İn ted’ûhum lâ yesmeû duâekum, ve lev semiû mâstecâbû lekum, ve yevmel kıyâmeti yekfurûne bi şirkikum, ve lâ yunebbiuke mislu habîr(habîrin).
1.
in
: eğer
2.
ted’û-hum
: onlara dua edersiniz
3.
lâ yesmeû
: işitmezler
4.
duâe-kum
: sizin dualarınız
5.
ve lev
: ve olsa bile, eğer
6.
semiû
: işittiler
7.
mâ istecâbu
: icabet etmezler
8.
lekum
: size
9.
ve yevme el kıyâmeti
: ve kıyâmet günü
10
yekfurûne
: inkâr edecekler
11
bi şirki-kum
: sizin şirkiniz, şirk koşmanız
12
ve lâ yunebbiu-ke
: ve sana haber vermez
13
mislu
: gibi, benzer
14
habîrin
: haberdar olan, haber veren
Eğer onlara dua ederseniz sizi, dualarınızı işitmezler. Şâyet işitmiş olsalar (bile) size icabet edemezler. Kıyâmet günü sizin şirkinizi inkâr edecekler. Ve sana bunun (bu haberin) mislini (benzerini) verecek (kimse, şey) bulunmaz (Allah’tan başkası haber veremez).
Ve lâ tezirû vâziratun vizra uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salât(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsihî, ve ilâllâhil masîr(masîru).
1.
ve lâ tezirû
: ve günahını yüklenemez
2.
vâziretun
: yük taşıyan, günahkâr
3.
vizre
: ağırlık, yük, günah
4.
uhrâ
: başka, diğeri
5.
ve in ted’u
: ve eğer çağırırsa
6.
muskaletun
: günahları yüklü olan
7.
ilâ himli-hâ
: onu taşımaya
8.
lâ yuhmel
: yükletilmez
9.
min-hu
: ondan
10
şey’un
: bir şey
11
ve lev kâne
: ve olsa bile
12
zâ kurbâ
: onun akrabası, yakını
13
innemâ
: ancak, sadece
14
tunziru
: sen uyarırsın
15
ellezîne
: onlar
16
yahşevne
: huşû duyarlar
17
rabbe-hum
: onların Rabbi, Rab’leri
18
bi el gaybi
: gayba, gaybte
19
ve ekâmû es salâte
: ve namazı ikame ettiler
2
ve men
: ve kim
21
tezekkâ
: tezkiye oldu
22
fe
: o taktirde
23
innemâ
: ancak, sadece
24
yetezekkâ
: tezkiye olur
25
li nefsi-hi
: kendi nefsi için
26
ve ilâllâhi (ilâ allâhi)
: ve Allah’adır
27
el masîru
: dönüş
Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah’adır ,döner, ulaşır).
SOHBETİN YAZILI METNİ:
Evet, Fatır suresine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
ayeti işlemiştik. Ama biraz yarım kalmıştı. İşte oradan devam edelim inşallah.
Bir önceki ayet olan 3. Ayetin sonunda diyor ki,
“Onu bırakıp yani Allahu Teâlâ’yı bırakıp taptıklarınız, bir kıtmire -yani hurma çekirdeğinin zarına -bile malik değillerdir.”
14 den devam ediyoruz:
“İn ted’ûhum lâ yesmeû duâekum” “Kendilerine dua etseniz duanızı işitmezler.”
“Ve lev semiû mestecâbû lekum,” “İşitseler bile size icabet edemezler.” Cevap veremezler.
“Ve yevmel gıyâmeti” kıyamet gününde
“yekfurûne bişirkikum,” şirkinizi inkar ederler.
“Ve lâ yunebbiuke mislu habîr.” Habir gibi -haberdar olan gibi -bunu sana haber veren olamaz.
Yani Rabbim, ilahlığını kimse ile paylaşmıyor. En ciddi sonuç buradan bu.
Hatta bırakın onu; buna meyledecek, bu görüşe meyledecek en ufak bir sapmayı bile ciddi hata olarak değerlendiriyor.
Ben değil miyim? Diyor, Yerleri, gökleri, sizleri yaratan. Öyleyse hem ibadet olarak ,hem yöneliş olarak , hem de dua olarak, tamamıyla bana yöneleceksiniz. Sağa sola en ufak meyledilişi, dalalet, sıratı müstakim den sapma olarak değerlendiriyor. Kuran’ın her yerinde -Kuran’la alakalı olanlar çok aşinadırlar- çok ciddi ikazlar var. Yani yukarıda ‘onu bırakıp dua ettikleriniz’ diyor. Gerçi burada ‘taptıklarınız’ demiş ama dua ettiklerinizi aşağıdaki ifadede “bişirkikum” derken, şirk olarak nitelendiriyor. Şimdi aleni olarak ‘Allah’ı tamamen bırakıp başka bir takım şeylere putlara /ilahlara dua etmek’ kastediliyor olabilir burada . Ama Kuran’ın muhatabı olan bizlere, Allah’la beraber “ciddi talebimizin olduğu, onlarda belirli bir izzet addederek yönlenilen her şeye yönelinmesi, onları yardıma çağırılması bile -buradaki ifade ile- ŞİRK olarak değerlendiriliyor.
Ve mâ yestevîl bahrâni hâzâ azbun furâtun sâigun şerâbuhu ve hâzâ milhun ucâcun, ve min kullin te’kulûne lahmen tariyyen ve testahricûne hilyeten telbesûnehâ, ve terâl fulke fîhi mevâhira li tebtegû min fadlihî ve leallekum teşkurûn(teşkurûne).
ve mâ yestevî
: ve musavi olmaz, eşit olmaz
el bahrâni
: iki deniz
hâzâ
: bu
azbun
: lezzetli, tatlı
furâtun
: tatlı, susuzluğu gideren
sâigun
: boğazdan kolay geçen, içimi kolay
şerâbu-hu
: onun içimi
ve hâzâ
: ve bu
milhun
: tuzlu
ucâcun
: acı
ve min kullin
: ve hepsinden
te’kulûne
: yersiniz
lahmen
: et
tariyyen
: taze
ve testahricûne
: ve çıkarırsınız
hilyeten
: süs eşyaları
telbesûne-hâ
: onu takarsınız
ve terâ
: ve görürsün
el fulke
: gemi(ler)
fihi
: onun içinde, orada
mevâhire
: yarıp giden
li tebtegû
: aramanız, talep etmeniz için
min fadli-hi
: onun fazlından
ve lealle-kum
: ve umulur ki siz
teşkurûne
: şükredersiniz
Ve iki deniz müsavi (eşit) olamaz. Bu lezzetli, tatlıdır. Susuzluğu gideren, içimi kolay olandır. Ve bu (diğeri) tuzludur, acıdır. Hepsinden taze et yersiniz. Ve giyeceğiniz (takacağınız) süs eşyası (inci, mercan) çıkarırsınız. Ve onun fazlından istemeniz için onda (suyu) yarıp giden gemiler görürsünüz. Umulur ki böylece şükredersiniz.
Yûlicul leyle fîn nehâri ve yûlicun nehâre fîl leyli ve sahharaş şemse vel kamere kullun yecrî li ecelin musemmâ(musemmen), zâlikumullâhu rabbukum lehul mulku, vellezîne ted’ûne min dûnihî mâ yemlikûne min kıtmîr(kıtmîrin).
1.
yûlicu
: içine sokar
2.
el leyle
: gece
3.
fî en nehâri
: gündüzün içine
4.
ve yûlicu
: ve içine sokar
5.
en nehâre
: gündüz
6.
fî el leyli
: gecenin içine
7.
ve sehhare
: ve emre amade kıldı, emri altına aldı
8.
eş şemse
: güneş
9.
ve el kamere
: ve kamer, ay
10
kullun
: hepsi, bütün
11
yecrî
: akar, akıp gider
12
li ecelin
: bir ecele kadar, bir süre
13
musemmen
: belirli, belirlenmiş
14
zâlikum
: şte bu
15
allâhu
: Allah
16
rabbu-kum
: sizin Rabbiniz
17
lehu
: onun
18
el mulku
: mülk
19
ve ellezîne
: ve onlar
2
ted’ûne
: tapıyorsunuz
21
min dûni-hi
: ondan başka
22
mâ yemlikûne
: sahip olamazlar, malik olamazlar
23
min kıtmîrin
: hurma çekirdeğinin zarı
(Allah), geceyi gündüzün içine, gündüzü gecenin içine sokar. Güneş’i ve Ay’ı emri altına almıştır. Hepsi belirlenmiş bir zamana kadar akar (yörüngelerinde dönerler). İşte bu Allah, sizin Rabbinizdir. Mülk, O’nundur. O’ndan (Allah’tan) başka taptıklarınız, bir kıtmire (hurma çekirdeğinin zarına) bile malik değildir.
İn ted’ûhum lâ yesmeû duâekum, ve lev semiû mâstecâbû lekum, ve yevmel kıyâmeti yekfurûne bi şirkikum, ve lâ yunebbiuke mislu habîr(habîrin).
1.
in
: eğer
2.
ted’û-hum
: onlara dua edersiniz
3.
lâ yesmeû
: işitmezler
4.
duâe-kum
: sizin dualarınız
5.
ve lev
: ve olsa bile, eğer
6.
semiû
: işittiler
7.
mâ istecâbu
: icabet etmezler
8.
lekum
: size
9.
ve yevme el kıyâmeti
: ve kıyâmet günü
10
yekfurûne
: inkâr edecekler
11
bi şirki-kum
: sizin şirkiniz, şirk koşmanız
12
ve lâ yunebbiu-ke
: ve sana haber vermez
13
mislu
: gibi, benzer
14
habîrin
: haberdar olan, haber veren
Eğer onlara dua ederseniz sizi, dualarınızı işitmezler. Şâyet işitmiş olsalar (bile) size icabet edemezler. Kıyâmet günü sizin şirkinizi inkâr edecekler. Ve sana bunun (bu haberin) mislini (benzerini) verecek (kimse, şey) bulunmaz (Allah’tan başkası haber veremez).
SOHBETİN YAZILI METNİ:
Fatır Suresi (9. Sohbet) 12-14. Ayetler
Evet, Fatır suresinin 12. Ayetinden itibaren devam ediyoruz.
Geçen hafta biraz girmiştik biraz daha teferruatlı gireceğiz ama çokta teferruatlı olmamasına gayret göstereceğiz.
ayet;
“İki deniz bir olmaz. Şu çok tatlı, içilmesi kolaydır. Şu da tuzludur acıdır. Onların her birinden taze et yer takınacağınız süs eşyası çıkarırsınız. Gemilerinde suyu yara yara gittiklerini görürsün. Bunlar Allah’ın nimetlerinden rızıklarınızı aramanız ve şükretmeniz içindir.”
13 de okuyacağım bugün onunda mealini okuyalım hemen
“O geceyi gündüze gündüzü geceye katar. Güneşi ve ayıda emrine boyun eğdirmiştir. Onların hepsi belli bir vakte kadar akıp gider. Rabbiniz olan Allah işte budur. Mülk ve hâkimiyet tamamıyla ona aittir. Sizin ondan başka yakardıklarınız, çağırdıklarınız ise bir çekirdeğin zarına bile bir kıtmire bile sahip değillerdir.”
Burada Fatır 3. Ayete dikkat etmenizi istiyorum. Bu ayet üzerinde çok durmuştuk hatırlarsınız.
Yâ eyyuhen nâsuzkurû niğmetallâhi aleykum, hel min hâligın ğayrullâhi yerzugukum mines semâi vel ard, lâ ilâhe illâ huve feennâ tué’fekûn.
“Ey insanlar. Hatırlayın ( neyi hatırlayın) Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Allah’tan başka onun gayrısından başka bir yaratan mı var? Size gökten ve yerden rızık verecek. Ondan başka ilah yoktur. O halde nasıl döndürülüyorsunuz.”
Bu 12,13 birde 14.ayetler var. işte bu ayetin sanki teferruatı açıklaması, izahı gibi.
Çünkü dikkatinizi çekerse bu 3. Ayette ne diyor. Allah’ın üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın diyor. Ondan sonra ilk bahsettiği nimet neydi?
Yaratılma nimeti “min hâligın ğayrullâhi” Allah tan başka yaratan var mı?
Men kâne yurîdul izzete fe lillâhil izzetu cemîâ(cemîan), ileyhi yes’adul kelimut tayyibu vel amelus sâlihu yerfeuhu, vellezîne yemkurûnes seyyiâti lehum azâbun şedîdun, ve mekru ulâike huve yebûr(yebûru).
1.
men
: kim, kimse
2.
kâne
: oldu
3.
yurîdu
: istiyor
4.
el izzete
: izzet
5.
fe
: artık
6.
li allâhi
: Allah’a ait
7.
el izzetu
: izzet
8.
cemîan
: hepsi, bütün, tamamen
9.
ileyhi
: sizi
10
yes’adu
: yükselir, erişir
11
el kelimu
: söz, kelime
12
et tayyibu
: temiz, güzel
13
ve el amelu es sâlihu
: ve salih amel yaptı
14
yerfeu-hu
: onu yükseltir
15
ve ellezîne
: ve onlar
16
yemkurûne
: hile yaparlar, tuzak kurarlar
17
es seyyiâti
: kötülükler, günahlar
18
lehum
: onlara, onlar için vardır
19
azâbun
: azap
21
şedîdun
: şiddetli
21
ve mekru
: ve hile, düzen
22
ulâike
: işte onlar
23
huve
: o
yebûru
: helâk olur, boşa gider
Kim izzet istediyse, işte izzet tamamen Allah’a aittir. Güzel kelimeler (sözler), O’na erişir. Onu da, salih amel yükseltir. Kötülüklerle tuzak kuranlar; onlar için şiddetli azap vardır. Ve onların tuzakları boşa gider.
Vallâhu halakakum min turâbin summe min nutfetin summe cealekum ezvâcâ(ezvâcen), ve mâ tahmilu min unsâ ve lâ tedau illâ bi ilmihî, ve mâ yuammeru min muammerin ve lâ yunkasu min umurihî illâ fî kitâbin, inne zâlike alâllâhi yesîr(yesîrun).
vallâhu (ve allâhu)
: ve Allah
halaka-kum
: sizi yarattı
min turâbin
: topraktan
summe
: sonra
min nutfetin
: bir nutfeden
summe
: sonra
ceale-kum
: sizi kıldı
ezvâcen
: eşler, zevceler
ve mâ tahmilu
: ve yüklenmez, gebe kalmaz
min unsâ
: kadın(dan)
ve lâ tedau
: ve doğum yapmaz
illâ
: ancak, den başka, olmaksızın
bi
: ile
ilmi-hi
: onun ilmi
ve mâ yuammeru
: ve ömür verilmez, ömrü uzatılmaz
min muammerin
: ömür verilen bir kimseden
ve lâ yunkasu
: ve eksiltilmez, kısaltılmaz
min umuri-hi
: onun ömründen
illâ
: ancak, den başka, dışında
fî
: içinde, de
kitâbin
: kitap
inne
: muhakkak
zâlike
: işte bu
alâllâhi (alâ allâhi)
: Allah’a, Allah için
yesîrun
: kolay
Ve Allah sizi topraktan yarattı. Sonra bir nutfeden. Sonra (da) sizi çiftler kıldı. O’nun ilmi olmaksızın bir kadın yüklenemez (hamile kalamaz) ve doğum yapamaz. Ömür verilen bir kimsenin ömrü kitapta olanın dışında uzatılmaz veya onun ömründen eksiltilmez. Muhakkak ki bu, Allah için çok kolaydır.
Ve mâ yestevîl bahrâni hâzâ azbun furâtun sâigun şerâbuhu ve hâzâ milhun ucâcun, ve min kullin te’kulûne lahmen tariyyen ve testahricûne hilyeten telbesûnehâ, ve terâl fulke fîhi mevâhira li tebtegû min fadlihî ve leallekum teşkurûn(teşkurûne).
ve mâ yestevî
: ve musavi olmaz, eşit olmaz
el bahrâni
: iki deniz
hâzâ
: bu
azbun
: lezzetli, tatlı
furâtun
: tatlı, susuzluğu gideren
sâigun
: boğazdan kolay geçen, içimi kolay
şerâbu-hu
: onun içimi
ve hâzâ
: ve bu
milhun
: tuzlu
ucâcun
: acı
ve min kullin
: ve hepsinden
te’kulûne
: yersiniz
lahmen
: et
tariyyen
: taze
ve testahricûne
: ve çıkarırsınız
hilyeten
: süs eşyaları
telbesûne-hâ
: onu takarsınız
ve terâ
: ve görürsün
el fulke
: gemi(ler)
fihi
: onun içinde, orada
mevâhire
: yarıp giden
li tebtegû
: aramanız, talep etmeniz için
min fadli-hi
: onun fazlından
ve lealle-kum
: ve umulur ki siz
teşkurûne
: şükredersiniz
Ve iki deniz müsavi (eşit) olamaz. Bu lezzetli, tatlıdır. Susuzluğu gideren, içimi kolay olandır. Ve bu (diğeri) tuzludur, acıdır. Hepsinden taze et yersiniz. Ve giyeceğiniz (takacağınız) süs eşyası (inci, mercan) çıkarırsınız. Ve onun fazlından istemeniz için onda (suyu) yarıp giden gemiler görürsünüz. Umulur ki böylece şükredersiniz.
SOHBETİN YAZILI METNİ
Fatır Suresi (8. Sohbet) 10-12. Ayetler
Evet arkadaşlar
Fatır suresinin 10. Ayetinden itibaren devam ediyoruz.
Geçen hafta yarım kalmıştı devam edeceğiz inşallah.
Ne diyordu? Kim izzet isterse, izzetin tamamı Allah’ındır. Hoş sözler ona ulaşır onu da salih ameller yükseltir. Kötü mekirler (mekr, hile, tuzak) kuranlar için onlara çok şiddetli azaplar vardır. Onların kurdukları tuzaklar kendilerini mahveder. Burada hatta başından alalım, yarısına kadar geldik ama konu bütünlüğü için baştan alalım.
Men kâne, men orda şarttı.
Men kâne yurîdul bakın burada men yuridu demiyor. Yani kim isterse, talep ederse değil. Kim izzet istiyor idi ise ya da kim izzet isteme durumunda olursa yani geçmişi ve anı kapsayan bir ifade.
Ne isterse?
İzzet isterse. şimdi izzeti kendi aramızda konuştuk. Bazı kitaplarda güç kuvvet gibi ifadeler olmuştu ama izzet Allahu Teâlâ’nın el-aziz esması vardı. Geçen hafta söylediğimiz gibi bu aziz esması, kullarından istediğine veriyor. Onları izzet sahibi kılıyor. Hani “ey aziz İstanbul” deniyor ya, ya da “su gibi aziz ol” deniyor. Ya da Hristiyanlarda sent Saint yazılıyor, Saint Joseph gibi ifadeler var. Aziz manasına geliyor çevriminde, yani ona yakın bir ifade. İzzet sahibi manasına geliyor. Mesela bir evliyaullah tada en fazla tecelli eden Esmalardan biriside el-aziz esması. Bir manası da mağlup edilemeyen yani izzeti öyle yüksek ki, mağlup edilemeyen galebe çalınamayan manalarına da geliyor. Aynı zamanda da dünya kullanımıyla şerefli, seçkin, elit manalarına gelebiliyor. Yanlış kullanım olarak söylüyorum. İnsanların talepleri doğrultusunda.
Yani diyor ki sen izzet mi istiyorsun?
Yani öyle misin? Öyle miydin?
Hali hazırda onumu istiyorsun kendinde?
Bu kimse kendinde izzet görmesin. o öyle bütünüyle bir kere Allah’a aittir.Okumaya devam et →
E fe men zuyyine lehu sûu amelihî fe raâhu hasenâ(hasenen), fe innallâhe yudıllu men yeşâu ve yehdî men yeşâu, fe lâ tezheb nefsuke aleyhim haserâtin, innallâhe alîmun bimâ yesneûn(yesneûne).
e
: mı
fe
: artık, işte, böylece, fakat
men
: kim, kimse, kişi
zuyyine
: süslendi, güzel gösterildi
lehu
: ona
sûu
: kötü
ameli-hi
: onun ameli
fe
: artık, böylece, fakat
reâ-hu
: onu gördü
hasenen
: güzel
fe
: artık, işte, böylece, fakat
innallâhe (inne allâhe)
: muhakkak ki Allah
yudıllu
: dalâlette bırakır
men yeşâu
: dilediği kimse, kişi
ve yehdî
: ve hidayete erdirir
men yeşâu
: dilediği kişi, dilediği kimse
fe
: artık, işte, böylece, fakat
lâ tezheb
: gitmesin, olmasın
nefsu-ke
: senin nefsin
aleyhim
: onlara, onlar için
haserâtin
: hasretler, hüzünler
innallâhe (inne allâhe)
: muhakkak ki Allah
alîmun
: en iyi bilen
bimâ
: şeyleri
yesneûne
: yapıyorlar
Fakat kötü ameli, kendisine süslenen (güzel gösterilen), böylece onu güzel gören kişi mi? İşte muhakkak ki Allah, dilediği kişiyi dalâlette bırakır ve dilediği kişiyi hidayete erdirir. Artık onlar için nefsin, hasret duymasın (hüzünlenmesin). Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir.
Vallâhullezî, erseler rîyâha fe tusîru sehâben fe suknâhu ilâ beledin meyyitin fe ahyeynâ bihil arda ba’de mevtihâ, kezâliken nuşûr(nuşûru).
1.
vallâhu (ve allâhu)
: ve Allah
2.
ellezî
: onlar
3.
ersele
: gönderdi
4.
er rîâha
: rüzgâr(lar)
5.
fe
: artık, böylece
6.
tusîru
: hareket ettirir
7.
sehâben
: bulutlar
8.
fe
: artık, böylece
9.
suknâ-hu
: onu sevkederiz
10
ilâ beledin
: beldeye
11.
meyyitin
: ölü
12
fe
: artık, böylelikle
13
ahyeynâ
: diriltiriz
14
bi-hi
: onunla
15
el arda
: yeryüzü
16
ba’de
: sonra
17
mevti-hâ
: onun ölümü
18
kezâlike
: işte böyle
19
en nuşûru
: nüşur, yeniden dirilip yayılma
Ve o Allah ki, rüzgârı gönderir, böylece bulutları hareket ettirir. Sonra da onu ölü beldeye sevkederiz. Böylelikle arzı, ölümünden sonra onunla (yağmurla) diriltiriz. Nuşur (yeniden dirilip yayılma), işte bunun gibidir.
Men kâne yurîdul izzete fe lillâhil izzetu cemîâ(cemîan), ileyhi yes’adul kelimut tayyibu vel amelus sâlihu yerfeuhu, vellezîne yemkurûnes seyyiâti lehum azâbun şedîdun, ve mekru ulâike huve yebûr(yebûru).
1.
men
: kim, kimse
2.
kâne
: oldu
3.
yurîdu
: istiyor
4.
el izzete
: izzet
5.
fe
: artık
6.
li allâhi
: Allah’a ait
7.
el izzetu
: izzet
8.
cemîan
: hepsi, bütün, tamamen
9.
ileyhi
: sizi
10
yes’adu
: yükselir, erişir
11.
el kelimu
: söz, kelime
12
et tayyibu
: temiz, güzel
13
ve el amelu es sâlihu
: ve salih amel yaptı
14
yerfeu-hu
: onu yükseltir
15
ve ellezîne
: ve onlar
16
yemkurûne
: hile yaparlar, tuzak kurarlar
17
es seyyiâti
: kötülükler, günahlar
18
lehum
: onlara, onlar için vardır
19
azâbun
: azap
20
şedîdun
: şiddetli
21
ve mekru
: ve hile, düzen
22
ulâike
: işte onlar
23
huve
: o
yebûru
: helâk olur, boşa gider
Kim izzet istediyse, işte izzet tamamen Allah’a aittir. Güzel kelimeler (sözler), O’na erişir. Onu da, salih amel yükseltir. Kötülüklerle tuzak kuranlar; onlar için şiddetli azap vardır. Ve onların tuzakları boşa gider.
SOHBETİN YAZILI METNİ
Fatır Suresi (7. Sohbet) 8-10. Ayetler
Evet, Fatır suresinin 8. Ayetinden devam edeceğiz inşallah.
8 ile 7 ayetin çok alakası var o yüzden geçişler yapabiliriz sohbetimiz sırasında.
“Kötü ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse mi? Şüphesiz Allah dilediği kimseyi şaşırtır, dilediği kimseye de hidayet verir. O halde nefsini onlar için hasretle tüketme gerçekten Allah onların ne yaptıklarını çok iyi bilendir.”
Tabi meali böyle okuyoruz fakat teferruatına inince bazı kelimelerde elbette ki değişiklik olacaktır.
Şimdi öncekilerde şeytanı düşman tutun, hayat dünya hayatı ve aldatıcılar sizi aldatmasın, Allah ile aldatmasın. Gerçekten şeytan sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman tutun çünkü o kendi taraftarlarının yani hizbinin cehennem ashabından olmaları için çağırır. Okumaya devam et →
İnneş şeytâne lekumaduvvun fettehızûhu aduvvâ(aduvven), innemâ yed’û hızbehu li yekûnû min ashâbis saîr(saîri).
1.
inne
: muhakkak
2.
eş şeytâne
: şeytan
3.
lekum
: sizin için
4.
aduvvun
: düşman
5.
fe
: artık, öyleyse
6.
ittehızû-hu
: onu edinin
7.
aduvven
: düşman
8.
innemâ
: ancak, sadece
9.
yed’û
: davet eder, çağırır
10
hızbehu
: hizib, grup, taraftar
11.
li
: için
12
yekûnû
: olur
13
min ashâbi
: ehlinden, halkından
14
es seîri
: alevli ateş, cehennem
Muhakkak ki şeytan, sizindüşmanınızdır. Öyleyse onu düşman edinin. O, kendi hizbini (taraftarlarını) sadece alevli ateş (cehennem) ehlinden olmaları için çağırır.
Yâ eyyuhân nâsu inne va’dallâhi hakkun fe lâ tegurrannekumul hayâtud dunyâ, ve lâ yegurrannekum billâhil garûr(garûru).
1.
yâ eyyuhâ
: ey
2.
en nâsu
: insanlar
3.
inne
: muhakkak
4.
va’dallâhi (va’de allâhi)
: Allah’ın vaadi
5.
hakkun
: hak
6.
fe
: artık, öyleyse
7.
lâ tegurrenne-kum
: sakın sizi aldatmasın
8.
el hayâtu ed dunyâ
: dünya hayatı
9.
ve lâ yegurrenne-kum
: ve sakın sizi aldatmasın
10.
billâhil (bi allâhi)
: Allah ile
11.
el garûru
: aldatıcılar
“Ey insanlar! Muhakkak ki Allah’ın vaadi haktır. Öyleyse dünya hayatısizi sakın aldatmasın. Aldatıcılar da sizi Allah ile aldatmasınlar.”
SOHBETİN YAZIYA DÖKÜLMÜŞ METNİ:
Evet arkadaşlar geçen hafta 4. ayette ne demiştik:
“Eğer seni yalanlıyorlarsa gerçekten senden önceki peygamberleri de yalanladılar. Bütün işler Allah’a döndürülür.”
Burada Peygamber Efendimiz(SAV)’e bir teskin vardı. Yni sadece sana değil bu yıllardır insanlık tarihi boyunca olan biten bir şey demişti.
5. ayette de “ya eyyühen nas” – Ey insanlar. Burada dikkat ederseniz “Ey iman edenler” değil de “Ey insanlar” diyerek bütün insalığa bir hitap vardı. zaten “ya eyyühen nas” dendiği zaman biraz geniş düşünmek gerekiyor. Bütün zamanları da içine alacak şekilde bir hitap olduğunun göstergesi. Yani sadece günümüzdeki müminlere hitap eden değil bütün insanlığa hitap eden bir şey.
“inne vağdallahu haggun” – Şüphesiz Allah’ın vaadi haktır. Allah’ın vaadi denilince genellikle kıyametle ilgili, yeniden dirilme ile ilgili, dünyanın sonu, kainatın sonu ile ilgili şeylere bir vurgu oluyor. Allah’ın vaadi var. Allah bir şey vaadetmiş. Bize de vaadetmiş aynı zamanda. En büyük vaat, o büyük proje “ben gizli bir hazine idim bilinmek istedim mahlukatı yarattım” projesinin bir evresi olan aşama... Elest meclisi, galu bela denilen yerde bir eleme yapılıyor. Elemeye tabi tutuluyor, bir imtihan. Bunun sonucunda da bir süreç yaşanmaya başlanıyor. Bu sürecin bir aşaması başka bir açıdan değerlendirirsek Allahu Teala Hz. Adem’i yaratıyor, ona ruhundan üflüyor aynı zamanda esmalarını yüklüyor. Biz bütün esmaları öğrettik derken de orada bir yükleme var. Orada bir ifadesi var Allah’ın: “ene câilun fîl ardı halîfeten” diyor. Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim. Bakın orada arz kelimesi geçiyor. Yeryüzü. Halife ama arzda. Ben yeryüzünde bir halife var edenim diyor. bunu meleklere diyor. Yani burayı kastediyor taa orada. Allahu Tealanın esmalarının yaygın olarak bir mahlukatta tecelli etmesi halifelik oluyor. Allah, Allahlığını kimse ile paylaşmaz. Esmalar Allah değildir. Allahın güç ve kuvvetinin tezahürüdür. Bunun tecellisini, tezahürünü mahlukata veriyor. İşte mahlukatı içerisinde en fazla esma tecellisine sahip olan(potansyiel olarak) insandır. Kudret aleminde bunu biraz anlayabiliyoruz. Meleklerin biraz itirazvari dedikleri şu:”Ya rabbi yeryüzünde mi?”. Yeryüzü çöplük onlara göre. Kutsi alem. Melekut alem. Yani burada var eden ama arzda nasıl olut böyle? Ama işte arzda o esma tecellilerinin küllisinin yüklendiği insandan da bir beklenti var.
Yeryüzünde insan ne yapacak?
Allahu Teala ben bunun hesabını soracam sizden diyor tabiri caizse. Malikiyevmiddin kısmı işte burası. İşte bunu vaadediyor Allah. Böyle bir gerçek var ve bunun da oluşacağı bir gün var. Bunun hesabı görülecek. Bir şekilde imtihan için bu dünyaya gönderiliyoruz. İşte Allahu Teala burada ikazını yapıyor.
vela tegurannekum – Sakın ha sizi gurura sürüklemesin, aldatmaya sürüklemesin, kandırmasın. Ne kandırmasın?
el hayateddünya- Dünya hayatı.
Dünya hayatı sizi aman ha kandırmasın.
vela yegurannekum billahil el garur – Bu sefer de “el-garur” denilen şey de sizi Allah’la aldatmasın.
“Garre” arapçada kullanılan bir fiil. Türkçeye de gurur olarak geçmiş. Aralarında çok fazla benzerlik yok. Gurur Türkçede kibire yakın bir manada kullanılıyor. Gururun içinde kibirlenme ve inat da var. “Gururlu bir adam, inadından vazgeçmiyor” gibi ifadeler var. Arapçada bunun karşılığı farklı. Garre kelimesinin farklı anlamları var. Birkaçından bahsedeyim.
Bir şeyin izi, alameti. Mesela atın ön kısmında beyaz bir iz olurmuş, o onun ayırt edici özelliği imiş. Alameti farika gibi.
Kılıcın keskin yeri, ağzı. Kılıcın en önemli kısmı keskin kısmıdır.
Garrun sevb – Elbisedeki katlama izi. Elbiseyi sen nereden katlarsın. Sürekli iz yaptığı yerden katlarsın değil mi? Orada bir iz yapmıştır. Oradan katlarsın. Peki orası onun nesidir? Zayıf yeridir. Yani kırılan yeri. mukavva gibi düşünün. Mukavvayı katlamak için orada bir iz yaptıysanız, rahat katlarsınız. Siz oradan faydalanarak orayı rahat katlıyorsunuz. Şöyle bir ifade var: “Filan kişinin girresini buldum da ondan dilediğimi, istediğimi aldım”. Yani zayıf noktası, zaafı anlamına geliyor. İşte bundan hareketle aldatma deniyor. Alsanma, kanma, aldatılma gibi ifadeler kullanılmış.
Araf Suresi’nde Hz.Adem kıssası ile ilgili olarak 22. ayette şöyle bir ifade geçiyor:
“Fedellâhumâ biğurûrin” (فَدَلّٰیهُمَا بِغُرُورٍ) – Böylece şeytan her ikisini de kandırarak tevessül ettirdi.
“felemmâ zâgaş şecerate” (فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ) – O zaman ağacın meyvesinden tattılar. Ağaçtan tattıklarında kendilerine avret yerleri göründü. Derhal üzerlerini cennet yapraklarıyla örtmeye başladılar. Rab’leri onlara, “Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?” diye seslendi.
Burada “biğururin” ifadesi var yani gururla. Yani gurur ile onları kandırdı, ayaklarını kandırdı. Gurur sebebi ile.
Hz.Adem ve Hz.Havva’nın zaafları var. O zaaflarına yaklaşıyor. Burada şeytan ikisini de kandırdı diyor ama siz duracaksınız orada. Niye kansın ki? Hz. Admeden bahsediyoruz. ruhunun üfürüldüğü, bütün meleklerin secde ettiği ve allahın bütün esmalarının yüklendiğinde bahsediyoruz. Bir şekilde yukarıda hata yapıyor cennete indiriliyor. Cennette de hata yapıyor. HAataya zorlayan ne? Yukarıda iken kendi kendine hata yapıyor. Fakat aşağıda cennette şeytan hataya zorluyor onu. Delalet ediyor. Onun ayağını kaydırmasına vesile oluyor ama Allahu Teala burada mekanizmayı söylüyor. Kandırdı, onun ayağını kaldfırdı, aldattı. Ama nasıl aldattı? Zaafı ile aldattı. Bu zaafı ne?
Araf Suresi 11-17. Ayetler:
Andolsun, sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” dedik. İblis’ten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile eğilenlerden olmadı.
Allah, “Sana emrettiğim zaman seni saygı ile eğilmekten ne alıkoydu?” dedi. (O da) “Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın” dedi.
Allah, “Şimdi in aşağı oradan. Çünkü senin orada büyüklük taslamak haddine değil! Hemen çık! Çünkü sen aşağılıklardansın” dedi.
Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) bana insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver.”
Allah da, “Sen süre verilenlerdensin” dedi.
Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım.”
“Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.”
Araf Suresi 20. Ayete gelirsek:
“Derken şeytan, kendilerinden gizlenmiş olan avret yerlerini onlara açmak için kendilerine vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbiniz size bu ağacı ancak, melek olmayasınız, ya da (cennette) ebedî kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı.”
İşte şeytan şuradan kandırıyor onları: “Melek olmayasınız, ya da (cennette) ebedî kalacaklardan olmayasınız diye”
İşte şeytanın Adem ve Havva’yı, insanlığı yakaladığı yer burası. Neymiş? İki melek olmayasınız diye, ebedi olanlardan olmayasınız diye. Demek ki insanlığın zaafı bu. Birisi ebedilik, başka bir ayette de “ebedi mülk” olarak geçiyor. Orada da mülk var. Diğeri de melek olma arayışı. Melek orada güç ve kuvveti, ebediliği, uzun ve bitmeyen bir ömrü temsil ediyor.
Koskoca Hz. Adem’in ve Hz. Havva’nın şeytanın tuzağına düşmesinin sebebi, yani zayıf noktası: Tükenmez mülk ve ebedi hayat. Bunlar onların gururları, zaafları. Bunlar hepimizin zaafları. Bütün sistemin içerisinde şeytanın bize vesvese vererek aldatmasının sebebi bizde olan iki hata: Tükenmez mülk, ebedi hayat.
Ebedi hayat ne demek? Baki olmak sevdası. Halbuki baki olan sadece Allah. Nefsin en çok korktuğu şey, yok olmaktır. Neden bu dünyada ölümden korkuyor? Yok olacağını zannediyor. Halbuki öbür tarafta sistem devam ediyor. Fakat yukarı doğru gittiğimizde de nihayetinde muhteşem bir final olmasına rağmen ama yine de bütün mahlukat, bütün insanlık, bütün evren ve kainat, yaratılmış ne varsa tabi ki yok olacak. Biz Allah mıyız? Haşa. Mahlukat Allah mı? Hayır. E Allah baki ise bitecek bu sistem. Ama işte nefis bunu kabullenmek istemiyor. O yüzden faaliyetleri ile, amelleri ile yok olmamaya çalışıyor. İşte şeytan da bunu bildiği için, sistemi bildiği için onunla aldatıyor. Diyor ki “Bak şu ağacı niye yasak etti biliyor musun? – Neden? Çünkü bundan yerseniz siz ebedi olacaksınız. Ebedi olmayasınız diye size bu ağacı yasak etti.”
İkincisi ne peki? “İki melek olmayasınız diye”. Meleklere özeniyor. Melekliğe özeniyor daha doğrusu. Hz. Adem’e secde edilmedi mi? Nerede geçti bu olay? Kudret aleminde. Melekut, yüksek alemde. Orada ruh üfürüldükten sonra adem şahit olmadı mı? O mekana şahit olmadı mı? O muhteşem mekanı latif alemi görmedi mi? Peki şimdi nerede? Cennette. Üst aleme göre bir alt alemde. Yani bize göre muhteşem yerler. O indirildiği alana göre sürgün yeri. Oraya tekrar çıkmak istiyor. Peki neden iki melek olmak istiyorlar? Melek olmak istemiyorlar aslında, insanlıktan. Şimdi şahit oldular, melekler onlara secde etti. Üst olan bir şeye secde edilir değil mi? İnsanlığın, Allah’ın yaratması bakımından içine koydukları ile daha şerefli olduğunu biliyorlar. Neden meleklere özensinler? Burada meleklik şu: Orası öyle bir latif alem ki melekut alemi, orada çok büyük farklılıklar yok. Orada o kadar latif, o kadar ışınsal, o kadar nurani ki her şey; melek, insan, iblis çok farklı değil. Bakın iblis orada. Yani oraya tekrar çıkmak istiyorlar, melekut alemine tekrar çıkmak istiyorlar. Ama oraya çıkmak istemelerinin bir sebebi de melek kelimesinde hem meliklik var hem de mülk var. Yani güç, kudret ve mülkiyet talebi var ya; biraz da o isteniyor. Şimdi aşağıda cennette o kadar yok. Yukarıda o hissediliyor. İnsanlığa geleyim, bize geleyim. Demek ki o erk denen, mülkiyet denilen şey ve sonsuz olma, ebedi olma insanın en büyük iki zaafı. Mülk ve ebedilik. Bunlar Allah’ın özellikleri arkadaşlar. Malikül mülk. El melikü el kuddüs diyor. En yukarıda meliklik var. Maliki yevmiddin diyor. Meliklik Allah’a özgü. Bütün her şey fani, Allah’ın zatı baki. Demek ki insanın zaaflarını bildiği için şeytan ne yapıyor, onlara o şekilde yaklaşıyor.
Şimdi ayete gelelim:
Ayetin ilk kısmında aldatmasın, sakın aldanmayın var. Siz o zaaflarınızdan dolayı aldanmayın. Aldatacak olan ne ilk ayette? Dünya hayatı. Bakın daha şeytan değil. Allahu Teala ilk kademeyi söylüyor daha. Sende bulunan zaaflardan ötürü seni aldatacak olan birinci aşama ne? Dünya hayatı. Daha şeytan falan yok. Dünya hayatının kendisi Allah’ın ona yükledikleri ile beraber, süsledikleri ile beraber zaten ne? Seni aldatmaya yatkın bir sistem.
İmamı Gazali’ nin “Kıyamet ve Ahiret” kitabında şöyle bir sahne okumuştum. Oraya muhteşem güzellikte bir kadın getirilir. Devasa. Herkes bakar: “Aman Ya Rabi bu güzellik de ne?” Sonra birdenbire çok çirkin bir kocakarıya dönüşüyor. Bu ahiret sahnesi. İnsanlar bu sefer tiksinir diyor. Yani nasıl bu böyle idi? Bu ne diye sorarlar. İzah ederler: “Bu dünya idi”. Dünya da böyledir. Aslında koca karı olan ama güzel gözüken bir kadın.
İşte nefsinin talepleri seni ona yönlendiriyor, kanıyorsun. Allahu Teala diyor ki: Bu dünyaya fazla bağlanmayın, sizin yeriniz yukarısı. Buna rağmen imtihan vesilesi olarak dünya da süslendiriliyor. Züyyinet deniliyor. Yani ziynetlendi. Birinci aşama bu.
Sen bu dünya hayatının şeylerine kanmadın. Ayetlere, hadislere uydun, aklını kullandın. Dini yaşarken daha mütedeyyin, daha muttaki bir hayat seçtin. Her şey bitti değil mi? İşte imtihan bitmiyor. İkinci aşama başlıyor. İşte ayetin ikinci kısmı bunu açıklıyor.
vela yağurannekum billahi el garur – el garur olan şeyler, seni bu sefer aldatmasın diyor. Bu sefer Allah’la seni aldatmasın. Şimdi ikinci aşamayı söylüyor Rabbim. İnsanların çoğu birinci aşamada gidiyor zaten. ya eyyühennas diyor ya, insanlıkla başladı zaten. Birinci kısımda dünya hayatı cazip geldi tamam. Ona razılar gittiler. İkinci aşamaya geçenler, Allah’ın dediklerini yapanlar için bile bir tehlike var. Bir de Allah ile aldatılıyorlar. Allah ile aldatma nasıl olur?
“Beni azdırmandan dolayı muhakkak onlar için senin doğru yolunun üzerine oturacağım.”
Senin sıratı mustakiminin üzerine oturacağım diyor. Fatiha Suresindeki sıratı mustakim. Sıratı müstakimin üzerinde kimler bulunur? Fatihada biz yana yakıla “Aman ya Rabbi beni sıratı müstakim üzerine hidayet et” demiyor muyuz. Sıratı mustakim üzerine gelmek öyle kolay değil. Oraya geldin. Bak ne diyor Allah’a iblis:
“Ben muhakkak senin sıratı müstakiminin üzerine oturacağım” diyor. Sıratı müstakim üzerine oturacağım demiyor, senin sıratı müstakiminin üzerine oturacağım diyor. O yolda kimler var? Dünya hayatı aldatmayacak seni. Zaaflarına rağmen kanmayacaksın, mütedeyyin olacaksın, Allah’ın dinini yaşamaya çalışacaksın. En son noktada dahi tehlikeler var. Şeytan var. Sırati müstakim üzerinde şeytan var.
Sırati müstakim üzerine geldin iş bitmedi. Tehlike nerede? 17. ayete bakalım:
Sollarından yaklaşacağım diyor, yani haramlarla yaklaşacağım demek istiyor. Şunu yapsana, bunu etsene, kimse görmüyor zaten, ne güzel kadın, içki de haram mı olur, faiz de haram mı olur, şu parayı çalsana. Solundan yaklaştı. Soldan yaklaşmasını anlamak daha kolay.
Arkalarından yaklaşacağım demek ne demek? Geçmişi ile ilgili bıraktıklarından. Keşke diyen yanılır diyor ya Peygamberimiz. Bir de şunu Müslüman çok yapıyor: Adamın belirli bir hayatı vardı, sonra tövbe etti, farklı bir hayata gitti. Şimdi güya yeni hayatını övmek için anlatıyor: “Eskiden şöyle yaşardım böyle yaşardım ama şimdi tövbe ettim”. Şeytan yine başardı yapmak istediği şeyi. Eski hayatını sana cazip göstererek arkandan yanaşıyor. Yani tövbe etmiş gibi olmuyorsun, övünmek için anlatıyorsun. Eski hayatımda şöyle şöyle yapmıştım. Tövbe ettim. Artık camiden çıkmıyorum falan filan. Yani sürekli olarak sana tazelettirerek senin hoşuna gittirerek arkandan yanaşıyor. Arkadan yanaşmalardan biri bu. Keşkeler, kafaya takmalar, şöyle yapsaydım böyle yapsaydım demeler de arkadan yanaşmalara örnek.
Sağdan yaklaşma ne demek? Sağ denince daha pozitif şeyler anlaşılıyor. Bu sefer de pozitifliklerle aldatmak. Yani “Ulan ya ne güzel sadaka veriyorum ben görüyor musun”, “Aman be ne namaz kılıyorum ya, ama ne boyun kırarak namaz kılıyorum”, “Her yerde anlatmam bunu”, “Şöyle şöyle yaptım, oruç tuttum” bilmem ne. Allah için ihlaslı yapmadın mı? Allah bilsin, gerisine ne gerek var? “Teheccüde bir kalktım ki kimsede ışık yok”. Keşke teheccüde kalkmasaydın da sen bu sözü söylemeseydin. İşte bunun gibi şeyler de arkadaşlar sağ ile aldatmak. “Ulan İslamiyeti en güzel ben yaşıyorum kimse yaşayamıyor görüyor musun”. Ama bunlardan en tehlikelisi önden yaklaşmak.
Ne demek önden yaklaşmak? Kuran tefsirlerinde en çok bu yazıyor. önümüzde ne var? Hakikatte neyi önümüze alıyoruz? Nereye yöneliyoruz? Allah’a. Allah’la aldatmak işte bu. Önün senin geleceğindir fakat yöneldiğin yer kıbledir, yani Allah. Allah’a yönelirken insan farkında olmadan hatalar yapabilir: Yanlış Allah tasavvuru, yanlış Allah sıfatlandırmaları. “Allah’a iman ettim” demek inandım inanmadım demek değil. O çok basit. Ayette ne geçiyor: “Yerleri ve gökleri kim yarattı diye müşriklere kafirlere sorsanız Allah diyeceklerdir” diye geçiyor. Şimdi onlar cehennemin en altındalar. Allah’a inanıyorlar arkadaşlar. Bizim bildiğimiz şekilde onların imanı olsa cennetin en üstünde olmaları lazım. Değil. İman gerçek anlamda, doğru bir şekilde ona yönelmek. Kitaba doğru şekilde yöneleceksin, mekleklere, resullere doğru bir şekilde yöneleceksin. Allah’a inandım demek yeterli değil. Allah bunu kabul etmiyor. Bana doğru bir şekilde yöneleceksin diyor. Doğru bir şekilde yönelmezsen olmuyor. “Subhane rabbike rabbil izzeti amma yesifun”. Amma yesifun. “Allah izzetlidir, azizdir” diyor. Neden “amma yesifun”? O şeyler ki yesifun’da sıfat var. “Sıfatlandırdıkları şeyden Allah izzetlidir” diyor. Yani kafanda sıfatlar tayin ediyorsun Allah’a. “Allah şöyledir, böyledir”. Ne kadar sıfat tayin edersen et Allah ondan yücedir. Bakın Hz. İsa’ya “Tanrı” denmesine Allahu Teala yer arz çatlayacak diyor. Sen koskoca Allah imajını alıp bir insana indiriyorsun. İnsana indirdiğin için insani sıfatlarla sıfatlandırıyorsun, sorun orada. İşte şeytanın Allah’la aldatması bu. Eğer sen Allah’a doğru bir şekilde yönelmezsen esmalarını unutursan. Bugün tasavvufi anlamda bir şeyler söyleyecem diye uçuk laflar ediliyor. Ben Allah’ım a kadar gidiyor bu. İnsan kendini Allahlaştırıyor. “Allah’ın sıfatları bende değil m?” diyor. Her şey Allah’ın esmalarından oluşmuş demiyor mu? Devamında da farkında olmadan Allahlaşmış oluyor. O yüzden “el garur” senin zaafın, senin içindeki Allahlaşma ilahlaşma temayülü seni Allah’la bile aldatabilir diyor. “Sen nefsinin hevasını ilah edineni gördün mü?” diyor ayeti kerimede. Nice aşamalardan geçtin, dünyadan vazgeçtin, sıratı müstakimi geçtin soldan arkadan sağdan da yırttın geriye Allah’a yöneliyorsun. Orada bile tehlike var. Her aşamasında Müslümanın, ileri boyutta Allah’a yönelenlerin bile her an dikkatli olması lazım. Çünkü bizim zaaflarımız var, gururumuz var, melekleşme yani mülke ve ebedi hayata meyil eden bir yanımız var. Bu yan bizi Allah’a yönelirken bile tehlikeye sokabilecek bir şey teşkil ediyor. Bu nedenle her aşamada bu konulara dikkat edilmesi lazım.
Haftaya bu konuya devam edeceğiz inşallah.
Allahu Teala bizi yaratılışımızda Allah’a verdiğimiz sözün üzerinde sabit kılarak dünya hayatının geçici menfaatlerine ve süsüne kanmayarak, Allah’ın doğru yolunun üzerindeyken bile zaaflarımıza kanmayarak, Allah’a doğru bir şekilde yönelen ve güzel kulluk eden kullarından eylesin inşallah. Bunun da yolunu kolaylaştırsın inşallah.
Yâ eyyuhân nâsu inne va’dallâhi hakkun fe lâ tegurrannekumul hayâtud dunyâ, ve lâ yegurrannekum billâhil garûr(garûru).
1.
yâ eyyuhâ
: ey
2.
en nâsu
: insanlar
3.
inne
: muhakkak
4.
va’dallâhi (va’de allâhi)
: Allah’ın vaadi
5.
hakkun
: hak
6.
fe
: artık, öyleyse
7.
lâ tegurrenne-kum
: sakın sizi aldatmasın
8.
el hayâtu ed dunyâ
: dünya hayatı
9.
ve lâ yegurrenne-kum
: ve sakın sizi aldatmasın
10.
billâhil (bi allâhi)
: Allah ile
11.
el garûru
: aldatıcılar
Ey insanlar! Muhakkak ki Allah’ın vaadi haktır. Öyleyse dünya hayatısizi sakın aldatmasın. Aldatıcılar da sizi Allah ile aldatmasınlar.
SOHBETİN YAZIYA DÖKÜLMÜŞ METNİ:
Geçen haftaki ayeti hatırlarsanız “Ey insanlar Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın” derken birçok nimetten bahsedilebilir. Her şey nimettir. Biz bunlara şükürden aciziz. Ama burada biraz üzeri örtülü bir şekilde asıl nimetin, en büyük nimetin ne olduğunu söylüyor. Ne ile anlıyoruz biz bunu? Hemen arkasında “hel min halikun gayrullah” – Allah’ın gayrısından başka bir yaratan mı var derken asıl nimetten yani yaratılmış olma nimetinden bahsediyordu. Yani biz yoktuk. Allah yoktan yarattı diyoruz. Ya da yoktan yarattı diyoruz. Eğer yaratmasa idi, biz bu bilinçte olmayacaktık. Halıkımızı, yaratanımızı tanıma fırsatını bize verdi. İçinde muhabbet olan bir tanıma ve bilme ile oldu. Bu nimetlerin en büyüğü bence.
“Hel” diye soru var orada? Hel Arapçada soru edatı mi?, mı? Türkçesi. Türkçede sonda gelen mi?, mı? Arapçada başta geliyor. Niye orada soru soruyor? Sizin için Allah’tan başka yaratan yok da diyebilirdi. Ama soru soruyor orada. Kime soruyor? Bize soruyor. Bir üstünde insanlara soruyor? Ne ile başlıyor? Ya “eyyühennas”. Demek ki bütün insanları ilgilendiren bir şey olmalı. Mesela bu İslam nimeti olsa ya “eyyühennas” demezdi. Ya “eyyühellezine amenu” derdi. Demek ki ya eyyühennas dediğine göre bütün insanlığı ilgilendiren bir nimet. İşte biz buradan yaratma nimetini anlıyoruz.
Hel diye neden soru soruyor? Bir düşünün. “Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın”la ilgili, benzer ayetleri geçen hafta sıralamıştık. Bu yaratılma nimetini o kadar vurgulu bir şekilde değinmiyordu diğer ayetler. Bugenel tarza aykırı aslında. Rabbim bir yerde bir şeyi açıklıyorsa -varsa- Kuran’ın diğer yerlerinde benzer ifadelere baktığınız takdirde onu bulabiliyorsunuz. Fakat bunu göremedim. Ama bakın bizden bulmamızı istiyor. Hel soru soruyor? Yani Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın diyor. Müphem, kapalı. En büyük nimet nedir diye düşünürken ipucu veriyor. “Hel min halıkı min gayrullah”. Allah’ın gayrısından başka bir yaratıcı mı var? Seninle orada soru sorduruyor sana. Yani irdele. Kendi kendine soru sor. Ezbere gitme. Düşün. Tefekkür et. Bakın bunu anlayan Peygamber Efendimiz(SAV) geceleyin ayakları şişinceye kadar namaz kılarken ne diyor Hz. Aişe annemize: “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” diyor.
İkinci olarak “uzkuru nimetallah”. Orada nimet müfret gelmiş, tekil gelmiş. Çoğul olarak gelmemiş. Nimet çoğul olarak gelmemiş. Allah’ın üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın demiyor. Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın diyor. Niye tekil gelmiş? Özellikle bir nimete dikkat çekiliyor. Yaratılışa. Birçok nimetler var. Ama burada müfret. Bunu nasıl yorumluyoruz? Allah’tan başka bir yaratan yok. Ama nimet tekil gelmiş. Hayat nimeti eşittir yaratılma.
Hel sorusu sorulmuş?Arkasından Allah’ın yaratmasından bahsediliyor? Nimet tek olarak gelmiş. Bunları birleştirdiğimizde diğer nimetlerle beraber ama daha önde olarak yaratılmanın en büyük nimet olduğu ifadesini görüyoruz.
Sonunda döndürülürsünüz ifadesi var. “feennâ tué’fekûn”. E nasıl mı döndürülüyorsunuz? Bu gerçekleri anladınız mı? Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetlerini yaratıcı olmasını ve sizden gökten ve yerden rızık verecek olduğunu ve ondan başka bunu yapabilecek bir ilah olmadığını anladın mı? Buna ki tevhid deniyor. Nasıl döndürülüyorsunuz?
Şimdi bakın nasıl dönersiniz değil, döndürülüyorsunuz. Meçhul, edilgen gelmiş fiil. Burada negatif sisteme dikkat çekiliyor. Yani bu kadar gerçeğe rağmen tırnak içerisinde aklınızı kullanmayarak şeytanın vesveselerine açık olarak nasıl döndürülüyorsunuz diye bir soru var. Nasıl böyle bir şey olabilir? Fe enne. Fe ile gelmiş. Nasıl olabilir böyle bir şey?
Şimdi dönmek Kuranı Kerimde 3 tane fiil ile ifade ediliyor. Benim denk geldiklerim şöyle.
Birincisi buradaki “ifk” kelimesi.
İkincisi “sarf” – kuyumcular kullanır. Sarf ediyor. Bozuyor, döktürüyor manasında. tusrefun olarak geçiyor bazı ayetlerde. 39/6 da var mesela. 10/32 de varmış.
Üçüncü olarak “tevelli” var. Velleye. Fe in tevellev diyor. “Fe in tevellev fe kul hasbiyallahü”(Tevbe 129). Yani sen anlatıyorsun anlatıyorsun karşındaki bütün buna rağmen dönüyor. Arkasını dönüyor ve gidiyor.
Bir de “arada an” var. Geri çevrilip dönmek var. Böyle birkaç tane dönmek var. Fakat neden burada Rabbim ifk kelimesini kullanmış. İfk, tufekun derken gerçeklerin farklı algılanmasıyla bir dönüş var. Hani iftira deniyor ya Hz. Aişe’nin olayında. O hadiseye ifk deniyor. Yani bir tane gerçek var. Ama içine yalan karıştırılarak hile karıştırılarak olduğundan farklı gösteriliyor. İnsanlar bu sayede gerçekten dönmüş oluyorlar. İşte buradaki dönme bu manada.
Ve iy yukezzibûke fegad kuzzibet rusulum min gablik, ve ilallâhi turceul umûr.
Eğer seni yalanlıyorlarsa gerçekten senden önceki peygamberler de yalanlandı. Bütün işler Allah’a döndürülür.
Şimdi iki tane ayet gördüm. Bu ayet sanki 3 ile 4 arasında bir aracı gibi. Ankebut suresinde 17.ayet.
“Siz Allah’ı bırakarak anca putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Allah’ı bırakarak taptıklarınızın size hiçbir rızık vermeye güçleri yetmez. Öyle ise rızkı Allah katında arayın. Ona kulluk edin ve ona şükredin. Siz yalnız ona döndürüleceksiniz.”
Bakın başka bir sure başka bir ayet fakat ortak kelimeler ne kadar var. Bu ayette ifk geçiyor. Siz Allah’ı bırakarak ancak putlara tapıyorsunuz. Sanemgeçiyor orada tapıyorsunuz. Yalan uyduruyorsunuz derken “tahlikune ifkan”. Şimdi burada tahlikune derken ilginç bir ifade var. Yaratmak “halaka” kelimesi kullanılıyor. Yaratma kelimesi Allah’tan başkasına isnad edilemez. Doğru ama Allahu Teala kullanıyor burada. “Tahlikune” diyor “yaratıyorsunuz” Ama neyi “ifken”. Yani siz ancak “ifk”i yaratabilirsiniz. Allah’ın yaptığı gibi bir şey değil de oluşturma, meydana getirme, uydurma anlamında diyor . Bakın burada bir önceki ayette hani “Allah’ın gayrısından başka bir Halık mı var” derken burada da “Siz Allah’ın dışında putlara tapıyorsunuz(La ilahe illallah kısmı) ve uyduruyorsunuz. halk kelimesini kullanmış Rabbim. Ama ne? İfk. Yani bir yalan, iftira, gerçekten döndürülecek şeyler uyduruyorsunuz.
“innellezîne ta’budûne min dûnillâhi” – Allah’ın berisinden sizin taptıklarınız-yöneldikleriniz- bir önceki ayette Allah’ın gayrısından. Yine ortak bir ifade. “lâ yemlikûne lekum rızkân” – Size rızık vermeye güçleri yetmez. Size gökten ve yerden rızık verecek Allah’tan başka halık mi var diyordu diğer ayette. Yine ortak bir ifade. “Fağbudu veşkuruhu”. Ona ibadet edin kulluk edin. Veşkuruhu. Bakın şükredin. Şükür nimete yapılır. İşte son kelime. Ve ileyhi turceun – siz ona döndürüleceksiniz. Bakın bu dördüncü ayette son kısmında “ve ilallâhi turceul umûr”. Bütün işler Allah’a döndürülür. Peki burada neden bütün işler Allah’a döndürülür demiş de Ankebut 17’de “ve ileyhi turceun” demiş? Bana döndürüleceksiniz diyor. Diğerinde bütün işler Allah’a döndürülür diyor.
Bütün işler Allah döndürülür, öbür tarafta sizler Allah’a döndürüleceksiniz diyor. Burada “umur” var – işler. İşlerin döndürülmesinde , melekleri ikişer,üçer ve dörder kanatlı elçiler yapan.
Resuller derken şunu açıklamıştık. Allahu Teala bizatihi kendisi de her şeye şahittir, hakimdir, amildir fakat kurduğu sistem gereği meleklerini de elçiler olarak kullanır. Hatta Kadir suresinde küllü şey – bütün işler için indikçe inerler ifadesi var. Kimler? Melekler ve ruh. İşte “bu bütün işler” derken burada “Umur” emrin çoğulu. Emir iş demek. Umur da onun çoğulu. İşte meleklerin de olduğu bir sistemle beraber, bütün işler Allah’a döndürülür. Yani burada Rabbim sisteme ve özellikle meleklere de işaret ediyor.
Önceki ayette “tufekun” geçmişti. Döndürülüyorsunuz anlamında. Biz Kuranda biliyoruz ki yalan ve iftira anlamına da geliyor bu kelime. İşte başka bir yalan ifade eden kelime ile devam ediyor. Rabbim kelimelerin inceliklerini işleye işleye anlatıyor.
Ve in – in şayet demek. Şart edatıdır.
Yükezzibuke – eğer seni yalanlıyorlarsa
Fe – ki, öyle, öyle oldu ki manasında
gad kezzebet – mazi fiilden önce gad kelimesi gelince Türkçedeki mış mişli geçmiş zaman gibi oluyor. Yani küzzibet. Yalanlamışlardı.İşte bu “fe” de hatırla ki, gerçekten öyle olmuştu manasına geliyor. Küzzibet de meçhul bir ifade. Edilgen bir ifade. Kezzebe değil de küzzibe. Yalanlandı.
Kim yalanlandı?
Rusulün – Peygamberler ya da resuller.
Neden merfu geldi? Meçhul bir cümle olduğu için naibi fail dediğimiz kural geçerli. Peki neden nekra geldi? Errusulu değil de rusulun geldi? Nekre belirsizlik ifade eder. Yani belirli resuller değil de herhangi bir rusul. Hepsi nice o kadar çok ki yalanlanan. Yani o birtakım rusullerin hepsi de, aklınıza gelenlerin hepsi de yalanlandı. Bu adet gibi oldu. Ne?
Min gablike – sen yalanlandın tamam. Üzücü bir olay ama zaten bu işler böyle gidiyor.
Yasin suresinin 30. ayetinde var: “Kendilerine bir peygamber gelmiş olmasın ki onunla alay etmiş olmasınlar.”
Rusulün illa kanu bihin yestehziun – Bırakın yalanlamayı arkadaşlar üstelik onlarla bir de alay edilmiş. Bunun sürekli bir insanların adeti olduğunu söylüyor. Burada Peygamber Efendimize(SAV) bir teskin var. Olayın gerçekliğine, ciddiyetine baksanıza. Allah’ın resulü Peygamber Efendimiz’in(SAV) idrak düzeyinin bizden ne kadar farklı olduğunu düşünün. Gerek mevcut kapasitesi(seviyesi) ile bir de Allah’ın ona özel olarak yükledikleri ile. Bir de Kuran’ın özel birebir muhatabı. Şimdi biz bu ayetleri biz bile anlayınca ne kadar tesirinde kalıyoruz. Bir de Allah’ın Resulü bu gerçekleri anlıyor. Şimdi üzülüyor. Yaratıldık. Yaratan Allah, rızkı veren Allah, insanlar döndürülüyorlar. İnsanlara elinden geldiğince doğruları anlatmaya çalışıyor ve yalanlanıyor. Nasıl olabilir böyle bir şey? Gerçekleri söylüyorum onlar beni yalanlıyor. Haleti ruhiyesini düşünebiliyor musunuz? Biz bile çevremizdeki bazı insanlara öğüt vermeye çalışıyoruz, üzülüyoruz. Yine Müslümanlar yani. Müslümanlıklarında biraz daha iyi olsunlar diye uğraşıyoruz. Ve ateşe gidecekler diyor ayetin sonunda. Ne olacağını söylüyor Rabbim. Peygamber Efendimiz’i(SAV) de Allahu Teala burada teskin ediyor. Ya Resulüm tamam seni yalanlıyorlar ama bir tek seni değil bütün peygamberlerde böyle oldu. Yani insanlar böyle.
Başka ayetlerde de var:
“O halde nefsini onlar için hasretle tüketme”
“Sen nerdeyse kendini helak edeceksin. Allahu Teala isteseydi tüm insanları hidayete kavuştururdu”
Rabbim kendinden önceki olaylara misaller vererek de bir anlamda onu teskin ediyor.
Ve ilallahi – Allaha’dır.
Turceul umur. Aslında bu cümle şöyle olması lazım.
“Turceul umur ilallah” denmesi lazımdı. Yani tertibi değişik bunun. Arapçada bir kaide vardı. Bir şey öne alınıyorsa orada vurgu vardır. Bak “ilallah“. Hani o sizi yaratan, gökten rızık veren Allah var ya. Ona. Ne ona? İşlerin dönüşü. Rabbbim her şeyi biliyor, her şeyi görüyor, her şeye şahit. Ama ahirette kimse itiraz etmesin diye şahit var. Öyle bir sistem kurmuş ki. Rusüller deyince neler var? Sağımızda ve solumzuda iki tane melek yok mu? Bunu reddetmekle iman gider. Çünkü ayetlerde var. Kiramen katibin deniyor. Namazlarda görür gibi selam veriyoruz ya. Öyle olması gerek. Bu bizim imanımız.
Önce onların melek olduğunu bilip öyle selam vermemiz lazım. Gerçekten hissetmek lazım. Bu imandır. Allaha imandan sonra meleklere iman geliyor. (Resule, kitaba değil ) ikinci sırada meleklere iman!. Görmediğimiz bir aleme iman istiyor Rabbim. İşte bu sağda solda omuzunda olduğuna gerçekten yakinen iman edersen hareketlerine çok dikkat edersin. Aslında ona da gerek yok. Yani Allah’ın sana şahit olduğunu bilmen bunların çok üstünde ! ama Allah’ın kurduğu sistem gereği bir resul olan melekler vasıtası ile yaptığın bütün işlerin kayıt altına alındığını bilirsen “illalahi turceun” (bütün emirler Allah’a dönecek ) kısmına çok dikkat edersin. Yani sistem gereği karşına çıkacak onlar. Hatta hatta Bakara 284’de geçen kısmı ile “düşündüklerinle, içinden geçirdiklerinle, kalbinden nefsinden geçenlerle beraber” hesaba çekilmeyi de hesaba katarsak iş çok ciddi.(Allahın örttükleri hariç.)
Geçen bir hadis geçiyordu:
Kişi günah işler fakat başkalarına anlattığı için o günahı Allah onun üzerini örtemez diyor. Çünkü şahit tuttu. Günah hepimiz işliyoruz. Herkes yapıyor büyüklü küçüklü. Fakat bunu birine anlattığınız zaman şahit tutuyorsun onu. Allahu Teala bunu istemiyor. Allahu Teala her şeye kadir. Bakın Allah’ın gafur, gaffar ve gafir ismi var. 3 tane ismi. Bunlardan birisi Allahu-l Alem gafir bir şeyi meleklerden bile örtmesi imiş. Şimdi melekler bizi izliyor ya. Ama onun kulu değil mi? Emrine tabi. Siliveriyor kaydı. Yani meleklerden bile gizliyor ama insan şahidi için bu geçerli değil. İstese onlardan da gizler ama sistem gereği sadece kendisine yönelip de onunla bir paylaşımda bulunmasını istiyor. Hatalarımla günahımla Rabbim sen affedersin. Cürmüm ile geldim sana var ya. İlahi var. Yani bir şeyimle değil cürmüm ile geldim sana.
Buna rağmen işlerin Allah’a döndürüleceğini bilirse bir insan ona göre yaşar. Bakın sıralama ile geliyoruz önceki ayetten. Halik olarak Allah’ı bildik. Yaratılmanın en büyük şükür olduğunu bildik ve ondan gayrısı olmadığını da bildik. Rızık verenin de Allah olduğunu bildik. La ilahe illallah dedik. Beşinci ve altıncı ayette geçen şeytanın işlerine uymayarak da döndürülmedik. En büyük, en önemli olarak da Allah’a döndürüleceğimi iyi bilerek, bunun bilinci ile yaşarsam inanılmaz bir seviyede, idrak düzeyinde bir yaşantım olur.
Yâ eyyuhen nâsu inne vağdallâhi haggun felâ teğurrannekumul hayâtud dunyâ, ve lâ yeğurrannekum billâhil ğarûr.
Ya eyyühen nas – Yine insanlara hitap var.
inne – Şüphesiz.
vağdallahi haggun – Allah’ın vaadi haktır.
fela – öyle ise dikkat et.
teğurrannekum – sakın ha seni gurura sürüklemesin, aldatmasın
hayâtud dunyâ – dünya hayatı
ve lâ yeğurrannekum – seni kandırmasın
billahi – Allah ile.
el gurur – Gurur seni Allah’la kandırmasın.
Ey insanlar. Müminlere de hitap etmiyor, genel bir ifade var. Allah’ın vaadi haktır. Allah’ın vaadi ne? Allah’ın vaadi elest meclisine gidiyor, galu belaya gidiyor. Bütün insanlara orada hatırlatıyor. Allah’ın vaadi haktır diyor. Allah’ın vaadi haktır derken, demek ki geçmişte Allah bir vaat vermiş. Ben sizi yarattım, galu bela olayını düşünün. Secde kısmını düşünün. “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” sorusunu düşünün. İnsanlar “Evet sen bizim Rabbimizsin dedikten sonra hepsi o kutsi alemde kaldılar mı?
Kalmadılar Ne diyor?
Sümme redetnahu esfela safilin. – Onları aşağıların aşağısına indirdik. İndirirken Allahu Teala elbetteki şunu şey yaptı: Burada dediniz fakat size başka şeyler de yüklenecek nefis ve ceset gibi. Siz bunlarla da yeryüzünde bana kulluk edeceksiniz, bunu ispat edeceksiniz. Ve misak aldık diye başka ayetler de var. Ahit aldık, misak aldık diye ifadeler var. Bunun farkında olanlar Allah’ın vaadinin hak olduğunu derinlerinde bilirler. Yani bu sistem gelip geçici, bir imtihan için. Neyi yaptık, neyi yapmadık?
Tebareke suresinde geçtiği gibi “Biz ölümü ve hayatı kimin daha güzel amel işleyip işlemeyeceğini imtihan için yarattık” diyor ya bunun sonucu olarak da Allahü Teâlânın vaadi var. Kıyamet kopacak, sura üflenilecek, yeniden diriliş olacak ve bunun hesabı olacak. İşte bunu bilinç altında değil, alt bilincinde bütün insanlık bildiği için onlara bir hitap var. Biz hatırlamıyoruz ama bizim avantajımız nedir? Kur’an. İşte Allahu Teala Müslümana Kur’an ile hatırlatıyor. Hatırlatmak zorunda değil. Sana verilen hidayet değerleri ile sen bulmak durumundaydın. Ama ben yine sana rahmet ettim, din gönderdim, peygamber gönderdim, kitap gönderdim. Kitapta da sana alına uygun hareket etmen gereken galu bela gibi olayları da sana gösterdim. Bu Müslümana, iman edene kopyadır. Rahmettir. Kur’an neden şifa ve rahmet? Yüzünden okuduğumuzda biz bunu anlayamıyoruz. O da sevap ama içlerine de girip de “Allah Allah böyle olaylarda mı yaşanmış e ben hatırlamıyorum. Bak ama Allah yine bana hatırlatmış” demek lazım. “Demek ki burası imtihan yeri. Benim diğer âlemdeki konumumu bu dünyada yaptıklarım belirleyecek. O zaman ben dikkatli olayım” der Müslüman. İşte Allah’ın vaadi haktır derken de sadece inananlara değil tüm insanlara hitap var.
fela – Bunu hak olduğunu anladınız mı? Aman dikkat nasıl olur böyle bir şey? Aynı üçüncü ayetin sonundaki gibi “nasıl döndürülüyorsunuz?”.
Fela teğurrannekum – Sakın ha sizi aldatmasın. Aldatma tehlikesi olan cümlenin faili dünya hayatı. Kandıracak olan, fiili işleyecek olan dünya hayatı. Aslında burada şeytan yok, şeytan dolaylı olarak var. Rabbim bir şeyi iki kez kullanmaz. Aynı ayette tegurannekum ve yegurannekum derken orada aynı fiili iki kez kullanmış. Demek ki iki farklı mekanizma var. Birinci mekanizma dünya hayatının kandırması. İkincisi ise garur. Garur ne demek? Birinci anlamı gurur sağlayıcı, aldatıcı eylemler. İkincisi de ismi fail denilen o fiili işleyen mekanizmanın çoğulu. Yani birisi ismi fail demiş gurura. Diğerleri de gurura sürükleyici, mağruriyete sürükleyici, aldatamaya sürükleyici işler olarak yorumlamışlar. Ben şeytana yönelik açıklamayı daha doğru buluyorum. Çünkü diğerleri birinci kısmı açıklanmış. Dünya hayatının cazibesi gereği olan şeyler seni aşağılara sürüklüyor. Önceki dersler yerçekimi demiştik. Bakın dünya çekiyor. Arabayı çekiyor, bizi çekiyor, binayı çekiyor, dalı çekiyor. Her şeyi aşağı doğru çekiyor. Rabbimin imtihan sistemi gereği olarak cazip olan mekanizmalar var. Biz topraktan yaratıldık. Biz arzi bir malzemeden yaratıldık, dolayısıyla arz çekiyor. Üst alemlerden farkı bu. Dünya çekiyor.
Bir süre gitmediğinizde memleketinizi özlüyorsunuz değil mi? Askere gidiyorsunuz, dönüşte toprağı öpüyorsunuz. Neden? Topraki bir malzemenin ortak bir yanı var. Bu bile çekiyor. Üstüne üstlük cazip alanlar var. Ziynetlendirilmiş bir ortamda yaşıyoruz. Bu nefsin hoşuna gidiyor, cesetin hoşuna gidiyor. Zaten sistemi bir çekiciliği var. Neden züyyine denilmiş? Kadın mesela yeterince güzel değil. Kendine makyaj yapıyor, ziynetlendiriyor, cazip hale getiriyor. beğenilme unsurları üzerinde suni olarak makyaj yapıyor. Dünya hayatı için de züyyine derken ziynetledirildi, süslendirildi derken bu var.
Dünya hayatı derken de isim tamlaması şeklinde gelmemiş, sıfat tamlaması olarak gelmiş. Yani Dünya hayatın sıfatı. Dünya aynı zamanda en aşağı, en yakın demek. Edna. Zıttı ala. Tebareke suresinde açıklamıştık: “Biz en yakın göğü semalarla donattık” derken semaed-dünya diyor. Dünya semasını yıldızlarla Allah donatamaz. Atmosferde yıldız yok. Orada dünya seması değil, en yakın sema. Uzay en yakın sema oluyor. Bir numaralı sema. Orada sıfat olarak gelmişti. Burada hem dünya hayatı kastediliyor hem de bu dünya hayatının değersiz olduğu kastediliyor. Yani burada bir teyakuz var. Uyandırma var. Rabbim diyor ki “Bu aşağılık bir dünya, nasıl siz buna kanabiliyorsunuz? Siz benim en büyük rahmetim olan yaratma nimetini görmediniz mi? Rızık verici olarak beni anlamadınız mı? Bunun sonunda -la ilahe illallah- demediniz mi? E nasıl buna rağmen döndürülüyorsunuz? Nasıl olabilir böyle bir şey?” “Ey insanlar, siz bir gün bütün işlerin Allah’a döndürüleceğini bilmiyor musunuz? Dünya hayatı değersiz bir şey. Siz nasıl buna aldanıyorsunuz?” Bu birinci mekanizma. İkinci mekanizmaya haftaya devam edelim inşallah.
Allahu Teala bizi bu hakikatlerden ayırmasın. Allahu Teala hatırlatıyor zaten ama biz bilincimizde bu gerçekleri hatırlayarak, unutmayarak, aklımızda tutarak, zikir boyutunda Allah’ı aklımızda tutarak yaşayarak bu gerçeklerin yaşanacağı günde en güzel şekilde muamele gören kullarından eylesin inşallah.
Yâ eyyuhân nâsuzkurûni’metallâhi aleykum, hel min hâlikın gayrullâhi yerzukukum mines semâi vel ard(ardı), lâ ilâhe illâ huve fe ennâ tu’fekûn(tu’fekûne).
1.
yâ eyyuhâ
: ey
2.
en nâsu
: insanlar
3.
uzkurû
: zikredin, anın
4.
ni’metallâhi
: Allah’ın ni’meti
5.
aleykum
: sizin üzerinize
6.
hel
: (var) mı
7.
min hâlikın
: bir yaratıcı(dan)
8.
gayrullâhi (gayru allâhi)
: Allah’tan başka
9.
yerzuku-kum
: sizi rızıklandırır
10
min es semâi
: semadan, gökten
11
ve el ardı
: ve yer
12
lâ ilâhe
: ilâh yoktur
13
illâ
: ancak, dışında
14
huve
: o
15
fe
: öyleyse
16
ennâ
: nasıl
17
tû’fekûne
: döndürülüyorsunuz
“Ey insanlar!Allah’ın üzerinizdeki ni’metinizikredin.Sizi göklerden ve yerden rızıklandıran, Allah’tan başka bir Halîk (bir Yaratıcı) var mı? O’ndan başka İlâh yoktur. Öyleyse nasıl (îmândan) döndürülüyorsunuz?
SOHBETİN YAZIYA DÖKÜLMÜŞ METNİ:
Fatır Suresine 3. Ayetten itibaren devam ediyoruz. Geçen ki sohbette bahsetmiştik. “Allah’ın insanlar üzerine açacağı rahmeti tutacak yoktur, O’nun tuttuğunu da gönderecek/salıverecek yoktur” demiştik. Orada bir konuyu biraz daha teferruatlandırmak istiyorum. Burada açan kim? Allahû Teâlâ. İleten kim? Melek. Yani Allah açıyor, Allah’ın açtığını da dağıtan kim? Melek. Fakat ayetin ikinci kısmında Allah tutarsa diyor ya. Tutan kim? Allah. Ama dikkat edin ileten melek değil. Allahû Teâlâ burada kudretini sergiliyor. Eğer ben tutarsam melek bile onu iletemez diyor. Yani Allahû Teâlâ’nın izni olmadan melek bile iletemiyor. Yani burada meleklerin konumu da Allah’ın gücü ile beraber. Güç ve kudret sahibi olan Allahû Teâlâ. Melekler onun görevlisi. Bunu nereden anladık.
Birinci ayette geçen melekleri elçiler yapardı ifadesi ile birleştirdiğimizde meleklerin de gönderici sıfatı ile rol aldığını ama kendi başlarına bir iş yapamadıklarını ancak Allahû Teâlâ’nın izni ile bu işi gerçekleştirdiklerini biraz daha vurgulamak istedim.
İkinci olarak da Mâ yeftehıllâhu linnâsi(مَا يَفْتَحِ اللّٰهُ لِلنَّاسِ) diyor sonra min rahmetin(مِنْ رَحْمَةٍ) diyor. Rahmetinden diyor ya. Burada Arapça bir ifade var. Nekra olarak gelmiş. Yani sonu tenvinli. Arapçada iki şey var: bir marife gelir bir de nekra gelir. Marife belirgin bir şeydir. Belirli bir şey. Yani mesela el-hamd gibi. Bir de “el” takısı gelmeden gelir, sonuna da tenvin alır. Üstün, ötre ya da esre tenvin. Bu da nekra oluyor. Yani herhangi bir manasına geliyor.
Birincisi marife belirli. İkincisi ise belirsiz, herhangi bir. Burada nasıl gelmiş? Rahmetin derken nekra gelmiş, yani belirsiz gelmiş. Bunun da hikmeti şu: Nekra bilinmeyen demekti ya. Yani sizin bilebileceğiniz bir rahmet değil bu. Niteliğini mahiyetini bilemeyeceğiniz, gizemli, anlaşılmaz bir rahmet demektir. Yani o kadar büyük bir kavram ki o rahmet, nekra yani sizin için belirli değil o, anlayabileceğiniz bir şey değil. Geçen hafta bahsetmiştik: Hani ben rahmetimi üç kısma ayırdım da dünyaya ancak birini gönderdim ifadesi var ya. Daha biz birini bile anlamaya malik değiliz. E diğer kısımları nasıl anlayacağız? Ve de mümkün değil o. Sizin bilebileceğiniz bir şey değil manasında. Hani burada da Arapça ifadelere özgü olarak manaya giden yerde bir izahat olarak bunu söylemek istedim.
hel min hâligın ğayrullâhi – Allah’tan başka bir yaratan mı var?
yerzugukum mines semâi vel ard – Size gökten ve yerden rızık veriyor.
lâ ilâhe illâ hu – O’ndan başka ilah yoktur.
feennâ tué’fekûn – O halde nasıl döndürülüyorsunuz?
Burada cümle “Yâ eyyuhen nâs” diye başlamış. “Ey insanlar”. “Yâ eyyuhel müminin” dememiş. “Ey müminler” dememiş. Bütün insanlara bir hitap var. Buradan inanan, inanmayan, kafir, Müslüman herkesi anlamamız gerektiğini görüyoruz. İşte bu da Kuranı Kerim’in sadece Müslümanlara değil bütün insanlığa, hatta cinlere yollanmış bir kitap olduğunun göstergesidir.
uzkurû niğmetallâhi aleykum – Allah’ın üzerimizdeki nimetlerini hatırlayın. Şimdi bu Allah’ın üzerimizdeki nimetlerini hatırlayın kısmını kelime kelime işleyelim.
Uzkur “zekera” kelimesinden emir. Buradan bir kelimeyi çok iyi biliyoruz. “Zikir” kelimesi. Daha evvel bahsetmiştik. Zikir ne anlaşılıyor? Kalbi bir faaliyet anlaşılıyor. Ya da dil ile ilgili bir faaliyet anlaşılıyor. Fakat Allahû Teâlâ Kuranı Keriminde zikir ifadesini kullanırken zihinsel/beyinsel bir faaliyet olarak ifade ediyor. Bu Arap toplumunda da aynı şekildedir. Mesela hafıza kartının ismi zakira, hatırlatıcı yani. Zikir hatırlamak demek, anmak demek, akla getirmek demek. Bizim Allah’ı zikrediyordum dediğimizde yaptığımız ne? Allah’ı anmak gerekiyor. İsmini, belirli bir şeyleri tekrarlamak gerekiyor. Ama bize ne deniyor? Kalple zikir ya da dille zikir deniyor. Doğru. Kalple de dille de yapılıyor. Ama zikir kelimesinin ana manası, beyinsel faaliyetle birleştirdiğimizde gerçekleşir. Demek ki olması gereken Allah’ı hatırlayarak, aklımıza getirerek, rabıta ederek her türlü faaliyeti yapacağız. Yani bin kez Allah, Allah, Allah deniyor. O sırada da bakkaldan şunu alıcam, şunu yapıcam, bunu yapıcam, kalorifer de yanmıyor…bilmem ne. Bu zikir değil. O tesbihata düşüyor. Allah’ı aklımıza getirdiğiniz anda zikirdesiniz. İlla tesbih bile etmeniz gerekmiyor. Bir şeyi illa çekmeniz de gerekmiyor. Allah’ı aklınıza getirip ona yöneldiğiniz an zaten zikirdesiniz. Arapça kelimenin kökeni bu. Anmak, hatırlamak, düşünmek manalarına geliyor. Tesbihat bunu kolaylaştırıyor ve hedeflere yönlendiriyor. Çektiğiniz kelimenin manası uyarınca daha tesirli hale getiriyor bunu. Kalbe vurduğunuzda bunun farklı bir boyutta destek de sağlıyorsunuz. Ama kalbe vurmakla beraber akıldaki o unutma olursa tekrarlıyorum tesbih. Tesbih kötü bir şey mi? Hayır. Canlı cansız ne varsa zaten tesbih ediyor.
E senin insan olarak farkın ne oldu? Allah’a zikir olarak, yönelme olarak faaliyette bulunman.
Zikir kelimesinin faaliyeti ile ilgili meleklerle ilgili bir ayet bulamadım. Melekler tesbih ediyor. Hamdla tesbih ediyor. Ama melekler de zikreder diye bir ayet bulamadım. Demek ki zikir insana mahsus bir şey. Belki de nefis insanda olduğundan ötürüdür.
Namaz hakkında ne deniyor? Velezikrullahi ekber. En büyük zikirdir namaz. E namazda da sen Allah’ı hatırlamadığın an zikirde değilsin.
Zikrin zıddı gaflettir. Gafletin zıddı bir faaliyet zikir. Namazda gaflette olunur mu? Olmamak lazım. Elimizden geldiğince gaflette olmamak lazım. Siz zikrettiğiniz anda gerek namazda gerek tesbihatta, zikretme modunda olduğunuz sürece kayıt işliyor. Zikir kaydı başlıyor. Aklınız gittiği anda zikirden çıkıyorsunuz. Binlerce tesbih çekmenin manası yok ki, yönelerek çekmenin manası var. Hatta hiçbir şey çekme, Allah’a yönel, Allah’ı düşün. Yine zikirdesin.
İkisi beraber olursa aliyül ala. Oturdunuz, akşama kadar 5000 tane çektin. Sadece 10 tanesinde Allah aklına geldi. Diğerinde hiçbir şey çekmedin bir dakika Allah’ı düşündün. Hangisi daha kıymetli? Müslüman akıllı olacak.
Kuranla ilgili zikir ifadesi de var. Kuran da zikir biliyorsunuz. Zikir bizzat Kuranın isimlerinden biri.
Velegad……. Biz bu Kuranı zikir için kolaylaştırdık. Öğüt için. Anmak için. Öğüdü anlıyoruz. Peki anmak ne? Hatırlamak. Neyi hatırlayacağız?
Birincisi Allah’ı hatırlayacağız. Kuranı okurken de Allah aklımıza gelecek. Yani bu Allah’ın kitabı. Allah benle konuşuyor. Kuran okunurken Allah aynı namazdaki gibi.
Şimdi de Allah “uzkur” diyor. Hatırla. Niğmetallâh. Allah’ın nimetini hatırla. Aleyküm. Sizin üzerinize.
“eyyuhen nâs” Allahu Teâlânın da ifadesi olabilir. “Ey insanlar Allah’ın nimetini hatırlayın”. Peygamberin ağzından da olabilir. Başında gizli bir “gul” ifadesi de olabilir. De ki manasında. İkisi dendiğinde de biz Allah’ın nimetlerini hatırlayacağız.
Bu nimetler ne olabilir?
Bir kere insanlığa söylüyor bunu. “Hatırlayın”la başlayan ayetler var. Onların birkaçından bahsetmek istiyorum. Bakara 231 de geçiyor:
“Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini, ve size öğüt vermek için indirdiği kitabı(zikir) ve hikmeti hatırlayın. Hatırlayın da Allaha karşı gelmekten sakının. Şunu da iyi bilin ki Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir.”
Bir kere buradan kitabı ve hikmeti hatırlayın diyor. Zikretmek için.
Ali imran 103:“Ey müminler hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılığa düşmeyin, Allah’ın üzerinizdeki şu nimetini hatırlayın. Hani birbirinize düşman idiniz de Allah kalplerinizi kaynaştırdı. Onun ihsanı sayesinde kardeş oldunuz. Cehennem çukurunun tam kenarında idiniz. Allah sizi oradan kurtardı. Doğru yolu bulasınız diye Allah size ayetlerini böyle açıklıyor.”
“Nimetleri hatırlayın” diye başlayan ayetler var. Onları söyleyelim:
Maide 7:“Allah’ın size olan nimetini, «Duyduk ve kabul ettik» dediğiniz zaman sizi bununla bağladığı (O’na verdiğiniz) sözü hatırlayın ve Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, kalplerin içindekini bilmektedir.”
Maide 11: “Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini unutmayın; hani bir topluluk size el uzatmaya yeltenmişti de Allah, onların ellerini sizden çekmişti. Allah’tan korkun ve müminler yalnızca Allah’a güvensinler.”
Maide 20: “Bir zamanlar Musa, kavmine şöyle demişti: Ey kavmim! Allah’ın size (lütfettiği) nimetini hatırlayın; zira O, içinizden peygamberler çıkardı ve sizi hükümdarlar kıldı. Âlemlerde hiçbir kimseye vermediğini size verdi.”
İbrahim 6: “Hani Musa kavmine demişti ki: «Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Çünkü O, sizi işkencenin en kötüsüne sürmekte ve oğullarınızı kesip, kadınlarınızı (kızlarınızı) bırakmakta olan Firavun ailesinden kurtardı. İşte bu size anlatılanlarda, Rabbinizden büyük bir imtihan vardır.”
Ahzab 9: “Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın; hani size ordular saldırmıştı da, biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah ne yaptığınızı çok iyi görmekteydi.”
Burada neler var? Kitap, ilim, hikmet var. Birbirinize düşman olup da Allah’ın kalpleri birleştirmesi var. “semiğna ve atağna” dememiz var. Elest meclisi, galu belayı, orada verilen sözü kastediyor burada. Toplum zarar vermek istemiş de Allah onu kurtarmış. Sonra peygamberler çıkarıp sizi hükümdarlar yaparak hürriyete kavuşturmuş. Kuranı Kerim’de bu şekilde birçok nimet zikredilmiş.
Allah’tan başka yaratan mı var, Size gökten ve yerden rızık verecek?
Bu ayetin sonu ile de bağlantı var. Yaratılmış olmak en büyük rahmet. Nereden anlıyoruz? Başka bir yaratıcı mı var? Halık’tan bahsediyor. Şimdi bakın arkadaşlar bunu hiç düşündünüz mü? Biz yoktuk. Ve Allah bize bilinç vererek bizim Allah’ı tanımamıza imkan verdi. Yoktuk. Bundan büyük bir nimet olabilir mi? Allahû Teâlâ bizi yaratmakla şereflendirerek ihsan ve ikramda bulunarak rahmetinin en büyüğünü ve nimetin en büyüğünü vermiş oldu. Hadisi kutsideki gibi “Ben gizli bir hazine idim”. Zaten gizli bir hazine, bir şeye ihtiyacı yok ki. Alemlerden müstağni. Tanınmaklığımı muhabbetle istedim, halkı yarattım. Muhabbet ettim. Neye muhabbet ettim? Bilinmeye muhabbet ettim. Halkı yarattım. Şimdi bunu haşa kendisi için mi istiyor? Haşa. Yaratarak, yarattığı mahlukatı kendisini muhabbetle bilmesi ile mahlukatı nimetlendiriyor. en büyük rahmet bence bu.
Allah’ın bir zatı var bir de esmaları var. Esmaları da Allah’tan gayrı bir şey değil. fakat alemde gördüğünüz her şey Allah’ın isimlerinin tecellisi. bizim Allah’ın zatını anlamamız mümkün değil. ancak Allahu Tealayı esmaları ile anlıyoruz. Hamd(övmek) ancak esmalarla mümkün olmaktadır. Yani esmalar da allahı övebilmek, tanıyabilmek için. Bu esmaların en üstte olanı, ilk tecelli edeni ise er-rahman. Rahman’ın en büyük ifadesi bu ayete göre sistemin yaratılmasıdır.
İlk esmanın tecellisi rahmandır. rahmanın en büyük işlevselliği sistemin oluşması. Gizli bir hazine idim bilinmek istedim demesi, işte bu çıkış rahmandan oluyor. dönüş ne ile idi? er-rahim ile. İleyhi turceun’un işte orayla alakası var. İşte bu rahmanın bize en büyük yansıması rahmet. O rahmetin yansıması da aşağı doğru nimet. Yaratan Allah. Fakat yaratmaya sebep olan kim? Anne ve baba. Sebep diyorum bakın. Şimdi çocuğun annesine bakış açısına bakın. Şeker, çikolata. En yukarıdan bakın, dünyaya gelmesine vesile. İşte dünyaya gelmesine vesillik konumunu düşünün, şeker çikolata temin eden konumunu düşünün. Dağlar kadar fark var değil mi? İşte Allahû Teâlâ da burada sizin üzerinize nimetimi hatırlayın derken biz şekeri, çikolatayı hatırlıyoruz ama bir düşünün diyor. Daha sonra da ipucu veriyor zaten.
hel min hâligın ğayrullâh – Allah’tan başka bir yaratıcı mı var?
Seni kim yarattı? Yani biz çocuğa diyoruz ki “tamam şeker çikolata oyuncak da senin dünyaya gelmene ben vesile değil miyim?” yani burada Allah’ın yaratıcılığını şey yapmıyorum. Sistemini şey yaparak söylüyorum.
Yaratılış en büyük nimet. İkinci nimete geleceğiz bakın ne diyor:
yerzugukum mines semâi vel ard – o size gökten ve yerden rızık veriyor. Verir, verecek. Çocuk için şeker, çikolata oyuncak. Bizim için her türlü nimet. Yaratmaktan murat Allah’ı bilmek. En büyük nimet bu. Bir de faydalanım kısmı olarak, yani elle tutulur, gözle görülür olarak nimetler var. Bu nimetler rızıklandığımız nimetler. Nereden? Semadan ve arzdan.
“Elhamdu lillâhi fâtırıs semâvâti vel ard” derken ne demiştik? Aman ya rabbi neler var şu sistemde diye bir hamd ediyoruz. Fatır isminden dolayı. İlk defa yaratılış, örneksiz yaratılış. Semavatta ve arzda aman ya rabbi nasıl bir sistem bu neler var dedirtecek hamd ettirecek, içinde övülme unsurları olan şeylerle birlikte bir yaratma var. Sen buna ilmin, dikkatin ve nasibin ölçüsünde müşahit oluyorsun. Ama sıralamada ilk sema var. Demek ki semavi nimetler arzi nimetlerden daha üstün ki sıralamada önce gelmiş. Semavi nimetler deyince ne anlıyoruz? Hava su falan var da. Sema deyince ben aşkın boyutsal semalarını düşünüyorum. Yani daha manevi nimetler aklıma geliyor. Mesela iman nimeti. İlim nimeti. Hikmet nimeti.
Evet sema derken benim aklıma manevi nimetler geliyor. Yukarıdaki Allah fethettiği zaman onu tutacak yoktur derken, mesela ilimsel fetih. İlim Allah’tan ya. Mesela semadan ilim geldiği zaman da Allah’ın bunu fethetmesi oluyor mesela. Ledünni ilim, hikmetsel ilim. Normal ilim bile öyle. Jeton düşmesi deniyor. Yani düşünüyorsun, düşünüyorsun ve diyorsun aaa bu böyle. Yani aklına gelmesi bile Allahi bir kanaldan. Sadece hak olan sistemde düğmeye basıyor insanlar yaptıkları ile. Yani emek sarf ediyor. Gerekenleri yapıyor biraz düşünüyor ve inanmayana bile geliyor. Düğmeye basıyor sistemin gereklerini yapıyor ilim geliyor. Yani semadan geliyor.
subhâneke lâ ilme lenâ illâ mâ allemtenâ – Allah’ın öğretmesi olmasa nereden öğrenecek insanlar? İşte semai rızık bu. Bir sürü semai rızık sayabiliriz. İlahi, manevi anlamda rızık sayabiliriz. İşte bunlar semavi nimetler. Öbürleri de arzı nimetler. Arzı nimetler de birinci anlamda bizim temel ihtiyacımızı karşılayacak yemek, içme, barınma, ısı, güvence gibi maddi ve manevi nimetler. İşte bunlar da bizim şeker, çikolata, oyuncaklarımız. Ama bir üstünde demek ki manevi nimetler var. Mesela çocuk anlar mı babanın ona güven telkin ettiğini, ona öğretmekle değişik ikramları ile nimetlerini ilk başta fark edemez değil mi? Ne zaman fark eder? Baba olunca. Anne babanın ona verdiği yeme içme ihtiyaçları değil, ona o kadar değerler öğretilmesine sebep oluyor ki onun nimetleri işte buradaki gibi semavi nimetler. Semadan gelen rızık. Çocuğa da senin öğrettiklerin verdiklerin şeyler. Ya taktik güdüyoruz farkında mısınız? Taktik yapıyoruz. Yani çocuğa Allah’a ve Resul’üne, dine nasıl sıcaklaştırırım diye ne kadar taktiksel davranıyoruz farkında mısınız? Bir şekilde rububiyet. Fazla versen ürküteceksin, bıktıracaksın, az versen olacak. Değişik taktiklerle akıl oyunları ile onu nasıl yetiştirmeye gayret ediyoruz yani. Bunun için ne büyük nimet. Ama o onu ilerde anlayacak. Biz de ilerde rabbimizin kıymetini ya da işin içerisinde ufkumuz açıldığında gördüğümüz gibi.
Kendi alanından başlıyorsun, arzdan başlıyorsun sonra semaya gidiyorsun. Sonra semanın da üstünde yaratılışa doğru bir yönlenme var. İşte Allahû Teâlâ bizden bunu istiyor. Tefekkür bu. Tefekkürün ilginç bir tarifini yapayım size. Bilinenler ile bilinmeyenlere ulaşmak. Bu nedir aslında? Bu matematiğin tarifidir. Tefekkür bir anlamda matematik oluyor aslında. Kainatın bütün değerlerini düşündüğümüzde aslında kurulan sistem dijital, matematiksel, rakamsal bir sistem üzerine kurulmuş. “Kitabı merkum” diyor Kuranı Kerim sistemi anlatırken. Merkum un manası anlaşılmamış. Kökü “rakam”. ” Rakamsallaşmış sistem”. Biz bunu günümüzde “dijital olarak” ifade ediyoruz. Mesela el kameralarının dijital olanına “kamera er-rakamiyye” diyorlarmış. Rakamiyye yani dijital. Yani rakamlarla ifade edilen. Kitapta ne diyor? Kitabı merkum. Rakamsallaşmış kitap. Yani dijital olarak ifade edilebilen, şifrelenmiş, matematiksel formüllerle oluşturulmuş bir kitap. İşte bu tefekkür ne yapıyor? Bizim bu sistemi anlamamıza götürüyor. Amaç da hamd etmek. Aman ya rabbi nasıl bir sistem. Bu sistem içerisinde muhabbeti de kattığınızda ne oluyor? Allah’ı bilme şansınız oluyor. Niye şans diyorum. Çünkü yakîn Allah’tan gelen idi. Ayet ne idi? Vağbud rabbeke(وَاعْبُدْ رَبَّكَ) Rabbine ibadet et, kulluk et, gayret göster. hattâ yeé’tiyekel yagîn(حَتّٰى يَاْتِيَكَ الْيَقٖينُ). Yakîn gelinceye kadar. Size gelinceye kadar. Yani siz bir yere kadar geliyorsunuz. Bir yerden sonra size geliyor ya da siz götürülüyorsunuz. Bizim sorumluluk alanımız. O alanı zorlamak. Gayretli olmak, bunun gayretinde olmak. Bu takdir ediliyor ve değişik sistemlerde size ikram ediliyor. Ayette “biz hidayette olanları hidayetini arttırırız.” Ve bu arttırma katlarla oluyor. Matematiksel 2 3 gii olmuyor. Geometrik artış deniyor. Geometrik artışla oluyor. Bu da Allahû Teâlâ’nın rahmetinin tecellilerinden.
La ilahe illa hu. Ondan başka ilah yoktur. Demek ki bizim ilahlığı bir kişinin kelimei tevhidi iyi anlayabilmesi için önce yaratma kavramını sonra rızık verme kavramını çok iyi anlaması gerekiyor. Özet cümle şu: Eğer kişi Allah’tan başka rızık veren ve yaratıcı olmadığını bilirse, bir şey talep etme konusunda kalbini kimseye bağlamaz. Bunu Ruhul Beyan’dan aldım. İsmail Hakkı Bursevi’den. İşte bu kalbini hiç kimseye bağlamaz kelimesi “la ilahe illa hu” da nereye gidiyor? Hangi kısma gidiyor? İlaha gidiyor.
La ilahe – İlah yoktur ancak O var. Demek ki mahlukatın ilah olma tehlikesi var. La. Reddediyorum ilahları. Her mahlukatın ilah olma tehlikesi vardır. Bu insan olur, cisim olur, maddi olur, manevi olur, melek olur, cin olur, peygamber olur, kızınız olur, oğlunuz olur, hanımınız olur. Günümüzde şarkıcılar ilah oluyor. Ciddi ciddi ilah oluyor. Gerçekten bağlanıyor insanlar. Onun yaptığı gibi yapmak, konuştuğu gibi konuşmak, giyindiği gibi giyinmek istiyor insanlar. İşte bu ilahlık göstergesidir. Birisini tanımak mı istiyorsunuz, ona benzemeye çalışın. En yukarısında ne var? Allahû Teâlâ var? Onun altında kim var? Resulullah var.
La ilahe illallah’ı Türkler anlayamıyor. Araplar daha iyi anlıyor. Mekke döneminde “La ilahe illallah” kelimesi geldiğinde başlar öne eğildi ya da kılıçlar çekildi. Çünkü o insanlar la ilahe illallah sözü ile neyin artık eskisi gibi olmayacağını çok iyi anladılar. La ilahe, ilah falan yok. Sizin gönlünüzde kalbinizde aklınızda büyüttüğünüz değer,güç ihsan ettiğiniz hiçbir şey yok. Bunları reddedeceksin. Hiç mi bir şey yok. İllallah. Allah var. Bunu hazreti İbrahim çok iyi anlamış. Ayette geçiyor: Ben sizin değer verdiğiniz hiçbir şeye değer vermem diyor. Sadece Alemlerin Rabbi. Önce red ile giriyor. Herkes devrimci. Asıl devrimci İslam’dır. Reddediyor. Bütün değerlerini sil. Bir tek Allah kalsın.
Kişi Allah’tan başka rızık veren olmadığını bilirse bir şeyi talep etme konusunda kalbini kimseye bağlamaz. İşte senin meylettiğin senin ilahın oluyor. Fatiha’da hangi kısımda idi: İyyake nağbudu ve iyyake nesteîn. Sadece sana kulluk ederiz, yalnızca senden yardım isteriz. İşte senin yardım talep ettiğin yöneldiğin yer senin ilahın olma tehlikesi olabiliyor. Asıl verenin Allah olduğunu bileceksin.
La ilahe illallah’ın burada açılımı var işte: Ben yaratanım diyor. Sonra da rızık verenim diyor. Her şeyden vazgeç diyor. La süpürgesi ile bütün ilahları sil. Tasavvufta zikir çekmeden önce “laaa” denir. Sonra kalbe inilir, illallah denir. La ilahe illallah diye zikir yapılır. Sonra illallah denir. Sonra da sadece Allah denir. Kademe kademe.
Bir de burada la ilahe illallah değil la ilahe illa hu gelmiş. ( Ya da yazılış olarak hüve. İsme bitişik yazıldığı zaman “hu” diye yazılır. Ayrı yazıldığında ise “hüve” olarak gelir. )
“Hu” geldiği zaman birçok anlamı olur.
Fe enne – Enne “nasıl ki” demek
Fe bunun üzerine, hakikati anladıktan sonra, öyleyse, anladın mı bu gerçekleri
Tufekun – Nasıl da kandırılıyorsunuz? Nasıl da gerçekler ters düz edilerek döndürülmüş oluyorsunuz.
Efeke, ifk, bu kelime Hz. Aişe’ye iftira olayı var ya orada da geçen bir kelime. Yani bir gerçeğin tam tersini iddia etmektir. Bunun peşine sürüklenip gitmektir. İfk kelimesi Hz. Musa sihirbazlarla karşılaştığında, sihirbazların attıkları göz illüzyonu oyunu için de “efeke” kelimesi kullanılıyor. Yani bir doğrudan saptırarak insanları aldatma çabası. Gerçek olan hakikatin zıttı anlamına geliyor bu. Yani bu kadar realite varken sen nasıl da akıl oyunları ile ya da başka mekanizmalar ile ya da senin kendi kendine gerçeği kavrayamayarak nasıl da dönmüş oluyorsun? Yani buradaki meçhul ifade ile nasıl döndürülmüş oluyorsun. Nasıl dönüyorsun demiyor? Allah Teâlâ burada biz koruyor aslında. Yani oyunlara geliyorsun da bir şekilde döndürülüyorsun. Yapma diyor. Ben seni çok güzel hidayet unsurları ile yarattım. Sen tefekkür et. Sana yine zaten bir iki ayet sonra açıklayacam mekanizmaları. Bu mekanizmalar da sana tesir edecek. Şeytan oyunları ile akıl oyunları ile döndürülme. Nasıl dönebilirsin? Benim gerçek ilah olduğumu anlamadın mı? Gerçek rızık verenin ben olduğumu anlamadın mı? Hem semadan manevi rızıklar veriyorum hem de maddi rızıklar veriyorum arzdan. Bir de en büyük nimet olan yaratma ile sana rahmetimi verdim, nimet ettim. Sen nasıl olur da bu kadar şeye rağmen nasıl döndürülüyorsun? Aklını başına topla diyor. İşte bu hatırlatmadır arkadaşlar. Kuran bir zikirdir, öğüttür, hatırlatmadır aynı zamanda. Allahû Teâlâ da işte bize bu ayetleri ile çok büyük gerçekliliği taa en başından anlatıyor. “Ben gizli bir hazine idim, bilinmekliğimi istedim. Mahlukatıma da en büyük nimeti, yaratılma nimetini verdim. Bir de yeryüzünde onu nimetlendirdim. Gördünüz mü ben ilahım. Artık bırakın diğer şeyleri. Bana yönelin. Eğer bu kadar gerçeğe rağmen döndürülür mü diye bize Kuran ile öğüt veriyor. Leallekum tezekkerun. Allah da bize bu öğütleri alıp da yaşantımızı ona göre şekillendiren Müslümanlardan eylesin inşallah.
Mâ yeftehillâhu lin nâsi min rahmetin fe lâ mumsike lehâ, ve mâ yumsik fe lâ mursile lehu min ba’dihî, ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
1.
mâ
: şey, ne
2.
yeftehillâhu (yeftehi allâhu)
: Allah’ın açtığı
3.
li en nâsi
: insanlar için, insanlara
4.
min rahmetin
: rahmetten
5.
fe
: o zaman
6.
lâ
: yoktur
7.
mumsike
: tutacak olan, tutan kimse
8.
lehâ
: onu
9.
ve mâ
: ve şey, ne
10
yumsik
: tutar
11
fe
: o zaman
12
lâ
: yoktur
13
mursile
: gönderen, gönderecek olan
14
lehu
: onu
15
min ba’di-hi
: ondan sonra
16
ve huve el azîzu
: ve o azîz, üstün ve güçlü
17
el hakîmu
: hüküm ve hikmet sahibi
Allah, rahmetinden insanlar için ne açarsa (genişletirse), o taktirde onu tutacak yoktur. Ve neyi tutarsa, artık O’ndan sonra onu gönderecek de yoktur. Ve O; Azîz’dir (üstün, yüce), Hakîm’dir (hüküm ve hikmet sahibi).
SOHBETİN YAZILI METNİ:
Geçen hafta Fatır Suresi’ne geçmiştik. Geçen haftadan bir iki yeri hatırlayalım:
Elhamdu lillâhi fâtırıs semâvâti vel ardı( اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ ) diye girmiştik. Burada fatara kelimesi geçiyordu. Bu fatara kelimesi yaratmak olarak geçiyordu tefsirlerde, meallerde. Fakat bedii var ilk baştan yaratan yaratmayı ilk olarak başlatan manasında. Onunla hemen hemen aynı mana verilmiş. Ama bir amaç bir gayeye özgü yaratmak vardı fatara.da bediiden farklı olarak. Rum Suresi 30. Ayete bakarsak:
fıtratallâhilletî fetaran nâse aleyhâ(فِطْرَتَ اللّٰهِ الَّتٖى فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا)- Öyle ki insanları onun üzerine yaratmıştır.
Sadece ilk olarak yaratmak olsa bu ayette teferruatı ile bu şekilde bildirilmez. Yani Allah’ın fıtratı var ve insanları da onun üzerine yaratmıştır. Buna fıtrat diyor Allahû Teâlâ. Şu an işlediğimiz Surede de “semavatı ve arzı yarattı “ diyor. Ama fatara kelimesi yarattı kelimesini bununla birleştirirsek bir amaç gaye üzerine fıtrat üzerine. Allahû Teâlâ “Ben gizli bir hazine idim bilinmek istiyordum” diyordu ya orada âlemi halk ediyor yaratıyor. Ama bir amaç var. Bilinmek. Başka bir ayette de “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” diyor. Birisi kâinat için bir amaç. Bir de özel akıllı mahlûkata iradesi olan mahlûkata üç tane mahlûkat silsilesi var: melekler, cinler ve insanlar. Özellikle cinler ve insanlar iradi imtihana daha önde olan mahlûkat. Özellikle bunlardan da kulluk etmesi bekleniyor. Şimdi kulluk etmesi bekleniyor. Rabbimin buna uygun fıtrat yaratmaması mümkün değil. O zaman zulüm olur, bu adalet değil. İşte ona uygun bir fıtrata yaratıyor. Semavatı ve arzı özellikle de cinleri ve insanları.
Bir de hadisi şerif var: “Her çocuk Müslüman doğar”. Bunun aslı “Ma min mevludin illa yuledu ala fıtrati”(مَا مِنْ مَوْلُودٍ إِلَّا يُولَدُ عَلَى الْفِطْرَةِ) hiçbir doğmuş çocuk olmasın ki fıtrat üzerine doğmuş olmasın. Burada Müslüman kelimesi geçmiyor. Fıtrat ne olmuş oluyor? Her çocuk Müslüman doğar manasına geliyor. Demek ki fıtrat Müslüman fıtratı. Yani Allahû Teâlâ her yeni doğmuş çocuğu kendisine kulluk edebilecek, yönelebilecek bir fıtrat üzerine yaratmış. İşte Fatır Suresinin 1. Ayetinde Allahû Teâlâ semavatı ve arzı işte bu fıtrat üzerine ilk baştan yararak çatlayarak çıkartmış. Neden yararak dedim? İnfitar Suresi var biliyorsunuz infitar kelimesinin kökü de fatara’dan geliyor. Yani gök yarılarak çatladığı zaman. Neden başka bir yarılma çatlama kelimesi kullanılmamış da fatara kelimesi kullanılmış? Çünkü onunla beraber yeni bir yaratma sistemi başlıyor. Yeni bir sistem başlıyor.
İnfitar kelimesi ile fıtrat kelimesi ve yaratmak kelimesi fatır aynı köktendir. Hepsi aynı mana değildir ama aynı köktür. İlk baştan yaratma, fıtrat üzerine yaratma ve bir şeyin çatlayarak yarılarak yeni bir sitem oluşturacak şekilde birden bire ortaya çıkması olur. İnfitar olarak bakarsak gök yarıldığı zaman. O zaman ne oluyor? Yeni bir sistem ortaya çıkacak şekilde bir yaratma var. Semavatı ve arz dediğine göre de ilk başta da Allahû Teâlâ’nın “kün” emri ile beraber bir sistemin tabiri caizse bir sistemin yarılarak, çatlayarak ortaya çıkması manasına geliyor. Demek ki kıyamette de Allah’ın el-fatır ismi devreye girerek yeni bir sistemin ortaya çıkışı da var. Ama bu yumuşak bir şekilde olmayacak, birden bire aniden çatlayarak ve yarılarak olacak. Bu nedenle kuranı kerimdeki “Mâliki Yevmiddin” e önem veriliyor. Kıyamet koptuğu zaman sadece dünyadaki sistemde mi kopacak, insanlar mı ölecek yoksa kâinatın sistemi de mi bitecek? İşte infitar bunu anlatıyor. Demek ki sistem yarılarak baştan oluşacak. Bir tohumun açılması, patlaması yarılması gibi. Sahhara diyor ya rabbim biz her şeyi musahhar kıldık. Kâinatta ne varsa diyor ya Allah için. O zaman insanlığı basite alanlar, insanın bir halife olduğu gerçeğini hafife alanlar da diyor ki “ya koskoca kâinat sistemi bir insan için mi var oldu. Tamam, kıyamet var ama bu sadece insanlığın bitip yeniden başlaması diye işi hafife alıyorlar. İşte işlediğimiz bu infitar kelimesinin kökünden ne anlıyoruz? Her şey yeniden yarılarak, çatlayarak yeniden bir sistem ortaya çıkacak.
Fatara kelimesi bir de iftar kelimesinde kullanılıyor. İftar orucu açmak. Önceden bahsettiğimiz kelimelerle alakası nedir? İftarın zıttı imsak. İmsak tutmak manasında.
Biz sizi diyor ayeti kerimede yemez içmez melekler yapmadık. Demek ki yemek ve içmek insanın fıtratında. Biz imsakla beraber bu fıtratımızın özelliklerini tutuyoruz. Yemiyoruz ve içmiyoruz. Ama Allah’ın müsaade ettiği gece vakti de artık iftar ediyoruz. Yani fıtratımıza dönüyoruz. Hatta Ramazan bayramının asıl ismi ne? Fatır. İydü’I-fıtr. Fıtır bayramı. Fıtır bayramı ne? Tamama artık yaptınız bir ay süresince siz fıtratınıza döndünüz hadi kutlayın. Bir de ne sadakası var? Fıtır sadakası. Zekât grubuna girer.
İki tür zekât vardır: Fıtır sadakası, nisap miktarı gerektirmez. Yani fakirin de vermesi gereken bir şey. Biriktirecek bir sene boyunca fıtır sadakası olarak verecek. Fıtır ne demek fıtratının sadakası yani şükür. Allah seni, kulluğa uygun bir fıtratta yarattı. Bunun da şükrünü sen vermek durumundasın. Üç kuruş beş kuruş sorun değil. Ama bil şekilde vermek zorundasın. Bazı kitaplarda fıtır sadakası zekât bahsinde geçiyor. Fıtır sadakası diğer sadakalara nazaran biraz daha ciddi.
Geçene hafta Meleklerin kanatları konusu vardı. Sodom ve Gomore kavimleri vardı. Helak edilen kavimlerden. O kavmin helakı şöyle anlatılıyor. Orayı helak etmekle görevli bir melek sadece bir kanadını o şehrin altına koymuş ve yukarı doğru kaldırmış. Aşağı doğru yere geçirmek için kaldırmış. Öyle bir yükseltmiş ki birinci göğün melekleri horoz seslerini duymuşlar. Geçmiş devirlerde bunun anlaşılması biraz zordu ama boyutsal düşünmeye biz alışık olduğumuz için bunu biraz daha iyi anlıyoruz. Şöyle ki astronomik olarak yükseltse ya da çıkabileceği yer neresi değil mi? Fakat biz meleklerin o sesi duymasından anlıyoruz ki yükseltilme birinci kat olarak ifade edilen sema yani bu bizim atmosfer semalarından değil çünkü meleklerin seması olarak geçiyor demek ki bir başka boyuta yükseltilmiş. Şimdi kanatla bunu ilişkilendirirsek ne var? Meleklerin kanatları bizim zannettiğimiz gibi kuşların uçakların helikopterlerin kanatları gibi aynı boyutta bir yerden bir yere götüren değil boyut atlatan bir mekanizmanın işlevselliği içerisinde. Yani işte burada da ikişerli üçerli dörderli denmesinde de bir meleğe ne kadar çok kanat verilirse boyutlar arasında o kadar çok seyahate elverişli bir mekanizması vardır demektir. Aynı zamanda bunu cihet yönüyle de anlamışlar. Aynı zamanda tesir yönüyle de anlamışlar. Cihet yönüyle anlaşılması işte boyutsal farklılığında da bir desteği aynı zamanda. Diğeriyle de şu olmuş. Allahû Teâlâ bizatihi kendisi de iş görebilir ama sistemi ve melekleri aracılığıyla iş görebilir. İşte bu gördüğü her işte e melekleri bir vasıta olarak kılmış. Ve onların kanatlarını da o koyduğu işin icrasına vesile bir araç kılmış.
Mâ yeftehıllâhu linnâsi mir rahmetin felâ mumsike lehâ, ve mâ yumsik felâ mursile lehû mim bağdih, ve huvel azîzul hakîm.
Allah insanlar için bir rahmet nasıp ettiğinde onu tutacak engelleyecek kimse yoktur. Onu engellediği şeyi de ondan başka verecek ulaştıracak kimse olmaz. O azizdir hâkimdir.
Buradaki “ma” şart edatı olan ma. Ma’ nın değişik anlamları var. Olumsuzluk ma.sı da var. İsmi mevsuf şey anlamına gelen de bir ma var. Burası şart edatı olarak gelmiş.
Ma yeftehullah – Allahın açtığı, feth ettiği yoktur ki. Kim için?
Linnas – İnsanlar için yoktur ki.
Min rahmetin – Rahmetinden.
Yani Allah’ın rahmetinden insanlar için Allah’ın açtığı bir şey yoktur ki. Burada şart var işte.
Fela mümsikleha – Onu tutacak kimse yoktur.
Burada Allah’ın fethettiği diyor. Biliyorsunuz feteha açmak kelimesi geliyor. Fatiha oradan kapalı bir şeyi açması manasına da geliyor. Burada Allah’ın rahmetinden demesi buradaki açtığı şeyin bir hayır olduğunu gösteriyor.
Şart edatları geldiği zaman fiili muzari cezm edilir. Fiili muzariyi şart eden edatlar diye konu var. Orada bulabilirsiniz.
Ma yeftah. Cezm ile biten bir kelimeden sonra harfi tarifli bir kelime gelirse geçiş esre ile yapılıyor. Buradaki o esre yazılma kuralı. Aslında bu ma yeftah Allah. O şey ki Allah onu açtı ama işte şart edatı olduğu için açar ise –se –sa lı şekilde ifade etmek durumundayız. Yani Allah rahmetinden insanlar için bir şeyi açarsa orada sa yı kullanmak zorundayız. Fela mumsik leh. Onu tutacak kuvvet ya da kişi ya da herhangi bir şey yoktur.
Orada mim rahmetin ifadesi var mim de Arapçada –den, -dan manasına geliyor. Rahmetin-den. Allah rahmetini yüz kısma ayırdı da sadece birini dünyaya verdi hadisi şerifi var ya diğer kısımları da ahirette tecelli edecek diye hadis var. İşte o “min” ona denk geliyor. Allah’ın rahmetinden yani Allah rahmetinin yüzde yüzünü bu dünyaya vermiyor. Zaten verse mümkün değil insanlar bunu kaldıramaz. İşte şefaat için şunu demiştik. Bırak bu tarafı ahirette bile er-rahim esması Allahû Teâlâ tarafından direkt tecelli etse mahlûkat yanarmış. O yüzden Peygamber Efendimiz(sav) aracılığıyla tecelli ediyor ki insanlara orada rahmet ve şefaat olarak tecelli ediyor. Affeden Allah rahmeti ile cennete koyan Allah ama er-rahim esmasının o esnada tecellisi bir anda o kadar kuvvetli, olursa insanlar kaldıramıyor onu. İşte Resulullah aracılığıyla şefaat mekanizması devreye giriyor ki daha yumuşak kaldırılabilir olsun deniyor. Bakın rahmetinin yüzde biri deniyor ya ahirette bile daha yeni bir yaratılış var insanların yeni bir şeyleri kaldırabileceği var orada bile tam bir dayanma yok. Bu dünyada nasıl olsun. Edna olan dünyada nasıl olsun. Hem ahirete saklıyor Allahû Teâlâ ikram için hem de kaldırılabilirliği yok. Bunu şuna benzetebilirsiniz. Bir büyük hidroelektrik santralinden çıkan elektrik direkt olarak evimize girerse patlarız. Elektrik rahmet mi enerji olma boyutu ile rahmet ama rahmeti sınırsız verildiğinde rahmet olmuyor. Çünkü bizim dayanıksızlığımızdan kaynaklanan tam tersi bir etki yapıyor o yüzden Allahû Teâlâ bizim bu kaldırabileceğimiz sisteme uygun rahmetini veriyor aynı zamanda. Rahmetin az göndermesi bile rahmet. Rahmanın rahmetini verişteki kısması bile rahmet. Hani gaflet bile rahmet deniyor ya. Gafletin tersi zikir. Zikrin tersi gaflet. Eğer biz sürekli Allahû Teâlâ’yı hatırlama modunda olsaydık kaldıramazdık gaflette bile rabbim merhamet diyor. Hatta tefekkür sahibi Evliyaullahlar bazen kafalarını dağıtmak için başka şeylerle uğraşırlarmış. Niye? Kaldıramıyor. Hatta Peygamber Efendimiz(sav) bile eve gittiğinde diyormuş ki. Konuş benimle ya Aişe. Neden tecelli o kadar çok ki dağıtması lazım onu hatta biz kadınları teskin edesiniz diye yarattık meselesi var ya ayeti kerimede li teskunu. İşte bunun izahlarından biri de odur. Bir yandan da artı eksi gibi keskindir aslında. Ama biz birbirimize düşman olarak yaşadığımız için bu şey olmuyor. Ama Peygamber Efendimiz(sav) gibi ve Hz. Hatice gibi. Hz Aişe gibi sistemi daha iyi anlayanlar olduğu zaman devrede o karşılıklı ilişki o Allah’ın muradının bir rahmeti olarak tecelli ediyor. İşte “min rahmetin” denmesi o rahmetinden bir kısmı.
Burada min, min-i beyani olarak da geçiyor. Her min kendi anlamında kullanılmıyor burada eğer o cümlenin başında ma geçmişse o ma’nın açıklaması oluyor. Yani Allah’ın açtığı şeyin rahmetten olduğunun göstergesi oluyor bu. İzah ettiği için beyan ettiği için açıkladığı için de orda buna min-i beyani deniyor. Devreden çıkarsan da anlam bozulmayacaksa o min-i beyani oluyor. İkinci şey de o cümlenin başında ma gibi bir edat oluyor.
İkinci kısma geçelim.
Fela mumsike(فَلَا مُمْسِكَ) – onu tutacak yoktur. Feteha’ya ne demiştik kapalı olan bir şeyin açılması yani kapalı bir şey açılacak yayılacak. İmsak da, meseke de onu tutmak oluyor. Sanki engellemek manasında mani olmak gibi yani birisi cömert para kesesi var para kesesini açıyor, dağıtacak. Birisi de onu engellemeye çalışıyor elini tutarak “yapma, yapma” diyerek. Şimdi tutacak yoktur dediği o. Bazı meallerde hapsedecek demiş. Neye göre hapsetmek? Kapalı tutmak, engellemek babında. Yani Allah bir şeyi açmak istediğinde onu kimse tutamaz. Buradaki “mümsik leha” dediğindeki her zamiri de müennes bir zamir nereye diyor burada? Rahmete gidiyor. Rahmetinde sonundaki kapalı t var ya, te’yi marbuta dediğimiz o da onun müenneslik alameti. Oraya gidiyor. Yani rahmetini tutacak yoktur. Neden orada hu denmemiş de he denmiş? Çünkü hu olsa Allah’a gider orada. Hangi mahlûkat onu tutabilecek potansiyelde, kapasitede yaratılışta? Olur mu? Ancak rahmetini engelleyecek bir şey demek bu. Allah’ı tutmuyor Allah’ın elini tutmuyor haşa. Rahmetini tutuyor. Zamir en yakınına gider demek. Bir yerde zamir gördüğünüz zaman. Bütün dillerde böyledir. Muhakkak öncesinde onun açık olarak dile getirildiği bir kısım vardır. İşte burada geriye gittiğinizde onu tarıyorsunuz. Ne çıktı ortaya. Rahmet niye rahmete gittiğinin delilli de ne? Müennes olarak kullanılmış.
Ve ama yümsik – onun tuttuğu şeyi de. Burada fail Allah. Yine şartlı geliyor. Bakın burada açık cezm ile gelmiş. Sonunda elif lamlı bir kelime olduğu için ve ma yümsik fela yürsile lehu onu da gönderecek olan yoktur min bağdihi bundan sonra
Yani Allah kata ettikten sonra onu tutmaya karar verdikten sonra da onu gönderecek yoktur. Yukarıda feteha kelimesinin zıttı emseke kelimesi geçtiği halde. Aşağıda emseke kelimesinin fiilinin zıttı feteha gelememiş. Yani orada yürsil kelimesi yerine fatih de kullanılabilirdi. Fatih ne demek? Açıcı. Bakı yukarıda hemen aynı ayette yukarıda iki fiil var. Feteha kelimesi ve emseke tutmak kelimesi. Ama aşağıda emseke ortak. Ye değiştirmiş. Ama feteha kelimesini ismi faili olan fatih gelmemiş. Ne gelmiş? Mürsel gelmiş. Yani ersele fiili gelmiş bu seferde. Rabbim bı8rada bize müthiş bir şekilde ders veriyor. Neyin dersini veriyor? Diyor ki bakın yukarıda feteha emseke. Ama aşağıda emseke ersele. Demek ki feteah ile ersele benzer manada. Yani açmak ile göndermek rabbimin buradaki ifadesi ile benzer manada. Peki, niye böyle kullanmış? Hemen birinci ayete bakıyoruz. Melekleri elçi yapıyormuş. Bak oradaki rusul kelimesi ile buradaki ersele kelimesi aynı kökten. Rusul ne demek biliyor musunuz? Resul kelimesinin çoğulu yani elçi? Ama nasıl elçi? Gönderilen elçi. Ersele göndermek demek. Gönderilmiş elçi. Yani şunu demek istiyor Rabbim. Feteha kelimesi ile ersele kelimesin aynı olması ile Allah rahmet hazinesinde açıyor ya bu gönderme işini irsal işini melekleri vasıtasıyla yapıyormuş. Bunun dışında da yapmıyor? Neden? Bizatihi kendisi yapsa ne oluyor? Kaldırılamıyor şiddetinden. Ama melek vasıtasıyla. Biz bir kimseye vahiy edeceğimiz zaman ya bir perde arkasından ya da rüya ile şey yaparız. Neden kaldıramaz kimse? Allahû Teâlâ bizatihi rahmeti ile tecelli etse onun şekliyle kaldırabilecek yok. Bir tek Peygamber Efendimiz(sav) e miraçta geldi. Diğerleri Cebrail vasıtasıyla geldi. Direkt olarak vahiy olunan miraç gecesindeki amene resulü olduğunu biliyorum. Neden orada özel bir sistem var.
Resul ifadesi sadece peygamberler için kullanılmıyor. Nebi ifadesi sadece peygamberler için kullanılıyor. Ma resul ifadesi peygamberlerin dışında da diğerleri için kullanılabiliyor. Bunlardan birisi melekler. İnsan için bile kullanılıyor. Yasin suresinde Hz. İsa’nın havarilerini biz resul olarak gönderdik diye ifade var. Buradaki ifade ile Allahû Teâlâ meleklerini resul olarak, vasıta olarak, aracı olarak kullanıyor. Ne için kullanabilir? Allah fethettiği için diyoruz ya. Bir vahiy olarak kullanabilir. İki insana da vahiy geliyor. Ama biz ona vahiy demiyoruz, ilham diyoruz. Yani Allah’ın hilka ettiği hibe ettiği ilimler olarak diyoruz bunu. Allahû Teâlâ bunu verebilir istediği insana bunu verebilir. Hani bizim kendisine ilim verdiğimiz diyor ya mesela Hızır Aleyhisselâm diyoruz firrasihune fil ilmi ulul elbab deniyor bunlara Allahû Teâlâ’nın özel olarak verdiği ilimler var. Bunun da işte geldiği söyleniyor hatta şairlere gelen ilham bunu Cebrail Aleyhisselâm tarafından geldiği söyleniyor. Hatta bir hadisi şerifte Peygamber Efendimizin şairlerinden biri idi Hassan bin Sabit idi sanırsam ya da Kab bin malik idi sanırsam. Allah seni Ruhu’l-Kudüs ile desteklesin diyor. Dua ediyor Peygamber Efendimiz. Ruhu’l-Kudüs ne? Cebrail Aleyhisselâm. E desteklediğinde ne olacak şaire? İlham gelecek. Bir şeyler geliyor ve yazıyorsunuz. İşte o ilhamın da melekler vasıtası ile geldiği ile ilgili bir rivayet var. Yalnız her gelen ilham pozitifi olmayabiliyor. Çünkü bir ayeti kerimede diyor ki şeytan onlara vahyeder onlar ona tabi olurlar diyor. Her gelene de biraz dikkat etmek lazım. Hani geçen hafta açıkladık. Şüphe şek ile yakîn farkını. Şüphe de benzemek kökündendi. Bu rahmeti bir şeye benziyor ama şuna da benziyor. Yakîn öyle olmaz. Yakîn geldiği zaman yakîne gidilmez yakîn gelir. Benzeme falan olmaz. Alenidir. Yakînde haniflik var. Yönelmede sizin yaptığınıza Allah cevap veriyor. Nahl Suresi’nin son ayeti ne idi?
Fağbudu – hatta kulluk edim yakîn gelinceye kadar.
Bakın yakîn gelinceye kadar sen yakîne ulaşıncaya kadar değil. Maalesef öyle anlaşılmış. Bir de bunu ölüm olarak söylemişler. Tamam, ölüm de bir yakîndir net, şeksiz şüphesiz. Gerçeklerle aleni olarak karşılaşmaktır ama perdeler kalktığında. Telaşlandıkları bir görsen.
Ama yakîn Allah tarafından gelen, şüpheye ve şekke yer bırakmayan hakikat gerçektir.
İşte bu feteha kelimesi ile ersele’nin burada şeyini gördük. Özet olarak feteha emseke bir de fatara birbiri ile alakalı kelimeler. Feteha ile ersel bu anlamda ilişkili.
Ve hüvel azîzul hâkim. Şimdi rabbim iki şekilde öğretim yapıyor. Bir sen esmaları tanımak mı istiyorsun. Rabbim bu kuran ile aynı zamanda kelimeleri de öğretiyor. Şöyle ki ayetlerin sonunda ikili genellikle esma terkipleri vardır
Azîzul hâkim
Alîmul hâkim
Semiul basir gibi
Burada iki metot var. Birincisi sen bu esmaları merak mı ediyorsun. Oradaki ayeti tefekkür et. Esmayı bulursun. Sonra esmayı öğrendin m. O ayeti mi teferruatı ile anlamak istiyorsun, o esma ile o gözü ile o ayete bak. İşte rabim bir şey öğrettikten sonra bütün kitaba yay bunu bütün kurana yaya ne olur? 99 Esma-ı Hüsna’yı anladığın gibi Allahû Teâlâ’nın sistemini anlarsın. Bir de başkalarının anlamadığı gibi o ayeti de anlarsın. Çünkü öğreten Allah. Allah öğrettiği zaman çok daha farklıdır. Biz bu kuranı apaçık bir Arapça ile indirdik diyor. Ne o? Kelime ne? Lisanul arabiyyul mubin. Lisan dil demek. Arabiyya arapça lisanı. Mübin ne demek. Açık. Açık aşikâr ama bu yetmiyor. Mübni kelimesinin içerisinde bir de ismi fail dediğimiz bir özellik var. İsmi fail olunca etken. Açıklayan. Bu açıklayan kısmı devreye girmemiş izahta. Ne demek açıklayıcı? Yani Allahû Teâlâ öyle bir Arapça ile indirmiş ki Arapçanın o fasih olan kurallı kısmı. Kelimelerin manası ile girince ayeti de açıklayıcı oluyor. İşte bu azîzul hâkim kısmı esmalardan. Baktığımızda Allahû Teâlâ öğretmiş oluyor onu. Ne ile. Yine Arapça ile. Hani şek kelimesinden şüphe gelmişti. Şek ne demekmiş? Bir şeyi uzunlamasına yarmak. Mesela sandviç ekmeğini yarmak. Şakkı kamer gibi. Yarınca iki tane eşit parça çıkıyor. Yüzde 50 yüzde 50. Siz ikisi arasında kara veremiyorsunuz. Bu mu bu mu diye? Yani şüphe, tereddüt anlamında. Yüzde 50 50 olması. Ama yüzde 50 bir tarafa yükseğe çıktığında ne oluyor? Zan oluyor. Yüzde yüz hakikat değil ama zan oluyor. Bir kelimeden siz şüphenin manasına girmiş oluyorsunuz. Allahû Teâlâ Arapça ifadelerle derinine daldığınızda fatara kelimesindeki gibi. Rabim bunu Arapça olarak indirdi. Ben fatara kelimesinin derinine indiğimde fıtrat kelimesini daha iyi anlıyorum. Manaya daha derin girebiliyorum. Ben bunu âlemlerin rabbi olan Allah’ın indirdiğini biliyorum. Ve Allah’ın Kamer suresinde geçen“ve legad yesssernal gurane li zikr”ayeti. Yemin ediyor rabbim. Bu Kuran’ı ben çok çok kolaylaştırdım diyor. İşte Arapçanın bir iki kelimenin kökenine indiğinde sen anlayabiliyorsun birçok şeyi Allah’ın öğretmesi ile. İşte mübni bu. Açıklayıcı. Açık ve açıklayıcı. O yüzden biraz daha manalarına girmek lazım. Küçük bir gayretin sonucu Allahû Teâlâ size ilim kapılarını açıyor. Sisteminin şifrelerini gösteriyor. Daha ne olsun. Fıtır kelimesini bilmek için Arap olmaya gerek yok. Fıtrat kelimesini bir düşünün. Fıtrat üzerine yaratmanın ne olduğuna gidersin. Arapça ufku açıyor. Kuranı anlamak için Arapça bilmek şarttır anlamına gelmemeli bu. Öyle olsa idi tüm Arapların âlim, evliya olması lazımdı. Bütün ilahiyat fakültesi mezunlarının âlim ve evliya olması lazımdı. Allah’ın istediği sadece Kuranın onun kitabı olduğunu idrak etmek ve bir şekilde onunla mesai harcamak. Allah’ın izni ile kapılar açılıyor. Bir kapı açma yöntemi de şudur: Geceleyin teheccüde kalkın. Ayetleri terrrttiiii ile(ağır ağır) okuyun. Size ağır bir yük indirilecektir. Ne demek bu? Siz mesai harcayın, geceleyin herkesin uyuduğu bir vakitte kalkın, ayetler üzerinde düşünün, tefekkür edin, ben sana manasını hem de ağır bir şekilde göstereceğim diyor. Bunun için Arapça gerekli değil ki. Arapça bir araç. Sistemin sahibi olan rabbim sana kapılarını bu anlamda açacaktır inşallah. Bizim eksikliğimiz gayret. Bir de bu kitabın âlemlerin rabbi olan Allah’ın kitabı ve Peygamber Efendimizin mucize göster dediklerinde mucize olarak gösterdiği kitap olduğunu anlayamamamızdan dolayıdır. Allah’ın kitabı olduğuna iman ediyoruz ama kabul etmek yeterli değil. İnanıyorsun da ne kadar inanıyorsun? İnanıyorsun ne kadar gayret gösteriyorsun?
Ve hüvel azizul hakim. Azîzul hâkim ne demek? Aziz, izzet kelimesi aynı manada. En yakın şeyi izzetinden dolayı mağlup edilemez demek. El-galip esması ile çok yakın ve alakalı. Biraz daha semavata özgü bir esma. Hâkim ise hüküm sahibi, hikmetleri ile yaratıp sistemde hükümdarlık kuran hâkim demek. Allah aziz ama tek esma ile belirtmemiş. Aziz ama hâkim olan aziz. Yani hâkimliği ile fariiiii olan aziz. Ne demek? Yarattıkları ile ilim ve hikmet yaratıp hükmünü incelikleri ile hâkim kılarak izzet sahibi olup yenilmeyen. Akın sadece aziz olsa galip olur. Ama failliği önde değil. Hâkim olması ile yani hükmünün yeryüzünde hâkim olması ile de o izzetliğini yenilmezliğini yeryüzünde de hâkim kılıyor. Haşyetini hükmü ile uyguluyor. Ama uygularken bir şeyi vasıta kılıyor. O da ilim ve hikmet.
Birinci ayetin sonuna bakarsak:
İnnallahu ala külli şeyin kadir – Her şeye kadirdir. Kadir ne demek? İki manaya gelir:
Kadere, ölçmek demektir. Her şeyi bir ilim yöntem kural üzerine bir ölçüye göre yaratmıştır demek. Aynı zamanda da her şeye kadirdir. Dilediğini dilediği gibi yapar. Kimseye de hesap vermez. Burada da aziz ile bitmiş. Yenilmeyen mağlup olmadığında bu da onun işareti. Dilediğine rahmetini açtığı zaman onu tutacak yoktur. Tuttuğu zaman da onu oradan alıp da onu oradan başkalarına dağıtacak olan da yoktur. Bu da onun izzetidir, yenilmezliğidir. Bunu hem bizatihi kendi kudreti ile yapar. Aynı zamanda da elçileri ile beraber kaideleri ile beraber öyle bir sistem kurmuştur ki bunun da hükmünü o şekilde icra eder. Dolayısıyla hâkimliği ve izzetliği var. Başka ayetlerde de geçiyor. İzzet tümü ile Allah’a aittir. Başka yerde de izzet Allah’a resulüne ve müminlere aittir diye geçiyor. Onlar izzeti başkalarında mı arıyorlar diyor. Müşriklerin yanlarında mı arıyorlar? Bilseler ki izzet tümü ile Allah’a aittir. Yani sen izzetin Allah katında olduğuna inanır da Allah’a yönelirsen Allah sana izzet veriyor. Bu izzetin de asıl mükâfatı ahirette görülecek. Bu tarafta adam yerine koyulmayanlar Allah’ın muiz esması ile beraber izzetlendirici aziz kılıcı esması ile beraber o tarafta öyle bir konumda olacaklar ki ağızları açık kalacak. İzzeti ikramın çok ötesinde. İkram da ediyor ama izzet şeref veriyor. Bakın bu tarafta adam dilenci gibi miskin. Değer verilmiyor. Ahirette o sahnelerle o verilen elbiselerle, o tahtların üzerlerinde başlarına geçirilen taçlarla, boyunlarına geçirilen takılarla, önlerindeki arkalarındaki yanlarındaki nurlarla ödüllendiriliyor. Allah el-muiz esması ile onu izzetli kılınca o çok farklı oluyor. Allah bunu hepimize nasip etsin inşallah. Hem bu dünyada izzet sahibi etsin hem de ahirette o muiz esması ile ona ulaşanlardan eylesin.
Evet, bu aziz ve hâkim ile 3. Ayetin de alakası var. Bir ayet ne ile başlıyorsa onunla da devam ediyor. Gördüğümüz gibi işte kadir’le bitiyor. Her şeye kadirdir onun da nasıl olduğunu Allahû Teâlâ bilir. Mesela enam suresinde ne var? Allah sana bir sıkıntı verirse onu ondan başkası gideremez sana bir hayır verirse de o şüphesiz her şeye kadirdir. Bakın orada da bütün her şeye kâdir olduğunun göstergesi var. Allahû Teâlâ bizlere rahmeti ile muamele etsin, bizlere o rahmet hazinesinden el-fettah esması ile açsın ki o açtığı zaman o rahmeti tutacak yoktur, Allah bize o rahmet esmalarını kapatmasın, tutmasın. Çünkü o tuttuğu zaman da onu ondan giderecek yoktur. Allah bize el-aziz ve hakîm esması ile de güç ve kudret versin yeryüzünde onun Müslümanları olarak. Ve bizi hem bu dünyada hem ahirette azizlerden eylesin.
El hamdu lillâhi fâtırıs semâvâti vel ardı câilil melâiketi rusulen ulî ecnihatin mesnâ ve sulâse ve rubâa, yezîdu fîl halkı mâ yeşâu, innallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
1.
el hamdu
: hamd
2.
lillâhi (li allâhi)
: Allah’ındır, Allah’a aittir
3.
fâtırı
: FITRAT ÜZERE YARATAN
4.
es semâvâti
: semalar, gökler
5.
ve el ardı
: ve yer
6.
câili
: kılan
7.
el melâiketi
: melekler
8.
rusulen
: resûller, elçiler
9.
ulî
: sahip
10
ecnihatin
: cenahlar, kanatlar
11
mesnâ
: ikişer
12
ve sulâse
: ve üçer
13
ve rubâa
: ve dörder
14
yezîdu
: artırır
15
fî el halkı
: yaratışta, yaratmada
16
mâ
: şey
17
yeşâu
: diler
18
inne allâhe
: muhakkak ki Allah
19
alâ
: üzerine
2
kulli
: her
21
şey’in
: şey
22
kadîrun
: kaadir olan, gücü yeten
Hamd; gökleri ve yeri yaratan, ikişer, üçer ve dörder kanatlara sahip melekleri, resûller (elçiler) kılan Allah’a aittir. Yaratmada dilediğini arttırır. Muhakkak ki Allah, herşeye kaadirdir.
SOHBETİN YAZILI METNİ:
34. Sure. Fatır Suresi. Bunun bir diğer ismi de Melaike Suresi. Neden Melaike ? İlk ayetinde meleklerden bahsettiği için.
Neden Fatır? Yine ilk ayette geçiyor. Allahû Teâlâ’nın yaratıcı isimlerinden biri olan Fatır ile başladığı için. Sure, kâinatı ve sistemi anlatıyor. Mekkî bir sure. Mekkî sure ne demek? Mekke’de inmiş surelere Mekkî sure, Medine’de inenlere ise Medenî sure diyoruz. Bu ayrım neden yapılıyor? Çünkü o ilk inen dönemi düşünün. Yeni bir din var. Yani aslında aynı din de İslam. Allahû Teâla’nın Hz. Âdem’den beri indirdiği dinin aynısı. Fakat bir fetret dönemi olmuş. Boşluk yaşanmış. Yeni kavramlar var yeni anlayışlar var. Devrim gibi bir şey. Mekki surelerin genel esasları Allah’ın zatını tanıtıcı ve sistemini tanıtıcı unsurları var. Fakat Medine’de ne olmuş ; artık daha yerleşik bir düzene geçilmiş ve yaşamın içerisinde sosyal düzen ile ilgili düzenlemelere ihtiyaç var. Savaşlar da başlıyor o dönemde (biliyorsunuz Mekke döneminde savaş yok). Medeni ayetler de bunun ile ilgili genellikle. Yani sistemi Allah’ı daha iyi tanımak için Mekkî ayetler burada önem kazanıyor ve sıralama olarak da Miraç Olayından hemen önce gerçekleşmiş. Bu ayetlerin indiğinde çok az sayıda Müslüman olduğunu unutmayalım. Yani yedi senede 40 Müslüman kişi var deniliyor. O dönem bu anlamda önemli.
Elhamdu lillâhi fâtırıs semâvâti vel ardı câılil melâiketi rusulen ulî ecnihatim mesnâ ve sulâse ve rubağ, yezîdu fil halgı mâ yeşâé’, innallâhe alâ kulli şey’in gadîr.
“Hamd, bütünüyle O Allah’a mahsustur ki gökleri ve yeri herhangi bir örneği olmadan yoktan var etmiş. Melekleri de ikişer üçer ve dörder kanatlı elçiler yapmıştır. O, yarattığı şeyi dilediği gibi arttırır. Zira Allah her şeye kadirdir.”
“Elhamdulillâh” ile başlayan bazı sureler var. Fatır Suresi de onlardan birisi. Biliyorsunuz Sebe Suresi de “Elhamdulillâh” ile başlamıştı. “Elhamdulillâh” ile başladığına göre burada Allah’ın sistemindeki olağanüstülüğe, muhteşemliğe dikkat çekmek isteniyor. Hatırlarsınız, Sebe Suresi’nde “ahirette de hamd O’na mahsustur “derken ahiret ile ilgili muhteşem sahnelere özellikle vurgu yapılıyordu. Demek ki burada da surenin başından da anladığımız gibi Rabbimizin yaratma ile ilgili sistemine övgü ile vurgu yapılıyor ki burada hamd öğeleri vardır demektir. Biliyorsunuz hamd çok yüksek bir kavram. Fakat bizim anlayabileceğimiz en yakın manası övmek. (medh, sena) anlamında. Bu hamdın her farklı âlemde farklı zuhuratları var . Fakat yaşadığımız alemde , Allahû Teâlâ’ya bu şekilde yönelebileceğimiz ve bizim anlayabileceğimiz izahı ne:
Görüyorsunuz Elhamdü-lillah derken –li (لِ) harfi ceri var. Lillah= “Allah için”. Fakat bu “için” manasını genellikle en son seçenek olarak kullanmak gerekiyor. “Allah içindir” deyince murad tam olarak anlaşılmıyor.
Hamd , ” Allah’a mahsustur. Sadece ona aittir. Allah’ındır “deyince daha iyi anlaşılıyor. Allah’a mahsustur ve Allah’ın yaratmasına ; Allah’ın yarattıklarının şahsiyetine değil.
Yani yarattıklarına baktığımızda Allah’ı öveceğiz. Bir nimeti övmek var, bir de nimeti halk edeni övmek var. İkisi farklı şeyler. Birincide kişi tehlikeye bile giriyor.Evvela nimeti hiç övmediğinizde tehlikedesiniz, çünkü bu küfür oluyor, nankörlük manasında, hakikatleri, güzellikleri görmeme manasında. Fakat nimete takılıp da onun yaratanı ıskalandığında, işte o ciddi bir tehlike oluyor.
Ve emmâ biniğmeti rabbike fehaddis (وَاَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ) – “Rabbinin nimetine gelince; işte onu anlat ( dillendir, bahset)” diye bir ayet var Duha suresinde. Dikkat edilirse ayette “Nimete gelince” demiyor, “Rabbinin nimetine” gelince diyor. Burada “Rabbinin nimeti” denmesi; “o nimet güzel ama onun yaratanını unutma; asıl O’nu öv ” demek. Kişinin imanı arttıkça ,artık düşüncelerine ve yaptıklarına dikkat etmesi gerekiyor ,amel boyutunda. Hatta bir süreden sonra düşüncesi onun ameli oluyor. Yani olaylara bakış tarzı o kişinin ameli oluyor. Bir elmaya, nimete, ekmeğe, ağaca baktığımızda onun hakkındaki düşünceniz artık sizin salih ameliniz oluyor ya da olmuyor. Sadece namaz kılmak, oruç tutmak belirli bir şeyler yapmak değil salih amel. O iman ettiğiniz ölçüde/seviyede bütün davranışınız, ameliniz, hatta bırakın ameli düşünceniz bile salih amel oluyor.
Şükür mü önce nimet mi önce? İman arttıkça artık nimete tamamen Allahî bakmak mecburiyetindesiniz. Elmanın o kırmızılığına, üzerindeki beneklere, şekline baktığınızda “Ya bu ne güzel elma ya !”. Ama bir üstü ne bunun. “Aman ya Rabbi ; ne güzel yaratmışsın bunu böyle?”. Şu bile değil: “Allah bunu ne güzel yaratmış !”. Bakın burada hitap da değişiyor. Namaz kılarken niyet konusunda konuşmuştuk. Şu da niyet: “Niyet ettim Allah rızası için yatsı namazını kılmaya”. Ama şu da güzel “Ya Rabbi niyet ettim senin rızan için namaz kılmaya”. Birinde uzaklardaki Allah, diğerinde muhatap, yüzünüzü döndüğünüz Allah. Yani bu ifadeler, niyetler, yönelişler gerçekten bizim konumumuzu belirliyor.
İşte ayete gelirsek, burada da “Elhamdülillah”dediğimiz zaman, hamd Allah’a mahsustur. Şimdi Allah’ı tanımlıyor : Nasıl Allah? Fatır olan Allah. Yani biraz sonra izah etmeye çalışacağız, Fa-Ta-Ra fiilini yapan .(Burada fatara kelimesinden ismi fail bu. Burada da Allah’ın sıfatı olarak gelmiş.)
Fatara, bir şeyin ilk olarak oluşması manasına geliyor. İlk olarak ortaya çıkması, tohumun çatlaması gibi anlamlar da ifade ediyor. Yarılarak ortaya çıkması. Fıtrat kelimesi fatır kelimesinden geliyor. Fıtrat kelimesinin geçtiği yerlere, hadislere bakıyoruz : “Her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar”. Fıtrat deyince biz bir özellik anlıyoruz. Yani Allahû Teâlâ bir şekilde yaratıyor ama yaratmasının içerisinde muradı ilahisinin inceliklerini koymuş. Yani rastgele yaratmıyor. Yarattıklarını niye yaratıyor?
“كُنْتُ كَنْزًا مَخْفِيًّا فأحببت أن أعرف فَخَلَقْتُ الْخَلْقَ لِيَعْرِفُونِى”
Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi murad ettim/muhabbet ettim, halkı yarattım.
Şimdi burada bilinmekliğin muhabbet ile istenmesi var. Neyi yaratıyor? Mahlukatı yaratıyor. Bir de “Ben cinleri ve insanları bana kulluk etsinler diye yarattım” diyor ayette (Zariat 56). Yaratılışta bir gaye var. Haşa Rabbim gayesiz yaratmış olamaz. Amaç ne? Bütün mahlukatın kendisini tanıması ve bilmesi, (akıllı) mahlukat olarak düşündüğümüzde de kendisine güzel kulluk edilmesi. Bir amaç var. İşte fıtrat bu. İlk başta bu gaye ile yaratılmasını ben fıtrat olarak yorumluyorum.
Mesela El-Mübdi esması ile olan “ilk baştan yaratmak” da benzer manada (“Be-De-E” başlamak fiili, Mübdi-başlatan ) . Ama farkı ne? .. “Fe-Ta-Ra” fiilinde bir amaç /gaye var. Yani fıtrat üzerine yaratmak. Hadiste de buyrulduğu gibi “Her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar daha sonra anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.”
Demek ki Allahû Teâla bizi yaratılış sisteminde kendisini tanıyacak, hâlıkını tanıyacak hidayet sistemleri üzerine yaratıyor.
Bunu Hanif konusunda işlemiştik yedi ders boyunca işlemiştik. Bunu anlayan Hazreti İbrahim de;
İnnî veccehtu vechiye lillezî fetaras semâvâti vel arda hanîfen (اِنّٖى وَجَّهْتُ وَجْهِىَ لِلَّذٖى فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَنٖيفًا) derken de “Ben yüzümü Allah’a, yerleri ve gökleri fıtrat üzerine yaratan Fatır olan Allah’a döndürdüm ”diyor.. Bir yaratılmışlık var ama bunda da bir niyet var. Öbür türlü soğuk bir yaratılış var. Yani ateistlerin, deistlerin, dehricilerin bir yaratıcı tasavvuru vardır ya onlarınki gibi soğuk bir tasavvur. Ama “Fâtır” deyince bir sıcaklık var. Fıtratı üzerine yaratmak. Ama kelimeni kökleri ile ilk baştan yaratmak manasını katılınca daha ilk başından bir gaye ile yaratmak anlaşılıyor. İbni Abbas diyor ki: Ben bu fatır kelimesini anlayamamıştım bir bahçeye gittim. İki Bedevi konuşuyorlardı. –(Neden bedeviyi vurguluyor çünkü dilin bozulmamış hali bedeviler arasında konuşuluyor. Dilin güzel, beliğ hali bedevilerde var. Peygamber Efendimiz de sütannesi Halime Annemize veriliyor bir müddet. Verilme amaçlarından biri de o bölgenin anadili olan Arapça’yı daha güzel öğrenmesi– ) Bir bedevi diğerine övünüyormuş. “Bu kuyuyu ben kazdım” derken bu “Fetara” ifadesini kullanmış “fetartu” demiş “fatartul birre”. Bu kuyuyu ben” fatara ettim”yani “İlk ben ortaya çıkardım”, dolayısıyla sahipleniyor. Ama yarmak var ya, kuyuyu nasıl yapıyorsunuz? Kazarak yayıyorsunuz ya. “Kazarak, yararak ilk ben ortaya çıkardım “diyor. O zaman anladım ki diyor , ilk yaratma manasına geldiğini o zaman anladım”. İlk yaratma manasında geliyor güzel ama ilk yaratma mânâsına gelen başka kelimeler de var arapçada; hem Kuran’da hem Esmaül Hüsna da hem hadislerde. Peki farkı ne?
Yaratılış gayesi olan fıtrat üzerine ilk olarak ve sanki yokluğu yararak ortaya çıkması
Maalesef dilimiz güdükleştirilmiş. Biraz sonra Kurandaki yaratmak ile ilgili kelimeleri söyleyeceğim Onların her geçtiği yerde bütün manalara bakın yaratan, yaratıcı, yaratılış gibi . Bizde ise yaratmakla ilgili sadece bir iki kelime var.
Üçüncüsü “savvera”. Bir esma var “el Musavvir”. Şekil vermesi.Tasavvur.
Dördüncüsü “el-bedi” . “bedius semavati vel ard” gibi. Buna ibda, yaratmak deniyor. Bu da ilk yaratmalardan ifade ediliyor.
Beşincisi el-mübdi var Esmaül Hüsna’da. bedee başlamak var ya iptidai derler başlangıç halinde. Bu da ilk yaratmak manasında.
Altıncısı felaka. Bir şeyin çatlayarak ortaya çıkması. Bu şekilde yaratma. Mesela Felak Suresi’nde buna yakın bir anlam var.
Yedincisi Sun’. Sanayi var ya. Hani yapmak olarak. Bir şeyi yapmak imal etmek manasında sanayi. Suni deniyor mesela, yapılmış. Allahû Teala Kuranı Kerim’de bunu yaratmak manasında kullanıyor.
Sekizincisi inşa kelimesi. türkçede de kullanıyoruz. “Biz insanı şöyle şöyle inşa ettik” şeklinde var. “Yeniden ahirette inşa edeceğiz” diye ayetler var. Bunların hepsi yaratmak diye tercüme ediliyor.
Dokuzuncusu ihdas. Hadese. Hadise var ya olay olarak meydana çıkararak yaratmak.
Onuncusu icad. İcat ederek ortaya çıkarmak.
On birincisi tasvir. Musavvir demiştik ya onunla ilgili. Suretler şeklinde yaratması. Bir şekil vererek yaratma var bir de suretler şeklinde yaratmak var.
On ikincisi tekvin. oluş olarak yaratma.. “kün feyekün” emrinin kökünden geliyor. Kevene. Bu tarz yaratmaya tekvin deniyor.
On üçüncüsü vücut. Bir şeyin vücut bularak, varlık olarak ortaya çıkması, yaratılması.
On dördüncüsü ceale. Meleklere insanın yaratılışını haber verirken geçiyor. “Ben yeryüzünde bir halife var edenim”. Yaratanım manasında. Bu ayette de geçecek birazdan.
On beşincisi ihtira. Bir şeyi ihtar etmek. Seçerek yaratmak, tercih ederek yaratmak.
On altıncısı bease. Bais var Esma’ül Hüsna’da. Ahirette yeniden dirilterek yaratma. Mesela bais hem resullerin peygamber olarak gönderilmesi hem de insanın öbür tarafa gönderilmesi. Bease göndermek.
On yedincisi muid. “Biz yaratırız daha sonra da onu iade ederiz”. Tekrarlayan yaratma. İade.
On sekizincisi zerea var. Zeera , bari ile eş anlamlı kullanılıyormuş.
On dokuzuncusu en önemlisi halaka. Mahluk, Halik. Genel anlamda yaratma ifadesi.
Yirminci olarak da şae. Şae dilemek olarak geçiyor ama dilemekten çok daha derin manalarının olduğu ortaya çıktı. Biraz bu “Şae”fiili üzerinde duracağım.
Bunun mastarı “şey.” Şeyin çoğulu ne? Eşya. Şae bunun fiili. Bunu anlamakta güçlük çekeceğiz çünkü Türkçede isim fiiller çok az. Sulamak var mesela isim fiil. Yani bir isim var ve o isimden türemiş bir fiil var.:Sulamak… Sandalye kelimesinden türeyen “sandalyelemek “gibi bir şey yok. Ama Arapça’da her bir isim bir fiille ifade ediliyor. Türkçede bu çok az, yok demeyelim de çok az. Şimdi “şey,” eşyanın tekili olan “şey”, bunun fiili olduğunu düşünelim. Ne deriz? “Şeylemek “ya da “şey yapmak”. Türkçede bu şekilde kullanılıyor. Bunun daha teknik bilinçli olarak kullanıldığını düşünün, “şey haline getirmek”. Türkçe’de joker olarak kullanılıyor bilinçsizce. Ama Allah’ın faaliyeti, Allah’ın fiili olarak kullandığımızda “şae” fiili ne oluyor? Bir şeyi şey haline getirmek. Bu anlamda Maşallah ne manaya geliyor : Allah’ın dileyerek oluşturduğu şey. Bu nazar için kullanılıyor. Neden nazara kullanılıyor? Sen niye haset ediyorsun, Allah diledi. Bunu da şey haline getirdi, oluşturdu. Bu da o şey. Sen neden haset ediyorsun? Maşallah de bakalım. Yani o kişinin değil Allah’ın ona takdiri. Razı ol manasında Maşallah. Böyle mi kullanılıyor Türkçede? Kullanılmıyor. Peki İnşallah ne? Şae fiili geçiyor orada. Şayet Allah dilerse. Biz ama İnşallah’ı dua manasında kullanıyoruz. “Akşam yemeğe gidelim”. İnşallah. İnşallah, “İsterim” manasında kullanılıyor. İnşallah, eğer Allah dilerse, nasip ederse. Bu yeni öğrendiğimiz kelime ile anlamı ne? Eğer Allah onu dileyip de varlık âlemine getirirse, şae ederse, bir oluş imkân âlemine getirirse demek. Böyle olunca daha manalı. “Allah bir şeyi murad ettiği zaman, o şeye…” Bakın şey diyor. “Ona ol der”. “lehu”. Oradaki “hu” nereye gidiyor? Şeye gidiyor? İşte şae ile oluşturduğu şeye ol diyor. Çünkü daha olmamış bak. Nasıl olmamış ya? Olmayan bir şeye nasıl ol diyor? Olmamış bir şeyi yani tekvin âlemine kevniyet âlemine gelmemiş bir şey var ki Allah ona “ol” diyor. İşte o, şae fiilinin alanı. Yani Allah şae ile dileyerek, arzulayarak, isteyerek, dileyerek bir şeyler oluşturuyor. Ama daha vücut olmadı bu. Onun da oluşmasını irade ettiğinde ona ne diyor? “kün”. O da ne oluyor? Oluyor. Burada Arapçada “fiili muzari “denilen bir zaman kullanılmış. “Kün feyekün”. Yekün ne demek? oluyor, olacak, olur...(Arapça’da iki zaman vardır; bir geçmiş zaman(fiili mazi) , bir de “muzari” var. Mazi zaman geçmişi , Muzari de şu üçünü ifade eder: şu an, geniş ve gelecek. Yani “ol dedi ve oldu” değil. Tabii ki Allah ol dedi ve oldu. Ama “şeye” göre bir zaman sürecine girdi. Yani oluyor, olacak, olur… (zamana ” dehr” deniyor ya ); burada “Kün” emri ile beraber olması işte. Yani oluş sürecine girer. “Ol der ve olur” iki anlama geliyor : Allah için zaman yok. Zaman mahlûkat için. “Ben gizli bir hazineydim muhabbetle bilinmeyi murat ettim” dedik ya. Allahû Teâlâ bir şey isteyecek de o olmayacak ! Biz gibi değil Allahû Teâlâ. O anda olup bitiyor her şey. Zaman mahlûkat için. Bir “şey”de zamanın olması için mahlûk olması lazım. İşte arkadaş soruyor ölümlü bir hayatı yarattı derken ne oluyor? Şimdi yaratması ile beraber zaman işliyor. Bir şeyin zamana bağlı olmaması için Halik olması lazım, Allah olması lazım. Baki olan kim? Allah. Allah Baki ise bu ne anlama geliyor? Mahlukat baki değildir anlamına geliyor. Sonludur, fanidir. Şimdi Allahû Teala’nın bir şeyi yaratması ile beraber o cismin sonunun olduğunu anlıyoruz. Sonu var, bitecek.Biteceğine göre o bitmesinin gereği olarak zaman halk oluyor. Zaman geriye sayış, geriye sarış. Mahlûk varsa son var, son varsa geriye doğru sayan bir zaman var. Tersini düşünün. Allah için bir zaman var mı? El-Evvelü, el-Ahiru, el-Baki. Yani zaman söz konusu değil. Dolayısıyla mahlûk varsa zaman vardır.Sonlu olmasının gereği olarak. İşte bu zamanın ilk baştaki muradına dehir deniyor. Yaratılmasının başından itibaren zaman algısı başlıyor. Geçen hafta verdiğimiz plak örneği gibi. Bizim zaman algımız bu plağın kolundaki iğne kalktığı zaman değişiyor. Yani plağın bütününü görüyoruz, Plak çalarken “an” olarak algılıyoruz. Ahıtette de, orada da bir zaman süreci var. Yani geriye dönüşün, faniliğin sonucudur zaman.
Allahû Teâla’nın farklı anlamlardaki yaratmak kelimeleri Türkçedeki sadece “yaratmak” kelimesi ile karşılanıyor. Yukarıda bahsedilen ifadeler direkt/birinci manada yaratmak manası taşıyor.Bir de dolaylı olarak yaratma manası taşıyan ifadeler var.Bunlarla beraber yaratma kelimesinin alanı çok genişliyor. İşte Allahû Teala, Kur’an’ı “lisanu arabiyyun mubin” “apaçık bir Arapça olarak indirdik” derken işte bu Arapçayı kendisinin murad etmesi ve koruması, Arapça olarak Kuran’ı halk etmesi, indirmesi bu şekilde manalı. Bu kadar zengin bir dille, Arapça ile. Biz de kelimenin kökenine giderek yaratmakla ile ne kastedilmiş onu anlamaya çalışıyoruz. Bakın hiç bir nesne yokken sistemi oluşturma bir yaratma. Maddeyi yaratma bir yaratma. Maddeleri katı, sıvı, gaz diye yaratma bir yaratma. Oradan bitki âlemini yaratması farklı bir yaratma tarzı. Bitkilerin içerisinden buğdayı yaratması ayrı bir yaratma. Buğdaydan unun oluşması ise farklı bir yaratma. O unla bir şeyleri karıştırarak hamur oluşturma farklı bir yaratma. O hamura elle şekil vermesi başka bir yaratma. Bunlarla değişik ekmek sandviç yapma farklı bir yaratma. Tekrar buğdaya gelelim. Buğday aynı zamanda tohumdur. Tohumun içerisine genetik şifresini koyması ile kendi kendine işleyen bir sistemin oluşması ayrı bir yaratma. Bunun ahirette farklı bir biçime gelmesi farklı bir yaratma. Bunların hepsi yaratmanın şekilleri. Mesela bebeğin oluşması. Allah yaratıyor. Öyle bir sistematiğe koymuş ki embriyoloji, DNA(genetik şifresi) ile beraber o sistem sürekli kendi kendine işliyor. Yani yaratma tekrarlanıyor. Mesela inşa da yaratmak. İnşa kelimesinde ne var biliyor musunuz? Neşe var. Neşe, yani canlılık, hayat manasında. Bu canlıların yaratılması için kullanılıyormuş. Mesela “Biz insanı inşa ettik” diye. İnşaatları düşünün, temel atılıyor kademe kademe, bir gökdelenin hızlandırılmış kamera ile çekimini, sonra yavaş yavaş çekilip hızlı oynatıldığı düşünün. Çalışılıyor çalışılıyor bir bina çıkıyor, boyası badanası yapılıyor. Bunu insan vücudunda düşünün Allahû Teâla inşa ediyor onu. Hani “Biz kemiklere et giydirdik” diye bir ayet var. Bina etmek de yaratmak bakın. Ama neden bina etmek dememişte inşa demiş. Çünkü inşanın içinde canlılık var, hayat var, neşe var. Bakıyorsunuz içeride sürekli bir hayat var. Yani kalp atıyor, karaciğerde bir faaliyet var, beyinde bir faaliyet var, hücre içinde yaşayan bir sistem var. Neşe içerisinde inşa edilmiş bir yapı var. Bu da yaratmak. Allah’ın en büyük sanatlarından biri yaratmak ve bunu da inanılmaz değişik şekillerde yapıyor Rabbim ve Kuranı Kerim’de onun değişik ifadelerle kullanarak, ayrıntılarına, teferruatına girerek bizim ne yapmamızı istiyor? Hamd etmemizi istiyor. Biz de bu sisteme bakarak diyoruz ki “Elhamdülillah. Aman ya Rabbi nasıl bir sistem yaratmışsın !”. İşte buna bir örnek olarak da bu ayeti kerimede “fâtırıs semâvâti vel ardı”. Semanın ve arzın bir fıtrat üzerine, bir amaç üzerine ilk baştan sistemi çatlatarak bir anda ortaya çıkararak yaratan Rabbimize hamd olsun.
x- Burada ilk semayı göstermiş sonra arzı göstermiş. Demek ki sema arzdan daha üst bir sistem. Bizim anlayışımızın ötesinde. Bizim şu anki gördüğümüz sistem “semâ ed-dunya”. En yakın sema(dünya seması değil). Yani bu uzay da en yakın semaya giriyor. Kaç yıl ışık uzaklığında olan, git git bitmeyen yerler de hala birinci sema arkadaşlar. En yakın “sema eddunya”. Dünya burada bizim bildiğimiz manadaki dünya değil, en yakın/en aşağı manasındakullanılmış ve sıfat olarak gelmiş. İkinci kat da sema var, üçüncü kat da sema var, dördüncü beşinci altıncı katlarda semalar var ve üstlerde bilemediğimiz ne âlemler var ki kafayı yedirtecek bir olay. İşte “hamd et”. İşte hamd ediyorsun, öveceksin, “Aman yarabbi” diyorsun. Bildiklerinle hamd ediyorsun, bilmediklerimiz le nasıl artık ?
câıli-l melâiketi (جَاعِلِ الْمَلٰئِكَةِ) Melekleri de kıldı/kılıcı. Ne olarak kılıcı?
Rusulen(رُسُلًا) resuller, elçiler
Ceale( جعل) fiili var burada. Kılmak, etmek manalarına geliyor. Birçok anlamı var. Arapçada çok kullanılıyor. 2 meful alan fiillerdendir bu. Yani bir şeyi bir şey haline getirmek. Ceale fiilinde genellikle 2 meful bulunur yani tümleç bulunur. Bir şeyi bir şey yapmak. Mesela bir adamı zengin yapmak. Şu kağıdı kitap yapmak. Kıldım, ettim manalarınada geliyor.
Bir şeyi bir şey haline getirmek. Burada melekleri kıldı? Ne kıldı? Rusul kıldı. Yani elçiler kıldı. Şimdi semaları ve arzları yaratmasından bahsediyor. Semai unsurların mahlûkat olarak başında gelen melekleri de burada örnek olarak veriyor. Fatara kelimesi vardı ya bir amaç uğruna, fıtrat üzerine yaratmak ; meleklerin de yaratılış amacının burada resullük/elçilik olduğu söyleniyor. Elçi yani. Allahû Teâla Melekleri elçi kılmış. Nebi değil resul olarak elçi kılmış. Aracı, elçi, görevli olarak yaratmış. Bir görevi yerine getirmek için. Elçinin şöyle bir anlamı var: Sahibini temsil ediyor. Bir kişi ama o kişinin sahibini temsil ediyor. Yani senin elçiye yaptığın kötü bir muamele onu gönderene yapılan kötü bir muamele gibidir. Bazı ayetlerde “Ben” yaptım diye geçiyor bazılarında ise “Biz” yaptık diye. İşte buradaki “biz” kısmı . Yani sistemle beraber, meleklerle beraber yapması. Ayette geçiyor: “Biz melekleri ve ruhu her türlü emir için indiririz/göndeririz”. Her türlü iş için işte. Allahû Teâlâ onu yapmaya bizatihi kadir değil mi? Kadir. Ama Rabbimin koyduğu sistem gereği melekler de bu sistemin içerisinde görevliler. Hem bizim bildiğimiz manada Cebrail Aleyhisselam gibi vahyi, Kuran’ı birisine getirmek ile birebir görevli ya da kainatın yönetilmesindeki unsurlar gibi de düşünebilirsiniz. Her bir yağmur tanesini bir meleğin taşıması gibi. Cebrail Aleyhisselam’ın faaliyetlerini düşünün, bir bölgeyi helak etmesini. Mikail Aleyhisselam doğal olayları organize eder deniyor. Onun da gücü ve kuvveti var, melekesi var. Allah’ın verdiği ona yetkiler var. Onun da orduları var onlarla beraber yapıyor. “melekleri rusul yaptık ” derken de meleklerin burada biz yaratılma fıtratlarının elçi olduğunu buradan anlıyoruz.
“Uli“(اُولٖى) sahipler demek. “Akıl sahipleri-uli elbab” der gibi. Arapçada “zü” denen bir sahip olma kelimesi var onun çoğulu. Çoğul geldiği zaman bu “uli”olarak geliyor. Ecnihat (اَجْنِحَةٍ) “cenah” kelimesinin çoğulu. Cenah “kanat” demek. Bizde sağ cenahtan, sol cenahtan saldırdılar diye savaşlarda anlatılır. Bunun Arapçadaki kullanımı kanattır. Kanat deyince kuşların kanadını anlıyoruz. Fatır Suresinin indiği devirde o dönemki insanların aklına sadece kuşların kanatları geliyordu. Ama biz bu dönemde biliyoruz ki uçakların da cenahı var, kanadı var. Yani uçmaya yarayan herhangi bir uzuv. İlla kuşkanadı gibi çırpılan bir şey olması gerekmiyor. Mahiyetini Allah’ın bildiği bir vasıta. Bu kanatlar ikişerli ve üçerli ve dörderli imiş. Buna üleştirme sayıları deniyor Arapçada. Paylaştırma sayıları deniyor bunlara. Burada ben üç kanatlı olma kısmını anlayamadım. İki kanadı anladım da üç kanadı anlayamadım. Acaba bir tarafta 3 kanat bir tarafta da 3 kanat mı var? Üçerli derken acaba bu mu kastediliyor? Çünkü Allahû Teala yaratma sisteminde genellikle simetri usulü bir yaratma var. Mesela yüzü düşünün. Tefsirlerde ve meallerde bu konuda bir şey göremedim. Üç kanatlı da olabilir üçerli kanatlı da olabilir. İki kanat önde bir kanat arkada da olabilir, meleklerin yapılarını bilmediğimiz için. Melekler bu âlemin mahlûkatı değil. Bu dünya toprak temelli sert şey üzerine kurulmuş. Cennet âlemi daha şeffaf, su temelli. Ruhsal alem melek ise daha latif daha bulutsal bir alem.
Bu dünya katı hali temsil ediyor. Cennet alemi daha sıvısal bir alem. Ruhani alem ise daha ruhani gazsal, gazın temsil ettiği bir alem. “Allah insanı testi toprağı gibi sert bir topraktan yarattı”
(RAHMÂN suresi 14. ayet)
خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ كَالْفَخَّ
Halekal’insane min salsalin kelfahhâr.
“Allah, insanı pişmiş çamur gibi bir balçıktan yarattı.”
diyor bu bize neyi anlatıyor? Bu dünyanın yaratılış sisteminde sert bir malzeme var, bir mekanizma var. Biz daha meleklerden bahsediyoruz. Daha şeffaf, daha latif halde bir şey. Şimdi bunların uçma sistemleri bizim dünyadaki gibi aerodinamik ilkelerle mi oluyor? Elbette ki hayır.
Yezidu,(يَزٖيدُ ) ziyadeleştirir, arttırır. Neyi arttırır? Yaratılışta dilediğin arttırır. Yani meleklerin kanat sayılarını artırır.Ve ne kadar artarsa mukarrebunluğu (yakınlığı) da o kadar artar. Cebrail Aleyhisselam’a 600 kanat verilmesi onun iki kanat verilen melekten daha üstün olduğunun göstergesi. Çünkü dilediğini daha fazla arttırır diyor. Bunu ikram gibi gösteriyor. Yani çocuğunuza harçlık veriyorsunuz 5 lira 10 lira, diyorsunuz ki “Dilersem arttırırım”. Arttırmak ikram, ona değer vermek. Dolayısıyla burada” ma yeşau”diyor “Dilediğini” de arttırır”. Hadisten direkt anlıyoruz bunu. Net bir hadis. Allah’ın resulü 600 kanatlı Cebrail Aleyhisselam’ı iki kere aslî suretinde görmüş. Birincisi Hira Dağında, bir de Miraç’ta. Mahiyetini Allah bilir ama o kanatları ile ne işler yapıyorlar.
Allah her şeye kadirdir.Ayetin hem yukarıdaki kısmında geçen “yeşau” ifadesinde hem de son kısmındaki “külli şey” ifadesinde “ŞEY” kavramı geçmiş. Bu “şey/şae “olayını yukarılarda açıklamıştık (Şey, dilenendir). Ayetin son kısmındaki”şey”e baktığımızda burada işte her türlü “şey” üzerine kadirdir.Her şey oluşturmaya kadirdir. Yani oluşturması için dilemesi yeter. O şey haline gelir ve Allah dilediğini dilediği gibi yapar. Üçüncü olarak da kadere fiilinin kökünde “ölçü/ölçme” vardır, nizam vardır, formül vardır. Allahû Teala da bir şey ettiği zaman onu ölçüye göre yapar da var.
Biz, bu ayetlerde yerleri ve gökleri yaratan -herhangi bir şekilde yaratan değil bir fıtrata göre , bir gayeye göre yaratan- Allah’a; örnek olarak verdiği semadan , arzdan ve meleklerinden yarattıklarında hamd edilecek muhteşem unsurlar olduğundan dolayı Elhamdülillah diyerek hamdetme durumundayız.
Ama bu rastgele olmaz. Başındaki “el” takısı ile beraber söylüyorum. Orada “harfi tarif” var ; Marife, belirli isim var . El-hamd buna göre,”Bilinçli hamd”, “bütünüyle hamd ” anlamına geliyor. Yani “Elhamdülillah, işte semaları yarattı, arzı yarattı, melekler de varmış” diyerek basitçe değil; Tefekkür edeceksin, düşüneceksin, yoracaksın, gayret edeceksin de öyle bilinçli hamd yapacaksın. Haluk Nurbaki diyor ki: “Sen bir cerrahı rastgele övemezsin”. Kendisi de doktor ya. “Ne güzel doktorsun” falan diyemezsin. Onun ameliyatını bir izle. Onun bir eğitim sürecini izle. Ne aşamalardan geçti, nasıl kafaları patlattı, nasıl dirsekleri çürüttü.hem ilmi hem de sanatsal emeğin farkına varda öyle öv. Farkındalıkla öv !…Rastgele “A ne güzel cerrah diyemezsin” diyor. Anlayamazsın ama bir gayret et.
O yüzden Allahû Teala burada semavat, arz ve melekler üzerine kafa yor, düşün ve orada hamd edici unsurları görmeye çalış. Yine de yapamazsın ama hamd et diyor.
Kendin göremezsen se Allahû Teala’nın bize gösterdikleriyle yapmaya çalış.
Allahu teala da bize yaratılış hikmetimizin (fıtrat) farkına vararak
-ki O sistemi en baştan o fıtrat üzerine yeni bir yaratılışla yarattı –
Allah’ın yarattığı sistemi övme gayretiyle yaşayarak
Allah’a layıkıyla hamd edenlerden olmayı nasip etsin.
amin.
VE ÂHIRU DAVAUNA EN-İL HAMDULİLLAHİ RABBİ’L- ALEMİN.