen : et
tariyyen : taze
ve testahricûne : ve çıkarırsınız
hilyeten : süs eşyaları
telbesûne-hâ : onu takarsınız
ve terâ : ve görürsün
el fulke : gemi(ler)
 fihi : onun içinde, orada
mevâhire : yarıp giden
li tebtegû : aramanız, talep etmeniz için
min fadli-hi : onun fazlından
ve lealle-kum : ve umulur ki siz
teşkurûne : şükredersiniz

 Ve iki deniz müsavi (eşit) olamaz. Bu lezzetli, tatlıdır. Susuzluğu gideren, içimi kolay olandır. Ve bu (diğeri) tuzludur, acıdır. Hepsinden taze et yersiniz. Ve giyeceğiniz (takacağınız) süs eşyası (inci, mercan) çıkarırsınız. Ve onun fazlından istemeniz için onda (suyu) yarıp giden gemiler görürsünüz. Umulur ki böylece şükredersiniz.


FATIR 13:

يُولِجُ اللَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ يَجْرِي لِأَجَلٍ مُّسَمًّى ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُ وَالَّذِينَ تَدْعُونَ مِن دُونِهِ مَا يَمْلِكُونَ مِن قِطْمِيرٍ ﴿١٣﴾

Yûlicul leyle fîn nehâri ve yûlicun nehâre fîl leyli ve sahharaş şemse vel kamere kullun yecrî li ecelin musemmâ(musemmen), zâlikumullâhu rabbukum lehul mulku, vellezîne ted’ûne min dûnihî mâ yemlikûne min kıtmîr(kıtmîrin).

1. yûlicu : içine sokar
2. el leyle : gece
3. fî en nehâri : gündüzün içine
4. ve yûlicu : ve içine sokar
5. en nehâre : gündüz
6. fî el leyli : gecenin içine
7. ve sehhare : ve emre amade kıldı, emri altına aldı
8. eş şemse : güneş
9. ve el kamere : ve kamer, ay
10 kullun : hepsi, bütün
11 yecrî : akar, akıp gider
12 li ecelin : bir ecele kadar, bir süre
13 musemmen : belirli, belirlenmiş
14 zâlikum : şte bu
15 allâhu : Allah
16 rabbu-kum : sizin Rabbiniz
17 lehu : onun
18 el mulku : mülk
19 ve ellezîne : ve onlar
2 ted’ûne : tapıyorsunuz
21 min dûni-hi : ondan başka
22 mâ yemlikûne : sahip olamazlar, malik olamazlar
23 min kıtmîrin : hurma çekirdeğinin zarı

(Allah), geceyi gündüzün içine, gündüzü gecenin içine sokar. Güneş’i ve Ay’ı emri altına almıştır. Hepsi belirlenmiş bir zamana kadar akar (yörüngelerinde dönerler). İşte bu Allah, sizin Rabbinizdir. Mülk, O’nundur. O’ndan (Allah’tan) başka taptıklarınız, bir kıtmire (hurma çekirdeğinin zarına) bile malik değildir.


FATIR 14:

إِن تَدْعُوهُمْ لَا يَسْمَعُوا دُعَاءكُمْ وَلَوْ سَمِعُوا مَا اسْتَجَابُوا لَكُمْ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكْفُرُونَ بِشِرْكِكُمْ وَلَا يُنَبِّئُكَ مِثْلُ خَبِيرٍ

İn ted’ûhum lâ yesmeû duâekum, ve lev semiû mâstecâbû lekum, ve yevmel kıyâmeti yekfurûne bi şirkikum, ve lâ yunebbiuke mislu habîr(habîrin).

1. in : eğer
2. ted’û-hum : onlara dua edersiniz
3. lâ yesmeû : işitmezler
4. duâe-kum : sizin dualarınız
5. ve lev : ve olsa bile, eğer
6. semiû : işittiler
7. mâ istecâbu : icabet etmezler
8. lekum : size
9. ve yevme el kıyâmeti : ve kıyâmet günü
10 yekfurûne : inkâr edecekler
11 bi şirki-kum : sizin şirkiniz, şirk koşmanız
12 ve lâ yunebbiu-ke : ve sana haber vermez
13 mislu : gibi, benzer
14 habîrin : haberdar olan, haber veren

 Eğer onlara dua ederseniz sizi, dualarınızı işitmezler. Şâyet işitmiş olsalar (bile) size icabet edemezler. Kıyâmet günü sizin şirkinizi inkâr edecekler. Ve sana bunun (bu haberin) mislini (benzerini) verecek (kimse, şey) bulunmaz (Allah’tan başkası haber veremez).


SOHBETİN YAZILI METNİ:

Fatır Suresi (9. Sohbet) 12-14. Ayetler

Evet, Fatır suresinin 12. Ayetinden itibaren devam ediyoruz.

Geçen hafta biraz girmiştik biraz daha teferruatlı gireceğiz ama çokta teferruatlı olmamasına gayret göstereceğiz.

  1. ayet;

“İki deniz bir olmaz. Şu çok tatlı, içilmesi kolaydır. Şu da tuzludur acıdır. Onların her birinden taze et yer takınacağınız süs eşyası çıkarırsınız. Gemilerinde suyu yara yara gittiklerini görürsün. Bunlar Allah’ın nimetlerinden rızıklarınızı aramanız ve şükretmeniz içindir.”

13 de okuyacağım bugün onunda mealini okuyalım hemen

“O geceyi gündüze gündüzü geceye katar. Güneşi ve ayıda emrine boyun eğdirmiştir. Onların hepsi belli bir vakte kadar akıp gider. Rabbiniz olan Allah işte budur. Mülk ve hâkimiyet tamamıyla ona aittir. Sizin ondan başka yakardıklarınız, çağırdıklarınız ise bir çekirdeğin zarına bile bir kıtmire bile sahip değillerdir.”

Burada Fatır 3. Ayete dikkat etmenizi istiyorum. Bu ayet üzerinde çok durmuştuk hatırlarsınız.

35.3 يَا اَيُّهَا النَّاسُ اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ هَلْ مِنْ خَالِقٍ غَيْرُ اللّٰهِ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَاءِ وَالْاَرْضِ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ

Yâ eyyuhen nâsuzkurû niğmetallâhi aleykum, hel min hâligın ğayrullâhi yerzugukum mines semâi vel ard, lâ ilâhe illâ huve feennâ tué’fekûn.
“Ey insanlar. Hatırlayın ( neyi hatırlayın) Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Allah’tan başka onun gayrısından başka bir yaratan mı var? Size gökten ve yerden rızık verecek. Ondan başka ilah yoktur. O halde nasıl döndürülüyorsunuz.”

Bu 12,13 birde 14.ayetler var. işte bu ayetin sanki teferruatı açıklaması, izahı gibi.

Çünkü dikkatinizi çekerse bu 3. Ayette ne diyor. Allah’ın üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın diyor. Ondan sonra ilk bahsettiği nimet neydi?

 Yaratılma nimeti  “min hâligın ğayrullâhi” Allah tan başka yaratan var mı?

Okumaya devam et

FATIR (8.Sohbet) 10-11-12.Ayetler#

SOHBETİ DİNLE :


 SOHBETİ MP3 OLARAK DİNLEMEK VEYA İNDİRMEK İÇİN ALTERNATİF LİNK:

https://yadi.sk/d/5ardXxnLoqS9J


 

مَن كَانَ يُرِيدُ الْعِزَّةَ فَلِلَّهِ الْعِزَّةُ جَمِيعًا إِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُ وَالَّذِينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّئَاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَكْرُ أُوْلَئِكَ هُوَ يَبُورُ

Men kâne yurîdul izzete fe lillâhil izzetu cemîâ(cemîan), ileyhi yes’adul kelimut tayyibu vel amelus sâlihu yerfeuhu, vellezîne yemkurûnes seyyiâti lehum azâbun şedîdun, ve mekru ulâike huve yebûr(yebûru).

1. men : kim, kimse
2. kâne : oldu
3. yurîdu : istiyor
4. el izzete : izzet
5. fe : artık
6. li allâhi : Allah’a ait
7. el izzetu : izzet
8. cemîan : hepsi, bütün, tamamen
9. ileyhi : sizi
10 yes’adu : yükselir, erişir
11 el kelimu : söz, kelime
12 et tayyibu : temiz, güzel
13 ve el amelu es sâlihu : ve salih amel  yaptı
14 yerfeu-hu : onu yükseltir
15 ve ellezîne : ve onlar
16 yemkurûne : hile yaparlar, tuzak kurarlar
17 es seyyiâti : kötülükler, günahlar
18 lehum : onlara, onlar için vardır
19 azâbun : azap
21 şedîdun : şiddetli
21 ve mekru : ve hile, düzen
22 ulâike : işte onlar
23 huve : o
yebûru : helâk olur, boşa gider

Kim izzet istediyse, işte izzet tamamen Allah’a aittir. Güzel kelimeler (sözler), O’na erişir. Onu da, salih amel yükseltir. Kötülüklerle tuzak kuranlar; onlar için şiddetli azap vardır. Ve onların tuzakları boşa gider.


FATIR 11:

وَاللَّهُ خَلَقَكُم مِّن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ جَعَلَكُمْ أَزْوَاجًا وَمَا تَحْمِلُ مِنْ أُنثَى وَلَا تَضَعُ إِلَّا بِعِلْمِهِ وَمَا يُعَمَّرُ مِن مُّعَمَّرٍ وَلَا يُنقَصُ مِنْ عُمُرِهِ إِلَّا فِي كِتَابٍ إِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ

Vallâhu halakakum min turâbin summe min nutfetin summe cealekum ezvâcâ(ezvâcen), ve mâ tahmilu min unsâ ve lâ tedau illâ bi ilmihî, ve mâ yuammeru min muammerin ve lâ yunkasu min umurihî illâ fî kitâbin, inne zâlike alâllâhi yesîr(yesîrun).

vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
halaka-kum : sizi yarattı
min turâbin : topraktan
summe : sonra
min nutfetin : bir nutfeden
summe : sonra
ceale-kum : sizi kıldı
ezvâcen : eşler, zevceler
ve mâ tahmilu : ve yüklenmez, gebe kalmaz
min unsâ : kadın(dan)
ve lâ tedau : ve doğum yapmaz
illâ : ancak, den başka, olmaksızın
bi : ile
ilmi-hi : onun ilmi
ve mâ yuammeru : ve ömür verilmez, ömrü uzatılmaz
min muammerin : ömür verilen bir kimseden
ve lâ yunkasu : ve eksiltilmez, kısaltılmaz
min umuri-hi : onun ömründen
illâ : ancak, den başka, dışında
: içinde, de
kitâbin : kitap
inne : muhakkak
zâlike : işte bu
alâllâhi (alâ allâhi) : Allah’a, Allah için
yesîrun : kolay

 Ve Allah sizi topraktan yarattı. Sonra bir nutfeden. Sonra (da) sizi çiftler kıldı. O’nun ilmi olmaksızın bir kadın yüklenemez (hamile kalamaz) ve doğum yapamaz. Ömür verilen bir kimsenin ömrü kitapta olanın dışında uzatılmaz veya onun ömründen eksiltilmez. Muhakkak ki bu, Allah için çok kolaydır.


FATIR 12:

وَمَا يَسْتَوِي الْبَحْرَانِ هَذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ سَائِغٌ شَرَابُهُ وَهَذَا مِلْحٌ أُجَاجٌ وَمِن كُلٍّ تَأْكُلُونَ لَحْمًا طَرِيًّا وَتَسْتَخْرِجُونَ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَا وَتَرَى الْفُلْكَ فِيهِ مَوَاخِرَ لِتَبْتَغُوا مِن فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

Ve mâ yestevîl bahrâni hâzâ azbun furâtun sâigun şerâbuhu ve hâzâ milhun ucâcun, ve min kullin te’kulûne lahmen tariyyen ve testahricûne hilyeten telbesûnehâ, ve terâl fulke fîhi mevâhira li tebtegû min fadlihî ve leallekum teşkurûn(teşkurûne).

ve mâ yestevî : ve musavi olmaz, eşit olmaz
el bahrâni : iki deniz
hâzâ : bu
azbun : lezzetli, tatlı
furâtun : tatlı, susuzluğu gideren
sâigun : boğazdan kolay geçen, içimi kolay
şerâbu-hu : onun içimi
ve hâzâ : ve bu
milhun : tuzlu
ucâcun : acı
ve min kullin : ve hepsinden
te’kulûne : yersiniz
lahmen : et
tariyyen : taze
ve testahricûne : ve çıkarırsınız
hilyeten : süs eşyaları
telbesûne-hâ : onu takarsınız
ve terâ : ve görürsün
el fulke : gemi(ler)
 fihi : onun içinde, orada
mevâhire : yarıp giden
li tebtegû : aramanız, talep etmeniz için
min fadli-hi : onun fazlından
ve lealle-kum : ve umulur ki siz
teşkurûne : şükredersiniz

 Ve iki deniz müsavi (eşit) olamaz. Bu lezzetli, tatlıdır. Susuzluğu gideren, içimi kolay olandır. Ve bu (diğeri) tuzludur, acıdır. Hepsinden taze et yersiniz. Ve giyeceğiniz (takacağınız) süs eşyası (inci, mercan) çıkarırsınız. Ve onun fazlından istemeniz için onda (suyu) yarıp giden gemiler görürsünüz. Umulur ki böylece şükredersiniz.


SOHBETİN YAZILI METNİ

Fatır Suresi (8. Sohbet) 10-12. Ayetler

Evet arkadaşlar

Fatır suresinin 10. Ayetinden itibaren devam ediyoruz.

Geçen hafta yarım kalmıştı devam edeceğiz inşallah.

Ne diyordu? Kim izzet isterse, izzetin tamamı Allah’ındır. Hoş sözler ona ulaşır onu da salih ameller yükseltir. Kötü mekirler (mekr, hile, tuzak) kuranlar için onlara çok şiddetli azaplar vardır. Onların kurdukları tuzaklar kendilerini mahveder. Burada hatta başından alalım, yarısına kadar geldik ama konu bütünlüğü için baştan alalım.

Men kâne, men orda şarttı.

Men kâne yurîdul bakın burada men yuridu demiyor.  Yani kim isterse, talep ederse değil. Kim izzet istiyor idi ise ya da kim izzet isteme durumunda olursa yani geçmişi ve anı kapsayan bir ifade.

Ne isterse?

İzzet isterse. şimdi izzeti kendi aramızda konuştuk. Bazı kitaplarda güç kuvvet gibi ifadeler olmuştu ama izzet Allahu Teâlâ’nın el-aziz esması vardı. Geçen hafta söylediğimiz gibi bu aziz esması, kullarından istediğine veriyor. Onları izzet sahibi kılıyor. Hani “ey aziz İstanbul” deniyor ya, ya da “su gibi aziz ol” deniyor. Ya da Hristiyanlarda sent Saint yazılıyor, Saint Joseph gibi ifadeler var. Aziz manasına geliyor çevriminde, yani ona yakın bir ifade. İzzet sahibi manasına geliyor. Mesela bir evliyaullah tada en fazla tecelli eden Esmalardan biriside el-aziz esması. Bir manası da mağlup edilemeyen yani izzeti öyle yüksek ki, mağlup edilemeyen galebe çalınamayan manalarına da geliyor. Aynı zamanda da dünya kullanımıyla şerefli, seçkin, elit manalarına gelebiliyor. Yanlış kullanım olarak söylüyorum. İnsanların talepleri doğrultusunda.

Yani diyor ki sen izzet mi istiyorsun?

Yani öyle misin? Öyle miydin?

Hali hazırda onumu istiyorsun kendinde?

Bu kimse kendinde izzet görmesin. o öyle bütünüyle bir kere Allah’a aittir. Okumaya devam et

Yasin Suresi (1. Sohbet)1-7. Ayetler / Yazılı Metin

Nihayet Yasin Suresi’ne gelmiş bulunuyoruz. Heyecanla bekleniyor. Normal. Çünkü Kuran’da hangi sureler var desek? İnsanların sayacağı ilk surelerden birisi Yasin. Rabbim onu insanların kalbine koymuş, nasıl ki “Yasin Kuran’ın kalbi diyor” ya Peygamber Efendimiz(SAV) o şekilde de Yasin Suresi bir şekilde insanların kalbine de girmiş. Mübarek gün ve gecelerde ölülerimize okuyoruz. Allah’tan yardım isteme boyutunda “bi hürmeti Yasin” deniyor. Gönüllere girmiş bir sure. Faziletini Peygamber Efendimiz birçok hadisinde dile getiriyor. Mesela bir hadiste diyor ki: “Her şeyin bir kalbi vardır. Kuran’ın kalbi de Yasin’dir”. Başka bir hadiste de şöyle buyruluyor: “Kim Yasin suresini okursa, Allah onun okuyuşuna Kuranı on defa hatmetmiş gibi sevap yazar”. Bu, Tirmizi ve Ahmet bin Hanbel’de geçen bir hadis. Yine bir hadiste “Onu ölülerinize okuyun” buyurulmuştur. Bir rivayete göre Kuran’ın kalbi olması dolayısıyla “Kuran’ın bir özeti” gibi birçok ifade var. Hatta Yasin Suresi o kadar meşhur ki insanlara verilen isimlerden biri olmuş. Yasin diye birçok isim var.

Birinci Ayet: (يس) – Yâsîn.

• Yasin ne demek?

“Huruf-u mukattaa” denilen kesik harfler var,sure  bununla başlamış. Biliyorsunuz Fatiha’dan sonraki ilk sure olan Bakara Suresi de ilk “huruf-u mukattaa” denilen mukattaa harfleri ile başlayan bir sure. 29 adet sure “huruf-u mukattaa” harfleri ile başlamış ve  14 tane harf kullanmış Rabbim. Biliyorsunuz Arap alfabesi 28 harften müteşekkil. Yarısını kullanmış, yarısını kullanmamış. “Sır harfleri” olarak da bahsedilir. Bu konuda İslam ulemasının değişik görüşleri var. Bir kısmı “Bu Allah’ın sırrıdır, bunu kulları bilemez” derken bazıları da “ehli bilir” demişlerdir. Sadece “Allah bilir” manasında değil “ehli de bilir” olarak söyleniyor. Şifreler.

Hatta kef(ك), he(ه), ye(ي), ayn(ع), sad(ص) harfleri ile başlayan sure nazil olurken şöyle bir şey anlatılıyor: Cebrail Aleyhisselâm geliyor “kef” diyor. Peygamber Efendimiz(SAV), “Bildim” diyor. “Ya” diyor, “Bildim”. “Ayn” diyor, “Bildim”. “Sad” diyor, “Bildim”. Yani her harften sonra “Bildim” diyor. Cebrail Aleyhisselâm “Ben ‘ruhu’l küdüs’ olmama rağmen bunları bilemedim. Sen her okuyuşunda bildim diyorsun” diyor. Biliyorsunuz Peygamber Efendimiz(SAV) ne diyor: “Ben ilmin şehriyim. Ali de kapısıdır” . Hatta şöyle bir rivayet var. Ledünni ilmini bildiğimiz kişilerden kim var? Hızır Aleyhisselâm. Hızır Aleyhisselâm’ın edeben Resulullah Aleyhisselâm Efendimiz ile görüşmediği söyleniyor. Diğer peygamberlerle görüşüyor. Çünkü ledünni ilmin sultanıdır Peygamber Efendimiz. Edeben buluşmadığı söyleniyor. Dolayısıyla bu harflerin asıllarını, asıl hikmetlerini Resulullah(SAV) Efendimiz biliyor. Fakat Allah’ın bildirdiği kimseler de tabi ki bunu biliyorlar.

Yasin için değişik rivayetler var.

  • Bunların içerisinde “Ya-Sin”in “Ey insan !” manasında Peygamber Efendimiz’ e bir hitap olduğu söylenen bir rivayet var. “Yâ”, biliyorsunuz hitaptır.Ünleme ,nida. Zaten kelime manası olarak da bunu çağrıştırıyor. Bununla ilgili bir iddia(ihtilaf mı deniyor? 05:25 te) var. Peygamber Efendimiz(SAV)’in isimleri var biliyorsunuz. Peygamber efendimiz “Allah beni şu 7 isim ile isimlendirdi: Muhammed, Ahmed, Taha, Yasin, el-müzemmil, el-müddessir ve Abdullah” diyor. Bu rivayete göre de Peygamber Efendimiz’ in kastedilği anlaşılıyor aslında. Yani “ya sin” diyerek de Peygamber Efendimiz’ e bir hitap var.“EY SÎN !”gibi. Peygamber Efendimiz’ in değişik isimleri var. Yeryüzündeki ismi Muhammed. Fakat göklerdeki ismi Ahmed. Sidret’ül münteha’dan sonraki isminin de “Yasin” olduğu söyleniyor. Bir de göklerdeki diğer bir ismi de “Taha”. Bunlar Peygamber Efendimiz’ in isimlerinden.
  • Bazıları esmalar ile ilişkilendirmişler. Bu “sin” harfinin“es-Selam” esmasına denk geldiği söyleniyor ki Yasin Suresinin de en zirve ayetinin yeri geldiği zaman ehli bunu 3 kez okur:

(سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبٍّ رَحٖيمٍ)“Selâmun gavlen min rabbir rahîm” .

Buraya da özellikle de işaret olduğu görüşleri var.

  • “Sin” aynı zamanda mezar demek.”Ölülerinize okuyun” derken de nasıl başlıyorsun  sureye “Yaaa siin”. “Ey kabirdeki”. Burada hani ölülerinize okuyun hitabı da var. Biliyorsunuz “Ölülere işittiremezsiniz” diye ayet var. Fakat bu biraz mecazi manada. Peygamber Efendimiz(SAV) kabirlere gittiğinde konuşuyor onlarla. Sahabe efendimiz soruyor: “Ya Resulullah! Bunlar ölüler seni nasıl duyarlar?”. Peygamber Efendimiz de “Allah işittirdiği zaman duyarlar” manasında; onlar beni  sizlerden daha iyi duyar deniliyor. Bunlar da tabi ki sırrani konular.

(Fakat biliyorsunuz bu Kuran’ın farklı mucizeleri, faydaları, hitapları olmasına rağmen en önemlisi nedir? Uyarmak, inzar etmek. Birazdan açıklayacağız. Lakin bir hatıramı anlatmak istiyorum bu manada: . Bir ziyaretimde kabirde rahmetli anneme Yasin suresini okuyordum. Bir yerine geldim. Bir taraftan da manaları da aklımdan geçiriyorum. Diyor ki 69-70. Ayette: (اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْاٰنٌ مُبٖينٌ ) in huve illâ zikruv ve gur’ânum mubîn. (Bu zikir ve apaçık bir açıklayıcı Kuran’dır.) (لِيُنْذِرَ مَنْ كَانَ حَيًّا وَيَحِقَّ الْقَوْلُ عَلَى الْكَافِرٖينَ) Liyunzira men kâne hayyev ve yehıggal gavlu alel kâfirîn.( Hayatta olanları uyarman için…). Bakın ilginç.”Hayatta olanları…”. Tamam, Peygamber Efendimiz(SAV)’ in ifadesi var: “Ölülerinize okuyunuz” hatta “ölmek üzere olanlara okuyunuz”. Bunlar şifa ve rahmet için sır perdesinde ifadeler, ama Rabbim’in Kuran-ı Kerim’den asıl muradı olan “zikir-öğüt alma”ya göre düşündüğümüzde de işte bu 70. ayet çok ilginç geldi bana. Hayatta olanları uyarmak için diyor.Yani bunu aslında biz kendimize okuyacağız. Yani manalarını düşüneceğiz.. Elbette ki her şeye gücü yeten Allahû Teâlâ ölülere de  bunu şifa ve rahmet olarak verecektir. Ama ana fikri unutmamak gerekir.

Bu harfi mukattaalar ile söylenecek çok şey var ama dersimiz huruf-u mukatta değil. Bunu zaten diğer surelerde geçtiği yerlerde açıklamıştık. Gerekirse yerine göre tekrar açıklarız.

  • İkinci Ayet:

    (وَالْقُرْاٰنِ الْحَكٖيمِ ) – Vel gur’ânil hakîm -“Hakîm (olan) Kuran’a yemin olsun ki…”

Orada vav (و) harfi var biliyorsunuz. “Vav” harfi Türkçedeki “ve” gibi kullanılabildiği gibi, Arapçada bir de “kasem vav”ı denilen “yemin vav”ı var. Yalnız bu yemin vav’ı, yemin Türkçe’deki gibi bizim anladığımız şekilde değil. Arapçadaki yemin olayı Türkçe’deki gibi değil, biz herhangi bir şeylere yemin ediyoruz ama Allahû Teâlâ değer verilen şeylere dikkat çekmek, ona hürmet göstermek, onun önemini arz etmek için söylüyor bunu. Biliyorsunuz Kuran’ın birçok yerinde değişik şeylere yemin var. Onları inceledim. (Bu Yasin Suresi’nde acele etmeyeceğim. Yani önemli bir sure. Teferruatı ile anlatmaya çalışalım inşaAllah.)

Kuran-ı Kerim’de geçen bazı yeminler:

  •  Hicr Suresi’nde “Rabbine and olsun” diyor. “Rab” ifadesi var. Kendi rab. “Ona and olsun” demiş. Kendine yemin olsun demiş.
  • Hicr’de 97. Ayette: “And olsun onların söylemekte olduklarına karşı senin göğsünün daraldığını biliyoruz” diyor. And olsun’u direkt olarak söylemiş.
  • “Saflar halinde dizilenlere and olsun”. “Haykırıp sürükleyenlere. Zikir okuyanlara”(Saffat suresi 2. Ayet).
  • Sad Suresi’nde(1.Ayet) “Zikir dolu Kuran’a and olsun”.
  • “Apaçık kitaba and olsun”(Zuhruf 2.Ayet).
  • “Tozu dumana katıp savurana. Ağır yük taşıyanlara. Akıp gidenlere. Sonra işleri taksim edenlere.”(Zariyat 1.,2. Ve 3.Ayetler). “Özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış göğe”(Zariyat 7.Ayet). “Göğün ve yerin rabbine and olsun ki”(Zariyat 23.Ayet).
  • Tur Suresi’nin ilk ayetleri. “Tur’a”. “Satır satır yazılmış dizili kitaba. Mamur eve. Yükseltilmiş tavana. Kabarıp tutuşan denize and olsun”. Tabi bunlar tercüme ifadeler. Orijinal halleri daha güzel.
  • Necm Suresi 1.ayette “Battığı zaman yıldıza and olsun”.
  • Vakıa Suresi 75. Ayette “Yıldızların mevkilerine and olsun”. Hatta devamında diyor ki orada: “Şüphesiz eğer bilirseniz gerçekten çok büyük bir yemindir”.
  • Kalem Suresi 1. Ve 2. ayette “Nun. Kaleme ve satır satır yazdıklarına and olsun”.
  • Hakka Suresi 39. Ayette “Gördüklerinize yemin ederim, görmediklerinize de.
  • Mearic Suresi 40. Ayette “Doğuların ve batıların rabbine yemin ederim”.
  • Müddessir 32., 33., 34. Ayetlerde“Aya and olsun. Dönüp gittiği zaman geceye, ağardığı zaman sabaha”.
  • Kıyame Suresi 1. Ve 2. Ayette “Kıyamet gününe and ederim. Eğer kendini kınayıp duran nefse”. Yani nefsi levvame var. “Ona and ederim”.
  • Mürselat Suresi 1., 2.,3., 4. ve 5. ayetlerde “Birbiri ardınca gönderilenlere and olsun. Derken kökünden koparıp savuranlara. Yaydıkça yayanlara. Böyle ayırdıkça ayıranlara. Zikir bırakanlara”.
  • Naziyat Suresi 1., 2.,3., 4. ve 5. ayetlerde “Ta en derinden sökerek çıkaranlara. Yumuşacık çekip alanlara. Yüzdükçe yüzerek gidenlere. Öncü olarak yarışıp geçenlere. Derken işi bir düzen içinde evirip çevirenlere and olsun”.
  • Tekvir Suresi 15., 16., 17. ve 18. ayetlerde “Yemin ederim gündüz sinip gece dönenlere. Bir akış içinde yerini alanlara. Kararmaya ilk başladığı zaman geceye ve nefes almaya başladığı zaman sabaha”.
  • İnşikak Suresi 16., 17. ve 18. ayetlerde “Şafak vaktine, geceye ve toplayıp taşıdığı şeylere, on dördüne girdiği zaman aya and olsun”.
  • Buruc Suresi 1., 2. Ve 3. ayette “Burçları olan göğe, vaat edilen güne, şahit olana ve şahit olunana and olsun”.
  • Tarık Suresi 1., 2. Ve 3. ayette ayette “Göğe ve Tarık’a and olsun. Târık’ın ne olduğunu sana ne bildirdi? Tarık delip geçen bir yıldızdır” diyor. Ona yemin etmiş. Yine Tarık Suresi 11. ve 12. ayette “Dönüşü olan göğe andolsun. Yerden yere”.
  • Fecir Suresi 1., 2.,3., 4. ve 5. ayetlerde “Fecre andolsun. On geceye. Çifte ve teke. Akıp gittiği zaman geceye. Bunlar da akıl sahibi olanlar için bir yemin vardır değil mi?”.
  • Beled Suresi 1., 2. Ve 3. ayette “Hayır bu şehre yemin ederim”. “Hazal beledul” emin diyor. “Sen bu şehirde oturmakta iken babaya ve doğan çocuğa”. Ne kadar çok yemin var görüyorsunuz.
  • Şem Suresi 1., 2., 3., 4., 5., 6., 7. ve 8. ayetlerde “Andolsun Güneşe ve onun parıltısına. Onu izlediği zaman aya. Onu parlattığı zaman gündüze. Onu sarıp örttüğü zaman geceye.  Göğe ve onu bina edene. Yere ve onu yayıp döşeyene. Nefse ve ona bir düzen içinde biçim verene. Sonra onda fücurunu ve ondan sakınmayı ilham edene”.
  • Leyl Suresi 1., 2. ve 3. ayette “And olsun Sarıp örttüğü zaman geceye. Parıldayıp aydınlandığı zaman gündüze. Erkeği ve dişiyi yaratana”.
  • Duha Suresi  1. ve 2. ayette “Duhaya (Kuşluk vaktine). Karanlık iyice çöktüğü zaman geceye.
  • Tin Suresi 1., 2. ve 3. ayette “Andolsun İncire ve zeytine. Sina Dağına ve şu emin beldeye”
  • Adiyat Suresi 1., 2.,3., 4. ve 5. ayetlerde “Soluk soluğa koşanlara, atlara, ateş saçanlara, sabah vakti baskın yapanlara. Derken orada tozu dumana katanlara. Bununla bir düşman topluluğunun orta yerine dalanlara”
  • ve nihayetinde de Asr Suresi’ndeki “vel asr” – “Asra yemin olsun

diye birçok yemin var. Bunların hepsi çok kuvvetli şeyler. Değer verdiği Rabbimin. Fakat burada ise Rabbim neye yemin ediyor? Kuran’a yemin ediyor. Şimdi hitabın Resulullah’a  o yüksek ismi ile olduğunu düşünün. “Ey insan! Kuran’a yemin olsun ki” gerçekten etkili bir tefsir. Fakat sadece “Kuran” demiyor. Onun burada bir de sıfatı gelmiş.” El kuran el hakim”( Hakim olan Kuran.)Yani Kuran’ı Rabbim tek olarak söylememiş, hakim olarak sıfatıyla söylemiş.Demek ki, anlıyoruz ki biz buradan Yasin Suresi hüküm,hikmet ile ilgili şeyler açıklayacak. Yani Rabbim burada şifresini veriyor. Ya-sin diyerek büyük bir şifre veriyor. Hakim diyerek , Kuran’ın sıfatını vererek de neler anlatılacağıı söylüyor.

Hakîm  3 manaya geliyor :

  • Birincisi manası: “hikmet”manasına geliyor. Hikmet; var olan, gözle görülen, zahir olan şeylerin sırrani kısmı, derin kısmı, enfüsi kısmı manasına geliyor. Yani bir şekilde nasıl ve neden ilmi gibi. Bir ayette diyor ki “Size hikmet verilmişse hayırdan çok şey verilmiştir”(Bakara/269).
  • İkinci manası: Birisinin hakim olması durumu. Yani “hükümden dolayı hâkim olması” durumu. Biliyorsunuz Esma-ül Hüsna’da bu kökten iki tane esma var: El-Hakem ve el-Hakîm var.
  • Üçüncü manası: “muhkem”. Yerli yerinde mansında. Bütün öğeleri birbiri ile tamamlanmış bir şekilde. Gelişigüzelliği, rastgeleliği olmayan manasında. Yani buna örgü ile örnek veriyorlar. Bir kadın örgü örüyor ya onun kendi içinde zincir örğüleri var. Zincirleri birbirleri ile ahenkli, bir bütün halinde birbirini tamamlayan manasında. Mesela muhkem kaleler denir.Taşlarının ,koruyucu sistemlerinin birbirini iyi bir şekilde tamamladığı için sağlam.

 

Burada Arapça bir açıklama var. Hakîm ” ح -ك-ي-م “ifadesi. Bakın bir “y”harfi  var arada.Normalde kök harflerinden değil . Araya “y-ي” harfi gelmiş şekilde geldiği zaman bu kelimenin manasına süreklilikle beraber kuvvet kazandırıyor; Özel ve sürekli olması.

(Dilbilimsel bir açıklama: Mesela Rahman- Rahim  misali. Ra-he-me kökünden merhamet anlamında. Rahmet. Rahmanda ne oluyor? Rahmanlığı, merhameti mübalağalı demek. Abartılı bir şekilde tecelli ediyor demek. O yüzden zaten inanan, inanmayan herkese kainatta veriliyor. Fakat bir kalıp Rahim gibi araya “y” gelmiş şekilde geldiği zaman bunun süreğenliği, sürekliliği manasına geliyor. Özel ve sürekli olması.Rahman için şöyle açıklamıştık tamam rahmanlığı ile Allahû Teâlâ merhameti bütün mahlûkata veriyor ama ahirette ise bunun devamlılığı sadece kendisine inanan özel kullarına verilecek. Hani “Benim kullarım” diyordu ya. O özel kullara. Devamlılık o şekilde devam edecek. Dönüş rahimle diyorduk ya. Sistem Rahmanla kuruluyor ama dönüş Rahim esması ile dediğimiz yer de burada. Aynı şekilde de alîm diyoruz. Â-lim o ilme sahip olan demek. Ama alîim dediğimiz zaman bunun süreğenliği var. Yani sürekli olarak ilmi ile temaşa eden demek. Kerim de öyle mesela kerîm dediğimizde sürekli kerim. Ara sıra kerim olan değil. O cömertliği, şerefli hali sürekli devam eden.)

Buraya göre ” hâkim” ne manaya geliyor? Hüküm ,hikmet ve muhkemliği sürekli olan, her şeyde tecelli eden manasına geliyor.

Mesela sır dersek hikmete. Kuran’ın sıfatı ya bu. Sırlı olma, hikmetli olma durumu her ayetinde sürekli var demek. Derin manaları sürekli tecelli ediyor demek.

Hüküm manası verilirse, hükmü her ayette, her zaman, her devirde vardır manasında. Hani bizim itiraz ettiğimiz konu var ya. Nesih olayı; Nesih kavramı Kuran’da vardır ama bazı kesimlerin anladığı gibi değildir, diyoruz ya. Yani “bir ayet  Kuran’da var ama hükmü yok”diye bir iddia var. İşte bunu duyduğumda benim aklıma bu ayet gelmişti. “Yasin vel guranil hakim”. Bu mana verilen nesih,”Hükmü sürekli olarak tecelli eden” kısmına uymuyor. Hükümde süreklilik var. İkinci manada, Burada Allah’ın hükmü dışında hüküm arayanlara da, yani “Onun kanunu yeryüzünde işlemez, gökyüzünden inen kanunları biz kabul etmiyoruz, biz yeryüzü kanunlarına tabiyiz” diyen bir kesim var ya. İşte “hayır” diyor. “Kuran hakimdir” diyor. Bir anlamda da meydan okuyor yani. Yani Allah’ın hükmü ile hükmetmeyenler konusunda kafirlikle suçlama durumları var. Biz Allah’ın alemlerin rabbi olan, bizi de yaratan, yeryüzündeki sistemi de kendi kanunları ile idare eden Allah’a tabiyiz. Diğerleri bizi ilgilendirmiyor. Bir Müslümanın bundan başka bir görüşü olamaz.

Diğeri de muhkem manasında ayetler birbirlerini tamamlayıcı, birbirlerini açıklayıcı manasındadır. İşte hikmetli Kuran’a rabbimin yemin etmesinin sebebi bu. Devam ediyor.

(اِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلٖينَ)

“İnneke leminel murselin”. “Şüphesiz sen Resul olarak gönderilmişlerdensin”. Burada ilginç ifadeler var. Yani okuyup geçtiğimizde farklı ama. “Sen şüphesiz gönderilenlerdensin” diyor. İnne te’kittir. Yani kesinlikle, şüphesiz, muhakkak diyor. Yetmemiş orda bir de “le minel” var. Ona da “te’kit lamı” deniyor. Pekiştirmedir. İki kez pekiştiriyor. “Şüphesiz ki”, “şüphen olmasın”, “kesinkes ki sen resullerdensin”. Bunu zaten Allahû Teâlâ söylüyor. Kime söylüyor? Peygamber efendimize söylüyor. Ne gerek vardı buna? Yani “Sen resulsün dese” de yeterdi. Zaten resul olduğunu biliyor. Burada ilginç bir ifade var. Bir kere şu:

“İnne” daha evvel söylemiştim. Arapçada karşı tarafın kafasında bazı tereddütler oluşursa o oluşan tereddüde mahal vermeden gönlünü pekiştirmek içindir. Burada tabi bu kuranın ilk sözü muhatabı Peygamber Efendimiz(SAV) ama aynı zamanda bizim de bütün insanlığın da olduğunu unutmayın. Kafanızda soru işareti mi var? Tabi ki o öyle. Bir de “y” ile beraber de “tabi ki öyle”, bir daha pekiştiriyor Rabbim. Allah’ın Resulü(SAV) bu vahyin gelmesi ile beraber omuzlarında ciddi bir yük hissetti. Ciddi bir sorumluluk değil mi? İnsanlar reddediyorlar, alay ediyorlar, dalga geçiyorlar “mecnunsun” diyorlar, hakaretler ediyorlar, başına işkembe koyuyorlar. Yapmadıkları yok ve yakın arkadaşları bile bunu yapıyor. Yani ağırlığı var. Hiç kimsenizin olmadığı zamanda ne kadar desteğe ihtiyacınızın olduğu düşünebiliyor musunuz? Ve burada en büyük destek kimden geliyor biliyor musunuz? Alemlerin rabbinden. “Hiç takma onları” diyor. “Şüphesiz sen” diyor “resuller olarak gönderdiğimizdensin”. Yani “arkanda ben varım”. “Bana güven, dayan”. Başkalarını takma tabiri caizse.

Burada peygamberin gönlünü kuvvetlendiriyor. “Şüphen olmasın. Olur mu öyle şey?”. Burada bir onun bir ciddiyetini görüyorum. Bunu yapmakla beraber de bakın “Sen resulsün” demiyor.  Aslında resul kelimesini çoğulu olan “rusullerdensin” de demiyor. “Mürsellerdensin” deniyor. Mürsel; gönderilmişler, “resul olarak gönderilmişler” diyor. Bir de “O’sun” demiyor. “Mürselsin” de demiyor. “Mürsellerdensin” diyor. Bakın orada “min” var. “Onlardansın”. Burada yine te’kidi düşünürsek, yani “sen yalnız değilsin”. “Bak seninle beraber bizim Peygamber olarak gönderdiklerimiz de var”. “Ben ilk başından itibaren Hz. Âdem olmak üzere her kavme uyarıcı gönderdim. Sen de bunlarla berabersin. Yalnız değilsin”. Bir pekiştirme daha yapıyor. İnsan hep yalnızdır, gurbet eline gittiğinizi düşünün. Yalnızsınız, yani dini anlamda yalnızsınız. Bir bakıyorsunuz biri abdest alıyor. Allah! Ne kadar sevindirici değil mi? Gurbet yaşayan bilir bunu. Bu anlamda da yine peygamberi te’kit edici, destekleyici bir ifade var. Fakat bununla beraber “min” kelimesi ile beraber ben şunu da görüyorum. Elçi hiçbir zaman sahip değildir. Mesela bir ülkenin elçisi o ülkenin temsilcisidir ama sahibi değildir. Yani burada gönderilmişlerdensin derken de onun kulluğuna bir atıf var burada. Hani bir ayette “Muhammet ancak bir kul ve resuldür” diyor ya. “Abduhu ve resuluhu”. Burada da bunun bir ifadesi var. Yani sen bize göre de Peygamber Efendimiz(SAV) Allah’ın bir görevlisi. Hatta Allah’ın görevlendirdiklerinden bir görevli.  Biz bu bütün din sistemi ve sahibinin(malükül mülkün) de Allah olduğunu bileceğiz. Kim olursa olsun yine de tebliğcidir, görevlidir yani. Mürseldir yani. Bir de benim aklıma şey geldi. Hüküm(hikmet) konusunu araştırıyoruz uzun zamandır da bugün biraz ağır gidebiliriz.

Hikmet çok önemli bir konu. Demin dedik ya “Kime hikmet verilirse ona hayırdan çok şey verilmiştir”. Hatta “Peygamberlere biz ilim ve hüküm öğrettik(hikmet öğrettik)” diyor. Yani peygamberlere nasip olmuş bir bilgi ya da anlayış düzeni. Okul geçerseniz ilminizle de çok derinlerine vakıf olursunuz. Ama hikmet geldiği zaman iş biter. Hakikati ile anlarsınız yani. Bu hikmet de işin ilginç tarafı öğretilen bir şey aynı zamanda. Öğrenilen demiyorum bakın öğretilen diyorum. Şimdi hüküm ile ilgili birbirine çok benzeyen dört kısım var:

Bakara 129, Bakara 151, Cuma 62, bir de Âli İmran 164. Burada şöyle ifadeler var.

(كَمَا اَرْسَلْنَا فٖيكُمْ رَسُولًا مِنْكُمْ يَتْلُوا عَلَيْكُمْ اٰيَاتِنَا وَيُزَكّٖيكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُمْ مَا لَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَ)

Kemâ erselnâ fîkum rasûlem minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve yuallimukumul kitâbe vel hıkmete ve yuallimukum mâ lem tekûnû tağlemûn.

“Nitekim kendi aranızdan, size ayetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran, size kitap ve hikmeti öğreten, bir de üstüne üstlük bilmediklerinizi öğreten bir peygamber gönderdik”.

Diğer 3 ayette de “bease” kelimesi kullanılırken yani “Peygamber gönderme” kelimesinde. Burada “ersele” kelimesi kullanılmış. Bunun hikmeti ne? Yani “inneke le minel mürselin” derken de Mürsellerin görevlerinden biri olarak bu Kuran’daki hikmetleri de senin vasıtan ile öğretiyoruz var bunun içerisinde. Ama bakın aşama aşama. Ne yapıyor :

“Yetkum aleykum ayatina”. Önce ayetleri okuyor. Sonra ne yapıyor? “Ve yüzekkikum”. Onları temizliyor. Yani bugün güncel ifade ile arındırıyor. Yani ben arındım diyorlar ya uzak doğu felsefelerinde. Yani maddi ve manevi temizliğe geliniyor. Bu temizliğe gelindikten sonra ne oluyor? Resulullah ne yapıyor? “Yeüllikum” size öğretiyor? Neyi? Kitabı. Şimdi kitabı öğretiyor. Daha önce okumayı öğretiyordu. “Vel hikme”. Hikmeti öğretiyor. Bakın bununla da kalmıyor. Artı ve “yülelimukum” size öğretiyor “mâ lem tekûnû tağlemûn” . Daha evvel bilmediklerinizi de öğretiyor. İşte bu ayet, bu ayetin izahı gibi. Yani mürsele olarak gönderiliyor ama görevi de bir de kurana yemin ediyor Rabbim. İşte peygamber Efendimizin görevi bu dört şey: kitabı okumak, vahiy geliyor ya okuyor tek tek. Ama okumaktan amaç ne? Temizlemek. Yani madden ve manen bizi temizlemek. Düşüncelerimizi, halimizi, nefislerimizi, maneviyatımızı temizlemek. Bu da gerçekleşince, insan temizliğe gelince ne oluyor? Onlara kitabın kastettiği şeyleri ve de derin manalarını, yani hikmetlerini de öğretiyor. Ama demek ki ana kural temizlenmekmiş. Hani Vakıa Suresinde var ya: “Onu ancak mutahharunlar dokunur diyordu ya, o manada. Sırlarına ermek ve erdirmek manasında.

“Yuallimukum mâ lem tekûnû tağlemûn” sizin bilmediğiniz şeyleri de öğretir. Nice nice ilimler, ledünni olsun, kitabi olsun. Hikmetleri de öğretir. İşte bu da  Mürsel olarak gönderilenlerin görevlerindenmiş.

Dördüncü ayete gelelim:

(عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقٖيمٍ ) Alâ sıratım mustegîm. “Ala” üzerinde demek. Neyin üzerinde? Sıratı müstakimin üzerinde. Yani Mürselsin, Mürsellerdensin. Sıratı müstakimin üzerinde olansın. Yani herhangi bir mürsel değil. Mürsel insanların kafasında var ama ne? Burada diyor ki “sıratı müstakimin üzerinde” olan. Burada ya bu Peygamber Efendimiz(SAV) e özel bir hitap ya da Mürseller var ya geniş anlamıyla. Gönderilmiş olanların sıratı müstakim üzerine olduklarının bir göstergesi. Burada hemen şunu söylemek istiyorum. Resul ifadesi sadece peygamberler için kullanılmıyor Kuran-ı Kerimde. Melekler için de kullanılıyor. Bu Fatır Suresi’nin ilk ayetlerinde vardı zaten. İnsanlar için de kullanılabiliyor. Bu zaten Yasin suresinin 13. ayeti var ikinci sayfasında. “ve iz câehel murselûn” derken onlara elçiler gelmişti derken de burada tarih kitaplarında tefsirlerden öğrendiğimiz kadarı ile de Peygamberler dışında da uyarıcıları rabbimin Mürsel olarak gönderdiği ile ilgili bir şey var. Ama burada şu ifade var. Her ne kadar peygamber olmasa da Allahû Teâlâ bir kimseyi Mürsel olarak gönderiyorsa da o da herhangi bir kişi değil “ala sıratı müstakim” sıratı müstakim üzerine yaşayan biri. Hz. İbrahim’e de melekler geliyor. Hem çocuk müjdelemek için hem Lut kavmine gelen azabı müjdelemek için gelen elçiler. Ama hepsinin ortak özelliği sıratı müstakim üzerine olmalarıymış . Fatiha Suresi’ni hatırlarsanız “İhdinas sırâtal mustegîm. Sırâtallezîne enamte aleyhim”. Bizi kendilerine nimet verilmiş kimselerinin yolu olan sıratı müstakime ilet derken de Mürsellerin de işte o senin yoluna iletmeni talep etmen durumunda olduğu kimselerin, birincisinin de Mürseller olduğunun bir ifadesi.

Lakin burada dikkatinizi çekiyor mu? “Es sıratel mustakim” yani marife. Başında el takısı varken burada nekra olarak gelmiş. Normalde “el sıratu mustakim” olması lazım. Niye burada sıratı mustakim? Sıratı müstakim ne demek? Bir demek. Yani, herhangi bir. Yani bir sıratı müstakim üzerinesin. Müstakim olan bir yol üzerinesin ya da başka manasıyla. Ama biz biliyoruz ki Fatiha’da “el sıratı mustakim” bir tane yol var. Bunun hikmeti ne? Peygamber Efendimiz(SAV) diyor ki:

“Benim Allah ile öyle bir vaktim vardır ki o vakitte beni mukarreb bir melek yahut Mürsel bir nebi ihata edemez”. Yani, durumuma muttali olamaz diyor. Yani kendi özel durumundan bahsediyor. Kendi sıratı müstakiminin bilinme şansı olunmayan bir yol olduğunu söylüyor. Marife, bilinen demektir. Mesela “el galem”. Başına el takısı geldiği zaman marife olur. Yani bu kalem, belirli bir kalem. Ama nekra geldiği zaman “galemen” olduğunda herhangi bir kalemdir. “Bir kalem verin” dediğim zaman herhangi bir kalem, mühim değil. Ama “el kalem” dediği zaman bilinen bir kalemdir. Fatiha Suresi’ndeki manasında marife gelmiş. Yani bilinen bir yol. Ama burada sıratı müstakimin olması sizin bilemeyeceğiniz bilinemeyen bir yol. Bu da işte “ala sıratı müstakim” derken dedim ya. Özellikle Peygamber Efendimiz(SAV) kastediliyorsa sizin bilemeyeceğiniz bir sıratı müstakim üzerinedir o. Yani herhangi bir gibi algılamayın. Onun özel bir durumu vardır manasına gelir.

Zaten Yasin Suresi’nde hani “ey insan” derken de insan ya. Tasavvuf kitaplarında şu yazıyor “tamam insan ama insan”. “İnsaaan ama insaaan”. İşte bu da nekre gelmesi de buna bir işaret.

“Rızkın kerim” vardı hatırlıyor musunuz? Rızkın derken de orada bir nekralık(bilinmeyen) vardı. Yani cennetteki o rızkın mahiyetini siz bilemezsiniz. Sizin bu dünyada anlayacağınız bir şey değil. Yani öyle yüksek bir ikram ki o “rızkın”. “El rızk” olarak gelmemiş belirli bir rızk olarak gelmemiş. Rızkın. Bu da onun gibi büyütüyor rabbim anlamını. Kendisinin üzerinde olduğu Peygamber Efendimiz(SAV)in dosdoğru yolunu nekre kullanmakla(belirsiz bir yapıda kullanmakla) rabbim yüceltiyor. Sırat kelimesi daha önceki dillerde, dinlerde, kitaplarda kullanılmıyor. “Tarik” ifadesi kullanılıyor. Kuranla beraber sırat. Sırat; cadde, ana yol manalarına gelmesine rağmen, bir noktaların birleştirilmesi sonucunda  oluşan güzergah manasında da kullanılıyor. Bulmacalar gibi. Yani o noktaların her birisi İslamdaki merhaleler. Doğru üzerine. Şunu yapacaksın bunu yapacaksın. Bunu birleştirdiğinde Allah’a giden doğru yol düzleminde oluyorsun. Bir de müstakim var. Ayağa kaldıran yol manasına geliyor. Götüren yol manasına geliyor. Yani pasif bir yol değil. Sen o yola tabi olduğunda o yol seni direkt Allah’a götürüyor. Eğer çok büyük yanlışlıklar yapmazsan. Burayla da birleştirince de şu var:

Bütün peygamberler Allah’ın nebisi olmasına rağmen. Allahû Teâla diyor ki “Sen herhangi bir peygamberin yoluna da tabi olsan o seni elbette Allah’a çıkaracaktır”. Yani Hz. İbrahim, Hz İsa’nın, Hz. Musa’nın yoluna gidersen. Ama burada özellikle burada “Siz Muhammedisiniz” diyor. Yani sizin sıratınızda daha özel şeyler var. Fatır Suresinde ne vardı?

(ثُمَّ اَوْرَثْنَا الْكِتَابَ الَّذٖينَ اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَا)
Summe evrasnel kitâbellezînastafeynâ min ıbâdinâ

“Biz bu kitabı kullarımızın içinden seçtiğimiz kimselere miras verdik”. Demek ki Hz. Muhammed(SAV)’in ümmetinden olmak bir ayrıcalık. Her ne kadar bütün peygamberler de Allah’ın resulü olmasına rağmen, Amene rasuli’deki ifade ile “la nüferrigu beyne ehadim mir rusulih”. “Biz bir rusulü diğerinden ayırt etmeyiz”. Yani seviye manasında değil bu, hepsini peygamberlik konusu içerisinde birini diğerinden ayırmayız çünkü hepsi Allah’ın görevlendirdikleridir. Bu bakımdan ayırmayız ama başka bir ayette de “Biz bir peygamberi diğerine fazilet konusunda üstün kılmış” derken de Allah’a yakınlık anlamında da resullerin birbirlerinden kademe kademe farklı  olduklarını görüyoruz ki Peygamber efendimiz(SAV)in miraca çıkarken her katta farklı bir peygamberle karşılaşması da bunun birispatıdır. En yukarıda olan kim? Tabi ki Fahri Kainat Efendimiz olan Hz. Muhammed(SAV). Ama onun yolunun yani Muhammedi olmanın bir ayrıcalık olduğunu da biraz evvel söylediğim ayet ve buradaki sıratı müstakimin nekre belirsiz gelmesi ile de biz burada anlamış oluyoruz.

Yasin bu kadar önemli ki Peygamber efendimizi Allahû Teâlâ nasıl övüyor. Yani kuran vurgusu ile de övüyor arkadaşlar. Bunu unutmayın. Çünkü Kuran’a yemin ediyor. Hemen arkasından “sen Mürsellerdensin” diyor. Bunu nasıl anlıyoruz? Hemen beşinci ayete geliyorum:

(تَنْزٖيلَ الْعَزٖيزِ الرَّحٖيمِ)Tenzîlel azîzir rahîm.  Hemen bunun arkasına bir tenzilden, indirmeden bahsediyor. “(Bu kitap) aziz ve rahim olan tarafından indirilmedir”. Yani tenzildir. Bakın “Yasin” dedi. Sırrani bir hitapta bulundu Peygamber Efendimizin gökteki konumuna. Sonra Kuran’a yemin etti. Sonra Peygamber Efendimiz’in peygamberliğini teyit etti. Onun ve diğerlerinin yolunun özel bir yol olduğunu söyledi. Yine tenzilden bahsediyor Rabbim. Kurana vurgu yaparak tenzildir diyor. Tenzil ne demek?

Kökü bunun “nezele”. Nazil olmak. İnmek. Yani yağmura gökten aşağı indirildi diyor. Yani üst seviyeden bir alt seviyeye indirilmeye nezele, nazil oldu, indirmek diyor. Hatta nezle kelimesi bundandır. Hani burun akıyor ya. Manevi olarak da yukarıdan aşağıya manevi seviyesi düştüğü zaman kimse nezle olur.  Eğer bir kişi nezle olmuşsa manevi durumuna dikkat etmesi gerekir. “tenzilu rütbe” oluyor yani. Hatta şimdi Peygamber efendimiz hapşurana “elhamdüllillah” diyor. 3 kereden fazla hapşırırsa demeyin diyor. Hatta maneviyatta grip ve nezle ahmak hastalığı olarak değerlendirilir. Peygamber efendimiz 3 ten fazla hapşırırsa “elhamdüllillah” demeyin nezle olmuştur diyor.

Rabbimin resulü ne yaptı? Hikmeti öğretiyor işte. Nezle olmaktaki hikmeti gösteriyor. 3’e kadar “yerhamukellah” diyin diyor. 3’ten sonra hastalıktır diyor. Hapşıran insan tabi grip ya da nezledir. Her hastalıkta hapşırılmıyor.

Nezele kelimesi, yukarıdan aşağıya inme demektir. Burada ilginç bir ifade var. Aynı zamanda “nuzulen” diyor mesela Kuran. Ahzab Suresi’nde idi. Nuzulen diyordu cennet ikramları için.

Bir indirilmedir diyor. Şimdi indirilme deyince aşağılık bir şey, değeri düşme gibi algılıyorsun ama ikram anlamında. Niye? Sofradan ikram inince bize ikram olmaz mı? Yani indirilen şey aslında üst makamdan aşağı indiriliyor? Ama biz aciz kullar için ikram oluyor.

Yani ednaya iniyor. Ama inen şey ulvi. Ulvi bir şeyin inmesi bizim için ikram. Tenzil yavaş yavaş indirilmedir. İnzal tek olarak indirilmedir. İnzal ve tenzil farklıdır. İnzal nerede geçiyor?

Kadir Suresi’nde geçiyor. İnna enzelnehu. “Biz onu inzal ettirdik”. Neyi? Kuranı. Şimdi Kuran’ın aslı levhi mahfuzda. Onun gök semasına, bir aşağı semeye tek hamlede indirilmesi inzal.  Orada Peygamber Efendimizin kalbine yavaş yavaş (23 sene değil mi. 13 sene Mekke 10 sene Medine) 23 yılda da yavaş yavaş indirilmesi tenzil. Tenzilin kökü nezzeledir. Tef’il babında. Bir şeyin peyderpey olması manasına gelir. Yani tenzil olarak indirdik diyor sana. İki mana var: Birincisi yukarıdan aşağıya indirdik. İkincisi de yavaş yavaş indirdik manasında.

Bakın zaten tenzil kelimesinden sonra aziz kelimesinin gelmesi çok ilginç. El-Aziz, Allahû Teâlâ’nın isimlerindendir. İzzet sahibi. Yüksek, yüce. Aynı zamanda da galip olan, mağlup edilemeyen manasındadır. Yani dilediğini dilediği gibi yapar. El-Kadir ve El-Galip esmaları ile yakın ilişkilidir. Yani aziz olanın indirmesidir. Yani “değerini bilin ha” gibi bir anlam da var burada. Yani bak kim indiriyor bunu? El-Aziz indiriyor. El-Aziz ciddi esmalardandır arkadaşlar. El-Aziz indiriyor ha, öyle basite de almayın bunu. Şimdi “ala sıratı müstakim”inden sonra bunun gelmesinin ne hikmeti var?

Peygamber Efendimiz(SAV)’in ahlakının Kuran olduğunun bir göstergesi. Yani tenzil. Kuran’ın tenzili kime yapıldı? Peygamber Efendimiz’e. E hikmetleri ile indirilmiş bu Kuran’ın kalbine indirildiği bu Resulullah(SAV) yaşantısında neyi sergileyecek? “Sıratı müstakim”de neyi gösterecek, hangi şeyi gösterecek? Tabi ki bu Kuran’ı.

Hazreti Aişe’ye diyorlar vefatından sonra “Ya Hz. Aişe! Sen onunla sürekli beraberdin, biz ara sıra beraberdik. Sen onun sırdaşı idin. Onun ahlakı ne idi biraz bahset” diyor. Annemiz müthiş bir cevap veriyor. Şöyle şöyle anlatmıyor. Kızar gibi söylüyor: “Ya siz Kuran okumuyor musunuz? Onun ahlakı Kuran’dı” diyor. Yani biz kuranı anlayamıyoruz arkadaşlar. Gerçekten anlayamıyoruz. Yani Resulullah(SAV)’ın davranış sistemi, düşünce sistemi eşittir Kuran. Hem “ala sıratı müstakim” olduğu için, hem de kuranı yaşadığı için sıratı müstakimde. Resulullah’ın sünneti farklı bir şey. Kuranı farklı bir şey gibi algılıyoruz. Hatta sünnetleri reddediyoruz. Öyle sapık bir şey de çıktı. Eskiden böyle bir şey mümkün değildi. İşte “sahih mi, değil mi?” den yola çıkarak. “Sünnete ne gerek var? Kuran var” diyen bir grup var. Bu; Resulullah’ın din gerçeği, Allah’ın din gerçeği ile uyuşmuyor. Bu anlamamaktır, ahmaklıktır.

Geçen bir ayet vardı, o denk geldi:  “Gul”, “de” diyor. Emir veriyor. Resulüne diyor. “Eğer Allah’ı seviyorsanız…”. Şimdi cevap ne? “Tabi biz Allah’ı seviyoruz”. Allah’ı sevenlerin rütbesindekilere diyor bunu. “Bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin”. Bak bunu Resul diyor gibi duruyor ama bunu diyen Allah. Yani şöyle diyor. Yani Resulullah’ı aradan çıkarın, direkt şöyle gelse idi ayet. “Ya siz beni seviyor musunuz kullarım? Seviyoruz ya Allah’ım? “Peki benim de sizi sevmemi istiyorsunuz değil mi?” İstiyoruz tabi ki? “O halde resulüme uyacaksınız”. Yani Allahû Teâla kendi sevgisinin şartını Resulullah’a uymak olarak, tabi olarak koymuş. Bunu Allah diyor. Yani Allah’tan Resule baktığımızda çok farklı bir şey. İşte bu tür ayetlere rağmen nasıl Resulullah’a böyle şeyler söyleyebiliyorlar, nasıl sünneti hafife alıyorlar anlamak mümkün değil.

İşte buradaki ifadesi ile de sıratı müstakim üzerine olan Resulullah’a bir tenzil bu. El-Aziz i açıkladık, bir de rabbim devam ediyor er-Rahim. Sadece aziz değil aynı zamanda da rahim olan er-Rahim olan Allah’ın bir tenzilidir buyuruyor. Bakın Allah tarafından da bir tenzil değil. Buradaki isim tamlaması gibi gelmiş. Yine Arapça bilenler bilir. Orada “tenzilel azizirrahim” derken de son günlerde işlediğimiz isim tamlaması var. Mudaf-mudafun ileyh konusu var. Rahman ve Aziz olan Allah’ın indirmesidir bu. Onun indirmesi. Burada izafet var. İzafet Aziz ve Rahim Allah’a. Yani Kuran’ı da herhangi bir indirme olarak görmeyin. Allah’ın indirmesidir bu. Sahibinin adresini de bilelim. Kuran okuyoruz ama Allah’ın kitabını okuduğumuzun da farkına varalım. Hatta Kuran zikirdir deniyor ya. Zikir kelimesinin Kuran’daki birinci manası hatırlamak, anlamak, düşünmektir arkadaşlar. Başka manaları da var. Kuran zikirdir diyor. Öğüttür manasında. Hatırlamak manasında ne oluyor biliyor musunuz? Kuran’ı okurken onun Allah’ın kitabını olduğunu hatırlayarak, zikrederek okuyun demek. Bakın bunu deneyin arkadaşlar gerçekten Kuran çok farklı oluyor. Aman bu Allah’ın, bunu Allah söyledi, Allah yazdı deyince çok farklı oluyor. Burada da buna ikaz var. Rahim’e gelelim. Neden Rabbim rahimi kullanıyor burada. Bakın Rahman demiyor. Rahim olan Kuran. Yani bu diyor tamam aziz olan, ulaşılamayan, üstün olan Allah’ın indirmesidir ama aynı zamanda o rahmeti ile bunu size indiriyor. O yüzden erişebilirlik var demektir burada. Yani kolaylık var. Bir şu anlama geliyor rahmeti dolayısıyla, merhameti dolayısıyla indiriyor indirmeyebilirdi de. Sizden aynen Hz. İbrahim’den beklediği gibi, hiçbir şey olmadan, senin fıtratındaki özelliklerinle kendisine yönelmeni, sıratı müstakimi bulmanı isteyebilirdi. Ama o Rahmet Sahibi size merhamet ediyor ki bu kitabı size indiriyor. Sevgisinden, merhametinden, acımasından dolayı.

Bir de bakın direkt de indirmiyor bunu yaşayan birinden, sizden diyor ya. “Fi kum” sizin kendi içinizden bir Resul gönderdik diyor. Sizin yaşayabileceğiniz boyuttan algılayacağınız, nasıl oturuyor, nasıl kalkıyor, nasıl namaz kılıyor, sizin gibi yiyip içen bir kulun üzerine indiriyor ki siz bunu rahatça hayatınıza geçirebilin, tatbik edin. Bununla da kalmıyor. Size kitabı, hikmeti, bilmediklerinizi öğretiyor. Bir de açıklayıcı bir sistemle öğretiyor. Bu rahmet değildir de nedir? Ama sadece rahmet değil, rahim olmasının sebebi de: Hani rahmanla rahimin farkı ne idi? Rahman bütün kullarına, Rahim de özel olarak kendisine inananlar olduğu için bu kitabın faydası, kendisine inananlara olacaktır. Herkese de olmayacaktır. Yani bu kitaba layıkıyla yönelen, Allah’tan tenzil olduğunu bilen rahimin halkasına giriyor. Allah da o zaman merhamet diyor. Başka bir ifadeyle de Allah rahimliği ile kendisine yönelenlere de bu kitabı indirerek, açıklayarak, kolaylaştırarak, kulakları gönülleri açarak da ne yapıyor merhamet etmiş oluyor manalarına da  geliyor. Ama bunun bir sebebi var, indirilmesinin de bir sebebi var. Neden indiriyor? Altıncı ayette bunu açıklıyor:

(لِتُنْذِرَ قَوْمًا مَا اُنْذِرَ اٰبَاؤُهُمْ فَهُمْ غَافِلُونَ)Litunzira gavmem mâ unzira âbâuhum fehum ğâfilûn.
“Babaları ya da ataları uyarılmamış olan kavmi korkutman için çünkü onlar gafillerdir”. Ya da başka bir ifade ile “Ta ki ataları uyarılmadığı için haktan gafil kalmış bir topluluğu uyarasın diye”. Bakın “li” ile başlıyor. “Li” için demek Arapça. “Lam-ı Talil” deniyor buna, “sebeb lamı” deniyor. Niçin tenzil bu? Niçin bir indirilme? Amaç ne burada “li” için. “Tunzira” senin nezretmen, inzar etmen için. İnzar ne demek? Uyarma demek. Nezir uyarıcı. Beşir müjdeleyici. Uyarman için. Bakın burada müjdeleyici değil de inzar edici denmesinin bir sebebi var? Çünkü ya iş bildiğiniz gibi değil. Eğer siz rahim halkasının içerisine giremezseniz. Mahvolursunuz. Bu yüzden Resulullah ne yapıyor? Uyarıyor, uyarıcı. Müjde de var ama önce bir uyarı var çünkü insan önceden başından neler geçtiğini, insanın bu dünyaya geliş amacını bilirse, indirilmiş Kuran tarafından daha dikkatli olur. İşte o yüzden birinci görev müjdeleyicilikten daha ziyade uyarıcılık oluyor. Bu kitabı Allahû Teala’nın rahimliği ile Mürsellerden bir Mürsel olarak gönderilmiş Resulullah’ın kalbine indirmesinin, tenzil etmesinin sebebi uyarmakmış. Ama kimi uyarmak? Burada meful geliyor. “Kavmen” bir kavmi. Bakın burada “el kavim” derse yani belirli bir kavim derse sadece Mekke müşrikleri anlaşılır ya da o çevresi anlaşılır ama “kavmen” deyince kıyamete kadar gelecek olan bütün kavimleri, toplulukları kastediyor burada. Yani sen de bunun içindesin. Şimdi Arapçada kural var. Nekre bir kelimeden sonra gelen cümle, o nekre kelimenin sıfatı oluyor. Burada da “kavmen” nekra gelmiş ya, nekradan sonra gelen kısım, bu kavim kelimesinin sıfatı oluyor. Yani nasıl bir kavim?

Mâ unzira âbâuhum. Babaları ya da ataları daha evvel uyarılmamış bir kavim. Biz ayetlerden biliyoruz ki bir fetret dönemi yaşanıyor. Bu fetret döneminde bir uyarılmamışlık konusu söz konusu oluyor. Ama bu kavim ne diyor? Bize gerçekten bir peygamber gelse idi biz ona inananlardan olacağız. Ama gelmelerine rağmen onlar kibirlerinden dolayı ya da mekirlerinden dolayı ne idi? Oyunlarından dolayı buna inanmadılar. Mekire tuzak deniyor. “ Ya Allah tuzak mı kurar?” deniyor ya. Eğer onu oyun olarak nitelendirirsek daha güzel bir manası oluyor. Yani herkesin bir oyunu var. Allah’ın da bir oyunu var. Planı var. Plana uyun.

Fatır Suresi’nden anladığımız kadarı ile bu kadar uyarılmamış, bir uyarıcı gelse uyarız deyip de kibirlerinden ve mekir kurmalarından ötürü uyarılma durumuna geçememiş bir kavim var. İşte bu kavmi uyarasın diye Allah rahimliği ile gönderiyor. Neden rahim demişti, rahmet kökü ile? Allahû Teâlâ göndermeyebilirdi. Ne resul gönderirdi, ne de Kuran’ı gönderirdi, ne de hakim olan Kuran’ı gönderirdi? Ama işte rahmetinden dolayı uyarıyor. Biz bunu anlayamıyoruz çünkü dini hazır bulduk. Annemiz babamız Müslüman. “Fatiha’yı hadi bir oku”. Eğlenceli okudu. “Hadi oku amcalara bir Fatiha’yı”, “Hadi kelime-i şehadet” getir. Ergen olunca “Hadi bir yıkan şöyle. Hadi bir abdest al”. “Hadi Cuma günü”. İşte biz içinde bulduk ama biz bu rahmetin farkında değiliz. “Bak” diyor. Babaları uyarılmamış kavim var. Ona Allahû Teâlâ rahmeti ile gönderiyor bütün bunları. Bunu hala anlayamıyoruz.  Bunun nimetini ahirette anlayacağız biz. Muhakkak sebepleri var. Hidayetin de sebepleri vardır. Nihayet olarak Allah’ın rahmetidir bu. İşte Allahû Teâlâ bize farkında olmadığımız gönderilme nimetini ve kitap indirilme tenzil diyor yukarıdan aşağıya indi diyor. Değeri bir şekilde indirilerek şey oldu. Bunun aslı aslında muhteşem cümleler. Ama bizim kaba kafalarımıza girsin diye Allahû Teâla en basit cümleler halinde deliklerinden sokuyor nerdeyse tenzil o işte. “Babaları uyarılmamış bir kavmi uyarasın diye”. Oradaki “ma” edatı “şey” anlamına da gelmiş. Bazı alimler bunu atalarının uyarıldıkları şey üzerine olan kavmi uyarasın diye. Yani bir kureyş kavmi falan var. Bir de atalar deyince Hz. İbrahim’e kadar gitmiyor mu bu mesela? Onlar da bir şeyle uyarılmadı mı? Yani aynı şeyin üzerinden uyarıldılar. Hani mürsellerdensindir diyor ya işte o mürsellerle de farklı bir şey söylermedi. Atalarına senin o Mürseller de uyarıda bulundu. O uyarıldıkları şey üzerine sen de aynı şekilde uyarıyorsun manasında da bu algılanmış. Ama cevap var:

“fehum ğâfilûn”. Fakat onlar gafildirler. Burada iki şey var. Uyarılmamışlık olma durumu gaflet, bir de ataları uyarıldı ama bu yola tabi olamama durumları nedeni ile gaflette olmaları. Bunlardan hangisini alırsanız alın ama diyor “Onlar gafletteler”. Demek ki inzarın amacı ne imiş? Tabiri caizse dürtmek hani var ya. “Ölüm var”. Uyarılıyor yani. O şekilde gaflette. Gaflet böyle uyku hali gibidir. Eğer bunu hiç Allahi konuda bir uyarı görmemiş gafiller olarak yaparsak dinin kabaca yani en temel prensipleridir, bunları öğretmektir. Ama biz de bir kavimiz. Bizim babalarımız da yeterince uyarılmamış. Babalarımız da gafillerden olabilir. Biz de babalarımız öğretisi ile geliyoruz ya o kavim biz oluyoruz. “E biz namaz kılıyoruz”. Ama biz de o kavimden olduğumuz zaman biz de doğru zikir boyutu ile kılmayıpta gaflette olduğumuz için namaz ara konusu üzerine konuşuyorum. Demek ki Allah’ın resulü bizi bu konuda da uyarıyor.

“Ekımis salâ” diyor. Namaz kıl bile demiyor, namazı ikame et diyor. Namazın kazası yok. Var şöyle; bayılırsam, uyuyakalırsam, ya da başımın üzerinden hendek savaşındaki gibi ok geçer de kılma durumu olmazsa var. “Ya sonra kaza ederim” diyen işte “an salatihim sahun”a geliyor. Onlar namazlarında aldırış etmezler, öylesine baştan savarlar. İşte bu ikame olmuyor. Buna niye girdik? Yani böyle olduğu zaman bile gafilde olan bir kavim oluyorsun tamam. Neden “fehum gafilun” babaları? Sana bunu öğretenler, senin bu İslami bilgileri aldığın gaflette olabilirler. Yeterince birileri onları hikmet hakikat konularında uyarmamış olabilir. Ama sen Kuran okumuyor musun? Kuran okudukça Peygamber Efendimizin ahlakı olan Kuran’la ahlaklanırsın da kendini düzeltirsin. Bu anlamda Kuran’a yöneltiliş var. Devam edelim. 7. Ayet:

(لَقَدْ حَقَّ الْقَوْلُ عَلٰى اَكْثَرِهِمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ )Legad haggal gavlu alâ ekserihim fehum lâ yué’minûn. “Gerçekten o söz(o kavil) onların çoğunun üzerine hak oldu, onlar iman etmezler”. Şimdi gafiller ya. Gafillikleri üzerine de bu ne kadar uyarılmışlık olmasına rağmen uyarılmıyorlar hala o şeyleri de devam ediyor. Rabbim de yemin cümlesi ile başlıyor. Yemin olsun ki(kesin ki), “Hakka” hak oldu. Ne hak oldu? O kavil, o söz hak oldu. Yani Rabbimin azap sözü bu. Hak oldu. Kime? “Ala ekserihim”. Hepsinin değil bir kısmının ama çoğunluğunun yani az bir kısmı sadece buna inanmış. Başka ayette de ondan çok az bir kısmı dışında şirk koşmada iman ederler diyor. Çoğunun üzerine bu söz hak oldu. “Fehum la yuminun”. Ama onlar bir şekilde hala iman etmiyorlar ya da başka bir ifade ile iman etmedikleri için bu söz onların üzerine hak oldu. Yani Allahû Teala büyük yeminle Kuran’a hakim olan Kuran üzerine, hükümleri ve hikmetleri olan Kuran üzerine yemin ediyor. Sonra Peygamber Efendimiz’e dönüyor ve diyor ki “Sen hiç merak etme, yalnız değilsin. Benim önceden gönderdiğim resullerden birisn ama herhangi bir resul gibi de değilsin. Bana çok yakın olan özel bir resulsun ki senin sıratı müstakimin de özel. Ve ben senin üzerine senin ahlakının temel sebebi olan Kuran’ı azizliğimle gönderiyorum ama rahimliğim olmasa buna ulaşamazlar. Göndermemin sebebi de kullarımın üzerine olan rahmetim. Bu rahmetimi onlara gönderiyorum ki onlar bir şekilde uyarılmamışlardı sen de onları uyar diye Kuran’la. Aman dikkat etsinler, gaflette olmasınlar. Eğer bunca ikaza rağmen, sana rağmen eğer iman etmezlerse onların üzerine benim sünnetullahımdan olan hak gerçekleşecek o zaman da kurtuluşları olmayacak. O anlamda onları inzar et, uyar diyor. Allah bize bu Kuran’ın değerini(kadrini) bilen, Resulullah(SAV)’ın kadrini bilen ve onun öğrettiği Kuran’la öğrettiklerine tabi olan da gafillerden olmayan kullardan eylesin. Ve kavi bir gün gerçekleşecek bu tarafta ve ahirette. Allah’ın rahmeti ve merhameti ile de bunlardan uzak olup Allah’ın veçhine(zatına) giden kullarından olmayı nasip etsin inşallah.

Sadakallahulazim.

FATIR (7.Sohbet) 8,9,10.Ayetler#

DİNLE:


SOHBETİ İNDİRMEK VEYA MP3 OLARAK DİNLEMEK İÇİN  ALTERNATİF LİNK:

https://yadi.sk/d/DL6_6n8QoTUF6


 

 FATIR 8:

أَفَمَن زُيِّنَ لَهُ سُوءُ عَمَلِهِ فَرَآهُ حَسَنًا فَإِنَّ اللَّهَ يُضِلُّ مَن يَشَاء وَيَهْدِي مَن يَشَاء فَلَا تَذْهَبْ نَفْسُكَ عَلَيْهِمْ حَسَرَاتٍ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِمَا يَصْنَعُونَ

E fe men zuyyine lehu sûu amelihî fe raâhu hasenâ(hasenen), fe innallâhe yudıllu men yeşâu ve yehdî men yeşâu, fe lâ tezheb nefsuke aleyhim haserâtin, innallâhe alîmun bimâ yesneûn(yesneûne).

e : mı
fe : artık, işte, böylece, fakat
men : kim, kimse, kişi
zuyyine : süslendi, güzel gösterildi
lehu : ona
sûu : kötü
ameli-hi : onun ameli
fe : artık, böylece, fakat
reâ-hu : onu gördü
hasenen : güzel
fe : artık, işte, böylece, fakat
innallâhe (inne allâhe) : muhakkak ki Allah
yudıllu : dalâlette bırakır
men yeşâu : dilediği kimse, kişi
ve yehdî : ve hidayete erdirir
men yeşâu : dilediği kişi, dilediği kimse
fe : artık, işte, böylece, fakat
lâ tezheb : gitmesin, olmasın
nefsu-ke : senin nefsin
aleyhim : onlara, onlar için
haserâtin : hasretler, hüzünler
  innallâhe (inne allâhe) : muhakkak ki Allah
  alîmun : en iyi bilen
  bimâ : şeyleri
  yesneûne : yapıyorlar

Fakat kötü ameli, kendisine süslenen (güzel gösterilen), böylece onu güzel gören kişi mi? İşte muhakkak ki Allah, dilediği kişiyi dalâlette bırakır ve dilediği kişiyi hidayete erdirir. Artık onlar için nefsin, hasret duymasın (hüzünlenmesin). Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir.


FATIR 9:

وَاللَّهُ الَّذِي أَرْسَلَ الرِّيَاحَ فَتُثِيرُ سَحَابًا فَسُقْنَاهُ إِلَى بَلَدٍ مَّيِّتٍ فَأَحْيَيْنَا بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا كَذَلِكَ النُّشُورُ

Vallâhullezî, erseler rîyâha fe tusîru sehâben fe suknâhu ilâ beledin meyyitin fe ahyeynâ bihil arda ba’de mevtihâ, kezâliken nuşûr(nuşûru).

1. vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
2. ellezî : onlar
3. ersele : gönderdi
4. er rîâha : rüzgâr(lar)
5. fe : artık, böylece
6. tusîru : hareket ettirir
7. sehâben : bulutlar
8. fe : artık, böylece
9. suknâ-hu : onu sevkederiz
10 ilâ beledin : beldeye
11. meyyitin : ölü
12 fe : artık, böylelikle
13 ahyeynâ : diriltiriz
14 bi-hi : onunla
15 el arda : yeryüzü
16 ba’de : sonra
17 mevti-hâ : onun ölümü
18 kezâlike : işte böyle
19 en nuşûru : nüşur, yeniden dirilip yayılma

Ve o Allah ki, rüzgârı gönderir, böylece bulutları hareket ettirir. Sonra da onu ölü beldeye sevkederiz. Böylelikle arzı, ölümünden sonra onunla (yağmurla) diriltiriz. Nuşur (yeniden dirilip yayılma), işte bunun gibidir.


FATIR 10:

مَن كَانَ يُرِيدُ الْعِزَّةَ فَلِلَّهِ الْعِزَّةُ جَمِيعًا إِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُ وَالَّذِينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّئَاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَكْرُ أُوْلَئِكَ هُوَ يَبُورُ

Men kâne yurîdul izzete fe lillâhil izzetu cemîâ(cemîan), ileyhi yes’adul kelimut tayyibu vel amelus sâlihu yerfeuhu, vellezîne yemkurûnes seyyiâti lehum azâbun şedîdun, ve mekru ulâike huve yebûr(yebûru).

1. men : kim, kimse
2. kâne : oldu
3. yurîdu : istiyor
4. el izzete : izzet
5. fe : artık
6. li allâhi : Allah’a ait
7. el izzetu : izzet
8. cemîan : hepsi, bütün, tamamen
9. ileyhi : sizi
10 yes’adu : yükselir, erişir
11. el kelimu : söz, kelime
12 et tayyibu : temiz, güzel
13 ve el amelu es sâlihu : ve salih amel  yaptı
14 yerfeu-hu : onu yükseltir
15 ve ellezîne : ve onlar
16 yemkurûne : hile yaparlar, tuzak kurarlar
17 es seyyiâti : kötülükler, günahlar
18 lehum : onlara, onlar için vardır
19 azâbun : azap
20 şedîdun : şiddetli
21 ve mekru : ve hile, düzen
22 ulâike : işte onlar
23 huve : o
yebûru : helâk olur, boşa gider

Kim izzet istediyse, işte izzet tamamen Allah’a aittir. Güzel kelimeler (sözler), O’na erişir. Onu da, salih amel yükseltir. Kötülüklerle tuzak kuranlar; onlar için şiddetli azap vardır. Ve onların tuzakları boşa gider.


SOHBETİN YAZILI METNİ

 

Fatır Suresi (7. Sohbet) 8-10. Ayetler

Evet, Fatır suresinin 8. Ayetinden devam edeceğiz inşallah.

8 ile 7 ayetin çok alakası var o yüzden geçişler yapabiliriz sohbetimiz sırasında.

Evet, 8. Ayete şöyle bir bakalım:

Bismillâhirrahmânirrahîm

Efemen zuyyine lehû sûu amelihî feraâhu hasenâ, feinnallâhe yudıllu mey yeşâu ve yehdî mey yeşâé’, felâ tezheb nefsuke aleyhim haserât, innallâhe alîmum bimâ yasneûn.

(اَفَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُوءُ عَمَلِهٖ فَرَاٰهُ حَسَنًا فَاِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدٖى مَنْ يَشَاءُ فَلَا تَذْهَبْ نَفْسُكَ عَلَيْهِمْ حَسَرَاتٍ اِنَّ اللّٰهَ عَلٖيمٌ بِمَا يَصْنَعُونَ)

“Kötü ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse mi? Şüphesiz Allah dilediği kimseyi şaşırtır, dilediği kimseye de hidayet verir. O halde nefsini onlar için hasretle tüketme gerçekten Allah onların ne yaptıklarını çok iyi bilendir.”

Tabi meali böyle okuyoruz fakat teferruatına inince bazı kelimelerde elbette ki değişiklik olacaktır.

Şimdi öncekilerde şeytanı düşman tutun, hayat dünya hayatı ve aldatıcılar sizi aldatmasın, Allah ile aldatmasın. Gerçekten şeytan sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman tutun çünkü o kendi taraftarlarının yani hizbinin cehennem ashabından olmaları için çağırır. Okumaya devam et

FATIR (6.Sohbet) 6-7. AYETLER


SOHBETİ MP3 OLARAK İNDİRMEK VEYA DİNLEMEK İÇİN :

https://yadi.sk/d/BSodUAO2o4ySQ


 

:FATIR 6

إِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ فَاتَّخِذُوهُ عَدُوًّا إِنَّمَا يَدْعُو حِزْبَهُ لِيَكُونُوا مِنْ أَصْحَابِ السَّعِيرِ

İnneş şeytâne lekum aduvvun fettehızûhu aduvvâ(aduvven), innemâ yed’û hızbehu li yekûnû min ashâbis saîr(saîri).

1. inne : muhakkak
2. eş şeytâne : şeytan
3. lekum : sizin için
4. aduvvun : düşman
5. fe : artık, öyleyse
6. ittehızû-hu : onu edinin
7. aduvven : düşman
8. innemâ : ancak, sadece
9. yed’û : davet eder, çağırır
10 hızbehu : hizib, grup, taraftar
11. li : için
12 yekûnû : olur
13 min ashâbi : ehlinden, halkından
14 es seîri : alevli ateş, cehennem

Muhakkak ki şeytan, sizin düşmanınızdır. Öyleyse onu düşman edinin. O, kendi hizbini (taraftarlarını) sadece alevli ateş (cehennem) ehlinden olmaları için çağırır.


FATIR 7:

الَّذِينَ كَفَرُوا لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُم مَّغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ كَبِيرٌ 

Ellezîne keferû lehum azâbun şedîdun, vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti lehum magfiratun ve ecrun kebîr(kebîrun).

1. ellezîne : onlar
2. keferû : inkâr ettiler
3. lehum : onlara, onlar için vardır
4. azâbun : azap
5. şedîdun : şiddetli
6. ve ellezîne : ve onlar
7. âmenû : âmenû oldular 
8. ve amilû es sâlihâti : ve salih amel  yaptılar
9. lehum : onlara, onlar için vardır
10 magfiretun : mağfiret (günahlarının sevaba çevrilmesi)
11. ve ecrun : ve ecir, mükâfat
12 kebîrun : büyük

Kâfir olanlar; onlar için şiddetli azap vardır. Ve âmenû olanlar ve salih amel yapanlar; onlar için mağfiret ve büyük mükâfat vardır.

FATIR (5.Sohbet) 5.AYET#


SOHBET KAYDINI MP3 OLARAK DİNLEMEK VEYA İNDİRMEK İÇİN ALTERNATİF LİNK:

https://yadi.sk/d/ocDSraGwnfajN


FATIR 5.AYET

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُم بِاللَّهِ الْغَرُورُ

Yâ eyyuhân nâsu inne va’dallâhi hakkun fe lâ tegurrannekumul hayâtud dunyâ, ve lâ yegurrannekum billâhil garûr(garûru).

1. yâ eyyuhâ : ey
2. en nâsu : insanlar
3. inne : muhakkak
4. va’dallâhi (va’de allâhi) : Allah’ın vaadi
5. hakkun : hak
6. fe : artık, öyleyse
7. lâ tegurrenne-kum : sakın sizi aldatmasın
8. el hayâtu ed dunyâ : dünya hayatı
9. ve lâ yegurrenne-kum : ve sakın sizi aldatmasın
10. billâhil (bi allâhi) : Allah ile
11. el garûru : aldatıcılar

“Ey insanlar! Muhakkak ki Allah’ın vaadi haktır. Öyleyse dünya hayatı sizi sakın aldatmasın. Aldatıcılar da sizi Allah ile  aldatmasınlar.”


 SOHBETİN YAZIYA DÖKÜLMÜŞ METNİ:

 

Evet arkadaşlar geçen hafta 4. ayette ne demiştik:

“Eğer seni yalanlıyorlarsa gerçekten senden önceki peygamberleri de yalanladılar. Bütün işler Allah’a döndürülür.”

Burada Peygamber Efendimiz(SAV)’e bir teskin vardı. Yni sadece sana değil bu yıllardır insanlık tarihi boyunca olan biten bir şey demişti.

5. ayette de “ya eyyühen nas” – Ey insanlar. Burada dikkat ederseniz “Ey iman edenler” değil de “Ey insanlar” diyerek bütün insalığa bir hitap vardı. zaten “ya eyyühen nas” dendiği zaman biraz geniş düşünmek gerekiyor. Bütün zamanları da içine alacak şekilde bir hitap olduğunun göstergesi. Yani sadece günümüzdeki müminlere hitap eden değil bütün insanlığa hitap eden bir şey.

“inne vağdallahu haggun” – Şüphesiz Allah’ın vaadi haktır. Allah’ın vaadi denilince genellikle kıyametle ilgili, yeniden dirilme ile ilgili, dünyanın sonu, kainatın sonu ile ilgili şeylere bir vurgu oluyor. Allah’ın vaadi var. Allah bir şey vaadetmiş. Bize de vaadetmiş aynı zamanda. En büyük vaat, o büyük proje “ben gizli bir hazine idim bilinmek istedim mahlukatı yarattım” projesinin bir evresi olan aşama... Elest meclisi, galu bela denilen yerde bir eleme yapılıyor. Elemeye tabi tutuluyor, bir imtihan. Bunun sonucunda da bir süreç yaşanmaya başlanıyor. Bu sürecin bir aşaması başka bir açıdan değerlendirirsek Allahu Teala Hz. Adem’i yaratıyor, ona ruhundan üflüyor aynı zamanda esmalarını yüklüyor. Biz bütün esmaları öğrettik derken de orada bir yükleme var. Orada bir ifadesi var Allah’ın: “ene câilun fîl ardı halîfeten” diyor. Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim. Bakın orada arz kelimesi geçiyor. Yeryüzü. Halife ama arzda. Ben yeryüzünde bir halife var edenim diyor. bunu meleklere diyor. Yani burayı kastediyor taa orada. Allahu Tealanın esmalarının yaygın olarak bir mahlukatta tecelli etmesi halifelik oluyor. Allah, Allahlığını kimse ile paylaşmaz. Esmalar Allah değildir. Allahın güç ve kuvvetinin tezahürüdür. Bunun tecellisini, tezahürünü mahlukata veriyor. İşte mahlukatı içerisinde en fazla esma tecellisine sahip olan(potansyiel olarak) insandır. Kudret aleminde bunu biraz anlayabiliyoruz. Meleklerin biraz itirazvari dedikleri şu:”Ya rabbi yeryüzünde mi?”. Yeryüzü çöplük onlara göre. Kutsi alem. Melekut alem. Yani burada var eden ama arzda nasıl olut böyle? Ama işte arzda o esma tecellilerinin küllisinin yüklendiği insandan da bir beklenti var.

Yeryüzünde insan ne yapacak?

Allahu Teala ben bunun hesabını soracam sizden diyor tabiri caizse. Malikiyevmiddin kısmı işte burası. İşte bunu vaadediyor Allah. Böyle bir gerçek var ve bunun da oluşacağı bir gün var. Bunun hesabı görülecek. Bir şekilde imtihan için bu dünyaya gönderiliyoruz. İşte Allahu Teala burada ikazını yapıyor.

vela tegurannekum – Sakın ha sizi gurura sürüklemesin, aldatmaya sürüklemesin, kandırmasın. Ne kandırmasın?

el hayateddünya- Dünya hayatı.

Dünya hayatı sizi aman ha kandırmasın.

vela yegurannekum billahil el garur – Bu sefer de “el-garur” denilen şey de sizi Allah’la aldatmasın.

“Garre” arapçada kullanılan bir fiil. Türkçeye de gurur olarak geçmiş. Aralarında çok fazla benzerlik yok. Gurur Türkçede kibire yakın bir manada kullanılıyor. Gururun içinde kibirlenme ve inat da var. “Gururlu bir adam, inadından vazgeçmiyor” gibi ifadeler var. Arapçada bunun karşılığı farklı. Garre kelimesinin farklı anlamları var. Birkaçından bahsedeyim.

Bir şeyin izi, alameti. Mesela atın ön kısmında beyaz bir iz olurmuş, o onun ayırt edici özelliği imiş. Alameti farika gibi.

Kılıcın keskin yeri, ağzı. Kılıcın en önemli kısmı keskin kısmıdır.

Garrun sevb – Elbisedeki katlama izi. Elbiseyi sen nereden katlarsın. Sürekli iz yaptığı yerden katlarsın değil mi? Orada bir iz yapmıştır. Oradan katlarsın. Peki orası onun nesidir? Zayıf yeridir. Yani kırılan yeri. mukavva gibi düşünün. Mukavvayı katlamak için orada bir iz yaptıysanız, rahat katlarsınız. Siz oradan faydalanarak orayı rahat katlıyorsunuz. Şöyle bir ifade var: “Filan kişinin girresini buldum  da ondan dilediğimi, istediğimi aldım”. Yani zayıf noktası, zaafı anlamına geliyor. İşte bundan hareketle aldatma deniyor. Alsanma, kanma, aldatılma gibi ifadeler kullanılmış. 

Araf Suresi’nde Hz.Adem kıssası ile ilgili olarak 22. ayette şöyle bir ifade geçiyor:

فَدَلّٰیهُمَا بِغُرُورٍ فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ بَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِ وَنَادٰیهُمَا رَبُّهُمَا اَلَمْ اَنْهَكُمَا عَنْ تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ وَاَقُلْ لَكُمَا اِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُبٖينٌ

“Fedellâhumâ biğurûrin” (فَدَلّٰیهُمَا بِغُرُورٍ) – Böylece şeytan her ikisini de kandırarak tevessül ettirdi.

“felemmâ zâgaş şecerate” (فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ) – O zaman ağacın meyvesinden tattılar. Ağaçtan tattıklarında kendilerine avret yerleri göründü. Derhal üzerlerini cennet yapraklarıyla örtmeye başladılar. Rab’leri onlara, “Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?” diye seslendi.

Burada “biğururin” ifadesi var yani gururla. Yani gurur ile onları kandırdı, ayaklarını kandırdı. Gurur sebebi ile.

Hz.Adem ve Hz.Havva’nın zaafları var. O zaaflarına yaklaşıyor. Burada şeytan ikisini de kandırdı diyor ama siz duracaksınız orada. Niye kansın ki? Hz. Admeden bahsediyoruz. ruhunun üfürüldüğü, bütün meleklerin secde ettiği ve allahın bütün esmalarının yüklendiğinde bahsediyoruz. Bir şekilde yukarıda hata yapıyor cennete indiriliyor. Cennette de hata yapıyor. HAataya zorlayan ne? Yukarıda iken kendi kendine hata yapıyor. Fakat aşağıda cennette şeytan hataya zorluyor onu. Delalet ediyor. Onun ayağını kaydırmasına vesile oluyor ama Allahu Teala burada mekanizmayı söylüyor. Kandırdı, onun ayağını kaldfırdı, aldattı. Ama nasıl aldattı? Zaafı ile aldattı. Bu zaafı ne?

Araf Suresi 11-17. Ayetler:

Andolsun, sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” dedik. İblis’ten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile eğilenlerden olmadı.

Allah, “Sana emrettiğim zaman seni saygı ile eğilmekten ne alıkoydu?” dedi. (O da) “Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın” dedi.

Allah, “Şimdi in aşağı oradan. Çünkü senin orada büyüklük taslamak haddine değil! Hemen çık! Çünkü sen aşağılıklardansın” dedi.

Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) bana insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver.”

Allah da, “Sen süre verilenlerdensin” dedi.

Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım.”

“Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.”

Araf Suresi 20. Ayete gelirsek:

“Derken şeytan, kendilerinden gizlenmiş olan avret yerlerini onlara açmak için kendilerine vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbiniz size bu ağacı ancak, melek olmayasınız, ya da (cennette) ebedî kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı.”

İşte şeytan şuradan kandırıyor onları: “Melek olmayasınız, ya da (cennette) ebedî kalacaklardan olmayasınız diye”

İşte şeytanın Adem ve Havva’yı, insanlığı yakaladığı yer burası. Neymiş? İki melek olmayasınız diye, ebedi olanlardan olmayasınız diye. Demek ki insanlığın zaafı bu. Birisi ebedilik, başka bir ayette de “ebedi mülk” olarak geçiyor. Orada da mülk var. Diğeri de melek olma arayışı. Melek orada güç ve kuvveti, ebediliği, uzun ve bitmeyen bir ömrü temsil ediyor.

Koskoca Hz. Adem’in ve Hz. Havva’nın şeytanın tuzağına düşmesinin sebebi, yani zayıf noktası: Tükenmez mülk ve ebedi hayat. Bunlar onların gururları, zaafları. Bunlar hepimizin zaafları. Bütün sistemin içerisinde şeytanın bize vesvese vererek aldatmasının sebebi bizde olan iki hata: Tükenmez mülk, ebedi hayat.

Ebedi hayat ne demek? Baki olmak sevdası. Halbuki baki olan sadece Allah. Nefsin en çok korktuğu şey, yok olmaktır. Neden bu dünyada ölümden korkuyor?  Yok olacağını zannediyor. Halbuki öbür tarafta sistem devam ediyor. Fakat yukarı doğru gittiğimizde de nihayetinde muhteşem bir final olmasına rağmen ama yine de bütün mahlukat, bütün insanlık, bütün evren ve kainat, yaratılmış ne varsa tabi ki yok olacak. Biz Allah mıyız? Haşa. Mahlukat Allah mı? Hayır. E Allah baki ise bitecek bu sistem. Ama işte nefis bunu kabullenmek istemiyor. O yüzden faaliyetleri ile, amelleri ile yok olmamaya çalışıyor. İşte şeytan da bunu bildiği için, sistemi bildiği için onunla aldatıyor. Diyor ki “Bak şu ağacı niye yasak etti biliyor musun? – Neden? Çünkü bundan yerseniz siz ebedi olacaksınız. Ebedi olmayasınız diye size bu ağacı yasak etti.”

İkincisi ne peki? “İki melek olmayasınız diye”. Meleklere özeniyor. Melekliğe özeniyor daha doğrusu. Hz. Adem’e secde edilmedi mi? Nerede geçti bu olay? Kudret aleminde. Melekut, yüksek alemde. Orada ruh üfürüldükten sonra adem şahit olmadı mı? O mekana şahit olmadı mı? O muhteşem mekanı latif alemi görmedi mi? Peki şimdi nerede? Cennette. Üst aleme göre bir alt alemde. Yani bize göre muhteşem yerler. O indirildiği alana göre sürgün yeri. Oraya tekrar çıkmak istiyor. Peki neden iki melek olmak istiyorlar? Melek olmak istemiyorlar aslında, insanlıktan. Şimdi şahit oldular, melekler onlara secde etti. Üst olan bir şeye secde edilir değil mi? İnsanlığın, Allah’ın yaratması bakımından içine koydukları ile daha şerefli olduğunu biliyorlar. Neden meleklere özensinler? Burada meleklik şu: Orası öyle bir latif alem ki melekut alemi, orada çok büyük farklılıklar yok. Orada o kadar latif, o kadar ışınsal, o kadar nurani ki her şey; melek, insan, iblis çok farklı değil. Bakın iblis orada. Yani oraya tekrar çıkmak istiyorlar, melekut alemine tekrar çıkmak istiyorlar. Ama oraya çıkmak istemelerinin bir sebebi de melek kelimesinde hem meliklik var hem de mülk var. Yani güç, kudret ve mülkiyet talebi var ya; biraz da o isteniyor. Şimdi aşağıda cennette o kadar yok. Yukarıda o hissediliyor. İnsanlığa geleyim, bize geleyim. Demek ki o erk denen, mülkiyet denilen şey ve sonsuz olma, ebedi olma insanın en büyük iki zaafı. Mülk ve ebedilik. Bunlar Allah’ın özellikleri arkadaşlar. Malikül mülk. El melikü el kuddüs diyor. En yukarıda meliklik var. Maliki yevmiddin diyor. Meliklik Allah’a özgü. Bütün her şey fani, Allah’ın zatı baki. Demek ki insanın zaaflarını bildiği için şeytan ne yapıyor, onlara o şekilde yaklaşıyor.

Şimdi ayete gelelim:

Ayetin ilk kısmında aldatmasın, sakın aldanmayın var. Siz o zaaflarınızdan dolayı aldanmayın. Aldatacak olan ne ilk ayette? Dünya hayatı. Bakın daha şeytan değil. Allahu Teala ilk kademeyi söylüyor daha. Sende bulunan zaaflardan ötürü seni aldatacak olan birinci aşama ne? Dünya hayatı.  Daha şeytan falan yok. Dünya hayatının kendisi Allah’ın ona yükledikleri ile beraber, süsledikleri ile beraber zaten ne? Seni aldatmaya yatkın bir sistem.

İmamı Gazali’ nin “Kıyamet ve Ahiret” kitabında şöyle bir sahne okumuştum. Oraya muhteşem güzellikte bir kadın getirilir. Devasa. Herkes bakar: “Aman Ya Rabi bu güzellik de ne?” Sonra birdenbire çok çirkin bir kocakarıya dönüşüyor. Bu ahiret sahnesi. İnsanlar bu sefer tiksinir diyor. Yani nasıl bu böyle idi? Bu ne diye sorarlar. İzah ederler: “Bu dünya idi”. Dünya da böyledir. Aslında koca karı olan ama güzel gözüken bir kadın.

İşte nefsinin talepleri seni ona yönlendiriyor, kanıyorsun. Allahu Teala diyor ki: Bu dünyaya fazla bağlanmayın, sizin yeriniz yukarısı. Buna rağmen imtihan vesilesi olarak dünya da süslendiriliyor. Züyyinet deniliyor. Yani ziynetlendi. Birinci aşama bu.

Sen bu dünya hayatının şeylerine kanmadın. Ayetlere, hadislere uydun, aklını kullandın. Dini yaşarken daha mütedeyyin, daha muttaki bir hayat seçtin. Her şey bitti değil mi? İşte imtihan bitmiyor. İkinci aşama başlıyor. İşte ayetin ikinci kısmı bunu açıklıyor.

vela yağurannekum billahi el garur – el garur olan şeyler, seni bu sefer aldatmasın diyor. Bu sefer Allah’la seni aldatmasın. Şimdi ikinci aşamayı söylüyor Rabbim. İnsanların çoğu birinci aşamada gidiyor zaten. ya eyyühennas diyor ya, insanlıkla başladı zaten. Birinci kısımda dünya hayatı cazip geldi tamam. Ona razılar gittiler. İkinci aşamaya geçenler, Allah’ın dediklerini yapanlar için bile bir tehlike var. Bir de Allah ile aldatılıyorlar. Allah ile aldatma nasıl olur?

Tekrar Araf Suresine gelelim:16. ayete bakarsak :

“Gâle febimâ ağveytenî leag’udenne lehum sırâtakel mustegîm.”

Şeytanın ifadesi bu.

“Beni azdırmandan dolayı muhakkak onlar için senin doğru yolunun üzerine oturacağım.”

Senin sıratı mustakiminin üzerine oturacağım diyor. Fatiha Suresindeki sıratı mustakim. Sıratı müstakimin üzerinde kimler bulunur? Fatihada biz yana yakıla “Aman ya Rabbi beni sıratı müstakim üzerine hidayet et” demiyor muyuz. Sıratı mustakim üzerine gelmek öyle kolay değil. Oraya geldin. Bak ne diyor Allah’a iblis:

“Ben muhakkak senin sıratı müstakiminin üzerine oturacağım” diyor. Sıratı müstakim üzerine oturacağım demiyor, senin sıratı müstakiminin üzerine oturacağım diyor. O yolda kimler var? Dünya hayatı aldatmayacak seni. Zaaflarına rağmen kanmayacaksın, mütedeyyin olacaksın, Allah’ın dinini yaşamaya çalışacaksın. En son noktada dahi  tehlikeler var. Şeytan var. Sırati müstakim üzerinde şeytan var.

Sırati müstakim üzerine geldin iş bitmedi. Tehlike nerede? 17. ayete bakalım:

“Sonra muhakkak onların önlerinden geleceğim, arkalarından geleceğim, sağlarından geleceğim, sollarından geleceğim.”

Sollarından yaklaşacağım diyor, yani haramlarla yaklaşacağım demek istiyor. Şunu yapsana, bunu etsene, kimse görmüyor zaten, ne güzel kadın, içki de haram mı olur, faiz de haram mı olur, şu parayı çalsana. Solundan yaklaştı. Soldan yaklaşmasını anlamak daha kolay.

Arkalarından yaklaşacağım demek ne demek? Geçmişi ile ilgili bıraktıklarından. Keşke diyen yanılır diyor ya Peygamberimiz. Bir de şunu Müslüman çok yapıyor: Adamın belirli bir hayatı vardı, sonra tövbe etti, farklı bir hayata gitti. Şimdi güya yeni hayatını övmek için anlatıyor: “Eskiden şöyle yaşardım böyle yaşardım ama şimdi tövbe ettim”. Şeytan yine başardı yapmak istediği şeyi. Eski hayatını sana cazip göstererek arkandan yanaşıyor. Yani tövbe etmiş gibi olmuyorsun, övünmek için anlatıyorsun. Eski hayatımda şöyle şöyle yapmıştım. Tövbe ettim. Artık camiden çıkmıyorum falan filan. Yani sürekli olarak sana tazelettirerek senin hoşuna gittirerek arkandan yanaşıyor. Arkadan yanaşmalardan biri bu. Keşkeler, kafaya takmalar, şöyle yapsaydım böyle yapsaydım demeler de arkadan yanaşmalara örnek.

Sağdan yaklaşma ne demek? Sağ denince daha pozitif şeyler anlaşılıyor. Bu sefer de pozitifliklerle aldatmak. Yani “Ulan ya ne güzel sadaka veriyorum ben görüyor musun”, “Aman be ne namaz kılıyorum ya, ama ne boyun kırarak namaz kılıyorum”, “Her yerde anlatmam bunu”, “Şöyle şöyle yaptım, oruç tuttum” bilmem ne. Allah için ihlaslı yapmadın mı? Allah bilsin, gerisine ne gerek var? “Teheccüde bir kalktım ki kimsede ışık yok”. Keşke teheccüde kalkmasaydın da sen bu sözü söylemeseydin. İşte bunun gibi şeyler de arkadaşlar sağ ile aldatmak. “Ulan İslamiyeti en güzel ben yaşıyorum kimse yaşayamıyor görüyor musun”. Ama bunlardan en tehlikelisi önden yaklaşmak.

Ne demek önden yaklaşmak? Kuran tefsirlerinde en çok bu yazıyor. önümüzde ne var? Hakikatte neyi önümüze alıyoruz? Nereye yöneliyoruz? Allah’a. Allah’la aldatmak işte bu. Önün senin geleceğindir fakat yöneldiğin yer kıbledir, yani Allah. Allah’a yönelirken insan farkında olmadan hatalar yapabilir: Yanlış Allah tasavvuru, yanlış Allah sıfatlandırmaları. “Allah’a iman ettim” demek inandım inanmadım demek değil. O çok basit. Ayette ne geçiyor: “Yerleri ve gökleri kim yarattı diye müşriklere kafirlere sorsanız Allah diyeceklerdir” diye geçiyor. Şimdi onlar cehennemin en altındalar. Allah’a inanıyorlar arkadaşlar. Bizim bildiğimiz şekilde onların imanı olsa cennetin en üstünde olmaları lazım. Değil. İman gerçek anlamda, doğru bir şekilde ona yönelmek. Kitaba doğru şekilde yöneleceksin, mekleklere, resullere doğru bir şekilde yöneleceksin. Allah’a inandım demek yeterli değil. Allah bunu kabul etmiyor. Bana doğru bir şekilde yöneleceksin diyor. Doğru bir şekilde yönelmezsen olmuyor. Subhane rabbike rabbil izzeti amma yesifun”. Amma yesifun. “Allah izzetlidir, azizdir” diyor. Neden “amma yesifun”? O şeyler ki yesifun’da sıfat var. “Sıfatlandırdıkları şeyden Allah izzetlidir” diyor. Yani kafanda sıfatlar tayin ediyorsun Allah’a. “Allah şöyledir, böyledir”. Ne kadar sıfat tayin edersen et Allah ondan yücedir. Bakın Hz. İsa’ya “Tanrı” denmesine Allahu Teala yer arz çatlayacak diyor. Sen koskoca Allah imajını alıp bir insana indiriyorsun. İnsana indirdiğin için insani sıfatlarla sıfatlandırıyorsun, sorun orada. İşte şeytanın Allah’la aldatması bu. Eğer sen Allah’a doğru bir şekilde yönelmezsen esmalarını unutursan. Bugün tasavvufi anlamda bir şeyler söyleyecem diye uçuk laflar ediliyor. Ben Allah’ım a kadar gidiyor bu. İnsan kendini Allahlaştırıyor. “Allah’ın sıfatları bende değil m?” diyor. Her şey Allah’ın esmalarından oluşmuş demiyor mu? Devamında da farkında olmadan Allahlaşmış oluyor. O yüzden “el garur” senin zaafın, senin içindeki Allahlaşma ilahlaşma temayülü seni Allah’la bile aldatabilir diyor. “Sen nefsinin hevasını ilah edineni gördün mü?” diyor ayeti kerimede. Nice aşamalardan geçtin, dünyadan vazgeçtin, sıratı müstakimi geçtin soldan arkadan sağdan da yırttın geriye Allah’a yöneliyorsun. Orada bile tehlike var. Her aşamasında Müslümanın, ileri boyutta Allah’a yönelenlerin bile her an dikkatli olması lazım. Çünkü bizim zaaflarımız var, gururumuz var, melekleşme yani mülke ve ebedi hayata meyil eden bir yanımız var. Bu yan bizi Allah’a yönelirken bile tehlikeye sokabilecek bir şey teşkil ediyor. Bu nedenle her aşamada bu konulara dikkat edilmesi lazım.

Haftaya bu konuya devam edeceğiz  inşallah.

Allahu Teala bizi yaratılışımızda Allah’a verdiğimiz sözün üzerinde sabit kılarak dünya hayatının geçici menfaatlerine ve süsüne kanmayarak, Allah’ın doğru yolunun üzerindeyken bile zaaflarımıza kanmayarak, Allah’a doğru bir şekilde yönelen ve güzel kulluk eden kullarından eylesin inşallah. Bunun da yolunu kolaylaştırsın inşallah.

Sadakallahulazim.

FATIR (4.Sohbet) 4-5.ayetler#


SOHBET KAYDINI MP3 OLARAK DİNLEMEK VEYA İNDİRMEK İÇİN ALTERNATİF LİNK:

https://yadi.sk/d/kovAzUCinCzoD


 

FATIR 4.AYET

وَإِن يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِّن قَبْلِكَ وَإِلَى اللَّهِ تُرْجَعُ الأمُورُ

Ve in yukezzibûke fe kad kuzzibet rusulun min kablike, ve ilâllâhi turceul umûr.

1. ve in : ve eğer
2. yukezzibû-ke : seni yalanlıyorlar
3. fe : artık, da
4. kad : olmuştu
5. kuzzibet : yalanlandı
6. rusulun : resûller
7. min kabli-ke : senden önce
8. ve ilâllâhi (ilâ allâhi) : ve Allah’a
9. turceu : döndürülür
10. el umûru : emirler, işler

 

 Ve eğer seni tekzip ediyorlarsa (yalanlıyorlarsa), senden önceki nice resûller (de) yalanlanmıştı. Emirler (bütün işler), Allah’a döndürülür.


FATIR 5.AYET

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُم بِاللَّهِ الْغَرُورُ

Yâ eyyuhân nâsu inne va’dallâhi hakkun fe lâ tegurrannekumul hayâtud dunyâ, ve lâ yegurrannekum billâhil garûr(garûru).

1. yâ eyyuhâ : ey
2. en nâsu : insanlar
3. inne : muhakkak
4. va’dallâhi (va’de allâhi) : Allah’ın vaadi
5. hakkun : hak
6. fe : artık, öyleyse
7. lâ tegurrenne-kum : sakın sizi aldatmasın
8. el hayâtu ed dunyâ : dünya hayatı
9. ve lâ yegurrenne-kum : ve sakın sizi aldatmasın
10. billâhil (bi allâhi) : Allah ile
11. el garûru : aldatıcılar

Ey insanlar! Muhakkak ki Allah’ın vaadi haktır. Öyleyse dünya hayatı sizi sakın aldatmasın. Aldatıcılar da sizi Allah ile  aldatmasınlar.


SOHBETİN YAZIYA DÖKÜLMÜŞ METNİ:

Geçen haftaki ayeti hatırlarsanız “Ey insanlar Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın” derken birçok nimetten bahsedilebilir. Her şey nimettir. Biz bunlara şükürden aciziz. Ama burada biraz üzeri örtülü bir şekilde asıl nimetin, en büyük nimetin ne olduğunu söylüyor. Ne ile anlıyoruz biz bunu? Hemen arkasında “hel min halikun gayrullah” –  Allah’ın gayrısından başka bir yaratan mı var derken asıl nimetten yani yaratılmış olma nimetinden bahsediyordu. Yani biz yoktuk. Allah yoktan yarattı diyoruz. Ya da yoktan yarattı diyoruz. Eğer yaratmasa idi, biz bu bilinçte olmayacaktık. Halıkımızı, yaratanımızı tanıma fırsatını bize verdi. İçinde muhabbet olan bir tanıma ve bilme ile oldu. Bu nimetlerin en büyüğü bence.

“Hel” diye soru var orada? Hel Arapçada soru edatı mi?, mı? Türkçesi. Türkçede sonda gelen mi?, mı? Arapçada başta geliyor. Niye orada soru soruyor? Sizin için Allah’tan başka yaratan yok da diyebilirdi. Ama soru soruyor orada. Kime soruyor? Bize soruyor. Bir üstünde insanlara soruyor?  Ne ile başlıyor? Ya “eyyühennas”. Demek ki bütün insanları ilgilendiren bir şey olmalı. Mesela bu İslam nimeti olsa ya “eyyühennas” demezdi. Ya “eyyühellezine amenu” derdi. Demek ki ya eyyühennas dediğine göre bütün insanlığı ilgilendiren bir nimet. İşte biz buradan yaratma nimetini anlıyoruz.

Hel diye neden soru soruyor? Bir düşünün. “Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın”la ilgili, benzer ayetleri geçen hafta sıralamıştık. Bu yaratılma nimetini o kadar vurgulu bir şekilde  değinmiyordu diğer ayetler. Bu genel tarza aykırı aslında. Rabbim bir yerde bir şeyi açıklıyorsa -varsa- Kuran’ın diğer yerlerinde benzer ifadelere baktığınız takdirde onu bulabiliyorsunuz. Fakat bunu göremedim. Ama bakın bizden bulmamızı istiyor. Hel soru soruyor? Yani Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın diyor. Müphem, kapalı. En büyük nimet nedir diye düşünürken ipucu veriyor. “Hel min halıkı min gayrullah”. Allah’ın gayrısından başka bir yaratıcı mı var? Seninle orada soru sorduruyor sana. Yani irdele. Kendi kendine soru sor. Ezbere gitme. Düşün. Tefekkür et. Bakın bunu anlayan Peygamber Efendimiz(SAV) geceleyin ayakları şişinceye kadar namaz kılarken ne diyor Hz. Aişe annemize: “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” diyor.

İkinci olarak “uzkuru nimetallah”. Orada nimet müfret gelmiş, tekil gelmiş. Çoğul olarak gelmemiş. Nimet çoğul olarak gelmemiş. Allah’ın üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın demiyor. Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın diyor. Niye tekil gelmiş? Özellikle bir nimete dikkat çekiliyor. Yaratılışa. Birçok nimetler var. Ama burada müfret. Bunu nasıl yorumluyoruz? Allah’tan başka bir yaratan yok. Ama nimet tekil gelmiş. Hayat nimeti eşittir yaratılma.

Hel sorusu sorulmuş?Arkasından Allah’ın yaratmasından bahsediliyor? Nimet tek olarak gelmiş. Bunları birleştirdiğimizde diğer nimetlerle beraber ama daha önde olarak yaratılmanın en büyük nimet olduğu ifadesini görüyoruz.

Sonunda döndürülürsünüz ifadesi var. “feennâ tué’fekûn”. E nasıl mı döndürülüyorsunuz? Bu gerçekleri anladınız mı? Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetlerini yaratıcı olmasını ve sizden gökten ve yerden rızık verecek olduğunu ve ondan başka bunu yapabilecek bir ilah olmadığını anladın mı? Buna ki tevhid deniyor. Nasıl döndürülüyorsunuz?

Şimdi bakın nasıl dönersiniz değil, döndürülüyorsunuz. Meçhul, edilgen gelmiş fiil. Burada negatif sisteme dikkat çekiliyor. Yani bu kadar gerçeğe rağmen tırnak içerisinde aklınızı kullanmayarak şeytanın vesveselerine açık olarak nasıl döndürülüyorsunuz diye bir soru var. Nasıl böyle bir şey olabilir? Fe enne. Fe ile gelmiş. Nasıl olabilir böyle bir şey?

Şimdi dönmek Kuranı Kerimde 3 tane fiil ile ifade ediliyor. Benim denk geldiklerim şöyle.

Birincisi buradaki “ifk” kelimesi.

İkincisi “sarf” – kuyumcular kullanır. Sarf ediyor. Bozuyor, döktürüyor manasında. tusrefun olarak geçiyor bazı ayetlerde. 39/6 da var mesela. 10/32 de varmış.

Üçüncü olarak “tevelli” var. Velleye. Fe in tevellev diyor. “Fe in tevellev fe kul hasbiyallahü”(Tevbe 129). Yani sen anlatıyorsun anlatıyorsun karşındaki bütün buna rağmen dönüyor. Arkasını dönüyor ve gidiyor.

Bir de “arada an” var. Geri çevrilip dönmek var. Böyle birkaç tane dönmek var. Fakat neden burada Rabbim ifk kelimesini kullanmış. İfk, tufekun derken gerçeklerin farklı algılanmasıyla bir dönüş var. Hani iftira deniyor ya Hz. Aişe’nin olayında. O hadiseye ifk deniyor. Yani bir tane gerçek var. Ama içine yalan karıştırılarak hile karıştırılarak olduğundan farklı gösteriliyor. İnsanlar bu sayede gerçekten dönmüş oluyorlar. İşte buradaki dönme bu manada.

Dördüncü ayete geçelim:

وَاِنْ يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ

Ve iy yukezzibûke fegad kuzzibet rusulum min gablik, ve ilallâhi turceul umûr.

Eğer seni yalanlıyorlarsa gerçekten senden önceki peygamberler de yalanlandı. Bütün işler Allah’a döndürülür.

Şimdi iki tane ayet gördüm. Bu ayet sanki 3 ile 4 arasında bir aracı gibi. Ankebut suresinde 17.ayet.

“Siz Allah’ı bırakarak anca putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Allah’ı bırakarak taptıklarınızın size hiçbir rızık vermeye güçleri yetmez. Öyle ise rızkı Allah katında arayın. Ona kulluk edin ve ona şükredin. Siz yalnız ona döndürüleceksiniz.”

Bakın başka bir sure başka bir ayet fakat ortak kelimeler ne kadar var. Bu ayette ifk geçiyor. Siz Allah’ı bırakarak ancak putlara tapıyorsunuz. Sanem geçiyor orada tapıyorsunuz. Yalan uyduruyorsunuz derken “tahlikune ifkan”. Şimdi burada tahlikune derken ilginç bir ifade var. Yaratmak “halaka” kelimesi kullanılıyor. Yaratma kelimesi Allah’tan başkasına isnad edilemez. Doğru ama Allahu Teala kullanıyor burada. “Tahlikune” diyor “yaratıyorsunuz” Ama neyi “ifken”. Yani siz ancak “ifk”i yaratabilirsiniz. Allah’ın yaptığı gibi bir şey değil de oluşturma, meydana getirme, uydurma anlamında diyor . Bakın burada bir önceki ayette hani “Allah’ın gayrısından başka bir Halık mı var” derken burada da “Siz Allah’ın dışında putlara tapıyorsunuz(La ilahe illallah kısmı) ve uyduruyorsunuz. halk kelimesini kullanmış Rabbim. Ama ne? İfk. Yani bir yalan, iftira, gerçekten döndürülecek şeyler uyduruyorsunuz.

“innellezîne ta’budûne min dûnillâhi”Allah’ın berisinden sizin taptıklarınız-yöneldikleriniz- bir önceki ayette Allah’ın gayrısından. Yine ortak bir ifade. “lâ yemlikûne lekum rızkân” – Size rızık vermeye güçleri yetmez. Size gökten ve yerden rızık verecek Allah’tan başka halık mi var diyordu diğer ayette. Yine ortak bir ifade. “Fağbudu veşkuruhu”. Ona ibadet edin kulluk edin. Veşkuruhu. Bakın şükredin. Şükür nimete yapılır. İşte son kelime. Ve ileyhi turceun – siz ona döndürüleceksiniz. Bakın bu dördüncü ayette son kısmında “ve ilallâhi turceul umûr”. Bütün işler Allah’a döndürülür. Peki  burada neden bütün işler Allah’a döndürülür demiş de Ankebut 17’de “ve ileyhi turceun” demiş? Bana döndürüleceksiniz diyor. Diğerinde bütün işler Allah’a döndürülür diyor.

Bütün işler Allah döndürülür, öbür tarafta sizler Allah’a döndürüleceksiniz diyor. Burada “umur” var – işler. İşlerin döndürülmesinde , melekleri ikişer,üçer ve dörder kanatlı elçiler yapan.

Resuller derken şunu açıklamıştık. Allahu Teala bizatihi kendisi de her şeye şahittir, hakimdir, amildir fakat kurduğu sistem gereği meleklerini de elçiler olarak kullanır. Hatta Kadir suresinde küllü şey – bütün işler için indikçe inerler ifadesi var. Kimler? Melekler ve ruh. İşte “bu bütün işler” derken burada “Umur” emrin çoğulu. Emir iş demek. Umur da onun çoğulu. İşte meleklerin de olduğu bir sistemle beraber, bütün işler Allah’a döndürülür. Yani burada Rabbim sisteme ve  özellikle meleklere de işaret ediyor.

Önceki ayette “tufekun” geçmişti. Döndürülüyorsunuz anlamında. Biz Kuranda biliyoruz ki yalan ve iftira anlamına da geliyor bu kelime. İşte başka bir yalan ifade eden kelime ile devam ediyor. Rabbim kelimelerin inceliklerini işleye işleye anlatıyor.

Ve in – in şayet demek. Şart edatıdır.

Yükezzibuke   – eğer seni yalanlıyorlarsa

Fe – ki, öyle, öyle oldu ki manasında

gad kezzebet – mazi fiilden önce gad kelimesi gelince Türkçedeki mış mişli geçmiş zaman gibi oluyor. Yani küzzibet. Yalanlamışlardı.İşte bu “fe” de hatırla ki, gerçekten öyle olmuştu manasına geliyor. Küzzibet de meçhul bir ifade. Edilgen bir ifade. Kezzebe değil de küzzibe. Yalanlandı.

Kim yalanlandı?

Rusulün – Peygamberler ya da resuller.

Neden merfu geldi? Meçhul bir cümle olduğu için naibi fail dediğimiz kural geçerli. Peki neden nekra geldi? Errusulu değil de rusulun geldi? Nekre belirsizlik ifade eder. Yani belirli resuller değil de herhangi bir rusul. Hepsi nice o kadar çok ki yalanlanan. Yani o birtakım rusullerin hepsi de, aklınıza gelenlerin hepsi de yalanlandı. Bu adet gibi oldu. Ne?

Min gablike – sen yalanlandın tamam. Üzücü bir olay ama zaten bu işler böyle gidiyor.

Yasin suresinin 30. ayetinde var: “Kendilerine bir peygamber gelmiş olmasın ki onunla alay etmiş olmasınlar.”

Rusulün illa kanu bihin yestehziun – Bırakın yalanlamayı arkadaşlar üstelik onlarla bir de alay edilmiş. Bunun sürekli bir insanların adeti olduğunu söylüyor. Burada Peygamber Efendimize(SAV) bir teskin var. Olayın gerçekliğine, ciddiyetine baksanıza. Allah’ın resulü Peygamber Efendimiz’in(SAV) idrak düzeyinin bizden ne kadar farklı olduğunu düşünün. Gerek  mevcut kapasitesi(seviyesi) ile bir de Allah’ın ona özel olarak yükledikleri ile. Bir de Kuran’ın özel birebir muhatabı. Şimdi biz bu ayetleri biz bile anlayınca ne kadar tesirinde kalıyoruz. Bir de Allah’ın Resulü bu gerçekleri anlıyor. Şimdi üzülüyor. Yaratıldık. Yaratan Allah, rızkı veren Allah, insanlar döndürülüyorlar. İnsanlara elinden geldiğince doğruları anlatmaya çalışıyor ve yalanlanıyor. Nasıl olabilir böyle bir şey? Gerçekleri söylüyorum onlar beni yalanlıyor. Haleti ruhiyesini düşünebiliyor musunuz? Biz bile çevremizdeki bazı insanlara öğüt vermeye çalışıyoruz, üzülüyoruz. Yine Müslümanlar yani. Müslümanlıklarında biraz daha iyi olsunlar diye uğraşıyoruz. Ve ateşe gidecekler diyor ayetin sonunda. Ne olacağını söylüyor Rabbim. Peygamber Efendimiz’i(SAV) de Allahu Teala burada teskin ediyor. Ya Resulüm tamam seni yalanlıyorlar ama bir tek seni değil bütün peygamberlerde böyle oldu. Yani insanlar böyle.

Başka ayetlerde de var:

“O halde nefsini onlar için hasretle tüketme”

“Sen nerdeyse kendini helak edeceksin. Allahu Teala isteseydi tüm insanları hidayete kavuştururdu”

Rabbim kendinden önceki olaylara misaller vererek de bir anlamda onu teskin ediyor.

Ve ilallahi – Allaha’dır.

Turceul umur. Aslında bu cümle şöyle olması lazım.

“Turceul umur ilallah” denmesi lazımdı. Yani tertibi değişik bunun. Arapçada bir kaide vardı. Bir şey öne alınıyorsa orada vurgu vardır. Bak “ilallah“. Hani o sizi yaratan, gökten rızık veren Allah var ya. Ona. Ne ona? İşlerin dönüşü. Rabbbim her şeyi biliyor, her şeyi görüyor, her şeye şahit. Ama ahirette kimse itiraz etmesin diye şahit var. Öyle bir sistem kurmuş ki. Rusüller deyince neler var? Sağımızda ve solumzuda iki tane melek yok mu? Bunu reddetmekle iman gider. Çünkü ayetlerde var. Kiramen katibin deniyor. Namazlarda görür gibi selam veriyoruz ya.  Öyle olması gerek. Bu bizim imanımız.

Önce onların melek olduğunu bilip öyle selam vermemiz lazım. Gerçekten hissetmek lazım. Bu imandır. Allaha imandan sonra meleklere iman geliyor. (Resule, kitaba değil ) ikinci sırada meleklere iman!. Görmediğimiz bir aleme iman istiyor Rabbim. İşte bu sağda solda omuzunda olduğuna gerçekten yakinen iman edersen hareketlerine çok dikkat edersin. Aslında ona da gerek yok. Yani Allah’ın sana şahit olduğunu bilmen bunların çok üstünde ! ama Allah’ın kurduğu sistem gereği bir resul olan melekler  vasıtası ile yaptığın bütün işlerin kayıt altına alındığını bilirsen “illalahi turceun” (bütün emirler Allah’a dönecek ) kısmına çok dikkat edersin. Yani sistem gereği karşına çıkacak onlar. Hatta hatta Bakara 284’de geçen kısmı ile “düşündüklerinle, içinden geçirdiklerinle, kalbinden nefsinden geçenlerle beraber” hesaba çekilmeyi de hesaba katarsak iş çok ciddi.(Allahın örttükleri hariç.)

Geçen bir hadis geçiyordu:

Kişi günah işler fakat başkalarına anlattığı için o günahı Allah onun üzerini örtemez diyor. Çünkü şahit tuttu. Günah hepimiz işliyoruz. Herkes yapıyor büyüklü küçüklü. Fakat bunu birine anlattığınız zaman şahit tutuyorsun onu. Allahu Teala bunu istemiyor. Allahu Teala her şeye kadir. Bakın Allah’ın gafur, gaffar ve gafir ismi var. 3 tane ismi. Bunlardan birisi Allahu-l Alem gafir bir şeyi meleklerden bile örtmesi imiş. Şimdi melekler bizi izliyor ya. Ama onun kulu değil mi? Emrine tabi. Siliveriyor kaydı. Yani meleklerden bile gizliyor ama insan şahidi için bu geçerli değil. İstese onlardan da gizler ama sistem gereği sadece kendisine yönelip de onunla bir paylaşımda bulunmasını istiyor. Hatalarımla günahımla Rabbim sen affedersin. Cürmüm ile geldim sana var ya. İlahi var. Yani bir şeyimle değil cürmüm ile geldim sana.

Buna rağmen işlerin Allah’a döndürüleceğini bilirse bir insan ona göre yaşar. Bakın sıralama ile geliyoruz önceki ayetten. Halik olarak Allah’ı bildik. Yaratılmanın en büyük şükür olduğunu bildik ve ondan gayrısı olmadığını da bildik. Rızık verenin de Allah olduğunu bildik. La ilahe illallah dedik. Beşinci ve altıncı ayette geçen şeytanın işlerine uymayarak da döndürülmedik. En büyük, en önemli olarak da Allah’a döndürüleceğimi iyi bilerek, bunun bilinci ile yaşarsam inanılmaz bir seviyede, idrak düzeyinde bir yaşantım olur.

Kime dönüyor işler? Allah’a.

يَا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ

Yâ eyyuhen nâsu inne vağdallâhi haggun felâ teğurrannekumul hayâtud dunyâ, ve lâ yeğurrannekum billâhil ğarûr.

Ya eyyühen nas – Yine insanlara hitap var.

inne – Şüphesiz.

vağdallahi haggun – Allah’ın vaadi haktır.

fela – öyle ise dikkat et.

teğurrannekum – sakın ha seni gurura sürüklemesin, aldatmasın

hayâtud dunyâ – dünya hayatı

ve lâ yeğurrannekum – seni kandırmasın

billahi – Allah ile.

el gurur – Gurur seni Allah’la kandırmasın.

Ey insanlar. Müminlere de hitap etmiyor, genel bir ifade var. Allah’ın vaadi haktır. Allah’ın vaadi ne? Allah’ın vaadi elest meclisine gidiyor, galu belaya gidiyor. Bütün insanlara orada hatırlatıyor. Allah’ın vaadi haktır diyor. Allah’ın vaadi haktır derken, demek ki geçmişte Allah bir vaat vermiş. Ben sizi yarattım, galu bela olayını düşünün. Secde kısmını düşünün. “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” sorusunu düşünün. İnsanlar “Evet sen bizim Rabbimizsin dedikten sonra hepsi o kutsi alemde kaldılar mı?

Kalmadılar Ne diyor?

Sümme redetnahu esfela safilin. – Onları aşağıların aşağısına indirdik. İndirirken Allahu Teala elbetteki şunu şey yaptı: Burada dediniz fakat size başka şeyler de yüklenecek nefis ve ceset gibi. Siz bunlarla da yeryüzünde bana kulluk edeceksiniz, bunu ispat edeceksiniz. Ve misak aldık diye başka ayetler de var. Ahit aldık, misak aldık diye ifadeler var. Bunun farkında olanlar Allah’ın vaadinin hak olduğunu derinlerinde bilirler. Yani bu sistem gelip geçici, bir imtihan için. Neyi yaptık, neyi yapmadık?

Tebareke suresinde geçtiği gibi “Biz ölümü ve hayatı kimin daha güzel amel işleyip işlemeyeceğini imtihan için yarattık” diyor ya bunun sonucu olarak da Allahü Teâlânın vaadi var. Kıyamet kopacak, sura üflenilecek, yeniden diriliş olacak ve bunun hesabı olacak. İşte bunu bilinç altında değil, alt bilincinde bütün insanlık bildiği için onlara bir hitap var. Biz hatırlamıyoruz ama bizim avantajımız nedir? Kur’an. İşte Allahu Teala Müslümana Kur’an ile hatırlatıyor. Hatırlatmak zorunda değil. Sana verilen hidayet değerleri ile sen bulmak durumundaydın. Ama ben yine sana rahmet ettim, din gönderdim, peygamber gönderdim, kitap gönderdim. Kitapta da sana alına uygun hareket etmen gereken galu bela gibi olayları da sana gösterdim. Bu Müslümana, iman edene kopyadır. Rahmettir. Kur’an neden şifa ve rahmet? Yüzünden okuduğumuzda biz bunu anlayamıyoruz. O da sevap ama içlerine de girip de “Allah Allah böyle olaylarda mı yaşanmış e ben hatırlamıyorum. Bak ama Allah yine bana hatırlatmış” demek lazım. “Demek ki burası imtihan yeri. Benim diğer âlemdeki konumumu bu dünyada yaptıklarım belirleyecek. O zaman ben dikkatli olayım” der Müslüman. İşte Allah’ın vaadi haktır derken de sadece inananlara değil tüm insanlara  hitap var.

fela – Bunu hak olduğunu anladınız mı? Aman dikkat nasıl olur böyle bir şey? Aynı üçüncü ayetin sonundaki gibi “nasıl döndürülüyorsunuz?”.

Fela teğurrannekum – Sakın ha sizi aldatmasın. Aldatma tehlikesi olan cümlenin faili dünya hayatı. Kandıracak olan, fiili işleyecek olan dünya hayatı. Aslında burada şeytan yok, şeytan dolaylı olarak var. Rabbim bir şeyi iki kez kullanmaz. Aynı ayette tegurannekum ve yegurannekum derken orada aynı fiili iki kez kullanmış. Demek ki iki farklı mekanizma var. Birinci mekanizma dünya hayatının kandırması. İkincisi ise garur. Garur ne demek? Birinci anlamı gurur sağlayıcı, aldatıcı eylemler. İkincisi de ismi fail denilen o fiili işleyen mekanizmanın çoğulu. Yani birisi ismi fail demiş gurura. Diğerleri de gurura sürükleyici, mağruriyete sürükleyici, aldatamaya sürükleyici işler olarak yorumlamışlar. Ben şeytana yönelik açıklamayı daha doğru buluyorum. Çünkü diğerleri birinci kısmı açıklanmış. Dünya hayatının cazibesi gereği olan şeyler seni aşağılara sürüklüyor. Önceki dersler yerçekimi demiştik. Bakın dünya çekiyor. Arabayı çekiyor, bizi çekiyor, binayı çekiyor, dalı çekiyor. Her şeyi aşağı doğru çekiyor. Rabbimin imtihan sistemi gereği olarak cazip olan mekanizmalar var. Biz topraktan yaratıldık. Biz arzi bir malzemeden yaratıldık, dolayısıyla arz çekiyor. Üst alemlerden farkı bu. Dünya çekiyor.

Bir süre gitmediğinizde memleketinizi özlüyorsunuz değil mi? Askere gidiyorsunuz, dönüşte toprağı öpüyorsunuz. Neden? Topraki bir malzemenin ortak bir yanı var. Bu bile çekiyor. Üstüne üstlük cazip alanlar var. Ziynetlendirilmiş bir ortamda yaşıyoruz. Bu nefsin hoşuna gidiyor, cesetin hoşuna gidiyor. Zaten sistemi bir çekiciliği var. Neden züyyine denilmiş? Kadın mesela yeterince güzel değil. Kendine makyaj yapıyor, ziynetlendiriyor, cazip hale getiriyor. beğenilme unsurları üzerinde suni olarak makyaj yapıyor. Dünya hayatı için de züyyine derken ziynetledirildi, süslendirildi derken bu var.

Dünya hayatı derken de isim tamlaması şeklinde gelmemiş, sıfat tamlaması olarak gelmiş. Yani Dünya hayatın sıfatı. Dünya aynı zamanda en aşağı, en yakın demek. Edna. Zıttı ala. Tebareke suresinde açıklamıştık: “Biz en yakın göğü semalarla donattık” derken semaed-dünya diyor. Dünya semasını yıldızlarla Allah donatamaz. Atmosferde yıldız yok. Orada dünya seması değil, en yakın sema. Uzay en yakın sema oluyor. Bir numaralı sema. Orada sıfat olarak gelmişti. Burada hem dünya hayatı kastediliyor hem de bu dünya hayatının değersiz olduğu kastediliyor. Yani burada bir teyakuz var. Uyandırma var. Rabbim diyor ki “Bu aşağılık bir dünya, nasıl siz buna kanabiliyorsunuz? Siz benim en büyük rahmetim olan yaratma nimetini görmediniz mi? Rızık verici olarak beni anlamadınız mı? Bunun sonunda -la ilahe illallah- demediniz mi? E nasıl buna rağmen döndürülüyorsunuz? Nasıl olabilir böyle bir şey?” “Ey insanlar, siz bir gün bütün işlerin Allah’a döndürüleceğini bilmiyor musunuz? Dünya hayatı değersiz bir şey. Siz nasıl buna aldanıyorsunuz?” Bu birinci mekanizma. İkinci mekanizmaya haftaya devam edelim inşallah.

Allahu Teala bizi bu hakikatlerden ayırmasın. Allahu Teala hatırlatıyor zaten ama biz bilincimizde bu gerçekleri hatırlayarak, unutmayarak, aklımızda tutarak, zikir boyutunda Allah’ı aklımızda tutarak yaşayarak bu gerçeklerin yaşanacağı günde en güzel şekilde muamele gören kullarından eylesin inşallah.

Sadakallahulazim.


FATIR (3. Sohbet) 3.Ayet#


SOHBET KAYDINI MP3 OLARAK DİNLEMEK VEYA İNDİRMEK İÇİN ALTERNATİF LİNK:

https://yadi.sk/d/xhvYrqgemnU6e


FATIR 3:

يَا أَيُّهَا النَّاسُ اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ هَلْ مِنْ خَالِقٍ غَيْرُ اللَّهِ يَرْزُقُكُم مِّنَ السَّمَاء وَالْأَرْضِ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَأَنَّى تُؤْفَكُونَ

Yâ eyyuhân nâsuzkurû ni’metallâhi aleykum, hel min hâlikın gayrullâhi yerzukukum mines semâi vel ard(ardı), lâ ilâhe illâ huve fe ennâ tu’fekûn(tu’fekûne).

1. yâ eyyuhâ : ey
2. en nâsu : insanlar
3. uzkurû : zikredin, anın
4. ni’metallâhi : Allah’ın ni’meti
5. aleykum : sizin üzerinize
6. hel : (var) mı
7. min hâlikın : bir yaratıcı(dan)
8. gayrullâhi (gayru allâhi) : Allah’tan başka
9. yerzuku-kum : sizi rızıklandırır
10 min es semâi : semadan, gökten
11 ve el ardı : ve yer
12 lâ ilâhe : ilâh yoktur
13 illâ : ancak, dışında
14 huve : o
15 fe : öyleyse
16 ennâ : nasıl
17 tû’fekûne : döndürülüyorsunuz

“Ey insanlar! Allah’ın üzerinizdeki ni’metini zikredin. Sizi göklerden ve yerden rızıklandıran, Allah’tan başka bir Halîk (bir Yaratıcı) var mı? O’ndan başka İlâh yoktur. Öyleyse nasıl (îmândan) döndürülüyorsunuz?


 

SOHBETİN YAZIYA DÖKÜLMÜŞ METNİ:

Fatır Suresine 3. Ayetten itibaren devam ediyoruz. Geçen ki sohbette bahsetmiştik. “Allah’ın insanlar üzerine açacağı rahmeti tutacak yoktur, O’nun tuttuğunu da gönderecek/salıverecek yoktur” demiştik. Orada bir konuyu biraz daha teferruatlandırmak istiyorum. Burada açan kim? Allahû Teâlâ. İleten kim? Melek. Yani Allah açıyor, Allah’ın açtığını da dağıtan kim? Melek. Fakat ayetin ikinci kısmında Allah tutarsa diyor ya. Tutan kim? Allah. Ama dikkat edin ileten melek değil. Allahû Teâlâ burada kudretini sergiliyor. Eğer ben tutarsam melek bile onu iletemez diyor. Yani Allahû Teâlâ’nın izni olmadan melek bile iletemiyor. Yani burada meleklerin konumu da Allah’ın gücü ile beraber. Güç ve kudret sahibi olan Allahû Teâlâ. Melekler onun görevlisi. Bunu nereden anladık.

felâ mursile lehû mim bağdih( فَلَا مُرْسِلَ لَهُ مِنْ بَعْدِهٖ )

Birinci ayette geçen melekleri elçiler yapardı ifadesi ile birleştirdiğimizde meleklerin de gönderici sıfatı ile rol aldığını ama kendi başlarına bir iş yapamadıklarını ancak Allahû Teâlâ’nın izni ile bu işi gerçekleştirdiklerini biraz daha vurgulamak istedim.

İkinci olarak da Mâ yeftehıllâhu linnâsi(مَا يَفْتَحِ اللّٰهُ لِلنَّاسِ) diyor sonra min rahmetin(مِنْ رَحْمَةٍ) diyor. Rahmetinden diyor ya. Burada Arapça bir ifade var. Nekra olarak gelmiş. Yani sonu tenvinli. Arapçada iki şey var: bir marife gelir bir de nekra gelir. Marife belirgin bir şeydir. Belirli bir şey. Yani mesela el-hamd gibi. Bir de “el” takısı gelmeden gelir, sonuna da tenvin alır. Üstün, ötre ya da esre tenvin. Bu da nekra oluyor. Yani herhangi bir manasına geliyor.

Birincisi marife belirli. İkincisi ise belirsiz, herhangi bir. Burada nasıl gelmiş? Rahmetin derken nekra gelmiş, yani belirsiz gelmiş. Bunun da hikmeti şu: Nekra bilinmeyen demekti ya. Yani sizin bilebileceğiniz bir rahmet değil bu. Niteliğini mahiyetini bilemeyeceğiniz, gizemli, anlaşılmaz bir rahmet demektir. Yani o kadar büyük bir kavram ki o rahmet, nekra yani sizin için belirli değil o, anlayabileceğiniz bir şey değil. Geçen hafta bahsetmiştik: Hani ben rahmetimi üç kısma ayırdım da dünyaya ancak birini gönderdim ifadesi var ya. Daha biz birini bile anlamaya malik değiliz. E diğer kısımları nasıl anlayacağız? Ve de mümkün değil o. Sizin bilebileceğiniz bir şey değil manasında. Hani burada da Arapça ifadelere özgü olarak manaya giden yerde bir izahat olarak bunu söylemek istedim.

Üçüncü ayete gelelim:

Bismillahirrahmanirrahim.

Yâ eyyuhen nâs – Ey insanlar.

uzkurû niğmetallâhi aleykum – Allah’ın üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın.

hel min hâligın ğayrullâhi – Allah’tan başka bir yaratan mı var?

yerzugukum mines semâi vel ard – Size gökten ve yerden rızık veriyor.

lâ ilâhe illâ hu – O’ndan başka ilah yoktur.

feennâ tué’fekûn – O halde nasıl döndürülüyorsunuz?

Burada cümle “Yâ eyyuhen nâs” diye başlamış. “Ey insanlar”. “Yâ eyyuhel müminin” dememiş. “Ey müminler” dememiş. Bütün insanlara bir hitap var. Buradan inanan, inanmayan, kafir, Müslüman herkesi anlamamız gerektiğini görüyoruz. İşte bu da Kuranı Kerim’in sadece Müslümanlara değil bütün insanlığa, hatta cinlere yollanmış bir kitap olduğunun göstergesidir.

uzkurû niğmetallâhi aleykum – Allah’ın üzerimizdeki nimetlerini hatırlayın. Şimdi bu Allah’ın üzerimizdeki nimetlerini hatırlayın kısmını kelime kelime işleyelim.

Uzkur “zekera” kelimesinden emir. Buradan bir kelimeyi çok iyi biliyoruz. “Zikir” kelimesi. Daha evvel bahsetmiştik. Zikir ne anlaşılıyor? Kalbi bir faaliyet anlaşılıyor. Ya da dil ile ilgili bir faaliyet anlaşılıyor. Fakat Allahû Teâlâ Kuranı Keriminde zikir ifadesini kullanırken zihinsel/beyinsel bir faaliyet olarak ifade ediyor. Bu Arap toplumunda da aynı şekildedir. Mesela hafıza kartının ismi zakira, hatırlatıcı yani. Zikir hatırlamak demek, anmak demek, akla getirmek demek. Bizim Allah’ı zikrediyordum dediğimizde yaptığımız ne? Allah’ı anmak gerekiyor. İsmini, belirli bir şeyleri tekrarlamak gerekiyor. Ama bize ne deniyor? Kalple zikir ya da dille zikir deniyor. Doğru. Kalple de dille de yapılıyor. Ama zikir kelimesinin ana manası, beyinsel faaliyetle birleştirdiğimizde gerçekleşir. Demek ki olması gereken Allah’ı hatırlayarak, aklımıza getirerek, rabıta ederek her türlü faaliyeti yapacağız. Yani bin kez Allah, Allah, Allah deniyor. O sırada da bakkaldan şunu  alıcam, şunu yapıcam, bunu yapıcam, kalorifer de yanmıyor…bilmem ne. Bu zikir değil. O tesbihata düşüyor. Allah’ı aklımıza getirdiğiniz anda zikirdesiniz. İlla tesbih bile etmeniz gerekmiyor. Bir şeyi illa çekmeniz de gerekmiyor. Allah’ı aklınıza getirip ona yöneldiğiniz an zaten zikirdesiniz. Arapça kelimenin kökeni bu. Anmak, hatırlamak, düşünmek manalarına geliyor. Tesbihat bunu kolaylaştırıyor ve hedeflere yönlendiriyor. Çektiğiniz kelimenin manası uyarınca daha tesirli hale getiriyor bunu. Kalbe vurduğunuzda bunun farklı bir boyutta destek de sağlıyorsunuz. Ama kalbe vurmakla beraber akıldaki o unutma olursa tekrarlıyorum tesbih. Tesbih kötü bir şey mi? Hayır. Canlı cansız ne varsa zaten tesbih ediyor.

E senin insan olarak farkın ne oldu? Allah’a zikir olarak, yönelme olarak faaliyette bulunman.

Zikir kelimesinin faaliyeti ile ilgili meleklerle ilgili bir ayet bulamadım. Melekler tesbih ediyor. Hamdla tesbih ediyor. Ama melekler de zikreder diye bir ayet bulamadım. Demek ki zikir insana mahsus bir şey. Belki de nefis insanda olduğundan ötürüdür.

Namaz hakkında ne deniyor?  Velezikrullahi ekber. En büyük zikirdir namaz. E namazda da sen Allah’ı hatırlamadığın an zikirde değilsin.

Zikrin zıddı gaflettir. Gafletin zıddı bir faaliyet zikir. Namazda gaflette olunur mu? Olmamak lazım. Elimizden geldiğince gaflette olmamak lazım. Siz zikrettiğiniz anda gerek namazda gerek tesbihatta, zikretme modunda olduğunuz sürece kayıt işliyor. Zikir kaydı başlıyor. Aklınız gittiği anda zikirden çıkıyorsunuz. Binlerce tesbih çekmenin manası yok ki, yönelerek çekmenin manası var. Hatta hiçbir şey çekme, Allah’a yönel, Allah’ı düşün. Yine zikirdesin.

İkisi beraber olursa aliyül ala. Oturdunuz, akşama kadar 5000 tane çektin. Sadece 10 tanesinde Allah aklına geldi. Diğerinde hiçbir şey çekmedin bir dakika Allah’ı düşündün. Hangisi daha kıymetli? Müslüman akıllı olacak.

Kuranla ilgili zikir ifadesi de var. Kuran da zikir biliyorsunuz. Zikir bizzat Kuranın isimlerinden biri.

Velegad……. Biz bu Kuranı zikir için kolaylaştırdık. Öğüt için. Anmak için. Öğüdü anlıyoruz. Peki anmak ne? Hatırlamak. Neyi hatırlayacağız?

Birincisi Allah’ı hatırlayacağız. Kuranı okurken de Allah aklımıza gelecek. Yani bu Allah’ın kitabı. Allah benle konuşuyor. Kuran okunurken Allah aynı namazdaki gibi.

Şimdi de Allah “uzkur” diyor. Hatırla. Niğmetallâh. Allah’ın nimetini hatırla. Aleyküm. Sizin üzerinize.

eyyuhen nâs” Allahu Teâlânın da ifadesi olabilir. “Ey insanlar Allah’ın nimetini hatırlayın”. Peygamberin ağzından da olabilir. Başında gizli bir “gul” ifadesi de olabilir. De ki manasında. İkisi dendiğinde de biz Allah’ın nimetlerini hatırlayacağız.

Bu nimetler ne olabilir?

Bir kere insanlığa söylüyor bunu. “Hatırlayın”la başlayan ayetler var. Onların birkaçından bahsetmek istiyorum. Bakara 231 de geçiyor:

“Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini, ve size öğüt vermek için indirdiği kitabı(zikir) ve hikmeti hatırlayın. Hatırlayın da Allaha karşı gelmekten sakının. Şunu da iyi bilin ki Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir.”

Bir kere buradan kitabı ve hikmeti hatırlayın diyor. Zikretmek için.

Ali imran 103: “Ey müminler hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılığa düşmeyin, Allah’ın üzerinizdeki şu nimetini hatırlayın. Hani birbirinize düşman idiniz de Allah kalplerinizi kaynaştırdı. Onun ihsanı sayesinde kardeş oldunuz. Cehennem çukurunun tam kenarında idiniz. Allah sizi oradan kurtardı. Doğru yolu bulasınız diye Allah size ayetlerini  böyle açıklıyor.”

Nimetleri hatırlayın” diye başlayan ayetler var. Onları söyleyelim:

Maide 7: “Allah’ın size olan nimetini, «Duyduk ve kabul ettik» dediğiniz zaman sizi bununla bağladığı (O’na verdiğiniz) sözü hatırlayın ve Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, kalplerin içindekini bilmektedir.”

Maide 11: “Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini unutmayın; hani bir topluluk size el uzatmaya yeltenmişti de Allah, onların ellerini sizden çekmişti. Allah’tan korkun ve müminler yalnızca Allah’a güvensinler.”

Maide 20: “Bir zamanlar Musa, kavmine şöyle demişti: Ey kavmim! Allah’ın size (lütfettiği) nimetini hatırlayın; zira O, içinizden peygamberler çıkardı ve sizi hükümdarlar kıldı. Âlemlerde hiçbir kimseye vermediğini size verdi.”

İbrahim 6: “Hani Musa kavmine demişti ki: «Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Çünkü O, sizi işkencenin en kötüsüne sürmekte ve oğullarınızı kesip, kadınlarınızı (kızlarınızı) bırakmakta olan Firavun ailesinden kurtardı. İşte bu size anlatılanlarda, Rabbinizden büyük bir imtihan vardır.”

Ahzab 9: “Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın; hani size ordular saldırmıştı da, biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah ne yaptığınızı çok iyi görmekteydi.”

Burada neler var? Kitap, ilim, hikmet var. Birbirinize düşman olup da Allah’ın kalpleri birleştirmesi var. “semiğna ve atağna” dememiz var. Elest meclisi, galu belayı, orada verilen sözü kastediyor burada. Toplum zarar vermek istemiş de Allah onu kurtarmış. Sonra peygamberler çıkarıp sizi hükümdarlar yaparak hürriyete kavuşturmuş. Kuranı Kerim’de bu şekilde birçok nimet zikredilmiş.

هَلْ مِنْ خَالِقٍ غَيْرُ اللّٰهِ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَاءِ وَالْاَرْضِ

Allah’tan başka yaratan mı var, Size gökten ve yerden rızık verecek?

Bu ayetin sonu ile de bağlantı var. Yaratılmış olmak en büyük rahmet. Nereden anlıyoruz? Başka bir yaratıcı mı var? Halık’tan bahsediyor. Şimdi bakın arkadaşlar bunu hiç düşündünüz mü? Biz yoktuk. Ve Allah bize bilinç vererek bizim Allah’ı tanımamıza imkan verdi. Yoktuk. Bundan büyük bir nimet olabilir mi? Allahû Teâlâ bizi yaratmakla şereflendirerek ihsan ve ikramda bulunarak rahmetinin  en büyüğünü ve nimetin en büyüğünü vermiş oldu. Hadisi kutsideki gibi “Ben gizli bir hazine idim”. Zaten gizli bir hazine, bir şeye ihtiyacı yok ki. Alemlerden müstağni. Tanınmaklığımı muhabbetle istedim, halkı yarattım. Muhabbet ettim. Neye muhabbet ettim? Bilinmeye muhabbet ettim. Halkı yarattım. Şimdi bunu haşa kendisi için mi istiyor? Haşa. Yaratarak, yarattığı mahlukatı kendisini muhabbetle bilmesi ile mahlukatı nimetlendiriyor. en büyük rahmet bence bu.

Allah’ın bir zatı var bir de esmaları var. Esmaları da Allah’tan gayrı bir şey değil. fakat alemde gördüğünüz her şey Allah’ın isimlerinin tecellisi. bizim Allah’ın zatını anlamamız mümkün değil. ancak Allahu Tealayı esmaları ile anlıyoruz. Hamd(övmek) ancak esmalarla mümkün olmaktadır. Yani esmalar da allahı övebilmek, tanıyabilmek için. Bu esmaların en üstte olanı, ilk tecelli edeni ise er-rahman. Rahman’ın en büyük ifadesi bu ayete göre sistemin yaratılmasıdır.

İlk esmanın tecellisi rahmandır. rahmanın en büyük işlevselliği sistemin oluşması. Gizli bir hazine idim bilinmek istedim demesi, işte bu çıkış rahmandan oluyor. dönüş ne ile idi? er-rahim ile. İleyhi turceun’un işte orayla alakası var. İşte bu rahmanın bize en büyük yansıması rahmet. O rahmetin yansıması da aşağı doğru nimet. Yaratan Allah. Fakat yaratmaya sebep olan kim? Anne ve baba. Sebep diyorum bakın. Şimdi çocuğun annesine bakış açısına bakın. Şeker, çikolata. En yukarıdan bakın, dünyaya gelmesine vesile. İşte dünyaya gelmesine vesillik konumunu düşünün, şeker çikolata temin eden konumunu düşünün. Dağlar kadar fark var değil mi? İşte Allahû Teâlâ da burada sizin üzerinize nimetimi hatırlayın derken biz şekeri, çikolatayı hatırlıyoruz ama bir düşünün diyor. Daha sonra da ipucu veriyor zaten.

hel min hâligın ğayrullâh – Allah’tan başka bir yaratıcı mı var?

Seni kim yarattı? Yani biz çocuğa diyoruz ki “tamam şeker çikolata oyuncak da senin dünyaya gelmene ben vesile değil miyim?” yani burada Allah’ın yaratıcılığını şey yapmıyorum. Sistemini şey yaparak söylüyorum.

Yaratılış en büyük nimet. İkinci nimete geleceğiz bakın ne diyor:

yerzugukum mines semâi vel ard – o size gökten ve yerden rızık veriyor. Verir, verecek. Çocuk için şeker, çikolata oyuncak. Bizim için her türlü nimet. Yaratmaktan murat Allah’ı bilmek. En büyük nimet bu. Bir de faydalanım kısmı olarak, yani elle tutulur, gözle görülür olarak nimetler var. Bu nimetler rızıklandığımız nimetler. Nereden? Semadan ve arzdan.

“Elhamdu lillâhi fâtırıs semâvâti vel ard” derken ne demiştik? Aman ya rabbi neler var şu sistemde diye bir hamd ediyoruz. Fatır isminden dolayı. İlk defa yaratılış, örneksiz yaratılış. Semavatta ve arzda aman ya rabbi nasıl bir sistem bu neler var dedirtecek hamd ettirecek, içinde övülme unsurları olan şeylerle birlikte bir yaratma var. Sen buna ilmin, dikkatin ve nasibin ölçüsünde müşahit oluyorsun. Ama sıralamada ilk sema var. Demek ki semavi nimetler arzi nimetlerden daha üstün ki sıralamada önce gelmiş. Semavi nimetler deyince ne anlıyoruz? Hava su falan var da. Sema deyince ben aşkın boyutsal semalarını düşünüyorum. Yani daha manevi nimetler aklıma geliyor. Mesela iman nimeti. İlim nimeti. Hikmet nimeti.

Evet sema derken benim aklıma manevi nimetler geliyor. Yukarıdaki Allah fethettiği zaman onu tutacak yoktur derken, mesela ilimsel fetih. İlim Allah’tan ya. Mesela semadan ilim geldiği zaman da Allah’ın bunu fethetmesi oluyor mesela. Ledünni ilim, hikmetsel ilim. Normal ilim bile öyle. Jeton düşmesi deniyor. Yani düşünüyorsun, düşünüyorsun ve diyorsun aaa bu böyle. Yani aklına gelmesi bile Allahi bir kanaldan. Sadece hak olan sistemde düğmeye basıyor insanlar yaptıkları ile. Yani emek sarf ediyor. Gerekenleri yapıyor biraz düşünüyor ve inanmayana bile geliyor. Düğmeye basıyor sistemin gereklerini yapıyor ilim geliyor. Yani semadan geliyor.

subhâneke lâ ilme lenâ illâ mâ allemtenâ – Allah’ın öğretmesi olmasa nereden öğrenecek insanlar? İşte semai rızık bu. Bir sürü semai rızık sayabiliriz. İlahi, manevi anlamda rızık sayabiliriz.  İşte bunlar semavi nimetler. Öbürleri de arzı nimetler. Arzı nimetler de birinci anlamda bizim temel ihtiyacımızı karşılayacak yemek, içme, barınma, ısı, güvence gibi maddi ve manevi nimetler. İşte bunlar da bizim şeker, çikolata, oyuncaklarımız. Ama bir üstünde demek ki manevi nimetler var. Mesela çocuk anlar mı babanın ona güven telkin ettiğini, ona öğretmekle değişik ikramları ile nimetlerini ilk başta fark edemez değil mi? Ne zaman fark eder? Baba olunca. Anne babanın ona verdiği yeme içme ihtiyaçları değil, ona o kadar değerler öğretilmesine sebep oluyor ki onun nimetleri işte buradaki gibi semavi nimetler. Semadan gelen rızık. Çocuğa da senin öğrettiklerin verdiklerin şeyler. Ya taktik güdüyoruz farkında mısınız? Taktik yapıyoruz. Yani çocuğa Allah’a ve Resul’üne, dine nasıl sıcaklaştırırım diye ne kadar taktiksel davranıyoruz farkında mısınız? Bir şekilde rububiyet. Fazla versen ürküteceksin, bıktıracaksın, az versen olacak. Değişik taktiklerle akıl oyunları ile onu nasıl yetiştirmeye gayret ediyoruz yani. Bunun  için ne büyük nimet. Ama o onu ilerde anlayacak. Biz de ilerde rabbimizin kıymetini ya da işin içerisinde ufkumuz açıldığında gördüğümüz gibi.

Kendi alanından başlıyorsun, arzdan başlıyorsun sonra semaya gidiyorsun. Sonra semanın da üstünde yaratılışa doğru bir yönlenme var. İşte Allahû Teâlâ bizden bunu istiyor. Tefekkür bu. Tefekkürün ilginç bir tarifini yapayım size. Bilinenler ile bilinmeyenlere ulaşmak. Bu nedir aslında? Bu matematiğin tarifidir. Tefekkür bir anlamda matematik oluyor aslında. Kainatın bütün değerlerini düşündüğümüzde aslında kurulan sistem dijital, matematiksel, rakamsal bir sistem üzerine kurulmuş. “Kitabı merkum” diyor Kuranı Kerim sistemi anlatırken. Merkum un manası anlaşılmamış. Kökü “rakam”. ” Rakamsallaşmış sistem”. Biz bunu günümüzde “dijital olarak” ifade ediyoruz. Mesela el kameralarının dijital olanına “kamera er-rakamiyye” diyorlarmış. Rakamiyye yani dijital. Yani rakamlarla ifade edilen. Kitapta ne diyor? Kitabı merkum. Rakamsallaşmış kitap. Yani dijital olarak ifade edilebilen, şifrelenmiş, matematiksel formüllerle oluşturulmuş bir kitap. İşte bu tefekkür ne yapıyor? Bizim bu sistemi anlamamıza götürüyor. Amaç da hamd etmek. Aman ya rabbi nasıl bir sistem. Bu sistem içerisinde muhabbeti de kattığınızda ne oluyor? Allah’ı bilme şansınız oluyor. Niye şans diyorum. Çünkü yakîn Allah’tan gelen idi. Ayet ne idi? Vağbud rabbeke(وَاعْبُدْ رَبَّكَ) Rabbine ibadet et, kulluk et, gayret göster. hattâ yeé’tiyekel yagîn(حَتّٰى يَاْتِيَكَ الْيَقٖينُ). Yakîn gelinceye kadar. Size gelinceye kadar. Yani siz bir yere kadar geliyorsunuz. Bir yerden sonra size geliyor ya da siz götürülüyorsunuz. Bizim sorumluluk alanımız. O alanı zorlamak. Gayretli olmak, bunun gayretinde olmak.  Bu takdir ediliyor ve değişik sistemlerde size ikram ediliyor. Ayette “biz hidayette olanları hidayetini arttırırız.” Ve bu arttırma katlarla oluyor. Matematiksel 2 3 gii olmuyor. Geometrik artış deniyor. Geometrik artışla oluyor. Bu da Allahû Teâlâ’nın rahmetinin tecellilerinden.

La ilahe illa hu. Ondan başka ilah yoktur. Demek ki bizim ilahlığı bir kişinin kelimei tevhidi iyi anlayabilmesi için önce yaratma kavramını sonra rızık verme kavramını çok iyi anlaması gerekiyor. Özet cümle şu: Eğer kişi Allah’tan başka rızık veren ve yaratıcı olmadığını bilirse, bir şey talep etme konusunda kalbini kimseye bağlamaz. Bunu Ruhul Beyan’dan  aldım. İsmail Hakkı Bursevi’den. İşte bu kalbini hiç kimseye bağlamaz kelimesi “la ilahe illa hu” da nereye gidiyor? Hangi kısma gidiyor? İlaha gidiyor.

La ilahe – İlah yoktur ancak O var. Demek ki mahlukatın ilah olma tehlikesi var. La. Reddediyorum ilahları. Her mahlukatın ilah olma tehlikesi vardır. Bu insan olur, cisim olur, maddi olur, manevi olur, melek olur, cin olur, peygamber olur, kızınız olur, oğlunuz olur, hanımınız olur. Günümüzde şarkıcılar ilah oluyor. Ciddi ciddi ilah oluyor. Gerçekten bağlanıyor insanlar. Onun yaptığı gibi yapmak, konuştuğu gibi konuşmak, giyindiği gibi giyinmek istiyor insanlar. İşte bu ilahlık göstergesidir. Birisini tanımak mı istiyorsunuz, ona benzemeye çalışın. En yukarısında ne var? Allahû Teâlâ var? Onun altında kim var? Resulullah var.

La ilahe illallah’ı Türkler anlayamıyor. Araplar daha iyi anlıyor. Mekke döneminde “La ilahe illallah” kelimesi geldiğinde başlar öne eğildi ya da kılıçlar çekildi. Çünkü o insanlar la ilahe illallah sözü ile neyin artık eskisi gibi olmayacağını çok iyi anladılar. La ilahe, ilah falan yok. Sizin gönlünüzde kalbinizde aklınızda büyüttüğünüz değer,güç ihsan ettiğiniz hiçbir şey yok. Bunları reddedeceksin. Hiç mi bir şey yok. İllallah. Allah var. Bunu hazreti İbrahim çok iyi anlamış. Ayette geçiyor: Ben sizin değer verdiğiniz hiçbir şeye değer vermem diyor. Sadece Alemlerin Rabbi. Önce red ile giriyor. Herkes devrimci. Asıl devrimci İslam’dır. Reddediyor. Bütün değerlerini sil. Bir tek Allah kalsın.

Kişi Allah’tan başka rızık veren olmadığını bilirse bir şeyi talep etme konusunda kalbini kimseye bağlamaz. İşte senin meylettiğin senin ilahın oluyor. Fatiha’da hangi kısımda idi: İyyake nağbudu ve iyyake nesteîn.  Sadece sana kulluk ederiz, yalnızca senden yardım isteriz. İşte senin yardım talep ettiğin yöneldiğin yer senin ilahın olma tehlikesi olabiliyor. Asıl verenin Allah olduğunu bileceksin.

La ilahe illallah’ın burada açılımı var işte: Ben yaratanım diyor. Sonra da rızık verenim diyor. Her şeyden vazgeç diyor. La süpürgesi ile bütün ilahları sil. Tasavvufta zikir çekmeden önce “laaa” denir. Sonra kalbe inilir, illallah denir. La ilahe illallah diye zikir yapılır. Sonra illallah denir. Sonra da sadece Allah denir. Kademe kademe.

Bir de burada la ilahe illallah değil la ilahe illa hu gelmiş. ( Ya da yazılış olarak hüve. İsme bitişik yazıldığı zaman “hu” diye yazılır. Ayrı yazıldığında ise “hüve” olarak gelir. )

“Hu” geldiği zaman birçok anlamı olur.

Fe enne – Enne “nasıl ki” demek

Fe bunun üzerine, hakikati anladıktan sonra, öyleyse, anladın mı bu gerçekleri

Tufekun – Nasıl da kandırılıyorsunuz? Nasıl da gerçekler ters düz edilerek döndürülmüş oluyorsunuz.

Efeke, ifk, bu kelime Hz. Aişe’ye iftira olayı var ya orada da geçen bir kelime. Yani bir gerçeğin tam tersini iddia etmektir. Bunun peşine sürüklenip gitmektir. İfk kelimesi Hz. Musa sihirbazlarla karşılaştığında, sihirbazların attıkları göz illüzyonu oyunu için de “efeke” kelimesi kullanılıyor. Yani bir doğrudan saptırarak insanları aldatma çabası. Gerçek olan hakikatin zıttı anlamına geliyor bu. Yani bu kadar realite varken sen nasıl da akıl oyunları ile ya da başka mekanizmalar ile ya da senin kendi kendine gerçeği kavrayamayarak nasıl da dönmüş oluyorsun? Yani buradaki meçhul ifade ile nasıl döndürülmüş oluyorsun. Nasıl dönüyorsun demiyor? Allah Teâlâ burada biz koruyor aslında. Yani oyunlara geliyorsun da bir şekilde döndürülüyorsun. Yapma diyor. Ben seni çok güzel hidayet unsurları ile yarattım. Sen tefekkür et. Sana yine zaten bir iki ayet sonra açıklayacam mekanizmaları. Bu mekanizmalar da sana tesir edecek. Şeytan oyunları ile akıl oyunları ile döndürülme. Nasıl dönebilirsin? Benim gerçek ilah olduğumu anlamadın mı? Gerçek rızık verenin ben olduğumu anlamadın mı? Hem semadan manevi rızıklar veriyorum hem de maddi rızıklar veriyorum arzdan. Bir de en büyük nimet olan yaratma ile sana rahmetimi verdim, nimet ettim. Sen nasıl olur da bu kadar şeye rağmen nasıl döndürülüyorsun? Aklını başına topla diyor. İşte bu hatırlatmadır arkadaşlar. Kuran bir zikirdir, öğüttür, hatırlatmadır aynı zamanda. Allahû Teâlâ da işte bize bu ayetleri ile çok büyük gerçekliliği taa en başından anlatıyor. “Ben gizli bir hazine idim, bilinmekliğimi istedim. Mahlukatıma da en büyük nimeti, yaratılma nimetini verdim. Bir de yeryüzünde onu nimetlendirdim. Gördünüz mü ben ilahım. Artık bırakın diğer şeyleri. Bana yönelin. Eğer bu kadar gerçeğe rağmen döndürülür mü diye bize Kuran ile öğüt veriyor. Leallekum tezekkerun. Allah da bize bu öğütleri alıp da yaşantımızı ona göre şekillendiren Müslümanlardan eylesin inşallah.

Sadakallahülazim